Bu rapor 2024 Ocak ayı çerisinde Suriye'de yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Arap devletler; Esed rejimi ile normalleşme sürecinin devam edebilmesi için, taleplerinin yerine getirilmesi yönünde rejimden ciddi adımlar atmasını beklemekte ve bu konuda rejimine daha fazla fırsat tanımaktadırlar. Bu husus, 21. Astana turu görüşmelerinin düzenlenmesiyle eş zamana rastlamıştır. Ancak Astana görüşmeleri herhangi bir somut sonuç elde edilemeden sona ermiştir. Suriye’deki duruma güvenlik açısından bakıldığında; Suriye coğrafyası bir yandan İran ve müttefikleri, diğer yandan ABD ve İsrail olmak üzere aralarında askerî saldırıların ve karşılıklı saldırıların sahnesi olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Suriye-Ürdün sınırındaki uyuşturucu kaçakçılığı krizi daha kötü bir hale geldiği ve Ürdün'ün Suriye'nin güneyine yaptığı askerî müdahalelerin de arttığı görülmektedir. Türkiye de Suriye'nin kuzey doğusundaki askerî operasyonlarını arttırarak sadece askerî bölgeler ve güvenlik bölgelerini değil, aynı zamanda YPG’nin enerji altyapısı, petrol ve gaz sahalarını da hedef almıştır. Rejim ekonomik açıdan yakıt fiyatlarını yükselterek ve hizmet harçları ile vergileri artırarak hazine açığını kapatma politikalarını izlemeye devam etmektedir. Buna karşılık Suriye’nin kuzeybatısında yer alan bölgeler ekonomik durumu iyileştirmeye yönelik atılan bazı adımlara tanık olmuştur.
Esed rejimi, yaşadığı uluslararası izolasyonu sona erdirmek için yeni bir alan açma girişimi çerçevesinde; Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Uganda'nın başkenti Kampala'da düzenlenen Bağlantısız Ülkeler Zirvesi'ne katılmış ve rejim heyeti zirve sırasında Kuzey Kore, Venezuela, Rusya, Küba ve Guyana Cumhuriyeti heyetleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirmiştir.
Rejim, Arap ülkeleriyle ilişkilerini pekiştirme bağlamında Tunus'a büyükelçi atamıştır. Birleşik Arap Emirlikleri de Şam'a büyükelçi atamıştır. Suriye’ye yönelik Arap açılımı karşısında ise Batılı ülkeler, Esed rejimiyle normalleşmenin bir yararının olmadığı görüşünü benimsemektedir. Fransa'nın Suriye özel temsilcisi Brigitte Cormier, rejimin uzlaşmaz tutumunun ilişkileri normalleştirme çabalarını çıkmaza soktuğuna işaret etmiştir ve uluslararası toplumu Suriye meselesinin unutulmaması ancak dikkatlerin başka krizlere de yoğunlaşması gerektiği çağrısında bulunmuştur. Benzer bir tutum sergileyen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı da Esed rejimini Suriye'de siyasî çözüm yolunda ilerleme kaydedilmesinin önündeki başlıca engel olarak tanımlamıştır. Washington'un Suriye'de çözüm için BM'nin 2254 sayılı kararını desteklemeye devam ettiğini ve siyasî çözüm olmadan Şam ile ilişkileri normalleştirmeyeceğini ya da yaptırımları hafifletmeyeceğini dile getirmiştir.
Başka bir gelişme olarak 21. Astana turu görüşmeleri gerçekleşmiştir. Ancak bu tur, herhangi bir temel dosyada ilerleme kaydedilmeden sona ermiştir. Diğer yandan toplantıda garantör taraflar (Türkiye, Rusya ve İran) anayasa komitesi müzakerelerini yeniden başlatma ve İdlib'te askerî gerilimi azaltmayı sürdürme konularında anlaşmaya varmışlardır. Ayrıca toplantı Türkiye ile rejim arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde ilerleme sağlanması hususunda da başarısız olmuştur.
Suriye’deki durum insani yönden ele alındığında ise; Birleşmiş Milletler, “Bab El Hava” sınır kapısından Suriye'ye insani yardım girişinin 13 Ocak 2024'ten 13 Temmuz 2024'e kadar altı ay daha uzatılması konusunda rejimle anlaşmaya varmıştır. Ayrıca Bab El Selame ve El Rai sınır kapılarından da yardım girişinin, dördüncü yetki kapsamında 13 Şubat 2024'e kadar bir ay daha uzatılması hususunda anlaşmaya varılmıştır.
Yönetim açısından bakıldığında ise İdlib'teki Kurtuluş Hükümeti; Bayındırlık ve Kara Yolları Genel Müdürlüğünün kurulduğunu, Sarmada, Harem, Kalli, Salqin, Atareb ve Hamama şehir ve beldeleri için organizasyon planlarının hazırlandığını ilan etmiştir.
Suriye'nin kuzey ve doğusundaki YPG yönetimi ise, geçen yılın sonunda uygulamaya koyduğu "Toplumsal Sözleşme"nin son versiyonu doğrultusunda Medya Kanunu'nda değişiklikler yaptığını duyurmuştur. YPG yönetimi ayrıca kontrol ettiği bölgelerde önümüzdeki dönemde kapsamlı seçimlerin yapılmasına yönelik hazırlık amacıyla bir seçim kanunu taslağı hazırlamak üzere Yüksek Seçim Komisyonunun kurulduğunu duyurmuştur. Zira YPG Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşayan halkı temsil etme söylemini engelleyen bir meşruiyet krizini yaşamaya devam etmektedir. Aynı bağlamda, YPG yönetimi zorunlu askerlikten kaçanlar için genel af çıkarmıştır ve “MESED” Konseyi ortak Başkanı Mahmud El Muslat'ın Türkiye dâhil ülke içinde ve dışında herkesle diyaloğa hazır olduğunu ifade etmesiyle iç ve dış taraflarla diyalog kurma konusunda esneklik göstermiştir.
İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye'de İran destekli Şii milislere ait güvenlik mevkilerine birkaç hava saldırısı düzenlemiştir. Saldırılar sonucu aralarında “Kudüs Kolordusu” istihbarat sorumlusu ve yardımcısının da yer aldığı dört Devrim Muhafızı komutanı etkisiz hale getirilmiştir. İsrail ordusu ayrıca Suriye'den Golan Tepelerine roket atılmasından sorumlu Hamas komutanı Hasan Okaşa'yı öldürdüğünü da açıklamıştır. Diğer yandan Iraklı Şii milisler Suriye'nin kuzeydoğusundaki El Ömer, Rumeylan, El Malikiye, El Şedadi petrol sahalarını ve Kamışlı'daki “Himo” üssünü roket ve dronlar araçlarıyla bombalamıştır. Saldırılar sonucu Amerikan kuvvetleri safları arasında isabet kaydedilmemiştir.
Gazze savaşının Suriye'ye yansımaları bağlamında ise; Rusya, işgal altındaki Golan ile Suriye sınırındaki provokatif operasyonların durumunu izlemek ve gerilimin tırmanmasını önlemek amacıyla Kuneytra'da iki askerî kontrol noktası kurduğunu ve Suriye ile işgal altındaki Golan arasındaki çatışmaların ayrılma hattı üzerinde askerî hava devriyeleri gezdirmeye başladığını ve bunun sadece denetim amaçlı olduğunu ilan etmiştir. Rusya'nın bu hamlesi, Suriye topraklarından Golan'a doğru kapsamlı bir saldırıyı önlenmesine katkıda bulunabilmesi açısından önemlidir.
