Abo Kusay

Abo Kusay

Giriş

Suriye’nin doğusundaki Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretleri terör örgütü YPG’ye karşı ayaklandı. Yaşanan çatışmalar sonucu bölgenin çoğunluğunda geçici olarak Arap aşiretleri kontrol sağlarken bölgeden YPG unsurlarını çıkarmayı başardılar.(1)Akaydat aşiretinin öncülük ettiği ve Bekkara aşiretinin de desteklediği ayaklanma, Suriye’nin kuzeybatısında bulunan veya orada yaşayan aşiret yapıları tarafından desteklendi. Suriye’nin kuzeybatısındaki Arap aşiretlerinin ilerlemesi; Rus hava saldırılarından(2)Esed rejiminin topçu ve zırhlı birliklerinden ve YPG’nin ABD’den aldığı destek ile ekipman üstünlüğü gibi sebeplerden dolayı kalıcı olamadı. Deyrizor bölgesindeyse YPG, karşı saldırı ile kaybettiği tüm bölgelerdeki kontrolü tekrar sağlamayı başardı.(3)

Bu rapor, Arap aşiretlerinin ayaklanma serüvenini ve bir haftalık süre içerisinde yaşanan önemli gelişmeleri kronolojik sırayla ele alacaktır. Akabinde Arap aşiret ayaklanmasına yol açan bölgedeki dinamikleri ortaya koyacaktır. Dinamiklerin ve serüvenin ortaya konulmasının ardından, Arap aşiret ayaklanmasının nereye varacağı ve Deyrizor bölgesi için farklı gelecek senaryoları ele alınacaktır. Toplamında dört farklı gelecek senaryosu ele alınacaktır: (1) Güçlenen YPG otoritesi, (2) istikrarsızlığın artması, (3) DEAŞ’ın güçlenmesi ve (4) yeni ABD politikası.

Raporun sonuç kısmında Deyrizor bölgesi için söz konusu dört gelecek senaryosu olasılık sıralamasına göre sunulacaktır.

Ayaklanmanın Serüveni

YPG’ye karşı Deyrizor bölgesi merkezli Arap aşiret ayaklanması, 28 Ağustos 2023 tarihinde gerçekleşen Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil’in (Ebu Havle) YPG tarafından gözaltına alınıp hapsedilmesi ile başlamıştır. YPG’nin, Haseke’nin güneyinde düzenlediği ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanlarının katıldığı bir toplantı esnasında SDG’nin önemli bileşenlerinden Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil, YPG tarafından hapsedilmiştir(4) Daha sonra toplantının gerçek olmadığı ve Ahmed Hbeyil’i kolayca yakalamak için tertip edildiği anlaşılmıştır. YPG’nin Ahmed Hbeyil’i hapsetmek için kullandığı bu yöntem bölge halkı tarafından bilinen ve daha önce çok kez tecrübe edilmiş bir yöntemdir. YPG’nin Deyrizor’u kontrol altına almasından önce DEAŞ, Arap aşiret liderlerini toplantıya davet eder ve toplantı esnasında hapsederdi. YPG’nin, DEAŞ’ın yöntemini kullanmış olması bölge halkı tarafından ayrıca tepkiye yol açmıştır.

YPG’nin Ahmed Hbeyil’i hapsetmesi aslında son dönemde YPG yönetimi ile Deyrizor Askerî Meclis’i arasında yaşanan gerilimin üstüne gelmiştir. YPG’nin daha önce Ahmed Hbeyil’i görevden alma girişimleri olmuştu. Buna karşın Ahmed Hbeyil’in üyesi olduğu El Bekir aşireti YPG’ye karşı bazı adımlar atmıştı(5)YPG, ilk başlarda bu kararını Ahmed Hbeyil’in yolsuzluk yapmasına ve rüşvet almasına bağlasa da Arap aşiretlerinin ayaklanmasından sonra sebebin Ahmed Hbeyil’in İran ve Esed rejimi ile olan irtibatı ve işbirliği sebebiyle olduğunu açıklanmıştır(6)YPG’nin kurduğu Suriye Demokratik Konseyi eş başkanı Elham Ahmed’in İran’ı suçlamasına karşın(7)YPG’nin siyasî kanadı olan PYD’nin  eş başkanı Salih Müslim ise Türkiye’yi suçlamış ve ayaklanmanın Türkiye tarafından organize edildiğini ifade etmiştir(8) İşin daha da ilginci, ayaklanmanın başladığı ilk iki günde YPG’ye bağlı medya organları ayaklanmayı DEAŞ saldırıları olarak lanse etmiş olmasıdır. Kısaca YPG, Arap aşireti ayaklanması için sırasıyla DEAŞ, İran ve Türkiye’yi suçlamıştır ve Arap aşiretlerinin işbirlikçiler olduğunu savunmuştur.

Ayaklanma sürecine geri dönecek olursak Ahmed Hbeyil’in hapsedilmesine müteakip Deyrizor’daki iki büyük aşiret olan Akaydat ve Bekkara aşiretleri, YPG’ye karşı ayaklanma çağrısında bulunmuştur. 29 Ağustos tarihinde başlayan Arap aşiretleri ayaklanması sonucunda, 3 Eylül’e kadar Deyrizor bölgesinin güney kısımları tamamen aşiretlerin kontrolüne geçmiştir ve 100’ün üzerinde YPG militanı gözaltına alınmıştır. YPG karşısında ilerleyen Arap aşiretleri bu dönemde ayaklanmalarının iki temel amacı olduğunu açıklamışlardır. Birinci talepleri, YPG’nin kendi bölgelerinden çıkıp ABD’nin, YPG yerine doğrudan Arap aşiretleri ile çalışmaya başlamasıdır. İkinci talepleriyse Fırat’ın batısında kalan Arap aşiret bölgelerini İran ve Esed rejimi işgalinden kurtarılması ve bunun için ABD desteğiyle Arap aşiret ordusunun operasyon başlatmasıdır(9).

Deyrizor’daki çatışmalara ilaveten 1 Eylül tarihinde Türkiye’nin koruduğu bölgelerden – İdlib, Afrin, Azez, Çobanbey, El-Bab, Cerablus, Tel Abyad ve Rasulayn – YPG’ye karşı Arap aşiretleri hareketlenmiş ve savaş çadırı kurmuşlardır. Cephe hatları üzerinden YPG’ye karşı saldırılar düzenlemişlerdir. Suriye Millî Ordusu (SMO) ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) destek vermediği operasyonlarda Arap aşiretleri, 5 Eylül tarihine kadar dört ayrı cephede ilerleme sağlamış ve YPG’ye ait bazı köy ve tepeleri ele geçirmişlerdir.(10)Ancak daha sonra Rus hava saldırıları(11)Esed rejim unsurların topçu atışları veya YPG’nin karşı saldırıları sonucunda elde ettikleri tüm kazanımları yine aynı gün kaybetmişlerdir. Çatışmalarda YPG’nin gece görüş ekipmanlarına sahip olması ve Arap aşiretlerinde böyle bir donanımın olmaması özellikle gece vakti düzenlenen YPG karşı saldırılarını daha etkin kılmıştır. Kısaca Arap aşiretleri tek başlarına Rus hava saldırıları, rejim topçu desteği ve Amerikan ekipmanları ile desteklenen YPG’ye karşı sadece geçici ve kısa süreli kazanımlar elde edebilmişlerdir.

Kuzey bölgelerinde çatışmalar yaşanırken Deyrizor bölgesinde, 2 Eylül tarihinde YPG’nin kapsamlı karşı saldırısı gerçekleşmiştir(12)Gece vakti – yine gece görüş ekipmanlarıyla – gerçekleşen saldırıda YPG ilerleme kat etmiştir. 5 Eylül tarihine kadar YPG, Arap aşiretleri tarafından kontrol edilen tüm kasabaları geri almış ve bazı köyler hariç bölgedeki kontrolünü yeniden tesis etmiştir.(13)

YPG’nin karşı saldırısının başladığı 2 Eylül’ü 3 Eylül’e bağlayan gece, ABD Ortadoğu Müsteşar Yardımcısı Goldrich ve Uluslararası Koalisyon ‘Operation Inherent Resolve’ komutanı General Vowell Suriye’de YPG/SDG, SDK ve Arap aşiret temsilcileri ile toplantı düzenlemiştir(14)Düzenlenen toplantıya Arap aşiretleri adına YPG’nin belirlediği ve YPG ile çalışan işbirlikçi Arap aşiret üyeleri götürülmüştür. YPG’ye karşı ayaklanan aşiretler üzerinde herhangi bir etki ve yetkisi olmayan aşiret üyeleri ile görüşme gerçekleşmiştir(15) Görüşmenin ardından ABD Suriye Büyükelçiliği hesabından yapılan açıklamada, DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğramaması gerektiği vurgulanıp taraflar itidale davet edilmiştir.

 

5 Eylül tarihinde YPG’nin karşı saldırısının başarılı olması ve Arap aşireti ayaklanmasının lideri olan Akaydat aşireti lideri İbrahim El Hafel’in evi, YPG’li unsurlar tarafından çevrilmesinin ardından Deyrizor’daki El Ömer Petrol Tesisinde Amerikan askerleri arabuluculuğunda YPG ile aşiret güçleri arasında görüşmeler gerçekleşmiştir(16) Görüşmeler sonucunda Arap aşireti ayaklanması son bulmuştur.

Arap aşiretlerinin ayaklanmasını başarılı bir şekilde bastırmasının ardından SDG/YPG’nin sözde genel komutanı Mazlum Abdi, yaptığı açıklamada “Suriye’nin doğusundaki Arap aşiretlerinin taleplerini karşılama sözü veriyoruz. […] Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı isyan eden onlarca yerel savaşçının serbest bırakılması yönündeki taleplere saygı duyacağım. […] Deyrizor olaylarına karışanlar için genel af çıkarma kararımız var. […] Arap aşiretleri ileri gelenleri ve Deyrizor’dan temsilcilerle geniş çaplı bir toplantıya ev sahipliği yapma sözü verdik.” demiştir(17)Ancak bu açıklamanın ardından bölgede YPG’ye karşı ayaklanmaya öncülük eden Rida El Avvad Ebu Hasan’ı hapsetmiştir(18)

Yaşanan bu süreç esnasında Türkiye’den üç ayrı açıklama yapılmıştır. Birinci açıklama Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılmıştır(19)İkinci açıklama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından yapılmıştır(20)Üçüncü açıklama da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılmıştır(21) Yapılan üç açıklamada ortak vurgu Arap aşiretlerinin bölgenin kadim halkı olduğu ve onlara karşı uygulanan baskının ve saldırıların yakından takip edildiği yönde olmuştur.

Tarih Olay
28 Ağustos 2023 Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil (Ebu Havle), PKK/YPG tarafından toplantıya davet edilip hapsedildi.
29 Ağustos 2023 Akaydat ve Baggara aşiretleri PKK/YPG’ye karşı ayaklanma çağrısında bulundu.
29 Ağustos – 3 Eylül 2023 Arap aşiretleri, birçok köy ve kasabayı kontrol altına alıp PKK/YPG’yi bölgeden çıkardı.
1 Eylül – 5 Eylül 2023 Deyrizor’daki Arap aşiret ayaklanmasına destek amaçlı, Suriyeli muhaliflerinin kontrolündeki bölgelerde bulunan aşiret mensupları, Menbiç’in kuzeyi ve batısı, Ayn İsa ve Tel Temr’in kuzeyinde PKK/YPG’ye karşı dört ayrı cephe açtı.
1 Eylül 2023 Rus Hava Kuvvetleri, PKK/YPG ve rejim unsurları karşısında ilerleyen aşiret güçlerini Menbiç bölgesinde hedef aldı ve ilerlemeyi durdurdu.
2 Eylül 2023 – 3 Eylül 2023 ABD Ortadoğu Müsteşar Yardımcısı Goldrich ve Uluslararası Koalisyon ‘Operation Inherent Resolve’ komutanı General Vowell Suriye’de YPG/SDG, SDK ve Arap aşiret temsilcileri ile toplantı düzenledi. Toplantı sonrasında yayınlanan bildiride DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğramaması gerektiği vurgulanıp taraflar itidale davet edildi. Arap aşiretleri tarafından yapılan açıklamada, görüşmeye hiçbir Arap aşiret temsilcisinin katılmadığı ve YPG’nin kendisine müzahir kişileri toplantıda temsilci olarak sunduğu vurgulandı.
2 Eylül 2023 – 5 Eylül 2023 PKK/YPG, aşiret güçlerinin kontrol ettiği bölgelerin büyük bölümünü geri aldı.
5 Eylül 2023 ABD arabuluculuğunda El Ömer Petrol Tesisinde PKK/YPG ile Arap aşiret ayaklanmasının öncüsü Akaydat aşiretinin lideri İbrahim El Hafel ile görüşmeler düzenlendi.

 

Ayaklanmanın Altındaki Dinamikler ve Sebepler

Arap aşiretlerin YPG karşısındaki ayaklanmasının altında üç temel dinamik bulunmaktadır. Bu üç dinamik;(1) demografik yapı ve YPG yönetim anlayışı, (2) medya algısı ve söylentiler ile (3) YPG’nin ‘alternatifleri engelleme’ stratejisidir.

Demografik Yapı ve YPG’nin Yönetim Anlayışı

Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretlerinin ayaklanmasının altında basit bir demografik gerçeklik bulunuyor. YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde 3 milyon insan yaşıyor. Bölgedeki Suriyeli Kürtlerin oranı yüzde 19,9 iken Arapların oranı  yüzde 76,6’dır. Deyr ez-Zor bölgesinde ise iki büyük aşiret bulunuyor: Akaydat ve Bekkara. Akaydat ve Bekkara aşiretlerinin yanında Abid, Kulayin, Şammar, Zubeyd, Duleym, Cabur, Tayy, Ebu Saraya ve El Rifai aşiretleri de Deyr ez-Zor’da bulunuyor.(22) 

Suriyeli Kürtlerin çoğunluğu bile YPG’yi desteklemezken Arap aşiretleri üzerindeki YPG tahakkümü sürdürülebilir değildi ve bu durum ayaklanmaya yol açtı.

Aşiret ayaklanmasına öncülük eden ve bölgenin en büyük aşiretlerinden olan Akaydat aşiretinin lideri Şeyh Mutşir el-Hammud el-Ced’an el Hifil, Ağustos 2020’de öldürülmüştü. Yine Ocak 2021’de Akaydat aşiretinin önde gelen isimlerinden Şeyh Hac Talyuş suikast sonucunda hayatını kaybetmişti. 2020’de aşiret liderinin öldürülmesi neticesinde yine bir isyan dalgası ortaya çıkmış, aşiret mensupları aşiretin merkezi Ziyban ve bazı çevre köylerden PKK/YPG unsurlarını çıkarmıştı(23)Bugüne değin yaşanan sorunlar ABD’nin de aracılığıyla bir şekilde çözülmüştü.

Demografik yapının Arap çoğunluklu olmasına ve özellikle Deyrizor’un tamamı Arap aşiret mensuplarından oluşmasına rağmen, YPG’nin kurduğu yönetim anlayışında Araplar yerelden vitrin görevi üstlenen işbirlikçiler haricinde bir görev ve yetki alamıyordur. YPG’nin kurduğu yapıda tüm yönetimler ve tüm idari işler Kandil kadroları tarafından yürütülmektedir(24)Yereldeki insanların kendi bölgelerinde söz sahibi olmamaları ile birlikte, YPG’nin uyguladığı yönetim modeli PKK terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan’ın savunduğu ‘demoktratik konfederalizm’ modelidir(25)Bu model, radikal Marxist Murray Bookchin tarafından ilk defa ortaya konulmuş ve PKK tarafından benimsenmiştir. Ancak bu model bölgedeki Arap aşiretlerinin gelenekleri ile taban tabana zıttır. Son olarak Deyrizor bölgesinde önemli petrol kaynakları bulunsa da, üretilen petrolden elde edilen gelir bölge halkına hizmet olarak gitmemekte ve PKK/YPG tarafından Suriye’nin kuzeyinde veya Irak’ta kullanılmaktadır(26) 

YPG’nin kurduğu yönetim anlayışı Deyrizor halkını kendi ekonomik kaynaklarından mahrum bırakmaktadır. Belirtilen bu ve benzeri birçok sebepten ötürü, Deyrizor bölgesinde YPG karşıtı ciddi bir öfke ve nefret oluşmuştur.

Medya Algısı ve Söylentiler

YPG’nin Suriye’de SDG üzerinden kurduğu yapılanmada, YPG’nin kontrol ettiği ve Arap unsurların da içinde bulunduğu bir gerçeklik bulunmaktadır. SDG içerisindeki Deyrizor Askerî Meclisi, Menbiç Askerî Meclisi ve diğer askerî meclisler yerel Arap işbirlikçilerin bulunduğu ve vitrin özelliğine sahip oluşumlardır. Bunlar, resmi olarak YPG’nin başını çektiği SDG’nin birer parçasıdır. Ancak Deyrizor Askerî Meclisi diğer askerî meclislere kıyasen YPG’den görece en çok otonom alan elde eden ve askerî olarak da en güçlü yapıydı. Son dönemlerde – özellikle ABD’deki Hudson Enstitüsünde çıkan bir rapor(27)ve akabindeki haberlerde ABD’nin YPG’den vazgeçip Arap aşiretleri ve Deyrizor Askerî Meclisiyle bölgeye özel bir yapıyla çalışacağı veya çalışması gerektiği argümanı işleniyordu. Söz konusu haberlere göre ABD Deyrizor bölgesinde kuracağı Arap aşiret ordusu Türkiye ve SMO tarafından desteklenecek ve ikinci adımda Fırat’ın batısında kalan İran destekli Şii milisler hedef alınacağı haberleştiriliyordu(28)Operasyonun hedefi Fırat’ın batısını İran’dan temizleyip İran’ın Tehran-Beyrut kara ikmal hattını kesmek olduğu aktarılıyordu. Bu yönde çıkan haberlere karşı YPG’ye müzahir yetkililer açıklamalar yapıp bu haberleri yalanladılar fakat Deyrizor bölgesinde bu haberlerin ve söylentilerin gerçek olduğu yönünde ciddi bir algı oluşmuştu. YPG’nin bir komutanı özellikle Hudson Enstitüsünde çıkan rapora ilişkin açıklama yapmış ve SDG’nin bileşenlerinin birbirinden ayrılamayacağı ve Deyrizor Askerî Meclis’inin SDG’nin bir parçası olduğunu beyan etmiştir(29)

Her ne kadar YPG bu yöndeki haberleri yalanlasa da, belli ki bu siyasat önerisini ve bu yöndeki haberleri tehdit algılamış ve ciddiye almıştır. YPG’nin Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil’i hapsetmesi buna işaret etmektedir. Bu olay YPG’nin bu yöndeki ilk vukuatı da değildir. 2018 yılında YPG benzer bir uygulamayı Rakkalı Liva el Suvvar el Rakka grubu yöneticisi Ebu İsa’ya da yapmıştı.

YPG’nin ‘Alternatifleri Engelleme’ Stratejisi

Zamanında Rakka’yı kontrol eden Özgür Suriye Ordusu grubu Liva el Suvvar el Rakka, Rakka kentini DEAŞ’a karşı savunamamış ve DEAŞ çöllerine geri çekilmiştir. Daha sonra DEAŞ’ın çöllere de gelmesiyle kuzeye kaçmış ve YPG’nin kontrol ettiği Ayn el Arab’a (Kobane) yerleşmiştir. 2014 yılında DEAŞ, Ayn el Arab’a saldırdığında kentte bulunan Liva el Suvvar el Rakka YPG ile beraber DEAŞ’a karşı savaşmıştır. Amerikan hava desteği ile DEAŞ’ın püskürtülmesinin ardından Liva el Suvvar el Rakka ve YPG, SDG’nin öncüsü olan Burkan el Furat yapısını kurmuşlardır. Burkan el Furat yapısı Tel Abyad’ı ele geçirmiş ve YPG ile Liva el Suvvar el Rakka arasında yapılan anlaşma gereğince Tel Abyad üzerinde Suriye devrim bayrağı göndere çekilmiştir. Türkiye, sınır kapısını açmıştır. Daha sonra Liva el Suvvar el Rakka, Tel Abyad bölgesinde Arapları kendi etrafında toplayıp Rakka’ya yönelik operasyon hazırlıklarına başlamıştır. Liva el Suvvar el Rakka’nın güçlenmesinden ve kendisine alternatif olabileceğinden endişelen YPG, 2015 yılında Tel Abyad’ı kontrolü altına almıştır. Daha sonra 2018 yılında Liva el Suvvar el Rakka tekrar hareketlenmeye ve güçlenmeye başlayınca YPG, Liva el Suvvar el Rakka’nın komutanı olan Ebu İsa’yı hapsetmiştir(30)

YPG’nin bu tutumunun basit ve kendisi açısından geçerli bir sebebi bulunmaktadır. Eğer YPG’ye alternatif bir yapı ortaya çıkarsa ABD, YPG ile işbirliği yapmaktan vazgeçip DEAŞ ile mücadele için başka oluşumlarla hareket edebilirdi. Bunu önlemek için YPG, SDG içerisinde tam hakimiyet sağlamaktadır ve YPG’li olmayan unsurların gücünü ve etkisini sınırlı tutmaktadır.

YPG’nin Arap aşiret ayaklanmasına yol açan hapsetme olayından beklemediği ve öngöremediği ise Arap aşiretlerinin bu denli hızlı tepki vereceği ve birleşmeyi başaracaklarıydı. Uzun yıllardır Arap aşiretlerini bölmek için büyük gayret sarf eden YPG, Arap aşiretlerinin birleşip ona karşı ayaklanmasını beklemiyordu. YPG, Arap aşiretlerinin Ahmed Hbeyil’den boşalan koltuğu doldurmak için yarışacaklarını öngörüyordu. YPG’nin bu bağlamda hesaplayamadığı Arap aşiretleri içerisindeki işbirlikçilerin ortadan kalkmasıyla, YPG’ye karşı cephe açmak isteyen Arap aşiret güçleri ile YPG arasındaki tamponun da kalkmış olmasıdır. YPG, alternatif yapıları engellemek isterken kendisi ile aşiretler arasındaki tamponu da kaldırmış oldu ve YPG’ye karşı harekete geçmek isteyen unsurların önü açılmış oldu.

Olası Gelecek Senaryoları

Arap aşiret ayaklanmalarının YPG tarafından askerî yöntemlerle bastırılmasının ardından, bölgede ayaklanmaya yol açan ve sebebiyet veren tüm şartlar ve dinamikler yerini korumaya devam ediyor. Değişen temel dört olgu bulunmaktadır. Birinci olgu ABD’nin söylentileri ve haberlerin aksine YPG’den vazgeçip Arap aşiret ordusu kurma hazırlıkları içerisinde olmadığı görülmüştür. İkinci olgu YPG’nin askerî olarak Arap aşiretlerinden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Üçüncü olgu ise Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin YPG karşısında Arap aşiretlerine destek vermeye hazır olmadığı veya destek vermeyi tercih etmediği tecrübe edilmiştir. Son olarak ise Rusya ve Esed rejiminin YPG’yi Türkiye’nin koruduğu bölgelerden gelecek olası saldırılara karşı korumaya hazır olduğu görülmüştür. Bu dört ‘tecrübe’ sonucunda gelecek için dört farklı senaryo ortaya çıkmaktadır:

Güçlenen YPG Otoritesi

Birinci senaryo YPG’nin tüm bu gelişmelerden daha güçlü bir şekilde çıkmasıdır. Nitekim Arap aşiretlerinin en güçlü olduğu Deyrizor bölgesinde bile YPG karşısında bir başarı elde edilemediyse, Rakka ve Menbiç gibi bölgelerde yaşayan Araplar daha çekingen ve çekimser olabilirler. Buna ilaveten Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretleri YPG’nin üstünlüğünü ve ABD’nin YPG’ye olan desteğinin devam ettiğini gördükleri için benzer bir ayaklanmaya yeniden teşebbüs etmeden önce iki kere düşünebilirler. Nitekim Arap aşiretleri YPG karşısında askerî yöntemlerle siyasî bir başarı elde edilemiyorlarsa YPG ile iyi geçinerek ve YPG’ye daha fazla alan açarak siyasî ve ekonomik kazanımlar tercih edilebilirler.

Bu senaryonun gerçekleşmesi için YPG’nin Arap aşiretlerinin kültürel ve geleneksel kodlarına uygun bir şekilde davranıp onların aşiret aidiyetinden gelen şeref ve gururlarını rencide etmemelidir. Ancak YPG’nin ayaklanmayı bastırmak için Süleymaniye’den Lexoman Parastin’i getirmesi(31)ve saflarında yabancı uyruklu savaşçıları kullanması(32)YPG’nin aşiretlerin kültürüne ve geleneklerine saygı göstermediğinin büyük bir işaretidir. Buna ilaveten, YPG militanlarının Deyrizor bölgesinde ‘Biji Serok Apo’ sloganları atması(33)

ve çatışma süresince birçok Arap aşiret üyesinin evlerini basıp rencide edecek bir yöntemle hapsetmesi bu senaryoyu daha az olası kılmaktadır. Örneğin; YPG’nin Arap aşiret üyelerinin evlerine yaptığı baskın yöntemi, ABD’nin Irak’ta Sünni Araplara karşı uyguladığı yönteme benzemektedir. Bu baskın yönteminin Irak’ta yol açtığı sosyolojik, psikolojik ve siyasî sonuçlarının bir benzerini Deyrizor’da da yaşanması, Arap aşiretlerinin YPG ile daha yakın ilişki kurmasından daha olasıdır.

İstikrarsızlığın Artması

Yukarıda ‘Güçlenen YPG Otoritesi’ kısmında bahsedildiği üzere, YPG’nin ayaklanmayı bastırma sürecindeki uygulamaları ve birçok Arap aşiret üyesinin hayatını kaybetmesi YPG ile Arap aşiretleri arasındaki ilişkiyi kalıcı bir şekilde daha da kötüleştirdiği varsayılabilir. Bu bağlamda Arap aşiret geleneğinde olan ‘intikam’ kültürünün(34) son derece etkin olacağı değerlendirilmektedir. Aşiretlerdeki bu ‘intikam’ kültürü tarihsel süreçte kan davalarına yol açmış ve yıllar süren çatışmalara sebebiyet vermiştir.

YPG’nin Arap aşireti ayaklanmasını askerî yöntemlerle bastırmış olması, Arap aşiretleri nezdinde bir öfke birikimine yol açması muhtemeldir. Bu öfke birikimine ilaveten sosyolojik olarak da önemli bir kırılma gerçekleşmiştir. Deyrizor bölgesinde YPG ile beraber çalışan Arap aşiret mensubu işbirlikçiler pasivize olmuşlardır. En başta Ahmed Hbeyil’in hapsedilmesi YPG ile Arap aşiretleri arasında tampon görevi üstlenen bu işbirlikçilerin ciddi bir güç kaybına uğramasına yol açmıştır. İlaveten YPG ile yaşanan çatışma sonrasında Arap aşiretleri arasından işbirlikçi olarak YPG ile beraber çalışmanın sosyal maliyeti daha da fazla artmıştır. Bu da YPG’nin yeni işbirlikçiler devşirme imkânlarını kısıtlamıştır.

YPG’ye karşı ‘intikam’ kültürünün devreye girmesi ve Arap aşiretleri arasındaki işbirlikçilerin zayıflaması ve YPG’nin işbirlikçi olarak kullanabileceği kişileri oluşturan havuzun daralması Deyrizor bölgesinde istikrarsızlığı sebebiyet vermesi olasıdır. Bu bağlamda Arap aşiretleri askerî olarak YPG’ye karşı mağlup olsalar da, YPG’ye karşı asimetrik savaş yöntemlerini kullanarak bölgeyi istikrarsızlaştırma imkânına sahiptir. Bu bağlamda Deyrizor bölgesi Esed rejimi kontrolündeki Dera bölgesine benzeyebilir(35) Aşiret üyeleri suikastlar ve saldırılar düzenleyerek YPG’nin bölgedeki militanlarını hedef alabilir.

DEAŞ’ın Güçlenmesi

Arap aşiretlerinin YPG’ye karşı ‘intikam’ kültürünü devreye sokmaları ve YPG’nin askerî olarak üstün olduğu anlaşılması DEAŞ’a Deyrizor’da alan açabilir. Nitekim gerilla savaşı yürütmek veya asimetrik savaş yöntemlerini kullanmak için kapsamlı bilgi, tecrübe ve kapasite gerekmektedir. Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretlerinin asimetrik savaş yöntemleri bağlamındaki kapasiteleri sınırlıdır. Ancak DEAŞ, asimetrik savaş yöntemleri konusunda çok ciddi ve geniş kapsamlı tecrübeye ve beceriye sahiptir fakat insan kaynağı ve eko-sistem olarak DEAŞ’ın asimetrik savaş kapasitesi ciddi anlamda gerilemiştir.

Bölgedeki Arap aşiretlerinin yaşadığı hayal kırıklığı ve ‘intikam’ kültüründen gelen öfkeleri, Arap aşiretlerinin veya Arap aşiretleri içerisinden münferit şahısların DEAŞ ile işbirliği yapmasının önünü açabilir. Irak’taki Sünni Arap aşiretlerinin Nuri El Maliki döneminde DEAŞ ile işbirliği yapması(36)veya Afganistan’daki halk tabanının ABD güçleri ve Afgan hükümetine karşı Taliban ile işbirliği yapması(37) bunun geçmiş örnekleri olarak gösterilebilir. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptığı hatanın aynısını Suriye’de de yaptığı için, Suriye’de de benzer bir sonuç ile karşılaşması mümkündür.

Diğer yandan ise DEAŞ, Arap aşiretlerine tecrübe ve bilgi olarak bir ek kapasite sağlayabilme potansiyeline sahip olsa da, Arap aşiretleri ile DEAŞ arasında da ciddi bir husumet bulunmaktadır. Örneğin; 2014 yılında DEAŞ Akaydat aşiretine bağlı Şaytat aşiretinden 700 kişiyi bir günde infaz etmişti(38)Buna ilaveten DEAŞ’ın ciddi olarak güç kaybetmiş olması ve sözde halifelerinin sürekli olarak öldürülmesi(39) örgütün hem prestijini hem de kapasitesini ciddi anlamda yıpratmıştır. DEAŞ’ın güçlü olduğu dönemde başına ne geldiğini ve ne yaptığını yakından gören Arap aşiretleri DEAŞ ile işbirliği yapmaya uzak duracaktır. Ancak bu DEAŞ’ın bazı Arap aşiret gençlerini devşirme veya Arap aşiretleri içerisinde bazı işbirlikçileri bulma potansiyelini artırdığı gerçeğini de değiştirmeyecektir. Bu bağlamdaki tek soru DEAŞ son durumdan ne denli faydalanabileceğidir ve bu sorunun cevabını Arap aşiretleri verecektir.

Yeni ABD Politikası

Son alternatif bir senaryo olarak ABD’nin Suriye’deki politikasını değiştirmesidir. Her ne kadar bu yönde emareler görülmese de ABD’nin Suriye politikası sürdürülebilir değildir. ABD’ye ciddi bir teklifin gitmesi durumunda ABD’nin Suriye’de alternatif yaklaşımları değerlendirme imkânı bulunmaktadır. Nitekim Arap aşireti ayaklanması ABD’li yetkililere Suriye’deki politikanın sürdürülebilir olmadığını ve ABD’nin yaklaşımı sadece günü kurtarmak üzerine kurguladığını hatırlatmıştır. Eğer Amerikan yetkilileri günü kurtarma politikalarının artık işe yaramadığını ve Suriye’deki gerilimi sınırlı tutamayacaklarını görürse yeni bir politika benimseyebilirler.

ABD’nin Suriye’de yeni bir politika belirlemesinde kilit bölge ve kilit aktör Deyrizorlu Arap aşiretleridir. ABD’nin Arap aşiretlerini YPG’den ayırıp bu bölgede alternatif bir yapılanma kurma ve bu yapılanmayı Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin desteği ile güçlendirme imkânı bulunmaktadır. Bu alternatif senaryoyu hayata geçirerek ABD, Suriye’de YPG’den kopuşun ilk adımını atabilir.

Ancak YPG’nin elinde bulunan yüzlerce DEAŞ mahkûmu ve binlerce DEAŞ aile üyesinin ne olacağı ve bu insanların hapsedildikleri hapishaneler ve kamplara ne olacağı sorusu(40)

ABD’nin alternatif politikaları benimsemesinin ve değerlendirmesinin önündeki en büyük engeldir. O yüzden yeni bir Suriye politikası için ABD’nin sadece yerel ortak alternatifine değil, aynı zamanda DEAŞ mahkûmları ve aileleri için de bir alternatife ihtiyacı bulunmaktadır. An itibariyle ABD’nin kendisi bir alternatif bulmadığı gibi ABD’ye de dışarıdan sunulmuş bir alternatif kamuoyunca bilinmemektedir.

Sonuç

Deyrizor merkezli ve Akaydat aşiretinin önderliğinde YPG’ye karşı başlayan Arap aşireti ayaklanması temelde üç dinamiğin üzerinde gelişmiştir. Birinci dinamik YPG’nin kontrol ettiği bölgelerdeki demografik yapı ve YPG’nin Arap çoğunluklu nüfusun üstünde kurduğu idarî yapılanmadan olan rahatsızlıktır. İkinci dinamik ise Deyrizor bağlamında basına yansıyan söylemlerin önünün alınamaması ve YPG’nin bu söylemlerden ciddi bir tehdit algılamasıdır. ABD’nin YPG’den vazgeçip Deyrizor’da Türkiye ve SMO’nun da desteğiyle Arap aşireti ordusu kuracağı söylentileri son dönemde yayılmıştır. Üçüncü dinamik ise YPG’nin kendisini ABD için tek alternatif olarak sunma stratejisi ve bu stratejisinin bir gereği olarak oluşabilecek alternatifleri mutlak surette engellemektedir. Böylelikle ABD’yi kendisine bağımlı tutmaktadır. Deyrizor Askerî Meclis’i – daha önce Liva el Suvvar el Rakka örneğinde olduğu gibi – YPG tarafından bir alternatif oluşturabilecek unsur olarak görülmüş ve bu tehdit bertaraf edilmiştir.

