Bu rapor 2024 Ocak ayı çerisinde Suriye'de yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Arap devletler; Esed rejimi ile normalleşme sürecinin devam edebilmesi için, taleplerinin yerine getirilmesi yönünde rejimden ciddi adımlar atmasını beklemekte ve bu konuda rejimine daha fazla fırsat tanımaktadırlar. Bu husus, 21. Astana turu görüşmelerinin düzenlenmesiyle eş zamana rastlamıştır. Ancak Astana görüşmeleri herhangi bir somut sonuç elde edilemeden sona ermiştir. Suriye’deki duruma güvenlik açısından bakıldığında; Suriye coğrafyası bir yandan İran ve müttefikleri, diğer yandan ABD ve İsrail olmak üzere aralarında askerî saldırıların ve karşılıklı saldırıların sahnesi olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Suriye-Ürdün sınırındaki uyuşturucu kaçakçılığı krizi daha kötü bir hale geldiği ve Ürdün'ün Suriye'nin güneyine yaptığı askerî müdahalelerin de arttığı görülmektedir. Türkiye de Suriye'nin kuzey doğusundaki askerî operasyonlarını arttırarak sadece askerî bölgeler ve güvenlik bölgelerini değil, aynı zamanda YPG’nin enerji altyapısı, petrol ve gaz sahalarını da hedef almıştır. Rejim ekonomik açıdan yakıt fiyatlarını yükselterek ve hizmet harçları ile vergileri artırarak hazine açığını kapatma politikalarını izlemeye devam etmektedir. Buna karşılık Suriye’nin kuzeybatısında yer alan bölgeler ekonomik durumu iyileştirmeye yönelik atılan bazı adımlara tanık olmuştur.

Rejim ile Normalleşme: Kabul ve Ret Arasında

Esed rejimi, yaşadığı uluslararası izolasyonu sona erdirmek için yeni bir alan açma girişimi çerçevesinde; Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Uganda'nın başkenti Kampala'da düzenlenen Bağlantısız Ülkeler Zirvesi'ne katılmış ve rejim heyeti zirve sırasında Kuzey Kore, Venezuela, Rusya, Küba ve Guyana Cumhuriyeti heyetleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirmiştir.

Rejim, Arap ülkeleriyle ilişkilerini pekiştirme bağlamında Tunus'a büyükelçi atamıştır. Birleşik Arap Emirlikleri de Şam'a büyükelçi atamıştır. Suriye’ye yönelik Arap açılımı karşısında ise Batılı ülkeler, Esed rejimiyle normalleşmenin bir yararının olmadığı görüşünü benimsemektedir. Fransa'nın Suriye özel temsilcisi Brigitte Cormier, rejimin uzlaşmaz tutumunun ilişkileri normalleştirme çabalarını çıkmaza soktuğuna işaret etmiştir ve uluslararası toplumu Suriye meselesinin unutulmaması ancak dikkatlerin başka krizlere de yoğunlaşması gerektiği çağrısında bulunmuştur. Benzer bir tutum sergileyen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı da Esed rejimini Suriye'de siyasî çözüm yolunda ilerleme kaydedilmesinin önündeki başlıca engel olarak tanımlamıştır. Washington'un Suriye'de çözüm için BM'nin 2254 sayılı kararını desteklemeye devam ettiğini ve siyasî çözüm olmadan Şam ile ilişkileri normalleştirmeyeceğini ya da yaptırımları hafifletmeyeceğini dile getirmiştir.

Başka bir gelişme olarak 21. Astana turu görüşmeleri gerçekleşmiştir. Ancak bu tur, herhangi bir temel dosyada ilerleme kaydedilmeden sona ermiştir. Diğer yandan toplantıda garantör taraflar (Türkiye, Rusya ve İran) anayasa komitesi müzakerelerini yeniden başlatma ve İdlib'te askerî gerilimi azaltmayı sürdürme konularında anlaşmaya varmışlardır. Ayrıca toplantı Türkiye ile rejim arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde ilerleme sağlanması hususunda da başarısız olmuştur.

Suriye’deki durum insani yönden ele alındığında ise; Birleşmiş Milletler, “Bab El Hava” sınır kapısından Suriye'ye insani yardım girişinin 13 Ocak 2024'ten 13 Temmuz 2024'e kadar altı ay daha uzatılması konusunda rejimle anlaşmaya varmıştır. Ayrıca Bab El Selame ve El Rai sınır kapılarından da yardım girişinin, dördüncü yetki kapsamında 13 Şubat 2024'e kadar bir ay daha uzatılması hususunda anlaşmaya varılmıştır.

Yönetim açısından bakıldığında ise İdlib'teki Kurtuluş Hükümeti; Bayındırlık ve Kara Yolları Genel Müdürlüğünün kurulduğunu, Sarmada, Harem, Kalli, Salqin, Atareb ve Hamama şehir ve beldeleri için organizasyon planlarının hazırlandığını ilan etmiştir.