Ürdün, topraklarına yönelik uyuşturucu kaçakçılığına karşı ilan ettiği savaş çerçevesinde, Suveyda'daki uyuşturucu kaçakçısı tüccarların mevkilerine dört hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştur. Ayrıca Ürdün’e bağlı kuvvetler Suveyda'nın doğusundaki serbest bölgeye girerek uyuşturucu kaçakçılığı yapan silahlı gruplarla çatışmaya girmiştir. Ürdün ordusunun bu hamlesi, uyuşturucu tüccarlarını takip etme ve onları Suriye toprakları içinde öldürme ya da tutuklamaya dayalı yeni angajman kurallarına dayanan bir girişimidir. Aynı bağlamda, Suveyda'deki en büyük silahlı gruplardan biri olan Rical El Karama Hareketi, Ürdün'ün hava saldırıları sonucunda sivillerin öldürülmesini önlemek için Ürdün'e yönelik dokuz maddelik bir girişim açıklamıştır. Hareket, Ürdün tarafının uyuşturucu kaçakçılığı ve ticaretine karışanların isim listesini vermesinin ardından bu kişileri takip etmeye hazır olduğunu duyurmuştur. Buna karşılık rejim muhalifi olan Birleşik Dürzi Grubu lideri Şeyh Hikmet El Hicri, Ürdün'ün uyuşturucu kaçakçılarını hedef alan saldırılarını desteklediğini açıklamıştır ve hiçbir sivilin zarar görmemesinin sağlanması gerektiği çağrısında bulunmuştur. Ayrıca rejim ve Ürdün hükümeti de sınır güvenliğine yönelik tehdidin sorumluluğu konusunda karşılıklı suçlamalarda bulunmuşlardır. Rejim, Ürdün'ün hava saldırılarını kınayarak Amman'ı geçen yıllar boyunca Suriye'de teröre destek vermekle suçlamıştır. Ürdün Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise Suriye'den, Ürdün'e uyuşturucu ve silah kaçakçılığının krallığın güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturduğunu dile getirmiştir. Dolayısıyla, kaçakçılık operasyonlarının devam etmesi ve Ürdün'ün Suriye meselesindeki askerî müdahalesinin artması halinde, bu konunun gelecekte Araplar ile rejim arasındaki normalleşme sürecini nasıl etkileyeceğini tahmin etmek zor görülmektedir.
Esed rejimi, güvenlik teşkilatlarının yeniden yapılanması kapsamında, resmî bir açıklama yapmadan güvenlik teşkilatları ve Muhaberat şubeleri düzeyinde değişiklikler gerçekleştirmiştir. Söz konu değişiklikler, Ali Memlük'ün Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanlığından alınması ve Ulusal Güvenlik İşleri Başkanlık Danışmanı olarak atanmasını içermektedir. Ayrıca Tümgeneral Kifah El Melhem de Ulusal Güvenlik Bürosunun başına getirilmiştir. Kararlar, güvenlik teşkilatına yeniden merkeziyetçi bir anlayışı ve piramit yapılanmasını getirmek, tüm birim ve şubelerin doğrudan Beşar Esed'e bağlı olan Ulusal Güvenlik Bürosu ile çalışmasını sağlamak amacı taşımaktadır. Polis teşkilatı, ordu ve tüm güvenlik uzmanlığı alanlarından emekli 54 tümgeneralin Ulusal Güvenlik Bürosunda çalışmak üzere yeniden görevlendirilmesini de kapsamıştır. Söz konusu değişiklikler, Rusya'nın baskısı ile Arap ve Batılı taraflara, yerel reformlar karşılığında normalleşme çemberini genişletme umuduyla verilen sözlere yanıt olarak alınan şeklen tedbirler olarak ortaya çıkmaktadır.
Dera'da ise çok sayıda askerî unsurun ve güvenlik birimlerinin rol alması, devam eden suikastlar ve karşılıklı hedef almalar neticesinde bölge, güvenlik anlamında kırılgan yapısını hala muhafaza etmektedir. Buna göre rejimin Kriminal Güvenlik Merkezi Başkanı, İzra şehrinde öldürülmüştür. Bunun yanında muhalif gruplar ile DAEŞ örgütü hücreleri arasındaki çatışmalar devam etmiş ve DAEŞ örgütünün sözde "Horan Valisi" Usame Şehade El Azizi bu çatışmalarda öldürülmüştür.
Diğer yandan DAEŞ örgütü, "Onları nerede bulursanız öldürün" savaşını başlattığını ilan etmiştir. DAEŞ örgütü saldırı endeksi, geçen yılın son çeyreğine kıyasla önemli bir artış kaydetmiştir. Örgüt, Ocak 2024'te Deyrzor'da 22, Halep'te 4, Humus'ta 3, Haseke'de 3 ve Rakka'da 2 olmak üzere Suriye'de toplam 34 saldırı gerçekleştirmiştir. Humus kırsalının doğusundaki Tedmür çölüne uzanan bu operasyonların ardından çoğu rejim güçlerinden oluşan 70 kişi ya öldürülmüş ya da yaralanmıştır.
DAEŞ örgütü saldırılarının sıklığındaki bu artış, bölgedeki kaosun tırmandığı ve İran destekli Şii milislerin ABD üslerine yönelik saldırıları sonucunda gerginliğin arttığı sırada ortaya çıkmıştır. DAEŞ örgütü, kaostan ve ABD güçlerinin milislerin tehdidiyle meşgul olmasından yararlanmaktadır. Bu tırmanış aynı zamanda DAEŞ örgütünün yeniden toparlanabildiğine ve birden fazla cephede saldırılar düzenleyerek askerî kabiliyetlerini yeniden kazanacağına işaret etmektedir.
İdlib’te ise, bölge halen rejim ve İran destekli Şii milislerin saldırılarına sahne olmaya devam etmektedir. Rejim güçlerinin bölgedeki şehir ve kasabaları ağır toplarla hedef alması sonucu çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 40 sivil hayatını kaybetmiş ve onlarcası da yaralanmıştır. Yeni bir gelişme olarak İran Devrim Muhafızları, İran topraklarından İdlib’teki Taltita köyündeki bir sağlık merkezini hedef alan balistik füze saldırısı düzenlemiştir. Diğer yandan Türk ordusu, rejimin El Abzamo kasabasındaki Türk üssünü hedef almasına karşılık olarak Serakib eksenindeki rejim mevzilerini hedef almıştır.
Aynı zamanda muhalif gruplara bağlı savaşçılar İdlib'in güneyinde yer alan rejim mevzilerine saldırı düzenleyerek 5'ten fazla askeri öldürmüştür. Ayrıca Türkiye Savunma Bakanlığı, Fırat Kalkanı bölgesinde provokatif ateş açtıkları gerekçesiyle 14 YPG'liyi etkisiz hale getirdiğini açıklamıştır. SDG ise Türkiye'nin YPG kontrolü altındaki bölgelere yönelik saldırılarına karşılık olarak Kal Cibrin köyündeki Türk üssünü topçu atışlarıyla hedef almıştır. Türk SİHA’ları, El Suveydiye elektrik santrali olmak üzere bölgedeki onlarca bölgeye, kontrol noktalarına, tesislere, petrol sahalarına ve altyapıya 70'ten fazla hava saldırısı düzenleyerek SDG saflarında ölümlere ve yaralanmalara yol açmıştır. Ayrıca bölgede yakıt krizine ve birkaç gün boyunca tam olarak elektrik kesintisine neden olmuştur.
Deyrzor'da ise YPG, kontrolü altındaki bölgeler ile rejim güçlerinin kontrolündeki bölgeler arasında yer alan El Aşara kapısını yeniden açmıştır.
Esed rejimi, yurtdışından gelen havaleleri artırmak ve döviz girdilerini sağlamak için sabit dolar kurunu 12.500 liradan 13.000 liraya yükseltmiştir. Ayrıca rejimin İç Ticaret Bakanlığı araçlarda kullanılan dizel yakıt fiyatlarını yaklaşık %500 oranında artırarak 11.880 liraya yükseltmiştir. Bu artış Şam'da enflasyonun artmasına, temel mal ve malzeme fiyatlarının %70 oranında yükselmesine yol açmıştır.
Diğer yandan akaryakıt fiyatlarına benzer şekilde, Esed rejimi hizmet harçları ve vergileri artırmaya yönelik bir dizi karar almıştır. Buna göre her türlü pasaport harcının %200 oranında artırıldığı, resmî temel eğitim ve lise eğitimi kayıt ücretlerinin yükselttiği duyurulmuştur. Aynı zamanda kamu sektöründeki ve özel sektördeki çimento üretimine de vergi konulmuştur. Bu kararlar mal ve hizmet fiyatlarında önemli bir artışa neden olmuştur. Bu durumun vatandaşların, tüccarların ve sanayicilerin yaşam standartlarının düşmesine, göçe yol açan ekonomik nedenlerin artmasına ve yeni bir mülteci dalgasının ortaya çıkmasına neden olacağı beklenmektedir.
