Abo Kusay

Abo Kusay

Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ortadoğu Vakfı ve İZÜ / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi iş birliğiyle, 'Çatışma Sonrası Suriye'nin Yeniden İnşası' konulu sempozyumu düzenlemekten mutluluk duymaktadır.
Bu sempozyum, uluslararası kalkınma ve çatışma sonrası yeniden yapılanma konularını disiplinler arası bir perspektiften ele almayı amaçlamaktadır. Akademisyenleri, karar alıcıları ve uygulayıcıları bir araya gelerek, bu sürecin geleceğine dair yol gösterici çerçeveler ve stratejiler geliştirmeyi hedeflemektedir.
Ana Konular:
Kapsayıcı Yönetişim ve Kurumsal Yeniden Yapılanma
Jeopolitik, Uluslararası İşbirliği ve Dersler
İnsani Kalkınma
Ekonomik Kalkınma ve Altyapı
Sosyal Uyum ve Kültürel Mirasın Korunması
Kentsel Planlama ve Mimarlık
Güvenlik Tartışmaları ve Barış İnşası
Hukuk ve Geçiş Adaleti
Mülteciler ve Diaspora
Tarih, Yer, Dil ve Kayıt:
Tarih: 29–30 Kasım 2025
Yer: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, İstanbul
Diller: Türkçe, İngilizce ve Arapça
Symposium on Rebuilding Syria Post-Conflict
Omran Center for Strategic Research, in cooperation with Ortadoğu Vakfı and İZÜ / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi is pleased to organize a symposium on the topic 'Rebuilding Syria After Conflict'.
This symposium aims to address the issues of international development and post-conflict reconstruction from an interdisciplinary perspective. Together with academics, decision makers and practitioners, it aims to develop frameworks and strategies that guide the future of this process.
Main Topics:
Inclusive Management and Corporate Restructuring
Geopolitics, International Cooperation and Lessons
İnsani Kalkınma
Economic Development and Infrastructure
Safeguarding Social Harmony and Cultural Heritage
Urban Planning & Architecture
Security Discussions and Peace Building
Law and Transitional Justice
Refugees and Diaspora
History, Place, Language and Record:
Date: November 29-30, 2025
Location: Istanbul Sabahattin Zaim University, Istanbul
Languages: Turkish, English and Arabic

Özet

Ekim ayı, Suriye’de Esad rejiminden kendisine kalan enkazın ve devraldığı sorunlu mirasın yarattığı sıkıntıları aşma yönünde ortaya konan çabaların yoğunlaştığı bir ay olmuştur. İç güvenlik bağlamında; Lazkiye'den İdlib'e, Şam kırsalından Deyrizor'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada terör hücrelerinin çökertilmesine, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonlara ve eski rejim kalıntılarının tasfiyesine odaklanılan yoğun bir süreç yaşanmıştır. Bununla birlikte İsrail'in, Kuneytra bölgesindeki işgal girişimleri ve SDG ile Halep'te yaşanan şiddetli çatışmalar ülkenin karşı karşıya kaldığı tehditleri hatırlatmıştır. Siyasi alanda ise; Yüksek Seçim Komisyonunun devrim sonrası kurulan ilk meclisin seçimle göreve gelen 119 üyesinin isimlerini açıklaması tarihi bir gelişme olmuştur. Ancak sahadaki fiili durum sebebiyle Rakka, Haseke ve Süveyda bölgelerinde seçimler ertelenmek zorunda kalmıştır. Diplomasi alanında; Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın Moskova ziyareti ve Kremlin'de Rusya lideri Vladimir Putin ile gerçekleştirdiği görüşme, Suriye'nin çok taraflı dış politika anlayışının en somut örneği olmuştur. Diğer yandan İngiltere'nin, Heyet Tahrir el-Şam'ı terör örgütü listesinden çıkarması ve Almanya'dan 14 yıl sonra ilk ticaret heyetinin Şam'ı ziyaret etmesi, uluslararası izolasyonun kırılmasında kaydedilen ilerlemeleri gözler önüne sermiştir. Ekonomik alanda ise; Dünya Bankasının Suriye’ye ilişkin raporu, Suriye ekonomisinin ihtiyaç duyduğu uluslararası desteği açık biçimde ortaya koyarken, Suudi Arabistan ve Rusya'nın petrol tedariki taahhütleri, Körfez ülkelerinin yardım programları ve Dünya Bankası ile IMF düzeyinde gerçekleştirilen temaslar, Suriye'nin kalkınma sürecine dair atılan adımların yoğunluğunu göstermiştir.

İç Güvenlikte Çok Boyutlu Mücadele, İç Siyasette Konsolidasyon

Lazkiye vilayeti merkezli olarak gerçekleştirilen operasyonlar, eski rejim unsurlarının tasfiye sürecinin devam ettiğini ve bu unsurların halen iç güvenlik tehdidi oluşturabildiğini göstermiştir. Suriye güvenlik güçlerinin, söz konusu bölgede önemli ve kritik şahıslara suikastlar düzenleyerek eyalette istikrarsızlık yaratmayı planlayan bir hücrenin çökertildiğini açıklaması dikkat çekmiştir. Diğer yandan, Lazkiye kırsalındaki Kardaha kentinde gerçekleştirilen kapsamlı güvenlik operasyonu sırasında ise devrik rejimin kilit isimlerinden Namir Badi' el Esad ve sözde "Dağ Taburu" komutanı Kusay İbrahim'in de aralarında bulunduğu çok sayıda çete üyesinin tutuklandığı bildirilmiştir.

Bununla birlikte Suriye İçişleri Bakanlığı, Lazkiye kırsalında ülkenin kuzeybatısındaki bir kampta bulunan ve Suriye ordusuna entegre olmayı reddeden Fransız asıllı bir grubu silahsızlandırmaya çalıştı. Ancak Özbek ve Tacik asıllı silahlı unsurların olaya müdahale etmesiyle Suriye ordusu operasyonu durdurmak zorunda kaldı ve bu gruplarla anlaşma yoluna gidildi. Müdahale eden Özbek ve Tacik unsurların yayınladıkları video görüntüsünde“Bugün Fransız muhacirlere, yarın sana ve bana saldırırlar” demeleri, yabancı savaşçıların mevcut hükümete ne kadar sıkıntı çıkarabileceklerini ortaya koyması açısından önemlidir.

Şam kırsalı bölgesinde DAEŞ terör örgütüne yönelik operasyon gerçekleştirilmiştir. Suriye İçişleri Bakanlığı, Şam kırsalındaki bir DAEŞ hücresinin çökertildiğini, üyelerinden birinin tutuklandığını ve diğer ikisinin ise etkisiz hale getirildiğini duyurmuştur. Bu gelişme, başkent Şam çevresinde geride kalan aylarda da gözlemlendiği üzere, DAEŞ unsurlarının varlığını sürdürme ve eylem kapasitesini muhafaza etme arayışında olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Bu ay en dikkat çekici iç güvenlik operasyonlarından biri ise, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik gerçekleştirilen müdahale olmuştur. Suriye İçişleri Bakanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre, güvenlik güçleri Şam kırsalında 12 milyon Captagon hapı ele geçirmiştir. Bu operasyon, ülkedeki en büyük uyuşturucu kaçakçılığı operasyonlarından biri olarak kayıtlara geçmiştir. Eski rejimin mirası olarak kalan uyuşturucu ticaretinin faaliyet ağlarının tasfiye edilmesi konusunda atılmış önemli bir adımdır. Humus vilayetinin Kuseyr bölgesinde ise Suriye dışına kaçırılmak üzere olan bir anti-tank füze sevkiyatına el konulması, silah kaçakçılığına yönelik mücadelenin de yoğunlaşarak sürdüğünü ortaya koymuştur.

Diğer yandan Deyrizor bölgesinde, Suriye Enerji Bakanlığına ait bir otobüsün hedef alındığı ve dört petrol tesisi güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği bir saldırı gerçekleşmiştir. Enerji altyapısını ve bu altyapıda çalışan personeli hedef alan bu tip terör eylemlerinin, Suriye'nin ekonomik toparlanma sürecini sabote etme bağlamında araçsallaştırılabileceğini ortaya koymuştur. Buna paralel biçimde, Halep'in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde gerçekleşen Suriye Güvenlik Güçleri ile SDG arasındaki çatışma, SDG'nin Suriye'nin bütünlüğüne yönelik tehdidini ve merkezi otoritenin tesisi konusundaki muğlak tutumunun yarattığı gerilimi bir kez daha gözler önüne sermiştir. Suriye Savunma Bakanı Muhraf Ebu Kasra, Halep'teki şiddetli çatışmaların ardından SDG komutanı Mazlum Abdi ile acil ateşkes konusunda anlaşıldığını duyurmuştur. Bununla birlikte SDG komutanı Abdi'nin, SDG'nin Suriye ordusuna entegre edilmesi hakkında yaptığı açıklamada "Suriye Savunma Bakanlığı ve Ordu Komutanlığında iyi pozisyonlar elde etmeyi umuyoruz" ifadelerini kullanması, entegrasyon sürecinin sadece askerî değil, aynı zamanda siyasi-yapısal boyutlarının da karmaşık olduğunu göstermiştir.

Öte yandan İsrail'in, Suriye topraklarına yönelik işgal girişimleri ve saldırıları ekim ayında da kesintisiz devam etmiştir. Yerel kaynaklar, İsrail işgal güçlerinin Kuneytra’nın güney kırsalındaki Sayda el-Hanut köyünün merkezine girip kısa süre sonra da geri çekildiğini bildirmiştir. Yine Kuneytra'nın kuzey kırsalında, İsrail güçlerinin yeni bir işgal saldırısında bulunduğu ve Cebat el-Hashab bölgesindeki saldırıları sonucunda bir kişinin yaralandığı bildirilmiştir.

Siyasi geçiş süreci bağlamında Suriye Yüksek Seçim Komisyonu, Beşar Esed'in devrilmesinden sonra kurulan ilk parlamentonun seçilmiş 119 üyesinin isimlerini açıklamıştır. Bu gelişme, Suriye Devrimi'nin zaferle sonuçlanmasının ardından kurumların yeniden inşa edilmesi sürecinin somut bir adım olmuştur. İlk parlamentonun oluşturulması yeni Suriye'nin meşruiyet temellerinin güçlendirilmesi anlamında kritik bir kilometre taşı olmuştur.

Bununla birlikte Rakka, Haseke ve Süveyda bölgelerinde seçimlerin ertelenmek zorunda kalması sahadaki fiili durumun bir dayatması olmuştur. Rakka ve Haseke bölgeleri SDG'nin kontrol ettiği alanlar, Süveyda ise Dürzi milislerin kontrol ettiği bölgelerdir. Bu bölgelerde seçimlerin ertelenmesi kararı, siyasi katılımın ve temsiliyet mekanizmalarının tüm toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde adil ve güvenli koşullarda gerçekleştirilmesi hedefinin olduğunu göstermiştir. Gıyabi seçim süreçleri tercih edilmemiştir.

Diplomasi: Moskova’dan Bölgeye Çok Taraflılık

Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara, Suriye Devrimi'nin ardından ilk kez Rusya'ya ziyarette bulunmuş ve Kremlin'de Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmüştür. Bu zirve, Suriye'nin benimsediği çok taraflı ve pragmatik dış politika anlayışının en üst düzeydeki tezahürü olmuştur. Ancak asıl dikkat çeken olgu, Suriye’nin geleneksel müttefikine geri dönmesidir. Daha önce Rus ve Suriye güvenlik kurumları arasında gerçekleştirilen temaslar ve Dışişleri Bakanı Şeybani’nin Rusya görüşmelerinin ardından Şara'nın yaptığı Moskova ziyareti, Suriye'nin Rusya Federasyonu ile stratejik düzeyde ilişkilerini sürdürme motivasyonunu ortaya koymaktadır. Bu zirvede Rusya ve yeni Suriye yönetimi arasında siyasî, askerî ve ekonomik konular başta olmak üzere stratejik alanlarda işbirliği konuları gündeme gelirken Rusya'nın, Suriye'nin Baniyas limanına yaklaşık 750.000 varil petrol teslim edeceğinin bildirilmesi en dikkat çekici sonuçlardan biri olmuştur. Sonuç olarak Rusya-Suriye yakınlaşması, Suriye’nin İsrail sebebiyle karşı karşıya olduğu güvenlik tehdidine yönelik geleneksel müttefikine yeniden yanaşmasının ilk adımları olarak yorumlanmıştır.

Şara'nın Moskova ziyareti ile eş zamanlı olarak, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Laricani de Rusya'yı ziyaret etmiştir. Daha sonra Rusya'nın Suriye Özel Temsilcisinin İran'ı ziyaret etmesi, İran'ın Rusya aracılığıyla yeni Suriye yönetimi ile temas kurma isteği ve girişimi olarak yorumlanmıştır. Bu gelişme, İran'ın Suriye'deki konumunu yeniden tanımlama arayışında olduğunu ve Rusya'yı bu süreçte arabulucu olarak kullanmaya çalıştığını göstermiştir. Ancak Suriye hükümetinin, İran noktasında son derece katı ve sert tutumunda henüz bir değişiklik yaşanmamıştır.

Bununla birlikte İngiltere'nin, Heyet Tahrir el-Şam'ı terör örgütü listesinden çıkardığını duyurması, Batılı ülkelerin yeni Suriye yönetimine yaklaşımında yaşanan paradigma değişimine dair bir somut gösterge olmuştur. Diğer yandan, Almanya'nın Şam Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Clemens Haach'ın açıkladığı üzere, bir Alman ticaret heyetinin 14 yıl sonra ilk kez Şam'ı ziyaret ederek Suriye-Avusturya-Almanya İş Forumu'na katılması, Suriye’nin Batı dünyası ile ekonomik normalleşme sürecinin de başladığını göstermiştir. Bu ziyaret, Avrupa'nın en büyük ekonomilerinden birinin Suriye ile ticari ilişkileri yeniden kurma konusundaki iradesini ortaya koymuştur.

Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdulrahman El Sani ile Doha'da, Suriye'deki son gelişmeler hakkında bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu temas, Körfez ülkeleri ile Suriye arasındaki stratejik işbirliğinin derinleştiğini göstermiştir. Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Lübnanlı mevkidaşı ile görüşmüş ve Suriye'nin Lübnan ile geçmişte yaşanan tüm sorunları aşmaya ve iki ülke arasındaki karşılıklı saygı ve ortak çıkarlar temelinde ilişkileri güçlendirmeye istekli olduğunu ifade etmiştir. Bu süreçte Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aoun'un; İsrail ile müzakere yapmanın gerekliliğini vurgulaması, Suriye ile yeni bir sayfa açılacağını teyit etmesi ve Lübnan Dışişleri Bakanı Yusuf Raji'nin, Beyrut'un İsrail ile doğrudan müzakereyi reddetme konusundaki tutumunun değişmediğini vurgulaması, Lübnan'ın Suriye ile yakınlaşma ve İsrail'e mesafeli durma eğilimini ortaya koymuştur. İlaveten Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Suudi Arabistan’daki 9'uncu Gelecek Yatırım Girişimi Konferansına katılmış, Suud yetkilileriyle üst düzey görüşmeler gerçekleştirmiş ve bir panelde konuşmuştur. Ziyaret bağlamında Suudi Arabistan ve Türkiye’nin destekleriyle Suriye hükümeti, resmî olarak Kosova Cumhuriyeti’ni tanımış ve Esed rejiminden kalma politikadan vazgeçmiştir.

Ekonomide Uluslararası Destek İhtiyacı

Dünya Bankası; "Suriye'de 2011-2024 Yılları Arasında Fiziksel Hasar ve Yeniden Yapılanma Değerlendirmesi" başlıklı raporunda, Suriye'nin yeniden inşasının maliyetini yaklaşık 216 milyar dolar olarak tahmin ettiğini açıklamıştır. Söz konusu raporda yer alan bu tespit Suriye’nin ekonomik olarak yeniden yapılanma ve kalkınma bağlamında ihtiyaç duyduğu uluslararası desteğin boyutunu açık biçimde göstermiştir.

Suudi Arabistan'ın Suriye Büyükelçisi Faisal bin Saud Al-Majfal, Kral Salman İnsani Yardım Merkezinin (KSRelief) dünya çapında 1.056'dan fazla gıda projesini hayata geçirdiğini duyurmuştur. Bu projelerden 110 tanesinin Suriye'de faaliyete başladığını ve bunların 145 milyon doların üzerinde bir değere sahip olduğunu açıklamıştır. Bu rakamlar, Körfez ülkelerinin Suriye'ye yönelik insani yardım ve kalkınma desteğinin boyutlarını ortaya koymuştur. Suudi Arabistan’da konuşan Ahmed Şara ise, Suriye’nin dünyaya yük olup insani yardıma muhtaç bir ülke olmaktan çıkmak istediklerini ve yardımlarla değil, yatırımlarla kalkınacaklarını ifade etmiştir.

Suriye Ekonomi Bakanı Muhammed Yasir Barniye ve Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdülkadir El-Husriya, Washington D.C.'de düzenlenen IMF ve Dünya Bankası toplantıları kapsamında Uluslararası Para Fonunun Mali İşler Departmanı çalışanları ve IMF'nin Suriye misyon başkanı ile bir toplantı gerçekleştirmiştir. Ayrıca, Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdül Kadir el-Husriya, yeni Suriye para biriminin altı farklı değerde basılacağını duyurmuştur.

Özet

Eylül ayı; Suriye'nin İran-İsrail aksının yarattığı yoğun iç güvenlik tehditleriyle mücadele ettiği, aynı zamanda diplomatik atılımlarını zirveye taşıdığı ve ekonomik canlanma sürecini hızlandırdığı kritik bir dönem olmuştur. SDG, Halep kırsalındaki köylere şiddetli saldırılar düzenlerken İsrail güçleri, Kuneytra bölgesinde toprak ihlalleri gerçekleştirmiş, başkent Şam'da bomba yüklü araç saldırısı ile tehdit merkeze kadar uzanmıştır. Buna karşın Suriye güvenlik güçleri, Dera ve Şam kırsalında Kudüs Gücü/Hizbullah hücrelerini çökerterek çok sayıda silah ele geçirmiştir. Diplomasi alanında ise Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'nın, BM Genel Kuruluna hitap ederek "Suriye artık dünyadan izole değil!" ifadesiyle uluslararası toplumla bütünleşme kararlılığını ortaya koyması tarihi bir adım olmuştur. Diğer yandan, Rusya Başbakan Yardımcısı Alexander Novak'ın Şam ziyareti çok taraflı diplomasi anlayışını pekiştirirken ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın "Federalizm, Suriye için uygun değil." açıklaması ülkenin bütünlük yanlısı tutumunun uluslararası alanda kabul gördüğünü göstermiştir. Ekonomi alanında ise bölgesel ilişkilerde belirgin bir hareketlilik yaşanmıştır. Suudi Arabistan, 1,65 milyon varil ham petrol hibesi taahhüt ederken aynı zamanda Katar ile birlikte 89 milyon dolarlık mali yardımda bulunarak kamu çalışanlarının maaşlarının ödenmesi hususunda Suriye hükümetine destekte bulunmuşlardır.

İç Güvenlik Tehdidi Olarak İran-İsrail Aksı

Eylül ayında İran-İsrail aksının Suriye açısından doğrudan veya dolaylı olarak yarattığı iç güvenlik tehditleri ile mücadelesi, Suriye’nin iç siyasi gündemini büyük ölçüde domine etmiş ve belirlemiştir. İsrail’in; Dürziler ve SDG aracılığıyla dolaylı olarak yaptığı hamleler ile bizatihi kendi askerî gücünü kullanarak gerçekleştirdiği eylemler karşısında İran, kendisine bağlı Kudüs Gücü ve Hizbullah hücreleri aracılığıyla uygulamaya yöneldiği faaliyetler, kümülatif olarak Suriye’nin yoğun iç güvenlik tehditleriyle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, eylül ayı içerisinde SDG’nin El-Cerrah Askerî Havaalanından ve Meskene şehri çevresinde kontrol ettiği mevzilerden, Halep'in doğu kırsalındaki El-Kayariya, Rasm El-Ahmar ve Habuba Kebir köylerindeki evleri hedef alan şiddetli saldırılar başlatması bu durumun ilk somut göstergesi olmuştur. Suriye Savunma Bakanlığı tarafından, iki sivilin öldüğü ve üç sivilin yaralandığı açıklanan bu saldırı, son iki ay içerisinde SDG kaynaklı yoğunlaşan saldırıların son halkası olmuştur. Bununla birlikte, başkent Şam'ın Mezze mahallesi girişinde güvenlik güçlerini hedef alan ve can kaybı yaratmayan bomba yüklü araç saldırısı da, iç güvenlik tehditleri bağlamında yaşanan artışın başkente kadar uzanma eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur.