Suriye'nin kuzey ve doğusundaki YPG yönetimi ise, geçen yılın sonunda uygulamaya koyduğu "Toplumsal Sözleşme"nin son versiyonu doğrultusunda Medya Kanunu'nda değişiklikler yaptığını duyurmuştur. YPG yönetimi ayrıca kontrol ettiği bölgelerde önümüzdeki dönemde kapsamlı seçimlerin yapılmasına yönelik hazırlık amacıyla bir seçim kanunu taslağı hazırlamak üzere Yüksek Seçim Komisyonunun kurulduğunu duyurmuştur. Zira YPG Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşayan halkı temsil etme söylemini engelleyen bir meşruiyet krizini yaşamaya devam etmektedir. Aynı bağlamda, YPG yönetimi zorunlu askerlikten kaçanlar için genel af çıkarmıştır ve “MESED” Konseyi ortak Başkanı Mahmud El Muslat'ın Türkiye dâhil ülke içinde ve dışında herkesle diyaloğa hazır olduğunu ifade etmesiyle iç ve dış taraflarla diyalog kurma konusunda esneklik göstermiştir.

Artan Uyuşturucu Krizi ve Olası Yansımaları

İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye'de İran destekli Şii milislere ait güvenlik mevkilerine birkaç hava saldırısı düzenlemiştir. Saldırılar sonucu aralarında “Kudüs Kolordusu” istihbarat sorumlusu ve yardımcısının da yer aldığı dört Devrim Muhafızı komutanı etkisiz hale getirilmiştir. İsrail ordusu ayrıca Suriye'den Golan Tepelerine roket atılmasından sorumlu Hamas komutanı Hasan Okaşa'yı öldürdüğünü da açıklamıştır. Diğer yandan Iraklı Şii milisler Suriye'nin kuzeydoğusundaki El Ömer, Rumeylan, El Malikiye, El Şedadi petrol sahalarını ve Kamışlı'daki “Himo” üssünü roket ve dronlar araçlarıyla bombalamıştır. Saldırılar sonucu Amerikan kuvvetleri safları arasında isabet kaydedilmemiştir.

Gazze savaşının Suriye'ye yansımaları bağlamında ise; Rusya, işgal altındaki Golan ile Suriye sınırındaki provokatif operasyonların durumunu izlemek ve gerilimin tırmanmasını önlemek amacıyla Kuneytra'da iki askerî kontrol noktası kurduğunu ve Suriye ile işgal altındaki Golan arasındaki çatışmaların ayrılma hattı üzerinde askerî hava devriyeleri gezdirmeye başladığını ve bunun sadece denetim amaçlı olduğunu ilan etmiştir. Rusya'nın bu hamlesi, Suriye topraklarından Golan'a doğru kapsamlı bir saldırıyı önlenmesine katkıda bulunabilmesi açısından önemlidir.

Ürdün, topraklarına yönelik uyuşturucu kaçakçılığına karşı ilan ettiği savaş çerçevesinde, Suveyda'daki uyuşturucu kaçakçısı tüccarların mevkilerine dört hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştur. Ayrıca Ürdün’e bağlı kuvvetler Suveyda'nın doğusundaki serbest bölgeye girerek uyuşturucu kaçakçılığı yapan silahlı gruplarla çatışmaya girmiştir. Ürdün ordusunun bu hamlesi, uyuşturucu tüccarlarını takip etme ve onları Suriye toprakları içinde öldürme ya da tutuklamaya dayalı yeni angajman kurallarına dayanan bir girişimidir. Aynı bağlamda, Suveyda'deki en büyük silahlı gruplardan biri olan Rical El Karama Hareketi, Ürdün'ün hava saldırıları sonucunda sivillerin öldürülmesini önlemek için Ürdün'e yönelik dokuz maddelik bir girişim açıklamıştır. Hareket, Ürdün tarafının uyuşturucu kaçakçılığı ve ticaretine karışanların isim listesini vermesinin ardından bu kişileri takip etmeye hazır olduğunu duyurmuştur. Buna karşılık rejim muhalifi olan Birleşik Dürzi Grubu lideri Şeyh Hikmet El Hicri, Ürdün'ün uyuşturucu kaçakçılarını hedef alan saldırılarını desteklediğini açıklamıştır ve hiçbir sivilin zarar görmemesinin sağlanması gerektiği çağrısında bulunmuştur. Ayrıca rejim ve Ürdün hükümeti de sınır güvenliğine yönelik tehdidin sorumluluğu konusunda karşılıklı suçlamalarda bulunmuşlardır. Rejim, Ürdün'ün hava saldırılarını kınayarak Amman'ı geçen yıllar boyunca Suriye'de teröre destek vermekle suçlamıştır. Ürdün Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise Suriye'den, Ürdün'e uyuşturucu ve silah kaçakçılığının krallığın güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturduğunu dile getirmiştir. Dolayısıyla, kaçakçılık operasyonlarının devam etmesi ve Ürdün'ün Suriye meselesindeki askerî müdahalesinin artması halinde, bu konunun gelecekte Araplar ile rejim arasındaki normalleşme sürecini nasıl etkileyeceğini tahmin etmek zor görülmektedir.