Diğer ülkelerle ekonomik ilişkiler çerçevesinde ve İran'ın Suriye ekonomisinin daha fazla alanını kontrol altına alma çabaları bağlamında “Suriye-İran” Ticaret Odası, Suriye'de İranlı yatırım şirketlerinin kurulmasını içeren yıllık çalışma planını onaylamıştır. Aynı bağlamda rejim, Brezilya'yı ziyaret etmek ve daha önce Brezilya’yla imzalanan anlaşmaları işler hale getirmek için bir Suriye ticaret heyeti oluşturarak Güney Amerika'da yeni ekonomik fırsatlar arayışı içerisine girmiştir.
Suriye'de, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde ekonomik durumu iyileştirmek ve iş olanakları sağlamak amacıyla muhalifler tarafından ilk yatırım konferansı Suriye'nin kuzeyindeki El Rai şehrinde düzenlenmiştir. Suriye Sivil Savunma Örgütü, sağlıklı yaşam çabaları çerçevesinde İdlib ve Halep kırsalındaki 33 okulda okul sağlığı projesi başlatmıştır. Ayrıca Suriye Amerikan Tıp Derneği (SAMS), Suriye Forumu Örgütü, SAMS Derneği ve Suriye Sivil Savunma Örgütünün yer aldıkları operasyonel ittifak çerçevesinde İdlib'te "SAMS Tıp Şehri" projesinin temelleri atılmıştır. Bu da Suriye’nin kuzeybatısındaki sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik önemli bir adım ve niteliksel bir sıçrama olarak kabul edilmektedir.
İdlib'te ise “Al Rais” Döviz ve Havale Şirketinin iflasını açıklamasının ardından birçok para bozdurma ve havale bürosu havale gönderme ve teslim almayı durdurmuştur. Bu gelişme tahmini 3 milyon dolarlık bir kayba neden olmuştur. Aynı zamanda söz konusu iflas meselesi para havale ücretlerinin beş ila on kat arasında artmasına neden olmuştur. Zira havale işlemleri, belirli taraflar ve şirketlerle sınırlı kalmıştır.
Suriye'nin kuzey doğu bölgelerinde YPG yönetimi, tüccarlardan ve eczanelerden yıllık vergi almaya başlamıştır. Alınan bu karar, tüccarlar tarafından tepkiyle karşılanmıştır. YPG yönetimi, bölge ekonomisini kontrol altına almak amacıyla yabancı ve yerel para birimleriyle ilgili bir dizi kararlar almıştır. Bu kararların en önemlisi de yerel ve yabancı bankaların lisanslanmasını düzenleyen karar olmuştur. Uygulanan yeni vergiler ve mali kararlar halkın geçim yükünü arttırmasına ve YPG yönetimiyle bu bölgelerde yaşayan Arap aşiretleri arasındaki gerilimin tırmanmasına neden olacağı öngörülmektedir. Zira bu bölgeler halen mazot, benzin ve gazın piyasalarda bulunmaması nedeniyle yakıt kriziyle karşı karşıyadır. Bu da bölgedeki tarım ve üretim maliyetlerini arttırmaktadır.
Aralık 2016'da (Rusya ve Türkiye, Suriye'de ülke çapında ateşkes ilan etmeden önce) Türk istihbaratı ile Rus ordusu arasında varılan bir anlaşma Halep'te ateşkes sağlanması ve ılımlı muhalif güçlerin ve sivillerin Halep'ten İdlib'e nakledilmesi öngörülüyordu(1). Halep ateşkes anlaşması, sonrasında Suriye'de ülke çapında bir ateşkesin ve Astana Süreci’nin öncüsü olmuştur.
Bu anlaşma, Moskova ve Ankara'nın daha ileri adımlar atmasına ve bölgedeki etkileşimlerinde güven inşa etmelerine olanak sağladı.
Astana Süreci, Rusya'nın Türkiye ile olan Kompartmantalizasyon (Bölümlere ayırma) stratejisini Suriye'deki çok taraflı arabuluculuğa genişleterek rakip politikalara rağmen ilişkileri yeniden canlandırmayı hedeflemekteydi. Bu yaklaşım, Moskova'nın arabuluculuk sürecindeki hassas dengeyi korumak için ve “iyi niyet” göstergesi olarak Tel Rıfat hariç Türkiye'nin 2018’de Afrin'de YPG'ye karşı operasyonuna izin vermesinin(2) de gösterdiği gibi tarafların stratejik çıkarlarına saygı gösterirken anlaşmazlıklar içinde ortak bir zemin bulmalarına olanak tanımayı amaçlamaktadır. Bu mekanizma hem karşılıklı güven oluşturmayı hem taraflar arası olası bir çatışmayı önlemeyi hem de müzakerelerle karşılıklı bir ödün vererek her bir devletin kendi politikalarını olabilecek sınırlar dahilinde maksimize etmeyi ve bunu yaparken de alanda olan diğer devletler ile çatışma olasılığını minimize etmeyi sağlamaya çalışmıştır. Bu süreç, garantör ülkelere aralarındaki olası çatışmaları önlemek için koordinasyon sağlama konusunda bir platform sunmuştur(3) Nitekim ilişkilerde kırılgan dinamikler tamamen engellenememiştir.
Bu rapor, Suriye'deki çatışmayı yönetmeyi ve İran, Rusya ve Türkiye arasında işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan Astana Süreci’nin karmaşıklığını incelemektedir. Sürecin bölgesel dinamikleri nasıl şekillendirdiğini incelemekte ve özellikle PYD/YPG oluşumları bağlamında Türkiye'nin kaygıları açısından devam eden zorlukları irdelemektedir. Takip eden bölümlerde, başlangıçta Suriye'deki çatışmayı yönetmek üzere tasarlanan Astana Süreci’nin değişen dinamikleri analiz edilmekte ve silahlı grupların sınıflandırılması ve İdlib bölgesinde yükselen tansiyon da dâhil olmak üzere değişen koşullara verdiği tepki mercek altına alınmaktadır. Ayrıca Suriye ihtilafında gerilimi azaltma, bölgelerinden normalleşme çabalarına geçişin altı çizilmekte ve Rusya, Türkiye ve İran gibi kilit aktörler arasındaki karmaşık çıkar ve çatışmaları vurgulanmaktadır. ABD ile YPG arasındaki ilişki ve Suriye çatışmasının yönetiminde arabuluculuğun rolü gibi dış faktörleri de ele almaktadır. Son olarak bu rapor, Astana Süreci’nin, özellikle İdlib meselesinin ele alınması ve Şam ile normalleşme yolunda ilerleme kaydedilmesi gibi karmaşık bölgesel çıkarlar ve güçlükler ağında ne kadar etkili olduğunu değerlendirmektedir.
Öncelikle Astana Süreci’nin temel amacının çatışmayı sonlandırmak olmadığını belirtmek gerekir. Bunun yerine çatışmayı yönetmek ve çatışma çözümüne götürecek eylem planları için kolaylaştırıcılık görmek ve Cenevre Süreci’ne katkıda bulunmak olmuştur. Özellikle garantör olan İran, Rusya ve Türkiye’nin arasındaki çıkar uyumunu yaratmayı amaçlayarak hem bu üç ülke ve hem de alandaki garantör oldukları Suriye Rejimi ve Muhalefeti arasında bir nevi temas noktası görevi görecek olan platformda arasındaki anlaşmazlıkların müzakere edilmesine olanak sağlamıştır. Böylelikle çatışmanın yayılmasını engelleyerek ölümler azaltılmış ve güven-alıcı önlemleri gündeme fiilî olarak gelebilmiş ve bu konuda çeşitli çalışma grupları faaliyet gösterebilmiştir.