Diğer yandan, İsrail’in Suriye’ye yönelik işgal saldırılarının ve istikrarı bozacak hamlelerinin de eylül ayında devam ettiği gözlenmiştir. Bu süreçte, Halep Uluslararası Havalimanı yolunda İsrail’e ait bir insansız hava aracının sivil bir aracı hedef alması sonucu iki kişinin hayatını kaybetmesi, İsrail işgal güçlerinin ülkenin güneyindeki Kuneytra kırsalının kuzeyindeki Keseb ve Ufaniya kasabalarına girerek Suriye topraklarına yönelik saldırı gerçekleştirmesi ve bu güçlerin 15 araçlık bir devriye eşliğinde Kuneytra kırsalındaki Kudna kasabasına sızma gerçekleştirmesi bu hamlelerin boyutlarını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, İsrail’in Dürziler aracılığıyla dolaylı olarak uyguladığı istikrarsızlaştırma stratejisinin de sürdüğü gözlenmiştir. Geride kalan aylarda Süveyda merkezli olarak yaşanan kaos ve provokasyon girişimlerinin ardından Dürzi lider Hikmet el Hicri’nin, Dürzi halkının bağımsız bir siyasi varlık talebine sahip olduğunu iddia ederek, “Kendi kaderini tayin hakkı tüm uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve vazgeçilemeyecek bir haktır.” açıklaması söz konusu istikrarsızlık potansiyelinin sürdüğüne işaret etmiştir.

Suriye’nin karşı karşıya kaldığı iç güvenlik tehditlerinin bir diğer kaynağı olan İran ve İran’a bağlı gruplar açısından ise eylül ayı ciddi kayıplarla karşılaşılan bir süreç olmuştur. Suriye İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda, Dera kırsalındaki Neva şehrinde Kudüs Gücü/Hizbullah hücresi tarafından kullanılan bir evde çok sayıda silah ve patlayıcı mühimmat ele geçirildiği, Şam'ın batı kırsalındaki Saasa ve Kanakir kasabalarında ise Hizbullah hücresinin çökertildiği bildirilmiştir. Bu operasyonlar, mart ayından itibaren gerçekleştirilen operasyonlarla birlikte değerlendirildiğinde Kudüs Gücü/Hizbullah hücrelerinin Suriye’de teşkil ettiği iç güvenlik tehdidinin potansiyeli hakkında daha net bir tablo çizmektedir. Zira 2025 mart ayından itibaren Şam, Kuneytra ve Humus merkezli olarak gerçekleştirilen 8 farklı operasyonda onlarca kişilik Kudüs Gücü/Hizbullah hücresi çökertilmiş ve mensupları ise tutuklanmıştır.

Tüm bu olumsuzluklara karşı Suriye yönetimi; siyasi istikrar hamleleri, iç güvenlik operasyonları, zorlayıcı tedbirler ve ulusal savunma hamleleri ile bu girişimlere karşı koymaktadır. Bu bağlamda; SDG’nin saldırılarına yönelik askerî caydırıcılık da içeren hamleler ortaya konulurken, Süveyda bölgesinde istikrarsızlık yaratabilecek girişimlere karşı önleyici tedbirler geliştirilmesi, Kudüs Gücü/Hizbullah hücrelerine yönelik operasyonların artırılması ve sınır güvenliğinin güçlendirilmesi adımları dikkat çekicidir. Bu bağlamda eylül ayı içerisinde, Halk Meclisi Seçimleri Yüksek Komitesinin vilayet düzeyinde seçim kurulu ön listelerini ilan etmesi ve seçim sürecini hızlandırılması siyasi istikrarın korunması ve devamlılığına yönelik önemli bir hamle olarak değerlendirilmektedir. Kürt Ulusal Konseyinin (ENKS) diyalog amacıyla Şam’a davet edilmesi ise, SDG merkezli ayrılıkçı dayatmalara karşı alternatif yeni siyasi yönelimlerin daha fazla ön plana çıkarılabileceğine işaret etmektedir.

Diplomasinin Zirvesi, Zirvenin Diplomasisi

New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı, Suriye Devrimi'nin başarıya ulaşmasının ardından, yeni Suriye yönetiminin uluslararası sahada ortaya koymuş olduğu kapsamlı ve çok yönlü diplomatik çabaların mutlak zirvesini teşkil etmiştir.

Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'nın, Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna hitap etmesi ve bu kritik platformda "Suriye artık dünyadan izole değil!" şeklindeki güçlü ve kararlı ifadesi, adeta yeni Suriye'nin uluslararası toplumdaki konumunu ve gelecek vizyonunu açıklayan tarihi bir manifesto niteliği kazanmıştır. Şara ve kendisine eşlik eden üst düzey Suriye heyetinin çok sayıda farklı ülkenin temsilcileriyle kurdukları yoğun temaslar, Suriye'nin uzun yıllar boyunca maruz kaldığı durumun aksine, artık uluslararası toplumdan izole olmadığını en somut ve görünür biçimde ortaya koymuştur. Bu gelişmeler neticesinde, Suriye Devrimi'nin zaferle sonuçlanmasının ardından de facto olarak kendisini gösteren “izolasyonu kırma” süreci, BM Genel Kurulu ile uluslararası alanda genel kabul gören bir sürece dönüşmüştür.

Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'nın, Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Alexander Novak'ın başkanlığındaki üst düzey Rus heyetini Şam'da resmî olarak kabul etmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeni bir boyut kazandığını göstermiştir. İki tarafın temsilcileri, her iki ülkenin uzun vadeli stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere çeşitli alanlarda işbirliğini güçlendirme ve ikili ilişkileri köklü bir şekilde geliştirme konularında derinlemesine görüşmeler gerçekleştirmiştir. Bu kritik görüşme, geride kalan aylarda Suriye heyetinin Rusya'da resmî ziyaret kapsamında ağırlanmasının ardından, ikinci en önemli ve anlamlı diplomatik gelişme olarak tarihe geçmiştir. ABD ve Batılı ülkelerle yapıcı ve olumlu ilişkiler geliştirilirken bir yandan da Rusya Federasyonu ile en yüksek düzeyde stratejik temaslar kurulması, bunun yanında BM Genel Kurulu süresince Ukrayna ile de diplomatik görüşmeler yapılması, Suriye'nin benimsediği çok taraflı ve pragmatik diplomasi konseptine ve yaklaşımına işaret etmektedir.

Diğer taraftan, bölgesel diplomasi ve komşu ülkelerle ilişkiler bağlamında gerçekleşen gelişmelere bakıldığında İçişleri Bakanı Enes Hattab'ın, Doha'ya gerçekleştirdiği resmî ziyaret kapsamında Katar ile güvenlik alanında işbirliğinin yoğunlaştırılması girişimi ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdül Ati'nin, Şam'da gerçekleştirdiği kapsamlı görüşmeler, bölgesel aktörlerin ve önemli ülkelerin Şam yönetimi ile pragmatik ve karşılıklı çıkara dayalı işbirliğine yönelim gösterdiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca Suudi Arabistan Krallığı ve Katar Emirliği tarafından sağlanan önemli mali destek taahhütleri, Körfez ülkelerinin Suriye'nin yeniden yapılanma sürecine yönelik net tercihlerini ve stratejik yaklaşımlarını yansıtmıştır.

Son olarak, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın yapmış olduğu "Federalizm, Suriye için uygun değil." şeklindeki açıklaması, diplomasi çevrelerinin dikkatini çekmiştir. Barrack'ın bu net ifadesi, Suriye'nin federalizm konusundaki resmî tutumunun ve yaklaşımının uluslararası düzeyde en yüksek seviyede kabul görmeye başladığını göstermiştir. Bu gelişme aynı zamanda Suriye'deki ayrılıkçı girişimleri ve bu gündeme sahip olan çeşitli aktörlerin pozisyonlarının ciddi şekilde sarsılması ve zayıflaması olarak da değerlendirilmiştir.

Ekonomide Bölgesel İlişki Etkisi

Suriye ile Suudi Arabistan arasında imzalanan kapsamlı mutabakat zaptı hayata geçirilmiştir. Riyad yönetiminin Şam hükümetine toplam 1,65 milyon varil ham petrol tedarik etmeyi taahhüt ettiği bu anlaşma, Suriye ekonomisi için hayati önem taşıyan petrolün hibe şeklinde tedarikini kapsayan maddeleri içermektedir. Bu gelişme, iki ülke arasında enerji sektörünü merkeze alan ekonomik ilişkilerin ne denli güçlü bir ivme kazandığını ve stratejik boyutlara ulaştığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bölgesel ekonomik ilişkiler bağlamında kaydedilen bir diğer önemli gelişme ise, Ürdün ile Suriye arasında elektrik enerjisi transferi alanında başlatılan işbirliği süreci olmuştur. Ürdün Enerji Bakanlığı yetkilileri tarafından yapılan resmî açıklamada; Suriye elektrik bağlantı hattının teknik altyapısının tamamlanması halinde Ulusal Elektrik Şirketinin, Suriye'ye elektrik enerjisi ihracatına başlamak üzere gerekli tüm hazırlıkları tamamladığı belirtilmiştir. Bu inisiyatif, Suriye ve Ürdün arasında bölgesel enerji güvenliği ve ekonomik entegrasyon açısından stratejik bir adım olarak değerlendirilmiştir.

Suudi Arabistan ve Katar tarafından, Suriye kamu sektörü çalışanlarının desteklenmesi amacıyla hayata geçirdiği ortak mali yardım programı ilan edilmiştir. Bu program çerçevesinde, iki Körfez ülkesi toplam 89 milyon dolar değerindeki ortak mali katkı anlaşmasını resmî olarak imzalamıştır. Söz konusu finansal destek mekanizmasının, üç aylık bir süreyi kapsayacak şekilde tasarlanarak Suriye devletinin kamu sektörü personeline yönelik ödeme yükümlülüklerinin kesintisiz bir şekilde yerine getirilmesini temin etmeyi hedeflediği bildirilmiştir.

Bu girişimin temel amacı, Suriye halkına sunulan temel kamu hizmetlerinin kesintiye uğramadan sürdürülmesini sağlamak ve devletin bütçe tahsisatlarında yaşadığı yapısal sorunları hafifletmek olduğu açıklanmıştır. Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yasir Barniye tarafından yapılan resmî açıklamada, Suudi Arabistan ve Katar tarafından sağlanan ortak hibenin birincil kullanım alanının kamu sektöründe çalışan personelin maaş ve ücret ödemelerinin güçlendirilmesi olduğu doğrulanmıştır.

Diğer yandan, Suriye ekonomisinin yeniden yapılanma sürecinde kaydettiği ilerlemelerin bir diğer önemli boyutu, Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdul Kadir el-Husriya tarafından açıklanan kapsamlı reform programı olmuştur. Merkez Bankası; mevcut likidite kıtlığı sorunu ve uluslararası finansal sisteme entegrasyon sürecinde karşılaşılan teknik zorluklara rağmen, önümüzdeki beş yıllık dönemde ekonomik büyüme potansiyelinin gerçekleştirilmesi yönünde iyimser öngörüler geliştirdiğini beyan etmiştir. Bu çerçevede, bankacılık sektörünün modernizasyonu ve etkinliğinin artırılması amacıyla bir dizi yapısal reform tedbirinin hayata geçirileceği duyurulmuştur. Suriye ekonomisinin toparlanma sürecinin sektörel boyutlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Suriye Ekonomi ve Sanayi Bakan Yardımcısı Muhammed Yasin Hurriye ise, ülke ekonomisinin yeniden yapılanma yolunda kat ettiği hayati mesafenin olumlu yanlarının gözlemlendiğini resmî olarak teyit etmiştir.

Suriye'nin yeniden inşa sürecinde atılan önemli adımlardan birisi, Devlet Başkanı Ahmed el-Şara tarafından duyurulan ‘Suriye Kalkınma Fonu’nun resmî olarak kurulması olmuştur. Bu kurumsal yapının oluşturulması, ülkenin kapsamlı kalkınma ve yeniden inşa sürecinin koordine edilmesi amacıyla ulusal düzeyde bir mekanizmanın devreye sokulması anlamını taşımaktadır.

Özet

2025 yılı ağustos ayı, Suriye açısından; güvenlik, diplomasi ve ekonomi eksenlerinde birbirini besleyen gelişmelerin yaşandığı kritik bir dönem olmuştur. Ulusal güvenlik bağlamında; İsrail’in artan askerîi angajman girişimleri, DEAŞ hücrelerine yönelik gerçekleştirilen operasyonlar ve eski rejim kalıntılarının tehditleri, Suriye’nin çok boyutlu güvenlik sınamalarıyla hala karşı karşıya olduğunu hatırlatmıştır. Buna karşın merkezîi otoritenin bu tehditlere karşı sergilediği kararlı ve önleyici yaklaşım, devletin iç güvenlikte caydırıcılığını koruduğunu ortaya koymuştur. Özellikle SDG’nin ve Dürzi grupların ayrılıkçı yönelimlerinin ivme kazandığı bu süreçte tüm olumsuzluklara rağmen masına rağmen, güvenlik aygıtlarının unsurlarının etkin tepkisi, ülkenin toprak bütünlüğünün korunma iradesini pekiştirmiştir. Diplomatik düzlemde; Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde dile getirdiği kararlı söylem, ulusal güvenlik stratejisinin uluslararası alana yansımasını sağlamıştır. Türkiye ile derinleşen güvenlik işbirliği, Körfez ülkeleriyle imzalanan enerji ve kalkınma anlaşmaları, ve Azerbaycan ile geliştirilen doğalgaz işbirliği, Suriye’nin bölgesel konumunu yeniden güçlendirme eğilimini göstermektedir. Ekonomi cephesinde ise; yaptırımların hafifletilmesi, para reformu adımları, büyük ölçekli altyapı projeleri ve yabancı yatırımların geri dönüşü, ülkenin istikrar arayışında yeni bir ivme yaratmıştır.

Güvenlik Sınamaları

Ulusal güvenliğe yönelik aktif tehditlerle mücadelenin ön plana çıktığı bu ayda, en dikkat çekici gelişmelerden biri, İsrail ordusunun Şam’ın güneybatısındaki El Kisve bölgesinde ilk kez gerçekleştirdiği hava indirme operasyonu gerçekleştirmesi olmuştur. İsrail’in; bulunan istihbarat ekipmanlarını koruyup geri almak için yapılan gerçekleştirdiği ve yaklaşık iki gün süren bu operasyon, Dera ve Kuneytra vilayetlerinde yoğun hava saldırıları ile desteklenmiştir. Bunun yanı sıra, İsrail’in Lazkiye kırsalındaki Ceble kentinin Zama köyünde bulunan 107. Tugay’a yönelik hava saldırısı da Suriye’nin ulusal güvenliği bağlamında İsrail tehdidinin ivmesini ve niteliğini koruduğuna işaret etmiştir. Ayrıca İsrail’in, Suriye’de işgal ettiği toprakları yeniden genişletip, Suriye-Lübnan sınırında Esed rejiminden kalma bir askerîi üsse yerleşmesi olumsuz bir gelişme olarak öne çıkmıştır.

Diğer yandan, aAğustos ayı, Suriye için iç güvenlik tehditleriyle mücadelenin de yoğunlaştığı bir ay olmuştur. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) 19 Ağustos’ta Suriyeli yetkili makamlar ve birimlerle koordineli biçimde gerçekleştirdiği , 19 Ağustos’ta düzenlenen özel bir operasyonla, DAEŞ’in Suriye ve Irak’taki saldırılarının ana finansörlerinden biri olan üst düzey bir liderin öldürüldüğünü açıklaması dikkat çekmiştir. Bununla birlikte aynı dönemde İdlib kırsalındaki Harem bölgesinde bir DEAŞ hücresinin çökertildiği açıklanırken, İçişleri Bakanı Enes Hattab konuyla ilgili ifadesinde “terörizmle mücadelede kararlılık” vurgusu yapmıştır. Bu gelişmeler, Suriye’de DEAŞ tehdidi ile mücadelenin aktif bir şekilde ve kararlılıkla sürdürüldüğünü ortaya koymuştur.

Benzer biçimde, Suriye İçişleri Bakanlığı, Tartus vilayetinde bulunan Mar Elias Kilisesi’ne yönelik olarak, devrik Beşar Esad rejimi bağlantılı gruplar tarafından planlanan bir terör eyleminin engellendiğini duyurmuştur. Bu gelişme, devrik rejim sonrası dönemde, eski rejime bağlı ağlarının unsurların halen aktif bir biçimde iç güvenlik güvenlik tehdidi oluşturabileceğini göstermiştir.; Saldırının önlenmesi ise; Suriye istihbarat ve güvenlik yapısının ise söz konusu iç güvenlik tehditlerini yakından takip ettiğini ve önleyici bir yaklaşımla bu tehditlerle mücadele ettiğini ortaya koymuştur. Öte yandan, sınır güvenliği bağlamında da dikkat çekici gelişmeler yaşanmıştır. Suriye-Lübnan sınırında meydana gelen çatışmalarda bir Lübnanlı kaçakçının öldürüldüğü, bir diğerinin ise yaralı olarak yakalandığı duyurulmuştur. Bu gelişme, son dönemde Suriye-Lübnan sınır hattında yaşanan yasadışı faaliyetlerle mücadelenin azami düzeyde sürdürüldüğünü bir kez daha göstermiştir.

Son olarak a, Ağustos ayı, Suriye’nin ulusal güvenliği bağlamında, ayrılıkçılık tehdidinin de daha görünür ve aktif hale gelmeye başladığına yönelik çeşitli emarelerin kendisini gösterdiği bir ay olmuştur. Özellikle, Menbiç kırsalında meydana gelen saldırı girişimleri ve çatışmalar, SDG’nin, Suriye’nin ulusal güvenliği adına, yalnızca ideolojik bir tehdit değil aynı zamanda fiili bir tehdide dönüşmeye başladığını da göstermiştir. SDG’nin, Haseke’de düzenlediği ve ayrılıkçı- ve federatif taleplerin yinelendiği “Kuzey ve Doğu Suriye Birlik Konferansı” ile eş zamanlı olarak yaşanan söz konusu saldırı girişimleri, bu oluşumun ideolojik ve askerîi dayatmalarla Suriye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden en önemli unsurlar arasında yer aldığını net biçimde göstermiştir. Benzer biçimde, Süveyda bölgesinde yaşanan gelişmeler de bu bölgedeki ayrılıkçı tehdidin de fiili olarak ivme kazandığına işaret etmiştir. Süveyda bölgesinde Dürzi grupların silahlı yapılar oluşturduklarını ilan etmeleri, Suriye’nin kuzeydoğu-güneybatı hattında ayrılıkçılık tehdidi ile sıkıştırılmaya çalışıldığını göstermiştir. Fakat söz konusu girişim ve sınamalara karşı, Suriye siyasi otoritesi ve güvenlik yapısının, güçlü ve kararlı yaklaşımı, Suriye’nin ulusal güvenlik tehditleri ile mücadelesinde en önemli kazanım olarak kendisini göstermiştir.

Güvenlik ve Prestij Çerçevesinde Diplomasi

BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşan Suriye Daimi Temsilcisi Kusay El Dahhak, Suriye’nin, yabancı güçlerin bölünme ve ayrıştırma planlarına karşı mücadeleye hazır olduğu yönündeki açıklamaları ile nu dile getirmiştir. Böylelikle Suriye’nin kararlı duruşunu üst seviyede ve platformda vurgulamıştır. Bu tutum tutumun ilanı Suriye’nin karşı karşıya kaldığı güvenlik sınamalarına karşın ortaya koyduğu tavrı belirten açık bir diplomatik mesaj olmuştur.

Söz konusu tavır, Suriye Devrimi’nden bu yana özellikle savunma ve güvenlik bağlamında en önemli partner müttefiki olan Türkiye tarafından da destek bulmuştur. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam ziyareti, iki ülke arasında güvenlik gündemli görüşmelerin derinleşmesine zemin hazırlamıştır. Bu zemin, Türkiye- ve Suriye savunma ve güvenlik kurumları arasındaki işbirliği ve yakın ilişki geliştirmeye dönük çabaların da artışına ivme kazandırmıştır. Türkiye, savunma ve ulusal güvenlik tehditleriyle mücadelede Suriye’ye her türlü desteği sunmaya hazır olduğunu bir kez daha deklare etmiştir.

Ulusal güvenlik tehditleriyle mücadele ve istikrarsızlığa karşı kararlı duruşun bir sonucu olarak güçlenen prestij, Suriye’nin Arap dünyası ile kurduğu ilişkilerin daha dade güçlenmesi noktasında da kendisini göstermiştir. Bu çerçevede Suudi Arabistan ile enerji sektöründe yapılan bir anlaşma ve altı mutabakat zaptı imzalanması ile, Katar’ın, Şam Büyükelçiliği üzerinden, elektrik sektörünü destekleyen kalkınma projesinin ikinci aşamasını başlatma kararı en dikkat çeken gelişmeler olmuştur. Bu girişimler, Körfez aktörlerinin Suriye’de yeniden yapılanma süreçlerine artan ilgisine işaret etmiştir. Bununla birlikte, Azerbaycan ile yapılan doğalgaz anlaşması, Şam’ın enerji arzını çeşitlendirme stratejisini destekleyen bir unsur olarak ön plana çıkmıştır. Azerbaycan ve Suriye arasında enerji alanında gelişen işbirliği, ikili ilişkilerin gelecekte daha üst noktalara taşınabileceğini ve Suriye’nin güney Kafkasya’da ekonomik ve ticari bir zemin yakalayabileceği bir konjonktürün oluşabileceğine dair emareler sunmuştur.