Belirtilen bu üç temel dinamikten ötürü başlayan Arap aşireti ayaklanması YPG’nin askerî üstünlüğü ile sonuçlanırken bölgenin geleceğine dair dört farklı senaryo öne çıkmaktadır. Bu dört senaryoyu, olasılığı en düşükten en yükseğe ele aldığımızda en düşük ihtimalli senaryo DEAŞ’ın bölgedeki son durumdan istifade edip kendisine Arap aşiretleri arasında bir yaşam alanı bulmasıdır. İkinci en düşük ihtimalli senaryo ise ABD’nin Suriye’de politika değişikliğine gitmesidir. ABD’nin YPG’den vazgeçip Türkiye ve Suriye muhalefeti ile birlikte Deyrizor bölgesinde YPG’den bağımsız yeni bir yapılanma kurma ihtimalidir. Ancak bu senaryonun gerçekleşebilmesi veya ABD tarafından ciddi olarak değerlendirilmesi için YPG’nin elindeki DEAŞ mahkumları ve DEAŞ ailelerinin ne olacağı sorusunun cevabı belli olmalıdır. Üçüncü ve daha olası senaryo ise YPG’nin bölgedeki otoritesinin güçlenmesidir. YPG’nin askerî üstünlüğünü göstermiş olması ve ABD’nin Arap aşiret ordusu kuracağı söyleminin gerçek olmadığının görülmesi YPG’nin otoritesini daha sağlamlaştırmasına yol açabilir. Son ve en olası senaryo ise Arap aşiretlerin ‘intikam’ kültürünün devreye girmesi ve Arap aşiret geleneklerinden gelen kodların devreye girmesidir. Eğer bu gerçekleşirse bölgedeki Arap aşiretleri YPG’ye karşı asimetrik yöntemlerle saldırılar düzenleyecektir. Deyrizor bölgesi giderek istikrarsızlaşacak ve Esed rejiminin kontrol ettiği Dera bölgesine benzeyecektir.

Bu rapor, Suriye'de ağustos ayı boyunca meydana gelen önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Deir ez-Zor'da "Deir ez-Zor Askerî Konseyi"nin çözülmesi ve YPG tarafından liderlerinin tutuklanması sonucu bölgedeki gerilim arttı. Bu gelişmeler, bölgenin yerel yönetimini temsil eden bir yönetim kurulması talebinde bulunan Arap aşiretleri ile YPG terör örgütü arasında şiddetli çatışmalara yol açtı. Güneyde, Suveyda ilinin tamamını kapsayan geniş halk gösterileri, bölgenin insanları ve dinî liderlerin katılımıyla gerçekleşti. Göstericiler, 12 yıl boyunca rejimin halkın taleplerini karşılayamamasından dolayı BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı gereği siyasî bir geçiş çağrısında bulundu

Rapor ayrıca ekonomi bölümünde, ekonomik krizi çözme girişimlerinin temel tüketim mallarının fiyat artışını aşması nedeniyle başarısız olduğunu göstermektedir. Bu artışlar sonucu beş kişilik bir ailenin Suriye'de yaşam maliyeti, 10,3 milyon Suriye lirasından fazla bir seviyeye yükselmiştir. Ayrıca ülkenin 2023 yılı boyunca buğday ihtiyacını karşılamak için yaklaşık 2 milyon ton buğday eksikliği ile karşı karşıya kaldığı bildirilmektedir.

Protesto ve Gösteri: Rejimin Politikalarının Toplumsal Ürünü

Arap İletişim Komitesi, Kahire'deki bir toplantının ardından, Anayasa Komitesi'nin toplantılarını yıl sonunda Umman'ın başkenti Muskat’ta olacak şekilde yeniden başlatma niyetini açıkladı. Ancak muhalefet Anayasa Komitesi'nin, toplantıların yapılacağı yerin değiştirilmesi konusunda resmî bir karar almamıştır. Bu karar, Suriye meselesine yaklaşım oluşturma çabalarının bir parçasıdır ve birkaç Arap ülkesinin liderliğindeki Arap yaklaşımını oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu yaklaşım, krizin bölgesel güvenliğe olan etkileriyle ilgili güvenlik tehditleriyle başa çıkmayı hedeflemektedir. Bunlar; Captagon ticareti, İran etkisi ve sınırları aşan milislerdir. Bu, Arap Bakanlar İletişim Komitesi tarafından IŞİD tehdidine karşı mücadeleyi sürdürmek için Suriye ile ilgili ülkeler ve Birleşmiş Milletler arasındaki iş birliğini yoğunlaştırma çağrısının net bir göstergesiydi.

Diğer yandan, bir televizyon röportajında Beşar Esed, Arap girişimlerinin önemini küçümsedi ve politik ilişkilerin destek sağlanmadan yetersiz olduğunu vurguladı. Bu destek, bölge için bir endişe kaynağı haline gelen uyuşturucu ticaretiyle mücadele de dahil olmak üzere, "Suriye Devletinin" gücünü yeniden kazanmasına ve yükümlülüklerini yerine getirmesine yardımcı olması gerektiğini savundu. Ayrıca mültecileri geri kabul etmek için önce uygun bir ortamın oluşturulması gerektiğini vurguladı. Beşar Esed, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde ilerleme sağlayabilecek tavizlerin mümkün olup olmadığına dair herhangi bir emare sunmadı. Dış komploların tekrarı ve halk talepleriyle başa çıkmak için güvenlik odaklı yaklaşımın doğruluğunu ısrarla sürdürdü. Esed’in röportajından Arap devletleri ile olan normalleşme sürecinin Şam açısından ekonomik çıkar elde etme arzusuyla gerçekleştiği anlaşıldı.

Kontrolü altındaki bölgelerde yaşanan yaşam koşullarının kötüleşmesinden kaynaklanan halk öfkesini dindirme ve yumuşatma girişimlerinin bir parçası olarak Esed, temmuz ayının sonunda Duveyir Raslan kasabasında bazı öfkeli sakinler tarafından saldırıya uğrayan Tartus valisini görevden aldı. Atanan yeni vali, emekli Albay Feras Ahmed al-Hamid, rejimin güvenlik kollarının önde gelen liderlerinden birisidir ve Suriye halkına yönelik yaygın insan hakları ihlallerinde bulunmuştur. İşlediği suçlardan ötürü Batı’nın yaptırım listelerinde bulunmaktadır. Bu, rejimin ortaya çıkan sorunları kökünde çözmek yerine makyaj unsurları ile günü kurtarmaya çalışmaya devam ettiğinin bir göstergesidir.

Aynı bağlamda ve Esed'in politikalarının başarısızlığını teyit ederek Güney Suriye, özellikle Suveyda vilayetinde, son yılların en büyük toplumsal gösteriler yaşanmaktadır. Protestoların nedenlerinden biri ekonomik faktörlerdir. Ancak mevcut dinamikler, coğrafi kapsam açısından farklılık göstermektedir. 48 ayrı noktada gerçekleşen gösterilerde bedevî aşiretlerin yanı sıra dinî otoritelerin de katılımı oldu. Gösteriler, Esed rejiminin şehirde iç istikrarsızlar oluşturup yönetim otoritesini sağlamlaştırma politikasının bir sonucu olarak çıktı. Esed rejimi, Suveyda halkı ve aşiretler arasında anlaşmazlık çıkarıp yerel çeteleri aracılığıyla bölgenin güvenliğini tehdit eden bir istikrarsızlığa yol açtı. Suveyda'yı yerel barışın garantörü olarak devletin müdahalesine ihtiyaç duyan bir şehir olarak sunmaya çalıştı. Nitekim Suveyda, demografik ve siyasî olarak özel bir konuma sahiptir ve rejimin etki alanı burada sınırlıdır. Rejimin oluşturduğu bu çeteler aynı zamanda Captagon üretimine ve kaçakçılığına neden oldu ve rejim bunları Ürdün sınırından dünyadaki farklı noktalarda sattı.

Suveyda'daki durumun nereye doğru evrileceği konusu gösterilerin, Suveyda şehri ile sınırlı kalması ve rejim kontrolündeki diğer bölgelere yayılmaması, rejimin "hiçbir girişim" fikrini benimsemesi ve protestoların iradesini kırmak için zamana güvenmesi öne çıkmaktadır. Alternatif olarak rejim, şehirdeki sakinleri kışkırtarak veya hareketin bazı sembollerine suikast düzenleyerek yerel çeteleri aktif hale getirebilir. Bu alternatif özellikle Captagon kaçakçılığı rotaları göstericiler tarafından tehdit edilirse öne çıkabilir.

"Rutin diplomasi" bağlamında Koalisyon Başkanı, Fransız Dışişleri Bakanı'ndan bir mektup aldı. Bu mektupta, Suriye'deki siyasî geçişin gerekliliği ve Fransa'nın önceliklerinden birinin Suriye'deki savaş suçlularının hesap verilmesi olduğu konusunda Fransa'nın tutumu yeniden teyit edildi. Ayrıca muhalefet kurumlarının iç yapısından Bedir Camus, tekrar Suriye Yüksek Müzakere Heyeti’nin başkanı olarak seçildi.

Güvenlikle İlgili Endişe Verici Gelişmeler

Suriye'nin çeşitli bölgelerinde güvenlikle ilgili gelişmeler arttı. Kuzeybatıda, İdlib'in güney kırsalındaki Zaviya Dağı ekseninde, "Feth El Mubin" fraksiyonları ile Esed rejimi güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Çatışmalar, muhalefet güçlerinin kendi bölgelerinden Esed unsurlarının ana toplama alanına kadar uzanan bir alanda tünel kazmalarından dolayı bir kara operasyonu ile başladı. Tünelin patlatılması sonrasında muhalif güçler, rejimin bölgedeki noktalarını ele geçirdi. Bu sırada Rus uçakları, rejimin kaybettiği noktaları geri alması için rejim unsurlarına hava desteği sağladı. Üç gün süren çatışmalar rejim unsurlarından onlarca ölü, muhalefet savaşçılarından ise yedi kayıpla sonuçlandı.

Doğu Suriye'de, YPG tarafından Deir ez-Zor Askerî Konseyi lideri Ahmed al-Khabil’in (Ebu Havle) görevden alınmasının ardından bölgede aşiretler ile YPG arasında çatışmalar yaşandı. Al-Khabil ve diğer SDG liderlerin, Hassakah şehrine yakın bir yerde toplanmaları esnasında Al-Khabil hapsedildi. YPG’ye karşı ayaklanma çağrıları ve tutuklanmış konsey liderlerinin serbest bırakılmasını talep eden gösteriler, YPG’nin ateş açması ile patlak verdi ve çatışmaya dönüştü. Şiddetli çatışmalar ilk önce Deir ez-Zor'un kuzeyindeki Azba ve al-Haseen kasabalarında patlak verdi ve yollar kesildi. Bu da YPG üyelerini askerî noktalardan ayrılmaya zorladı ve karargahlarında sığınmalarına neden oldu.

YPG’nin, protestoculara karşı şiddet kullanması diğer aşiretlerin çatışmalara katılmasına neden oldu. Örneğin; Akaydat aşireti… Bu da çatışmaların Deir ez-Zor'un doğu kırsalını içeren daha geniş bir bölgeyi kapsayacak şekilde yayılmasına yol açtı. Bu, YPG’nin kurduğu SDG ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" projesinin geleceğini gerçek bir test olarak göstermekte ve örgütün bölgedeki nüfuz ve kontrol haritalarını sorgulatmakta.

Diğer yandan rejim kontrolündeki bölgelerde, özellikle başkent Şam ve çevresinde, güvenlik ihlalleri artmaktadır. Mecemeya şehrinde bomba yüklü bir araç patlaması yaşandı. Aynı şekilde Kuneytra ilçesinde rejim subaylarını hedef alan bir saldırı yaşandı. Bu, mayıs ayından bu yana Şam ve çevresi ile diğer illerde yaşanan bir dizi saldırının ardından, rejimin güvenlik yeteneklerinin zayıflığına işaret etmektedir. Bu, rejimin özellikle düzensiz milis gruplarına dayanma eğilimini artırırken aynı zamanda IŞİD'in etkinliğinin arttığını göstermektedir. İsrail'in, Esed rejimi unsurlarına ve İran ile ilişkilendirilen milis gruplara hava saldırıları düzenlemeye devam etmesi de güvenlik açısından önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.

Ekonomik Krizler Öfke ve Göç Oranlarını Artırıyor

Beşar Esed, Suriye'deki kamu sektöründe çalışan sivil ve askerî personelin maaşlarını Eylül 2023'ten itibaren %100 artıran bir yasa tasarısını onayladı. Ayrıca bazı gruplara maaşların %50'sini temsil eden bir nakit hibe ekledi. Yakıt fiyatlarını artırdı. İçme suyu desteğini keserek özellikle suyun metreküp başına tarifesini yükseltti. En düşük seviyede %400'e kadar zam yaşandı. Artan oranlarla Suriyeli halkın çoğu mal ve hizmetlerde %300'ü aşan bir fiyat artışıyla karşı karşıya kaldı. Beş kişilik bir Suriyeli ailenin yaşam maliyeti, "Qasioun Gazetesi" endeksine göre, temmuz ayında 6.5 milyon Suriye lirası iken, bu artıştan sonra 10.3 milyon Suriye lirasına çıktı. Memur maaşlarına yapılan zam ile ortalama maaş 200 bin Suriye lirası, bir ailenin yaşam maliyetinin çok altında kalmaya devam etmektedir. Rejim maaş artışlarını, yakıt, su ve elektrik giderlerine verdiği desteği kaldırarak finanse etti ve yıllık olarak destek kaldırma politikası ile 5 trilyon 400 milyar Suriye lirası tasarruf etti. Bu politikalar, liranın sürekli olarak dolar karşısında değer kaybetmesine neden oldu ve resmî kambiyo oranı, doları 10,900 Suriye lirası olarak sabitlerken vatandaşların satın alma gücünü azalttı. Bu da maaş artışlarının işe yaramaz hale gelmesine neden oldu ve halkın yoksulluğunu ve geçim sıkıntısını artırdı. Ayrıca bu durum ekonomik yönetimin krize, etkili olmayan çözümlerle yaklaşmasının bir göstergesi olarak görülebilir.

Esed rejimi, ekonomik yakınlaşmayı teşvik etmek için Suriye topraklarına yönelik yatırımları daha cazip hale getirmeye yönelik bir adım attı. Bu adım 2011'den bu yana Suriye'de dış yatırımların durmasının üzerine geldi. Rejim, Suudi yatırımcılara ait olan iki şirkete fosfat, gübre ve çimento sektörlerinde yatırım yapma izni verdi. Bunun karşılığında, Suudi Arabistan, rejim güçlerinin bölgelerinden gelen kamyonların Suudi topraklarına girmesini sınırladı ve mevcut şartlarını yerine getirmeyen kamyonlara yönelik belirli şartlar talep etti. Bu da İdlib'e yönelik sebze, meyve ve diğer çeşitli ürünlerle yüklü yüzlerce kamyonun Nusaybin sınır kapısında beklemesine neden oldu.

Ekonomik krizle başa çıkmak için, sözde “Suriye Kuzeydoğu Özerk Yönetimi”, kamu sektöründe çalışan sivil ve askerî personelin maaşlarını %100 artırarak, asgari ücreti 1,040,000 Suriye lirasına yükseltti ve en yüksek ücreti 8,222,000 Suriye lirası yaptı. Ayrıca ısınma için kullanılan mazot fiyatlarını artırdı ve her ev için kış aylarında 300 litre mazot tahsis etti. Erken iyileşme projeleri kapsamında, Kamışlı şehrini M4 uluslararası yoluna bağlayan "Ambara" yolunun %90'ı tamamlandı ve 2023 yatırım projeleri kapsamında yol inşaat bütçesi yaklaşık 794,633 dolar olarak belirlendi. Ekonomik düzenlemeler ve kontrol tedbirleri çerçevesinde, özel para değişim şirketleri ve bürolarının asgari sermaye gereksinimlerini belirleyen "Para Değişim ve Transfer İşlerinin Düzenlenmesi" yasasını çıkardı. Benzer şekilde, değerli metallerin ticaretini ve üretimini düzenleyen "Değerli Metallerin ve Mücevherlerin Ticaret ve Üretimi" yasasını onayladı. Altın, gümüş ve diğer değerli taşların ticaretini ve üretimini yapabilmek için "Merkezi Maliye ve Ödemeler Ofisi"nden izin şartı getirdi. Ayrıca aklama ile mücadele yasasının 66 maddesini içeren taslağı onayladı.

Suriye'nin kuzeybatısındaki diğer bir gelişme, HTŞ’nin kurduğu "Kurtuluş Hükümeti" tarafından yönetilen bölgelerde benzin ve ev tipi gaz fiyatlarının artması oldu. Bu karar, Şam'ın kontrolündeki bölgelerde benzinin tükenmesinin üzerinden iki haftadan fazla süre geçmesinden sonra geldi.

Yatırımı teşvik etmek için Suriye Geçici Hükümeti, Suriye'nin kuzeyindeki kurtarılmış bölgelerde yatırım konferansı düzenlemeyi amaçlayan bir ön hazırlık toplantısı düzenledi. Aynı zamanda İdlib, Cerablus, Bizaah ve Mare şehirlerinde birkaç kamu konut projesi tamamlandı.

Giriş

Türkiye ile Şam arasında 2011 yılından bu yana ilk defa doğrudan bakanlar düzeyinde görüşmeler gerçekleşti ve müzakereler oldu. İlk önce İstihbarat Teşkilatları Başkanları ve Savunma Bakanları’nın Rusya arabulucuğunda başlayan görüşmeler, daha sonra Dışişleri Bakanları seviyesinde de devam etti. Türkiye’deki seçimlerden önce İran’ın da sürece dâhil olmasıyla dörtlü zirveye dönüşen sürecin ilk çıktısı tarafların yol haritası belirleme üzerinde mutabık kalmaları oldu. Esed rejimi açısından görüşmelerin ilerleyebilmesi için iki ön şart bulunmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin Suriye’den askerlerini çekmesidir. İkincisi ise, Türkiye’nin Suriye muhalefetine olan desteğine son vermesidir. Türkiye açısından ise bu görüşmelerin iki artı bir ana maddesi bulunmaktadır. Bunlar; Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü, terörle mücadelede YPG’ye karşı işbirliği ve üçüncü madde ise Suriye’de siyasî çözümün sağlanmasıdır.

İran ve Rusya’nın arabuluculuğunda yürüyen Ankara-Şam görüşmeleri aslında Astana sürecinden, Moskova sürecine bir geçişi de bir nevî temsil etmektedir. Astana sürecinde Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğünde Esed rejimi ve Suriye muhalefeti müzakere ederken yeni süreçte Türkiye, Rusya, İran ve Esed rejimi dört taraf olarak müzakereleri yürütmektedir. Görüleceği üzere Suriye muhalefeti Astana sürecinin aksine dörtlü zirvede yer almamaktadır.

Bu rapor Suriye muhalefetinden 9 kişi ile mülakat düzenleyerek elde edilen bilgileri toparlayıp sunmaktadır. Söz konusu dokuz görüşmecinin üçü muhalefetin askerî kanadından, üçü siyasî kanadından ve diğer üçü de aktivistlerden oluşmaktadır. Siyasî ve askerî kanadın yanında aktivistlerin de bir paydaş olarak belirlenmesi, aktivistlerin Suriye’deki halk ayaklanmalarında oynadıkları rol ve Suriye halkının görüşlerini yönlendirmedeki ehemmiyetine binaendir. Suriye dosyasını yakından takip edenlerin bileceği üzere, aktivistlerin oluşturduğu toplumsal baskı siyasî ve askerî kanattaki Suriye muhalefetini sınırlandırma veya yönlendirme gücüne sahiptir. Toplumsal olarak bir olayın kabul edilmesi veya reddedilmesinde aktivistler son derece etkindir. Kendilerini de Suriye devrimin dolayısıyla Suriye muhalefetinin bir parçası olarak görmektedirler.

Dokuz kişilik örneklemin küçük olmasından dolayı belirlenen dokuz kişi, Suriye muhalefetini temsil etme kapasitesine uygunluk bağlamında seçilmiştir ve olabildiğince yüksek bir temsiliyet gücüne dikkat edilmiştir. Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında görüşmecilere bazı yorumlar okunmuştur ve bu yorumlara hangi ölçüde katıldıkları [katılıyorum, biraz katılıyorum, biraz katılmıyorum, katılmıyorum] sorulmuştur. İkinci kısımda ise birinci kısımdaki konu başlıklarına ilişkin açık uçlu sorular sorulmuş ve yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Bu rapor, mülakatlardan elde edilen veriler ışığında Suriye muhalefeti perspektifinden Ankara-Şam görüşmelerini ele almıştır.

Birinci Kısım: Genel Değerlendirme ve Görüşler

Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında bazı yorumlar ifade edilmiş ve görüşmecilere bu yorumlara ne ölçüde katıldıkları sorulmuştur. İkinci kısımda daha detaylı ve derinlemesine bir mülakat gerçekleştirilmiştir

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere ilişkin genel görüşleri ve beklentileri sorulduğunda beklenenin aksine, Suriye muhalefeti bileşenlerinin görüşmenin varlığını kısmen de olsa olumladıkları görülmektedir. Nispeten askerî bileşenler siyasî bileşenlere göre görüşmelere ilişkin daha şahin bir tutum içinde oldukları anlaşılmaktadır [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,A), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS)]. Özellikle Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçmediği sürece, Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri kabul etmeleri daha kolay olduğu belli olmaktadır [biraz katılıyorum: 7 (AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS),  biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 1 (AK)]. Aktivistler, Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinin Türkiye’deki seçimlerle ilişkilendirirken, siyasî ve askerî kanat buna katılmamaktadır [katılıyorum: 2 (AK,AS), biraz katılıyorum: 2 (AK,AK), biraz katılmıyorum: 2 (Sİ,AS), katılmıyorum: 3 (Sİ,Sİ,AS)]. Ancak Ankara-Şam görüşmelerinin Türkiye’nin önemli bir politika değişikliğine işaret ettiği de düşünülmemektedir [katılıyorum: 2 (AK, AS), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,Sİ), katılmıyorum: 4 (Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Görüşmelere ilişkin bazı beklentiler sorulduğunda, Suriye muhalefeti bileşenlerinin çok net öngörüleri olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine dair kesin bir beklenti bulunmaktadır [katılıyorum: 8 (AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK)]. Benzer bir şekilde, Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçeceği kabul edilmemektedir [biraz katılıyorum: 1 (AK), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK, AS), katılmıyorum: 5 (Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)]. Esed rejiminin iki temel ön şartının Türkiye tarafından yerine getirilmeyeceğine olan inançla beraber, Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerinin Suriye’deki siyasî çözüme katkısı olacağına da katılmamaktadır [biraz katılıyorum: 2 (Sİ,AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,A,AS)]. Kıyasen biraz daha iyimser olunsa da, Suriye muhalefeti bileşenleri düzenlenen görüşmelerin Suriye halkını bir fayda sağlayabileceği görüşüne de katılmamaktadır. Ancak siyasîlerin diğer iki gruba göre daha iyimser olması da dikkat çekmektedir. [biraz katılıyorum: 3 (Sİ,Sİ,Sİ), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,AS), katılmıyorum: 3 (AK,AS,AS)]. Türk kamuoyu açısından Ankara-Şam görüşmelerini önemli kılan iki konu başlığı bulunmaktadır. Birincisi YPG’ye karşı mücadele için bir anlaşmaya varılma ihtimalidir. Bu bağlamda Suriye muhalefeti bileşenleri çok iyimser değildir. İkinci kısımda yapılan daha derinlemesine mülakatta anlatılacağı üzere, nispeten daha iyimser olanlar, Ankara ile Şam’ın YPG’ye karşı ortak bir anlayışı benimsemesini değil, Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesinin mümkün olabileceğini düşünmektedir [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,AS)]. İkincisi ise Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesi bağlamında bir anlaşmaya varılmasıdır. Bu konuda Suriye muhalefeti bileşenleri kesin olarak bu görüşün gerçekdışı olduğunu değerlendirmektedir [biraz katılmıyorum: 1 (AS), katılmıyorum: 8 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelerin yapısı ve şekline ilişkin ifade edilen yorumlara Suriye muhalefetinin genel olarak katılmadığı görülmektedir. Suriye muhalefetinin dörtlü zirvede yer almaması sorun değil yorumuna kesin olarak katılmamaktadırlar [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)]. Görüşmelerde Rusya’nın arabulucu olarak yer almasına dair genel olarak olumsuz bir görüş hakimdir; aktivistlerin siyasîlere ve asker kanattan olanlara göre daha sert bir tutumu söz konusudur [katılıyorum: 1 (Sİ), biraz katılıyorum: 1 (AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,AS,AS)]. Rusya’nın arabuluculuk olarak varlığına dair siyasî ve askerî kanattan bazı daha ılıman görüşler olsa da İran’ın arabuluculuğu kesin bir şekilde olumlanmamaktadır [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)].

 

 

 

İkinci Kısım: Ankara-Şam Görüşmelerine Genel Bakış Açısı

Suriye muhalefetinin siyasî, askerî ve aktivist kesimleri açısından Ankara ile Şam arasında devam eden görüşmeler son derece önemli ve hayatî olduğu görülmüştür. Gerçekleştirilen mülakatlarda sorulan açık uçlu sorulara verilen cevaplar üzerinden anlaşılacağı üzere, Suriye muhalefeti açısından bu görüşmelerde öne çıkan üç unsur bulunmaktadır. Birinci unsur Türkiye’nin neden Şam ile görüştü sorusunu açıklama çabaları oluşturmaktadır. İkinci unsur ise Suriye muhalefetinin bu görüşmeleri nasıl değerlendirdiğinin ve onlar için ne manaya geldiğinin izahıdır. Üçüncü unsur ise Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere dair gelecek öngörüleri ve beklentileri olmuştur.

  • Türkiye Neden Görüştü?

Türkiye’nin neden Esed rejimi ile görüştüğü sorusuna ilişkin Suriye muhalefetinden popüler iki açıklama gelmektedir. Türkiye’nin bir devlet olduğu ve her devlet gibi kendi çıkarlarını koruması gerektiğini anlayışla karşıladıkları ile başlayan girizgâhların ardından, Suriye muhalefeti içsel ve dışsal faktörler diye ayrım yaparak, Türkiye’nin görüşme sebeplerini açıklamaya çalışmaktadırlar. İçsel faktör olarak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar ve bu meselenin Türkiye’deki seçimlerde önemine vurgu yapmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye’deki muhalefetin Türkiye’deki toplumsal algıyı domine ettiği ve Esed rejimi ile görüşmenin – gerçekçi olmasa da – Suriyeli sığınmacılar sorununa bir çözüm oluşturacağı varsayımına vurgu yapılmaktadır. Özellikle seçimlerden önce iktidarın, muhalefetin bu argümanını boşa çıkarmak için Esed rejimi ile görüşmeyi kabul ettiği vurgulanmaktadır. Dışsal faktör olarak ise Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisine değinilmektedir. Burada iki ayrı görüş hâkimdir. Birinci ve daha güçlü olan görüş, Rusya’nın Türkiye’nin terörle mücadelesini engellediği ve Türkiye’ye Şam’ı işaret etmesi sonucunda Türkiye’nin Şam ile görüşmeyi kabul etmesidir. İkinci ve daha zayıf olan görüş ise, Türkiye’nin Rusya ile gelişen ilişkileri ve işbirliği sonucunda, iki ülkenin Suriye’deki ihtilafı çözmek adına ortak bir arzuya ve ortak bir niyete sahip olduklarıdır.

Söz konusu bu iki popüler açıklamanın yanında – ki bu iki açıklama hep beraber zikredilmektedir – bazı görüşmeciler Türkiye’nin genel olarak Suriye politikasında bir dönüşüme gittiği ve görüşmelerin bu dönüşümün bir sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bir açıklama ise Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesi Türkiye’yi tedirgin ettiği ve Türkiye’nin sürecin dışında kalmak istemediği ve bypass edilmek istemediği için Esed rejimi ile görüşmeye başlaması olduğu yönündeydi.

  • Muhalefetin Bakış Açısı

Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere ilişkin Suriye muhalefetin bakış açısı karmaşıktır. Bir yandan Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı gösterilirken, diğer yandan da Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşme biçimine ilişkin önemli itirazlar bulunmaktadır. Kendilerinin arzuları Esed rejimi ile görüşmelerin hiç olmaması olsa da, görüşmelerin var olduğu takdirde, formatın ve yöntemin değişik olmasıdır. Formata ilişkin en çok dillendirilen eleştiri, Suriye muhalefetinin görüşmelerde yer almamasıdır. Yapılan tüm görüşmelerde (birisi hariç) Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan müzakerelerde yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde müzakereleri yürüttüğü ve Suriye muhalefetinin masadaki varlığının hem Türkiye’yi güçlendireceği hem de görüşmelerin daha sağlıklı bir zeminde ilerlemesine imkân tanıyacağı argümanı olmuştur. Söz konusu bu yaklaşım Suriye muhalefetinde önemli bir değişime işaret ettiği burada belirtilmelidir. Nitekim önceki yıllarda Suriye muhalefeti Esed rejimi ile görüşmeyi kategorik olarak redderken, şuan görüşmelerde bulunmamalarını bir sorun ve eksiklik olarak nitelendirmektedirler. Hatta kendilerinin görüşmelerde olmayışını, Suriye muhalefetini zayıflatan ve Suriye muhalefetinin önemini azaltan bir unsur olduğunu ifade etmektedirler.

Suriye muhalefetinin görüşmelere dair diğer bir eleştirisi de Birleşmiş Milletlerin görüşmelerde yer almayışıdır. Suriye muhalefetine göre, Esed rejimi ile müzakereler BM gözetiminde ve yönetiminde gerçekleşmelidir. Türkiye’nin İran ve Rusya arabuluculuğu ile görüşmesinin yanlış olduğu ve BM’nin ön planda olmasının daha doğru olacağı vurgulanmıştır.

Görüşmelerde Rusya ve İran’ın varlığına ilişkin kesin olarak İran’ın varlığı ve mevcudiyeti Suriye muhalefeti tarafından bir sorun olarak değerlendirilmektedir. İran’ın görüşmelerde oynadığı rol Suriye muhalefetini derinden rahatsız etmektedir. Ancak Rusya’nın varlığı nispeten daha olumlu karşılanmaktadır. Hatta bazı görüşmeciler, Türkiye’nin boşuna Esed rejimi ile görüştüğünü ve görüşmeleri aslında sadece Rusya ile yürütmesi gerektiğini de ifade etmişlerdir.

Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinden memnun olmayan Suriye muhalefeti, masada yer almamasına rağmen, Türkiye’nin Suriye muhalefetini yarı yolda koymayacağından çok emindir. Türkiye’nin Suriye muhalefetine gerekli güvenceleri verdiğini ifade eden siyasî ve askerî görüşmeciler, Türkiye’nin Suriye muhalefeti ile müttefik olduğunu ve kader birlikteliği yaptığını belirtmektedirler. Ancak aktivist görüşmeciler ise bu konuda bazı şüphelere sahiptirler. Söz konusu bu fark, Türkiye’de görüşmelerde yer alan kurumların (Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı) görüşmelere dair düzenli olarak siyasî ve askerî muhalefet ile görüşmesidir. Ancak aktivistlerin bu yönde daha şüpheci olması, Türkiye’deki kurumların bilgi paylaşımı ve Suriye muhalefeti ile yaptığı görüşmelerin Suriyeli topluma ve genel kamuoyuna yansımadığına işaret edebilir.

Esed rejiminin görüşmelerde aldığı pozisyona ilişkin, Suriye muhalefeti Esed rejiminin bilinen tutumunu devam ettirdiği ve üsten bakışlı bir tavırda olduğunu ifade etmişlerdir. Beşar Esed tarafından Arap Zirvesi’nde yapılan konuşmada diğer Arap devletlerini Türkiye’nin ‘yayılmacı’ ve ‘Osmanlıcı’ politikalarından uyarmasına dikkat çekilmiştir. Esed rejiminin öne sürdüğü iki ön şart (Türk askerin Suriye’den çekilmesi ve Suriye muhalefetine verilen desteğin son bulması), Esed rejiminin gerçekçi olmayan taleplerini ve uzlaşmaz tutumuna işaret olarak gösterilmektedir. Ancak bu iki ön şartın Türkiye tarafından kesin olarak uygulanmayacağına dair de çok güçlü bir inanç ve güven hâkim olduğu görülmüştür.

  • Gelecek Öngörüleri

Suriye muhalefetinin  Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin ciddi bir beklentisi bulunmamaktadır. Esed rejiminin Türkiye’nin taleplerini olumlu karşılamayacağı belirtilmektedir. Esed rejiminin bu yönde ne bir niyeti ne de kapasitesinin olduğu vurgulanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin de seçimlerden sonra görüşmelere daha az istekli olacağı beklentisine da işaret edilmektedir. İki tarafın tutumları ve Esed rejiminin de kapasite sorunu eklendiğinde, görüşmelerin geleceğinin olmadığı vurgulanmaktadır. Özellikle Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan kendi öz tecrübelerine atıf yapılarak, Esed rejiminin uzlaşmaz tutumu olduğu ve uzlaşmaya yanaşmadığı, yanaşsa bile verdiği sözleri asla yerine getirmediğinin altı çizilmiştir. Bu bağlamda Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesine işaret edilerek, Esed rejimi hiçbir şey vermeden, Arap devletlerinden istediğini almayı başardığı belirtilmiştir. Hatta Suriye’deki savaşta da Esed rejimi hiçbir zaman uzlaşmaya yaklaşmadığı ve uzlaşma sağlansa bile Esed rejiminin sözünde durmadığı aktarılmıştır. Mevcut durumda Esed rejiminin kendisini muzaffer olarak gördüğünden dolayı bu tutumunun başarılı olduğunu değerlendirdiği anlatılmıştır. Rejimin bu yöndeki siyasî okuması da Ankara-Şam görüşmelerini engelleyen faktör olarak değerlendirilmektedir.

İlaveten, Türkiye’nin Esed rejimi ile yapmış olduğu görüşmelerden olumlu herhangi bir sonucun çıkmayacağı vurgulanmaktadır. Israrlı sorulara rağmen, dokuz görüşmeciden hiçbiri Ankara-Şam görüşmelerinden çıkması mümkün olan herhangi bir olumlu sonuç düşünememiştir.

Suriye muhalefetinin genel beklentisi Ankara-Şam görüşmelerin başarısız olacağı veya rölantide devam edeceği yönündedir. Bu beklenti bağlamında, Türkiye’nin belirli bir süre sonra Esed rejimi ile görüşmeden önceki politikalarına tekrar geri döneceği beklentisi ve arzusu da bulunmaktadır.