Genel anlamda ortak bildirilerde BM Güvenlik Konseyi’nin 18 Aralık 2015’te alınan 2254 sayılı kararına referans verilmektedir. Bu karar “Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğüne olan güçlü bağlılığını bir kez daha teyit” ederek DEAŞ, El Nusra ve türevleri olan terörist örgütlerle karşı mücadeleyi öngörmüş, mültecilerin gönüllü geri dönüşü için uygun koşulların sağlanması, gelişigüzel tutukluların salınması, güven inşasına yönelik önlemlerin alınması ve ateşkesin tesis edilebilmesi için çağrıda bulunmuştur (4). Nitekim bu önlemler “devlet kurumlarının devamlılığını sağlarken karşılıklı rıza temelinde oluşturulacak tam yürütme yetkilerine sahip kapsayıcı bir geçiş dönemi yönetim organının kurulması”na yönelik olmakta ve ileride barışın tesisinin sağlanması için gerekli olan adımları göstermektedir(5). Bununla birlikte Astana toplantılarının gündemlerinde de hep tekrarlayan biçimlerde Suriye'nin çevresindeki bölgesel durumdaki değişiklikler ve sahadaki durum, bu ülkede kapsamlı bir çözüme yönelik çabaları içermektedir (6). Ayrıca terörle mücadele konuları, rehinelerin serbest bırakılması ve kayıp kişilerin aranması dahil olmak üzere güven arttırıcı önlemler, insanî durum, Suriye'nin çatışma sonrası yeniden inşasını kolaylaştırmak ve Suriyeli mültecilerin anavatanlarına dönmeleri için gerekli koşulları yaratmak amacıyla uluslararası toplumun çabalarını içermektedir. Astana Süreci sahada çatışmasızlık bölgeleri kurarak ve belli bir dereceye kadar savaşı dondurarak silahlı ve sivil insan ölümlerini azaltmış olsa da siyasî bir çözüme giden yol haritasında tıkanmalar yaşanmıştır (7).
19 Temmuz 2022’de Tahran Zirvesi sonrası yayınlanan üçlü bildiride Ankara, Moskova ve Tahran arasındaki eşgüdümü ilerletme hedefi belirtilirken ekonomik ve politik iş birliğinin ilerletilmesi amacına değinilmiştir(8). Aynı bildiride terörizme karşı kesintisiz mücadeleye yer verilirken metinde hangi terör örgütlerine karşı mücadele yürütüleceği muğlak kalmıştır.
Aynı ortak bildiri, 'gayrimeşru özerklik girişimleri de dâhil olmak üzere terörle mücadele bahanesiyle sahada yeni gerçeklikler yaratmaya yönelik tüm girişimleri reddetmiş ve Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı' vurgulamıştır. Ayrıca sınır ötesi saldırılar ve sızmalar da dâhil olmak üzere komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit etmeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir(9).Bununla birlikte metinde PYD/YPG oluşumlarının isimleri net olarak belirtilmemiş olsa da Fırat’ın doğusunda gerçekleşen gündemin bu üç aktörü de farklı bir şekilde rahatsız ettiği görülmektedir. Bununla birlikte YPG’nin ismi hiçbir resmî Astana bildirisinde de geçmemektedir.
YPG’nin otonom bir yapı kurma arzusu Türkiye için PKK’nın bölgede gücünü arttırmasına sebep olacak olup bir ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü meselesi haline gelirken Rusya ve İran için de ABD’nin bölgeye YPG aracılığıyla sahada ve masada adımını sağlamlaştırmasına işaret etmekte ve bölgede kendilerine karşı bir nüfuz elde edebilme kapasitesinin artırılmasına neden olmaktadır. Rusya ve İran YPG/PYD‘yi terör örgütü olarak görmeyip bu oluşumla pragmatik ilişkilere daha açık görünmektedir. Nitekim Moskova ve Tahran’ı rahatsız eden şey ABD’nin bu yapıyı kullanarak bölgede bir dayanak kurmaya çalışması olmuştur. Ankara’yı rahatsız eden durum ise NATO müttefiki ABD’nin Ankara’nın terör örgütü olarak tanıdığı bu oluşuma desteğidir. Nitekim ABD’nin bölgede YPG’nin yanında bulunması Ankara’nın özellikle Fırat’ın doğusundaki ulusal güvenliğini tehdit eden otonom oluşuma karşı operasyon kabiliyetini de sınırlamaktadır. Bunun sebebi çeşitli bölgelerde askerî olarak girmiş olan ABD ve Rusya varlığı kendi etkileri altında olan gruplara da (YPG gibi) birer güvenlik şemsiyesi görevi görmektedir ve bu alanlarda operasyon yapmak isteyen Ankara’yı kendileri ile fiilî olarak bir çeşit koordinasyona zorlamaktadır. Bu yüzden TSK’nın operasyon alanı bu devletlerle olan diplomasi trafiği ile de belirlenebilmektedir.
Suriye’deki bu diplomasi trafiği aynı zamanda çeşitli aktörlerin değişen nüfuz ve kontrol alanlarına göre de şekil değiştirebilmektedir. Nitekim bu trafikteki öncelikler diğer bir terör örgütü olan DEAŞ’ın ilerlemesine ve gerilemesine göre de değişebilmiştir. Ekim 2017’de DEAŞ’ın de facto merkez şehri olan Rakka’nın ABD destekli SDG’nin eline geçmesiyle DEAŞ’ın güç kaybı çok daha görünür olmuştur(10).Astana Üçlüsü’nünün ortak konu başlıklarından olan DEAŞ’a karşı mücadele hedefinin yanı sıra sahadaki başka amaçlar daha belirgin olmaya başlamıştır. Astana Formatında El Nusra ve DEAŞ terör örgütlerine karşı ortak mücadele kabul edilmiş ve bu örgütlerin diğer silahlı gruplardan ayrı olduğu bildirilmiştir; fakat bu ayrım bir muğlaklığı da beraberinde getirmiştir(11).Nitekim sahada (özellikle İdlib’te) silahlı gruplar arasında kesin bir ayrım yapılmadığı taraflar arasında kendini belli etmiştir(12) Böylece Astana Süreci sahada DEAŞ’ın güç kaybından sonra değişen dinamikler, taraflar arasındaki görüş ayrılıklarını daha belirgin hale getirmeye başlamıştır. Şam rejimi 2017'nin başında Doğu Guta'ya yönelik saldırılarını artırmış bulunuyordu ve bu 2018 baharında büyük bir saldırıyla sonuçlandı. Haziran 2018'de Dera'da da benzer bir askerî kampanya başlatıldı(13) Şubat 2018'de Moskova, Humus'taki gerilimi azaltma bölgesini tek taraflı olarak feshetti ve bu da iki ay sonra Rus ve Suriye güçlerinin bölgeye saldırmasına ve Mayıs 2018'de Humus'taki muhaliflerin teslim olmasına yol açtı(14) Türk ordusu Astana Süreci uyarınca ateşkesi izlemek üzere halihazırda Ekim 2017'de İdlib'te bulunuyordu(15).
Alandaki dinamikler bu şekilde devam ederken görüş ayrılıkları yerine Astana Süreci Suriye’de siyasî geçişin önünü açabilmeyi kolaylaştıracak Anayasa ve Suriye bazında geniş toplumsal katılımın sağlanmasına yönelik Anayasa çalışmalarının önü açılmaya çalışılmış ve Liderlik Zirveleri ile üç garantör arasındaki görüş ayrılıklarının hızlı ve etkili bir şekilde çözümlenmesi amaçlanmıştır. Burada Anayasa Komitesi çalışmaları hep ertelenmiş ve anayasa çalışmalarında adil bir uzlaşmaya yakın zamanda varılacak gibi görünmemektedir(16). Bununla birlikte, Astana platformu bu üç devlet arasında da tam kurumsallaşmış bir diplomatik ağ merkezi kuramamıştır. Fakat üçlü ilişkilerde ad hoc diplomasinin önünü açabilmek ve sorunların daha pragmatik çözümü için çeşitli zirveler ve oturumlar aracılığıyla ortak bir buluşma noktası yaratmıştır. İlk zirve 22 Kasım 2017’de gerçekleşmiş olup DEAŞ’ın bölgede güç kaybettiği Şam’ın muhalif bölgelere operasyonlarını arttırdığı ve Türkiye’nin Astana garantörü olarak İdlib’te gözlem noktaları kurmuş olduğu bir zamana denk gelmiş ve Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kurulması hangi zemin üzerine olacağına dair müzakereler söz konusu olmuş ve üç lider de kameralara samimi bir birlik mesajı vermiştir(17). Fakat bu birlik mesajları fotoğraflarda zaman içinde kaybolmuştur.