Öte yandan, Avrupa ile olan ilişkiler açısından bakıldığında, İngiliz Ulusal Güvenlik Danışmanı Jonathan Powell’ın Şam ziyareti son derece kritik bir gelişme olmuştur. Söz konusu ziyaret, ikili güvenlik işbirliğinin yeni bir aşamaya taşınabileceğini ortaya koymuştur. Powell’in ziyareti, Suriye’nin ulusal güvenliğine ve istikrarına yönelik bir destek olarak değerlendirilirken aynı zamanda Suriye’nin bölgesel güvenlik ve istikrar adına sahip olduğunu önemin de kabul edildiğini göstermesi açısından da dikkat çekmiştir.

Son olarak, Suriye’nin 62. Uluslararası Şam Fuarı’nı beş yıl aradan sonra yeniden düzenlemek için çalışmalaraye hazırlandığını başlandığını açıklaması, ülkenin ekonomik ve kültürel  yenidenolarak yeniden açılım sürecinin sembolik bir göstergesi olarak önem taşımıştır. Aynı bağlamda Kültür Bakanlığı, ICESCO heyeti ile Şam’ın 2027 İslam Kültür Başkenti olarak ilan edilmesiı için yapılan hazırlıkları görüşmüştür. Bu gelişmeler, ekonomik toparlanmanın kültürel diplomasiyle desteklendiğini ortaya koymuştur.

İstikrara Duyulan Güven

Ekonomi alanında bu ağustos ayık alanda Ağustos 2025, Suriye için dönüm noktası niteliğindeki aylardan bir tanesi olmuştur. gelişmelere sahne olmuştur. ABD’nin Suriye Öözel Ttemsilcisi Tom Barrack, ekonomik işleyiş sağlanmadan istikrarın mümkün olamayacağını vurgulamıştır.; ABD Ticaret Bakanlığı da sivil ihracat için lisans gerekliliklerini hafifletmiştir. Buna paralel olarak ABD Hazine Bakanlığı, Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırmıştır., Bbu da Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdul Kadir el-Husriya tarafından para reformlarını destekleyen, şeffaflığı artıran bir gelişme olarak değerlendirilmiştir.

Diğer yandan, Maliye Bakanı Muhammed Yasir Barniye ise, 2026 bütçesinin kamu fonlarının yönetiminde niteliksel değişim getireceğini ve yaşam standartlarını yükselteceğini belirtmiştir. Ekonomi yönetimi ayrıca, Suriye lirasından iki sıfır atılarak yeni para birimine geçileceğini duyurmuştur. Bunun yanında, Şam Borsası’nda büyük ölçekli işlem mekanizmasının başlatılması öngörülmüş, böylece sermaye piyasalarının canlandırılması hedeflenmiştir.

Yatırım sahasında, Nokia’nın Şam ofisini yeniden açması, teknoloji ve telekomünikasyon sektöründe yabancı yatırımcıların geri dönüşüne işaret etmiştir. Yine Suriye Yatırım Kurumu’nun, toplam değeri 14 milyar dolar olan 12 projenin hayata geçirileceğini açıklaması yi açıklaması, Şam’ın, yeniden inşa sürecinde altyapıya öncelik verdiğini ortaya koymuştur. Bu projeler arasında Şam Uluslararası Havalimanı (4 milyar $), Şam Metrosu (2 milyar $) ve Şam Kuleleri (2 milyar $) gibi büyük ölçekli yatırımlar öne çıkmaktadır. Bununla birlikte Suriye ve Türkiye, gümrük işbirliği anlaşması imzalayarak Bab al-Hawa ve al-Salama sınır kapılarından 24 saatlik transit taşımacılık sürecini başlatması da önemli bir adım olmuştur. Enerji sektöründe ise Suudi Arabistan ilele yapılan yenilenebilir enerji anlaşması yapılmıştır. Bunun dışındadışında, Enerji Bakanlığı’,nın gaz boru hatlarının doldurulmasıyla birlikte tam zamanlı elektrik üretimine başlayacağı başlanacağını açıklanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak günlük gaz miktarının 2 milyon metreküpe ulaştığı bilgisi, enerji arzında kayda değer bir ivmenin yakalandığını göstermiştir.

Özet

2025 yılı temmuz ayı, Suriye'nin siyasal birlik ve bütünlük açısından "dirençlilik rekabeti" sürecini yaşadığı dönem olarak öne çıkmaktadır. Esed rejimi sonrası dönemde tanıtılan yeni ulusal logo ve Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'nın "birlik" ve "ayrılıkçılığa karşı kesin tavır" vurgulu açıklamaları ile başlayan süreç; İsrail'in ilk kez doğrudan Şam'ı hedef alan saldırıları, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) merkezî hükümete entegre olma yönünde ilerlememesi ve Süveyda merkezli Dürzi topluluğu üzerinden yürütülen provokatif eylemlerle karmaşık bir hal almıştır. Bu gelişmeler karşısında merkezî yönetim, Arap aşiretleri ve ulusal güvenlik güçleriyle birlikte etkin bir direnç göstermiş, konsolide bir dirençlilik kapasitesine ulaştığını kanıtlamıştır. Aynı zamanda Suriye'nin, IDEF 2025 Savunma Sanayii Fuarı'na katılımı ve Dışişleri Bakanı Şeybani'nin öncülüğündeki tarihî Rusya ziyareti bu dirençliliğin açık bir kabulünü yansıtmıştır. Ekonomik cephede ise, dirençliliğin politik-ekonomisi belirgin şekilde kendisini göstermiştir. ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarının yasal çerçevesinin ortadan kaldırılması ve Norveç'in yaptırımları hafifletme kararı Suriye’nin istikrarlı gelişimine duyulan güveni ortaya koymuştur. Buna ek olarak; Suriye’nin SWIFT sistemine dönüş girişimleri ile Suudi Arabistan, Katar ve Azerbaycan’ın ekonomik yatırımları iktisadi normalleşmenin tüm istikrarsızlıklara ve kırılganlıklara rağmen hızlandığına işaret etmiştir. Bu çok boyutlu dirençlilik, Suriye'nin istikrarsızlık girişimlerine karşı mutlak dayanıklılık sergilediğini ortaya koymuştur.

Dirençlilik Rekabeti ve Suriye’nin Nihai Zaferi

Mart ayında yaşanan olaylarla benzerlik taşıyan bu süreç, ilk bakışta bir tekrar izlenimi uyandırsa da içerdiği sonuçlar itibariyle oldukça farklı ve derinlikli bir evreye işaret etmiştir. Temmuz ayının başında Esed rejimi sonrası dönemde ülkeyi temsil edecek yeni ulusal logonun tanıtılmasıyla başlayan süreç, sembolik olduğu kadar stratejik mesajlar da içermektedir. Yeni logonun tanıtım töreninde Devlet Başkanı Ahmed el-Şara’nın yaptığı konuşma, özellikle "birlik" "bütünlük" ve "ayrılıkçılığa karşı kesin tavır" vurgularıyla dikkat çekmiştir. Bu ifadeler Suriye içindeki ayrılıkçı eğilimlere, özellikle de Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yönelik güçlü bir siyasi mesaj olarak değerlendirilmiştir.

Bu süreçte uluslararası düzeyde de dikkat çeken açıklamalar olmuştur. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Suriye’nin üniter yapısının korunmasının ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmıştır. Bu açıklama hem ABD’nin resmî politikasını teyit etmiş hem de ayrılıkçı gruplara dolaylı bir uyarı niteliği taşımıştır. Ancak temmuz ayının ortalarına doğru gelişen olaylar hem Şara’nın hem de Barrack’ın ifadelerinin birer ön alıcı tutum olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle Süveyda merkezli olarak gelişen provokatif eylemler ve SDG’nin, merkezî hükümete entegre olma ve üniter yapıya dâhil olma yönünde tersine adım atması, ülkedeki siyasal birlik ve bütünlük açısından hâlen ciddi kırılganlıkların bulunduğunu göstermiştir.

Söz konusu provokasyonlar ve ayrılıkçı çıkışlar, bölgesel aktörlerin müdahaleleriyle daha da karmaşık bir hâl almıştır. Bu bağlamda, İsrail’in temmuz ayındaki saldırıları sürece damga vuran bir diğer faktör olmuştur. Provokatif girişimlerle eşzamanlı gerçekleşen bu saldırılar, mart ayında yaşanan benzer bir senaryoyu yeniden canlandırmıştır. O dönemde İsrail, Lazkiye merkezli çatışmaları derinleştirirken SDG ile de merkezî otoriteyi devre dışı bırakarak ilişkiler tesis etmeye çalışmış, aynı zamanda Süveyda’daki Dürzi topluluğunu da ayrılıkçı eğilimler yönünde kışkırtmıştır. Temmuz ayında ise İsrail, bu stratejisini daha agresif bir biçimde genişletmiştir. Doğrudan Şam’ı hedef alan saldırılar gerçekleştirilmiş ve Genelkurmay Başkanlığı gibi merkezî hedefler vurulmuştur. Bu askerî hamlelerin yanı sıra, Dürziler üzerinden yürütülen provokasyonlara askerî destek de eklenmiş, İsrail’in bu aktörlere sahada fiili destek verdiği gözlemlenmiştir.

Bu süreçte SDG’nin de merkezî yönetime karşı mesafeli bir tutum sergilemesi dikkat çekmiştir. Daha önce varılan uzlaşıya rağmen SDG, entegrasyondan uzak bir duruş benimsemiştir. SDG; Süveyda’daki Dürzilerle dayanışma içinde olduklarını açıklamış, üniter yapıyı ve entegrasyonu dışlayıcı bir pozisyon almıştır. Bu süreçte SDG ile İsrail arasında doğrudan temasların kurulduğu da çeşitli kaynaklarca ileri sürülmüştür. Böylelikle, ülkedeki ayrılıkçı hareketlerin hem iç aktörlerle hem de dış destekçilerle eşgüdüm hâlinde hareket ettikleri bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Tüm bu gelişmeler, Suriye’de "dirençlilik rekabeti" şeklinde tanımlanabilecek bir sürecin şekillendiğini göstermiştir. Bir yanda İsrail, SDG ve İsrail yanlısı Dürziler gibi aktörler ülkenin siyasal birliğine karşı meydan okuyan ve gerilimi tırmandıran bir cephe oluşturmuşken; diğer yanda merkezî yönetim, Arap aşiretleri ve ulusal güvenlik güçleriyle bu tehditlere karşı bir direnç hattı oluşturmuştur. Temmuz ayında yaşanan olaylar, mart ayındaki rejim kalıntılarının ayaklanmasına benzer senaryoya kıyasla daha geniş ölçekli ve koordineli olmuştur. Buna rağmen merkezî yönetimin zamanında ve etkin refleksler göstermesi Şam yönetiminin, ulusal düzeyde konsolide olmuş bir direnç kapasitesine ulaştığını göstermiştir. Ancak mart ayındaki Lazkiye ve Tartus hattının aksine Suriye hükümeti, ayaklanmanın olduğu Süveyda bölgesinde hâkimiyetini tam anlamıyla tesis edememiştir.

Dirençliliğe Uluslararası Destek

İsrail’in özellikle Şam’ı hedef alan askerî operasyonları ve Süveyda merkezli olarak Dürzi topluluğu üzerinden geliştirdiği provokasyonlar karşısında Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere birçok uluslararası aktörden gelen tepkiler, Suriye’ye yönelik saldırganlık karşısında oluşan küresel hassasiyetin bir göstergesi olmuştur. Bu bağlamda, ABD dahil olmak üzere çok sayıda ülkenin, İsrail’in eylemlerini ve SDG’nin merkezî hükümetle daha önce vardığı mutabakatın hilafına sergilediği ayrılıkçı tutumunu, Suriye’nin istikrarını ve üniter yapısını tehdit eden adımlar olarak niteleyip açık biçimde eleştirmeleri dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve üniter siyasal yapısının korunması konusunda uluslararası kamuoyunun genel eğiliminin, daha önceki dönemlere kıyasla daha net ve açık biçimde Suriye lehine şekillenmeye başladığını göstermiştir.

Bu diplomatik destek yalnızca sözlü açıklamalarla sınırlı kalmamış, sahada somut yardımlarla da pekişmiştir. Temmuz ayı içerisinde Lazkiye bölgesinde meydana gelen orman yangınlarına yönelik uluslararası toplumdan gelen yardımlar, bu çerçevede anlamlı bir örnek teşkil etmiştir. BM’nin, Lazkiye kırsalında çıkan yangınlardan etkilenen bölgelere acil yardım faaliyetleri için 625.000 dolarlık fon tahsis etmesi, uluslararası insani dayanışmanın bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Aynı şekilde Ürdün Silahlı Kuvvetleri tarafından gönderilen iki adet Black Hawk helikopteri ile sağlanan lojistik ve operasyonel destek, bölgesel düzeyde Suriye’nin istikrarına duyulan duyarlılığı ve dayanışmayı göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Türkiye’den yangınlara yardım için giden ekipler de Suriye ile dayanışmanın güzel örnekleri olmuştur. Bu yardımlar, yalnızca afetle mücadele bağlamında değil, aynı zamanda Suriye’nin devlet kapasitesine duyulan uluslararası güvenin yeniden tesis edilmekte olduğunu da ortaya koymuştur.

Temmuz ayının bir diğer dikkat çekici gelişmesi, Suriye Savunma Bakanlığına bağlı bir heyetin, Türkiye’de düzenlenen ve 44 ülkeden temsilcilerin yanı sıra 400'den fazla savunma sanayi şirketinin katılım sağladığı IDEF 2025 Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’na katılımı olmuştur. Söz konusu katılım, yalnızca sembolik bir varlık göstermenin ötesinde, Suriye’nin uluslararası alandaki diplomatik ve teknik kapasitesini genişletme yönündeki iradesini de ortaya koymuştur. Suriye heyetinin fuar kapsamında çeşitli ülkelerin temsilcileriyle gerçekleştirdiği görüşmeler ve işbirliği arayışları, Suriye’nin savunma kapasitesini uluslararası düzlemde yeniden yapılandırma ve güçlendirme yönündeki çabalarının bir uzantısı olarak değerlendirilmiştir. Bu durum aynı zamanda, uluslararası toplumun Suriye ile yeniden angajman geliştirme yönündeki eğilimini de göstermiştir. Söz konusu ziyaretin, Suriye’nin resmî olarak Türkiye’den terör örgütlerine karşı mücadele için yardım talebinde bulunduğu bir zaman dilimine denk gelmesi ayrı bir önem oluşturmuştur.

Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani’nin öncülüğünde gerçekleştirilen resmî Rusya ziyareti, Suriye’nin yeni yönetimi ile Rusya Federasyonu arasında doğrudan kurulan ilk diplomatik temas olması bakımından tarihî bir nitelik taşımaktadır. Bilindiği üzere Rusya, Esed rejiminin en önemli uluslararası destekçilerinden biri olagelmiştir. Bu bağlamda, Şeybani başkanlığındaki yeni yönetimin Moskova tarafından resmî düzeyde muhatap alınması Suriye’deki siyasal dönüşümün tanınması ve yeni idari yapıların uluslararası alanda meşruiyet kazanması açısından kayda değer bir gelişme olmuştur. Görüşmelerde siyasal, askerî ve ekonomik alanlarda iş birliği olanaklarının ele alınması ise sadece sembolik değil, aynı zamanda işlevsel bir derinlik kazanıldığını da göstermektedir. Bu bağlamda söz konusu ziyaretin, Suriye'nin üniter yapısını ve iç istikrarını koruma yönündeki dirençliliğinin, uluslararası sistemin en önemli aktörleri tarafından açık biçimde tanındığının ve kabul edildiğinin güçlü bir göstergesi olarak değerlendirilmesi mümkündür.

Dirençliliğin Politik-Ekonomisi

Temmuz ayı itibariyle Suriye’nin, kırılganlıklarına ve provokasyonlarla test edilme girişimlerine karşı ortaya koyduğu mutlak direnç, politik-ekonomi boyutunda daha anlamlı bir görünümün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Suriye ekonomisi, uzun yıllar süren çatışma döneminin ardından yeniden yapılanma sürecinde kritik bir eşikte bulunurken bu dönemde yaşanan gelişmeler, ülkenin ekonomik toparlanma sürecinin çok boyutlu doğasını ve uluslararası entegrasyona dönük kararlılığını ortaya koymaktadır. Politik-ekonomi bağlamında ele alındığında Suriye’nin, istikrarsızlık girişimlerine karşı dirençli tavrı ve pozisyonunun gelişmesi uluslararası finansal ilişkilerinin güçlenmesine, ülkeye yönelik yatırımların artmasına olanak sağlamaktadır. Bu durum, uluslararası finansal ilişkilerin de gelişmesiyle Suriye ekonomisine güç katmakta ve Suriye’nin istikrarsızlık girişimlerine karşı dirençliliğini artırmaktadır.

Bu dönemde Dünya Bankası'nın tahminlerine göre, Suriye'nin gayri safi yurtiçi hasılasının 2024'te %1,5 oranında daralmasına rağmen, 2025'te %1 oranında bir büyüme kaydetmesinin beklendiği açıklanmıştır. Diğer yandan ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye'ye yönelik yaptırımların yasal çerçevesini sona erdiren başkanlık kararnamesini imzalaması, Suriye ekonomisi için dönüm noktası niteliğinde bir gelişme teşkil etmiştir. Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yasir Barniyeh bu durumu, "önemli ve büyük bir adım" olarak nitelendirmiştir. Bununla eş zamanlı olarak Norveç hükümetinin, Suriye'ye yönelik yaptırımları kapsamlı şekilde hafifletme kararı, uluslararası toplumun Suriye ile normalleşme sürecine dair artan iradesini ortaya koymuştur. Ayrıca; Suriye Merkez Bankasının, Suriye’nin SWIFT sistemine dönüşü ve dondurulmuş hesapları yeniden aktifleştirme girişimleri de ülkenin küresel finansal sisteme yeniden entegrasyonu açısından kritik önem taşıyan bir hamle olmuştur.

İkinci olarak enerji sektöründeki gelişmeler, Suriye'nin dirençli yapısının güçlendiğine dair emareleri somut biçimde sunan bir diğer alan olmuştur. Bu süreçte Suriye ile Azerbaycan'ın SOCAR şirketi arasında, Türkiye üzerinden Suriye'ye doğal gaz tedarik projesinde ortaya çıkan mutabakat, bölgesel enerji jeopolitiğinde Suriye'yi kritik bir konuma taşımıştır. Bununla birlikte Suriye’nin, Ürdün ve Katar’dan ithal edilen doğal gazı miktarının artırılması konusundaki ortak kararı, ülkenin enerji arz güvenliğini çeşitlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Diğer yandan Japon hükümetinin, Dünya Bankası aracılığıyla Acil Elektrik Tedarikini Güçlendirme Projesi'ne (SEEP) desteği, Suriye'nin temel altyapı ihtiyaçlarının karşılanmasında çok taraflı işbirliğinin önemini ortaya koymuştur.

Son olarak; Suriye-Suudi Yatırım Forumu'nda imzalanan 6,4 milyar dolar değerindeki 47 anlaşma, Katarlı Baladna şirketinin 250 milyon dolarlık entegre sanayi projesi, Al Maha International ile 1,5 milyar dolar değerindeki medya platformu anlaşması ve Suriye-Kanada İş Konseyi ve Avustralya-Suriye İş Ağı platformlarının kurulması da ülkeye yönelik yabancı yatırım ilgisinin somut göstergesi olmuştur. Bu anlaşmaların büyüklüğü, Suriye'nin yatırım potansiyelinin uluslararası düzeyde kabul gördüğünü ve ekonomik normalleşme sürecinin ivme kazandığını göstermektedir. Yabancı yatırımların sektörel çeşitliliği hususunda gıda sanayii ve medya sektörüne yönelik yapılan bu yatırımlar, Suriye'nin ekonomik çeşitlenme stratejisinin önemli bileşenleri olarak da kendisini göstermiştir.

Giriş

Suriye’de Esed rejiminin devrilmesi tarihi bir dönüm noktası olmuş ve Suriye yeni bir döneme girmiştir. Ancak bu yeni dönem, beraberinde getirdiği umutlar kadar ciddi sıkıntıları da içinde barındırmaktadır. Derinleşmiş güvenlik riskleri, karmaşık siyasi dengeler ve kurumsal zafiyetler ülkenin geleceğini belirleyecek temel sınamalar olarak öne çıkmaktadır. 14 yıllık iç savaşın yıkıcı etkileri ve 50 yılı aşkın süren otoriter yönetimin ardından Suriye’nin devlet kapasitesini yeniden inşa etme süreci hem içeriden hem de dışarıdan gelen baskılarla şekillenmektedir. Yeni hükümetin meşruiyetini güçlendirme, güvenliği sağlama ve toplumsal beklentilere yanıt verme çabaları, bu sancılı geçiş döneminin en kritik meselelerini oluşturmaktadır.