Görüşmelerden başarı için neyin yapılması gerektiği konusunda, Suriye muhalefeti ümitsizliğini dillendirmiştir. Esed rejiminin tutumunda değişiklik olmadan bir başarının elde edilemeyeceğini ve mevcut konjonktürde bir değişim emaresinin görülmediğinin altı çizilmektedir. Ancak olurda rejimde bir tutum değişikliği gerçekleşse bile, başarı elde edilebilmesi için mevcut dörtlü zirve yerine BM nezdinde BM Güvenlik Kurulu’nun 2254 No’lu kararının uygulanması gerektiği bir sürece ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Esed rejimi ile görüşmelerin Cenevre’de uluslararası toplumun katılımı ile yapılması gerekildiği aktarılmıştır.

Suriyeli Sığınmacıların Geri Dönüşü

Suriye muhalefetinde, Türk kamuoyunda Esed rejimi ve Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne ilişkin beklentilerin tamamen gerçekdışı olduğu ve büyük bir yanılsama olduğu görüşü hâkimdir. Yapılan görüşmelerde, Esed rejimi ile görüşmenin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne olumlu bir katkı sağlama ihtimali kesin ve somut bir şekilde reddedilmiştir. Hatta bu yöndeki beklentinin kaynağının ne olduğu ve Suriye’nin gerçekliğinden nasıl bu denli uzak olunabileceği yönünde de bir şaşkınlık dile getirilmiştir. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne Esed rejiminin herhangi bir olumlu katkısının olmayacağı altı argümanla izah edilmiştir.

Birinci argüman, Suriyeli sığınmacıların sığınmacı konumuna düşmesinin sebebidir. Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların – rejim muhalifi ve rejim destekçilerinin – Esed rejiminden kaçtıkları ve Esed rejimi sebebiyle Suriye’ye geri dönmedikleri izah edilmiştir. Rejime muhalif kişilerin canlarını ve mallarını korumak için, Esed rejiminden kaçmak zorunda kaldıklarını ve onların sığınmacı statüsünde olmasının sebebi olan Esed rejimi ortadan kalkmadıkça, bu insanların geri dönmeyecekleri vurgulanmıştır. İnsanların katillerine dönmesini beklemenin yanlış olduğu belirtilmiştir. Rejim destekçisi Suriyeli sığınmacıların ise Esed rejimi için savaşıp masum Suriyelileri öldürmek istemediklerinden dolayı, Suriye’den kaçtıkları ifade edilmiştir. Zorunlu askerlik uygulaması sebebiyle, Suriye’ye geri dönüşlerinin mümkün olmadığı aktarılmıştır. Esed rejiminin çıkardığı afların, zorunlu askerlikten kaçanlara uygulanacak cezaları affettiği ama yine de zorunlu askerlik hizmetinin yapılması gerektiği izah edilmiştir.

İkinci argüman ise Suriye içindeki nüfus dengeleri ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan siviller olmuştur. Yurtdışında nispeten daha iyi şartlarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü konuşmadan önce, Suriye’de yerlerinden edinmiş ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan milyonlarca sivilin neden evlerine dönmediklerine bakılması gerekildiği vurgulanmıştır. Çadırlarda çok zor hayat şartların olmasına rağmen, kışın insanların donarak ölmesine rağmen ve kamplarda ciddi bir yoğunluk olmasına rağmen, insanlar Türkiye sınırına yakın bir bölgede yaşamayı, rejim kontrolündeki Hama, Humus ve Şam (Guta)’a geri dönmeye tercih ettikleri hatırlatılmıştır. Kamplarda yaşayan, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden büyük ölçüde mahrum olan bu insanların evlerine geri dönmediği bir ortamda, Türkiye gibi müreffeh bir ülkede yaşayan Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmelerini konuşmanın gereksiz olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca Suriye’deki nüfus hareketliliğinin de göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir. Savaş öncesi 23 milyon olan Suriye nüfusunun 6,5 milyonunun yurtdışına kaçtığı ve mülteci olarak yaşadığı belirtilmiştir. Buna ilaveten, insanların rejim bölgelerinden kaçıp Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelere geldikleri ifade edilmiştir. Nitekim savaş öncesi 1,5 milyon nüfusa sahip olan ve şuan Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelerde, an itibariyle 5 milyon civarında insan yaşaması bu iddiayı doğrulamaktadır.

Üçüncü argüman ise Esed rejiminin Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumu olmuştur. Yapılan görüşmelerde, Esed rejiminin mutlak surette Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesinin istemediği ve bunu engellemek için uğraştığı belirtilmiştir. Esed rejimine bağlı üst düzey kişilerin Suriyeli sığınmacıları terörist olarak nitelendirdikleri ve geri dönen Suriyelilerin Esed rejimi tarafından geri dönüşlerine garanti verilmesine rağmen işkence edildiği, tecavüz edildiği ve mallarına el konulduğu vurgulanmıştır. Esed rejiminin bu tutumu, rejimin kontrol edilebilir bir nüfusu tercih ettiği ve Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmesinin bir saatli bomba olarak gördüğü aktarılmıştır. Yapılan izahata göre Suriyeli sığınmacılar evlerine geri dönerse, Türkiye gibi ülkelerde demokrasi, özgürlük ve devlet hizmetlerinin ne olduğunu görmüş olan bu insanlar tekrar Esed rejimine karşı ayaklanacaktır.

Dördüncü argüman, Esed rejiminin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne imkan sağlayacak kapasiteye de sahip olmayışıdır. Rejim bölgelerindeki ekonominin çok kötü olduğu ve Suriyeli sığınmacıların geri dönmesinin ekonomik açıdan mümkün olmadığı belirtilmiştir. Suriyeli sığınmacıların geldiği bölgelerin çoğunluğu (Hama, Humus ve Halep) rejim bombardımanı tarafından yıkıldığı aktarılmıştır. Rejim bölgelerindeki altyapının ve üstyapının daha büyük bir nüfusu kaldırmaya imkân vermediği ve rejimin o kadar çok insanı beslemeye gücü yetmeyeceği ifade edilmiştir. Mevcut olarak rejim bölgelerinden yaşayan Suriyelilerin ekonomik zorluklardan dolayı – rejimi destekleseler bile – Suriye’den çıkmanın yolunu aradıkları söylenmiştir.

Beşinci argüman ise Lübnan ve Ürdün’ün Esed rejimi ile 2018 yılında ilişkileri normalleştirmiş olmaları ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için ortak bir mekanizmanın kurulmuş olmasına rağmen, 2018’ten bu yana Suriye’ye kayda değer bir geri dönüşün olmadığıdır. Hatta Lübnan’ın artık Suriyelileri zorla geri göndermeye çalıştığına değinilerek, Suriyeli mültecilerin gönüllü geri dönüşünü bırakın, zorla geri gönderilmelerinin bile mümkün olmadığı izah edilmiştir.

Altıncı argüman, Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki genel asayiş ve güvenlik sorunlarıdır. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, rejim kontrolündeki bölgelerde Esed rejiminin hâkimiyetinin olmadığı ve Esed rejiminin Şam merkezindeki bazı mahalleler haricinde sözünün geçmediği belirtilmiştir. Rejim kontrolündeki bölgelerde hâkim güçlerin İran ve Rusya’ya bağlı milis yapılar olduğu ve her milis yapısının kendi bölgesinde ayrı bir uygulamaya sahip olduğu aktarılmıştır.

Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü için yegâne ve tek çarenin Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgeler olduğunun altı çizilmiştir. Suriye’ye geri dönen Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun muhalif bölgelere olduğu belirtilmiştir. Muhalefetin kontrolündeki bölgelerin toprak olarak sınırlı olmasına ve Suriye’nin içinden de ciddi göç almasına rağmen, sığınmacılar için Suriye’deki en cazip bölgeler olduğu vurgulanmıştır. Eğer toprak anlamında bu bölgeler geliştirilir ve Katar Kalkınma Fonu’nun desteklediği konut projeleri yapılmaya devam edilirse, daha fazla Suriyeli sığınmacının Suriye’ye geri dönmesine imkan olacağı ifade edilmiştir. Suriye muhalefeti açısından, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesinin olumlu olduğu ve onların geri dönüşünü sağlamak için çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Görüşmeler ve Terörle Mücadele

Suriye muhalefeti bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, öne çıkan en önemli konu başlıklarından birisi de terörle mücadele bağlamında Türkiye’deki beklentiler olmuştur. Görüşmeciler Türk kamuoyundaki beklentilerin saha gerçekliğinden uzak olduğunu ve bu beklentilerin yerine gelmesinin mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Esed rejiminin YPG ile mücadelede Türkiye için bir partner olamayacağını ifade eden görüşmeciler, YPG’nin Türkiye’den önce Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini, [2011’den bu yana] Türklerden daha çok Suriyelileri öldürdüğünü ve terör örgütlerinin Suriye’de yeri olmadığını aktarmışlardır. Bu bağlamda Türkiye ile Suriye’nin çıkarlarının örtüştüğünü ve Suriye muhalefetinin Türkiye’nin doğal ve rasyonel müttefiki olduğunun altını çizmişlerdir. YPG’ye ilişkin olan bu bakış açısının Esed rejiminde olmadığını ve olsa dahi Esed rejiminin YPG ile mücadele için bir kapasitesinin olmadığını vurgulamışlardır. Türkiye ile Esed rejimi arasında YPG’ye karşı bir anlaşma beklentilerinin olmadığını, tek anlaşmanın Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesi üzerine olabileceğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda, Esed rejimi ve daha da önemlisi Rusya’nın YPG’yi korumaktan vazgeçmesi durumunda, TSK ve SMO’nun YPG’ye karşı yeniden bir askeri harekat düzenleyebileceğini anlatmışlardır.

Esed rejimi ile Türkiye arasında YPG bağlamında neden bir anlaşma beklenmediklerine dair, görüşmecilerin 3 öne çıkan açıklaması mevcuttur:

Birinci açıklama geçmişe gitmektedir. Suriye muhalefeti bileşenlerin vurguladığı üzere, Esed rejimi ile PKK/YPG ilişkisi çok eskiye dayanmaktadır ve yeni bir olgu değildir. Baba Esed zamanından kalma ilişkiyi hatırlatan görüşmeciler, Esed rejiminin Abdullah Öcalan’ı Şam’da ağırladıkları ve koruduklarını hatırlatmıştır. Terör örgütü ile Esed rejiminin sağlam ve eski bir geçmişi olduğunu ifade eden görüşmeciler, 2012 yılında Esed rejiminin Suriye’nin kuzeyinden çekilirken, bölgeleri YPG’ye devrettiğini hatırlatmıştır. Hatta bir görüşmeci, kendisinin o dönemde rejim saflarında üst düzey bir bürokrat olduğunu ve Esed rejimin gönderdiği yazıda devlet binaları, bölgedeki askeri üsler, silah ve mühimmatların YPG’ye devredilip, Suriye’nin kuzeyinin YPG’ye teslimi emredildiğini anlatmıştır. Kendisinin o resmî yazıyı hala sakladığını ve rejimden ayrılmasında bunun büyük bir etken olduğunu belirtmiştir.

İkinci açıklama ise Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi üzerinden kurulmuştur. Bilindiği üzere 2016 yılında Halep şehri abluka altına alınmış ve sonunda içerideki tüm muhalifler Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan bir anlaşma gereğince tahliye edilmişti. O dönemde Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi YPG tarafından kontrol edilmekteydi. Şehrin ablukaya alınması için Esed rejimi ile doğrudan işbirliği yapan YPG, daha sonra muhaliflerin tahliye edilmesi ile Türkmen mahallesi olan Bostan Paşa’ya girmiş ve yarısını kontrol altına almıştır. Aradan geçen 7 seneye rağmen, YPG’nin bu iki mahalledeki kontrol alanı devam etmektedir. Görüşmeciler, Esed rejiminin Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesindeki YPG varlığını sonlandırmıyorken, Suriye’nin kuzeyindeki YPG kontrol alanlarına ilişkin adım atmasını beklenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Üçüncü açıklama ise Esed rejimin askeri kapasitesinin yetersiz olduğu yönünde olmuştur. Görüşmeciler, Esed rejiminin sayısal anlamda genişlemek ve Irak sınırına kadar kuzeyde kontrolü sağlamak için imkânlara ve askerî unsurlara sahip olmadığını ifade etmişlerdir. Suriye’nin güneyindeki Dera’da bile 5 yıldır rejim hâkimiyeti sağlanamamışken, rejimin kuzeydoğuya doğru genişlemesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. İlaveten, Esed rejiminin YPG’yi doğrudan hedef alması durumunda, ABD’nin de Esed rejimini hedef almasının muhtemel olduğunu vurgulamışlardır. Nitekim ABD, Türk askerini NATO müttefikliği sebebiyle hedef almazken, Esed rejimi için durumun çok farklı olacağını söylemişlerdir.

Son olarak, özellikle askerî kanattan olan görüşmecilerin vurguladığı diğer bir husus ise bu fikrin saha gerçekliği ile ne denli uzak olduğudur. Askerî kanattan olan görüşmeciler, cephe hatlarında yaşanan çatışmalarda karşılarında Esed rejim unsurları ve YPG’nin beraber aynı hendekte olduğunu hatırlatmıştır. Tel Rıfat, Menbiç, Ayn İssa, Tel Temr ve Amuda bölgelerinde aynı anda Esed rejimi ve YPG ile çatıştıklarını belirtmişlerdir. Sahadaki gerçeklik böyleyken, Ankara ile Şam arasında YPG’ye karşı ortak bir askerî hamlenin hiçbir şekilde inandırıcı olmadığını ifade etmişlerdir.

Sonuç ve Değerlendirme

Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin tutumu ve görüşleri değerlendirildiğinde öne çıkan 3 nokta bulunmaktadır.

  • Beklenti

Türkiye’deki kamuoyu algısının aksine, Suriye muhalefetinin beklentileri daha olumsuz ve daha negatiftir. Türk kamuoyunda görüşmelerin bir sonuç vereceği beklenirken, Suriye muhalefeti kesin olarak bir sonucun elde edilemeyeceğini ifade etmektedirler. Benzer bir şekilde, Türkiye’de görüşmelerin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için olumlu bir sonuç doğurması ve YPG’ye karşı ortak bir zeminde buluşulması ümit edilirken, Suriye muhalefeti bileşenlerinden görüşülen kişiler bunun olmayacağını net bir şekilde ifade etmektedirler.

  • Format ve İçerik

Türkiye’de dörtlü zirvenin formatı ve yapısına ilişkin çok fazla tartışma ve fikir ayrılıkları dillendirilmezken, Suriye muhalefetinin bu yönde ciddi eleştirileri bulunmaktadır. Görüşmelerde Suriye muhalefetinin yer almamasını büyük bir eksiklik ve hata olarak nitelendiren görüşmeciler, Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde kaldığını izah etmektedirler. Ayrıca Rusya ve İran arabuluculuğunda yapılan görüşmeler yerine, Birleşmiş Milletler uhdesinde görüşmelerin daha doğru olacağı değerlendirilmektedir.

  • Türkiye’ye Bakış

Suriye muhalefeti bileşenlerinden olan görüşmecilerin ortak bir şekilde vurguladıkları Türkiye’ye egemen bir ulus olarak saygı duydukları ve Türkiye’nin dünyadaki her devlet gibi kendi çıkarı doğrultusunda hareket etmesini anladıkları olmuştur. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine ve Suriye muhalefetini yarı yolda bırakmayacağına dair de kesin bir inanç hâkimdir. Esed rejiminin iki ön şartı olan ‘Suriye’den Türk askerlerin çekilmesi’ ve ‘Suriye muhalefetine desteğin kesilmesinin’ yerine getirilmeyeceği kuskusuz olarak görülmektedir.

  • Suriye Muhalefetinin Yaklaşımına Dair

Suriye muhalefetinin beklenildiğinden daha olgun olduğu görülmektedir. Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere duygusal olarak yaklaşmadıkları ve rasyonel zeminde argüman geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duyması ve Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri doğrudan reddetmemesi siyasî olgunluğu göstermektedir. Hatta Suriye muhalefeti bileşenlerinin siyasî okuması ve görüşmelerden beklentilerinin Türk kamuoyuna göre daha ayağı yere basan yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkündür. 2011’den bu yana Suriye muhalefetinin ciddi bir gelişim gösterdiği ve siyasî okuma becerisinde ciddi bir artışın olduğu ifade edilebilir. Savaşın ilk yıllarında Esed rejimi ile görüşmeyi dahi reddeden muhalefetin, Ankara-Şam görüşmelerine dair en büyük eleştirisinin Suriye muhalefetinin masada olmamasıdır. Bu değişim ve dönüşüm, 12 yıllık süreçte Suriye muhalefetinin ciddi tecrübe kazandığına işarettir.

Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olumlu bakışı ve sarsılmaz güveni bir yandan Türkiye için ciddi bir imkân sağlarken, diğer yandan ise önemli bir riski de içinde barındırmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olan sarsılmaz güveni zedelenirse, psikolojik ve duygusal anlamdaki yıkım da çok büyük olabilir.

Bu rapor, Haziran ayı boyunca Suriye'deki siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarının önemli gelişmelerini ele almaktadır. Suriye’de güvenlik anlamında, İdlib'teki Rus hava saldırılarında artış yaşandı. Suriye’nin doğusunda DEAŞ'a karşı güvenlik operasyonlarının yoğunlaşması ve Dera'da yerel fraksiyonlar ile rejim yanlısı milisler arasında çatışmalar arttı. Siyasî olarak rejim, Arap devletleriyle ilişkileri güçlendirmek ve ekonomik anlaşmalarla Arap yakınlaşmasının artmasını hedeflemeye devam etti. Ancak rejim ciddi siyasî adımları hala atmadığından dolayı Batı devletleri, normalleşmeye karşı olmaya sürdürmektedir ve rejime karşı uygulanan yaptırımların kaldırılmasını reddetmektedir. Ekonomik olarak, Esed rejiminin ekonomi ve mali politikalarının bir sonucu olarak Suriye lirasının değeri azalmaktadır. Paradaki değer kaybı ile beraber alım gücü de sürekli olarak azalmaktadır. Bu da Suriyelilerin normal yaşamlarında çektiği sıkıntıyı artırmaktadır. Özellikle Kurban Bayramı ile fiyatlar daha da yükseldi. Öte yandan, Suriye'nin kuzeyinde yerel meclisler ve sivil örgütler, stratejik sektörlerde erken iyileşme projelerinin birçoğunu hayata geçirmeye devam etti. Bunlardan biri Mare'de yeni bir sanayi bölgesinin açılmasıydı. Bu bölgede 50 hazır atölye ve 100'ün üzerinde inşa halindeki atölye bulunuyor. Ayrıca diğer birçok proje de mevcut.

Güvenlik İstikrarsızlığı Göstergelerinde Artış

İdlib'teki birçok bölge, Rusya ve rejim tarafından hava saldırıları ve topçu ateşiyle hedef alındı. Rusya'nın, rejimle Türk görüşmelerini desteklemesine rağmen güvenlik ve askerî durumları kötüleştirmesi, teknik anlaşmalar veya anlaşmaların gerçekleşmesi için gerekli politik irade kadar önemli bir faktör olarak görülmektedir. Özellikle son zamanlarda Lazkiye kırsalında yerel fraksiyonların, Kardaha şehrine bir insansız hava aracıyla saldırı düzenleyerek bir kişinin ölümüne ve başka bir kişinin yaralanmasına neden olan askerî yeteneklerini sergilediği görüldü.

Öte yandan, "Heyet Tahrir Şam" örgütüne ait güvenlik güçleri, "Genel Güvenlik" teşkilatında yer alan bazı önemli şahsiyetleri ve askerî birlikler ile ikinci derecede medya çalışanlarından oluşan yaklaşık 80 kişiyi yabancı güçlere casusluk yapmakla suçlayarak tutukladı. Bununla birlikte, HTŞ yerel düzeydeki direnişi kırmak ve kendi politik ve ekonomik manevra alanlarını genişletmek için çabalarını sürdürüyor. Bu durum, YPG ile ekonomik anlaşmaların yapıldığı iletişim kanallarının oluşturulmasıyla somutlaşmıştır.

Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ örgütü, YPG ve onlarla işbirliği yapanlara yönelik gerçekleştirilen 24'ten fazla saldırıyı üstlendi. Örgütün yayınladığı verilere göre, bu saldırılar 11 kişinin ölümüne ve 26 kişinin çeşitli derecelerde yaralanmasına neden oldu. Örgütün faaliyetleri, önceki aylarda uluslararası koalisyonun YPG güçleriyle birlikte önleyici operasyonları nedeniyle azalmıştı ancak Haziran ayında yeniden yükseldi. Koalisyonun bu ay içinde bölgede dört indirme operasyonu gerçekleştirdiği ve bunlardan birinin Haseke'nin güneyindeki örgüt liderlerinden birinin tutuklanmasıyla sonuçlandığı bildirildi. Ayrıca bölgede ABD askerî helikopteri düştü ve ABD komutanlığına göre 22 asker yaralandı. Deyr ez-Zor'da ise eyaletin çeşitli bölgelerinde 12 noktada kabile çatışmaları meydana geldi. Çatışmalar, ölümlere ve yaralılara neden oldu.

Bunun yanı sıra YPG’nin sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, kendi iradesiyle ellerindeki DEAŞ tutukluları için açık duruşmalar yapma niyetini duyurdu. Örgüt, tutukluları ve aileleri, niteliksiz kamplar ve hapishanelerde tutulmaları nedeniyle YPG için bir yük oluşturduğunu ifade etti. Özellikle Kuzeydoğu Suriye'deki DEAŞ saldırılarının artması ve geçen yılın başında Haseke Sanayi Cezaevi'nin DEAŞ tarafından ele geçirilme senaryosunun tekrarlanma korkusu ile birlikte, yıllardır yargısız olarak tutulmaları nedeniyle bu durum daha da zorlaşmaktadır. Ancak, kendi vatandaşlarını kabul etme çağrılarına yanıt vermeyen ilgili devletlerin yanı sıra, DEAŞ mahkûmlarının yargılanması için önemli hukukî engeller de bulunmaktadır.

Diğer yandan Türkiye, ‘Özyönetimi’ tanımamakta ve onu PKK'nın bir "terör örgütü" kolu olarak kabul etmektedir. Bu nedenle Türkiye, YPG liderliklerini ve üyelerini hedef almaya devam etmektedir. Bu çerçevede, "Kamışlı İl Meclisi"nin ortak başkanı Yesire Derviş, ortak başkan yardımcısı Leyla Şeviş ve şoför Ferat Toma etkisiz hale getirildi. Ayrıca il meclisinin ortak başkanı Cabi Şemo, Türk insansız hava araçlarının saldırısı sonucunda yaralandı. Saldırı, Kamışlı’nın doğusunda onları taşıyan bir araca yönelikti.

Dera'da, rejim yanlısı anlaşma ve uzlaşma girişimlerinin başarısızlığına işaret olarak, ildeki güvenlik kaosu devam etmektedir. Ay boyunca 30 kişi suikastlar sonucu öldürüldü ve ayrıca il genelinde farklı güvenlik olaylarında 8 kişi hayatını kaybetti. Bu durum, güvenlik kaosunun ve silahlı çatışmaların devam etmesine işaret etmektedir. Son olarak, Suriye-Ürdün sınırında Nasib geçidi yakınında yerel gruplarla rejim yanlısı milisler arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca Nasib üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı devam etmekte ve gençlerin Suriye’den kaçmaya devam etmesi durumu söz konusudur. Bu, 2018 ve 2021 anlaşmalarından sonra rejim tarafından kovalamaca ve kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle Dera ilinden Yunanistan sahilleri açıklarında Haziran ayı ortasında boğularak ölen 100'den fazla kişiyle birlikte gerçekleşmiştir.

Esed rejimi, Arap yakınlaşması ve Batı baskıları arasında

Esed rejimi, Arap Ligi'nde bir elçi ataması gerçekleştirdi ve Dışişleri Bakanı, Irak ve Suudî Arabistan'ı ziyaret etti. Suriye ile Arap ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliğin yeniden başlaması konusunda anlaşmaya varıldı. Aynı zamanda Beşar Esed, Birleşmiş Milletler İnsanî İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Durum Yardım Koordinatörü'nü kabul etti. Mültecilerin geri dönüşü konusunda politik yapılardan kaçınılması gerektiğini vurgulayarak, geri dönecekleri köylerde ve şehirlerde hasar gören altyapının yeniden inşası için gereksinimlerin karşılanması ve çeşitli hizmet tesislerinin rehabilite edilmesi çağrısında bulundu. Bu, rejimin güvenli mülteci dönüşü konusundaki ilerlemeleri özellikle güvenlik takibatının durdurulması, güvenlik birimlerinin düzenlenmesi ve yeniden yapılandırılması, tutukluların serbest bırakılması ve yargı sisteminin reform edilmesi gibi konularda geri adım olarak değerlendirildi. Bunun yerine rejim, ekonomik kazanımlar elde etmek ve üzerine uygulanan yaptırımları kaldırmak için uluslararası toplumu baskı altında tutmak amacıyla bu konuyu kullanma girişiminde bulunmaktadır. Bununla birlikte, Batı'nın normalleşmeyi reddetme tutumu devam ederken, Kanada ve Hollanda Esed rejiminin uluslararası hukuku ihlal ettiği ve işkence suçları işlediği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı'na ortak bir dava açtı. Bu adımlar, Arap dünyasının Esed rejimiyle normalleşme veya yaptırımları hafifletme konusunda ne kadar başarılı olabileceği ve Suriye'deki bazı Arap ülkelerinin, gerçek etki araçlarından yoksun olarak Esed'i uluslararası alanda rehabilite etme veya üzerine uygulanan yaptırımları hafifletme konusundaki yetenekleri hakkında önemli soruları gündeme getiriyor.

Öte yandan, Astana görüşmelerinin 20. turu tamamlandı ve son bildiride, "Suriye'nin belirli bölgeleriyle ilgili seçici önlemler ve muafiyetler dâhil olmak üzere uluslararası hukuku, uluslararası insan hakları hukukunu ve Birleşmiş Milletler Şartı'nı ihlal eden tüm tek taraflı yaptırımların reddedildiği" belirtildi. Bu durum, Türkiye'nin Esed rejiminin üzerindeki yaptırımları kaldırma veya hafifletme konusunda destekleyici bir tutum sergileyebileceğine işaret etmektedir. Ayrıca Astana'daki katılımcılar, rejimin 2023 Ağustos ayındaki uzatmanın sona ermesinden sonra rejimin ve Rusya'nın onayını aşma girişimlerine karşı çıktığını doğrulayan, Reyhanlı ve Bab al-Hawa sınır kapılarından yardımların girişine onay vermesi nedeniyle rejimin bu tutumunu memnuniyetle karşıladı.

Kuzeydoğu Suriye'de, "Suriye Demokratik Meclisi" ve Ulusal Değişim ve Demokrasi Koordinasyon Kurulu, ulusal demokratik değişim projesini benimseyen bir muhalif cephe inşa etme konusunda anlaşmaya vardı. Bu ortak belge, "Ulusal Demokratik Güçler" olarak adlandırılan politik güçlerin, Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı gereğince siyasi bir çözümün başarılı olması için beş temel ilkeyi benimsemelerini içeriyordu.

Suriyelilerin acılarını derinleştiren ekonomi politikaları

Suriye lirası hala ardı ardına düşüş yaşamakta ve yönetim tarafından uygulanan ekonomik ve mali politikalar sonucunda 1 Amerikan doları karşısında 9,250 liraya kadar gerilemiştir. Liranın ve fiyatların istikrarını yeniden sağlamak, ülkeden sert para çıkışını engellemek için, Para ve Kredi Kurulu, Suriye'ye gelenlere 500 bin dolara kadar miktarda nakit girişine izin veren bir karar yayınlamıştır. Ayrıca ülkeden ayrılanlar, 10 bin dolar veya dövize eşdeğer miktarda çıkış yapabilme izni almıştır.

Yaşam koşullarıyla ilgili olarak, fiyatların yükselmesiyle halkın zorlukları bayram zamanına denk gelmiştir. Dera'da yumurta fiyatı 30 bin liraya, Hama ve Şam'da ise 33-34 bin liraya ulaşmıştır. Diğer yandan, hükümet memurlarının ortalama maaşı aylık 100 bin lira iken kurbanlık fiyatı bazı bölgelerde 3 milyon liraya yükseldi. Böylelikle koyun fiyatları bir yıl içinde 6 kat artmıştır. Fiyatların yükselmesi ve alım gücünün zayıflaması nedeniyle vatandaşların alışveriş yapması azalmış ve piyasalarda durgunluk yaşanmıştır. Ayrıca kurban bayramı döneminde dış transferlerin Suriye'ye olan hacminin, geçen Ramazan bayramına kıyasla üç kat azaldığı rapor edilmiştir. Bu sırada yönetim, bayramdan önce herhangi bir mali yardım veya maaş artışı sunmaktan kaçınmıştır. Suriye Geçici Hükümetin Maliye Bakanlığı, 2022 için enflasyon oranını %100, 2023 için ise %104,7 olarak tahmin etmiş ve 2011-2023 arasındaki enflasyonun yaklaşık olarak %16.000 olduğunu belirtmiştir.

Muhalefet bölgeleriyle ilgili olarak, Suriye Geçici Hükümeti ve İdlib’teki Kurtuluş Hükümeti, sert buğday için ton başına 330 dolar, yumuşak buğday içinse ton başına 285 dolar bir fiyat belirlemiştir. Bu fiyat, geçen yılki 450 dolarlık fiyattan daha düşüktür. YPG’nin sözde YPG’nin verdiği fiyat ise 222 dolardır. Eğer fiyatta bir artış olmazsa, muhalif bölgelerdeki çiftçiler buğday ürünlerini hükümete veya tüccarlara satmaktan vazgeçecek ve daha fazla kar getiren ürünleri ekeceklerdir.

Erken iyileşme projeleriyle ilgili olarak, yerel meclisler ve sivil toplum örgütleri birçok hayatî sektörde projelerin uygulanmasını tamamlamıştır. Mare’deki yerel meclis, yeni bir sanayi bölgesi açmış olup 50 hazır atölye ve 100 hazırlık aşamasındaki atölyeyi içermektedir. Reyhanlı'daki endüstri bölgesine ana trafo bağlantısı yapılmış ve endüstriyel projelerin altyapısının hazırlanması hedeflenmiştir. Ayrıca Suriye Geçici Hükümeti'nde Maliye ve Ekonomi Bakanı, Reyhanlı'daki endüstri bölgesinde bebek sütü fabrikasının açılışına katılmıştır.

YPG’nin kontrol ettiği bölgelerle ilgili olarak, Haseke şehrinde gaz sıkıntısı nedeniyle yüzlerce vatandaşın katıldığı bir protesto düzenlenmiştir. Gaz fiyatları son zamanlarda karaborsada yaklaşık olarak 150 bin Suriye lirasına yükselmiş ve resmî fiyatın iki katına çıkmıştır. Ayrıca Amuda pazarı, lisans koşullarının finansal garanti ve ofis donanımı gibi imkânlarının üzerine çıkan yeni şartlar nedeniyle para transferi ve döviz bozdurma ofislerini kapatmıştır. ‘Özyönetim’ gümrük idaresi tarafından alınan yeni bir karar ile iç geçişler yoluyla YPG tarafından kontrol edilen bölgelere giren sebze ve meyve sevkiyatları için yeni bir gümrük sistemi belirlemiştir. Bu sistemde patates, domates ve yeşil soğan için 3 dolar, kuru soğan için 10 dolar, sarımsak için ise bir ton başına 20 dolar gümrük ücreti belirlenmiştir. Ayrıca bölgede üretilmeyen meyvelerin giriş ücretleri, kiraz için 6 dolar, muz için 16 dolar ve ananas için bir ton başına 60 dolar olarak belirlenmiştir. Bu durum, bu ürünlerin fiyatlarını etkileyecek, halkın alım gücünü azaltacak ve sıkıntılarını artıracaktır. Son olarak Haseke ilindeki itfaiye birliği, bu yıl 2023'te Haseke iline bağlı kırsal alanlarda yaklaşık olarak 370 dönüm, Kamışlı ilinde ise 418 dönüm ekili arazide meydana gelen hasarları kaydetmiştir.

Bu rapor, Temmuz ayı boyunca Suriye'deki güvenlik, siyasî ve ekonomik önemli olayları özetlemektedir. Doğu Suriye bölgeleri ve Fırat Nehri'nin her iki yakasında taraflar arasında askerî hareketlilik yaşanmaktadır. Aynı zamanda "Deir ez-Zor Askeri Konseyi" ile "Suriye Demokratik Güçleri" liderliği (YPG) arasındaki anlaşmazlıklar silahlı çatışmalara ve Deir ez-Zor'un kuzey kırsalındaki köylerde ve kasabalarda yolların kapatılmasına yol açan bir çatışmaya dönüşmüştür. Deir ez-Zor Askerî Konseyi üyelerinden iki kişi, YPG/SDG'ye ait askeri polis tarafından öldürüldü. Siyasî alanda, Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesi devam etmektedir fakat bu süreç rejimin sunabileceği şeylere bağlıdır ve mütekabiliyet esasına göre ilerlemeye dayanmaktadır. Suriye’ye Türkiye üzerinden yapılan BM yardımları için kurulan mekanizma, Rusya’nın BM’deki vetosu ile durdurulmuştur. Rusya, BM’nin insanî yardımların uzatılmasına ilişkin alınan kararı engelleyerek, BM ve insanî kuruluşların Suriye'de milyonlarca insanın yaşadığı korkunç insanî koşullar altında alternatif mekanizmalar oluşturulmasında ek bir zorluk oluşturmuştur. Özellikle Suriye'de ekonominin kötüleştiği ve Suriye lirasının daha fazla değer kaybettiği dönemde bunun gerçekleşmesi ayrı bir endişe yaratmaktadır.

İç Güvenlik Zorlukları ve Cephe Hatlarında Askerî Hareketlilik

İsrail, Şam kırsalında bir dizi güvenlik ve askerî hedefi vuran hava saldırıları gerçekleştirdi. Bu hedefler arasında Batı Şam kırsalında "Hizbullah" milislerinin eğitim sahası olan El-Bukeya bölgesi, mermer fabrikasının yakınındaki Hizbullah noktası, Sabura ve Yeafur köyleri arasındaki İran destekli milis noktası, Şam ve Dera arasındaki yönetimsel sınırda bulunan "88. Tugay" ve Tartus'un Kumus bölgesindeki "S 200" hava savunma üssü yer alıyor.