19 Eylül 2019’da BM Güvenlik Konseyi’ndeki Belçika, Almanya ve Kuveyt tarafından hazırlanan ve İdlib ile ilgili olan taslak karar Rus ve Çin vetoları ile hayata geçirilememiştir. Hazırlanan taslakta, terörle mücadeleye ve buna dair önlemlerin alınmasının gerekliliğine işaret edilirken terörist gruplarla siviller arasında bir ayrımın yapılması gerektiğine ve İdlib’te ateşkesin devamlılığının sağlanması öngörülmekteydi(18). Bu tasarı aslında İdlib’deki duruma dikkat çekmiş ve ateşkesin sağlanamadığını göstermiştir. Aynı tasarı 17 Eylül 2018 tarihinde Rusya ve Türkiye arasında imzalanan Memoranduma da gönderme yapmaktaydı(19). Nitekim İdlib’te ateşkesin sağlanamaması Türk-Rus ilişkilerinde de gerilimlere yol açmaya ve Astana Sürecinde ilerlemeye ket vurmaya başlamıştı. İdlib’teki krizi hafifletebilmek ve “geçici bir çözüm” oluşturabilmek için Erdoğan ve Putin 18 Eylül 2018’de Soçi Memorandumunu imzaladı(20). Bu anlaşma, Türkiye'ye HTS gibi aşırıcı grupları sınırdan uzaklaştırma görevi verdi ve İdlib ile Suriye rejimi arasındaki sınır boyunca 15-20 km derinliğinde ağır silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulmasını öngördü (21) . Ancak bu anlaşma tam olarak uygulanmadı ve Astana Süreci, karmaşık Suriye iç savaşındaki artan anlaşmazlıklar ve gerginlikler nedeniyle belirsizliklerle yoluna devam etti. Nitekim Ocak ve Şubat 2020’de iki ülke lideri de bir diğerinin bu anlaşmaya uymadığını iddia edip karşılıklı gerginlikleri söylemlerinde dile getiriyorlardı(22).
Rejimin Rus Hava Kuvvetlerinin yardımıyla düzenlediği “İdlib Şafağı” operasyonu (2019-2020) sırasında 28 Şubat 2020'de resmî rakamlara göre 33 Türk askerinin yerleri Rus makamlarınca bilinmesine rağmen vurulmasıyla ortaya çıkan ve giderek büyüyen İdlib krizi, Türk-Rus diplomasi trafiğinde büyük bir tıkanıklığa işaret eden gelişmelerin ifadesiydi(23). Krizin ardından Mart 2020'de Moskova'da imzalanan mutabakata göre Türkiye, "M4 otoyolunun 6 km kuzeyinde ve 6 km güneyinde güvenli koridor" oluşturulmasıyla İdlib'deki varlığına ilişkin tavizler vermiş ancak Suriye konusunda ilişkiler gergin kalmaya devam etmiştir(24) Fakat, bu tavizlere rağmen TSK ve Suriye Milli Ordusu, Rejim güçlerine karşı kendi mevzilerini sağlamlaştırmış ve Rejimin İdlib’e karşı olası bir askerî harekatına karşı çok daha dayanıklı bir set çekebilmiştir (25) Nitekim Ekim 2021'de de olduğu gibi Suriye ordusunun haftalarca sivil yerleşim yerlerini bombalayarak yeni bir göç dalgasını tetiklemeye çalıştığı bilinmektedir(26).
3-4 Mayıs 2017 tarihlerinde düzenlenen 4. Astana turunun sonunda Astana garantörleri Rusya, Türkiye ve İran, Suriye'de İdlib ve komşu vilayetlerin bazı bölgelerinde (Lazkiye, Hama ve Halep vilayetleri) Humus vilayetinin kuzeyindeki bazı bölgelerde, Doğu Guta'da ve Suriye'nin güneyindeki bazı bölgelerde (Dera ve El-Kuneytra vilayetleri) başlangıçta altı ay süreyle geçerli olacak ve uzatılabilecek fakat geçici "gerilimi azaltma bölgeleri" (de-escalation zones) kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzaladı(27) .Anlaşma, DEAŞ ve El Nusra gibi grupları dışarıda bırakırken silah kullanımını durdurmayı, insani yardımların ulaştırılmasını sağlamayı ve yerinden edilmiş insanların geri dönüşünü teşvik etmeyi amaçlamaktaydı. Anlaşmanın uygulanmaya başlandığı ilk günlerde, belirlenen bölgelerdeki çatışmalarda önemli bir azalma olduğu iddia edilmekteydi(28) . Nitekim bu durum çatışmasızlık bölgelerinde çok uzun sürmemiş gibi görünüyordu. Örneğin; çatışmasızlık bölgelerinden olan Dera'da, 2018'de başlayan ateşkes anlaşması, zamanla Rusya ve İran'ın rekabetine sahne olmuş ve çatışmaların tekrar başlamasıyla Şam Yönetimi kendi gücünü bölgeye dayatabilmiştir(29) Şam tarafından ele geçirilen bölgelerdeki muhalif silahlı gruplar ve siviller otobüslerle İdlib’e transfer edilmiş ve burada aşırı birikmeye yol açmıştır(30).
Astana Süreci, Suriye'de gerilimi azaltma bölgeleri oluşturarak insanî yardımı kolaylaştırmayı ve siyasî bir çözümün yolunu açmayı amaçlıyordu (31). Ancak bu süreç, ihlallere karşı yaptırım mekanizması eksikliği, tarafsız bir gözlemci eksikliği ve siyasî çözümde belirsizlik nedeniyle başarısız oldu ve rejim tarafından muhalefet bölgelerinin ortadan kaldırılmasını kolaylaştırırken geriye sadece İdlib gerilimi azaltma bölgesi kaldı (32). Astana Süreci, halihazırda devam eden Cenevre görüşmelerinden farklı bir format sunmaktaydı. Nitekim Cenevre'nin etkinliği genel anlamda ABD-Rus ilişkileri ve müzakerelerine dayanırken Astana'nın etkisi üçlü ilişkiler ve aralarındaki müzakerelere bağlı durumdadır. Cenevre Süreci daha fazla katılımcı devleti kapsarken ve askerî grupları dışarıda bırakırken Astana Süreci sahadaki askerî grupları da içine alarak daha çok alana ve askerî düzeye odaklanmaktadır.
Cenevre Süreci halihazırda BM düzeyinde meşru olarak görülürken Astana Süreci meşruiyetini sağlayabilmek için BM ile işbirliği içinde haraket etmeli ve Cenevre ile BMGK kararlarına dayanak oluşturmak zorundadır. Astana görüşmeleri, belirli bir tarafı açıkça destekleyen ve aktif olarak sahada bulunan ülkeler tarafından yürütülmektedir.
30-31 Ekim 2017’deki Astana görüşmelerinin 7. turu sırasında Rusya Devlet Başkanı'nın Suriye özel temsilcisi ve Astana görüşmelerindeki Rus heyetinin başkanı Alexander Lavrentiev, Türk heyetine özellikle İdlib’teki durum nezdinde Suriye Rejimi ve Türkiye arasında Moskova’nın arabulucu bir rol oynayabileceğini belirtmiş ve Şam ile Ankara arasında askerî bir koordinasyonun sağlanmasını hedeflemiştir(33) . Nitekim bu şekilde de Türk askeri Suriye’de “illegal” bir varlık göstermemiş olacaktır(34). TSK’nın Suriye’deki varlığı Rejimi rahatsız etmektedir ve Şam ile olası bir anlaşma, Ankara’nın ulusal güvenlik meselesi olarak gördüğü ve açıkça belirttiği hususlarda da askerî operasyonel etki alanını da fazlasıyla kısıtlayacak duruma getirecektir.
2019 yılı itibariyle Türk askerî yetkilileri ile Şam’a bağlı Suriyeli askerî yetkililer halihazırda temas halinde bulunmaktaydı(35) . Diğer yandan Türkiye'nin YPG'ye yönelik Suriye içindeki operasyonlarını kısıtlamaya çalışan Rusya, Ekim 2019'da imzalanan Soçi Mutabakatı ile PKK'nın Suriye'deki faaliyetlerini ele almayı ve PKK terörüyle mücadelede Türkiye ile Suriye arasında işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan 1998 tarihli Adana Mutabakatı'nın uygulanmasını önererek Türkiye'yi Kürt meselesinde Suriye rejimiyle işbirliğine dâhil etmeye çalışmıştır (36) . 2022 yılı Kasım ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şam ile diyalog kurulabileceğini de belirtiyordu(37) . Nitekim 2021 yılı son çeyreğinde halihazırda değişen ölçülerde de olsa bölge ülkelerinin Rejim ile normalleşme gündemleri olduğu bilinmekteydi(38). 20-21 Haziran 2023’te gerçekleşen 20. Tur sonrası Kazakistan’ın Astana Süreci’nde ev sahipliğinden çekilme kararı “hayretle” karşılanmış olmakla birlikte bu mekanizma Moskova arabuluculuğuyla Ankara-Şam normalleşme görüşmelerine evrilmeye başlamıştır(39).