Bu rapor Suriye hükümetinin önümüzdeki bir yıllık süreç içerisinde karşılaşması muhtemel meydan okumaları, riskleri ve zorlukları ele alacaktır. Raporda; Suriye’de yaşanması muhtemel güvenlik riskleri, SDG’nin entegrasyon süreci, Suriye’de yeni yönetim modelinin oluşturulması, Suriye için yeni bir meclis kurma ve yeni bir anayasa yazma süreçleri ele alınacaktır.Raporda Dürziler meselesi ve İsrail tehdidine yer verilmeyecektir. Bu konu hakkında ‘Devrim Sonrası Dürziler ve İsrail’ isimli rapora atıf yapılmaktadır.

Güvenlik Riskleri ve Ordunun Tesisi

Güvenlik riskleri sadece önümüzdeki aylarda değil, siyasi geçiş süreci boyunca dikkatlice takip edilmesi ve önüne geçilmesi gereken risklerdir. Bu risklerin hem iç hem de dış faktörlere bağlı olduğunu unutmamak gerekir. İran’ın etkisinin zayıflaması, ABD ve AB’nin Suriye yönelik yaptırımları kaldırması, entegrasyon süreci bağlamında ABD’nin SDG’ye baskı kurması ve İsrail’in saldırgan politikasının arabuluculuk yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılması gibi dış faktörler, Suriye hükümetinin lehine işlese ve iç faktörleri dindirse bile bu durum onları ortadan kaldırmış değildir. Bunun en bariz örneği İsrail’in, Süveyda olaylarını bahane ederek Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği son saldırılar ve bu saldırıların Suriye yönetimini nasıl zor bir durumda bıraktığıdır. Buna karşın, iç güvenlik risklerinin birbirleriyle bağlantılı olması ve birbirlerini beslemesi, güvenlik politikaların bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Esed rejimi kalıntıları, SDG’nin entegrasyon süreci, DAEŞ tehdidi, Dürzi silahlı grupları ve Suriye’nin güvenlik sektöründeki stabilizasyonu gibi unsurlar başta olmak üzere ayrı ayrı riskler gibi görünseler de, bunlar aslında birbirini besleyen faktörlerdir.

Rejim Kalıntıları

Suriye’deki Esed rejimi kalıntılarının oluşturduğu risk hala ortadan kalkmamıştır. Suriye hükümeti, eski Esed rejimi üst düzey komutanlarını yakalamaya ve rejim kalıntılarına ait silah depolarına baskınlar düzenlemeye devam etmektedir.([1]) Ekonomik kaynak yetersizliği nedeniyle eski Suriye ordusu mensuplarına yönelik yürütülen “düzenleme” süreci, yalnızca silahlarını teslim etmeleri karşılığında geçici kimlik verilmesiyle sınırlı kalmaktadır. Yani bu uygulama, onları yeniden topluma kazandırmayı amaçlayan “silahsızlanma, demobilizasyon ve yeniden entegrasyon (DDR)” sürecinin ayrılmaz bir parçası olan yeniden entegrasyon aşamasının eksik olduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca, Lübnan sınırındaki Hizbullah’ın([2]) ve uyuşturucu şebekelerinin, Esed rejiminin kalıntılarıyla hala bağlantılı oldukları düşünüldüğünde bu riskin çok boyutlu olduğu görülmektedir.

Diğer yandan Esed rejimi kalıntılarının bir kısmı, SDG’nin kontrol ettiği bölgelere kaçmış ve çok sayıda militan, SDG tarafından bünyesine katılmıştır. SDG’nin genel komutanı Mazlum Abdi bunu inkâr etse de, sahadan gelen bilgiler bunun doğruluğunu göstermektedir. Daha da önemlisi, Lazkiye’de hala varlığını koruyan Rus Hümeyim Üssü'dür. Buna bağlı olarak Rusya, birkaç aydır Kamışlı havaalanındaki askerî varlığını arttırmış ve bazı eski rejim militanlarının Kamışlı’ya geçişini sağlamıştır. Bu durum, Moskova’nın hem rejim kalıntılarıyla([3]) (ki sahil olaylarında Rusya’nın rejim kalıntılarına verdiği desteği unutmamak gerekir)([4]) hem de SDG ile olan ilişkileri bağlamında ortaya çıkan riskleri hafife almamak gerektiğini göstermektedir.

DAEŞ Tehdidi

ABD’nin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesi, Suriye’den çekilme planları ve SDG’nin Suriye hükümetine entegrasyonun sağlanması politikası, ABD’nin DAEŞ terör örgütü ile mücadele stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. DAEŞ; Esed rejiminin düşmesinin ardından rejim ordusundan kalma silahların bazılarına el koymuş, yeni Suriye yönetimine karşı propaganda faaliyetleri yürütmüş ve Suriye’nin istikrarını tehdit edecek terör saldırıları düzenlemiştir. Bu çerçevede, SDG’nin kontrolündeki DAEŞ kamplarının Suriye hükümetine devredilme süreci ne kadar uzarsa, güvenlik riskleri de o derece artacaktır. Üstelik SDG’nin, bazı DAEŞ mensuplarını belli bir maddi karşılıkla serbest bırakma uygulaması, söz konusu riski daha da arttırmaktadır. 

Suriye hükümeti, DAEŞ’in azınlıklara ve özellikle de Şiilerin kutsal saydıkları mekanlara – Şam’ın etrafındaki Seyyide Zeynep dahil([5]) – yönelik gerçekleştirmeye çalıştığı birçok terör saldırını engellemekte başarılı olmuştur.([6]) Ancak; haziran ayında Şam’daki bir kiliseye yönelik yapılan terör saldırısı, bu riskin ne kadar ciddi olduğunu altı ay sonrasında ilk kez somut olarak gözler önüne sermiştir. 25 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu terör saldırısı([7]), bu yılın başında yeni faaliyete başlayan ve DAEŞ ile bağlantılı olduğu düşünülen “Saraya Ensar el-Sünne” adlı yeni bir radikal grup tarafından üstlenilmiştir. Bu saldırı, devrim sonrası Suriye’de özellikle DAEŞ ve El-Kaide başta olmak üzere cihatçı grupların nasıl bir tehdit oluşturduğuna dair önemli soru işaretleri barındırmaktadır. Geçtiğimiz aralık ayında,

El-Kaide’ye bağlı olan ve yıllar önce İdlib’de HTŞ tarafından dağıtılan Hurras el-Din adlı grubun kendini feshettiğini duyurmuş([8]) olmasına rağmen DAEŞ ve Ensar el-Sünne, Suriye hükümetine ve özellikle Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya karşı propaganda faaliyetlerini sürdürmektedir([9]).

Bu propaganda; hakimiyet, ‘vela ve bera’, tağut gibi kavramlar üzerinden şekillendirilmekte ve Suriye’nin dış politikası, uluslararası topluma entegrasyon süreci, azınlıklar ile seküler kesime yönelik açılımlar gibi makro politikaların yanı sıra, Eşârî gelenekten gelen Üsame el-Rifai’nin genel müftü olarak atanması ve alkollü mekânların korunması gibi mikro düzeydeki uygulamalara kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda, Suriye hükümetinin neredeyse tüm politikaları ve Şara başta olmak üzere önde gelen yetkililer hedef alınmaktadır. Uygulamada Ensar el Sünne, ocak ayından bu yana eski rejim mensuplarına karşı suikast düzenleyerek intikam arayışında olan kişileri yanına çekmeye çalışmıştı. Ancak, düşük profile sahip Ensar el Sünne, özellikle kilise saldırısının ardından tanınırlık kazanmıştır.([10])

DAEŞ ve türevlerinin, Suriye’nin mevcut gidişatından ve HTŞ’nin geçirdiği dönüşüm sürecinden memnun olmayan grupları kendi saflarına çekmeyi başarıp başaramayacağı gözlemlenmelidir. DAEŞ’in Şara’ya karşı propagandası yeni bir şey değildir. Uzun yıllardır benzer argümanlarla bu tarz propagandalar sürdürülmekteydi. DAEŞ, HTŞ ve müttefiklerini “kâfir” olarak nitelendirirken HTŞ ve ortakları da on yılı aşkın bir süredir DAEŞ’i, ‘Hâricî’ olarak tanımlamakta ve ona karşı aktif bir mücadele yürütmektedir. Kaldı ki HTŞ’nin geçirdiği dönüşüm altı aylık kısa vadeli bir dönem değil, yaklaşık sekiz yıllık bir sürecin sonucudur([11]). Bu nedenle, HTŞ’nin dönüşümünden rahatsızlık duyan grupların büyük bölümü zaten uzun zaman önce örgütten ayrılmıştır. Buna karşın, Suriye’deki DAEŞ terör saldırıları hâlâ çözüme kavuşturulmamıştır. Aktif haldeki DAEŞ kampları, hem kurumsal kapasite eksikliği hem de merkezî ordu inşasında Şam yönetimin yaşadığı zorluklar, DAEŞ'in oluşturduğu güvenlik riskini hala son derece ciddi kılmaktadır.

Merkezî Ordunun İnşası

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, Suriye hükümetinin “disiplinsiz gruplar” olarak adlandırdığı unsurlardır. Bunlar, sahil bölgelerinde ve Şam kırsalında ihlaller yapan ve güvenlik sektörünün stabilizasyonu açısından risk oluşturan gruplardır. “Disiplinsiz gruplar” ifadesi, basit görünmesine rağmen oldukça karmaşık bir duruma işaret etmektedir. Her ne kadar Suriye hükümeti, merkezî bir ordu inşa etme sürecine başlamış olsa da, farklı silahlı grupların bu yapıya hızlı ve sorunsuz bir şekilde entegre edilmesi mümkün değildir. Hükümet; başta HTŞ, Suriye Millî Ordusu ve güney grupları olmak üzere çeşitli silahlı grupların liderlerine, ya askerî yapılar içerisinde ya da yerel idarelerde (örneğin valiliklerde) pozisyonlar vererek bu süreci yürütmeye çalışmaktadır. Ancak esas risk, bu grupların çoğunun kendi finansal kaynaklarına ve toplumsal tabanlarına sahip olmasıdır. Bu durum, orta vadede bu grupların merkezî orduya tam anlamıyla entegre olamama ihtimalini artırmakta ve risk potansiyelini canlı tutmaktadır.

Şimdiye kadar Suriye hükümeti, İdlib’de yıllar boyunca yapılandırılan Genel Güvenlik Güçlerinin, yeni adıyla İç Güvenlik Güçleri, disiplinli ve hiyerarşik yapısı sayesinde hem sahil olaylarında hem de Şam kırsalındaki olaylarda durumun kontrolden çıkmasını engellemiş ve bu kuvvetler yerel olarak güven sağlayıcı birimler olarak algılanmaya başlanmıştır. İdlib deneyiminden yola çıkarak Suriye hükümeti, silahlı grupları olabildiğince geri çekmeyi, onları askerî üslerde ve akademilerde konuşlandırarak kamu düzenini merkezî olan iç güvenlik güçleri eliyle sağlamayı hedeflemektedir. 

14 yıllık bir savaşın yaşandığı, bu süreçte yüzlerce silahlı grubun ortaya çıktığı ve nihayetinde 54 yıllık bir rejimin devrildiği Suriye’de, durumun daha da vahim olma ihtimali oldukça yüksekti. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Suriye hükümetinin, geçen altı aylık süreçteki sınamalardan başarıyla geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun mümkün olmasında HTŞ’nin, İdlib’de bir yönetme tecrübesine sahip olması ve Türkiye’nin, Suriye Millî Ordusunun yeniden kurularak savunma bakanlığına katılımını desteklemesi önemli pay sahibidir. Bu, söz konusu risklerin ortadan kalktığı anlamına gelmese de, Suriye’nin bu riskler ışığında tehdit algılaması ve güvenlik politikası daha anlaşılır hale gelmekte ve buna istinaden daha gerçekçi ve etkin politika önerileri sunmasını mümkün kılmaktadır.

SDG’nin Entegrasyonu

Suriye hükümetinin toprak bütünlüğünü sağlamadaki en büyük meydan okuması hiç şüphesiz Fırat’ın doğusunu kontrol eden SDG yapılanması olmaya devam etmektedir. Suriye hükümeti ile SDG arasında imzalanan 10 Mart anlaşması gereğince SDG’nin ve SDG’ye bağlı tüm sivil ve askerî kurumların Suriye devletine entegrasyonu kararlaştırılmıştır. Ancak Halep’teki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleri hariç, 10 Mart anlaşması([12]) günümüze dek uygulanamadı. Hatta Halep’teki SDG varlığına ilişkin ayrı ve özel bir anlaşma yapıldığı değerlendirilirse, 10 Mart anlaşması imzadan öteye geçmedi demek mümkündür.

Halep için varılan özel anlaşma gereğince([13]), Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde bulunan SDG/YPG’ye bağlı silahlı unsurlar ve ağır silahlar Halep’ten çıkıp Fırat’ın doğusuna geçmiştir. İki mahallede de yerel meclis ve yerel asayiş gücüne dokunulmamıştır ve doğrudan Şam’a bağlı Genel Güvenlik Güçleri şubesi açılmıştır. Hedef olarak SDG’nin kurduğu yerel asayiş güçlerinin, Genel Güvenlik Güçleri’ne dâhil edilmesi kararlaştırılmıştır. Fakat uygulama aşamasında ilerleme sağlanamamıştır. İlaveten, anlaşma gereğince SDG’nin elindeki mahkumlarla Suriye ordusunun elindeki SDG’li mahkumların takası kararlaştırılmıştır. İlk takas turları başarıyla gerçekleşirken daha sonraki takaslar gerçekleştirilememiştir. SDG, elindeki eski SMO mensuplarını serbest bırakmayı reddetmiştir. Bazı iddialara göre, SDG elindeki mahkûm SMO askerlerinin infaz edildiği aktarılmaktadır. Tüm bunlara bakıldığında sahada kayda değer bir ilerleme sağlanamamıştır. Ancak, 10 Mart anlaşmasından bu yana Şam’ın konumunun ciddi anlamda güçlendiği ve SDG’nin pozisyonunun ise zayıfladığı görülmektedir. Nitekim yeni Suriye hükümeti uluslararası tanınırlık elde edip Suriye’ye yönelik yaptırımlardan ve terör tanımlamalarından kurtulurken([14]) SDG’nin koruyucusu konumunda olan ABD’nin, Suriye’deki askerî varlığını azalttığı([15]) ve Şam ile yakın bir diyalog geliştirdiği görülmektedir.

11 Haziran 2025 tarihinde yapılan SDG-Şam görüşmelerine kadar ABD, Suriye’de bulunan üslerinin yarısından fazlasını kaldırmış ve Suriye’deki asker sayısını azaltmıştır. Ancak, beklenileceğinin aksine SDG, Şam ile müzakeresinde pozisyonunu hafifletmek ve daha tavizkar olmak yerine, Şam’a yönelik daha talepkâr olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, SDG’nin üst düzey heyeti, Şam’da yapılan son toplantıda Suriye ordusuna ayrı bir blok olarak katılmayı, SDG ismini muhafaza etmeyi ve petrol gelirlerin yarısını talep etmiştir. Suriye genelinde ise adem-i merkezci federal bir yapılanmaya gidilmesi talepleri arasında yer almıştır. Söz konusu toplantı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.([16]) Toplantının ardından, bu görüşmelere katılan ABD Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack; Kürt, Arap, Amerikan ve Türk medyasına konuşarak SDG’ye yönelik eleştirilerini açıkça ifade etmiştir. Suriye’de bir federal yapının olmayacağını ve Suriye’de bir Kürdistan’ın kurulamayacağını ifade eden Barrack, Şam yönetiminin toplantıda gayet makul bir tutum içerisinde olduğunu ve SDG’nin gerçekçi davranmadığını dile getirmiştir. Ayrıca SDG’yi, sonsuz zamanları olmadığı konusunda da uyarmıştır.([17]) Nitekim daha önceki görüşmelerde Şam ile SDG arasında 107 No’lu yerel yönetim kanunu görüşülmüş ve anayasal değişiklik olmadan 107 No’lu kanun üzerinden bir orta yol aranmıştı.

Nesnel olarak bakıldığında Şam’ın, SDG’ye karşı müzakere masasındaki gücü ciddi anlamda artmıştır. Şam yönetimi de bu dönüşümün farkında olacak ki, Şam’da yapılan görüşmede Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, SDG’nin sözde genel komutanı Mazlum Abdi ile doğrudan görüşmemiş ve müzakerelere temsilcisini göndermiştir.

SDG’nin müzakere masasında daha fazla tavizkar olmak yerine daha fazla talepkâr olmasının ardından SDG’nin kendi konumunu farklı okuması yattığı değerlendirilmektedir.

SDG kendisini; Suriye’nin petrolünü, tarım kaynaklarını, su kaynaklarını ve ülkenin %90 elektriğini üreten Tişrin ve Tabka barajlarını kontrol eden yapılanma olarak görmektedir. Buna ilaveten SDG, ABD’nin politika değişikliğini tam anlayamamış ve Trump öncesi dönemdeki ABD politikalarının artık devam etmediğini kavrayamamıştır. İlaveten, ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine dair de SDG’nin okuması bir hayli sorunludur. SDG yönetimi kendisini PKK’nın silah bırakma sürecinin dışında görmektedir. PKK’nın silah bırakma ve kendisini lağvetme sürecini, Türkiye ile PKK arasındaki bir barış süreci olarak görmektedir. Bundan dolayı SDG’yi Şam ile anlaşmaya zorlayan Türkiye’nin, askerî tehdidinin son bulduğunu ve Türkiye’nin SDG’ye karşı bir operasyon düzenlemeyeceğini varsaymaktadır. Bu varsayımdan hareketle, Şam ile müzakerelerde daha fazla zamana sahip olduklarını ve daha talepkâr olabileceklerini değerlendirmektedir. Nitekim SDG, kendi askerî gücünün Şam ile olası bir çatışmaya yetebilecek seviyede olduğunu düşünmektedir.

Suriye hükümeti açısından bakıldığında ise zaman, Şam’ın lehine işlemektedir. 10 Mart tarihinde imzalanan anlaşma döneminde Suriye hükümetinin gücü ile şimdiki mevcut konumu arasında ciddi bir fark bulunmaktadır. Ayrıca, ABD’nin Suriye’yi terör listesinden çıkarması([18]) ve yaptırımları kaldırması,([19]) Suriye hükümetinin sadece meşruiyetini artırmakla kalmamaktadır. Aynı zamanda Suriye ekonomisinin canlanmasına ve ülkedeki birçok sorunun da daha kolay halledilmesine kapı aralamaktadır. Buna ilaveten, SDG’nin Suriye devletine entegre olmaması, SDG’nin yeni kurulacak ve altta detaylarıyla değinilecek olan yeni Suriye meclisinin dışında kalmasına ve dolayısıyla yeni anayasanın yazım sürecine de dâhil olamamasına yol açmaktadır. Özetle, her geçen gün Şam’ın pozisyonu güçlenmekte SDG’nin konumu ise zayıflamakla kalmamaktadır. Aynı zamanda SDG’nin talepkar tutumu, Suriye’nin geleceğinin belirleneceği meclis ve anayasa yazım süreçlerinde Şam’ın, SDG ile güç paylaşımı gereğini ortadan kaldırmaktadır. SDG’nin hızlı bir şekilde entegre olması durumunda, Suriye’nin yeni meclisinde ve anayasasında kısmi de olsa söz sahibi olması beklenmektedir.

Suriye Meclisi ve İç Siyasi Riskler

Esed rejiminin devrilmesinden bu yana, Suriye'nin iç siyaseti hem uluslararası toplumun hem de Suriye halkının beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir. Suriye ulusal diyaloğu, anayasal deklarasyon ve geçici hükümet başta olmak üzere atılan adımlar, bir yandan uluslararası yaptırımların kaldırılmasını, diğer yandan ise farklı toplumsal kesimlere açılımı hedeflemekteydi. Şüphesiz Suriye Cumhurbaşkanı Şara bu siyasi sürecin en önemli aktörü haline geldi. Şara’nın merkezî konumu, pragmatik mantığı ve bir norm girişimcisi olarak rolü, ona son aylarda hem dış dünyadan gelen baskıları yönetme hem de iç dengeleri sağlama konusunda önemli avantajlar sağlamıştır. Nitekim geçici adalet dönemi, kamu hizmetlerinin sunumu, ekonomik istikrarın sağlanması, parlamento oluşumu ve anayasa yazım süreci gibi başlıca meseleler, Suriye hükümeti açısından oldukça karmaşık ve zorlu bir tablo ortaya koymaktadır. Bu durum önümüzdeki süreçte önemli riskleri de beraberinde getirmektedir.