Güneyde, güvenlik açısından kaos devam ediyor. Dera ilinde 37 kişi öldürüldü ayrıca ay boyunca farklı güvenlik olaylarında 20 kişi daha hayatını kaybetti. Bu arada rejim güçleri sınırlı çapta güvenlik operasyonları ve askerî operasyonlar gerçekleştirmeye devam ediyor. Bu çerçevede Dera şehri, topçu ateşi ve insansız hava araçlarıyla bombalandı, örgüt üyelerini ve IŞİD hücrelerini hedef alarak birçok ev tahrip edildi. Özellikle insansız hava araçlarının kullanımı dikkat çekicidir. Bu, rejimin Dera'daki stratejisinde yeni güvenlik araçlarına yöneldiğini gösteriyor.

Suveyda'da yerel gruplar, hükümet güçlerinin ilde yaptığı gözaltı operasyonlarına tepki olarak bazı hükümet subaylarını rehin aldı. Bu subayların yerel aracılar vasıtasıyla muhalif tutsaklarla takas edilmesi amaçlandı. Bu tür olaylar rejimin ilde tam bir güvenlik hâkimiyetine sahip olmamasının bir yansımasıdır.

İdlib'de, "Heyet Tahrir el-Şam" örgütü, idarî birimlerde, güvenlik ve iletişim birimlerinde hükümete, Rusya'ya veya ABD'ye casuslukla suçlanan yetkilileri hedef alan bir güvenlik operasyonunu sürdürüyor. Kampanyanın başlamasından bu yana 300'den fazla kişi tutuklandı. Bu süreçte, Heyet Tahrir el-Şam ile rejim arasında İdlib cephe hattındaki çatışmalar ve karşılıklı sızma operasyonları devam ediyor fakat bu durum ateşkesi etkilemiyor.

Doğu Suriye'de, Deyr ez-Zor ve Fırat Nehri'nin her iki yakası farklı tarafların askerî hareketliliğine tanıklık ediyor. Uluslararası koalisyon güçleri, konvoylar halinde bölgedeki üslerine malzeme ve personel taşıyor. "YPG/SDG, Deyr ez-Zor'da bir operasyon merkezi kurdu böylelikle bölgedeki askerî varlığını artırdı. Koalisyon güçleri yerel aşiret liderleri ve askerî konsey temsilcileriyle görüşmeler yapıyor. Bölgedeki bu askerî yükselmenin, İran destekli milislerin uluslararası koalisyon güçlerine yönelik saldırı planlarını içerdiği bildiriliyor.

Öte yandan, Deyr ez-Zor'un kuzey kırsalında "Deyr ez-Zor Askerî Konseyi" üyeleri ile SDG'ye ait askerî polis arasında çatışmalar yaşandı. Bu olaylar, konsey üyelerinin ölümü ve gözaltına alınmasıyla başladı. Deyr ez-Zor Askerî Konseyi lideri Ahmed al-Khabil'in "Ebû Hula" olarak bilinen ses kayıtları, konsey üyelerini ve yerel aşiretlerin halkını askerî polis noktalarını kuşatmaya çağırıyor. Bu olaylar, SDG'nin iç yapısının zayıflığını ve örgüt içindeki YPG etkisini tekrar gündeme getirdi.

Son olarak Menbic şehri, YPG/SDG’nin zorunlu askere alma kampanyasına karşı bir genel greve sahne oldu. Şehirdeki birçok sektör, zorunlu askere alma politikasına karşı çıkarak greve gitti.

Normalleşme Sonrası Rejimin Tutumu: Şantaj

Rusya'nın veto etmesi nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Türkiye üzerinden yardım kararını uzatma girişimi başarısız olduktan sonra Esed rejimi, BM ve uzman ajanslarına, Bab al-Hava sınır kapısından insanî yardımların ulaştırılmasına izin verdiğini duyurdu. Ancak yardımların "terörist varlıklara" teslim edilmemesi ve dağıtımının rejime bağlı Suriye Kızılay’ı ile koordineli şekilde yapılması koşulunu öne sürdü. Bu karar, birçok Avrupa ülkesi tarafından reddedildi ve BM tarafından bağımsızlığına ve çalışma özgürlüğüne karşı bir çatışma olarak görüldü. Rejim, bu kararla uluslararası yardım dosyasını kontrol altına almayı ve muhaliflere karşı savaşında yeni bir araç olarak kullanmayı amaçlıyor ayrıca kontrolü dışındaki bölgeleri cezalandırmayı hedefliyor.

Bölgesel açılım ve normalleşme bağlamında Esed, Bağdat Başbakanı Muhammed Şia El-Sudanî'yi resmi bir ziyaret kapsamında Şam'da ağırladı. Bu ziyaret, 2011'den bu yana Şam'a gelen ilk Irak Başbakanı ziyareti oldu. El-Sudanî, iki ülkenin ortak zorluklarla başa çıkmak için koordinasyonunun önemini vurgularken Esed, Suriye ve Irak'ın su kaynaklarının "çalındığını" iddia etti ve terörü destekleyen komşu ülkeleri suçladı. Bu açıklama, Türkiye'yi işaret ediyor ve Türkiye ile olan yakınlaşma sürecinin, Esed’in önceden belirlediği şartların yerine getirilmemesinden duyduğu rahatsızlığı gösteriyor. Rejimin önde gelen taleplerinden biri Türk askerlerinin Suriye'den çekilmesidir. Ayrıca teknik adımlar bağlamında, Ürdün ve Suriye arasında uyuşturucu kaçakçılığına karşı ortak bir komite oluşturulması için ilk toplantı Ürdün'de gerçekleşti. Bu komite, Ürdün'ün geçen Mayıs ayında ev sahipliği yaptığı istişare toplantısının sonuçlarına dayanarak oluşturuldu.

Dalgalı Piyasalar ve Ekonomik Zorluklar

Suriye lirası, Şam, Halep, İdlib ve Haseke pazarlarında dolar karşısında düşmeye devam ederek 1 dolar karşısında 13 bin lirayı gördü. Bu arada, Suriye Merkez Bankası doların resmi kurlarını kamuya açık bankalar, döviz büroları ve dış transferler ve bireysel döviz işlemleri için 9,900 liraya yükseltti. Suriye lirasının değerinin bu ay içinde düşmesi, ödeme aracının piyasada dolaşıma giren büyük miktarlarından kaynaklandı. Rejim kontrolündeki bölgelerde çiftçilerden satın alınan 800 bin ton buğdayın maliyeti 2 trilyon Suriye lirası (2000 milyar lira) ve YPG kontrolündeki bölgelerde 516 milyon dolarlık, Suriye kuzeydoğusunda ve muhalefet bölgelerinde 64 milyon dolarlık maliyet taşıyor. Bu fonlar nakit arzında bir artışa neden oldu ve Merkez Bankası, piyasada likiditeye eklemek üzere 5,000 liralık banknotun basılmasını onayladı.

Lira değerindeki düşüş, rejim kontrolündeki bölgelerde gıda ve gıda dışı malların fiyatlarında büyük ve düzensiz bir artışa neden oldu. Fiyatlar saat başı ve her gün değişiyor ve bazı ürünlerde fiyat artışı %200'ü aştı. 5 kişilik bir Suriye ailesinin yaşam maliyeti, mart ayının sonunda 5.6 milyon lira civarındayken, 6.5 milyon Suriye lirasına yükseldi. Bu ardışık krizlerle karşı karşıya olan rejim, ekonomi ve yaşam koşullarını iyileştirmek için Halk Meclisi ve Bakanlar Kurulu Ekonomi Komitesi'nden oluşan bir ortak komisyon kurdu ancak Halk Meclisi, ülkenin ekonomik gerçekliğini değiştirme konusunda aciz olduğunu kabul etmektedir.

Rejim hükümeti toplantılarının bir parçası olarak Tarım Bakanı Muhammed Hasan Kettan, İtalya'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Gıda Sistemleri Zirvesi sırasında Suudî meslektaşı Abdurrahman Fadli'ye, Suriyeli malların Suudî Arabistan'a girişi için kolaylıklar talep ettiğini ve rejime bağlı Suriye Arap Havayolları'nın Kraliyet Suudî yetkilileriyle yeniden uçuşları başlatma konusunda anlaştığını ve Arap Suriye Havayolları'nın Riyad'daki ofislerini hazırlamaya başladığını duyurdu.

Yatırım sözleşmeleriyle ilgili olarak, rejim hükümetine bağlı Ulaştırma Bakanlığı, Şam Uluslararası Havalimanı'nı Beşar ve Esma Esed ile doğrudan ilişkili kişilere ait olan "Eloma" şirketiyle yatırım yapacağını açıkladı. Rejim, Kamu Havacılık Kurumu'nun hisselerinin %51'e ve yatırım yapacak olan şirketin hisselerinin %49'a sahip olmasını, şirketin tüm yolcu ve kargo hava taşımacılığıyla ilgili iş ve hizmetleri gerçekleştirmesini ve uçuşları düzenleyip gerekli hizmetleri sağlamasını ve yer hizmetlerini gerçekleştirmesini, Suriye'deki hassas kaynakları hâkimiyeti altına alma ve büyük getiri sağlama politikasını sürdürmeyi hedefliyor.

Muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde, temel gıda maddelerinin fiyatları son altı ayda %48 arttı, bu da Türk lirasının değer kaybetmesi sonucu oldu ve Birleşmiş Milletler'e bağlı REACH ekibi, temel gıda maddelerine minimum harcama oranının 1600 Türk lirasından yaklaşık 2,700 Türk lirasına yükseldiğini belirtti.

Doğu Suriye bölgeleriyle ilgili olarak, YPG kontrol ettiği bölgelerde akaryakıt fiyatlarını artırdı, bu da akaryakıt istasyonlarının yeni bir fiyat belirlemeye kadar satış yapmasını durdurdu. Akaryakıt fiyatları, taşıtlar ve sanayi işleri için özel olarak kullanılan dizel yakıtı litre başına 425 Suriye lirasından, 525 Suriye lirasına yükseldi. Serbest dizel yakıtının litre başına 1,200 Suriye lirasından, 1,700 Suriye lirasına yükseldi ve evsel gaz tüpünün fiyatı 7,500 Suriye lirasından 10,000 Suriye lirasına yükseldi.

Diğer yandan, YPG Suriye'nin Haseke, Tel Temir bölgeleri ve kamplarını su kesintisi krizi nedeniyle felakete uğramış bölgeler olarak ilan etti. Haseke şehrinin içme suyu müdürlüğü, bazı insanların güvenli olmayan kaynaklardan bile kirli su alamadığını, bazılarının ihtiyaçlarını istismar ettiğini belirtti.

Kamışlı'da gıda satışları, Suriye lirasının daha fazla değer kaybetmesiyle 2022 Temmuz başından itibaren hacminin üçte birinden daha azına düştü. Bu durum şehir pazarındaki dükkân sahipleri tarafından belirtilmiştir. Hem tüketicilerin hem de perakende satıcıların gıda maddeleri satın alma talepleri %70'e kadar düşmüştür.

GİRİŞ

Suriyeliler hem kendi ülkesinde hem de sığındıkları dünyanın neredeyse her ülkesinde türlü türlü problemlerle karşılaşmakta, ayrımcı muamelelere maruz kalmaktadır. Ancak mültecilerden en kötü şartlarda yaşayanlar, hem ülkenin kendi özgün şartları hem de 2016’da başlayıp 2019’da derinleşen iktisadi ve siyasi krizlerin etkisiyle Lübnan’dakilerdir. Mülteciler siyasi, iktisadi, toplumsal ve emniyet baskı(sı) altında yaşamaktadır. 2022’den itibaren ‘gönüllü’ geri dönüş planı çerçevesinde ülkelerine dönmeye zorlanmaktadır. Ancak 1,5 milyon Suriyelinin yaşadığı Lübnan’da BM verilerine göre 2019’dan bu yana sadece 40 bin Suriyeli geri dönmüştür. ([1])

Lübnan yönetiminin ilk baştan itibaren mülteci politikası problemlidir. Korkular, iç siyasi rekabetler ve zayıf kurumlar yüzünden üzerinde uzlaşılan bir kamu politikası geliştirilememiş([2]), “siyasetsizlik siyaseti” benimsemiştir([3]). Bu da zamanla hem Lübnan hem de Suriyeli mülteciler için ciddi problemleri beraberinde getirmiştir. Özellikle 2019’da Lübnan halkını sokağa döken iktisadi krizle birlikte mültecilerin hayatı dayanılmaz bir hale gelmiştir. Bugün Lübnan nüfusunun yüzde 70’i fakirlik sınırı altında yaşarken Suriyeli ve Filistinli mültecilerde bu oran yüzde 90’ı aşmıştır; açlık sınırında yaşayanların oranı da oldukça yüksektir.([4]) Mültecilerin ekseriyeti Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) gibi uluslararası kuruluşların, bölgesel veya yerel hayır derneklerinin veya yurtdışındaki akrabalarının yardımlarıyla ayaktadır. Ancak bu yardımlar, yaygın dezenformasyonun da etkisiyle, fakirleşen Lübnanlılar ile mülteciler arasındaki gerginliği artırmaktadır. Mülteciler Lübnan’daki bütün krizlerin temel kaynağıymış gibi hedef gösterilmektedir.

Bu rapor, 17-22 Mayıs tarihleri arasında Lübnan’da bir saha araştırması kapsamında yapılan ziyaretlerden ve Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinlilerle mülakatlardan elde edilen bilgilerle kaleme alınmıştır.([5]) Mültecilerin hayat şartları, Lübnan yönetiminin ve halkının dışlayıcı tavırlarının nedenleri, Suriye’ye ‘gönüllü’ geri gönderme planının akıbeti ve yaşadıkları bütün zorluklara rağmen Suriyelilerin ülkelerine dönmek istememe nedenleri, Lübnanlı eski bir bakandan ve bir bakanlık çalışanından tutun insani yardım dernekleri görevlilerine ve Suriyeli dul mültecilere kadar sahada çok farklı kesimlerle görüşmelerden elde edilen bilgiler ışığında anlatılacaktır.

Mültecilerin zorlu hayat şartları

Mülteci dalgasının başladığı ve uluslararası kamuoyunun Suriye meselesine odaklandığı ilk yıllarda Lübnan BMMYK’dan ve uluslararası ve bölgesel kuruluşlardan fazlaca yardım almıştır. Ancak krizin uzamasının bağışçılarda yol açtığı bıkkınlık, dünyada başka krizlerin patlak vermesi ve küresel iktisadi krizle birlikte yardım için ayrılan bütçelerin kısılması Suriyeli mültecileri doğrudan etkilemiştir. Bilhassa Ukrayna savaşı ve Suriye’nin kuzeyini de etkileyen Türkiye’deki depremlerle birlikte - dahili ve harici siyasi müdahalelerin de etkisiyle - yurtdışından gelen maddi destekler iyice azalmıştır. BMMYK Lübnan’da yaptığı yardımların miktarını düşürmüş ve bazı Suriyelileri de yardım kapsamından çıkarmıştır. BMMYK’ya kayıtsız olanlar - ki Mayıs 2015’ten itibaren Lübnan hükümeti kayıtları durdurtmuştur - yardım alamamakta ve büyük sıkıntılar çekmektedir.([6])

Suriyeli mültecilerin birçoğu işsizliğe veya çok düşük ücretle kaçak çalışmaya mahkûm olma, yardımların azlığı, geçim sıkıntısı, ırkçılık ve ayrımcılık ([7]), ikamet problemi, güvenlik endişesi, tutuklanma korkusu, daimi belirsizlik ve gerginlik yaşamaktadır. Birçok Lübnanlının maaşının 100 dolara, hatta altına düştüğü bir ortamda bir yandan mültecilere gelen cüzi ayni ve nakdi yardımlar da eğitim ve sağlık desteği de Lübnan halkının gözüne batmakta, diğer yandan mültecilerin çok düşük ücretlerle karın tokluğunu çalışarak istihdam piyasasında yer almaları Lübnanlıları kızdırmaktadır. Lübnan halkı mültecilere adeta dışarıdan dolar yağıyor da refah içinde yaşıyorlar algısına sahipken evlerini ve kamplarını ziyarette zorlu hayat şartları hemen göze çarpmaktadır. Röportajlarda “Hayır derneklerinin yardımlarıyla hayattayız”, “Ev/çadır kirasını borçlanarak ödüyoruz, ödeyemediğimizde mülk sahibi tarafından kovuluyoruz”, “Elektrik fiyatı çok yüksek olduğundan artık karanlıkta yaşıyoruz”, “Oğlum sabah 8’den gece 12’ye iki ayrı işte haftada 6,5 gün çalışıyor ama kira parasını bile kazanamıyor”, “Kiramızı ödeyebilmek için artık oruç tutar gibi yaşıyoruz, meyve falan yiyemiyoruz” gibi ifadeler kullanmışlardır.

Birçok mülteci bir-iki odalı evlerde veya çadır kamplarda yaşamaktadır. Bir evde birkaç aile beraber yaşayanlar da vardır. Hiçbir altyapısı olmayan kötü şartlardaki çadır kamplarda yaşayanlardan bazıları arazi sahiplerine kira ödemek zorundadır. Devlet, Suriyelilerin Filistinlileşmesini ve mülteci kampları oluşmasını engellemek maksadıyla çadırdan kurtulmak isteyenlerin derme çatma da olsa beton bir yapı inşasına izin vermemektedir. Çadır kamplarda elektrik, su ve kanalizasyon altyapısının olmaması ve bunun yol açtığı çevre kirliliği zaman zaman Lübnan halkı ile mülteciler arasında gerginliklere yol açmaktadır.([8])

Lübnan’daki iktisadi krizin en şiddetli vurduğu sektörlerden biri sağlıktır. Devlet kendi vatandaşlarının dahi sağlık masraflarını karşılayamaz hale gelmiştir. Tedavi ve ilaç masrafları aşırı yüksek olup halk ilaç temininde zorluk çekmektedir. Hastaneler tedavi masraflarını dolar cinsinden ödeyemeyecek hastaları geri çevirmektedir.([9]) Lübnan’daki önemli bir uluslararası kuruluşta üst düzey yöneticilik yapan bir Lübnanlı, 21 Mayıs’taki röportajda şunu söylemiştir: “Eğer ben ve kız kardeşim çalışmasaydık ve maaşım dolar cinsinden olmasaydı anne-babamı Lübnan hastanelerinde tedavi ettiremezdik. Artık tedavi görebilmek için masrafları kendimiz ödüyoruz, ailemizi sosyal güvenlik sisteminin insafına bırakamıyoruz.”

Tedavi masraflarını dolarla ödeyemeyen Lübnan halkı hastanelerden geri çevrilirken kayıtlı mültecilerin sağlık masrafının BMMYK veya UNRWA tarafından karşılanması ve sağlık güvencelerinin olması, mültecilere duyulan husumetin diğer bir boyutudur. Öte yandan 1,5 milyon Suriyeli mültecinin sadece 800 bini kayıtlı olup kayıtsız mülteciler BM desteğinde sağlık hizmeti alamamaktadır. Kayıtlı olanlar arasında da mesela bazı kanser hastaları ilaç masraflarının pahalılığı yüzünden tedavi görememektedir. Eskiden ameliyat masraflarının dörtte üçünü ödeyen BMMYK artık yarıya düşürmüştür.([10]) Mültecilerin yüzde 90’dan fazlasının fakir ya da çok fakir olduğu düşünüldüğünde, geliri veya yurtdışında akrabası bulunmayanların ameliyat masrafının kalan yarısını denkleştirebilmesi mümkün değildir. Keza kırsalda yaşayanların sağlık merkezlerine erişimi de sıkıntıdır. Suriyelilerin çalıştığı sağlık kuruluşlarının birkaç ay evvel kapatılması nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni sıkıntılar baş gösterecektir.

Eğitime gelince BM’ye bağlı kuruluşlar mülteci çocukların ve gençlerin eğitimine önem vermektedir. Devlet okullarına sabahtan Lübnanlılar, öğleden sonra Suriyeliler gitmektedir. Devlet okullarının eğitim seviyesi düşük olduğundan geçmişte çocuklarını özel okullara yollayan Lübnanlılar iktisadi kriz yüzünden devlet okullarına mecbur kalmıştır. Bu da devlet okullarında mülteci çocuklar için ayrılan kontenjanın sınırlanması anlamına gelmektedir.([11]) Az da olsa bazı özel okullar mülteci çocukları kabul etmektedir. Suriyeli çocuklar için yabancı STK’ların açtığı, Lübnan Eğitim Bakanlığına bağlı olmayan özel okulların bir kısmı birkaç ay evvel kapatılmıştır.([12]) Ayrıca son dönemde iktisadi zorluklar ve özellikle ulaşım masrafları yüzünden birçok Suriyeli aile çocuklarını okula gönderemez olmuştur.([13])

Öte yandan iktisadi krizden önce de Lübnan’da Suriyeli mülteci çocukların eğitimi önemli bir problem olup 2018’de yüzde 58’i örgün eğitimin dışındaydı.([14]) Zira Suriyelilerin Lübnan’da doğan çocukları, mülteciler ileride ülkelerine geri dönmeye mecbur kalsın diye dönemin Dışişleri Bakanı Cübrân Bâsil’in ısrarıyla Lübnan makamlarınca kayıt altına alınmamış,([15]) sadece BMMYK tarafından kaydedilmişti. Kimliksiz bu çocuklar devlet okullarında ücretsiz eğitim hakkına sahip değildir, özel okula gidebilmektedir. İlkokul seviyesinde okullaşma daha yüksek olmakla birlikte lise ve özellikle üniversite düzeyinde eğitim alabilenlerin sayısı azdır. Kırsaldakilerin üniversite okuyabilmesi ise hayaldir. Kısaca mültecilik Lübnan’daki nice mülteci genç için geleceklerinin yitirilmesi demektedir.([16])

İstenmeyen Suriyeli Mülteciler

Peki, Suriyeli mülteciler Lübnan yönetimi ve halkı tarafından neden istenmemektedir? Bunun birçok nedeni vardır.

Birincisi, mezhep dengelerine dayalı hassas siyasi sistemi, kahir ekseriyeti Sünni olan Suriyelilerin günün birinde vatandaşlık alarak bozacağı endişesi bilhassa Hristiyan kesimde hâkimdir. Düşük doğum ve yüksek göç oranlarıyla Lübnan’daki Hristiyan nüfus zaten uzunca süredir azalmaktadır. Buna mukabil Suriyeli mültecilerin mevcut doğurganlık hızıyla Lübnan’ın nüfus yapısını Sünni Müslümanlar lehine değiştirmesinden endişe duyulmaktadır. Ülkedeki Hristiyan nüfusun [Mülteciler hariç] %32,4 olduğu belirtilirken([17]), son dönemdeki göçler ile Hristiyan nüfusun %19,4’e de düştüğü iddia edilmektedir.([18]) Yüzyıl evvel Fransızlar tarafından Maruni cemaatiyle işbirliği içinde Müslüman Ortadoğu’da bir ‘Hristiyan vatanı’ olarak kurgulanan([19]) Lübnan’ın bu özelliğini yitirmesi istenmemektedir. Suriyelilerin geri gönderilmesini en hararetle savunanlar, Lübnan’daki başat konumunu yitirmek istemeyen Hristiyan partiler ve Maruni kilisesidir. Maruni Patriği Bişare Butros er-Rai, Londra ziyaretinde mültecilerin varlığının “gerçek bir demografik, siyasi ve güvenlik tehdidi” olduğunu söylemiştir. Uluslararası bağışçı kuruluşlardan mültecilere Lübnan’da değil Suriye’de yardım etmelerini istemiş; Lübnan’da tarihi Hristiyan ve Müslüman cemaatler arasındaki çoğulcu hassas dengenin çok büyük mülteci varlığıyla bozulduğunu vurgulamıştır.([20])

İkincisi, Lübnan 2005’te Refik Hariri suikastından bu yana Suriye yanlısı 8 Martçılar ve karşıtı 14 Martçılar arasında kutuplaşmıştır. Suriye’deki devrim ve savaş, her ne kadar başlangıçta tarafsız kalma gayreti gösterilse de, özellikle Hizbullah’ın 2013’ten itibaren rejim safında bilfiil silahlı müdahalesiyle birlikte Lübnan siyasetindeki kutuplaşmayı derinleştirmiştir. 14 Martçılar Suriye muhalefetini ve rejime karşı mültecileri desteklerken, 8 Martçılar Suriye’deki devrimi meşru yönetime karşı bir başkaldırı olarak görmekte ve muhalifleri hain veya terörist saymaktadır. Lübnan’ın güvenlik yetkilileri de hem geçmişten beri Suriye rejimiyle yakın işbirliği içinde çalıştıklarından hem de Filistinli mülteciler tecrübesini hatırlarında tuttuklarından Suriyeli mülteciler konusunda 8 Mart İttifakı’na yakın bir çizgidedir.

Öte yandan Lübnan’daki keskin siyasi kutuplaşmaya rağmen son yıllarda siyasetçilerin ve halkın çoğu Suriyelilerin geri gönderilmesi konusunda hemfikir([21]) olup yöntem konusunda farklılaşmaktadırlar. Bu değişimde üçüncü faktör olan iktisadi boyut etkilidir. Zaten kaynakları kıt olan ülkede yüzde 25’lik ilave bir nüfus, siyasi ve iktisadi kötü yönetimle, yaygın yolsuzluklarla, bankacılık kriziyle, koronavirüs pandemisiyle ve Beyrut limanı patlamasıyla birleştiğinde, devleti iflasa sürükleyen çok derin bir krizi tetiklemiştir. Bankacılık, ticaret ve turizme dayanan ülke ekonomisinin temelleri yıkılmıştır. İşsizlik oranları artmış, çalışan kesimin reel ücretleri aylık 100 dolara, hatta daha da altına düşmüştür.([22]) Birikimi olanlar dahi yıllardır bankalardan paralarını çekememektedir. 2018’de 1 dolar 1500 Lübnan lirasıyken Mayıs 2023’teki ziyaretimde 1 dolar 94.000 liraya tekabül etmekteydi; Nisan’da ise dolar tarihi rekorunu kırıp 140.000 liraya kadar çıkmıştı. Paranın aşırı değer kaybı karşısında Lübnan’da son birkaç aydır dolar kullanılmaya başlanmıştır. Lübnanlılar bu kadar yıkıcı ve derin bir krizi 15 yıl süren iç savaşta dahi yaşamadıklarını ifade etmektedirler. Lübnan’ın yönetici sınıfı baş müsebbibi oldukları bu çöküşte kendi hatalarını kabul edip düzeltmek yerine mültecileri günah keçisi haline getirmiş, propagandalarında sürekli hedef göstermiş, siyasi kazanç için mülteci düşmanlığını körüklemiştir.

Dördüncüsü, Lübnanlıların Suriyelilere karşı önyargılarını yakın geçmişin acı hatıraları beslemektedir. 1976’da Lübnan İç Savaşı’na askeri olarak müdahale eden Suriye, ordusu ve istihbaratıyla 29 yıl ülkede kalmış; 1990’da savaş sona ererken Lübnan’ın hamisi rolüyle ülke siyasetini kontrolünde tutmuştur. Suriyeli istihbaratçılar, Lübnan’da bir yandan hukuk dışı sayısız uygulamaya imza atarken diğer yandan havalimanı ve gümrüklerden kumarhanelere kadar her alana el atarak büyük servetler elde etmiş ve esnaftan haraç almışlardır.([23]) Çekildikten sonra da Lübnan içindeki müttefikleri ve muhaliflere yönelik suikastlar üzerinden siyaseti dizaynı sürdürmüştür. Hal böyleyken Lübnan halkının azımsanmayacak bir kısmının zihninde olumsuz bir Suriye ve Suriyeli algısı mevcut olup sıradan Lübnanlıların Suriye rejimi ile halkını birbirinden ayırabilmesi hiç kolay değildir.

Beşincisi, demografik ve sosyal değişimin toplumsal dokuyu ve sosyokültürel hayatı değiştireceği endişesidir. Lübnanlıların Suriyelilerle evliliği, mültecilerin çocuk sayısının fazla oluşu, genel itibarıyla Suriye halkının daha geleneksel veya mütedeyyin oluşu, özellikle kadına muamelede farklılıklar, yoğun yaşadıkları bölgelerde gözlemlenen İslami canlanma vs. Lübnanlılarda hayat tarzımız değişecek korkusunu alevlendirmiştir. Lübnan toplumunun önemli bir kısmının şehirli karakter taşıması, buna mukabil Lübnan’a göçen veya kalan Suriyeli mültecilerin çoğunlukla kırsal kökenli oluşu da toplumsal gerilimin diğer bir boyutudur.

Altıncısı, hem iktisadi krizle yaşanan fakirleşmeye hem de yönetim zafiyeti, güvenlik boşluğu ve rüşvetin yaygınlığına paralel olarak ülkede artan suç oranları ve bunda Suriyelilerin payıdır. Lübnan devleti ve halkı mültecileri bir güvenlik meselesi olarak görmektedir. Lübnan yetkilileri mahkûmların %42’sinin Suriyeli olduğunu([24]) ifade ederken, bağımsız kaynaklar gerçek oranın %27 olduğunu([25]) belirtmektedir. Oysa suç oranları ve uyuşturucu bağımlılığı ile ticareti sadece Suriyelilerde değil, Lübnanlılar ve Filistinliler arasında da artmıştır ve mülteciler birçok suçu Lübnanlılarla işbirliği içinde işlemektedir.([26]) En basit örneği, - bağımlılarda hırsızlıktan yağmaya ve adam öldürmeye kadar birçok suçu tetikleyen - uyuşturucu üretiminin Suriye’de savaşan Lübnanlı silahlı örgütler eliyle ülkenin doğusunda gerçekleşmesidir.([27])

Bütün bu gerçek veya algıdan ibaret olan nedenler, mültecileri geri dönüşe iknanın veya zorlamanın gerekli olduğu fikrinin Lübnan’da yayılmasına yol açmıştır.

“Gönüllü” Geri Dönüş Planı

Lübnan yönetiminin her ay 15.000 Suriyeliyi ‘gönüllü’ geri gönderme planını ilanından dört ay sonra 26 Ekim 2022’de ilk kafile ülkesine yollanmıştır. Mültecilerin yoğun yaşadığı bölgelerde geri dönüş başvurusu için ofisler açarak süreci organize eden Lübnan Emniyet Genel Müdürlüğü, geri dönmeye razı gelenlerin listesini Suriye yönetimine yollamakta; rejim de devrim/isyan sürecindeki geçmişlerine, haklarında arama kararı veya açılmış bir dava olup olmadığına ve evlerinin bulunduğu bölgenin iskâna açılıp açılmadığına göre isimleri tek tek kontrol edip ülkeye dönüp dönemeyeceklerini belirlemektedir. Rejimin onay verdikleri, gruplar halinde ülkelerine yollanmaktadır. Geri dönüş için gönüllü başvurular olmakla birlikte beklenen ve istenen seviyeye henüz ulaşmamıştır.([28])

Komşu ülkeler her ne kadar Suriyelileri mülteci statüsünde kabul etmese de([29]) uluslararası hukuka göre topraklarına girenleri korumakla yükümlü olup zorla ülkelerine geri göndermeleri suçtur. Tam da bu yüzden son yıllarda Lübnan yönetimi hukuki düzenlemelerle ve güvenlik güçlerinin baskısıyla Suriyelileri kendi rızalarıyla geri dönmeye zorlamaktadır. 2023 yılı içinde Suriyelilerin hayatını eğitimden sağlığa ve çalışma koşullarına kadar çok daha zorlaştırıcı çeşitli kararlar ve sert tedbirler almış; bundan sonra ‘gönüllü’ geri dönüşler az da olsa artmaya başlamıştır.([30]) Ülkenin dört bir yanında, özellikle şehirlerin/ilçelerin ve bazı mülteci kamplarının giriş-çıkışlarında kurulu kontrol noktalarında Lübnan güvenlik güçleri zaten Suriyelileri takip altında tutmaktaydı. Nisan ayından itibaren Lübnan ordusu geniş çaplı ev ve kamp baskınlarına ve tutuklamalara başlamış, 1800 Suriyeliyi - kendi görevi kapsamında olmadığı halde - sınırdışı etmiştir.([31])

Uzun zamandır tartışılan geri gönderme planının uygulamaya dökülmesi, tam da yönetim boşluğunun yaşandığı bir döneme denk düşmüştür. 2022 Ekim sonundan bu yana Lübnan’da cumhurbaşkanlığı makamı boştur ve istifa etmiş geçici hükümet görev yapmaktadır. Son birkaç yıldır mahkemeler de kapalıdır; davalar görülmemekte, hukuk sistemi işlememektedir.([32]) Yani çok derin bir iktisadi krizden geçilirken yasama, yürütme ve yargı eklerinin doğru düzgün çalışmadığı, bir bakıma devletin kalmadığı bir dönemde, Lübnanlı bir akademisyenin deyimiyle “ortada işleyen bir yönetim mevcut olmayıp her kurum - Lübnan ordusu, Emniyet Genel Müdürlüğü, iç güvenlik birimleri ve kendi askeri gücü olan Hizbullah - adeta bir devlet yokmuşçasına kendi başına buyruk çalışmaktadır.”([33]) Hal böyleyken Lübnan yönetimi ‘gönüllü’ geri dönüş planını uygulayabilecek kapasiteden yoksundur.

Öte yandan saha araştırması sırasında Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi politikası konusunda görüşülen gazetecisinden akademisyenine ve insani yardım çalışanına kadar farklı kesimlerden Lübnanlılar, aslında Lübnan yönetiminin mültecilerin varlığından ve bu sayede dışarıdan gelen milyonlarca dolarlık yardımdan maddi anlamda çok istifade ettiği, onların tamamını gönderme gibi bir hedefin olamayacağı; dış devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve bağışçılardan daha fazla para alabilmek([34]) için mültecileri bir şantaj aracı olarak kullandığında hemfikirdiler.

Benzer şekilde Suriye rejiminin de mültecilerin geri dönüşü konusunda hevesli olduğu düşünülemez. Üçte bire düşen kontrolü altındaki mevcut nüfusun en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan rejimin milyonla mültecinin geri dönüşüne razı gelmesi, bunun yol açacağı ilave iktisadi ve sosyal sorunların altından kalkabilmesi mümkün değildir. Üstelik mültecilerin önemli bir kısmının rejimin ülke demografisini değiştirme planı çerçevesinde uyguladığı kasıtlı politikalarla yerinden edildiği ve nüfusunu tehcir ettiği bazı bölgelerdeki binaları tamamen yıkıp iskâna kapattığı düşünülürse, mültecileri sadece kontrollü bir şekilde ve sembolik miktarda kabul edeceği aşikârdır. Rejimin temel hedefi, mültecileri bir baskı ve şantaj aracı olarak kullanarak hem meşru otorite olduğunu uluslararası alanda kabul ettirmek hem uluslararası yaptırımları kaldırtmak ve yıktığı ülkesinin yeniden inşası için uluslararası kuruluşlardan ve yabancı devletlerden finansman çekebilmektir.