Her ne kadar bu görüşmeler olsa da Ankara-Şam arası kolay bir şekilde düzelecek gibi görünmemektedir. Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki askerî varlığı ve İdlib’in Rejim güçleri tarafından ele geçirilmesini önlemeye yönelik politikaları, Rejimi rahatsız etmekte ve Ankara açısından bölgeden askerî olarak çıkmak bölgeden gelecek ulusal güvenlik kaygılarını da arttırmaktadır. Nitekim Türkiye açısında Adana Mutabakatı’nın işletilebilmesi de Suriye Rejiminin PYD/YPG ile mücadele etme iradesinin olmasına bağlıdır ki bu iradenin de varlığı kuşkuludur(40).
“Astana Süreci” son zamanlarda özellikle Rusya’nın arabuluculuğunda Ankara ve Şam arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi hedeflemektedir. Fakat bu normalleşme zemini kolay görünmemektedir. Her ne kadar Ağustos 2022’de Dışişleri eski Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Şam’daki mevkidaşı Faisal Mekdad ile temas kurmuş ve aynı ay Bakan Çavuşoğlu Suriye Muhalefeti Ulusal Koalisyonu Başkanı Salem Al Meslet, Suriye Müzakere Komisyonu Başkanı Bedir Camus ve Suriye Geçici Hükümeti Başkanı Abdurrahman Mustafa ile bir araya gelmiştir.
Bununla birlikte Türkiye ve Suriye Savunma Bakanları ve İstihbarat Başkanlarının resmî olarak görüştükleri ve diplomatik heyetlerin de toplantı yaptığı bilinmektedir(41). Nitekim eski Bakan Çavuşoğlu da bu temaslarda kalıcı bir barış için “birlik ve beraberliğin” öneminin altını çizmekteydi. Bu birlik ve beraberlik Şam yönetiminin de muhaliflere yakınlaşması ile gerçekleşecek bir durumdur. Bununla birlikte Türkiye’nin askerî varlığı ve muhaliflere desteği de Şam’ın tüm ülkede sadece kendi iradesini dayatmasının önüne geçmekte ve muhaliflerin masadaki yerini de korumaktadır. Suriye’deki Türk askerî varlığı hem YPG nezdinde otonom bir Kürt yönetiminin bir dereceye kadar önüne geçip Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması yönünde bir katkı sağlarken hem de Rejim güçlerinin muhalif bölgeleri bombalamasının önüne geçebilmektedir. Nitekim Rejim, müzakere önkoşulu olarak Türkiye’nin bölgeden çıkmasını isterken Ankara, ulusal güvenliğini sağlama alana kadar alanda kalmak niyetindedir (42).
Üç garantör devletin bu sürece katılmasının arkasında başka sebepler de vardır. Platform (başarılı olması halinde) garantör devletlere uluslararası alanda bir prestij sağlayabileceği gibi başta Rusya olmak üzere Cenevre Süreci’ni ve bölgedeki dinamikleri kendi öncelikleri bağlamında etkileme imkânı verecektir. İran için ise kendi kazanımlarını ve Suriye üzerinden geçen İran-Hizbullah koridorunu ve Rejim üzerindeki etkisini korumak elzemdir ve bu süreci özellikle bu yönde kullanmak istemektedir. Türkiye açısından üçlü sürece katılmak, Ankara'nın Suriye'deki TSK varlığını meşrulaştırması, Rejim güçlerinin muhalif güçlere yönelik saldırılarını azaltması(43) ve YPG/PYD'nin diplomatik forumlardaki rolünü ve sahadaki varlığını sınırlandırması için bir fırsat olarak değerlendirildi. Örneğin; Ankara, 30-31 Aralık 2017’de 8. Astana Turunda kararlaştırılan ve Ocak 2018’de Soçi’de düzenlenmiş olan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kurduğu Suriye Anayasal Komitesi’nde Kürtlerin temsilcisi olarak PYD/YPG’nin görülmesini engelleyebilmiştir(44) . Nitekim alanda hiçbir aktör tek başına bir harekat kabileyetine sahip değildir.
04.10.2012 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş olup Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’de sınır ötesi operasyonlarına yeşil ışık yakan ve 04.10.2013’te tekrar uzatılan tezkerede ise “Suriye kaynaklı açık ve yakın tehditlere” vurgu yapılmakta ve bu tehditler genel anlamda sınırlara yönelik saldırı, bu saldırılardan hayatını kaybeden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve Şam’daki yönetimin politikalarından kaynaklı olarak sınırlara yönelik kitlesel göç olarak sunulmaktadır(45). Bununla birlikte Ankara’nın ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü PKK bağlantılı YPG ve DEAŞ oluşumlarının 2014 yılından itibaren daha görünür olmaya başlaması Suriye ve Irak’taki güç boşluğundan kaynaklanan eş zamanlı bir tehdit algısına dönüşmüştür. Nitekim 02.10.2014’te TBMM’de bir yıllığına kabul edilen ve bu zamana kadar birçok kez uzatılan tezkerede TSK, ulusal ve bölgesel güvenliğe zarar verici PKK ve DEAŞ kaynaklı terör tehditlerine karşı hazır duruma getirilmeye çalışılmış ve “Suriye’de rejimin, dördüncü yılına giren şiddet politikalarının insanî açıdan, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler artmaktadır” ibaresi geçirilmiştir(46). Nitekim Ekim 2016’dan itibaren uzatılan TBMM kararlarında (1128, 1162, 1199, 1231,1266 ve 1310) vurgu en çok Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüklerinin korunmasının önemine ve etnik (PKK/PYD-YPG) ve mezhepsel (genel anlamda DEAŞ) terörizme karşılık olası sınır dışı askerî operasyonlarda hükümete TSK’yı kullanma yetkisi verilmiş ancak bu kararlarda “Suriye’deki rejim” ifadesine pek rastlanılmamıştır(47). Bunun sebebi 2016’nın Türkiye’nin Suriye politikası bakımından bir dönüm noktası olmasıdır ve Ankara’yı Astana Süreci’ne ortak yapan da bahsi geçen yılda yaşanan hadiselerdir. Fırat’ın batısındaki Rus varlığı ve doğusundaki ABD varlığı Ankara’nın YPG’ye karşı askerî operasyonlarında bu iki ülke ile anlaşmasını zorunlu kılmıştır(48). Astana Süreci işte bu kapsamda Rusya ile bu konuda müzakere edebilmesine de olanak sağlamıştır.
Türk karar alıcılarının Suriye üzerindeki politikalarında bölgedeki gelişmelerin yanı sıra ABD’nin de ülkedeki politikaları etkili olmuştur. Nitekim 2014’te DEAŞ’in daha görünür olması 2015’te ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne olan yardımını arttırmış ve 2016-2017 gibi Washington çevrelerinde Rejim karşıtı söylemlerin vurgusu azalmıştır(49). Bunun yerine ana amaç kıyı ötesinden özellikle SDF ve Al-Tanf üssünde askerî varlığı aracılığıyla en kısık askerî ve ekonomik (aynı zamanda politik) maliyetle DEAŞ’e karşı operasyonlar ve İran’ın bölgedeki artan etkisine karşı bir önlem alabilme yeteneğine erişmek olmuştur(50) Ankara genel anlamda ABD’nin bölgedeki varlığından ziyade ABD’nin YPG/PYD’ye olan açık desteğinden fazlasıyla rahatsızlık duymaktadır. Bununla birlikte, Rusya’nın da YPG/PYD ile temaslarının sağlam olduğu bilinmektedir. Nitekim, 31 Mart 2021’de Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Valdai toplantısında şunları ifade etmiştir:
“Demokratik Suriye Güçleri Başkomutanı Sayın Mazlum Abdi ile temaslarımız var. Yardım etmeye hazırız. Ancak kendileri hala Şam'la uzun vadeli ve sürdürülebilir anlaşmalar yapmaya mı yoksa Amerikalıların (orada kalmaya karar verdiklerinden beri) bir şekilde yardım edeceğini ummaya mı güvenecekleri konusunda tereddüt ediyorlarsa, zorla iyi ilişkiler kuramazsınız”(51).