Geçiş Dönemi Adaleti

Suriye hükümeti, devrim sonrasında Esed rejimiyle bağlantılı herkesin yargılanmasının mümkün olmadığının farkındadır. Ancak, bu gerçeği ne zaman kamuoyuna açıklamaya çalışsa, ülke genelinde yoğun bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalmakta ve bu konuda geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Örneğin, rejim döneminde savaş suçları işlediği bilinen ve Şam’daki 'Millî Savunma' milislerinin komutanı olan Fadi Saqr hakkında 'liderlik tarafından güvenlik verildi' açıklaması yapılması ve bu kararın, bu tür kişilerin rejimi devirme sürecinde oynadığı rolle gerekçelendirilmesi, kamuoyunda sert tepkilere yol açtığı görülmüştür([20]). Adalet beklentileri, yalnızca eski rejim unsurları için değil, aynı zamanda yeni Suriye ordusu içinde yer alan bazı silahlı grupların üyeleri için de geçerlidir. Bu bağlamda, geçiş dönemi adaletiyle bağlantılı münferit ya da toplu intikam eylemleri – ki bu tür hadiseler zaman zaman yaşandı –  ile toplumsal patlamalar gibi olası riskler, doğrudan güvenlik riskleriyle ilişkili olup kamu düzeni açısından oluşturduğu tehdit ise son derece önemlidir. Aylardır devam eden bu konudaki toplumsal beklentiler doğrultusunda Şam yönetimi mart ayında Ulusal Geçiş Adaleti Heyetini kurdu. Ancak, bu sürecin kısa vadede tamamlanması veya kolay olması beklenmemelidir([21]). Böylelikle Suriye hükümeti bir yandan cadı avına dönüşebilecek uygulamalardan uzak durmaya çalışıp toplumsal barışı sağlamak isterken, diğer yandan da Suriye halkındaki çok yoğun ve güçlü bir intikam alma arzusunu ve adalet arayışını yönetmeye çalışmaktadır.

Hizmet Sunumu ve Ekonomik Stabilizasyonu

Esed rejiminin düşmesinin hemen ardından Şam’da yeni bir kabine kuruldu ve yaklaşık üç ay sonra nispeten kapsayıcı bir hükümet oluşturularak bakanların sorumlulukları kısa sürede devralındı. Bu sayede Suriye’de bir yönetim boşluğunun oluşması engellenmiş oldu. Zira nüfusun neredeyse önemli bir kesiminin iç sığınmacı konumunda olduğu, halkın %90’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve devlet kurumlarının ciddi kapasite eksikliği yaşadığı bir ülkede yönetim boşluğu yaşanması tam bir kaos ortamı yaratacaktı.

Son altı ayda Suriye yönetimi, ülke genelinde bir çöküşün yaşanmasını önlemekte başarılı oldu. Ancak, mevcut kapasite eksikliği nedeniyle hükümet yıllardır - Türkiye’nin yardımıyla - İdlib’de sağladığı hizmetleri (elektrik, su, ulaşım, internet) ülke genelinde aynı düzeyde verememektedir. Örneğin, İdlib’de elektrik özel şirketler tarafından kesintisiz olarak sağlarken, genel olarak Suriye'de kamu kurumları elektriği günde ortalama sadece iki saat verebilmektedir.

Başka bir örnek ise kamu maaşlarıyla ilgilidir. Hükümet, maaşları %200 artırma kararı almasına rağmen([22]) İdlib’de ödenen maaşlarla diğer bölgelerdeki maaşlar arasında hâlâ azımsanmayacak bir fark bulunmaktadır. Maaşlar ortalama olarak 75 ile 125 dolar arasındadır. Arada yaklaşık 50 dolar fark olması önemsiz gibi görünebilir; fakat bu durum, Suriye’de “birinci sınıf – ikinci sınıf vatandaş” tartışmalarına yol açmaktadır.

Nitekim, devlet maaşlarının Suudi Arabistan ve Katar tarafından ortaklaşa karşılandığı bir ortamda([23]), Suriye’nin finansal ve kurumsal kapasitesini geliştirmesinin zaman alacağı aşikardır. Tüm bu meseleler, Suriye’nin yeniden imar sürecinde ciddi bir dış desteğe ihtiyaç duyduğunu göstermekte ve devletin işlevsel niteliği bağlamında önemli risklere işaret etmektedir. Üstelik savaş sonrası dönemde ekonomiyi liberalleştirmek yabancı yatırımları çekme açısından önemli olmasına rağmen, Suriye’deki aşırı yoksulluk ve ekonomik çöküş yüzünden bu sürecin olumsuz yanları ciddi risklere yol açabilir. Hâlihazırda aşırı yoksulluğun ve zayıf devlet kapasitesinin olduğu bir ortamda, sektör öncelikleri belirlenmeden ve yerel ihtiyaçlar gözetilmeden uygulanacak koşulsuz vergi muafiyetleri, Lübnan ve Irak örneklerinde olduğu gibi yapısal bir soruna dönüşme riski taşımaktadır([24]).

Parlamento Oluşumu ve Anayasa Yazım Süreci

Yukarıda bahsedilen riskler ışığında, beş yıllık bir geçiş dönemi uzun bir süre gibi görünse de aslında gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Zira güvenlik ve istikrar sağlanmadan sadece seçimlere gitmek, ne istikrarı temin edebilir ne de ülkeyi ileriye taşıyabilir. Bu nedenle, Suriye yönetimi siyasi riskleri en aza indirmek amacıyla güçlü bir yürütme organı ve tam bir başkanlık sistemi kurdu. Hâlihazırda Suriye, Cumhurbaşkanının kararlarıyla yönetiliyor olmasına karşın yeni yasalar çıkarmak veya mevcut yasaları değiştirmek mümkün değildir; çünkü henüz bir parlamento oluşturulmamıştır.

Anayasal deklarasyona göre Cumhurbaşkanı, parlamento üyelerini seçmek üzere yüksek bir komite oluşturur. Bu komite, alt seçim kurullarının oluşumunu denetler. Söz konusu alt kurullar ise parlamentonun üçte ikisini seçer. Geriye kalan üçte birlik kısmı ise Cumhurbaşkanı tarafından, “adil temsil ve liyakati sağlamak amacıyla” atanır. Haziran ayında Şara tarafından kurulan “Halk Meclisi Seçimleri Yüksek Komitesi”, eski Tarım Bakanı Muhammed Taha el-Ahmed başkanlığında on bir üyeyle çalışmalarına başlamıştır([25]).

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Suriye'nin eski siyasi muhalefetinin önemli figürlerinin heyet üyeleri arasında yer almasıdır. Bu isimler arasında, daha önce Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu ile Yüksek Müzakere Heyeti başkanlığı yapmış Badr Jamous ve Anas al-Abde, SMDK'ya bağlı geçici hükümetin eski Tarım Bakanı Emad Bark, SMDK'nın eski Norveç Büyükelçisi Hanan İbrahim El-Balkhi ve Suriye Feminist Siyasi Hareketi üyesi Lara Ayzoki bulunmaktadır. Ayrıca, Hristiyan bir doktor olan Navvar İlyas Nejme’nin heyetin sözcüsü olarak atanması da dikkat çekicidir.

Resmî kaynaklara göre parlamento, 150 üyeden oluşacaktır ve önümüzdeki iki ila üç ay içinde parlamentonun kurulması beklenmektedir. Geçici bir seçim sistemi taslağı üzerinde çalışan komite, parlamento üyelerinin %70’inin liyakat sahibi kişilerden, %30’unun ise seçkin ve saygın kişilerden (toplumun önde gelenlerinden) oluşmasını hedeflemektedir([26]).

Seçim mekanizması olarak doğrudan seçimlerin yapılması mümkün olmadığından geçici olarak temsili bir seçim sistemi uygulanacaktır. Bu çerçevede, seçim hazırlıkları kapsamında Suriye’nin farklı illerinde saha çalışmaları yürüten seçim komitesi, bu sürecin tamamlanmasının ardından geçici seçim sisteminin nihai versiyonunu ve seçimlerin zaman çizelgesini yayımlayacaktır. Ardından her ilde alt seçim komiteleri kurulacak ve bu komiteler, bağlı oldukları ilin farklı ilçelerinden temsilcileri içerecektir. Alt komitelerin temel görevi, Halk Meclisindeki her bir sandalye için 30 ila 50 kişiden oluşan seçici kurulları belirlemektir([27]).

Bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte, Suriye’nin geçiş dönemi daha sağlam bir zemine oturmuş olacaktır. Dolayısıyla, yasama boşluğunun doldurulması ve bu boşluğun doğurabileceği risklerin önlenmesi, bu sürecin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasına bağlıdır. Örneğin, Suriye’nin ulusal sembolünün değiştirilmesi anayasal deklarasyona göre bir kanunla gerçekleşmeliydi; ancak yasama organı eksikliği nedeniyle bu değişiklik kanunsuz bir şekilde yapılmıştır([28]). Bu bağlamda, parlamento seçim sürecinin düzgün işlemesi ve ardından parlamentonun etkin bir yasama organı olarak faaliyete geçmesi, siyasi meşruiyetin ve hukukun üstünlüğünün tesisi açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bu süreç, 54 yıl süren ayrımcı bir diktatörlük sonrası yeni bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirebilecek bir anayasa yazımı için de gerekli zemini oluşturacaktır.

Sonuç ve Politika Önerileri

Esed rejiminin devrilmesinden bu yana geçen süreçte Suriye çok önemli ilerlemeler kaydetse de, 14 yıllık iç savaşın ve 50 yılı aşkın süreli Baas iktidarının getirdiği yıkımı kaldırmak kolay değildir. Ekonomik meseleler, Dürzi meselesi ve İsrail’in müdahalesi bir kenarda tutulduğu takdirde bile, Suriye’nin kendi içinde ciddi meydan okumaları olduğu görülmektedir. Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere eski rejim kalıntıları, DEAŞ terör örgütü tehdidi, Suriye ordusunun merkezîleşmesi, SDG’nin entegrasyonu ve yeni Suriye meclisinin kurulması gibi yakın gelecekte çözülmesi gereken konular bulunmaktadır. Suriye’de devlet inşasının güvenlik ayağının sağlam bir temele oturtulmadan, siyasi ve ekonomik reformların hayata geçirilmesi veya bu reformların verimli olması beklenmemelidir. Bu bağlamda, güvenliği sağlamaya katkı sunacak ve Suriye hükümetine olan yerel güveni pekiştirecek hukuk üstünlüğü reformlarının daha öncelikli olması gerekmektedir. Yapılan araştırma ve değerlendirme bağlamında söz konusu meydan okumaların üstesinden gelinmesi adına aşağıdaki politika seçenekleri önerilmektedir:

●Rejim kalıntılarına yönelik askerî ve güvenlik tedbirlerine ilaveten, sosyal uyum ve toplumsal uzlaşma çalışmaları yürütülmelidir. Rejim kalıntılarının kullandığı ve araçsallaştırdığı sosyal fay hatları en aza indirilmelidir.

●SDG’nin kontrol ettiği bölgelere geçen rejim kalıntılarına ilişkin, ABD ve Rusya üzerinden diplomatik baskı kurulmalı ve kamuoyuna açık teşhir edici çalışmalar yürütülmelidir.

●DEAŞ’lı mahkumların ve ailelerin bulunduğu kamp ve hapishanelerin SDG’den Suriye hükümetine devri noktasındaki çalışmalar hızlandırılmalıdır. Suriye hükümetine gerekli tüm lojistik ve kapasite desteği sağlanmalıdır.

●DAEŞ ile mücadele kapsamında Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan ve Suriye tarafından geliştirilen bölgesel mekanizmanın, Suudi Arabistan gibi bölgesel başat aktörleri de sürece dâhil ederek genişletilmesi değerlendirilebilir.

●Suriye ordusunun merkezîleşmesi ve profesyonelleşmesi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de eğit-donat faaliyetleri icra etmesi gerekmektedir. Türkiye; Somali, Libya ve Katar’daki tecrübesini Suriye’ye aktarmalıdır.

● Türkiye, Suriye’nin güvenlik sektör reformu çabalarını destekleyerek güvenlik ve askerî akademilerinin kurulması, kapasite geliştirilmesi ve müfredatlarının oluşturulması konusundaki deneyimlerini paylaşması değerlendirilmelidir.

●Suriye ordusuna dahil olan tüm eski devrimci grupların devrim sürecinden kalan finansal gelir kaynakları Şam uhdesinde merkezileştirilmelidir. Suriye ordusuna katılan hiçbir yapının kendisine özgü Şam’dan bağımsız bir finansal gelir kalemi olmamalıdır.

● SDG’nin entegrasyonu bağlamında Türkiye’nin askerî caydırıcılığı SDG’ye hatırlatılmalıdır. Türkiye’nin askerî gücünün dengeleyici rolü, Şam ile SDG arasındaki müzakereleri kolaylaştıracaktır.

● ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin Suriye ayağı hem kamuoyu nezdinde hem de SDG nezdinde net bir şekilde anlaşılmalı ve Suriye’yi ilgilendiren kısımlara netlik kazandırılmalıdır. SDG nezdindeki yanlış algı kırılmalıdır.

● Suriye’deki yeni meclisin kurulma sürecinin olabildiğince kapsayıcı ve şeffaf olması adına gerekli önlemler alınmalıdır. Kurulan komitenin çalışmaları tüm Suriyeli kesimler tarafından benimsenmeli ve ulusal birliğe hizmet edecek bir meclis aritmetiği ortaya çıkmalıdır.

● Hizmet sunumunun yerel ayağına önem verilmelidir. Türkiye’nin, Gaziantep ile Halep arasında, Hatay ile İdlib ve Lazkiye arasında imzalanan kardeş şehir protokollerinin ve bu bağlamda çabalarının devamlılığı, Suriye’nin kamu kurumlarının kapasitesinin güçlendirilmesi açısından son derece önemlidir. Ayrıca, bu çabaların Lazkiye’deki Alevi kesiminin eski rejim propagandası nedeniyle Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrının değiştirilmesi açısından önemli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır

●Türkiye’de yıllardır faaliyet gösteren Suriyeli sivil toplum kuruluşlarının Suriye’ye taşındıktan sonra Türkiye ile bağını koparmaması gerekmektedir. Suriye’de faaliyet gösteren Türk STK’lar, çalışmalarını doğrudan yürütmek yerine, yerel STK’larla işbirliği yaparak ortak projeleri önceliklendirmelidir.



([1])SANA Haber Ajansı, “İç Güvenlik Güçleri, Kardaha’da Silah Ve Mühimmatın Bulunduğu Bir Depoyu Ele Geçirdi”, 14 Haziran 2025, https://sana.sy/tr/?p=323103  (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

الأمن الداخلي في طرطوس يلقي القبض على العقيد السابق عمار محمد عمار", Zamanalwasl, 29 Haziran 2025, https://www.zamanalwsl.net/news/article/169737/ , (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([2]) “الأمن العام في مدينة القصير بريف حمص يضبط شحنة أسلحة مخبأة بحافلة قادمة من لبنان", SANA Haber Ajansı, 26 Nisan 2025, https://sana.sy/?p=2212028 , (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([3]) Boaz Shapira, “Renewed Russian Entrenchment in Northeastern Syria – Qamishli”, Alma Research and Education Center, 12 Haziran 2025, https://bit.ly/3Ub6a21, (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([4]) Syria in Transition, “Sedition on the coast”, Mayıs 2025, https://www.syriaintransition.com/seditiononthecoast,  (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([5]) “تفاصيل جديدة عن إحباط محاولة تفجير مقام السيدة زينب جنوب دمشق", Aljazeera, 11 Ocak 2025,  https://bit.ly/44IvyCh (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([6]) “في قبضة الأمن المصير المحتوم", Suriye İçişleri Bakanlığı, 19 Mart 2025, https://bit.ly/44GaBrt(Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).

([7]) Muhammed Karabacak, Ömer Koparan,  “Suriye yönetimi, Mar İlyas Kilisesi saldırısının planlayıcısının DEAŞ'ın sözde çöl valisi olduğunu duyurdu”, Anadolu Ajansı, 24 Haziran 2025, https://bit.ly/4m0ExUV, (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).

([8]) “Al-Qaeda's 'Syria branch' dissolves following Assad ouster but followers told to stay armed”, The New Arab, 29 Ocak 2025, https://bit.ly/3ICnieq, (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).

([9]) “خيارات «داعش» في سوريا... والاستثمار في «خيبات الجهاديين»", Şarkul Avsat, 29 Nİsan 2025, https://bit.ly/46YJB7Y  (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).

([10])  Ensar el-Sünne’nin Mart - Haziran arasında  yaptığı propaganda, Ümran araştırmacıları tarafından incelendi.

([11]) Fadıl Hancı, “Change in strategic culture of violent non-state actors: The case of HTS in Syria”, Marmara Üniversitesi / Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, 2024, https://bit.ly/4o6KuSn 

([12]) Hilken Doğaç Boran, “Suriye'de Şam yönetimi ve SDG'nin anlaşması ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, 13 Mart 2025, https://www.bbc.com/turkce/articles/c8x495x0yy5o (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).”

([13]) Ethem Emre Özcan, Ömer Koparan ve Ahmet Karaahmet, “Suriyeli yetkili, PKK/YPG'nin Halep'ten çekileceğini, bazı unsurlarının İçişleri Bakanlığına bağlanacağını belirtti”, Anadolu Ajansı, 2 Nisan 2025, https://bit.ly/4kO6eiY (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).

([14]) Al Jazeera English, “US revokes ‘terrorist’ designation for Syrian president’s former group HTS”, 7 Temmuz 2025,  https://bit.ly/4kQ61fe  (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025)

([15]) John Davison ve Orhan Qereman, “US revokes ‘terrorist’ designation for Syrian president’s former group HTS”, Al Jazeera English, https://bit.ly/4nXetvI (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).

([16]) ABC News, “Syria’s government and Kurds still at odds over merging forces after latest talks, US envoy says”, 9 Temmuz 2025, https://bit.ly/4nZOK5P (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).

([17]) Hurriyet Daily News, “US does not ‘owe SDF an independent state’ says envoy”, 13 Temmuz 2025, https://bit.ly/45d6e7o (Erişim Tarihi: 17 Temm

([18]) Al Jazeera, “المبعوث الأميركي: ترامب سيرفع سوريا من قائمة الإرهاب”, 29 Mayıs 2025, https://bit.ly/3TQi80F (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).

([19]) Islam Doğru ve Sevgi Ceren Gökkoyun, “Trump, ABD'nin Suriye'ye yaptırımlarını sonlandıran başkanlık kararnamesini imzaladı”, Anadolu Ajansı, 30 Haziran 2025, https://bit.ly/4lywAXn  (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).

([20]) “من هو فادي صقر الذي فجر "السلم الأهلي" السوري... وما علاقته بإيران وروسيا؟”, al-Majalla, 11 Haziran 2025, https://bit.ly/45edYGj   (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).

([21]) “الرئيس السوري يشكل هيئة للعدالة الانتقالية", Aljazeera, 18 Mayıs 2025, https://bit.ly/3UngRhL   (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025). 

([22]) “سوريا: مرسوم رئاسي بزيادة الرواتب والأجور بنسبة 200 %", Şarkul Avsat, 22 Haziran 2025, https://bit.ly/3GArHOr   (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).

([23]) “Saudi Arabia says it will jointly fund Syria state salaries with Qatar”, Aljazeera, 31 Mayıs 2025, https://bit.ly/40svwvN , (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025). 

([24]) “Investment Without Illusion: Toward a Fair Path for Syria’s Recovery”, Lugarit, 24 Haziran 2025, https://bit.ly/40wZxKW (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025). 

([25]) “مرسوم رئاسي بتشكيل اللجنة العليا لانتخابات مجلس الشعب", SANA Haber Ajansı, 13 Haziran 2025, https://sana.sy/?p=2231640 ,  (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025). 

([26]) “اللجنة العليا للانتخابات السورية: مجلس الشعب الجديد خلال شهرين أو ثلاثة... والكفاءات ستشكل 70 % منه", Şarkul Avsat, 19 Haziran 2025, https://bit.ly/44GI70U   (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025). 

([27]) ibid.

([28]) Suriye Anayasal Deklerasyonu, Madde 5.

 

Özet

Haziran ayı Suriye’yi, Aralık devriminin gerçekleşmesinin ardından karşılaştığı en kritik bölgesel sınavlardan biriyle karşı karşıya getirmiştir. Bu dönemde yaşanan İran-İsrail çatışması, Ortadoğu’nun istikrar ve güvenlik dinamiklerini köklü bir şekilde etkileme potansiyeli taşımış ve Suriye'nin bu süreçten doğrudan etkilenme riskini beraberinde getirmiştir. Suriye yönetimi, söz konusu bölgesel sınamayı üç temel stratejik alanda kapsamlı bir direnç yaklaşımıyla karşılamıştır ve çatışmanın dışında kalmayı başarmıştır. İç güvenlik politikalarında ise yaşanabilmesi muhtemel sıkıntılara yönelik önlemler arttırılmıştır. Bölgesel çatışma ortamının yaratmış olduğu istikrarsızlık faktörlerinin ülke içerisine sızmalarının önlenmesi amacıyla güvenlik tedbirleri güçlendirilmiştir. Bu çerçevede sınır güvenliği ve iç istikrarın korunmasına yönelik önlemler alınmıştır. Suriye için belki de en önemli gelişme yeni Suriye meclisinin 150 üyesinden, 100 üyesini kısmi yerel seçimlerle belirleyecek olan komitenin kurulması olmuştur. Diplomatik cephede ise Suriye, uluslararası kuruluşlar ve aktörlerle olan temas ve görüşme trafiğini yoğunlaştırmıştır. Bu diplomatik hareketlilik, ülkenin uluslararası arenada konumunu güçlendirme ve bölgesel krizlerden izole olma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Ekonomik alanda ise Suriye, uluslararası finans sistemine entegrasyon hedefi doğrultusunda sistematik adımlar atmıştır. Ekonomik istikrarın sağlanması, bölgesel krizlerin potansiyel etkilerini en aza indirmek açısından kritik öneme sahip olmuştur.