Burada kritik nokta, sadece mültecileri geri yollamak değil, aynı zamanda dönenlerin Suriye’de güven içinde yaşayabilecekleri ve çalışıp karınlarını doyurabilecekleri şartları sağlamaktır. Bu da ancak ve ancak uluslararası mutabakatla ve garantilerle gerçekleşebilir. Aksi takdirde ülkesine yollanan Suriyeliler bir süre sonra dağ yollardan kaçak olarak Lübnan’a geri gideceklerdir.([35]) Arsal’daki bir yardım kuruluşu yetkilisi de geçmişte Suriye’ye gönüllü olarak dönenler arasından kaçak yollardan Lübnan’a geri gelmek zorunda kalanlar olduğunu belirtmiştir.

Lübnan’da çalışma hakkının ve hizmetlere erişimin sınırlanmasıyla hayat şartları mülteciler için çok zorlaşsa da, baskı ve tacizler artsa da Suriye’ye geri dönmeye rıza gösterenlerin sayısı hala fazla değildir. Şubat ayında Cambridge University Press’ten çıkan bir araştırma raporuna göre, mültecilerin geri dönüş kararında asıl belirleyici faktör, anavatandaki şartlar -özellikle de güvenliğin temini - olup ev sahibi ülkede yaşadıkları husumet, ırkçılık-ayrımcılık, şiddet, hukuki statüsüzlük, geri dönüş için yapılan baskı ve temel haklardan mahrumiyet, işsizlik, gıda güvensizliği ve kötü hayat şartları gibi faktörler cüzi bir rol oynamaktadır.([36])

Her Şeye Rağmen Dönmeyen Suriyeli Mültecilerin Gerekçeleri

İnsanoğlunun varoluşsal ihtiyacı ve arayışı emniyettir. Suriyeliler ülkelerinde ölümü ve emniyetsizliği hissettikleri için mülteci konumuna düşmeye razı gelmişlerdir. 19 Mayıs’ta Arsal’da çadırında görüşülen Suriye’de yaralanıp sakat kalmış, insani yardımlara bağımlı bir gencin sözleri emniyet arayışına iyi bir örnektir: “Burada maddi sıkıntımız çok ama en azından güvendeyiz ve geceleri uyuyabiliyoruz, uçak ve bombardıman yok. Şu an Lübnan’da iktisadi savaş var ama Suriye’de hem fiziki hem de iktisadi savaş sürüyor.”

Lübnan’da siyasetçiler “Artık savaş bitti, ülke güvenli” iddiasını dillendirseler de Suriye’de rejimin ve milislerin uygulamaları yüzünden emniyet hala sağlanabilmiş değildir. Üstelik çatışmaların ileride tekrar alevlenmeyeceğinin hiçbir garantisi de yoktur. Suriyeliler, rejimin geçmişten günümüze yaptıklarını ve verdiği sözleri tutmayışını gayet iyi bildiklerinden, iki hükümet arasında geri dönüş konusunda varılan anlaşmalara itimat etmemektedir. Geri dönen tanıdıklarının başlarına gelenler gönüllü dönüşleri caydırıcı önemli bir faktördür. Tutuklananlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, öldürülenler ve mülkiyet hakkı ihlal edilenlerle ilgili raporlar([37]) mevcuttur. En büyük korku ise 18-42 yaş arası erkeklerin geri döndükten 10 gün sonra zorunlu askerlik çerçevesinde en az 2,5 seneliğine silahaltına alınmasıdır. Bu, birçok aile için geçimi sağlayan aktörün kaybı ve geleceklerinin mahvolması demektir. 2014’te Şam Kırsalı’ndaki Cobar’dan Lübnan’a sığınmış, 4 çocuklu dul bir hanım 19 Mayıs’taki görüşmede geri dönüş konusunda şunları söylemiştir: “Asla geri dönmem. Memleketim Cobar yerle bir oldu; evimiz yok. Ben bir anne olarak kızımla geri dönebilirim; başka bir ilçede kiralık ev tutup kızımla çalışarak kendime yeni bir hayat kurabilirim. Ama askerlik çağındaki oğullarım ne olacak? Zorla askere alınacaklar. (…) Oğullarımın geleceğini mahvedemem. İkinci oğlum üniversite okuyor; eğitimini yarım bıraktıramam. Suriye’ye geri dönmek geleceğimizin çalınması demektir.”

Keza rejim tarafından aranan aile bireyleri olanlar da geri döndüklerinde şantaj için tutuklanmaktan korkmaktadır. 2013’te Lübnan’a sığınmış, Şamlı bir dul hanım 19 Mayıs’taki röportajda şunları söylemiştir: “En büyük kardeşim askerliğini çoktan yapmıştı ve evliydi. İkincisi, olaylar başladığında askerliğini yapıyordu; asker arkadaşlarıyla problem yaşayınca askeri mahkemede yargılanmak üzere hapse atıldı. 6 ay sonunda ağır işkencelerden öldü zannedilecek kadar sağlığı kötüleştiği için saldılar. Ailem onu hemen Lübnan’a kaçırdı. Askerlik çağına girmek üzere olan 17 yaşındaki kardeşimi de buraya yolladılar. Kaçan kardeşlerime eşlik eden en büyük kardeşim, askerliğini çoktan bitirdiği için bir süre sonra Suriye’ye dönebilirim, hakkımda yakalama kararı da yok, kimse bana bir şey yapmaz diye düşünüp ailesine döndü. Ama bir gece aniden eve baskın düzenleyip tutukladılar; tam 7 yıl hapiste kaldı. 2 sene evvel saldılar ve Lübnan’a geldi. İkinci kardeşim hakkında kapanmamış dava olduğundan ben de dahil ailemizden hiç kimse geri dönemez.”

Öte yandan özellikle sınıra yakın bölgelerde yaşayanlar için asıl problem, rejimden kaynaklı değil, halkın kendi arasındaki mal-mülk anlaşmazlıklarından kaynaklanmaktadır. Zira bazı mültecilerin evleri ve arazilerinde rejim destekçileri veya Hizbullah ile İran’a bağlı milisler ve aileleri yaşamaktadır. Rejimin çıkardığı kanunlar da mültecilerin mülklerini kaybetmesini kolaylaştırmıştır. Geri dönenlerden susmayıp hakkını almaya çalışanlar mahkemelik olmaktadır. 19 Mayıs’ta Arsallı bir yardım derneği yetkilisi röportajda şöyle demiştir: “Şu an belki de en temel problem rejimle değil, halkın kendi arasında. Suriye’de yaşanan adam öldürme, yaralama gibi suçların büyük kısmı insanların kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Mesela biri diğerinin evini, arazisini ele geçirmiştir; sahibi döndüğünde aralarında kavga çıkıyor, silah çekiliyor. Mülküne el konanlar, kardeşi ölenler vd. susmayıp haklarını almaya çalışıyorlar. Özellikle sınıra yakın bölgelerde böyle.”

2019-2020 yılı itibarıyla Suriye’de sıcak çatışmalar - İdlib cephesi hariç - büyük ölçüde dondurulurken sosyoekonomik bir varoluş savaşı başlamıştır. Sıradan Suriye halkı aşırı enflasyonun ve mal kıtlığının olduğu bir ortamda gıdadan suya ve elektriğe, yakıttan eğitim ve sağlığa, hatta barınmaya kadar en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamamakta ve temel hizmetlere erişememektedir. Memur maaşlarının 20-25 dolar bandında olduğu bir ortamda çoğu aile, ya içeride yardım kuruluşlarının ya da yurtdışındaki mülteci akrabalarının ve arkadaşlarının yolladıkları paralarla hayata tutunmaktadır. Farklı kontrol bölgelerine ayrılan ülkenin her kısmında bir yığın sıkıntılar çekilmekle birlikte en zor hayat şartları, Fırat’ın doğusundaki yeraltı kaynaklarını ve tarım arazilerini SDG-ABD’ye kaptırdığından rejimin kontrolündeki bölgededir.([38]) Yani ülkesine geri dönen mültecilerin bir kısmı, Lübnan’daki zorlu iktisadi şartların daha ağırıyla yüzleşmektedir; Suriye kırsalındaki hiç yardım ulaşmayan memleketine dönmektense, yardımların azalsa bile tamamen kesilmediği Lübnan’da kalmak bazıları için daha tercihe şayandır.

Suriye’deki savaş en çok kırsalı vurmuş; rejimin ve müttefiklerinin bombardımanında birçok yerleşim yerle bir olmuştur. Rejim geri aldığı bölgelerde yeniden inşaya girişmemekte, sadece bombaları ve patlayıcıları temizleyip güvenli bir hale getirdiği bölgeleri geri dönüş için açmakta, geri dönen ev sahipleri hasarlı evlerini kendi imkânlarıyla tamir ettirmektedir. Keza altyapı tamamen çökmüş, birçok okul ve hastane bombalanıp yerle bir edilmiştir. Hal böyleyken birçok mültecinin diğer bir temel kaygısı, geri döndüğünde yaşayacak bir evinin, hastalandığında gideceği bir sağlık merkezinin, çocuklarını yollayacağı bir okulun, temel ihtiyaçlarını karşılayacağı çarşı pazarın, elektrik ve suyun bulunmamasıdır.([39])

Bazı kişilerin savaşta ölümler ve göçler yüzünden Suriye’de akrabaları kalmamıştır. Suriye artık onlar için bir bakıma vatan olmaktan çıkmıştır. Geri dönüş onlar için öz yurdunda garip kalıp sıfırdan bir hayat kurmaya zorlanmak demektir. Gurbette doğan çocukların Suriye’ye uyum sağlayabilmesi de çok zor olacaktır.

Bu şartlar altında Lübnan’daki mülteciler Suriye’ye dönmekten imtina etmektedir. Hayat şartları ne kadar kötüleşirse kötüleşsin Lübnan, birçok mülteci için Suriye’nin emniyetsiz ortamında başlarına geleceklere kıyasla hala ehven-i şerdir. Üçüncü bir ülkeye gidebilmek için BMMYK’ya başvuranlar olduğu gibi, ölüm ihtimaline rağmen insan kaçakçıları eliyle Akdeniz’e açılanlar da az değildir. Çünkü Akdeniz sularında boğulmayı, rejim hapishanesindeki işkence ve tecavüze veya silahaltına alınıp askerde kendi insanını öldürüp katile dönüşmeye tercih etmektedirler.

Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin kahir ekseriyetinin yaşadığı her türlü maddi-manevi zorluğa, kötü muameleye ve sefalete rağmen ülkesine geri dönmeye razı gelmemesi, Suriyelilere ev sahipliği yapan hem komşu ülkeler hem de Avrupa ülkeleri için detaylıca incelenmesi ve üzerinde düşünmesi gereken önemli bir tecrübedir.



([1]) Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Ömer Özkızılcık, “Lübnan ve Ürdün’de Geri Dön(e)meyen Suriyeli Mültecilerin Durumu”, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, 24.10.2022, https://bit.ly/3ODHBJ6

([2]) 2011-2014 yılları arasında Lübnan Sosyal İşler Bakanı olarak görev yapmış Vâil Ebû Faûr ile röportaj, 30.5.2023; 2016’da kurulan Yerinden Edilmişlerden Sorumlu Devlet Bakanlığında çalışmış eski bir gazeteci ile röportaj, Beyrut, 21.5.2023.

([3]) Josiane Matar, “Playing With Human Chips”, Malcolm H. Kerr Carnegie Middle East Center, 22.3.2021, https://carnegie-mec.org/diwan/84134

([4])Dünya Gıda Programı’nın Şubat 2023 tarihli Lübnan Durum Değerlendirmesi raporuna göre “Eylül 2022 tarihli Lübnan için ilk Entegre Gıda Güvenliği Aşaması Sınıflandırmasına göre, 1,3 milyon Lübnanlı ve 700 bin Suriyeli mülteci, yani toplam nüfusun yüzde 37'si akut gıda güvensizliği ile karşı karşıyadır. İktisadi kriz derinleşmeye devam ederken ve gıda fiyatları yükselirken, gıda güvensizliğinin Nisan 2023'e kadar 1,46 milyon Lübnanlı ve 800 bin Suriyeli mülteciyi, yani toplam nüfusun yüzde 42'sini etkilemesi beklenmektedir.”

 “WFP Lebanon Situation Report - February 2023”, Reliefweb, 20.3.2023, https://bit.ly/44OgArM

([5])Röportaj yapılan şahısların çoğunun ismi güvenliklerini tehlikeye atmamak için yazılmayacaktır.

([6]) Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 19.5.2023.

([7])Yapılan mülakatlarda birçok ırkçı ve ayrımcı muamele anekdotları anlatılmıştır.

([8])Yerinden Edilmişlerden Sorumlu Devlet Bakanlığında çalışmış eski bir gazeteci, Arsal’da toprakları ve içme suyu kirlenen Lübnanlıların mültecilere açtığı davadan bahsetmiştir. (Beyrut, 21 Mayıs)

([9]) Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 12.6.2023.

([10])Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 12.6.2023.

([11]) Omer Karasapan ve Sajjad Shah, “Why Syrian refugees in Lebanon are a crisis within a crisis”, Brookings Enstitüsü, 15.4.2021, https://bit.ly/43PiEi6

([12])Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 12.6.2023.

([13])Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 12.6.2023.

([14])Omer Karasapan ve Sajjad Shah, “Why Syrian refugees in Lebanon are a crisis within a crisis”, Brookings Enstitüsü, 15.4.2021, https://bit.ly/43PiEi6

([15]) Yerinden Edilmişlerden Sorumlu Devlet Bakanlığında çalışmış eski bir gazeteci ile röportaj, Beyrut, 21.5.2023.

([16])Suriyeli bir genç ile röportaj, Arsal, 19.5.2023.

([18])Zeina Antonios, “Mikati says ‘Christians constitute 19.4 percent of Lebanon’s population,’ how accurate is this estimate?”, L’Orient Today, 3.3.2023, https://today.lorientlejour.com/article/1330239/christians-constitute-194-percent-of-lebanons-population-how-accurate-is-this-estimate.html

([19]) William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, s.251.

([20])Simon Caldwell, “Lebanon church leader calls for repatriation of 1.5 million Syrian refugees”, Catholic Herald, 19.1.2023, https://bit.ly/43IiYPC

([21])Khaled al-Jeratli, Muhammed Fansa ve Yamen Moghrabi, “Disagreed about everything but their return: Lebanon hangs economic crisis, rampant corruption on Syrian refugees”, Enab Baladi, 6.6.2023,  https://bit.ly/456YnFD

([22]) Lübnanlı bir arabulucu, ülke ekonomisinin ne hale geldiğini emekli asker olan kuzeninden şu örnekle anlatmıştır: “Muvazzaf askerken maaşı 1300 dolara tekabül eden kuzenimin şu an emekli asker olarak maaşı 50 dolardan bile daha az.” (Beyrut, 20.5.2023).

([23])Zahide Tuba Kor, Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH İnsani Yardım Vakfı, (2. Baskı) 2011, sf. 132.

([24])“42% of Prisoners in Lebanon are Syrians”, the Syrian Observer, 26.10.2022, https://bit.ly/44PO3Cq

([25]) Pascale Sawma, “‘Under torture, I will confess anything’: Syrian Prisoners in Lebanese ‘Slaughterhouses’”, Rozana FM, 6.11.2022, https://bit.ly/3rPKKfI

([26]) Lübnanlı bir yardım kuruluşu yetkilisi ile röportaj, Arsal, 12.6.2023; Yerinden Edilmişlerden Sorumlu Devlet Bakanlığında çalışmış eski bir gazeteci ile röportaj, Beyrut, 21.5.2023.

([27])Röportajlarda uyuşturucu meselesi konuşulurken birçok Lübnanlı, Filistinli ve Suriyeli bu bilgiyi teyit etmiştir.

([28]) Yerinden Edilmişlerden Sorumlu Devlet Bakanlığında çalışmış eski bir gazeteci ile röportaj, Beyrut, 21.5.2023.

([29])1948’de Filistinli mültecilere ev sahipliği yapmaya başlayan Lübnan, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme’ye taraf olmamıştır. Dolayısıyla mülteciler hukuku Lübnan için bağlayıcı değildir. Ülkesindeki Suriyeliler için “mülteci” yerine ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalanlar için kullanılan “yerinden edilmiş (nâzih)” tabirini tercih etmektedir.

([30])Arsal’daki Suriyeli mülteciler ve Lübnanlı yardım derneği yetkilileri ile röportajlar, 19.5.2023 ve 12.6.2023; Abby Sewell ve Kareem Chehayeb, “Syrian refugees fearful as Lebanon steps up deportations”, AP News, 3.5.2023, https://bit.ly/3KjmE3o

([31])“Lebanon: Armed Forces Summarily Deporting Syrians”, Human Rights Watch, 5.7.2023, https://bit.ly/3DBnrZN

([32]) Lübnan’da yaşayan Türk bir gazeteci ile röportaj, Beyrut, 19.5.2023; Lübnanlı bir avukat ile röportaj, Trablus, 17.5.2023.

([33]) Lübnanlı bir akademisyen ile röportaj, Beyrut, 20.5.2023.

([34]) BMMYK’nın 2023 Lübnan Kriz Müdahale Planı (LCRP) raporuna göre, 2015’ten bu yana bu plan çerçevesinde Lübnan’daki savunmasız insanlar için 9,3 milyar doların üzerinde destek sağlanmıştır; 2023 yılı itibarıyla 1,5 milyon Suriyeli, 1,5 milyon Lübnanlı, 31.400 Filistinli Suriyeli ve 180.000 Filistinli Lübnanlı mülteciye koruma ve acil yardım sağlanması için 3,59 milyar dolar gerekmektedir. “2023 Lebanon Crisis Response Plan (LCRP)”, The Operational Data Portal, 2.5.2023, https://bit.ly/3OzSyen

([35]) Sosyal İşler, Kamu Sağlığı ve Sanayi Bakanlıkları yapmış milletvekili Vâil Ebu Faûr ile röportaj, 30 Mayıs 2023.

([36]) Ala Alrababah, Daniel Masterson, Marine Casalis, Dominik Hangartner ve Jeremy Weinstein, “The Dynamics of Refugee Return: Syrian Refugees and Their Migration Intentions”, Cambridge University Press,16.2.2023, https://bit.ly/3OBIGRC

([37])“Syria: Returning Refugees Face Grave Abuse: Struggle to Survive Amid Devastation, Property Destruction”, Human Rights Watch, 20.10.2021, https://bit.ly/3OwBZjz

([38])Bu bilgiler, 2022 sonu-2023 başında Avrupa’da, Türkiye’de ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Suriyeli ve Filistinli Suriyeli mültecilerle yapılan röportajlardandır.

([39])Bu bilgiler, 2022 sonu-2023 başında Avrupa’da, Türkiye’de ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Suriyeli ve Filistinli Suriyeli mültecilerle yapılan röportajlardandır.

Bu rapor, Nisan ayı boyunca Suriye'deki en önemli siyasi, güvenlik ve ekonomik olayları incelemektedir. Bu ay içinde Arap dünyasının Esed rejimiyle yakınlaşması, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın resmi bir boykotun ardından 10 yıldan fazla bir süre sonra ilk kez Şam’a bir ziyarette bulunması Suriye ile ilgili yaşanan en önemli siyasi gelişmelerden biri oldu. Ayrıca, Şam ve Tunus arasında büyükelçilerin atanması, Esed rejimi Dışişleri Bakanı’nın Mısır ve Cezayir'de kabul edilmesi gibi gelişmeler yaşandı. Güvenlik açısından, İsrail'in Şam, Şam çevresi, Suveyda, Dera ve Kuneytra'daki İran destekli askeri ve güvenlik bölgelerine yönelik saldırıları devam ederken, Ankara Suriye'nin kuzeybatısında IŞİD lideri "Ebu'l Hüseyin el-Huseyni el-Kureyşi"'yi öldürdüğünü duyurdu. Son olarak, gıda maddelerinin eksikliği ve fiyatların yükselmesi sorunu Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı boyunca insanları etkilemeye devam ediyor, geçen Ramazan ayının sonuna gelindiğinde fiyatlar %100 oranında yükseldi.

Arap ülkelerinin Esed rejimiyle yakınlaşması: Hızlı adımlar

Nisan ayında Tunus'un Şam'daki büyükelçiliğini açması, Esed rejimi Dışişleri Bakanı Feysal Mikdad'ın Mısır ve Cezayir'de karşılanması, resmi boykotun on yıldan fazla sürdüğü Suriye'ye Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın ziyareti gibi adımlarla Arap dünyasının Esed rejimiyle yakınlaşması, Suriye siyasi sahnesinin ana başlığı haline geldi. Bu yakınlaşmanın ardında Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri liderliğindeki Arap diplomatik girişimi ile birlikte Esed rejimiyle yeniden iletişim kurulması, adeta bölge ülkelerinin omuzlarına yük olmuş olan Suriye krizini "çözme" girişimini içeriyordu. Bu yakınlaşmanın amaçları arasında siyasi reform, uyuşturucu ile mücadele ve mültecilerin geri dönüşü için güvenli bir ortam hazırlanması bulunuyor.

Arap ülkelerinin Esed rejimiyle yakınlaşmasının, Suriye dosyasıyla ilgili yeni bir yaklaşım yolu olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ancak bu yaklaşımın sonunda elde edilecek sonuçları gerçekleştirmek için açık bir vizyon veya yol haritası izlemediği de açıktır. Öte yandan Esed rejimi, Türkiye ile yakınlaşma sürecinde Türkiye'deki seçimlerin sonuçlarını bekliyor ve Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesini şart koşarak ilişkileri yeniden dizayn etmek istiyor. Ancak Ankara Suriye’den geri çekilme konusunun tartışılmasını şu anda reddediyor.

Resmi muhalefet yapıları Esed ile normalleşmeyi reddederken, Avrupalı elçiler ve temsilcilerle Katar'da birkaç kez buluştular. Batı'nın tutumu ise BM kararları uygulanmadan önce Esed ile normalleşmeye karşı çıkarak devam ediyor zira BM Özel Temsilcisi Pedersen, Suriye'deki siyasi sürecin "kritik bir dönüm noktasında" olduğunu belirtti.

Buna paralel olarak, "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" de uluslararası girişimlerin başarısızlığından sonra BM kararlarına uygun "barışçıl çözüm" başlıklı bir girişimde bulundu. “Şam hükümeti"nin acil önlemler alarak çözümü hızlandırmasını istedi.

Güvenlik operasyonları kamuoyundaki çıkmazı değiştirmiyor

Genel manzarada bir değişikliğe neden olmayan güvenlik operasyonları, İsrail'in İran nüfuzunu zayıflatma stratejisi çerçevesinde Suriye sahnesine yönelik güvenlik kurallarında bir değişikliğe neden olmadı. Hava saldırıları ve füze saldırıları, Şam ve çevresindeki güvenlik ve askeri birçok noktayı hedef aldı. Humus ve Suveyda kırsalında silah ve mühimmat depoları bombalandı. Hava saldırıları, Şam Uluslararası Havalimanı'nın çevresindeki hava savunma sistemlerini ve Humus kırsalındaki silah ve mühimmat depolarını içeriyordu. Ayrıca Uluslararası Koalisyon güçleri, İdlib'de terör örgütü DAEŞ'in önde gelen isimlerinden "Halid İd Ahmed El Ciburi"yi hedef aldı. Irak vatandaşı olan El Ciburi, Avrupa'da terörist saldırıların planlanmasından ve ağ liderliğinden sorumluydu. ABD, Türkiye ile eşgüdümlü olarak "Heyet Tahrir el Şam" örgütünün liderlerinden "Sami El Ureydi"yi "özellikle belirlenmiş küresel bir terörist" olarak terör listelerine ekledi. Türk istihbaratı da Suriye'nin kuzeybatısında bir operasyonla DAEŞ'in lideri "Ebu'l Hesen El Hesenî el Kurşî"nin öldürüldüğünü duyurdu. Operasyonun Türkiye'nin terörle mücadeledeki ulusal güvenlik hedefleri kapsamında gerçekleştiği belirtildi.

Dera'da ise, bir ay boyunca çeşitli saldırı ve suikastlerde toplam 32 kişi öldürüldü ve diğer 17 kişi de farklı güvenlik olaylarında hayatını kaybetti. Bu, ilin kontrolü altındaki bölgelerde istikrarı geri kazandırmak için gerçek bir siyasi çözüm elde etmeden, rejimin başarısızlığına ve Suriyelilerin hedeflerini gerçekleştirememe durumuna işaret eden güvenlik kaosunun devam eden bir parçasıdır.

Temel Gıda ve Ürün Kıtlığı: Sabit Kötü Ekonomi

Esed rejimi ve İran arasında yapılan anlaşmalar ve ziyaretler çerçevesinde, İran Ulaştırma ve Kentsel Gelişim Bakanı Mehdi Birdevaş'ın Suriye'ye yaptığı ziyaret sırasında ekonomi, ticaret, konut, petrol, sanayi, elektrik, ulaşım ve sigorta sektörlerinde yeni ekonomik anlaşmalar imzalandı.

YPG kontrolündeki bölgelerde, Suriye lirasının değerindeki düşüş elektrik gibi birçok sektörü etkiledi, jeneratör sahipleri liranın değerindeki düşüşe rağmen amper fiyatlarını 8.000 Suriye lirasına yükseltti. Kamışlı ve Haseke kentlerinin belediyelerinin jeneratörlerin bir amper elektrik fiyatını 7.000 Suriye lirası olarak belirlemelerine rağmen, liranın değerindeki düşüş devam etti. Bölgede şeker maddesinde bir azalma ve artış gözlemleniyor ve "Norus" tüketim kurumuna yıllardır sınırlandırılan şeker maddesi ithalatı ve ticareti, fiyatların yükselmesine ve maddenin piyasalarda son yıllarda tekrar tekrar kıtlığa neden olmasına yol açtı. Buğday üretimi ve ticareti ile ilgili olarak, Özyönetim’e bağlı Tarım ve Sulama Kurumu, nüfuz alanlarındaki 24 buğday alım merkezini belirledi. Geçen yıl "Özyönetim" kuruluşu, çiftçilerden buğday alım fiyatını kilogram başına 2.200 Suriye lirası olarak belirlemişti. Rakka ilindeki birçok hayvan yetiştiricisi, yem fiyatlarının yükselmesinden dolayı hayvanlarını satmak için çaba sarf ediyor ve ildeki et fiyatları yükseldi. "Özyönetim"in bu sektöre herhangi bir destek sağlayamaması da bu durumun nedenlerinden biridir. "Özyönetim" ile rejim arasında Rusya'nın sponsorluğunda su, elektrik ve diğer hizmetler konusunda anlaşma imzalandı. Anlaşma, Menbiç ve çevresine rejim kontrolündeki Hafsa güç santralinden içme suyu sağlanması karşılığında, "Özyönetim"in rejim bölgelerine 30 MW elektrik ve 50 varil petrol sağlamasını içeriyor. Aynı zamand "Özyönetim"e, Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerine lojistik ve petrol yardımı sağlama izni de verildi.

Muhalif bölgelerle ilgili olarak, Kuzey Halep kırsalındaki yerel konseyler ve elektrik şirketleri arasında elektrik konusu hala tartışma konusu olmaktadır. Azez şehrindeki yerel konsey, AK ENERGY elektrik şirketinden kilovat saat fiyatını düşürmesini isterken aksi takdirde sözleşmeleri feshetme tehdidinde bulundu. Şirket, 10 Nisan'dan itibaren elektrik abonelik ücretlerini azaltacağını açıkladı ancak yerel halk ve konseyler, fiyatın hala yüksek olduğunu ve yaşam koşullarıyla uyumlu olmadığından şikâyet ediyor.

Bölgedeki iyileştirme projeleriyle ilgili olarak, Suriye Yeniden Yapılandırma Kredisi Fonu, Kuzey Halep'te buğday ve sebze mahsullerinin üretimini desteklemek için bin çiftçiye 400 ton gübre ve bin buğday çiftçisine 850 ton gübre verildiğini duyurdu.

6 Şubat depreminin zararlarını azaltmak için bölgesel çabalar

6 Şubat depreminin zararlarını hafifletmek için Katar Kalkınma Fonu, Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ile bir anlaşma imzalayarak, Suriye’nin kuzeyinde 70 bin kişiye hitap eden entegre bir şehir projesini destekleyeceğini duyurdu. Bu, Katar Kalkınma Örgütü ve Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın benzer bir anlaşma imzalamasından sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. İmzalanan anlaşma, Suriye Sivil Savunma Örgütü'nün temel faaliyetlerini desteklemek için finansman sağlayarak, Kuzeybatı Suriye'deki hayat kurtaran hizmetlerin devamını sağlamayı amaçlamaktadır.

İdlib’teki Kurtuluş Hükümeti, evsel gaz silindiri fiyatını 90 sente (yaklaşık 17 Türk Lirası) düşürdü, 13.5 dolardan 12.6 dolara indirdi. Kuzeydeki akaryakıt fiyatları, dünya petrol fiyatlarından ve Türk Lirası'nın düşüşünden etkilenmektedir. Ayrıca, İdlib Ulusal Hastanesi, kanser hastalarının tedavisi için bazı ilaçları ücretsiz olarak dağıtmayı planlamaktadır. Kuzeybatı Suriye'deki kanser hastalarının durumu, 6 Şubat depremi sonrası Türk hastanelerinin hasta kabul etmeyi durdurmasından sonra daha kötüleşmektedir.

Öte yandan, Suriye Yanıt Koordinatörleri Ekibi, 6 Şubat depreminin Suriye ve Türkiye'deki zararlarıyla ilgili nihai raporunu yayınladı. Kuzeybatı Suriye'de 1,8 milyondan fazla kişi zarar gördü, 4256 sivil öldü ve yaklaşık 12 bin kişi yaralandı, 67 kişi hala kayıp ve 300 bin kişi göç etti. Kadın, çocuklar ve özel durumlar dâhil olmak üzere daha fazla yüzde 65'i oluşturuyor. Ekonomik kayıpların ise kamu ve özel sektör dâhil diğer kuruluşları içeren 1.95 milyar dolar olduğu belirtildi. Deprem, farklı kesimlere hitap eden 433 okul, 73 tıbbi tesis ve 136 konut biriminde hasara neden oldu. Ayrıca, 2000'den fazla bina yıkıldı.

Mayıs ayı, Arap dünyasının Suriye meselesiyle ilgili olarak niteliksel bir dönüşüm yaşadığı bir dönem olarak kayda geçti. Bu dönemde, Beşar Esed'in on yılı aşkın bir süredir devam eden kopukluğun ardından Suudi Arabistan'daki Arap Zirvesi'ne katılmasına tanıklık edildi. Esed'in bu zirveye katılması, rejim tarafından bölgesel ve uluslararası izolasyonun sona erdiği şeklinde değerlendirilirken, Arap ülkeleri tarafından da kapsamlı bir çözüm yolunda önemli bir adım olarak görüldü. Bu adımın rejimden taraf karşılık bir adımı olabilir, öyle ki rejimin geçmiş yıllarda kaçınmaya çalıştığı bazı tavizlerin sunulmasını da içerebilir. Güvenlik açısından, rejim Dışişleri Bakanının katıldığı Umman toplantısından bir süre sonra Ürdün savaş uçakları, Şam'ın doğu kırsalında uyuşturucu tüccarlarını hedef alan hava saldırıları düzenledi ki bu Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi'nin uyuşturucuyla mücadelede askeri gücün kullanılabilirliği konusundaki açıklamasından birkaç gün sonra gerçekleşti. Ayrıca Türkiye, DAEŞ’in "Türkiye Valisi" olarak da bilinen ismin de yer aldığı bazı kişileri tutukladı ve Suriye'deki Heyet Tahrir Şam ve Ceyşul Tevhid örgütlerini finanse eden kişilere ABD ile ortak yaptırımlar uyguladı. Ekonomik olarak da Suriye’nin çeşitli bölgelerinde et ve temel malzemelerin fiyatlarında büyük bir artış yaşandı, aynı zamanda Türkiye tarafından oluşturulan güvenli bölgelerde, mültecilerin yerleştirilmesi amacıyla 3 yıl içinde 240.000 konut inşa edilmesi hedeflenen yeni bir konut projesinin temeli atıldı.

Suriye'nin Arap Ligi'ne geri dönmesi

Esed rejiminin Arap Ligi'nde yeniden temsil edilmesi ve Esed'in Riyad'daki zirveye katılması, Mayıs ayının en önemli siyasi olayı oldu. Bu, Esed rejimiyle Arap dünyasının resmi olarak yeni bir aşamaya girmesinin başlangıcı olarak kabul edildi. Arap normalleşme girişimi, güvenlik meseleleri, terörle mücadele ve başta mülteciler olmak üzere insan hakları konularına odaklanıyor. Bu konularda ilerleme, gelecekte rejimin uyum göstermesine ve önceki yıllarda kaçınmaya çalıştığı önemli tavizleri sunmasına bağlıdır. Esed ise Arap açılımını, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği üzerinde baskı yapmak ve rejimine uygulanan yaptırımları hafifletmek veya kaldırmak için bir adım olarak değerlendirmektedir. Bölgesel düzeyde, İran Cumhurbaşkanı’nın Suriye ziyareti, 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaret olması nedeniyle önemlidir ve Arap Ligi'nin rejimle resmi iletişimi yeniden kurma kararından birkaç gün önce gerçekleşmiştir. Bu ziyaret, İran'ın Suriye'deki etkisini teyit etmek ve bu etkiyi azaltmaya yönelik herhangi bir girişimi engellemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerinin Esed rejimiyle yakınlaşma adımı, bölgesel iletişim stratejisi ve Suriye meselesiyle ilgili baskı altında olan güvenlik dosyalarını ele alma stratejisi çerçevesinde değerlendirilebilir.

Operasyonlar ve Uzlaşmalar

İsrail, Şam ve Halep illerine yoğun hava saldırıları düzenledi. Saldırılar, Şam Uluslararası Havalimanı çevresindeki güvenlik noktalarını ve Halep Uluslararası Havalimanı'nı hedef aldı ve buraların hizmet dışı kalmasına neden oldu. Bu saldırılar, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'ın Suriye'deki İran varlığını hedef alan saldırıları artırdığını açıklamasıyla eşzamanlı olarak gerçekleşti.