Aynı toplantıda Lavrov, Fırat'ın doğu yakasında aktif bir şekilde faaliyet gösteren ABD’nin buradan elde edilen hidrokarbon, tahıl gibi kaynakların satışından gelir elde ederek yerel yönetimlerin kurulmasına aracı olduğunu ve ayrıca, Suriye'nin Arap komşularının bu bölgelere yatırım yapmasını teşvik edip bölgedeki halkın refahını artırarak Rejimi devirmeyi hedeflediğini ifade etmiştir(52). Nitekim Joe Biden yönetiminin Rejime karşı uyguladığı ambargo da devam etmektedir(53). Bununla birlikte Moskova YPG/PYD üzerinde etki sahibi olmak istemekte ve Rejim ile YPG/PYD’nin arasını bulmaya da çalışmaktadır(54). Moskova ve Tahran’ın rahatsız olduğu konu bu oluşumda ABD etkisinin çok görünür olması ve bu örgüt aracılığıyla ABD’nin bölgede bulunmasıdır. Bununla birlikte Moskova; Şam, YPG ve Ankara arasında bir arabuluculuk mekanizması kurmaya çalışmakta ve Ankara’nın YPG’ye karşı başka bir askerî operasyon yürütmesini de engellemeye çalışmaktadır (55). Bunun yanı sıra Moskova ve Tahran Ankara’nın Suriye’deki askerî varlığını çekmesine yönelik baskı da yapmaktadırlar(56).
Cenevre ve Astana süreçleri gibi Suriye'deki arabuluculuk çabaları, Suriye'deki çatışmanın karmaşıklığını ve güç dinamiklerini yansıtacak şekilde, ilgili aktörlerin çıkar ve gündemlerinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Rusya, Türkiye ve İran'ın DEAŞ'la mücadele, silahlı çatışmaların sona erdirilmesi ve bölgede koordinasyon sağlanması gibi ortak çıkarları olsa da motivasyonları ve öncelikleri farklılık göstermektedir. DEAŞ tehdidi azaldıkça çatışan gündemler daha belirgin hale geldi ve Astana görüşmelerinin azalmasına ve üç garantör devlet (Rusya, Türkiye ve İran) arasındaki zirvelerin ve ikili Rus-Türk görüşmelerinin artmasına yol açtı. Bu aktörler değişen dinamiklere uyum sağlayarak ve gündemlerinde esnekliğe öncelik vererek çatışan çıkarların üstesinden gelmeye ve Astana Süreci’ndeki değişen dinamiklere katkıda bulunmaya çalışmaktadır. ABD-YPG ve ABD-İsrail ilişkileri gibi diğer aktörlerin katılımı ve etkileşimleri de Astana sürecinde Rusya, Türkiye ve İran arasındaki dinamikleri önemli ölçüde etkilemiştir. Astana Süreci bir dereceye kadar başarılı olsa da çatışmayı yönetmedeki etkinliği, garantör devletlerin bölgedeki görünüşte çatışan çıkarlarını yönetmedeki çok kırılgan olan uyum kabiliyetlerine bağlıdır.
Astana’da tıkanmalar genel anlamda İdlib konusunda, DEAŞ ve Nusra harici terörist grupların tam belli ve ortak bir şekilde adlandırılamamasında kendini göstermiştir. Bununla birlikte çatışmasızlık bölgelerinden normalleşmeye evrilmeye çalışan süreçte çeşitli zorluklar bulunmaktadır. Bunlardan ilki Ankara, Muhaliflerin yeniden inşa edilecek Suriye’deki konumlarını ve PYD/YPG’ye karşı mücadelesinde kendi güvenlik çıkarlarını garanti altına almak istemekte ve onurlu bir şekilde geçici koruma altındaki sığınmacıları tekrar ülkesine dönebilecek olanakların sağlanmasını istemektedir. Şam ise bu süreçte baştan Türkiye’nin alandan çıkmasını istemekte ve İdlib’i de alarak muhalifleri Türkiye’ye sürme amacını taşıyor görünmektedir. Nitekim olası bir yeniden inşa sürecinde muhalifler yeni oluşabilecek bir sistemde Rejime karşı siyasî ve/ya askerî bir denge unsuru olabilecek duruma da gelebileceği tahmin edilebilir. Aynı zamanda Türkiye, Adana Mutabakatı’nın işletilebilmesi için yeni birtakım güvencelere ihtiyaç duymaktadır ve bu güvencelerin de Şam tarafından karşılanabileceği kuşkuludur. Şam ise TSK’nın tamamen bölgeden çıkmasını istemektedir. Bu bakımdan yakın zaman içinde sorunun çözülebileceği olası görünmemektedir.
([1]) Kareem Shaheen, “Aleppo: Russia-Turkey ceasefire deal offers hope of survival for residents,” 14 Aralık 2016, https://bit.ly/3S88vec
([2]) Şener Aktürk, "Relations between Russia and Turkey Before, During, and After the Failed Coup of 2016." Insight Turkey 21, no.4 (Fall 2019): 97-113. DOI: 10.25253/99.2019214.06.
([3]) Hamidreza Azizi, “Why the Ankara Summit Is Important,” 18 Eylül 2019. https://bit.ly/3SeoS9b
([4]) Kararın tam metnine şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/3rZHkaD
([5]) Kararın tam metnine şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/3rZHkaD
([6]) Kazakistan’ın Rusya’daki Büyükelçiliği, “Астанинский процесс,” https://bit.ly/45GqM5r
([7]) Philip Loft, “Syria's civil war in 2023: Assad back in the Arab League,” House of Commons Library, 9 Haziran 2023, https://bit.ly/3Q4gQN9
([8]) T.C. Cumhurbaşkanlığı, “Joint Statement by the President of the Islamic Republic of Iran, the President of the Russian Federation, and the President of the Republic of Türkiye (Tehran, 19 July 2022),” 19 Temmuz 2022, https://bit.ly/3QskPEA
([9]) Ibid.
([10]) Arwa Damon, Ghazi Balkiz ve Laura Smith-Spark, “Raqqa: US-backed forces declare 'total liberation' of ISIS stronghold,” 20 Ekim 2017, https://bit.ly/3Mfrwrd ; Nate Rosenblatt & David Kilcullen, “How Raqqa Became the Capital of ISIS,” Temmuz 2019, https://bit.ly/3MctkkG
([11]) Ömer Önhon, Büyükelçinin Gözünden Suriye, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2021. Sf.300
([12]) Ibid.
([13]) Gregor Jaecke ve David Labude, “De-escalation zones in Syria: Background and status quo of a paradox.” Konrad Adenauer Stiftung (Haziran 2020), https://www.kas.de/documents/252038/7938566/De-escalation+zones+in+Syria.pdf/4a717753-1fff-352b-b6ff-1abba5f7fdb8?version=1.1&t=1592814733641
([14]) Ibid.
([15]) Ibid.
([16]) Ömer Faruk Yıldız, “Suriye Anayasa Komitesi toplantılarının 9. turu ertelendi,” 16 Temmuz 2022, https://bit.ly/3Qq4MXT
([17]) Deutsche Welle, “Rusya'dan "Adana Mutabakatı" çıkışı,” 16 Ekim 2019, https://bit.ly/3s2vZ9U
([18]) İlgili belgeye şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/409txLh
([19]) Ibid.