Bölgesel Sınamada İç Güvenlik ve İstikrar

Haziran ayı, bölgede 12 günlük İran-İsrail çatışmasının etkilerinin büyük ölçüde hissedildiği bir dönem olmuştur. Kaçınılmaz biçimde Suriye de bu bölgesel kriz ve çatışmayı bir sınama süreci olarak karşısında bulmuştur. Söz konusu sürecin Suriye’ye yönelik yansımaları ilk olarak iç güvenlik ve istikrar bağlamında kendisini göstermiştir. Çatışma sürecinde karşılıklı olarak kullanılan füze, roket ve dron kalıntılarının Suriye topraklarına düşmesi, Suriye’nin bu süreçte doğrudan tehdit altında olduğunu göstermiştir. Bu çatışma sürecinde sivil havacılığa hava sahasını kapatarak güvenlik tedbirlerini artıran Suriye makamları, bunun yanı sıra söz konusu süreci Suriye’de istikrarsızlık ve kaos yaratmaya yönelik bir konjonktür olarak değerlendirme girişimlerinin de önüne geçmeye çalışmıştır.

Bu çabaların yanında Suriye güvenlik güçleri, ülke genelinde organize suç şebekelerine yönelik kapsamlı operasyonlar düzenlemiştir. Bunlar arasında, Humus kırsalındaki Kuseyr İç Güvenlik Müdürlüğü tarafından, Lübnan'a silah kaçakçılığı yapıldığı iddiası üzerine gerçekleştirilen operasyon dikkat çekmiştir. 100'den fazla silah ve mühimmatın ele geçirildiği bu operasyon, sınır güvenliğinin sağlanması açısından önemli bir başarı olarak kayda geçmiştir. Diğer yandan uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelede de önemli adımlar atılmıştır. Suriye İçişleri Bakanlığı, Lübnan sınırına yakın bir bölgede bir kaçakçılık şebekesine yönelik gerçekleştirilen operasyonda yaklaşık üç milyon Captagon hapı ele geçirildiğini duyurmuştur. Bu operasyon, bölgede uyuşturucu ticaretinin önlenmesi açısından önemli bir hamle olarak değerlendirilmiştir.

Devrik Esed rejimi kalıntılarıyla mücadele kapsamında ise Suriye İçişleri Bakanlığı, Esed rejiminin Üçüncü Tank Tümeni Komutanı Tümgeneral Muvaffak Nazir Haydar'ın tutuklandığını açıklamıştır. Diğer yandan Suriye güvenlik kaynakları, Kuneytra'da İran ile bağlantılı grupların provokasyon hazırlığında olduğu uyarısında bulunarak bölgedeki istikrarı tehdit eden unsurlara yönelik operasyonların devam ettiğini bildirmiştir. Bu operasyonlar, eski rejim kalıntıları ile İran’a bağlı hücrelerin kriz dönemlerinde yaşanabilecek kargaşa ve provokasyona elverişli zemin ortamını fırsat olarak değerlendirme arayışlarının önüne geçildiğini göstermiştir. Buna karşın terör tehdidi açısından en dramatik gelişme, Şam'daki Mar İlyas Kilisesi'nde meydana gelen patlama ile kendisini göstermiştir. 20 kişinin yaşamını yitirdiği, 52 kişinin de yaralandığı bu saldırının DEAŞ tarafından düzenlendiği açıklanmıştır. Ancak saldırıyı resmî olarak yeni kurulan Ensar el Sünne grubu üstlenmiştir. Her ne kadar Ensar el Sünne, kendisini müstakil bir yapılanma olarak lanse etse de Suriye makamları ve ilgili uzmanlar grubun DEAŞ iltisaklı olduğunu değerlendirmektedir. Nitekim saldırıyı düzenleyenlerin El Hol kampından gelmeleri bu değerlendirmeyi güçlendirmektedir. Bu olaya paralel olarak ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), Suriye'nin kuzeybatısında düzenlenen hava saldırısında bir DEAŞ liderinin öldürüldüğünü duyurmuştur. Bu durum Suriye’de DEAŞ tehdidinin asgari düzeye indirilmesine rağmen devam ettiğini ve bölgesel bir kriz ve çatışma konjonktürlerinde aktif hale gelebildiğini göstermiştir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de DEAŞ’a karşı güvenlik operasyonu düzenlediğini duyurmuştur.

Yeni Suriye Meclisi

Bölgesel çatışma ve kriz süreci yaşanırken Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, Muhammed Taha el-Ahmed başkanlığında "Halk Meclisi Seçimleri Yüksek Komitesi" kurulmasını öngören Cumhurbaşkanlığı Kararnamesini yayınlamıştır. Komite, geçiş döneminin özelliklerini dikkate alan istisnai bir seçim süreciyle, yurt içinde ve yurt dışında tüm Suriyelileri temsil eden gerçek bir yasama organı kurma hedefinin olduğunu açıklamıştır. Komitenin çalışmaları sonucunda yeni Suriye meclisinin 100 milletvekili yerel kısmi seçimlerle belirlenecektir. Meclisin geriye kalan 50 vekili ise Anayasa Deklarasyonu’na göre Cumhurbaşkanı Ahmed Şara tarafından atanacaktır. Kurulacak meclisin öncelikli görevi geçiş döneminde yasama görevini ifa etmek, yeni Suriye anayasasını hazırlamak ve ülkenin seçimlere gidebilmesi için gerekli yasal zemini oluşturmak olacaktır. Geçici Anayasa Deklarasyonu’na göre meclisin, uluslararası güvenlik ve askerî işbirliği gibi jeopolitik kararları onaylama veya reddetme yetkisi de bulunmaktadır.

Söz konusu komitenin içerisinde farklı etnik ve dini yapılara mensup kişilerin yer alması da Suriye hükümetinin kapsayıcı yaklaşımının bir tezahürü olarak değerlendirilmiştir. Özellikle komite içerisinde Eski Suriye Muhalifleri ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK/SUKO) Başkanı Enes el Abde ve Eski Yüksek Müzakere Heyeti Başkanı Bedir Camus’un bulunması dikkat çekmiştir. Nitekim Esed rejiminin devrilmesinden önce meşru Suriye muhalefetini siyaseten temsil eden ve BM süreçlerinde yer alan bu isimlerin komitede yer alması, yeni Suriye hükümetinin diğer Suriyeli muhalif yapıları dışlamadığına dair bir işaret olarak görülmüştür.

Güvelik ve istikrara yönelik söz konusu adımlar mülteci sorunu çözümünde de kendisini göstermiştir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, Esed rejiminin devrilmesinden bu yana iki milyondan fazla Suriyeli mülteci ve yerinden edilmiş aile Suriye'ye geri dönmüştür.

Bölgesel Kriz Sürecinde Diplomatik Direnç

Bölgesel çatışma ve kriz ortamı, devletlerarası temasları ve diplomatik faaliyetleri kısıtlarken Suriye ise bu alanda girişimlerini ve faaliyetlerini artırmıştır. Bu süreçte ilk olarak sivil havacılık alanında sembolik bir adım atılarak Suriye Havayolları'na ait bir yolcu uçağı 12 yıllık aradan sonra Şam'dan İstanbul’a bir uçuş gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte Suriye Sivil Havacılık Müdürlüğü, çatışma sürecinde kapatılan Suriye hava sahasının sivil havacılığa tamamen yeniden açıldığını duyurarak ülkenin uluslararası havacılık ağına tekrar entegrasyonunun tamamlandığını da duyurmuştur.

Uluslararası örgütler ve yapılarla ilişkilerin geliştirilmeye devam edildiği haziran ayında yaşanan bir diğer önemli gelişme, AB'nin Akdeniz Bölgesi Komiseri Dubravka Šoečka'nın Şam ziyareti olmuştur. Söz konusu ziyaretin ardından Šoečka, Suriye’nin Güney Komşuluk Politikasına entegrasyonu konusunda Devlet Başkanı Ahmed el-Şara ile yapıcı görüşmelerde bulunduğunu açıklamıştır. Diğer yandan AB'nin, Suriye'nin yeniden inşasına yönelik 175 milyon avroluk yardım paketinin Suriye’ye yönelik açık bir destek anlamına geldiği de vurgulanmıştır. Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani, Mısırlı mevkidaşı Bedir Abdül Ati ile Oslo Forumu kapsamında görüşmeler gerçekleştirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti'nin Suriye Büyükelçisi Shi Hongwei ile yapılan görüşmede ise ikili işbirliğini geliştirme yolları ele alınmıştır. Şeybani aynı zamanda Azerbaycan Büyükelçisi ile yaptığı görüşmelerde de enerji alanında iki ülke arasındaki işbirliği imkânlarını değerlendirmiştir.

Uluslararası kuruluşlarla işbirliği kapsamında, OPEC Uluslararası Kalkınma Fonu Genel Direktörü Abdulhamid ElHalifa’nın, kurumun Suriye'deki faaliyetlerini yeniden başlatmaya hazır olduğunu açıklaması önemli bir gelişme olarak kayda geçmiştir. Son olarak Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani, İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve bunun bir provokasyon olduğunu belirtmiştir. Kuneytra kırsalındaki İsrail askerî güçlerinin El Hamidiye kasabasındaki evleri yıkma girişimi, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırganlığının İran ile çatışma sürecinde de devam ettiğini göstermiştir.

Bölgesel Sınama Sürecinde Ekonomik İstikrar

İran-İsrail çatışmasının olumsuz etkileri ekonomik alanda, bölgesel ve küresel düzeyde ciddi biçimde kendisini gösterirken Suriye, istisnai bir örneklik olarak bu süreçten ayrışmıştır. Haziran ayı Suriye’de ekonomik açıdan olumlu ve ivme kazandırıcı gelişmelerin yaşandığı bir ay olmuştur. Bu süreçte en kritik gelişme Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdülkadir el-Husriya'nın, Suriye'nin SWIFT uluslararası ödeme sistemine yeniden dâhil olacağını ve 14 yıllık iç savaşın başlamasından bu yana ilk defa doğrudan uluslararası banka transferinin gerçekleştirildiğini açıklaması olmuştur. Bu durum, Suriye'nin küresel finansal sisteme yeniden entegrasyonu açısından tarihi bir adım olarak değerlendirilmiştir. Bu gelişme ile yakından ilişkili olarak Uluslararası Para Fonu (IMF) heyeti, Esed rejiminin devrilmesinin ardından ülkedeki ekonomik ve mali koşulları değerlendirmek amacıyla 2009'dan bu yana ilk kez Suriye'ye beş günlük ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret, uluslararası finansal kurumların Suriye ile ilişkilerini yeniden kurma sürecinin başlamasına işaret etmektedir. Bu durumun somut bir yansıması olarak Dünya Bankası, Suriye'de elektrik arzını iyileştirmek ve ekonomik toparlanmayı desteklemek amacıyla 146 milyon dolarlık hibeyi onaylamıştır. Ayrıca Suriye Başkanı, kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele standartlarına tam uyum sağlandığını, dünyayla finansal entegrasyon planlarının sürdürüldüğünü açıklamıştır. Bu açıklama da Suriye’nin küresel finansal sistemle entegrasyon yönündeki çabasının önemli bir göstergesi olmuştur.

Bankacılık sektöründe ise modernizasyon çalışmaları da hız kazanmıştır. Suriye Merkez Bankası Başkanı, Fransız Merkez Bankası ile para politikası araçlarının modernizasyonu ve merkez bankasının bağımsızlığının güçlendirilmesi konusunda görüşmelerde bulunurken Katar Büyükelçisi ile yapılan görüşmede de Katar'ın, Suriye Merkez Bankasının kalkınma planlarına destek verme imkânları ele alınmıştır. Ayrıca Suriye Merkez Bankası Başkanı, Suriye'nin birkaç hafta içinde bir ABD bankasıyla ilk finansal işlemin gerçekleştirilmesinin öngörüldüğünü de açıklamıştır.

Diğer yandan ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Suriye-Amerikan şirketlerinin Suriye'ye geri dönmesinin telekomünikasyon altyapısının yeniden inşası açısından önemli bir gelişme olduğunu belirtmiştir. Bu süreçte Suriye Telekomünikasyon Bakanlığı, tüm bölgelerde evlere ve ofislere doğrudan fiber optik ağ hizmeti sunmayı amaçlayan ‘Barq Net’ projesi için altyapı çalışmalarının başladığını duyurmuştur.

Ticari ilişkiler ve yatırımlar bağlamında da haziran ayı, Suriye açısından oldukça hareketli geçmiştir. Suriye Ekonomi ve Sanayi Bakanlığı, ulusal ekonomiyi desteklemek için stratejik plan kapsamında sanayi şehirleri için yeni bir yatırım sisteminin onaylandığını duyurmuştur. Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yasir Barniyeh, Şam'da bir Suriye-Suudi yatırım forumu düzenleneceğini açıklamıştır.

Bununla birlikte Ürdün'ün, Suriye'ye yönelik ihracatının yılın başından mayıs ortasına kadar önemli artış kaydederek yaklaşık 88,65 milyon dinar değerine ulaştığı bildirilmiştir. Irak Sınır İdaresi, El Kaim sınır kapısında ticaret ve yolcu geçişlerinin yeniden başladığını duyurmuştur. Ürdün Maliye Bakanlığı, Suriye menşeili araçlardan alınan ücretleri azaltma kararı aldığını açıklamıştır. Suriye Limanlar İdaresi, Romanya'ya ihracat hazırlıkları kapsamında Tartus limanında fosfat yüklemesinin başladığını duyurmuştur.

Özet

Suriye’de mayıs ayı içerisinde güvenlik, diplomasi ve ekonomi alanında yaşananlar ülkenin istikrarı, kalkınması ve uluslararası siteme entegrasyonu adına tarihi öneme sahip gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye güvenlik güçlerinin 5 farklı bölge düzleminde yeniden yapılandırılan iç güvenlik teşkilatlanması, ülke çapında iç güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanması adına önemli ve büyük bir adım olmuştur. Diplomatik alanda ise Suriye Devlet Başkanı Şara’nın gerçekleştirdiği Fransa ziyareti, ABD başkanı Trump ile yaptığı ikili görüşme ve Antalya’da düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları zirvesine katılan heyetin kurduğu diplomatik temaslar tarihi birer nitelik taşımıştır. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme ise Türkiye ve Suudi Arabistan’ın çabaları sonucunda gerçekleşen Şara ve Trump arasındaki görüşme olmuştur. Bu görüşme kapsamında ABD’nin, Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması öne çıkmıştır. Mayıs ayında Suriye ekonomi gündeminin de en önemli başlığı yaptırımların kaldırılması olmuştur. Çin ile gerçekleştirilen ikili işbirliği ve ticari anlaşmalar ile Türkiye ile enerji alanında imzalanan anlaşmalar öne çıkmıştır. Son olarak Suriye ile Türkiye, Katar ve ABD ortaklığında Suriye’nin elektrik üretim altyapısı için yapılan 7 milyar dolarlık anlaşma, devrimden sonra Suriye’ye yönelik en büyük yatırım hamlesi olmuştur.

Güvenlikten İstikrara

Suriye’de mayıs ayı içerisinde ülkenin güvenlik yapısı açısından atılan adımlar, istikrar çabalarını azami düzeyde destekleyen ve katkı sunan hamleler olmuştur. Özellikle devrimin ardından gündeme gelen en önemli konulardan biri de silahlı grupların merkezî otoriteye bağlanması ve savunma bakanlığına entegre edilmesi olmuştur. Ülke çapında iç güvenliğin ve kamu düzeninin mutlak şekilde tesis edilebilmesi adına yeni bir yapılanmanın inşası bu ay içerisinde ön plana çıkan en önemli gündem maddeleri olmuştur. Bu bağlamda Suriye Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada; Suriye Devrimi’nin ardından tüm askerî grupların tek bir kurumsal yapıya entegre edildiği ve bu sürecin fiili olarak çok kısa bir sürede tamamlanacağı bildirilmiştir.

Bununla birlikte kısa bir süre önce ciddi bir gerilime ve provokasyona sahne olan Süveyda bölgesindeki son gelişmeler de bu adımı desteklemiştir. Süveyda Valisi Mustafa El-Bakur tarafından yapılan açıklamada, Suriye'nin güneyindeki Dürzi Şeyh el Akıl’lar ile yapılan anlaşmanın uygulanmaya başlandığını duyurulmuştur. Özellikle Şam banliyösündeki Ceremana ve Sahnaya bölgelerindeki gerilimin azaltılması ve istikrarsızlığın engellenmesini öngören anlaşma kapsamında, bölgedeki silahlı grupların silahlarının teslim alındığı da bildirilmiştir.

Diğer yandan ülke çapında, iç güvenlik yapısının yeniden dizayn edilmesi ve şekillendirilmesi de bu bağlamda dikkat çeken bir diğer gelişme olmuştur. Suriye Savunma Bakanlığı tarafından, ülkedeki iç güvenlik yapılanmasının 5 ana bölge düzleminde yeniden şekillendirildiği duyurulmuştur. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar iç güvenlik modellerinden referans alınarak oluşturulan söz konusu bu yeni yapıda 5 ana güvenlik bölgesi şu şekilde belirlenmiştir: Doğu Bölgesi: Haseke, Rakka, Deyrizor Kuzey Bölgesi: Halep, İdlib Kıyı Bölgesi: Lazkiye, Tartus Merkez Bölgesi: Humus, Hama Güney Bölgesi: Şam, Dera, Süveyda ve Kuneytra. Savunma bakanlığı söz konusu yeniden dizaynın, Suriye’deki iç güvenlik faaliyetlerinin ve operasyonlarının daha hızlı, proaktif ve işlevsel bir şekilde gerçekleştirilebilmesini amaçladığını ifade etmiştir.

Bununla birlikte güvenlik ve istikrar denklemi çerçevesinde, SDG’nin yarattığı belirsizlikler mevcudiyetini korumaktadır. Suriye Dışişleri Bakanı Esad El-Şeybani ve Devlet Başkanı Ahmed El-Şara’nın, yeni yönetim ile kuzeydoğudaki SDG arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasının ertelenmesine yönelik uyarısı, ülkenin iç istikrarında hala çözülmesi gereken sorunların varlığını göstermektedir. Bu durum Suriye’de, SDG tarafından ortaya konan belirsiz tutumun, genel olarak ülkenin güvenlik ve istikrarı bağlamında ortaya çıkardığı soruna işaret etmektedir. SDG ve merkezî yönetim arasındaki temaslar sürerken söz konusu sorunun ivedilikle çözüme kavuşturulması en önemli beklentiler arasındadır.

Söz konusu bu güvenlik tablosu, birtakım sorunlara rağmen Suriye’de güvenlik ve istikrar bağlamında ulaşılan düzeyin somut yansımalarını da ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, Esed rejiminin düşüşünden bu yana ülkeye geri dönen mülteci sayısının yarım milyonu geçmesi, Suriye'deki güvenlik ve istikrara yönelik güven düzeyini göstermektedir.

Diplomasi ve Küresel Sisteme Entegrasyon

Mayıs ayında Suriye’de diplomatik alanda yaşanan gelişmeler, Suriye'nin uluslararası sistemle yeniden bütünleşme sürecinin hız kazandığını göstermiştir. Bu ayda Suriyeli yetkililerin ve heyetlerin gerçekleştirdiği diplomatik temaslar, küresel aktörlerle doğrudan ilişki geliştirmek adına son derece önemli zeminler yaratmıştır. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme, yeni Devlet Başkanı Şara'nın ABD Başkanı Donald Trump ile Suudi Arabistan'da gerçekleştirdiği görüşme olmuştur. Bu görüşme, Suriye devriminin ardından her iki ülke yetkilileri arasındaki en yüksek düzeyli temas olması bakımından tarihi önem taşımaktadır.

Görüşmede Trump’ın, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin açıklaması, bunun akabinde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun yaptırımlara ilişkin ilk muafiyetlerin verileceğini dile getirmesi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack'ın Suriye’yi ziyaret ederek Devlet Başkanı Şara ile görüşmesi, Washington'un Suriye politikasındaki değişimin pratik boyutlarını ortaya koymuştur. Bununla birlikte ABD'nin, Suriye'nin kuzeydoğusundaki güç ve üslerini yeniden konuşlandırma ve Deyrizor kırsalından tamamen çekilme planları, Washington'un Suriye stratejisindeki köklü değişimi işaret etmektedir. Bu durum, ABD'nin yeni Suriye yönetimiyle ilişkilerini azami düzeyde iyileştirmeye yöneldiğine işaret etmektedir.