Türk istihbaratı ise aralarında ‘Türkiye Valisi’ olarak bilinen birinin de bulunduğu DAEŞ’e üye olduğu iddia edilen 4 kişiyi yakaladı. Bu operasyon, Türk istihbaratının geçen Nisan ayının sonunda DAEŞ’in lideri "Ebu Hüseyin el-Huşayni el-Kurashi"yi etkisiz hale getirmesinin ardından gerçekleşti. Bununla birlikte ‘terör gruplarının finansmanını’ kurutmak için Türk-Amerikan koordinasyonu kapsamında, Amerikan ve Türk Hazine Bakanlıkları, Suriye'deki ‘Heyet Tahrir el-Şam’ ve Özbek ‘Tevhid ve Cihat Taburu’na bağlı olduğu iddia edilen iki kişiye ortak yaptırımlar uyguladı. Söz konusu isimler şöyle: ‘Ebu Ahmed Zekur’ olarak bilinen Heyet Tahrir el-Şam lideri ve ‘Kobılay Sari’ adındaki Özbek Tevhid ve Cihat Taburu mensubu kişi.

Suriye'nin kuzeydoğusunda, YPG/SDG liderlerinden biri olan "Kripos" (Cripps) adlı kişi, Halep'in kuzeybatısındaki Ebu Hushab çölünde aracına düzenlenen bombalı saldırıda öldürüldü. Bu operasyon, bu yılın başından itibaren YPG/SDG’ye yönelik askeri ve sivil liderlerin hedef alınmasının artmasıyla gerçekleşti.

Başka bir bağlamda, Suriye'nin kuzeydoğusundaki iç güvenlik güçleri ‘Asayiş’, Amuda'da uyuşturucu kullanımı ve ticaretiyle ilgili olarak iki kişiyi gözaltına aldı. Asayiş'in medya ofisine göre, gözaltına alınan kişilerle birlikte 68 gram metanfetamin, 36 gram esrar, 103 adet uyuşturucu hap ve yaklaşık 2 gram eroin ele geçirildi.

Dera'da, Suriye rejimi yaklaşık 45 şehir ve kasabada yeni bir uzlaşma kampanyası başlattı. Bu, 2018 yılındaki ilk uzlaşmalar ve 2021'deki ikinci uzlaşmalardan sonra üçüncü bir uzlaşma kampanyasıdır. Ancak, önceki iki uzlaşma kampanyasının aksine bu operasyon geniş çaplı askeri operasyonlarla eş zamanlı değil, mevcut durumda rejim güvenlik kurumlarının özellikle askeri istihbaratın egemen olduğu bir ortamda gerçekleşmektedir. Özellikle Doğu Dera'nın merkezi olan Busra el-Şam'daki sekizinci tugayın özerkliği devam etmektedir. Bununla birlikte, Ürdün savaş uçakları Süveyda'nın doğusundaki bir uyuşturucu tacirini hedef aldı. Bu, Ürdün'ün 2021'de rejimle normalleşme sürecinin başlamasından bu yana bir ilk oluyor ve Arap dünyasının uyuşturucu dosyasına ilişkin Arap yaklaşımının ekonomik teşviklerle birlikte zorlayıcı askeri veya diplomatik seçeneklere başvurma olasılığını gösteriyor.

Ekonomik Canlanma Girişimleri Başarısız

Arap yakınlaşmasından ekonomik anlamda faydalanma çabaları kapsamında Esed rejimi, devlet hazinesini gelirlerle desteklemek amacıyla turizm sezonuna hazırlanıyor ve Körfez ülkelerindeki göçmenleri Suriye'yi ziyaret etmeye ve ekonomisine destek olmaya çağırıyor. Turizm sektörü, petrol ihracatından sonra döviz gelirinin ikinci büyük kaynağı olarak önem taşıyor. 2010 yılında 3,9 milyar doları bulan bir turizm geliri elde edilmişti. Bu yıl yaklaşık 2,5 milyon kişinin Suriye'yi ziyaret etmesi bekleniyor ve bunların içinde 700 bin turist olacağı öngörülüyor. Rejimin, turizm sektörünü canlandırmak için bir araç olarak kullanma çabaları arasında, savaşın sona erdiğini ve Suriye'nin güvenliğine dönüldüğünü vurgulama çabası yer alıyor.

Beşar Esed ayrıca, sığır ithalatını gümrük vergisi, vergi ve diğer harçlardan muaf tutan bir kanun çıkardı. Bu önlem, Suriye'nin hayvancılık sektöründe yaşadığı kriz etkilerini hafifletmeyi amaçlıyor ve et ve yem fiyatlarının yükselmesi ve sığır sayısının azalması sorununa çözüm bulmayı hedefliyor. Bu karar, rejimin ekonomik sorunlarla başa çıkmak için ithalata yönelerek savaş zenginlerine, kriz tüccarlarına ve ithalat operasyonlarından kar edenlere öncelik verme yaklaşımının bir devamı niteliğindedir ve ülkenin yaşam koşullarına ve halkın yaşamına olumsuz etkileri olabilir.

Suriye'nin kuzeydoğusunda, YPG’nin kurduğu ‘Özyönetim’ tarafından bu yılın tarım sezonunda çiftçilerden buğday ve arpa alım fiyatları 1 kilogram buğday için 43 sent, 1 kilogram arpa için ise 35 sent olarak belirlendi. Bu, ‘Özyönetim’ tarafından tarımsal ürünlerin fiyatının dolar üzerinden belirlendiğini göstermektedir ve bu bir ilktir. Çünkü geçmişte Suriye lirasıyla belirleniyordu. Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelerde ise buğdayın kilogramı 32 sent olarak belirlenmiştir.

Lira değerinin düşmesi sonucunda, bu ayın içerisinde çoğu mal ve hizmetin fiyatları benzeri görülmemiş bir şekilde yükseldi. Haseke ilinde ‘Amperat’ fiyatları %30 oranında artarak eski fiyatının üzerine çıktı. Bu durum, ‘Özyönetim’ tarafından jeneratör sahiplerine sübvansiyonlu fiyattan satılan mazot miktarının azaltılması kararı sonucunda gerçekleşti.

Öte yandan, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Semalka - Fişhabur sınır kapısının kapanması, ‘Özyönetim’ kontrolündeki bölgelerdeki inşaat faaliyetlerinde büyük bir yavaşlamaya yol açtı ve bazı projelerin durmasına neden oldu çünkü çimento ithalatı beklenmedik bir şekilde durdu. Çimento çuvalının fiyatı serbest piyasada 50 kilogram için 120 bin lira olarak belirlendi, oysa sınır kapısının kapanmadan önce ise 35 bin liraydı.

Muhalif bölgelere geçiş yaptığımızda, Türk lirasının istikrarsız bir değer kaybı ve dolar karşısında düşüşü, İdlib'deki yaşam koşulları, işçiler ve ticari işlemler üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Çünkü ithalat hareketi Türkiye üzerinden gerçekleşiyor ve liranın dolar karşısındaki değerinde herhangi bir değişiklik yerel piyasaları hızlı bir şekilde etkiliyor. Kurban Bayramı döneminde et fiyatları geçmişteki fiyatların iki katına çıktı, koyun etinin kilogramı 190 Türk lirası oldu, bundan yaklaşık iki ay önce ise 80 liraydı. Kuzeybatı Suriye'deki hayvan fiyatlarının yükselmesi, hayvan kaçakçılığı operasyonlarından kaynaklanmakta olup rejim kontrolündeki bölgelere ve ‘Özyönetim’ bölgelerine yapılan kaçakçılık etkili olmaktadır. Aynı zamanda yem fiyatlarının ve hayvan yetiştiriciliği malzemelerinin yükselmesi de fiyatları etkilemektedir, bölgede yaşayanlar ise düşük gelir ve maaş seviyesiyle mücadele etmektedir.

İdlib'de faaliyet gösteren ‘Kurtuluş Hükümeti’nin Ekonomi ve Kaynaklar Bakanlığı, birinci sınıf sert buğdayın çiftçilerden ton başına 320 Amerikan doları (32 sent) satın alma fiyatını belirledi ve bu yılın ilk üretimi 99 bin ton oldu.

Azez, El Bab ve Cerablus'ta ana ve ara yolların asfaltlanma projelerine devam edildi, bölgede birçok okul inşa edildi, Azez'de El-Hawarizmi Okulu, Afrin'de İslami Okul ve Cinderes'te birçok okulun inşaatı tamamlandı. Bu projeler, bölgenin altyapısını güçlendirmeyi ve eğitim hizmetlerini iyileştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, kuzeybatıda bir fabrika kurma çalışmaları da devam ediyor ancak bu projelerin tamamlanması için yeterli finansman sağlanması zorlu bir süreç olabilir.

Sonuç olarak, Suriye'de ekonomik canlanma girişimleri başarılı olamamıştır. Turizm, tarım ve inşaat sektörlerindeki çeşitli zorluklar, ekonomik sorunların devam etmesine ve yaşam koşullarının zorlaşmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda, döviz kurlarındaki dalgalanmalar, enflasyon ve malzeme teminindeki sıkıntılar gibi faktörler, ekonomik istikrarsızlığı derinleştirmektedir.

Giriş

PKK’nın Suriye kolu PYD’nin 2011 yılından bu syana devam eden yükselişi onu bölgesel bir güvenlik tehdidi haline getirirken, bu durum bir taraftan da KCK örgütlenmesi dâhilinde bir takım organizasyonel değişimlerin işaretini vermeye başladı. PYD’nin organizasyonel anlamda KCK’dan kopuşu ideolojik, tarihsel ve varoluşsal nedenlere bağlı olarak mümkün olmamakla birlikte,  şimdiye kadar PKK tarafından yürütülen KCK’nın bundan sonra PYD merkezinden yönetilebileceğine dair bir takım konjonktürel gelişme kaydedilmiştir. Bu durum, PYD’nin KCK’dan otonomlaşması anlamına gelmeyip KCK üzerinde PKK ve PYD’nin tahakküm mücadelesine dönüşebilecek bir kurumsal yöneticilik çekişmesini işaret etmektedir. Bu bağlamda önümüzdeki süreçte PKK merkezli KCK ile PYD merkezli bir Neo-KCK çekişmesinin hem terör örgütünün kendisinde hem de yerel ve bölgesel jeopolitik mimaride bir takım yeni güvenlik ortamlarını meydana getireceği beklenebilir. Bu çalışma, KCK’nın ortaya çıkışındaki ve gelişmesindeki neden ve süreç bağlamını tartışarak, KCK’nın PKK ve PYD için ne ifade ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Bununla birlikte çalışmada KCK örgütlenmesinin dört bileşeninden ikisi olan PKK ve PYD arasındaki yönetici aktör çekişmesinin gerekçeleri analiz edilecektir.

KCK Nedir?

Her şeyden önce KCK’nın (Koma Civakên Kurdistan- Kürdistan Toplum Konfederalizmi) PKK tarafından geliştirilen ayrılıkçı ve transnasyonel bir örgütlenme olduğunun altını çizmekte fayda var. Zira İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012 yılında hazırladığı iddianamede KCK için “Türkiye’de PKK’nın kontrolünde KCK Türkiye Meclisi, İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) ve Suriye’de Demokratik Birlik Partisi’nden (PYD) oluşan dörtlü bir uluslararası proje” olarak ifade edilir.([1]) Buradan da anlaşıldığı üzere KCK örgütlenmesi PKK’nın bölgesel ölçekte coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılığa dayalı bir motivasyonla hareket ederek Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki etnik Kürt çevresi üzerine örgüt ideolojisine dayalı siyasi-askeri bir teşkilat inşa etmeyi hedeflemektedir. Öte yandan iddianamede PKK’nın KCK örgütlenmesiyle PKK, PJAK, PÇDK ve PYD yapılanmalarının her birinin bulundukları ülkede birleşik bağımsız Kürdistan isimli yapılanmanın zeminini oluşturma görevini üstlendiği, PKK terör örgütü içerisinde yabancı ülke (İran, Irak, Suriye) vatandaşlarının bulunmasının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilerek örgütün bölgesel ölçekteki coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılık/bütünleştiricilik iddiasına dikkat çekilmektedir. Ayrıca PKK’nın KCK yapılanmasıyla Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yürütülen faaliyetlerin önce özerk bir yerel yapılanma, nihai olarak da bu dört ülke toprakları üzerinde birleşik Kürdistan şeklinde bir devlet yapılanmasını hedeflediği ifade edilir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılında ortaya koyduğu bu iddianame KCK ile ilgili bir yorum değil bir tespit olarak görülmektedir. Zira, PKK da KCK’yı etnik bir konfederal yapı olarak tanımlamaktadır.([2]) KCK örgütlenmesine geçişin ilk somut adımı PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongrede PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde alınan kararlara dayandığı söylenebilir.([3]) (Bu kongrede Öcalan’ın çizdiği yeni stratejiye uygun olarak, PKK kendisini feshederek KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak yeniden isimlendirmiştir. KADEK’in ömrü yaklaşık 1,5 yıl sürmüş, örgüt 26 Ekim- 6 Kasım 2003 tarihleri arasında Kandil Dağında düzenlediği olağanüstü kongresinde kendini feshederek yerine KONGRA-GEL’i (Kürdistan Halk Kongresi) kurduğunu ilan etmiştir. 2004 yılına gelindiğinde ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin neden olduğu kaotik güvenlik ortamını konjonktürel bir fırsat olarak değerlendiren KONGRA-GEL, 16-26 Mayıs 2004 tarihleri arasında gerçekleştirdiği olağanüstü kongresinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Bir Halkı Savunmak” adlı doktrini doğrultusunda Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki ülke yönetimlerine anayasal değişim dayatmaları önerirken, örgüt yapısının konfederal bir yapıya uygun olarak değişmesiyle ilgili de hedef belirlemiştir. Bu kongreden yaklaşık on ay sonra, Abdullah Öcalan 21 Mart 2005 tarihindeki Nevruz etkinliklerinde ilan edilmek üzere 20 Mart 2005 tarihinde yayınladığı mektupla konfederal bir sistem olarak Koma Komalen Kürdistan’ın (KKK-Kürdistan Dernekler Konfederasyonu) kurulduğunu duyurmuştur.

Terör örgütü, 4-21 Mayıs 2005 tarihleri arasında düzenlediği olağanüstü kongresinde lideri Abdullah Öcalan’ın 20 Mart 2005 tarihinde ilan ettiği konfederalizm ilkelerini kabul etmiştir. Bu çerçevede, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtlerin bir araya gelerek kendi federasyonlarını kurması, birleşerek de üst konfederalizm olan KKK’nın kurulması karara bağlanmıştır. 21 Mart 2005’te KKK adıyla kurulan konfederal sistem, örgütün 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında Irak-Kandil dağında düzenlediği kongrede adı KCK (Koma Civaken Kurdistan / Kürdistan Toplum Konfederalizmi) olarak değiştirilmiş ve sistem içinde örgüt liderliğinin rolü güçlendirilmiştir.

KCK kendisini bir devlet yapısı olarak tanımlamamakla birlikte KCK Sözleşmesinin üçüncü bölümünde bir “önderlik” makamının yanı sıra devlet aygıtının temel kuvvet organları olan yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin yapılaşması olarak tanımlamaktadır. Buna göre KCK sözleşmesinde dört temel kuruma vurgu yapılır; Abdullah Öcalan KCK’nın kurucusu ve önderi; Kongra-Gel (Kongra Gelê Kurdistan-Kürdistan Halk Meclisi) yasama organı; KCK Yürütme Konseyi de KCK’nın icra organı; Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemelerinden oluşan üçleme de yargı organı olarak tanımlanır. KCK Sözleşmesinin 36’ncı maddesinde PKK, KCK sisteminin ideolojik gücü olarak ifade edilir ve KCK’ya üye her bir örgüt elemanının da PKK’nin ideolojik ölçülerini esas alması şart koşulur. Esasen KCK, ilk önce bölgesel özerkliği teşvik eden daha sonra da bağımsız bir devlet olmayı hedefleyen ve dört farklı ülkede ayrılıkçı bir hareket sistemidir. 

Günümüzdeki yapısıyla PKK/KCK terör örgütü, hiyerarşik olarak Abdullah Öcalan’ın liderliğinde, onun altında Avrupa’da siyasi faaliyet gösteren Kongra-Gel ve onun altında Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de KCK Yürütme Konseyine bağlı teşkilatlar vasıtasıyla KCK örgütlenmesi şeklinde idare edilmektedir. KCK Yürütme Konseyinin konfederal yapılanması dahilinde siyasi-askeri kanatta Türkiye ve Irak’ın kuzeyinde PKK- HPG, İran’da PJAK-YRK, Suriye’de PYD-YPG, Irak’ta PÇDK olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılındaki iddianamesinde KCK’nın bir siyasi hareket olduğu, PKK ile KCK’nın aynı yapılanmalar olduğu belirtilir ve örgütün adı PKK/KCK terör örgütü olarak ifade edilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kurumlarında örgüt PKK/KCK Terör Örgütü olarak tanımlanmaktadır. PKK/KCK, PKK merkezinden yürütülen transnasyonel, etnik, bölücü ve silahlı program olarak terör yöntemlerini benimsemiş devlet-dışı silahlı bir örgütlenmedir.

PYD’nin Ortaya Çıkışı ve Yükselişi

PYD, PKK’nın 2002 yılındaki 8. Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda 2003 yılında kurulmuştur. PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongresi’nde Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde karar alınmıştır.([4]) Bu çerçevede, KCK’nın hedefleri doğrultusunda örgütün Suriye’deki siyasallaşma projesi kapsamında 17 Ekim 2003’te Partiya Yekitiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi (PYD) kurulmuştur.([5]) 2003-2010 yılları arasında liderliği Fuat Ömer tarafından yapılan PYD örgütlenmesi, Suriye’deki faaliyetlerini bu yıllar arasında örtülü bir şekilde devam ettirmiştir.

PYD’nin Suriye’deki yükselişinin öncül nedeni olarak Esed rejiminin 2011’den itibaren PYD’ye tanınan bir dizi imtiyaz olarak gösterilebilir. Suriye İç Savaşının getirdiği sınamayı hafifletmek ve Suriye devrim hareketini dengelemek için Esed rejimi PYD’nin Suriye’de açıktan örgütlenmesine ve silahlanmasına göz yummuştur. Bu kapsamda, daha önceden tutuklanan ve serbest bırakılmasının ardından ve yurtdışına çıkartılan PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş ve hapishanelerdeki PYD mensuplarını serbest bırakmıştır.([6]) PYD’nin silahlı kanadı YPG (Yekineyen Parastina Gel- Halk Savunma Güçleri) de 2011’de kurulmuştur. Esed rejimi 2012 yılında Ayn al-Arab ve Afrin gibi bölgeleri PYD-YPG kontrolüne bırakmıştır.([7])([8])

Kurulduğu andan itibaren PKK’nın ideolojik, örgütlenme, lojistik ve askeri desteğinden istifade eden PYD, 2013 yılının Kasım ayında iki gün süren görüşmelerin ardından Suriye’nin kuzeyinde “Kobani, Afrin ve Cizre” olmak üzere üç kantondan oluşan Rojava Geçiş Yönetimi’ni ilan etmiştir. Takip eden iki yıl içinde de Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın eylem alanlarının hiçbirinde elde edemediği fiili bir idari sistemi ile coğrafi bir alan kontrolünü hayata geçirmiştir. 2016 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adını alan PYD kısa sürede KCK’nın konfederal örgütlenme sistemi içinde özerklik hedefine fiilen ulaşan ilk bileşen olmuştur.

PKK ve PYD Arasında Doğal Olmayan Ayrışma ve Neo-KCK

Neo-KCK kavramı KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemektedir. Neo-KCK’daki yenilik, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümünün PKK merkezinden PYD inisiyatifine geçtiğini gösteren bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir. Kısacası, uluslararası aktörlerin Suriye iç savaşı sırasında KCK’nın Suriye projesi olan PYD ve onun askeri kanadı olan YPG ile açıktan temas kurmasıyla birlikte PYD de facto bir şekilde federatif pratik imkanına sahip olmuştur. Uluslararası aktörlerin himayesiyle KCK’nın konfederasyon modeli içindeki PKK, PJAK, PÇDK ve PYD örgütlenmeleri arasında fiilen de olsa federasyon hedefine ulaşan ilk örgüt olması hasebiyle PYD’nin PKK’ya karşı üstünlük algısı geliştirmeye başladığı görülmüştür. 13 Mart 2016 tarihinde Ankara’daki Kızılay Meydanı yakınlarında bulunan Güven Park’ta KCK terör örgütünün gerçekleştirdiği bombalı araç saldırısının ardından Türkiye’nin haklarında yakalama kararı çıkarttığı ve Interpol’e bildirdiği KCK sistemi içinde bulunan örgüt liderleri hakkındaki yakalama kararının Interpol tarafından iptal edilmesi buna örnek gösterilebilir. Zira bu kararın iptal edilmesinin nedeninin arananlar listesinde PYD Eşbaşkanlarından Salih Müslim, Asya Abdullah ve KCK Yürütme Konseyi üyesi Fehman Hüseyin gibi Suriyeli örgüt liderlerinin bulunması gösterilmektedir. Buna rağmen, Türk Adalet Bakanlığının talebi üzerinde PKK’nın lider kadrosunda bulunan Cemil Bayık, Duran Kalkan, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu gibi isimler hakkındaki yakalama kararı yeniden tesis edilebilmiştir. Bu algının oluşmasında 2013 yılından bu yana meydana gelen gelişmelerin PKK ile kıyaslandığında PYD lehine sonuç verdiği söylenebilir. Bu gelişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları, 2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü, siyasallaşma süreci ve ekonomik gelişimi, 3. PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve hibrit kapasitesi, 4. PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri, 5. PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi. Bu beş gelişmeden ilk dördü PYD ile, beşincisi ise PKK ile ilgilidir. Şimdi PYD’yi KCK yapısı içinde PKK’ya karşı üstünlük elde etmesine neden olan bu beş faktöre sırasıyla göz atalım.

1.Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları

PYD’nin PKK’ya karşı avantaj elde etmesine kaynaklık eden en önemli durum PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin ABD öncülüğünde kurulan İŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyonu (İMUK) tarafından yerel ortak olarak benimsenmesine dayanmaktadır. PYD’yi ve onun silahlı kanadı YPG’yi, PKK/KCK’nın Suriye uzantısı olarak gören ve ideolojik yakınlığı ile organizasyonel bağına ve PYD/YPG saflarındaki çok sayıda ismin PKK’lı teröristler olmasına rağmen PKK’dan ayırt etmeyen NATO üyesi Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen ABD tarafından PYD/YPG ısrarlı bir şekilde yerel ortak olarak tanımlanmıştır. YPG’nin 2011 yılında resmi olarak kuruluşunu ilan etmesi PYD’yi uluslararası ortamda bilinen bir aktör haline getirmiş, YPG’nin İŞİD’e karşı mücadelede etkinleşmesi, YPG içindeki kadın teröristlerle ve yabancı terörist savaşların daha görünür hale gelmesiyle birlikte YPG’nin ortak düşman olarak görülen İŞİD’e karşı savaşan yerel ortak olarak sunulmasına neden olmuştur. PYD’nin PKK ile ideolojik ve organizasyonel bağları biliniyor olmasına rağmen, başta ABD olmak üzere Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonu bileşenleri, PYD-YPG’yi hem siyasi hem de askeri alanda meşrulaştırmaya çalışmışlaradır. Bu bağlamda PYD-YPG yapısal bir dönüşüme uğratılmadan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı bir çatı oluşum ile YPG bu oluşum içindeki bileşenlerden bir tanesiymiş gibi sunuldu. Nitekim ABD Özel Kuvvetler Komutanı PYD-YPG’nin kendilerinin tavsiyesiyle SDG’yi kurduklarını bir düşünce kuruluşunun toplantısında itiraf etmiştir.([9])

Uluslararası aktörlerin PKK’yı terör örgütü olarak görüp PYD/YPG’yi terör listesine dahil etmemeleri PKK’yı olumsuzlarken, PYD’nin meşrulaştırabileceği bir algı havası oluşturdu.([10])ABD, Murat Karayılan, Duran Kalkan ve Cemil Bayık gibi PKK merkezli KCK savunucularından olan KCK Yürütme üyelerinin yakalanmaları için 2018 yılında başlarına 3-5 milyon USD arasında ödül koydu.([11]) ABD böylelikle, hem Türkiye’yi PYD’ye karşı yeni bir askeri harekât düzenlememesi için Türkiye’yi yatıştırmaya çalışırken diğer taraftan da PKK ile PYD arasına bir meşruiyet çizgisi çizmeye çalışmıştır. ABD Karayılan, Bayık ve Kalkan için böylesine bir karar alırken, Sofi Nurettin, Fehman Hüseyin gibi PYD merkezli hareket eden KCK Yürütme Konseyi üyesi diğer eş değer teröristler için herhangi bir adım atmamıştır. Hatta, KCK Yürütme Konseyi üyelikleri bilinen Salih Müslim, Asya Abdullah ve Mazlum Abdi ile açıktan birlikte çalışmaya devam etmiştir.([12])

2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi,

2012 yılında Esed rejiminin kendisine bıraktığı alanlar, ABD öncülüğünde Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonunun yardımıyla İŞİD ile çatışmalar neticesinde ele geçirdiği toprakların tamamı itibariyle 2012’den 2016 yılına kadar Suriye karasalının yaklaşık üçte birinin kontrol ederek, PYD PKK’nın silahlı mücadeleye başladığı yıllardan itibaren arzu ettiği bir teritoryal kontrol alanı oluşturmuştur.([13]) Türk Silahlı Kuvvetleri ve rejim muhalifi Suriye Milli Ordusu bileşenlerinin harekatlarıyla bu alan kontrolü Menbiç Çevresinde, Afrin genelinde ve Tel Abyad-Ra’s al Ayn alanlarında nispeten azaltılsa da PYD’nin teritoryal kontrolü hala devam etmektedir.

KCK sözleşmesinde ekonomik sistem kar ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı sistem şeklinde, üretimin ve mülkiyetin meclis yerleşim yerlerine bağlı olmasını benimser ifadeleriyle ekonomiye gerçeklikten uzak romantik bir anlam yüklenmiştir. KCK bunu savunurken PYD, kapitalist ekonomik düzene bağımlılığı ABD’nin himayesiyle birlikte kabul etmiş bir örgüttür. ABD’nin kontrol ettiği bölgelerde tipik bir Ortadoğu devletçiği gibi Suriye’ye ait petrol sahalarının işletmeciliğinden elde edilen gelir PYD’nin petro-dolar ekonomisine dayalı bir örgütlenme olarak elini KCK içinde PKK’ya karşı güçlendirmektedir. Bazı iddialara göre PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda Delta Crescent Energy LLC ile müşterek olarak işlettiği petrol kuyularından günlük 1-3 milyon USD gelir elde etmekte, yıllık olarak bu gelirin 5-7 milyar USD seviyesine çıkartılması hedeflenmektedir.([14]) Bu ne PKK’nın ne de KCK’nın elde edemeyeceği büyüklükte bir finansal kaynaktır. PKK’nın zoraki bağış, kriminal faaliyetler ve yurtdışından yapılan örtülü yardımlardan elde ettiği finansal kaynaklarla karşılaştırılamayacak şekilde nicel ve nitel özelliği olan bir finans kaynağı olarak görülmekledir.

3. PYD’nin askeri yapısındaki dönüşüm ve hibrit kapasitesi,

PYD-YPG, PKK’nın silahlı programının mirası olan düzensiz savaş pratiklerinden hem terörizm hem de ayaklanma taktikleriyle harmanlanmış bir askeri program dâhilinde Suriye İç Savaşının ilk yıllarında kendini göstermeye başladı. Bu taktikler Suriye devriminin deneyimsiz silahlı unsurlarına karşı bir üstünlük sağlayabilirken, daha kompakt ve taarruz ve savunmada senkronize olabilen hibrit İŞİD unsurlarına karşı üstünlük sağlaması mümkün değildi. Buna karşılık, daha etkili olmak için kapsamlı bir eğit-donat programına ihtiyaç duyuldu. Bu kapsamda, PYD/YPG’ye karşılıksız bir şekilde aralarında gelişmiş tanksavar silahlarının da bulunduğu küçük ateş silahlardan, yüksek kalibrasyonla top kadar çok sayıda silah, mühimmat, araç ve gereç hibe edilerek YPG’nin küçük birlik taktik kapasitesi daha normatif nizami birlik seviyesine kadar yükseltildi. Ayrıca, başta ABD olmak üzere İngiliz ve Fransız Özel Kuvvetlerinin verdiği eğitim ve danışmanlıkla YPG unsurlarının askeri doktrini nizami bir ordu olan TSK’ye karşı cephe savunması yapacak kadar geliştirildi. YPG’nin savunma askeri kapasitesi TSK’nın Zeytin Dalı Harekâtında hem de Barış Pınarı Harekatıyla test edilmiş oldu.([15]) ([16])Can Kasapoğlu’nun çalışması YPG’nin askeri kapasitesi çalışması hakkında detaylı bir envanter çalışması sunmaktadır.([17]) Hatta, PYD’ye ait iki adet helikopter 15 Mart 2023 tarihinde Haseki’den Süleymaniye’ye yaptığı örtülü yolculuk esnasında düşmüş, 9 PYD’li terörist ölmüştü. Bu olay PYD ile Irak’ta Belgesel Yönetim sınırları içinde İran’a müzahir bir siyaset güden Kürdistan Yurt Severler Birliği (KYB) arasındaki ilişkileri de ortaya koyması bakımından oldukça önemliydi.([18]

4.PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri,

PYD, İŞİD’e karşı elde ettiği askeri başarıların da neticesinde PKK ile iltisaklı ve irtibatlı olmasına rağmen, Avrupa ve ABD parlamentolarında devlet başkanı makamlarında siyaseten bir muhatap olarak görüldü ve kabul edildi. PYD, ABD Savunma bütçesinden yeniden yapılanma, güvenlik/savunma harcamaları için yıllık 500 milyon USD değerinde bir sürdürülebilir bir bütçe payı almayı başardı. Diğer yandan üniforma giydirilmiş PYD-YPG’li teröristler, Avrupa ülkelerinin başkentlerinde parlamenterlerce ağırlanıp ödül verilecek seviyede tanınır olmaya başladılar. Fransa'da Merkez Sağ Parti Demokrat Hareket (MoDem) milletvekili François Pupponi, 2022 yılında Fransız Parlamentosunda PYD-YPG’li teröristlerden Nesrin Abdullah ve Nuri Mahmud'a “Millet Meclisi Madalyası” verilmesini sağlamış, bunu da sosyal medya hesabından paylaşmıştı.([19])Hatta, ABD Eski Savunma Bakanı James Mattis 15 Şubat 2018’de NATO Karargâhında YPG’yi savunmuş, “YPG’yi PKK’dan ayırabileceklerini ve Türkiye için tehlike olmaktan uzaklaştırabileceklerini” ifade etmişti.([20])

5.PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi

PKK/KKC uluslararası ve bölgesel jeopolitik koşulların sunduğu fırsatlardan da yaralanarak Suriye iç savaşında PYD’nin Suriye’de güç kazanmaya başladığı 2015-2016 yılları arasında özerk bölgeler oluşturmak maksadıyla Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde Silvan, Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi, Şırnak ve Yüksekova gibi kent merkezlerinde kapsamlı bir silahlı kalkışma hareketi yürüttü. PKK için yeni olan bu kent çatışmalarında kent merkezlerinde çok sayıda yerel genç KCK’nın gençlik yapılanmasından devşirilerek mobilize edildi ve bunların kırsal alandan kent merkezlerine getirilen PKK’nın silahlı kanadı HPG unsurlarıyla birlikte Türk güvenlik güçlerine ve yerel sivil halka saldırılar düzenlenmesi sağlandı. Ancak, yetersiz halk desteği, örgütün şehir yapılanmasındaki tecrübesizliği, Türk güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları neticesinde PKK Türkiye’de büyük bir yenilgiye uğradı.([21]) Devamında örgüt elemanları sınır hattına, oradan da Irak ve Suriye’ye itildi. PKK bu dönemde silahlı kadrosunun büyük bir bölümünü kaybederek, PYD’nin Suriye’deki kazanımının aksine Türkiye’de gibi fiili özerk bölgeler oluşturamadı.([22]) Bu yenilgi PKK’nın PYD’ye karşı KCK içinde üstünlüğünü yitirdiği bir dönüm noktası olarak ifade edilebilir.

PYD, PKK/KCK tarafından geliştirilen KCK modeliyle arzu ettiği nispi meşruiyet alanını Suriye’de elde ettiğini düşünmek suretiyle PKK ile arasına meşru-gayri meşru alanı koymuş görünmektedir. PKK, PYD’yi ABD ile petrol anlaşmaları yapmakla, Suriye’deki diğer Kürt gruplarla ABD desteğinde Kürt birlik görüşmelerine girmekle ve Suriye konusunda BM liderliğindeki siyasi müzakerelere katılmaya çalışmakla eleştirmekte, bu durum da PYD/PYG’yi eski PKK’lı Ferhad Abdi Şahin gibi pragmatik liderler tarafından yönetildiğine işaret etmektedir.([23]) PKK eleştirisi, PYD/YPG’nin PKK/KCK’dan uzaklaşacağı durumuyla ilgili değil, PYD’nin KCK’nın inisiyatifini PKK’dan ele geçireceği endişesiyle ilgili olarak değerlendirilmektedir. PYD’nin ABD güdümüne gireceğini ve PKK’nın KCK üzerindeki etkisini kuşatabileceği endişesiyle KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin liderliğini yapan Ferhat Abdi Şahin’in kavgalı oldukları Türk basınında yer aldı.([24])

Özetlemek gerekirse PYD ile PKK arasında KCK’nın yönetsel dinamiğine dair bir yaklaşım farkı olduğunu ifade edebiliriz. PYD ile PKK yönetimleri arasındaki temel fark KCK’nın ABD ekseninde gelişip gelişmemesi yaklaşımına odaklanmaktadır. Bu da PKK’lı lider kadro içinde KCK Yürütme Konseyi inisiyatifinin PYD’ye geçeceğiyle ilgili bir endişe yaratmaktadır. Zaten yıllardır PKK içinde süre gelen Suriyeli-Türkiyeli eksenindeki liderlik tartışmasını Suriye merkezli PYD’ye taşıyan kolaylaştırıcı bir faktör olarak da görülebilir. PKK’nın lider kadrosunda yer alan Fehman Hüseyin, Mazlum Abdi, Polat Can ve birçok teröristin Suriye’deki gelişmeler ile birlikte Irak kuzeyinde PKK’nın aktif silahlı lider kadrosuyla görüntü vermek istemeyişlerinin altındaki temel nedenlerinden birisi de bu olarak gösterilebilir. PYD ABD’den temin ettiği askeri, siyasi ve ekonomik desteği yorumlayıp başkalaştırdıktan sonra PKK’ya aktarmakta böylelikle hem PKK’yı yaşamsal anlamda PKK’yı kendine bağımlı kılmakta hem de ABD’den gelen bu desteğin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Bu PKK’nın örgüt yönetişimi için bir paradigma değişimidir ve kabul edilmesi mümkün görünmektedir.