([20]) Henry Foy and Chloe Cornish et al., “Idlib: Russia and Turkey dig in for a final Syria battle,” 6 Mart 2019,https://bit.ly/48WAbbX
([21]) Joyce Karam, “Full text of Turkey-Russia memorandum on Idlib revealed,” 19 Eylül 2018,https://bit.ly/495Cc5u
([22]) Gazete Duvar, “Erdoğan'ı Rus basınının hedefi yapan 'Slava Ukraine' sloganı neden tartışmalı?” 4 Şubat 2020, https://bit.ly/3QpDjWl; Euronews, “Erdoğan'ın İdlib çıkışına Kremlin'den yanıt: 'Yükümlülüklerimize tamamıyla uyuyoruz'” 31 Ocak 2020, https://bit.ly/3S9kxE2; T.C. İletişim Başkanlığı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna’da,” 3 Şubat 2020, https://bit.ly/3rQzEYs RFI, “A year after Sochi agreement, still no peace in Syria,” 16 Eylül 2019.,https://bit.ly/3s9Pk93
([23]) Deutsche Welle, “İdlib’de büyük savaş artık kaçınılmaz mı?”, 25 Şubat 2020, https://bit.ly/3PXWuoI Deutsche Welle, “Akar: Saldırı Rusya ile koordinasyona rağmen yapıldı,” 28 Şubat 2020, https://bit.ly/46BlXM7
([24]) Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, “İdlib’de bu gece yarısı itibariyle ateşkes yürürlüğe girecektir.” 5 Mart, 2020, https://bit.ly/3S9kFn0
([25]) Кирилл Семенов, “Сирия: первый год без большой войны,” 15 Aralık 2021, https://bit.ly/46FKrnf
([26]) Serhat Erkmen, “Suriye’de sonun başlangıcı ve yeni dengeler,” 3 Mayıs 2023, https://bit.ly/46C1MgX
([27]) İlgili Memoranduma şu linkten bakılabilir: https://bit.ly/492Ugx1
([28]) BBC Türkçe, “Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri mutabakatının içeriğinde neler var?” 6 Mayıs 2017,https://bit.ly/496b06T
([29]) Kutluhan Görücü ve Ömer Özkızılcık, “Uzlaşıdan Kuşatmaya Dera’da Neler Oluyor?” SETA (Eylül 2021), https://bit.ly/3FrNOSJ
([30]) Ömer Önhon, Ibid. sf. 301; https://bit.ly/3tGIUPj
([31]) Gregor Jaecke ve David Labude, Ibid.
([32]) Ibid.
([33]) TASS, “РФ готова выступить посредником между Дамаском и Анкарой по ситуации в Идлибе,” 30 Ekim 2017, https://bit.ly/3FsGgz8
([34]) Asianews.it, “Seventh round of Astana talks: Syrian conflict, military and humanitarian issues,” 31 Ekim 2017, https://bit.ly/495CqcQ
([35]) Sputnik Türkiye, “Esad: Erdoğan'la görüşmeye hazırız,” 12 Mayıs 2019, https://bit.ly/48ZXrpt
([36]) Al Jazeera, “Full text of Turkey, Russia agreement on northeast Syria,” 22 Ekim 2019, https://bit.ly/48UMi9g ; .И. Игоревич, and Ф.Т.Константиновна, “Сирийский Фактор В Российско-ТурецкихОтношениях.” Государственное и муниципальное управление, no.1 (2020): 208-215.; Atay Akdevelioğlu, and Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu'yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. II (1980-2001), ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim, 2013), 551-586.; T.C. Başbakanlık, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı.” TBMM, 9 Şubat 2011, https://bit.ly/471ZIib
([37]) Euronews, “Cumhurbaşkanı Erdoğan: (Esad'la görüşme) Olabilir, siyasette küslük ve dargınlık olmaz,” 23 Kasım 2022, https://bit.ly/3Q8XAOR
([38]) Baraa Khurfan ve Navvar Şaban, Normalizing with the Assad regime, Different Approaches at Different Levels, 20 Nisan 2022, https://bit.ly/46WtJQn
([39]) TASS, “Решение Казахстана о переносе встреч по Сирии стало неожиданностью для РФ, Ирана и Турции,” 21 Haziran 2023, https://bit.ly/45Hcf9E ; Андрей Морозов, “Президенты Сирии и Турции Асад и Эрдоган могут встретиться в присутствии Путина,” 9 Temmuz 2023, https://bit.ly/45ELaUu
([40]) Ahval, “Afrin Day 27: Syria calls on Kurds, Arabs to unite against “Turkish assault”,” 15 Şubat 2018, https://bit.ly/45VIylr
([41]) Serhat Erkmen, “Suriye’de sonun başlangıcı ve yeni dengeler,” Ibid.
([42]) Serhat Erkmen, “Suriye’de değişen ne? Astana dönemi bitti mi? Türkiye bunun neresinde?,” Fikir Turu, 30 Ağustos 2023, https://bit.ly/3SaCOkw
([43]) Simon Speakman Cordall, “Astana talks achieve mixed results although crucial issues broached,” 3 Ağustos 2019, https://bit.ly/402qvsh
([44]) Taha Abdul Wahed, “Astana 8 Sets Sochi Congress Date, Keeps Kurds Away,” 23 Aralık 2017, https://bit.ly/473k9v7
([45]) T.C. Resmi Gazete, “Tbmm Karari Suriye’deki Durumun Oluşturduğu Tehdit Ve Riskler Çerçevesinde Hudut, Şümul, Miktar Ve Zamani Hükümetçe Takdir Ve Tespit Edilmek Kaydiyla, Türk Silahli Kuvvetlerinin Yabanci Ülkelere Gönderilmesi Ve Görevlendirilmesi İle Gerekli Düzenlemelerin Hükümet Tarafindan Belirlenecek Esaslara Göre Yapilmasi İçin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 04.10.2012 Tarihli Ve 1025 Sayili Karari’yla Hükümete Verilen İzin Süresinin Anayasanin 92’nci Maddesi Uyarinca 04.10.2013 Tarihinden İtibaren Bir Yil Daha Uzatilmasina Dair Karar”. Karar No. 1047, Karar Tarihi: 03.10.2013. Link: https://bit.ly/45HcuBA
([46]) TBMM, “Türk Silahli Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sinir Ötesi Harekât Ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabanci Ülkelere Gönderilmesi Ve Ayni Amaçlara Yönelik Olmak Üzere Yabanci Silahli Kuvvetlerin Türkiye’de Bulunmasi, Bu Kuvvetlerin Hükümetin Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanilmasi İle Risk Ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alinmasi Ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Hükümet Tarafindan Belirlenecek Esaslara Göre Yapilmasi İçin Anayasanin 92’nci Maddesi Uyarinca Hükümete Bir Yil Süreyle İzin Verilmesine Dair Karar”. Karar No. 1071, Karar Tarihi: 2.10.2014. Link:https://bit.ly/45KMC7M
([47]) Bahsi geçen kararlara T.C. Resmi Gazete veritabanından sırasıyla şu linklerden ulaşılabilir:https://bit.ly/46WX6Sp;
([48]) Aaron Stein, “What Turkey’s Afrin Operation Says about Options for the United States,” 14 Şubat 2018, https://bit.ly/3tEWYc2
([49]) Jeffrey S Lantis, “Advocacy Coalitions and Foreign Policy Change: Understanding US Responses to the Syrian Civil War,” Journal of Global Security Studies, Volume 6, Issue 1, Mart2021, ogaa016, https://bit.ly/4032Sjm
([49]) Ibid.
([50]) mid.ru (Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı), “Ответы на вопросы Министра иностранных дел Российской Федерации С.В.Лаврова в ходе специальной сессии Международного дискуссионного клуба «Валдай» по Ближнему Востоку, Москва, 31 марта 2021 года,” 31 Mart 2021, https://www.mid.ru/ru/maps/tr/1418786/
([51]) Ibid./
([52]) 16 Mayıs 2023’te ABD Kongresinde kabul edilen Halihazırdaki Şam Rejimi tarafından yönetilen “Suriye Hükümeti'ni tanımaya veya bu hükümetle ilişkileri normalleştirmeye yönelik herhangi bir resmi eylemi yasaklamak ve diğer amaçlar için” oluşturulan Şam’laNormalleşme Karşıtı Yasa’ya bakılabilir:https://www.congress.gov/bill/118th-congress/house-bill/3202/text?format=txt&q=%7B%22search%22%3A%22HR+3202%22%7D&r=1&s=6
([53]) Giorgio Cafiero, “After Trump’s Syria Announcement, YPG Looks To Moscow And Damascus,” 23 Aralık 2018, https://lobelog.com/after-trumps-syria-announcement-ypg-looks-to-moscow-and-damascus/
([1]) Эльнар Байназаров, “Отложенный механизм: Дамаск готов к переговорам с курдами и Анкарой: Что может помешать Турции начать военную операцию на севере Сирии,” 29 Kasım 2022, https://iz.ru/1433225/elnar-bainazarov/otlozhennyi-mekhanizm-damask-gotov-k-peregovoram-s-kurdami-i-ankaroi
([1]) Yıldız Yazıcıoğlu, “Erdoğan ve Putin'in Soçi görüşmesi nasıl sonuçlandı?,” 5 Eylül 2023,https://www.voaturkce.com/a/erdogan-ve-putinin-soci-gorusmesi-nasil-sonuclandi/7254717.html