Diğer yandan Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Kaya Kallas'ın, Suriye'ye yönelik yaptırımların hafifletilmesini amaçlayan yeni program önerisi, Batı'nın Suriye'ye yaklaşımındaki koordineli değişimi ortaya koymuştur. Bu öneri, savunma ve içişleri bakanlıkları da dahil olmak üzere Suriye hükümet bakanlıklarına yeniden yapılanma, kapasite geliştirme, terörle mücadele ve göç konularında finansman sağlanmasını içermesi bakımından oldukça kapsamlı bir çerçeve sunmuştur. AB'nin bu yaklaşımı, Suriye'nin demokratik kurumlarının güçlendirilmesi ve hukuk devleti ilkelerinin yerleştirilmesi hedefine katkı olarak yorumlanmıştır. Avrupa ülkeleri ile temas bağlamında ise Devlet Başkanı Şara’nın Fransa ziyareti de bir ilk olarak dikkat çekmiştir. Fransa’nın başkenti Paris’e giderek Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelen Şara, Suriye’nin uluslararası sisteme tam entegrasyonu adına önemli bir adım atmıştır.

Son olarak Antalya'da düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları zirvesinde gerçekleşen Türkiye-Suriye-ABD üçlü görüşmesi, Suriye'nin uluslararası sisteme entegrasyonundaki çok taraflı diplomatik yaklaşımın bir göstergesi olmuştur. Bu görüşme, özellikle Türkiye'nin Suriye'nin yeniden yapılanma sürecindeki anahtar rolünü ortaya koymuştur. Türkiye'nin NATO üyesi olması ve Suriye ile yakın ilişkilere sahip olması Ankara'yı, Suriye'nin Batı ile bütünleşmesinde kritik bir köprü konumuna yerleştirdiğini bir kez daha göstermiştir.

YaptırımlardanYapılanmaya

Suriye’de mayıs ayı içerisinde ekonomi alanında yaşanan en önemli gelişme, ABD'nin Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararı olmuştur. ABD Hazine Bakanlığının bu konuda Dışişleri Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Konseyi ile koordineli çalıştığını açıklaması, bu adımın stratejik bir karar olduğunu göstermektedir. Yaptırımların kaldırılmasının, Suriye'nin yeniden inşasını desteklemek ve ülkede istikrarı sağlamak amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.

Bu karar, özellikle bankacılık sektörü ve uluslararası ticaret açısından kritik önem taşımıştır. Yaptırımlar döneminde Suriye'nin küresel finansal sistemden neredeyse tamamen izole olması, ülke ekonomisinin çöküşünde temel faktörlerden biri olmuştur. Bu nedenle söz konusu kısıtlamaların kaldırılması ile birlikte, uluslararası yatırımcıların ve şirketlerin Suriye pazarına dönüş yapması konusundaki beklentiyi ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte Uluslararası Para Fonu (IMF), ABD ve Avrupa Birliğinin yaptırımları kaldırma kararının ardından Suriye'ye destek sağlamaya hazır olduğunu açıklaması da bu beklentiyi güçlendirmiştir.

Suriye Ekonomi Bakanı Muhammed Nidal El-Şaar'ın açıklamaları, bu gelişmenin Suriye ekonomisi üzerindeki potansiyel etkilerini ortaya koymuştur. Şaar, yaptırımların kaldırılmasını "önemli bir fırsat" olarak nitelendirmiş ve ekonomik ortamın kademeli olarak iyileşme göstermeye başladığını belirtmiştir. Bu durum, özellikle üretim sektörünün canlanması açısından kritik önem taşımaktadır. Suriye'nin tarihsel olarak güçlü olan tekstil, gıda işleme ve kimya sektörlerinin yeniden ayağa kalkması, bu alanlarda istihdam yaratılması ve ihracat potansiyelinin artırılması açısından ciddi öneme sahip bir atılımdır.

Diğer yandan Suriye, mayıs ayı içerisinde diplomatik alanda uluslararası aktörlerle doğrudan ilişkiler geliştirme ve entegrasyon stratejisini Çin ile ekonomik ilişkiler bağlamında da göstermiştir. Bu kapsamda Suriye Enerji Bakanı Muhammed el-Beşir’in, Çin heyetiyle bir dizi yatırım fırsatını değerlendirmek ve iki ülke arasında enerji sektöründe işbirliğini geliştirmek amacıyla görüşmeler gerçekleştirmesi dikkat çekmiştir. Diğer bir gelişme ise Suriye Limanlar Genel Müdürlüğünün, Çinli Fidi Contracting şirketi ile Suriye'de bir milyon metrekareyi aşan serbest bölgelere yatırım yapmak üzere stratejik bir mutabakat zaptı imzalandığını duyurması olmuştur. Bu gelişmeler Çin ile ekonomik ilişkilerin seyri, potansiyeli ve geleceği açısından bir görünüm ortaya koymuştur.

Enerji sektöründe yaşanan gelişmeler de büyük öneme sahiptir. Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar'ın, Suriye'ye günde 6 milyon metreküp doğal gaz ihraç etme planlarının olduğunu açıklaması, iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğin somut bir göstergesi olmuştur. Bu işbirliği, Suriye'nin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir. Aynı zamanda bu anlaşma, Türkiye'nin enerji diplomasisindeki etkinliğini artırırken Suriye'nin elektrik üretim kapasitesini yeniden inşa etmesine de katkı sağlayacak bir gelişme olarak yorumlanmıştır. İlaveten, Suriye-Türkiye Lojistik Şirketinin (STL),  Türk Aras Kargo şirketi ile imzaladığı stratejik ortaklık ve işbirliği anlaşması, Suriye’nin dünya ile lojistik bağlantısını güçlendirmeyi hedeflemektedir.

Son olarak Türkiye’den Kalyon ile Cengiz Enerji, Katar’dan UCC ve ABD’den Power International firmalarının yer aldığı uluslararası bir konsorsiyum, Suriye’de toplam 5.000 MW kurulu güce sahip doğalgaz ve güneş enerjisi santralleri inşa etmek için Suriye Enerji Bakanlığı ile anlaşma imzalamıştır. Trayifavi, Zeyzun, Deyrizor ve Maharde’de kurulacak doğalgaz santrallerinin üç yıl, Vedian El-Rabi’de kurulacak güneş santralinin ise iki yıl içinde hayata geçmesi planlanmaktadır. Proje tamamlandığında yıllık yaklaşık 35 milyar kWh elektrik üretilerek Suriye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı karşılanacaktır. İmza törenine katılan Suriye Enerji Bakanı, bu anlaşmayı enerji sektöründe bir dönüm noktası olarak değerlendirmiştir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack da Trump yönetiminin bu konudaki desteğini vurgulamıştır.

Giriş

Halep vilayeti içerisinde dokuma, tekstil, gıda, metal ve kimyasal sanayi ile diğer sanayi alanlarını kapsayan yaklaşık 17 bin adet tesis yer almaktadır. Bu sanayi kolları birden fazla bölgelere ve sanayi sitelerine dağılmaktadır. Geçen yıllar boyunca Suriye ekonomisini vuran ve üst üste meydana gelen krizler, Batı dünyasının uyguladığı yaptırımlar ve hükümet tarafından sanayiye verilen destek programlarının olmaması, sanayi sektöründeki sorunların derinleşmesine ve ithalattaki özellikle de Türkiye’den yapılan ithalatın artışı karşısındaki mahalli üretimin düşmesine yol açmıştır.

Sanayi sektörü, 8 Aralık 2024 tarihinde Suriye rejiminin devrilmesinden bu yana ekonomik kalkınma sürecine engel olan yapısal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Aynı zamanda Halep’in bölgesel ve uluslararası pazarlara yeniden entegre olmasının önünde çeşitli engeller bulunmaktadır. Bu zorluklar, üretim maliyetlerinin yükselmesine yol açmaktadır. Özellikle elektrik ve yakıt fiyatlarındaki artış, Suriye lirasının dolar karşısında değer kaybetmesi, aktif koruyucu gümrük politikalarının ortadan kalkması da bu zorlukların artmasına neden olmuştur. Bunlara ilaveten sanayi ve lojistik altyapının yıkılması, sektöre destek veren hükümet girişimlerinin zayıflaması gibi faktörler de fabrikaların ve mahalli atölyelerin rekabet gücünün yok olmasına yol açmıştır.

Bu rapor, günümüzde yaşanan ekonomik engellere ve Halep’te sanayi sektörünün çalışmasını etkileyen olumsuz faktörlere ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bunların yanı sıra etkili olan ekonomik zorlukların analizi yapılmış, mahalli düzeyde ve yurt dışı düzeyinde rekabeti arttırabilecek sürdürülebilir çözümler önerilmiştir. Rapor ayrıca sanayide çalışma ortamında istikrarı pekiştirme yollarını da ortaya çıkarmaktadır.([1](

Enerji Maliyetinin Artışı ve Başa Çıkma Mekanizması

Elektrik tarifesi, sanayideki istikrarın önünde duran en önemli engeli oluşturmaktadır. Zira sanayiciler için bir kilovat elektrik fiyatı 27 Amerikan sentidir. Bu fiyat komşu ve yakın ülkelerin ortalamasından daha yüksektir. Örneğin; Mısır sanayisinde bu fiyat 5 senttir. Türkiye’de ise 8 senttir. Elektrik tarifesi Halep’in kuzeyi ve İdlip’te (eksi muhalefet bölgeleri) 12 sentte ulaşmıştır. Yaklaşık 960 aktif sanayi tesisinin yer aldığı Şeyh Naccar Sanayi Sitesinde elektrik temininde sıkıntılar yaşanmaktadır. Sitenin günlük ihtiyacı 120mv olmasına rağmen siteye günlük 80mv elektrik verilmektedir. Ayrıca sanayiciler, tonu 630 dolara yükselen yakıtta yüksek maliyet sıkıntısını yaşamaktadır. Bu yüksek fiyatın yanı sıra yakıtın sürekli olarak temin edilememesi de başka bir sorundur. Bu da enerji sorunun devam etmesine yol açmaktadır. Sürekli olarak meydana gelen elektrik kesintisi, istikrarlı enerji ikmaline ihtiyacı olan bir takım sanayi dallarının işlerini aksatmaktadır. Özellikle dokuma, tekstil, cam ve çelik sanayileri gibi dallardaki işler aksamaktadır. Diğer yandan enerji sektöründeki elektrik ağının yenilenmesi ile ilgili olan altyapı yatırımlarında ciddi bir eksiklik yaşamaktadır. Artan taleplere cevap vermek için gücünü pekiştirmekten de uzak kalmıştır. Bunun yanında elektrik ağına olan yoğunluğu hafifleten ve maliyeti düşük olan güneş enerjisi gibi doğal imkânların bulunmasına rağmen halk bunlara itimat etmemektedir.  

Sanayide yaşanan elektrik kesintisi krizinin etkilerini azaltmak için aşağıda yer alan işlemler yapılabilir:

  • 10 Mart 2025 tarihinde Suriye hükümetiyle SDG/YPG arasında imzalanan anlaşma neticesinde petrol ve gaz sahalarının kontrolü devlet kurumlarına geçmiştir. Bunun sonucu olarak zamanla enerji ikmalinde iyileşmenin olması beklenmektedir. Bu da elektrik teminindeki istikrara olumlu yansıyacaktır. Elektrik tarifesi fiyatının düşmesi sanayicilerin de üretim maliyetlerinin düşmesine vesile olacaktır. Mahalli enerji ikmali istenilen düzeylere gelene kadar devlet ve özel sektör temsilcilerinin yer aldıkları ortak bir komisyon oluşturulabilir. Bu komisyonun amacı düşük fiyatlarla doğal gaz ve petrol ithal etmek olacaktır. Bu komisyon Suriye müttefiki olan ülkelerle irtibatı sağlayacaktır. 
  • Üretim ve dağıtım maliyetini araştırmak ve fiili maliyete dayanarak saat başı kilovat fiyatını belirlemek üzere, devlet ve özel sektör temsilcilerinin yer aldıkları bir komisyon oluşturulmasından sonra elektrik tarifesi yeniden belirlenmelidir. Buna göre kilovat maliyetinin 10 sent olarak belirlenmesi gerekir. Suriye lirası, dolar karşısında istikrar sağlanıncaya kadar bu fiyatın dolar üzerinden tespit edilmesi gerekmektedir.
  • Ruhsat alma işlemlerinin kolaylaştırılması ve yenilenebilir enerji (Güneş ve rüzgâr enerjisi) projelerinde yatırımcıların önlerindeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Ruhsat alma sürecini hızlandıran ve yatırımcıların sorunlarına cevap verebilen özel bir mekanizma kanalının kurulması lazımdır. Bunların yanı sıra bu alanda yatırımı teşvik etmek için 5 yıla kadar da vergi muafiyeti teşviklerinin verilmesi iyi olacaktır.
  • Halep’teki termik santralinin beş tribünü kademeli olarak yeniden çalıştırılması gerekmektedir. Bu işte “Siemens” gibi yabancı şirketlerle işbirliği yapılabilir. Böylelikle hükümet garantisi altında olan uluslararası kredilere itimat edilecektir.
  • Güneş ve rüzgâr enerjisi projelerine destek sağlamak için hükümetin ve uluslararası örgütlerin sağladıkları finansmanla özel bir fonun kurulması uygun olacaktır. Aynı zamanda sanayicilere güneş enerjisi sistemleri kurulabilmeleri için %50’ye kadar teşvik sağlanabilir.

Nakit İstikrarı ve Döviz Kurundaki Değişikleri Kontrol Etme Yolları

Suriye lirasının dolar karşısındaki değer kaybı ve kurda yaşanan sert değişiklikler, Halep’teki sanayicilerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan biridir. Kur fiyatlarındaki büyük dalgalanma günlük 500 liraya kadar ulaşmaktadır. Bu da mali planlamayı engellemektedir. Üretime yönelik alınacak kararlarda bu durum mali bir belirsizlik ortamı yaratmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Suriye lirası, dolar karşısında 12.000 liradan 7.500 liraya kadar gerileyerek bir iyileşme göstermiştir. Ancak Ocak ve Şubat 2025 aylarında dolar kurunda 9.000 ile 12.000 lira arasında yeniden bir dalgalanma yaşanmıştır. Bu dalgalanmalar doğrudan ücretleri ve maaşları etkilemektedir. Bu durum, sanayicilerin çalışanları için sabit bir gelir düzeyi belirleyememelerine yol açmaktadır. Haftalık bir milyon lira (dolar kuru 13 bin Suriye lirası olduğunda 76 dolardır) alan işçi, dolar karşısındaki kur fiyatı 8.000 lira olduğunda alacağı ücret 125 dolara yükselmektedir. Kurdaki bu değişiklikler sanayicilerin hesaplarında büyük karışıklıklara yol açmaktadır. Bu nedenle sanayiciler, kur fiyatındaki istikrarın sağlanmasına kadar geçici veya nihai olarak işçilerine çıkış vermek zorunda kalmıştır.

Diğer yandan nakit çekme işleminde yapılan kısıtlamalar da ekonomik daralmaya yol açmıştır. Sanayiciler, fabrikalarını çalıştırmak ve işçi ücretlerini ödeyebilmek için gerekli nakit temininde büyük zorluklarla karşılaşmaktadır. Ham madde ithal eden sanayiciler, ürünleri için nihai fiyat belirlemede ve işletme maliyetlerinin ne kadar tutacağı tahmininde zorluk çekmektedir. Bu da yerelde ve dış pazarda rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca mali yükümlülüklerini yerine getirmede ve borçların yönetiminde de zorluk yaşamaktadırlar. Bazı sanayicilerin borçları, dolar karşısındaki kur fiyatlarındaki dalgalanmadan olumsuz etkilenmektedir.  Suriye lirasının dolar kuru karşısında 15.000 lira olduğu zaman hesaplanan borçlar, bu kurun yarı yarıya olacak şekilde 8.000 liraya gerilemesi neticesinde sanayicileri zora sokmuştur.

Suriye lirasının dolar kuru karşısında istikrar sağlayabilmesi için Hükümet ve Merkez Bankası tarafından uygulanabilinecek birtakım prosedürler aşağıdadır:

  • Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı temsilcileri ve ekonomi uzmanlarının yer aldığı bir komisyon oluşturulabilir. Komisyonun amacı; kur fiyatını birleştirmek için kademeli bir planın hazırlanması, ekonomik gerçeği yansıtan fiyat aralığının belirlenmesi (Örneğin; bir doların 10.500 – 11.500 Suriye lirası arasında olması), bu aralık içerisinde az bir dalgalanmaya izin vermek ve gerektiğinde Merkez Bankasının müdahale etmesinin sağlanması olmalıdır. Bu yöntem ile spekülasyonlar ve ikilik durumu ortadan kalkacak böylelikle pazardaki belirsizlik azalacaktır.
  • Gurbetçilerin kara borsa yerine resmî kanalları tercih ederek para havale etmelerini kolaylaştırmak gerekir. Merkez Bankası rezervlerini artırmak için kredi veya mali yardımlar temin etmek üzere dost ülkelerle işbirliği yapılmalıdır.
  • Enflasyonla mücadele ve tasarrufları artırmak için mevduat ve kredilere uygulanan faiz oranlarının yükseltilmesi, fiyat artışına ve tekelciliğe engel olmak için pazarların denetlenmesi ve ithalata olan itimadı azaltmak için yerel üretimin ve üreticinin desteklenmesi fayda sağlayacaktır.
  • Ekonomi komisyonunun belirlediği faizle, dolar ve Suriye lirasıyla kısa vadeli devlet tahvillerinin çıkarılabilir. Bundaki amaç mahalli sermayeyi teşvik etmek ve dolara olan baskıyı azaltmaktır.
  • Ruhsatsız döviz büroları ve caddelerde gezgin sarraflara yönelik denetimin artırılması neticesinde liradaki spekülasyon sınırlandırılabilir. Bunu ihlal edenlere de gerekli cezaların verilmesi caydırıcılığı arttıracaktır.
  • Devlet bankalarının yeterlilik kapasitesini iyileştirmek ciddi fayda sağlayacaktır. Özel bankalar da para çekme, mevduat ve kolay krediler sunma konularında sanayicilerin taleplerini karşılamak için teşvik etmek gerekir. Ayrıca elektronik ödeme sistemlerini de geliştirmek işlerin daha kolay gerçekleşmesini sağlayacaktır.

Gümrük Politikalarının Değerlendirilmesi ve Yeniden Gözden Geçirilmesi

Geçici hükümetin belirlediği gümrük politikaları sanayi sektörü için ek bir zorluk oluşturmuştur. Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye’den ithal edilen mallara uygulanan gümrük tarifesinin düşürülmesi mahalli rekabeti zayıflatmış ve pazarlar yabancı ürünlerle dolup taşmıştır. Bu işlem, üretim maliyetinin yüksekliği ve hükümet desteğinin azalması sıkıntısını yaşayan yerel üretim atölyelerine olumsuz etkilemiştir. Özellikle düşük fiyatları olan Türk ürünleriyle rekabet gücü ortadan kalkmıştır.

Ayrıca SDG/YPG’nin kontrol ettiği bölgeler kanalıyla Irak’tan gümrüksüz mal ithalatı yapması, Suriye’deki fabrikaların karşı karşıya kaldığı zorlukları daha da artırmıştır. Zira bu ürünler pazarlarda daha düşük fiyatlarla sunulmaktadır. Bu da üretime devam etme ve rekabet konusunda mahalli ürünlerin şansını azaltmıştır. Ayrıca ithal mallarda aktif bir denetim sisteminin olmaması, pazarlara düşük kalitede ürünlerin girmesine yol açmıştır. Bu da belli kalite standartlarında çalışmayı talep eden halk tarafından mahalli sanayicilere yönelik baskıları artırmıştır. Bu dengesiz gümrük politikalarının devam etmesi halinde bir takım yerel fabrikaların kapanması muhtemeldir. Bu durum çalışma ve gelişme gücünün zayıflatmasına neden olabilir.

Yukarıda bahsedilen sorunlar neticesinde gümrük politikalarını iyileştirmek adına aşağıda yer alan tavsiyeler sunulmaktadır:

  • Gümrük tarifesinin dönemsel olarak uzman bir komisyon tarafından gözden geçirilmesi, ulusal sanayinin korunması ile tüketicilerin yükünü ağırlaştırma arasındaki dengenin garanti altına alınması gerekmektedir.
  • Özellikle Irak’tan gelen ithal mallara uygulanan denetimin artırılması lazımdır. Gerekli kalite ve güvenlik standartlarına uygun olmalarını sağlamak ve bazı ürünlerden pazara girmeden önce uygunluk sertifikasının istenmesi gerekir.
  • Komşu ülkelerle yapılan ticari anlaşmaların gözden geçirilmesi ve bu anlaşmaların adil olması sağlanmalıdır. Bu anlaşmaların ulusal sanayiye zarar vermediğini garanti etmek için yeniden değerlendirilmesinin yanı sıra müzakerelere sanayi sektörlerinden temsilcilerin de katılımını sağlamak gerekir. Zira Türk konfeksiyonu ile Irak mallarının Suriye pazarlarında çok düşük fiyatlarda bulunması ulusal sanayine zarar vermektedir.
  • İhracat prosedürlerini kolaylaştırmak için “tek pencere” sisteminin uygulanması ve internet üzerinden gümrük prosedürlerini tamamlamak üzere elektronik platformun kurulması fayda sağlayacaktır. Mahalli sanayie giren ithal ham maddelere uygulanan gümrüklere indirimlerin uygulanması ve sanayinin sıfır ekipman vergisinden muaf tutulması gerekir.
  • Bazı ülkelerle yapılan “Takas Ticareti” anlaşmalarına işlerlik getirilmesi gerekir. Tarım gibi bazı sektörlerdeki üretim artışlarından yararlanarak malların yüksek fiyatlarla ithal edilmesi yerine ham madde veya sanayi ekipmanı takasında kullanılması iyi olacaktır.
  • Vergi muafiyeti veya devlet hibeleri kanalıyla mahalli sanayie destek programları 3-5 yıllık süreler için tasarlanmalıdır. Amaç, en fazla etkilenen sektörler veya ürünler listesinin belirlenmesinin ardından ithal ürünlerle rekabet etme imkânı oluşturmaktır.
  • Gümrüksüz mal girmesine engel olmak için ülkenin genelinde gümrük kapıları yönetimlerinin iyileştirilmesi zorunluluk arz etmektedir. Zira bu tür işlerin devam etmesi eşit olmayan bir pazar yaratacaktır. Ayrıca gümrüklerdeki yolsuzluğu engellemek ve prosedürleri hızlandırmak için mal hareketini (ithalat ve ihracat) izlemek üzere akıllı dijital sistemin kullanılması ciddi fayda sağlayacaktır.