Sonuç

PKK’nın silahlı programını safhalara bölmek gerekirse, 1984-1986 yılları arasındaki henüz başlamakta olan şiddet safhası, 1986-1999 yılları arasındaki açık şiddet, 2000 ve sonrası süreçteki siyasi kararlılık şeklinde sıralayabiliriz. PKK’nın üçüncü safhasındaki temel iki hedefi bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi hedef kitle nezdinde örgütün meşruiyetini sağlamak, ikincisi de belirli bir coğrafi bölgedeki halk üzerinde siyasi kontrol teşkil etmekti. Ancak PKK bunu hiçbir şekilde gerçekleştiremedi, kendisini medya savunma alanı olarak adlandırdığı kırsal alanda sadece gizlemek zorunda kaldı. 1998 yılında başlayan KCK’nın ilanına kadar uzanan dönemdeki gelişmeler, PKK açısından yeniden teşkilatlanmanın da ötesinde kabul edilebilecek bir sürecin gerçekleşmesinde neden olmuştur. PKK yıllarca tahakküm kurmak istediği Kürtçülük kavramı ile federatif devlet hedefi arasında bir illiyet bağı kurarak örgüt yapılanmasını kapsayıcı ve bütünleştirici bir şekle büründürmeye çalışırken, KCK sistemi içindeki PYD uluslararası aktörlerin PYD’yi meşru bir aktör olarak görme yaklaşımları, PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi, PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri nedeniyle PKK’ya KCK içinde örgüt içi bir üstünlük elde etmiştir.  Dahası, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde yükselişe geçtiği 2015-2016 yılları arasında PKK Türkiye’de yürüttüğü şehir savaşları da kaybederek yaşamsal bir tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bütün bunlar, ABD’nin de etkisiyle PYD’nin PKK’yı sorunlu bir aktör olarak kodlamasına ve KCK Sözleşmesinde yer alan Abdullah Öcalan’ın örgütün önderlik pozisyonundan ve KCK’nın ayrılıkçı etnik ideolojisinden vazgeçmeden, KCK ilkelerini Suriye’de uygulamak suretiyle PKK’dan bağımsız ama Abdullah Öcalan ve KCK’ya sadık bir şekilde Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeybatısına odaklanmış federatif yapı hedefiyle hareket etmesine sebep olmuştur. Bu da, KCK yapısında PYD lehine bir üstünlük algısı oluşturmaktadır.  No-KCK önermesi, KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemekle birlikte, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümün PYD’nin üstünlüğüne bağlı olarak PKK merkezinden PYD istikametine hareket ettiğini gösteren örgüt içi bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir.

PYD merkezli Neo-KCK örgütlenmesi Suriye, Suriye devrim hareketi ve Türkiye için ne anlama gelmektedir? PYD’nin KCK Sistemi içinde PKK’ya karşı bir üstünlük elde etmesinin Suriye’nin toprak bütünlüğü, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve Suriye’deki devrim hareketi üzerinde birtakım etkileri olduğunu da ifade edebiliriz. Bu bağlamda uluslararası aktörlerin PYD’ye Suriye’de fiili bir teritoryal kontrol sağlatmaları Suriye’nin üniter yapısı için en büyük tehdittir. Esed rejimi, devrimcilerin değişim ve dönüşüm taleplerini siyaseten reddedip ülkesinin PYD-ABD tarafından fiilen işgal edilmesine neden olmuştur. PYD-ABD ortaklığı ayrılıkçı ilkelere dayalı bir süreci içerdiğinden, PYD’nin Suriyeli bir aktör olarak kalması mümkün değildir. Hâlihazırda PYD’nin siyasi, askeri ve teritoryal konsolidasyonunu sağlayan ABD, Suriye’nin enerji ve verimli tarım havzasını işgal eden PYD’nin kendi ekonomisini yaratması için bir gayret sarf etmektedir. Bu da Suriye’nin federatif bir yapı halinde dahi kalmasını tehdit eden işaretlerinden biri olarak görülebilir.

Öte yandan, KCK Türkiye açısından bütüncül bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir. KCK’nın Neo-KCK şeklinde PYD merkezine kayacak olması KCK’nın federasyon modelindeki ayrılıkçı pratiğin Türkiye dahil diğer bölge ülkeleri kuşatacak büyüklükte tehdit edeceği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin KCK terörüyle mücadelesi askeri argümanların dışına çıkmak zorunda kalacak ve siyasi ve sosyolojik düzleme genişlemek suretiyle daha da güçleşecektir. Türkiye, bir taraftan Suriye derinliklerinde askeri mücadelenin zorluklarıyla uğraşmak zorunda kalırken diğer taraftan da Türkiye içinde KCK siyasalı ve sosyolojisiyle şimdikinden daha güç şartlarda mücadele etmek durumunda kalacaktır; terörle mücadelesinin meşruiyeti uluslararası aktörlerin her zamankinden daha fazla direnciyle karşı karşıya kalacaktır.

Diğer taraftan, PYD’nin KCK’ya hâkim bir örgüt olarak Suriye’de varlığını sürdürmesi Suriye’deki devrim hareketinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak görülebilir. Zira, PYD Suriye’deki devrim hareketinin nedenlerinden ve kolektif programından kendini başından beri ayrıştırmış bir örgüttür, dolayısıyla devrimci değildir. Suriye muhalefetinin aksine, PYD/YPG Esed rejime değişime veya devrime zorlayacak bir örgüt programı geliştirmemiş, Suriye’deki gelişmeler ile birlikte ortaya çıkan güvenlik ortamını kendini Suriye topraklarında fiilen ve siyaseten inşa etmek için pragmatik bir şekilde kullanmıştır. Uluslararası aktörlerce PYD’nin KCK’ya hâkim siyasal bir aktör olarak görülmesi, KCK’nın ayrılıkçı ideolojik hedeflerine uygun şekilde ilk önce federatif bir anayasal değişimi zorlayacak, sonrasında bağımsızlık zemini hazırlayacaktır. Bu durumda, PYD’nin hâkim olduğu topraklardaki demografik değişim hızlandırılacak ki bu durum yeni siyasi ve sosyolojik durumların oluşmasına neden olacaktır. Bu durum da Suriye devrim hareketinin siyasi kazanımlarının sınırlayacak veya tamamen ortadan kaldıracak bir jeopolitik durumun oluşmasıyla ilgilidir.


([1]) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı KCK İddianamesi, Esas:2012/29, 19 Mart 2012

([2]) KCK Sözleşmesi, 2005

([3])Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi/KADEK 1. Kongresi, 4-10 Nisan 2002.

([4]) KADEK 1. Kongresi

([5]) PYD Kuruluş Duyurusu,  2003. https://bit.ly/3HiLrDo  

([6]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”,  SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([7]) Crisis Group, Flight of Icarus? The PYD’s Precarious Rise in Syria. Crisis Group Middle East Report NO:151, 2014

([8]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([9]) Anadolu Ajansı, “ABD'li general YPG'ye verdikleri desteği böyle itiraf etmişti”, 2018. https://bit.ly/3LbF7i2

([10]) Erol Bural, “PKK’ya Tasfiye PYD’ye Devletçik”. TERAM, 2020, https://bit.ly/41X29Qg

([11]) US Justice Deaprtment, 2018, https://bit.ly/3AxGt1B

([12]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([13]) Mustafa Çalışkan, “Suriye’de PKK Faaliyetlerinin Tarihî Arka Planı ve PYD Terör Örgütünün Siyasallaşma Çabaları”, Üsküdar University Journal of Social Sciences; Issue: 10, 63-91, 2020

([14]) Soner Doğan, “Amrika-PYD Petrol Anlaşması”, İNSAMER, 2020,https://bit.ly/3V85j1D

([15]) Bora Bayraktar, “Suriye İç Savaşı Açısından Zeytin Dalı (Afrin) Harekatı,Bilge Strateji, 11 (20) ,51-66. DOI: 10.35705/bs.751598, 2019

([16])Doğan Şafak Polat, “Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyindeki Askerî Harekâtının Amaçları ve Sonuçları”, Güvenlik Stratejileri Dergisi ,16 (33) , 53-96. DOI: 10.17752/guvenlikstrtj.719968, 2020

([17]) Can Kasapoğlu, Sina Ülgen, “In The Shadow of the Guns: Armament Trends of the PKK&YPG Terrorist Network”, Foreign Policy&Security, 2012/7 Center for Economics and Foreign Policy Studies (EDAM), https://bit.ly/3HjdIcH

([18]) Necdet Özçelik, “Helikopter Vakası ve PKK Tehdidinindeki Gerçeklik”, Star, 2023, https://bit.ly/424rDLE

([19]) Yeni Şafak, “Fransa Parlamentosunda skandal görüntüler: PKK'nın sözde komutanlarına madalya verildi.”, 2022, https://bit.ly/4464zhz

([20]) Mehmet Solmaz, “Köşeye sıkışan ABD'den absürt PKK savunması”, Sabah, 2018, https://bit.ly/3oPK5cy

([21]) Murat Yeşiltaş, Necdet Özçelik, “When Startegy Collapses”,SETA, 2017

([22]) Nihat Ali Özcan, “Şehir savaşlarının’ ağır sonuçları ve PKK’nın çıkış stratejisi”, Milliyet, 2016, https://bit.ly/423ZcOc

([23])Wladimir  van Wilgenburg, “Syrian Democratic Forces (Syria). Guns and Governance. How Europe Should Talk With The Non-State Armed Groups in the Middle East”.  European Council Of Foreign Relations, 2017

([24]) Milliyet, “Terör örgütünde petrol paylaşımı kavgası! Mazlum Kobani ve Murat Karayılan birbirine girdi”,2020, https://bit.ly/3LyIEs5

Giriş

2011 yılında başlayan iç savaşın zaman içinde uluslararası bir nitelik kazanması ile birlikte Suriye’de ortaya çıkan devlet dışı silahlı grupların neredeyse tümü birden fazla ülke ile organik bağlar kurdu. Esed rejimi karşısında yahut çıkar odaklı iş birlikleri çerçevesinde rejim ile rekabete dayalı iş birliği yapan devlet dışı silahlı gruplar arasında en çok dikkat çeken örgüt, terör örgütü Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu Yekîneyên Parastina Gel (YPG) oldu.

YPG ve Rusya arasındaki iş birliğinin doğası örgütün de düşman kategorisinde tanımladığı Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı gelişen pratik bir ilişki ile iki tarafın stratejik amaçları çerçevesinde değişim gösteren iniş ve çıkışlar gösteriyor.

Bu raporda YPG ve Rusya arasındaki ilişkinin zamansal ve mekânsal bir değerlendirmesi üzerinden iki taraf arasındaki iş birliğinin motivasyon ve dinamikleri incelenecek olup aynı zamanda taraflar arasındaki iş birliğinin sahadaki yansıması ortaya konulacaktır.

İnceleme sırasında kronolojik bir olaylar silsilesi iş birliğini etkileyen durumların anlaşılması amacıyla işlenecek ve böylece YPG ile Rusya arasındaki ilişkiyi etkileyen dış faktörlerin ikili arasında nasıl bir gel-git etkisine sahip olduğu resmedilecektir.

Irak’ın kuzeyindeki PKK ile fiziki ilişki kurmayı başaran YPG’nin Suriye’deki varlığının temelinde yatan(1)PKK terör örgütünün Marksist ideolojisinin YPG kadrolarında yer alan PKK(2) üyelerinin de etkisinin YPG’nin Rusya ilişkilerini kolaylaştırdığını görebileceğiniz bu rapor YPG’nin Makyavelist tavrının da Moskova’ya yakınlaşmayı uygun gördüğünü anlatmaktadır.

YPG’nin Rusya ile olan iş birliğinin temelinde esasen iki dönemsel zorunlulukla kendisini dayattığını söylemek mümkündür.

YPG’nin Rusya İle İlişkisini Belirleyen Temel Dinamikler ve Örgütün Motivasyonu

YPG’nin PKK ile olan ideolojik bağı örgütün Suriye’deki taktik ve stratejik hamlelerine Makyavelist bir şekilde yansıyor(3).

Örgüt bir yandan ABD ile Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) karşıtı mücadeleyi öne sürerek 2012 yılında rejimin kendisine çatışmasız şekilde bıraktığı bölgelerde özerklik ve ötesini gerçekleştirmek için ‘devletleşme’ veya ‘kantonlaşma’ hamleleri gerçekleştirirken diğer yandan Esed rejiminin hamisi konumundaki Rusya ile de dengeleyici bir ilişkiyi zoraki olsa da elinde tutuyor.

Bu açıdan bakıldığında YPG’yi Rusya ile iş birliğine zorlayan iki dönemden bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki Halep’in kuzeybatısında ABD için ikmal ve kontrolün oldukça zor olduğu ve IŞİD tehdidinin düşük olduğu Afrin süreci (2015-2018). İkincisi ise Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı ile Fırat’ın doğusunda örgüt ile ABD arasındaki güven ilişkisinin yara aldığı 2019 ve sonrasındaki süreç.

Bu iki süreç YPG’nin Rusya ile olan ilişkisini çıkar ve denge üzerine oturttuğunun en bariz örnekleridir. İki süreçte de YPG rejim üzerinden şekillendirdiği Rusya ilişkisini hem Türkiye’ye hem de IŞİD’e karşı mücadelede kendisine güç sağlayan ABD’ye karşı tereddüt etmeden kullandı.

Ortak Düşman Dönemi

2015 yılında Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahalesi ile Halep’in güvenliği için kentin kuzeyinde yer alan Afrin’i kontrol eden YPG ile iş birliğine girişmesi, muhaliflerle kıyaslandığında Halep gibi stratejik bir kent için YPG’nin tehdit oluşturmadığını düşünmesi örgütün Rusya ile kolayca iş birliği kurabilmesine olanak sağladı(4) 

Şekil 1: 2015 yılı Suriye İç Savaşı Kontrol Haritası

“O sıralarda kuzeyde IŞİD tehdidi yüksekti. Aynı şekilde Afrin’den de YPG saldırıları vardı. Rusların gelişi ile İdlib’te ve Şam’da Esed rejiminin aldığı hava desteğini kuzeyde YPG almaya başladı”(5) diyen Azez merkezli bir ÖSO grubunun komutanı 2015 yılında Rusya’nın savaşa dâhil olması ile daha önce görece sakin haldeki Afrin hattının beklenmedik şekilde ısındığını, bunun da Rusya’nın YPG’ye sunduğu hava desteği ile ortaya çıktığını ekledi.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin henüz ikinci ayında Rus hava kuvvetleri Halep’in kuzeyinde muhaliflere karşı hava saldırılarına başlamış, Azez ve çevresinde doğudan IŞİD’in saldırısı altındaki muhalifler aynı anda batıdan (Afrin’den) YPG saldırılarına maruz kalmaya başlamıştı(6)

Bu gelişmeler 2016 yılının yaz aylarında Türkiye’nin başlattığı Fırat Kalkanı operasyonuna kadar ve hatta sonrasında da devam etti. YPG Rusya’nın desteği ile Afrin’den güneydoğu istikametinde genişledi.

“2016 yılının Ocak ve Şubat ayları en zor zamanlardan biriydi. Halep’in kuzeyindeki Şeyh Neccar’dan Haytan’a uzanan hatta İran destekli milisler kuzeye Handerat ve Başköy’e doğru ilerlerken YPG de Afrin’den hem batıya doğru Tel Rıfat’a hem de Afrin’in güneybatısından aşağıya, Deyr Cemal üzerinden Ahras ve Vaşiye hattına doğru ilerliyordu. Bu, Halep’e yönelik Rus planının bir parçasıydı. Kuzeyden gelebilecek yardımlar bu şekilde kesilecekti. Öyle de oldu. YPG kuzeybatıdan aşağı indi. Nisan ayının başında kuzeyden, Azez’den Halep’e giden ikmal yolu hem İran destekli milisler hem de YPG tarafından(7)çift katmanlı şekilde kapatıldı.”(8).

İki güç, YPG ve rejim yanlısı İran destekli Şii milisler Kasım 2015’ten Nisan 2016’ya kadar süren Azez-Halep ikmal yolunu(9)kesme operasyonu sırasında birbiri ile hiç çatışmadı. “Hangi köye kimin gireceğine kadar Ruslar karar veriyordu. Telsizlerden ‘komutanlık’ ibaresi ile Rusları kast ederek oraya siz girmeyeceksiniz deniyordu. Bizim Beyanun ve Misbin savunmamızı fırsat bilerek YPG kuzeyden hızla inmişti o günlerde. Temmure ile Anadan arasında tepeciklerin arasındaki yolu gören kısmı da ele geçirmişti. Ama uyarıldılar ve çatışmadan oralardan çekilip Hizbullah’a bıraktılar.”(10)

2015-2016 sürecinde YPG’nin batı kanadı, doğuda IŞİD’e karşı mücadele kapsamında ABD yardımı alan kanadının aksine, Rusya ile iş birliğini geliştirmişti. Bu iş birliği üzerinden Deyr Cemal’den güney ve güneybatı yönünde Tel Rıfat başta olmak üzere Şehba rezervuarına kadar olan alana yayıldı. Bu yayılmanın önemli bir kısmı Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan sonra Rusya’nın verdiği destekle sağlandı.

“Türklerin operasyonu başladığında YPG ve Esed rejimi de operasyonlara başladı. Ama o sıralarda Halep çevresindeki şiddetli çatışmalar nedeniyle rejim kuzeye çok odaklanamıyordu. Onun boşluğunu YPG doldurdu”(11)diyen Halep kuzeyinden ÖSO savaşçısının ifadeleri o günlerdeki haberlerle de örtüşmektedir(12)YPG ile Rusya arasındaki ilişki hem IŞİD’e karşı mücadele adı altında Türkiye destekli muhaliflerin alan kazanmasını engelleyecek bir duruma evirilmiş hem de YPG’nin doğu kanadının Menbiç hattı ile birleşmesine yönelik bir niteliğe bürünmüştü. Bu nedenle Türkiye Suriye’de gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında sık sık “terör koridoru”(13)kavramına vurgu yapmıştır.

2015 yılının son çeyreğinde Esed rejimi lehine ve iki tarafın da Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği şeklinde gelişen Rusya ile iş birliği konusunda YPG’nin ana motivasyonu kuşkusuz 2013’ten beri YPG merkezinin hedeflediği parçalı alanları birleştirerek(14) güç kazanmak ve sonrasında özerklik(15)için avantaj sağlamak üzerine kuruluydu. Bu durum ABD’nin ulus inşa süreçlerinden biraz daha farklı bir şekilde olsa da Fırat’ın doğusunda ilerleyen bir süreçti ve ABD bu kurumsallaşmayı memnuniyetle karşılıyordu(16)

2016 yılı boyunca YPG ile Rusya arasındaki ilişki biçimsel olarak Halep’in kuzeyinde IŞİD’e karşı mücadele görüntüsü çizse de asıl konu Türkiye destekli muhaliflerin ve Türkiye’nin Halep kuzeyinde alan kazanarak YPG’nin dağınık alanlarının önünde engel oluşturmasını önlemek üzere şekillendi. Ancak örgütün ana motivasyonu " El-Bab'ın güneyinde Menbiç'ten Afrin'e uzanan bir koridor açmaya ve El-Bab'ı kuşatmak”(17)idi. Ortak düşmana karşı iş birliğinin kendisini çok sıkı şekilde belli ettiği benzer bir durum Halep’in Şeyh Maksut mahallesinde de kendisini gösteriyordu. Halep kent merkezi içindeki çatışmalar boyunca Şeyh Maksut mahallesini elinde tutan YPG, Rusya ve Esed için önemli bir müttefik oldu. Zira bu mahalle kent merkezindeki muhalif bölgelere uzanan lojistik yolu güneyden en açık şekilde gören ciddi bir avantaja sahipti. YPG bu fırsatı kullandı ve muhaliflere karşı Halep kent savaşları ve kuşatma çatışmaları sırasında Rusya ve Esed rejimine ciddi destek sağlayarak Halep içinde ‘özerk’ bir alana sahip oldu.

Sonuç olarak 2015-2016 yılları arasında iki evrede şekillenen YPG-Rusya ilişkilerinin ikinci evresi 2017 yılının Şubat ayında Türkiye ve desteklediği Suriyeli muhaliflerin El-Bab kentini ele geçirmesi ile akamete uğradı(18)Ne var ki bu durum Rusya ile YPG arasında başka bir iş birliği sürecinin de milâdı oldu. Bu durum 2017 yılından 2018 yılının Mart ayına kadarki süreçte Türkiye ve desteklediği muhaliflerin Afrin’i ele geçirmesine kadar sürdü(19).

Rusya ile Kırılma ve YPG’nin Geri Çekilmesi: Afrin

2017-2018 sürecinde Halep’in kuzeybatısındaki Afrin merkezli YPG-Rusya iş birliğinin temel amacı iki taraf açısından bir nevi geri adımı tanımlıyordu. Rusya için bu ilişki Esed rejiminin Halep kenti ve çevresindeki güvenliğini sağlamak ve muhaliflerin alan kazanmasını engellemek iken YPG için mevcut statükosunu Rusya ve rejim iş birliği için simbiyotik bir ilişkiye dönüştürerek Fırat’ın batısındaki varlığını korumaya yönelikti. Bu durum Rusya’nın YPG kontrolündeki bölgede daha rahat söz sahibi olmasına ve tıpkı rejim bölgesindeki gibi askeri üsler açarak baskın güç haline gelmesine olanak sağladı.

El-Bab’ın Türkiye tarafından ele geçirilmesi üzerinden akamete uğrayan Menbiç ile bağlantı ve özerklik sahalarını birleştirme girişimi sonrasında Afrin’de sıkışan YPG’nin batı kanadı artık Rusya için Şii militanlar gibi bir nevi kara gücüne dönüştü(20).

Bunun en açık göstergesi Rusya’nın Afrin’de birden çok askeri üs açması ve buraya 100’ün üzerinde askeri danışman göndermesiydi. Rusya hava gücü ile destek verecek ve kurmay planları yapacak ancak karada YPG savaşacaktı.

2017 Mayıs ayında Rusya, Afrin'in Deyr Sufan, Zeytuniye köyleri, Bifanun Dağı bölgesini ve Tel Acar köyünü birbirine bağlayan vadide önemli bir askeri varlığa sahip olmuştu. O zaman için tamamı PKK’nın Suriye kolu Partiya Yekîtiya Demokrat’ın (PYD) elinde bulunan Afrin'in kuzeybatısındaki Kafr Cenne, Deyr Ballut ve Gazaviye bölgelerine de asker konuşlandırmıştı(21)

Bu dönemden sonra YPG’nin en azından batı kanadı için bölgesel iddiası kalmamış ve örgüt ile Rusya arasındaki ilişki de ortak çıkar ilişkisinden bir tür üst-ast ilişkisine dönüşmüştü. Yaklaşık 13 ay boyunca Rusya, YPG’yi Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı saldırılarda yönlendirip ana hedef olarak örgütün ön plana çıkmasını sağladıktan sonra 2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Zeytin Dalı Harekâtı’ndan hemen önce Afrin’i terk etmiştir(22). Bununla da YPG’yi daha dar bir alanda ve daha sıkı bir kontrol mekanizması ile rejime eklemleyip Türkiye ve muhaliflere karşı eylemlerine de devam edebileceği Tel Rıfat-Şehba hattına mecbur bırakmıştır.

Şekil 2: YPG’nin Rusya ve Rejimle


Şekil 3: Tel Rıfat Bölgesinde Kontrol Alanları ve YPG’nin Saldırı NoktalarıOrtak Bölgesi, 2023

YPG ile Rusya ilişkisinin Halep bölgesinde 2017-2018’de yaşadığı dönüşümün sonucu güncel kontrol alanlarının paylaşım haritalarında net şekilde görülmektedir(23). 2016 yılı boyunca YPG’nin Kuzey Halep’te El-Bab kentine ulaşmak için ele geçirdiği alanların tümü ve Tel Rıfat’ın kuzey kesimlerinin yaklaşık %80’i örgüt tarafından Esed rejimine devredilmiş ve bu bölgelerde Rus askeri varlığı da güçlenmiştir. Bu devir işlemi esasen YPG ile Rusya arasında Esed rejimi lehine ilişkinin devamını sağlayan bir ortaklığı tanımlamaktadır. YPG bu bölgede askeri varlığını sürdürecek ve Türk ordusu ve Suriyeli muhaliflere karşı saldırılarına devam edebilecek, kendi örgütsel işleyişi konusunda serbest olacak ancak kurmay askeri konularda Rusya ve Esed rejimine bağlı hareket edecektir.

Bu durum Fırat’ın batısında YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin kesin şekilde değiştiğinin kanıtıdır. YPG, Afrin’i elinde tuttuğu zamanlardaki gibi kantonları birleştirme iddiasından geri adım atmış, Afrin ve Azez bölgelerinde sivil alanlar da dâhil olmak üzere muhalifler ve Türk ordusuna dönük saldırılar gerçekleştiren bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum Rusya’nın daha önce 2016-2018 arası yıllarda Afrin’de olduğu gibi Rusya ve Esed rejiminin Türkiye ile direkt karşı karşıya gelmeden saldırılar düzenlemek için YPG’yi kullanabilmesi için tekrar uygun bir ortam sağlamıştır. Bu saldırılar genel olarak YPG mobil unsurlarının Türk ordusu üslerine, muhalif askeri noktalara ve sivil alanlara yönelik çok namlulu roket atar (ÇNRA) veya güdümlü anti tank füze sistemi (ATGM) saldırıları şeklinde gerçekleşmiştir. Örgüt bu bölgenin Afrin’e yakınlığı ve insan kaynağı gücünü kullanarak Afrin içinde çok sayıda bombalı araç saldırısı da düzenlemiştir(24)

Fırat’ın Doğusunda YPG-Rusya İlişkileri: Dengeleyici Zorunluluk

PKK’nın Suriye kolu YPG’nin en batıdaki kantonu(25)Afrin’in TSK ve Suriyeli muhalifler tarafından ele geçirildiği dönem YPG’nin Fırat’ın doğusundaki genişleme dönemine işaret ediyordu.

 

Şekil 4: 2015 Yılı YPG’nin Genişlemesi

Şekil 5: 2016 Yılı YPG’nin Genişlemesi

Bu genişleme süreci 2017’den 2018 yılının sonuna kadar Tabka(26),Rakka kent merkezi(27), Deyrizor’un Fırat’ın kuzeyindeki kısmının ve IŞİD’in son kontrol alanı olan Baguz’un ele geçirilmesi(28)ve Irak sınırının stabilize edilmesi süreci ile seyrederken YPG’nin Rusya ile ilişkilerindeki Afrin kırılması örgütü Fırat’ın doğusundaki aktivitelerine ve bu alandaki kurumsallaşma çabalarına odaklamıştı(29).

2019 yılına gelindiğinde ise YPG Afrin’de Rusya ile yaşadığı kırılmanın bir benzerini ABD ile de yaşadı. Türkiye ve Suriyeli muhalifler Barış Pınarı Harekâtı(30)ile Fırat’ın doğusunda Tel Abyad ile Resulayn arasındaki bölgeyi M4 uluslararası karayoluna kadar güneye inecek şekilde ele geçirdi. ABD bu evrede Afrin operasyonu sırasındaki gibi bir yol izledi. Afrin operasyonu öncesinde sık sık operasyon karşıtı açıklamalar yapan ABD Afrin operasyonları başladığında, Afrin’de süren bir operasyonu olmadığını, herhangi bir çatışmaya müdahil olmayacağını söyledi(31)Benzer bir süreç Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sırasında da yaşandı. Dönemin ABD başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı(32)hem Türkiye’nin operasyonunu kolaylaştırdı hem de örgütle ABD arasındaki güven ilişkisini ciddi şekilde sarstı. Trump’ın 32 km’lik güvenli bölge taahhüdü ile YPG’nin bu hattan çekilmeyi reddetmesi çatışmaları tetikledi.

Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sürerken Trump’ın çekilme kararına bağlı kalacak şekilde daha önce Türkiye ile bir mutabakata(33)varmalarına rağmen ABD güçleri Menbiç’i Rus güçlerine devrederek Fırat’ın batısındaki YPG ile tüm ilişkilerini kesti.(34) 

Fırat’ın doğusunda YPG ile Rusya ilişkilerinin şekillendirici bir eşik olarak Menbiç’in Rus ve rejim güçlerine devri ilerleyen süreç için olacakların habercisi gibiydi. Zira Menbiç’te Rus ve rejim varlığı Halep’in doğusuna erişimi olmayan bu iki gücün, Esed rejiminin geçmişten gelen ilişkileri üzerinden geniş bir hareket alanına sahip olmasına olanak sağlayacaktı. Bu açıdan Menbiç hem YPG üzerinde denetim isteyen Rusya hem de Halep’in doğusu ve Rakka ile Haseke’nin kuzey kırsalına ulaşmak isteyen rejim için oldukça önemliydi(35)

Menbiç’in devri sessiz bir kırılmaydı. YPG için Türkiye’nin operasyon düzenlediği hat içinde ABD ile bir çözümün mümkün olmadığı evre yeniden Rusya’ya dönüşü zorunlu hale getirdi. Zira Türkiye ile ABD arasındaki Ankara Mutabakatı YPG’yi Türkiye sınırı boyunca ABD korumasından mahrum bırakıyordu(36)ABD ile Türkiye arasındaki mutabakatın imzalanmasının hemen öncesinde ABD güçleri Türkiye sınırından(37)ve mutabakat sonrasında da M4 yolu üzerindeki Sırrin, Kobani ve Til Temir üslerini boşaltmaya başladı(38). Ankara Mutabakatının ardından Soçi’de Rusya ile Türkiye arasında imzalanan mutabakat ise Rusya ve rejime Menbiç’in ardından Fırat’ın doğusunun da kapısını açıyor, YPG için ABD şemsiyesinin yerini Rus şemsiyesi alıyordu(39).

Tüm bunlar olurken Rusya aracılığında YPG ile Esed rejimi görüşmesi sonucu olarak Esed güçleri Fırat’ın doğusunda YPG kontrolündeki bölgelerde Türkiye sınırı boyunca konuşlanmaya başladı. YPG lideri Mazlum Abdi bu durumu bir zorunluluk olarak açıklıyordu:

“Mazlum Abdi, halkının Washington'un düşmanları Suriye ve Rusya ile ittifaka zorlandığını çünkü ABD'nin geri çekilmesinin kendilerini bir Türk saldırısına karşı savunmasız bıraktığını söyledi”(40).

Bu gelişmeler daha önce özerklik konusunda kesin bir tavır(41)içindeki Rusya’nın da farklı bir şekilde yumuşamasına, dolayısıyla Esed rejiminin de YPG ile müzakerelere açık hale gelmesine ortam sağladı(42). Daha önce de Esed rejimi ile müzakereler(43)olsa da 2019 yılında rejimin Fırat’ın doğusuna erişim sağlaması müzakereler için Şam’ın elini güçlendiren bir gelişme olduğu için yeni görüşmeler ve söylemler ortaya çıkıyordu.

Stratejik Pazarlıklar ve Ötesi

Rusya’nın Fırat’ın doğusuna uzanan etki ile elde ettiği üstünlük YPG için sanıldığı kadar rahatsız edici değildi. PKK’nın ideolojik ve örgütsel uzantısı olan PYD ve onun silahlı kanadı durumundaki YPG için Kandil’den devralınan düşünce yapısı hem Şam’daki Baas kadroları ile hem de dünya çapında sol hareketler üzerinde Sovyet mirası sayesinde hala ciddi bir etkisi olan Moskova ile çalışmayı kolaylaştırıyordu.

Afrin sonrasındaki Tel Rıfat bölgesi örneğinin tersine yeni dönem YPG’nin kendi örgütsel yapısını ve kararlarını ABD’nin sahadaki varlığı sayesinde Rusya’ya dayatabildiği bir süreci tanımlıyordu. YPG, ABD’ye karşı Rusya ve rejim ile olan ilişkilerini kullandığı gibi Rusya’ya karşı da ABD’nin sahadaki varlığını kullanacak bir zemin bulmuştu.

2019’dan sonra yaşanan pandemi süreci ve ardından gelen Ukrayna savaşı ile Suriye gündemden düşse de Rusya için YPG, Suriye’de ABD ile rekabetin bir nesnesi olarak önemini koruyor. Birkaç yıllık görece sakin aralığın benzer şekilde YPG’de de ABD’ye rağmen Rusya ve dolayısı ile rejimle yakınlaşmayı daha da olumlayan bir sürece evirildiği Şam ile müzakereler ve diplomatik konularda Rusya ile iletişimin sıklaşması üzerinden görünür hale geliyor. 

Aralık 2022’de YPG lideri Mazlum Abdi, ABD’nin YPG üzerindeki baskıyı hafifletmek için kurduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) rejim güvenlik yapısının içinde yer aldığını ancak özel bir statüsü olması gerektiğini söyledi(44)

Bu açıklamalardan birkaç gün önce ise PYD’den bir heyet Şam’da Esed rejimi ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve kaynaklar görüşmelerin özerklik konusunda anlaşma sağlanamadan bitmesine rağmen Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği konusunda mutabık kalındığını söylemişti(45)

Bu durum bir yandan YPG’nin 2012’deki pozisyonuna dönüşünü betimliyor olsa da diğer yandan Rusya’nın örgütün kontrol alanındaki kurumsallaşma girişimlerine müdahale etmiyor olmasının Moskova ve örgüt arasında sahadaki Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliğinin sonucu olarak ‘karşılıklı anlayış’ geliştirdiklerinin de bir göstergesi.

YPG ile rejim ilişkisinin 2012 yılında karşısında iş birliği yapmak konusunda uzlaştığı muhalif dalgaya 2020’den itibaren Türkiye de eklenmişti. Rusya’nın bu durumdan memnun olmaması için hiçbir neden yoktu. YPG bölgesinde 2012 yılında devralınan kurumların tekrar rejime devredilmesi bu nedenle uzun süredir konuşulmuyor(46)

Rusya ve rejim için YPG’nin Afrin döneminde (2015-2018) ve sonrasında Tel Rıfat’ta (2018’den günümüze) olduğu gibi Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı kullanılması ‘maliyet açısından’ oldukça avantajlıydı. Fırat’ın doğusunda da bu durumun dondurulmuş kriz(47)müzakereleri ile seyretmesi, bu süreç içinde de YPG’nin Türkiye tarafından yıpratılması(48)ile örgütün Moskova ve Şam’ın isteklerine mecbur bırakılması Moskova için oldukça zahmetsiz bir politika.

Ne var ki YPG’nin Rusya ile olan ilişkileri iniş çıkışlar sergiliyor. 2020 Eylül’ünde Moskova’da rejimin tanıdığı sözde muhalefet lideri Kadri Cemil ile YPG temsilcileri arasında özerk yönetim konusunda bir metin imzalanmasına(49)rağmen ABD politikasındaki Trump etkisinin kaybolması ile YPG ile Rusya ilişkileri ‘ayrılıkçılık’ söylemi üzerinden gerilebiliyor.(50)

İlişkilerin halen güven konusunda netleşmediği YPG-Rusya ilişkilerinde iki tarafın da iş birliği anlayışı benzerlik gösteriyor: Akut durumlarda iş birliği. stratejik amaçlarda pazarlık.

YPG ve Rusya’nın üzerinde uzlaştığı ve iki tarafı da taktik ve stratejik açıdan motive eden temel dinamik Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı olan iş birliği. YPG’nin Rusya ile olan ilişkisindeki en büyük sorun ise ABD ile iş birliği. Soçi ve Astana süreçleri ile Türkiye’yi pazarlık edilebilir, rekabetçi iş birliğine dayalı bir aktör olarak gören Moskova’nın örgütün ABD ile iş birliği konusundaki endişeleri Ukrayna sürecinden sonra Suriye’de askeri bir müdahale imkânının kalmaması nedeniyle daha da derinleşti.

Fakat aynı zamanda 2019 mutabakatlar sürecinin ardından Rus askeri danışmanları ve Esed rejimi unsurlarının Fırat’ın doğusunda aktif olarak konuşlanması ve geniş ölçekteki iş birliği YPG’yi ABD’den çok Rusya ile iş birliğine zorluyor(51)Bu zorunlu durumu perçinleyen diğer bir etmen de Rusya’nın 2019 mutabakatı üzerinden Türkiye’ye karşı sorumlu garantör olarak YPG üzerindeki etkisi. Rusya’nın YPG ile yaşanan sorunlarda Türkiye’yi bir tehdit olarak öne sürmesi örgütün Rusya ile ilişkilerini ve bu ilişkinin biçimini belirleyen bir diğer faktör olarak karşımıza çıkıyor.(52)Bu bağlamda üstün aktör olarak Rusya’nın YPG ile ilişkilerini halen 2015 dönemindeki gibi Suriyeli muhalifler ve Türkiye karşısında bir aparat olarak kullanma seviyesinde tuttuğunu söylemek mümkün. Bu strateji Moskova’nın benzer şekilde Türkiye’yi de kendisi ile muhatap bir konumda tutmak için kullanışlı hale getirdiği bir süreç(53) Bu süreç aynı zamanda Türkiye’nin YPG konusundaki güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için gerçekleştireceği herhangi bir askeri operasyon karşısında Rusya’nın baraj oluşturmasını sağlıyor. Rusya YPG bölgesindeki askeri varlığını örgütü korumak için İdlib’teki süreç ile takas edici bir siyaset izleyerek Türkiye’nin özellikle sınır mahallindeki askeri harekâtlarına karşı örgütü koruyor.

YPG-Rusya İş Birliğinin Saha Görünümü

 

Şekil 6: YPG -Rusya sahadaki iŞ Birli

YPG ile Rusya iş birliğinin sahadaki yansıması bariz şekilde politik olarak odaklandıkları iki ana aktöre karşı şekillenmiştir: Suriyeli muhalifler ve Türkiye.

YPG’nin Afrin sonrasında Tel Rıfat’ta Rusya ve Esed rejimi koruması altındaki konuşlanması ve bu alandan Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı gerçekleştirdiği saldırılar(54)sürerken 2019 yılından sonra şekillenen yeni haritada durum kısmen farklılık göstermektedir.

Menbiç bölgesinde Arima’da 2017 yılında rejim unsurlarına serbestlik tanıyan ancak açık iş birliği ve konuşlanmayı içermeyen anlaşma 2018 yılı sonunda yeniden gündeme gelmiş, 2018 yılının Aralık ayında ilk rejim unsurları Menbiç bölgesine giriş yaparak Arima köyüne konuşlanmıştı(55).

2018 yılında bu konuşlanma kısmi olarak bir Rus koordinasyon merkezi işlevinde idi. Ancak 2019’da bu durum ABD’nin çekilmesi ile değişti ve Ruslar rejim ordusu aracılığı ile Arima’da YPG ile kalıcı ortak bir üs kurdular(56).

Bu gelişme Türkiye’nin Menbiç konusunda ABD ve Rusya ile eş zamanlı müzakereleri gerçekleştirdiği ancak ABD’nin bölgeyi Rusya’ya devrettiği Aralık 2018 ile 2019 yılının son çeyreğine denk düşüyordu(57).Bu hamle ile ABD Suriyeli muhaliflerin daha fazla alan kazanmasını engellemek için Türkiye ile Rusya, YPG ve Esed rejimi ittifakını karşı karşıya getiriyordu. Sonuçları bakımından YPG ve Rusya’nın hayır demeyeceği bu gelişmenin ardından Rusya bölgede hızla ABD üslerini devralmaya başladı.

Tel Rıfat’a benzer şekilde Rusya Fırat’ın doğusunda da Kobani’nin batı kesimindeki, Zor Magar ile Şuyuk Fevkani arasındaki kısımda Esed rejimi ve YPG ortak noktalarından Türkiye’ye ve Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki alanlara saldırılar gerçekleştirmesine sessiz kaldı. Bölgede çok sayıda Rus üssü ve Esed-YPG ortak noktası bulunmasına ve saldırıların gerçekleştirildikleri noktalarda kontrolün Rusya komutasındaki Esed güçlerinde olmasına rağmen Rusya saldırıları engellemedi.

 

Şekil 7: YPG’nin Rusya Kontrolündeki Kobani’nin Batısında Yer Alan Ortak Alanlardan Türkiye ve Suriyeli Muhaliflere Karşı Saldırı Gerçekleştirdiği Alanlar

Rusya korumasında Tel Rıfat bölgesinde konuşlu YPG, 2020 yılının ortasından 2022’nin sonuna kadar Suriyeli muhalif bölgelere ve Türk üslerine en az 108 saldırı düzenlemişti(58).Yerel kaynaklar ve açık kaynaklara göre Zor Magar ve Şuyuk Fevkani bölgesinden 2019 yılının sonundan günümüze kadar ise Türkiye, Türk üsleri ve muhalif alanlara en az 38 saldırı düzenlendi(59).

2022 yılının Kasım ayında YPG bağlantılı olduğu anlaşılan İstiklal Caddesi saldırısından(60)sonra Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonlar sırasında Zor Magar ve Şuyuk Fevkani bölgesinden Türkiye’nin Karkamış(61)ilçesi ve Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki Cerablus ilçesi hedef alındı.

Aynı tarihlerde Rusya ve Esed rejimi kontrolündeki Tel Rıfat’tan Türkiye’nin Kilis il merkezine ve Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki Azez ilçe merkezi ile sınır hattında bulunan TSK üslerine ÇNRA, havan ve Grad füzeleri ile saldırılar düzenlendi(62) Bu saldırıları gerçekleştiren örgütün mobil unsurlarının hedeflediği noktaları vurabilmesi için Tel Rıfat kuzeyinde Rusya komutasındaki Esed rejimi askerlerinin de bulunduğu ortak alanlara girmesi ve atışların bu alanlardan korunaklı mevzilere konuşlanması gerekiyor. Bu açıdan tüm saldırıların Rusya’nın bilgisi dâhilinde gerçekleştiği anlaşılıyor.

Sonuç

Suriye’de YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin inişli çıkışlı doğasının tek istikrarlı noktası iki tarafın da acil ve pratik bir sorun olarak gördükleri Suriyeli muhalifler ve Türkiye karşısında iş birliği olarak karşımıza çıkıyor.

2015-2018 Afrin süreci, 2018’den sonra halen ciddi bir sorun teşkil eden Tel Rıfat süreci, 2018-2019 Fırat’ın doğusu ve mutabakatlar süreci de dâhil olmak üzere pratik süreçler bize YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin Moskova açısından hem örgütü hem de Türkiye’yi kendisi ile müzakerelere mecbur bırakacak şekilde tasarlandığını gösteriyor.

Bu tasarının Suriye’de Esed rejiminin konsolide edildiği bir amaca hizmet ettiği de bariz olmakla beraber Moskova’nın YPG üzerinden Suriye’deki ABD etkinliğini kırmak amacını taşıdığını söylemek garip olmaz. Şu an mümkün görünmese de böyle bir durumda, YPG’nin ABD’den tamamen kopması ve Rusya kontrolünde Esed rejiminin de razı olacağı bir pozisyona gelmesi halinde Rusya Suriye’de hem kaybettiği askeri gücün kısmen telafisini sağlayacak hem İran’ın Şii milisler üzerinden kurduğu askeri vesayeti azaltacak hem de Türkiye ve muhalifler karşısında daha güçlü bir ittifakı bir araya getirmiş olacaktır. Fakat Rusya’nın uzun ve sabırlı bir kriz yönetimi ile bunu planlıyor olması her zaman akılda tutulması gereken bir ihtimal olarak varlığını koruyor.

YPG açısından Rusya ile ilişkiler dengeleyici bir zorunluluk ögesi olarak karşımıza çıkıyor. Örgüt Rusya’nın bir şekilde kendisini dayatmayı başardığı süreçler içinde hem Türkiye’ye ve Türkiye destekli muhaliflere karşı kendisini savunabilmek hem de ABD ile ilişkilerinde kendi varlığını kıymetlendirebilmek adına Rusya ile ilişkileri sıcak tutmayı tercih ediyor.

Ne var ki YPG’nin IŞİD’e karşı mücadele adı altında elde ettiği kazanımları ileri bir adım olarak Rusya’ya dayatma gücü ABD ile olan ilişkisine bağlı. Rusya kendisinin karar vereceği bir özerklik yahut federasyon için sorun çıkarmazken YPG’nin ABD ile olan ilişkisinden devşirmeye çalıştığı her türlü özerklik hamlesini ayrılıkçı hareket bağlamında değerlendiriyor. Bu durum YPG’nin Rusya ile iş birliğinin örgütün stratejik hedefi olan devletleşme veya özerklik gibi hedeflere hizmet etmese de YPG, Moskova’nın Şam ile olan ilişkisi sayesinde kendisine ABD’nin sağlayacağından daha kolay bir taviz getireceğini düşünüyor.

Bir vekâlet savaşının eşit olmayan aktörleri olarak YPG ve Rusya büyük oranda uyumsuz stratejik hedefleri doğrultusunda sınırlı pratik süreçlerde geliştirdikleri ortak anlayış üzerinden iş birliğine açık durumdalar. Fakat çatışmaların azaldığı dönemlerde bu ‘pratik iş birliği’ sürecini yürütmek için iki taraf da yeterli avadanlığa sahip değil.

Rusya’nın kendi federatif yapısındaki merkez-çevre ilişkilerinin ise bir model olarak Baas gibi merkeziyetçi bir devlet pratiğinde uygulanabilirliği mümkün görünmüyor. Bu durum YPG’nin Rusya üzerinden Şam yönetimi ile daha kolay şekilde gerçekleştireceğini düşündüğü özerklik amacı konusunda bir handikap oluşturuyor. Diğer yandan Rusya da YPG’nin özerklik talebine karar verenin kendisi olduğu bir zemin arayarak YPG’nin ABD ile olan ilişkisini kırmaya yönelik hamleler gerçekleştiriyor.

Enikonu YPG ile Rusya iş birliği tümüyle düşünüldüğünde iki tarafın Suriye’de sorunsuz iş birliği yapabildiği tek alan karşımıza çıkıyor: Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği.


([1]) Adam Baczko, Gilles dorronsoro, Arthur Quesnay (2018); Suriye: Bir İç Savaşın Anatomisi, İletişim Yayınları, s. 199-206.

(2) International Crisis Group, Syria’s Kurds: A Struggle Within a Struggle, Middle East Report N°136 | Erişim Tarihi: 22 Ocak 2013, http://bit.ly/438api1

(3) Syrian Kurdish Leader: Moscow Wants to Work With Us, USA News, Erişim Tarihi: 9 Ekim 2015, https://bit.ly/3UjpTLP

(4) Azez merkezli bir Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.

(5) Azez merkezli bir ÖSO grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir. 

(6) With Russian air support, PYD strives to make gains in NW Syria, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 30 Kasım 2015, https://bit.ly/41aX3zt

(7) Thomas Schmidinger, Afrin and the Race for the Azaz Corridor, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2016, http://bit.ly/3Mxo38e

(8) 2015-2016 Halep Kuşatması ve tahliyesi sırasında Halep şehri kuzeyindeki çatışmalarda yer alan eski bir ÖSO savaşçısı ile görüşme, 11 Mart 2023

(9) Selin Girit, Syria conflict: Why Azaz is so important for Turkey and the Kurds, BBC, Erişim Tarihi: 18 Şubat 2016, http://bit.ly/404NxgJ

(10)Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.

(11) Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.

(12) Levent Kemal, 19 Eylül 2015’ten 27 Mart 2016’ya kadar bu alanda gelişmeler için bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/416exNB . 27 Mart - 23 Haziran 2016 arasındaki gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3nRS5te 23 Haziran – 10 Temmuz 2016 gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3Ulv2mH

(13) TRT Haber, 'Sınırımızda bir terör koridorunun oluşmasına rıza göstermeyiz',  2 Eylül 2016, http://bit.ly/3ZONW6H

(14)  Wladimir van Wilgenburg, Kurdish militia aims to connect Kurdish enclaves in Syria, 23 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/3ZONZiT

(15) Bu konuda bazı haberler: Wladimir van Wilgenburg,Syrian Kurdish Party declares transitional government, 12 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/416dqNS  ; Mutlu Civiroğlu, The Constitution of the Rojava Cantons, 17 Ağu 2014, http://bit.ly/3nNFNlv  ; Sedat Ergin, Rusya Suriye’de YPG/PYD üzerinden özerkliğe kapıyı aralıyor; 26 Kasım 2021, http://bit.ly/43giwco  ; Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa

(16) Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa 

(17) Rudaw, Race for al-Bab tips balance of power in northern Syria, 06 September 2016, http://bit.ly/41baCis

(18)TSK destekli ÖSO, Bab ilçe merkezini ele geçirdi, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2017, http://bit.ly/3ZNNwgH

(19) Afrin merkezi ele geçirildi, NTV, Erişim Tarihi: 18 Mart 2018, http://bit.ly/40QcJIH

(20) Şii militanların Esed rejimi ve Rusya için kara gücüne dönüşmeleri ile ilgili bakınız: Anthony N. Celso, Superpower Hybrid Warfare in Syria, Defense Technical Information Center, 2018, https://bit.ly/40UtmTJ

(21) Russia beefs up troop strength in Aleppo’s Afrin, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2018, http://bit.ly/3KQeU9X

(22) Rus birlikleri Afrin'den çekildi, Anadolu Ajansı, 20 Ocak 2018, http://bit.ly/3MrDFug

(23) Bakınız Harita 2.

(24)  Ömer Özkizilcik, Kutluhan Görücü, The Logic of YPG Car Bomb Attacks in Syria: A Strategy of chaos and disorder, SETA, 2021, https://bit.ly/3Kf9Xpz

(25) YPG ve PYD şu anda Tel Rıfat’ın güneydoğusunu da içine alacak şekilde Şehba bölgesini bir kanton olarak tanımlasa da bu bölgede YPG’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın betimlediği ideolojik hatta bir kurumsallaşması bulunmuyor. Diğer bölgelerde, örneğin Kobani ve Haseke’de 2012 yılında çatışmasız şekilde Esed rejiminden devraldığı kurumları dönüştüren ve ABD desteği ile devletleşme eğilimleri göstererek zorunlu askerlik, eğitim müfredatı, asayiş, mali düzenlemeler ve iskân gibi alanlara dair kurumsallaşmaya çalışan örgütün Şehba’daki varlığı tamamen askeri bir nitelikte ve Şam yönetimi kurumlarının şemsiyesi altında devam etmektedir.

(26) YPG Tabka'yı tamamen ele geçirdi, T24, Erişim Tarihi: 11 Mayıs 2017, http://bit.ly/413Ge9I

(27) ABD destekli PKK/PYD Rakka'yı ele geçirdi, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2017, http://bit.ly/3Gq3WVE

(28) ISIS has lost its final stronghold in Syria, the Syrian Democratic Forces says, CNN International, Erişim Tarihi: 23 Mart 2019, http://bit.ly/3ZQMcdd

(29) YPG’nin Fırat’ın doğusundaki kurumsallaşma girişimleri bir nevi belediye özerkliğinden devletleşmeye doğru evirilmeyi tanımlayan bir süreci ifade eder. 2012 yılında rejimden devralınan kurumların önce mahalli daha sonra bölgesel olarak işletilmesi ile örgüt terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm teorisini bölgede uygulamaya başlamıştır. IŞİD’ten alınan bölgelerde mahalli örgütlenmelerin bölgesel üst örgütlenmelere bağlılığı ile oluşturulan bu yönetim şekli 2018 yılından sonra ABD’nin de desteği ile devletleşme eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum YPG’nin Rusya aracılığında Şam rejimi ile özerklik pazarlıklarını sıklaştırdığı dönemi beraberinde getirmiştir.

(30) Barış Pınarı Harekâtı, 9 Ekim 2019 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu grupları tarafından Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye karşı başlatılan sınır ötesi askerî harekâttır.

(31) ABD, operasyonun başından bu yana Afrin için ne dedi?, Sözcü Gazetesi, Erişim Tarihi: 22 Ocak 2018, http://bit.ly/3Gl6Knd

(32) Trump to Withdraw U.S. Forces From Syria, Declaring ‘We Have Won Against ISIS’, New Yokr Times, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2018, http://bit.ly/43bZTGp

(33)  ABD ile Menbiç mutabakatı, NTV, Erişim Tarihi: 12 Mart 2018, http://bit.ly/3UhrqlE  ve Turkish, U.S. military officials reach agreement on plan for Syria's Manbij, Reuters, Erişim Tarihi: 14 Haziran 2018, http://bit.ly/40QzI6u

(34) ABD Menbiç’ten Çekildi Suriye Ordusu Girdi, Voice Of America, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3zDItVt

(35) Fabrice Balanche, For Assad, Manbij Is the Key to East Syria, Washington Institute, Erişim Tarihi: 5 Şubat 2019, http://bit.ly/3Km8kWS

(36) Türkiye ile ABD arasındaki 13 maddelik mutabakatın detayları açıklandı, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2019, http://bit.ly/43c00BP

(37) ABD askeri unsurları Suriye sınırından çekiliyor, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 7 Ekim 2019, http://bit.ly/3mna22l

(38) ABD’nin çekilme görüntüleri: https://bit.ly/40ZXs82  ve US forces relocate its bases in Syria, Anadolu Agency,  Erişim Tarihi: 9 Kasım 2019, http://bit.ly/3ZQVB4u

(39)  Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında mutabakat muhtırası imzalandı, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Ekim 2019, http://bit.ly/3ZNHzRc

(40)  Syria’s Kurds forge ‘costly deal’ with al-Assad as US pulls out, Al Jazeera, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3UhLEvG

(41) Russia-Turkey deal on Idlib no threat to Syria’s territorial integrity, Lavrov affirms, TASS, Erişim Tarihi: 21 Eylül 2018, https://bit.ly/419R7qB

(42) Exclusive: Syrian Kurdish YPG expects negotiations with Damascus soon, Reuters, Erişim Tarihi: 24 Ocak 2019, http://bit.ly/3nL48bE

(43) US-backed YPG, Assad regime agree on decentralized Syria, transferring key cities, Daily Sabah, Erişim Tarihi: 30 Temmuz 2018, http://bit.ly/411r6Kg

(44) مظلوم عبدي: أميركا منعت عملية تركية... وقائد القوات الروسية زارني للتوسط مع أنقرة , Sharq Al awsaat, Erişim Tarihi: 7 Aralık 2022, http://bit.ly/40QdgKH

(45) Bu toplantı 4-5 Aralık tarihinde Bedran Ziya önderliğindeki PYD heyeti ile rejimin askeri ve istihbarat yetkilileri arasında gerçekleşmişti.

(46) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, http://bit.ly/3KCl5y1

(47) Jonas Parello-Plesner, Rojava, Russia’s Next Frozen Conflict?, Hudson Institute, Erişim Tarihi: 4 Ocak 2018, http://bit.ly/43cLqtS

(48) Nicholas Morgan, Moscow plays Turkey and Kurds against each other,  Erişim Tarihi: 31 Aralık 2020, https://bit.ly/3GrMzE1

(49) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, https://bit.ly/3KCl5y1

(50) Rusya'nın Suriye'deki Kürt hamlesi ne kadar ciddi?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2021, https://bbc.in/3MoUPZa

(51) Maguire, A. (2020). A Perfect Proxy? The United States–Syrian Democratic Forces Partnership. The Proxy Wars Project. doi: http://bit.ly/3KI5Dka  ve Matthew Ayton, Amid US uncertainty in Syria, Kurdish YPG eyes bolstering ties with Russia, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Mart 2020, http://bit.ly/3KFUPTm

(52) Last Warning from Russia to SDF: Turkish Military Operation Coming, The Syrian Observer,  Erişim Tarihi: 29 Kasım 2022, https://bit.ly/3Ug79gg

(53) Rusya bir yandan YPG’ye karşı Türkiye’yi kullanırken diğer yandan Türkiye ile 2019’da elde ettiği garantör statüsü üzerinden YPG konusunu sıcak tutarak müzakere yollarını açık tutuyor. Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 10 Aralık 2022, http://bit.ly/3nVgkXD

(54) Bakınız Harita 3.

(55) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3KfaWWN

(56) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3UlO3FQ

(57) Rejim unsurları Aralık 2018’de kısmi olarak Menbiç’e giriş yaptı ve 2019 yılının Ocak ayında ortak üssü açtı. 2019 yılındaki Rusya ile Türkiye arasında varılan mutabakat sonrasında Esed rejimi Menbiç’in kontrolünü devraldığını ilan etse de bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Rejim unsurları şehrin batı kırsalında Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarına karşı YPG ile ortak noktalara konuşlandı.  ([1]) (58)Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen bu verilendirme: https://bit.ly/3KhBIh1

(59) Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen verilere göre verilen bu sayı gün ve saldırı biçimi karşılaştırılması yapılarak elde edilmiştir. Kırsal alandaki üsler, Suriyeli muhalif gruplara ait rapor edilmemiş bazı saldırılar bu sayı içinde olmayabilir.

(60) Taksim İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı: 6 can kaybı, 81 yaralı, NTV, Erişim Tarihi: 13 Kasım 2022, http://bit.ly/438vlp7

(61) Terör örgütü YPG/PKK'nın Karkamış'a roketli saldırısında 2 kişi hayatını kaybetti, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 21 Kasım 2022, https://bit.ly/3MsYpBF 

 

(62) Kilis sınırında roketli saldırı, NTV, Erişim Tarihi: 22 Kasım 2022, http://bit.ly/41dKOT7

(2) International Crisis Group, Syria’s Kurds: A Struggle Within a Struggle, Middle East Report N°136 | Erişim Tarihi: 22 Ocak 2013, http://bit.ly/438api1

(3) Syrian Kurdish Leader: Moscow Wants to Work With Us, USA News, Erişim Tarihi: 9 Ekim 2015, https://bit.ly/3UjpTLP

(4) Azez merkezli bir Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.

(5) Azez merkezli bir ÖSO grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir. 

(6) With Russian air support, PYD strives to make gains in NW Syria, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 30 Kasım 2015, https://bit.ly/41aX3zt

(7) Thomas Schmidinger, Afrin and the Race for the Azaz Corridor, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2016, http://bit.ly/3Mxo38e

(8) 2015-2016 Halep Kuşatması ve tahliyesi sırasında Halep şehri kuzeyindeki çatışmalarda yer alan eski bir ÖSO savaşçısı ile görüşme, 11 Mart 2023

(9) Selin Girit, Syria conflict: Why Azaz is so important for Turkey and the Kurds, BBC, Erişim Tarihi: 18 Şubat 2016, http://bit.ly/404NxgJ

([1]0)Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.

([1]1) Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.

([1]2) Levent Kemal, 19 Eylül 2015’ten 27 Mart 2016’ya kadar bu alanda gelişmeler için bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/416exNB . 27 Mart - 23 Haziran 2016 arasındaki gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3nRS5te 23 Haziran – 10 Temmuz 2016 gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3Ulv2mH

([1]3) TRT Haber, 'Sınırımızda bir terör koridorunun oluşmasına rıza göstermeyiz',  2 Eylül 2016, http://bit.ly/3ZONW6H

([1]4)  Wladimir van Wilgenburg, Kurdish militia aims to connect Kurdish enclaves in Syria, 23 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/3ZONZiT

([1]5) Bu konuda bazı haberler: Wladimir van Wilgenburg,Syrian Kurdish Party declares transitional government, 12 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/416dqNS  ; Mutlu Civiroğlu, The Constitution of the Rojava Cantons, 17 Ağu 2014, http://bit.ly/3nNFNlv  ; Sedat Ergin, Rusya Suriye’de YPG/PYD üzerinden özerkliğe kapıyı aralıyor; 26 Kasım 2021, http://bit.ly/43giwco  ; Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa

([1]6) Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa 

([1]7) Rudaw, Race for al-Bab tips balance of power in northern Syria, 06 September 2016, http://bit.ly/41baCis

([1]8)TSK destekli ÖSO, Bab ilçe merkezini ele geçirdi, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2017, http://bit.ly/3ZNNwgH

([1]9) Afrin merkezi ele geçirildi, NTV, Erişim Tarihi: 18 Mart 2018, http://bit.ly/40QcJIH

(20) Şii militanların Esed rejimi ve Rusya için kara gücüne dönüşmeleri ile ilgili bakınız: Anthony N. Celso, Superpower Hybrid Warfare in Syria, Defense Technical Information Center, 2018, https://bit.ly/40UtmTJ

(2[1]) Russia beefs up troop strength in Aleppo’s Afrin, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2018, http://bit.ly/3KQeU9X

(22) Rus birlikleri Afrin'den çekildi, Anadolu Ajansı, 20 Ocak 2018, http://bit.ly/3MrDFug

(23) Bakınız Harita 2.

(24)  Ömer Özkizilcik, Kutluhan Görücü, The Logic of YPG Car Bomb Attacks in Syria: A Strategy of chaos and disorder, SETA, 2021, https://bit.ly/3Kf9Xpz

(25) YPG ve PYD şu anda Tel Rıfat’ın güneydoğusunu da içine alacak şekilde Şehba bölgesini bir kanton olarak tanımlasa da bu bölgede YPG’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın betimlediği ideolojik hatta bir kurumsallaşması bulunmuyor. Diğer bölgelerde, örneğin Kobani ve Haseke’de 2012 yılında çatışmasız şekilde Esed rejiminden devraldığı kurumları dönüştüren ve ABD desteği ile devletleşme eğilimleri göstererek zorunlu askerlik, eğitim müfredatı, asayiş, mali düzenlemeler ve iskân gibi alanlara dair kurumsallaşmaya çalışan örgütün Şehba’daki varlığı tamamen askeri bir nitelikte ve Şam yönetimi kurumlarının şemsiyesi altında devam etmektedir.

(26) YPG Tabka'yı tamamen ele geçirdi, T24, Erişim Tarihi: 11 Mayıs 2017, http://bit.ly/413Ge9I

(27) ABD destekli PKK/PYD Rakka'yı ele geçirdi, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2017, http://bit.ly/3Gq3WVE

(28) ISIS has lost its final stronghold in Syria, the Syrian Democratic Forces says, CNN International, Erişim Tarihi: 23 Mart 2019, http://bit.ly/3ZQMcdd

(29) YPG’nin Fırat’ın doğusundaki kurumsallaşma girişimleri bir nevi belediye özerkliğinden devletleşmeye doğru evirilmeyi tanımlayan bir süreci ifade eder. 2012 yılında rejimden devralınan kurumların önce mahalli daha sonra bölgesel olarak işletilmesi ile örgüt terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm teorisini bölgede uygulamaya başlamıştır. IŞİD’ten alınan bölgelerde mahalli örgütlenmelerin bölgesel üst örgütlenmelere bağlılığı ile oluşturulan bu yönetim şekli 2018 yılından sonra ABD’nin de desteği ile devletleşme eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum YPG’nin Rusya aracılığında Şam rejimi ile özerklik pazarlıklarını sıklaştırdığı dönemi beraberinde getirmiştir.

(30) Barış Pınarı Harekâtı, 9 Ekim 2019 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu grupları tarafından Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye karşı başlatılan sınır ötesi askerî harekâttır.

(31) ABD, operasyonun başından bu yana Afrin için ne dedi?, Sözcü Gazetesi, Erişim Tarihi: 22 Ocak 2018, http://bit.ly/3Gl6Knd

(32) Trump to Withdraw U.S. Forces From Syria, Declaring ‘We Have Won Against ISIS’, New Yokr Times, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2018, http://bit.ly/43bZTGp

(33)  ABD ile Menbiç mutabakatı, NTV, Erişim Tarihi: 12 Mart 2018, http://bit.ly/3UhrqlE  ve Turkish, U.S. military officials reach agreement on plan for Syria's Manbij, Reuters, Erişim Tarihi: 14 Haziran 2018, http://bit.ly/40QzI6u

(34) ABD Menbiç’ten Çekildi Suriye Ordusu Girdi, Voice Of America, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3zDItVt

(35) Fabrice Balanche, For Assad, Manbij Is the Key to East Syria, Washington Institute, Erişim Tarihi: 5 Şubat 2019, http://bit.ly/3Km8kWS

(36) Türkiye ile ABD arasındaki 13 maddelik mutabakatın detayları açıklandı, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2019, http://bit.ly/43c00BP

(37) ABD askeri unsurları Suriye sınırından çekiliyor, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 7 Ekim 2019, http://bit.ly/3mna22l

(38) ABD’nin çekilme görüntüleri: https://bit.ly/40ZXs82  ve US forces relocate its bases in Syria, Anadolu Agency,  Erişim Tarihi: 9 Kasım 2019, http://bit.ly/3ZQVB4u

(39)  Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında mutabakat muhtırası imzalandı, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Ekim 2019, http://bit.ly/3ZNHzRc

(40)  Syria’s Kurds forge ‘costly deal’ with al-Assad as US pulls out, Al Jazeera, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3UhLEvG

(41) Russia-Turkey deal on Idlib no threat to Syria’s territorial integrity, Lavrov affirms, TASS, Erişim Tarihi: 21 Eylül 2018, https://bit.ly/419R7qB

(42) Exclusive: Syrian Kurdish YPG expects negotiations with Damascus soon, Reuters, Erişim Tarihi: 24 Ocak 2019, http://bit.ly/3nL48bE

(43) US-backed YPG, Assad regime agree on decentralized Syria, transferring key cities, Daily Sabah, Erişim Tarihi: 30 Temmuz 2018, http://bit.ly/411r6Kg

(44) مظلوم عبدي: أميركا منعت عملية تركية... وقائد القوات الروسية زارني للتوسط مع أنقرة , Sharq Al awsaat, Erişim Tarihi: 7 Aralık 2022, http://bit.ly/40QdgKH

(45) Bu toplantı 4-5 Aralık tarihinde Bedran Ziya önderliğindeki PYD heyeti ile rejimin askeri ve istihbarat yetkilileri arasında gerçekleşmişti.

(46) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, http://bit.ly/3KCl5y1

(47) Jonas Parello-Plesner, Rojava, Russia’s Next Frozen Conflict?, Hudson Institute, Erişim Tarihi: 4 Ocak 2018, http://bit.ly/43cLqtS

(48) Nicholas Morgan, Moscow plays Turkey and Kurds against each other,  Erişim Tarihi: 31 Aralık 2020, https://bit.ly/3GrMzE1

(49) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, https://bit.ly/3KCl5y1

(50) Rusya'nın Suriye'deki Kürt hamlesi ne kadar ciddi?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2021, https://bbc.in/3MoUPZa

(51) Maguire, A. (2020). A Perfect Proxy? The United States–Syrian Democratic Forces Partnership. The Proxy Wars Project. doi: http://bit.ly/3KI5Dka  ve Matthew Ayton, Amid US uncertainty in Syria, Kurdish YPG eyes bolstering ties with Russia, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Mart 2020, http://bit.ly/3KFUPTm

(52) Last Warning from Russia to SDF: Turkish Military Operation Coming, The Syrian Observer,  Erişim Tarihi: 29 Kasım 2022, https://bit.ly/3Ug79gg

(53) Rusya bir yandan YPG’ye karşı Türkiye’yi kullanırken diğer yandan Türkiye ile 2019’da elde ettiği garantör statüsü üzerinden YPG konusunu sıcak tutarak müzakere yollarını açık tutuyor. Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 10 Aralık 2022, http://bit.ly/3nVgkXD

(54) Bakınız Harita 3.

(55) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3KfaWWN

(56) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3UlO3FQ

(57) Rejim unsurları Aralık 2018’de kısmi olarak Menbiç’e giriş yaptı ve 2019 yılının Ocak ayında ortak üssü açtı. 2019 yılındaki Rusya ile Türkiye arasında varılan mutabakat sonrasında Esed rejimi Menbiç’in kontrolünü devraldığını ilan etse de bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Rejim unsurları şehrin batı kırsalında Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarına karşı YPG ile ortak noktalara konuşlandı.  ([1]) (58)Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen bu verilendirme: https://bit.ly/3KhBIh1

(59) Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen verilere göre verilen bu sayı gün ve saldırı biçimi karşılaştırılması yapılarak elde edilmiştir. Kırsal alandaki üsler, Suriyeli muhalif gruplara ait rapor edilmemiş bazı saldırılar bu sayı içinde olmayabilir.

(60) Taksim İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı: 6 can kaybı, 81 yaralı, NTV, Erişim Tarihi: 13 Kasım 2022, http://bit.ly/438vlp7

(61) Terör örgütü YPG/PKK'nın Karkamış'a roketli saldırısında 2 kişi hayatını kaybetti, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 21 Kasım 2022, https://bit.ly/3MsYpBF 

(62) Kilis sınırında roketli saldırı, NTV, Erişim Tarihi: 22 Kasım 2022, http://bit.ly/41dKOT7