Beklenen Devlet Rolleri

Bahsedilen tavsiyelere ek olarak Suriye hükümetinin gelecek dönem içerisinde şu konular üzerinde çalışması gerekir: Sanayi odasının rollerine işlerlik kazandırmak ve sanayi yatırımı için cazip bir ortam hazırlamak.

Sanayi odasının rollerine işlerlik kazandırma amacıyla aşağıda yer alan tavsiyeler sunulmuştur:

  • Merkezî Elektronik Koordinasyon Platformu kurulmalıdır. Bunun amacı sanayiciler ile hükümet kurumları (Örneğin; Sanayi Bakanlığı, Elektrik Bakanlığı, vs.) arasındaki iletişimi sağlıklı yürütmektir. Aynı zamanda bu platform sanayicilerin taleplerini kaydetme imkânı vererek sorunlarını doğrudan takip etme fırsatını sağlayacaktır. Bu sorunların çözümü için sanayi odası tarafından gözden geçirme imkânını yaratacaktır. Ayrıca zorlukları aşmak ve sorunlara aktif çözümler getirilmesi için dönemsel toplantıların düzenlenmesi fırsatını sağlayacaktır.
  • Hükümetle aşağıda yer alan konuları görüşmek üzere önde gelen sanayiciler ve sanayi odası temsilcilerinin yer aldığı bir komisyon oluşturmak faydalı olacaktır. Dolayısıyla sanayi odasının rolüne işlerlik kazandırılması ile görüşülecek konular arasında gümrük politikaları, enerji fiyatları ve kur fiyatı yer alacaktır. Komisyona, sanayi sektörünün karşılaştığı zorluklara açıklık getiren dönemsel ve aylık raporlar hazırlama görevi verilir ve daha sonra bu raporlar devlet kurumlarına ve uluslararası örgütlere sunulur.
  • Hükümet yetkililerinin, ticari ve sanayi heyetlerinin sahadaki zorlukları ve fırsatları yerinde görmesi amacıyla sanayi bölgelerine saha ziyaretleri düzenlemeleri gerekir.
  • Sanayicilere destek sağlamak için sanayi odası içerisinde, kalite yönetimi, ihracat ve yenilenebilir enerji alanlarında hizmet sunmak üzere bir istişare biriminin kurulması faydalı olacaktır.
  • Sanayicilere mali yönetim, uluslararası pazarlama ve modern üretim teknikleri alanlarında eğitim kursları düzenleyerek yetişmiş kadrolar ve insan gücü oluşturulmalıdır.
  • Şeffaflık ve yönetişimi pekiştirmek, sanayicilerin sanayi odasına olan güvenlerini artıracaktır. Bu da bütçe ilanı, istişare meclisi oluşturulması ve aktif bir şikâyet sisteminin tasarlanması kanalıyla gerçekleşecektir.

Sanayi yatırımları için cazip bir ortam hazırlama konusunda şu hususlar tavsiye edilmektedir:

  • Başta Halep uluslararası havaalanı tesisleri olmak üzere, Halep’teki alt yapıyı yenilemek, depolama alanlarını genişletmek, sanayi bölgelerini limanlarla ve havaalanlarıyla bağlayan çevre yolları inşa etmek ciddi fayda sağlayacaktır.
  • Ulaştırma alt yapısının iyileştirilmesi, demir yollarının modernizasyonu ve bütünleşmiş lojistik merkezlerinin inşası gerekir.
  • Belli sektörler üzerinde duran dönemsel sanayi fuarlarının kurulması ile katılımcılara lojistik ve örgütsel desteğin sunulması amaçlanmalıdır.
  • Bölgesel ve uluslararası pazarları ziyaret eden ticari heyetlerin oluşturulması, katılımcı sanayicilerin özellikle de küçük ve orta ölçekli şirketlerin bir kısım masraflarının karşılanması iyi olacaktır.

Sonuç

Halep’teki sanayi sektörü Suriye ekonomisinin temelini teşkil etmektedir. Krizlerin ve yapısal zorlukların devam etmesi, yakın zamanda acil önlemler alınmasını ve siyasî reformlar gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Yapılacak iyileştirmeler mahalli ve bölgesel olarak rekabet gücünü artıracak, ekonomik istikrara katkı sunacak ve sanayi sektörünün gelişmesini teşvik edecektir. Ayrıca aynı ölçüde sosyal ve ekonomik istikrarı de sağlayacaktır. Diğer yandan enerji istikrarı, kur fiyatı istikrarı, adil gümrük politikaları da şehirdeki sanayi sektörünün sürdürülebilir olmasını garanti altına alacak ve ulusal ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacak ana faktörler olarak kabul edilmektedir.

Mevcut koşullar altında Halep’teki sanayi savaşın getirdiği yıkıma ilaveten, elektrik fiyatların yüksekliği ve düşük gümrüklerle ithal edilen malların uygun fiyatları Suriye’deki yerli üretimi ciddi anlamda zorlamaktadır. Özellikle Türkiye’den ithal edilen mallar, Halep’teki sanayii coğrafi yakınlık sebebiyle fazlaca etkilemektedir. Buna ilaveten, Suriye’deki nakit ihtiyacı, döviz yetersizliği ve döviz kurun oynaklığı yerli üretimi olumsuz olarak etkilemektedir.

Suriye’deki üretim atölyelerin güçlenmesi için altyapı yatırımları yapılması, lojistik hatların açılması, döviz ve nakit ihtiyacının karşılanması, gümrük tarifelerin tüm ülke sınırlarında tüketiciyi ve üreticinin ihtiyaçlarını dengeleyecek şekilde gözden geçirilmelidir. İlaveten, Suriye’deki sanayiicilerin ve üreticilerin hükümet ile daha yakın ve koordineli çalışmaları için sanayi odaların aktifleştirilmesi gerekmektedir. Yatırımcılar için daha elverişli koşullar oluşturulmalıdır.


([1]) Bu madde Halep Şeyh Naccar Sanayi Sitesi Müdürü ile yapılan çok sayıda mülakatlar ile bir takım fabrika ve atölye sahipleriyle yapılan görüşmelere itimat etmektedir. Bunların yanı sıra Halep şehrinde yer alan 10 adet sanayicinin yer aldığı bir odak grup toplantısı yapılarak Halep’te karşılaşılan zorluklar ve bunların çözümleri tartışılmıştır. 

Özet

Nisan ayı Suriye’de uzun süredir devam eden siyasî birliği ve bütünlüğü konsolide etme çabaları açısından oldukça önemli bir ay olmuştur. Mart ayında başlayan pek çok yeni sürecin (geçici anayasa taslağının kabulü, yeni kabinenin ilanı vb.) nisan ayı içerisinde pratiğe geçirilmeye başlandığı görülmüştür. Buna karşın mart ayı içerisinde nispî bir belirliliğe kavuşturulan SDG’nin geleceği, nisan ayı içerisinde siyasî birlik ve istikrarı yeniden olumsuz yönde etkileyecek bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte nisan ayında Suriye açısından özellikle diplomasi ve dış ilişkiler alanında artan ivme bağlamında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu süreçte Suriyeli temsilciler ve heyetler ile diğer ülkelerin temsilci ve heyetleri arasında yoğun temaslar sağlanmış, uluslararası örgütler ile Suriyeli makamlar arasında görüşme trafiği hızlandırılmıştır. Nisan ayında diplomatik alanda kazanılan ivmenin etkileri ekonomi alanında da doğrudan gözlenmiştir. Dış ilişkilerde atılan olumlu adımlar ve İngiltere’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması neticesinde Suriye hükümeti, IMF ve Dünya Bankası ile görüşmelere başlamıştır.

Siyasî Birlik ve Bütünlük: Marjinal Meydan Okumalara Karşı İstikrar

Suriye Devrimi sürecinde en önemli ve etkin silahlı gruplar arasında yer alan 8. Tugay’ın, kendisini lağvederek Suriye Savunma Bakanlığı kontrolüne girmeyi kabul etmesi önemli bir gelişme olmuştur. 2018 yılında Dera’da, Rusya arabuluculuğunda Esed rejimiyle uzlaşan, yıllardır Rusya tarafından korunan, BAE ve Ürdün başta olmak üzere başka devletlerce desteklenen 8. Tugay, rejimin devrildiği dönemde Şam’a ilk giriş yapan birlik olmuştu. Ahmed Avde liderliğindeki yapının akıbeti birçok farklı spekülasyona yol açmıştı. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın BAE’ye ziyareti sonrasında gerçekleşen bu değişim, aynı zamanda diğer küçük ve orta ölçekli silahlı gruplar için de bir örnek model olmuştur.

Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) statüsü bağlamında yaşanan tartışmalar, mart ayı itibariyle SDG ve Suriye hükümeti arasındaki uzlaşı neticesinde bir çözüm yoluna girmişti. Ancak SDG’nin, Suriye genelini kapsayan ulusal birlik toplantısına katılmayı reddetmesi ve geçici anayasa taslağına karşı çıkması bu konuda oluşan çözüm beklentilerinin karşılanamamasına yol açmıştır. Bunun ardından SDG ve Suriyeli Kürtlerin çoğunluğunu temsil eden ENKS arasında gerçekleştirilen “Kürt Ulusal Birlik Vizyonu” toplantısında, federalizm taleplerinin açık bir biçimde ortaya konması ileride gerçekleşebilecek bir uzlaşı ihtimalini zora sokmuştur. ABD’nin, Suriye’nin kuzeyindeki askerî varlığını azaltma kararı aldığı ve bunun ardından 3 küçük ve orta ölçekli üssünü kapattığını duyurduğu bir zamanda gerçekleştirilen bu toplantı ve bu çerçevede ortaya konan talepler, SDG’nin daha fazla marjinal hale gelmesine ve ENKS’nin de kendisini benzer bir çizgiye sürüklemesine yol açmaktadır. Suriye yönetimi, federalizm taleplerini sürekli biçimde ve kararlı bir duruşla reddederken söz konusu taleplerle ortaya konan ısrarcı tavır, Suriye Kürtlerinin kazanımları adına bir blokaj oluşturmaktadır.

Benzer bir durum Dürzi toplumu açısından da geçerlilik taşımaktadır. Özellikle İsrail’in provakatif hamleleri ve girişimleri sonucunda Suriye’de ayrılıkçılığa ve siyasal şiddete yönlendirilmeye çalışılan Dürziler, Suriye yönetiminin uzlaşı ve kapsayıcılık vizyonu ile mutlak bir uyum sergileyememektedir. Bu yönde pek çok adım atılmasına rağmen, başta Şeyh Haceri olmak üzere Dürzi toplumu içerisinde halen İsrail’in provakatif yaklaşımında araçsallık arz eden grupların faaliyetleri kendisini göstermektedir. Bu durum nisan ayı içerisinde de gözlenmiştir. Şam’da da provakatif bir saldırı sonucunda Dürziler ve Sünniler arasında çatışmalar yaşanmıştır. Bunun ardından İsrail, “Dürzilerin güvenliğini sağlama” iddiasıyla Suriye Cumhurbaşkanlığı üzerinde uçuş gerçekleştirmiş ve bir SİHA saldırısı düzenlemiştir. Suriye ordusu, Dürzi Rical el Kerame ve Liva el Cebel askerî gruplarının da yardımıyla Şam’daki eski rejim yanlısı Dürzi yapıları püskürtmeyi başarmıştır. Akabinde Dürzilerin üç dini liderinden ikisi olan Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerbua ile Şam ve Süveyda valileri bir anlaşma imzalamıştır. Şeyh Haceri ise Suriye hükümetini tekfiri çeteler olarak nitelendirmiş ve başta İsrail’den olmak üzere Dürziler için uluslararası koruma talep etmiştir.

Söz konusu tablo Suriye’nin siyasî birliği ve istikrarına yönelik İsrail-Dürzi ayrılıkçılığı sorununu bir kez daha göstermiştir. Buna karşın Suriye Devlet Başkanı Şara, yaptığı açıklamalarda ülkesinde yaşanacak herhangi bir kaosun sadece komşu ülkelere değil, tüm dünyaya zarar vereceğini söyleyerek İsrail işgali ve söz konusu provakatif girişimlerin sonlandırılmasına dair çağrılarda bulunmuştur. Bunun yanında Şara; Suriye’nin, İsrail işgali sürdükçe İbrahim anlaşmalarına asla katılmayacağını beyan etmiş ve bu noktadaki tutumunu sürdürmüştür.

Diplomaside Artan İvme

Suriyeli temsilciler ve heyetler ile diğer ülkelerin temsilci ve heyetleri arasında yoğun temaslar sağlanmış, uluslararası örgütler ile Suriyeli makamlar arasında görüşme trafiği hızlandırılmıştır. Bu noktada, söz konusu diplomatik temaslarda iki ana motivasyon ortaya çıkmıştır. Bu motivasyonlardan ilki, yeni Suriye yönetiminin uluslararası alanda etkinliğini artırması ve ülkenin yeniden yapılanma sürecine uluslararası katkının sağlanmasıdır. Diğeri ise; İsrail işgaline karşı uluslararası farkındalığı ve desteği artırmak olmuştur.

Bu bağlamda Suriye Devlet Başkanı Şara’nın Türkiye ve BAE ziyaretleri dikkat çekmiştir. Şara, Antalya’da düzenlenen Antalya Diplomasi Forumuna katılımının ardından BAE’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerdeki görüşmelerinde Suriye'de istikrarlı bir geçiş dönemini güvence altına almak amacıyla siyasî, askerî ve ekonomik konulara odaklanıldığını aktarmıştır. Bunun ardından Katar’a giden Şara, burada gerçekleştirdiği ikili temaslarda Katar’ın Suriye’nin geçiş sürecine sunduğu katkılar hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Bu ziyaret süresince, Suriye Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara'nın “Kardeş Katar Devleti'nin arabuluculuğu ve Katar Devleti Emiri Şeyh Tamim bin Hamad Al Sani'nin himayesinde Irak Başbakanı Muhammed Şia el-Sudani ile Doha'da bir araya geldiği” de belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Suriye'nin BM temsilcisi Kusay El Dahhak, Güvenlik Konseyinin Suriye konulu oturumunda yaptığı konuşmada: “Şam, tüm toprakları üzerindeki egemenliğini genişletme konusundaki tereddütsüz hakkını yineler ve İsrail'in içişlerine müdahale etme girişimlerini reddeder.” ifadelerini kullanmıştır. Suriyeli delegeler ayrıca Güvenlik Konseyini “İsrail saldırılarını kınamaya ve İsrail'i saldırganlığını derhal durdurmaya zorlamak için derhal ve kararlı bir şekilde harekete geçmeye” çağırmıştır. Bu çağrı, Körfez ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülke tarafından da desteklenmiştir. Bu durumla ilişkili olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, Esed rejiminin devrilmesinin ardından Şam’a gerçekleştirdiği ilk ziyaret dikkat çekmiştir. Bu ziyarette Devlet Başkanı Şara ile görüşen Abbas, Filistin meselesinde ve İsrail işgaline karşı ortak tutum konularını gündeme getirmiştir. Bununla birlikte yine önemli bir ilk olarak, Lübnan Başbakanı Nevaf Selam’ın Şam ziyareti de bu sürecin önemli bir parçası olmuştur. Lübnan Başbakanı Nevaf Selam, Şam'da gerçekleştirdiği bir toplantı sırasında Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'ya iki ülke arasındaki ilişkilerde “yeni bir sayfa” açma umuduyla Beyrut'u ziyaret etmesi için bir davette bulunmuştur.

Suriye ve Ürdün arasındaki işbirliğini arttırmak adına yeni girişimler de olmuştur. Suriye ve Ürdün’ün enerji, sağlık, sanayi, ticaret, ulaştırma, tarım, su, bilgi ve iletişim teknolojisi, eğitim ve turizm gibi stratejik sektörlerin temsilcilerinin bulunacağı bir Yüksek Koordinasyon Konseyi kurulması konusunda anlaştığı duyurulmuştur. Aynı zamanda Ürdün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Ayman Safadi yaptığı açıklamada, ülkesinin Suriye'nin yeniden inşasına ve Suriye halkının özlemlerini gerçekleştirme çabalarına destek verdiğini teyit etmiştir. Suriye Dışişleri Bakanı El-Şeybani ile Güney Koreli mevkidaşı Cho Tae-yul’un Şam'da diplomatik ilişkilerin kurulmasına yönelik bir anlaşma imzalanması da yine nisan ayında ivme kazanan diplomasinin göstergelerinden biri olmuştur.

Ekonomide Diplomasinin Etkisi

Diplomatik alanda kazanılan ivmenin etkileri ekonomi alanında da kendisini göstermiştir. Bu çerçevede İngiltere’nin, Suriye İçişleri ve Savunma Bakanlıklarına uygulanan yaptırımları kaldırdığını duyurması önemli bir adım olmuştur. Diğer yandan Uluslararası Para Fonunun (IMF) deneyimli ekonomist Ron van Ruden'i, 14 yıl aradan sonra Suriye misyon şefi olarak ataması ve Suriye Maliye Bakanlığı heyetinin, Suriye'nin finans ve bankacılık sektörünün modernleştirilmesine yönelik işbirliği olanaklarını görüşmek üzere Dünya Bankasından teknik uzmanlardan oluşan bir heyetle genişletilmiş bir toplantı gerçekleştirmesi, Suriye ekonomisi ile Batı finans sistemi arasındaki ilişkiler adına kritik girişimler olmuştur. Katar ve Suudi Arabistan, Suriye’nin Dünya Bankasına olan 15 milyon dolarlık borcunu ödemiştir ve Dünya Bankasının Suriye’ye yönelik ekonomik destek programları için olanak sağlanmıştır.

Trump yönetimi, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması için bir talep listesi göndermiştir. Talep listesinde kimyasal silah envanterin imha edilmesi, Filistinli örgütlerin varlığına izin verilmemesi ve yabancı savaşçıların ülkeden çıkarılıp kendilerine devlet kadrolarında makam verilmemesi gibi maddeler bulunduğu aktarılmaktadır. Suriye tarafının, yabancı savaşçılar meselesinde müzakereler yapılması gerektiğini belirtmesine karşın, İran yanlısı olarak görülen Filistinli İslami Cihat örgütünün, iki Suriye sorumlusunu gözaltına alması dikkat çekmiştir.

Bununla birlikte, bölgesel düzeyde gelişen dış ilişkilerin ekonomiye yansımaları ise daha somut bir görünüm arz etmiştir.  Amman (Ürdün) Ticaret Odasının paylaştığı verilere göre 2025 yılının ilk çeyreğinde, Ürdün'den mal ithal eden ülkeler listesinde Suriye'nin ilk sırada yer aldığı bildirilmiştir. Benzer biçimde Suriye’nin, geride kalan iki ayda komşu ülkelere 270.000 tondan fazla meyve ve sebze ihraç ettiği de bildirilmiştir. Bu tablo Suriye ekonomisinin bölgesel sistemle ilişkisinin geliştiğini ve yeniden yapılanma sürecinde olumlu bir ivmenin ortaya çıktığını göstermektedir. Buna ek olarak Suudi Arabistan’ın, Suriye’nin Dünya Bankasına olan borcunun ödenmesinde inisiyatif alacağını açıklaması da bölge ülkelerinin Suriye ekonomisinin yeniden yapılanmasına yönelik desteğinin açık bir göstergesi olmuştur.

Söz konusu olumlu ivme, Suriyeli makamlar tarafından alınan birkaç kararda da etkisini göstermiştir.  Suriye Genel Elektrik Dağıtım Şirketi, karne uygulamasından kısmen veya tamamen muaf tutulan sanayi bölgeleri için elektrik maliyetlerini düşürme kararı alırken Suriye Denizcilik İkmal Dairesi, deniz trafiğini canlandırmak ve Suriye limanlarındaki ticari faaliyeti arttırmak amacıyla gemi yakıt fiyatlarında yeni indirimler uygulamaya başlamıştır. Bu kararlar Suriye’de ekonomik ve ticari süreçlerin gelişimine katkı sağlaması açısından kolaylaştırıcı tedbirler olarak kendisini göstermiştir.