Esed rejimi, güvenlik teşkilatlarının yeniden yapılanması kapsamında, resmî bir açıklama yapmadan güvenlik teşkilatları ve Muhaberat şubeleri düzeyinde değişiklikler gerçekleştirmiştir. Söz konu değişiklikler, Ali Memlük'ün Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanlığından alınması ve Ulusal Güvenlik İşleri Başkanlık Danışmanı olarak atanmasını içermektedir. Ayrıca Tümgeneral Kifah El Melhem de Ulusal Güvenlik Bürosunun başına getirilmiştir. Kararlar, güvenlik teşkilatına yeniden merkeziyetçi bir anlayışı ve piramit yapılanmasını getirmek, tüm birim ve şubelerin doğrudan Beşar Esed'e bağlı olan Ulusal Güvenlik Bürosu ile çalışmasını sağlamak amacı taşımaktadır. Polis teşkilatı, ordu ve tüm güvenlik uzmanlığı alanlarından emekli 54 tümgeneralin Ulusal Güvenlik Bürosunda çalışmak üzere yeniden görevlendirilmesini de kapsamıştır. Söz konusu değişiklikler, Rusya'nın baskısı ile Arap ve Batılı taraflara, yerel reformlar karşılığında normalleşme çemberini genişletme umuduyla verilen sözlere yanıt olarak alınan şeklen tedbirler olarak ortaya çıkmaktadır.

Dera'da ise çok sayıda askerî unsurun ve güvenlik birimlerinin rol alması, devam eden suikastlar ve karşılıklı hedef almalar neticesinde bölge, güvenlik anlamında kırılgan yapısını hala muhafaza etmektedir. Buna göre rejimin Kriminal Güvenlik Merkezi Başkanı, İzra şehrinde öldürülmüştür. Bunun yanında muhalif gruplar ile DAEŞ örgütü hücreleri arasındaki çatışmalar devam etmiş ve DAEŞ örgütünün sözde "Horan Valisi" Usame Şehade El Azizi bu çatışmalarda öldürülmüştür.

Diğer yandan DAEŞ örgütü, "Onları nerede bulursanız öldürün" savaşını başlattığını ilan etmiştir. DAEŞ örgütü saldırı endeksi, geçen yılın son çeyreğine kıyasla önemli bir artış kaydetmiştir. Örgüt, Ocak 2024'te Deyrzor'da 22, Halep'te 4, Humus'ta 3, Haseke'de 3 ve Rakka'da 2 olmak üzere Suriye'de toplam 34 saldırı gerçekleştirmiştir. Humus kırsalının doğusundaki Tedmür çölüne uzanan bu operasyonların ardından çoğu rejim güçlerinden oluşan 70 kişi ya öldürülmüş ya da yaralanmıştır.

DAEŞ örgütü saldırılarının sıklığındaki bu artış, bölgedeki kaosun tırmandığı ve İran destekli Şii milislerin ABD üslerine yönelik saldırıları sonucunda gerginliğin arttığı sırada ortaya çıkmıştır. DAEŞ örgütü, kaostan ve ABD güçlerinin milislerin tehdidiyle meşgul olmasından yararlanmaktadır. Bu tırmanış aynı zamanda DAEŞ örgütünün yeniden toparlanabildiğine ve birden fazla cephede saldırılar düzenleyerek askerî kabiliyetlerini yeniden kazanacağına işaret etmektedir.

İdlib’te ise, bölge halen rejim ve İran destekli Şii milislerin saldırılarına sahne olmaya devam etmektedir. Rejim güçlerinin bölgedeki şehir ve kasabaları ağır toplarla hedef alması sonucu çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 40 sivil hayatını kaybetmiş ve onlarcası da yaralanmıştır. Yeni bir gelişme olarak İran Devrim Muhafızları, İran topraklarından İdlib’teki Taltita köyündeki bir sağlık merkezini hedef alan balistik füze saldırısı düzenlemiştir. Diğer yandan Türk ordusu, rejimin El Abzamo kasabasındaki Türk üssünü hedef almasına karşılık olarak Serakib eksenindeki rejim mevzilerini hedef almıştır.

Aynı zamanda muhalif gruplara bağlı savaşçılar İdlib'in güneyinde yer alan rejim mevzilerine saldırı düzenleyerek 5'ten fazla askeri öldürmüştür. Ayrıca Türkiye Savunma Bakanlığı, Fırat Kalkanı bölgesinde provokatif ateş açtıkları gerekçesiyle 14 YPG'liyi etkisiz hale getirdiğini açıklamıştır. SDG ise Türkiye'nin YPG kontrolü altındaki bölgelere yönelik saldırılarına karşılık olarak Kal Cibrin köyündeki Türk üssünü topçu atışlarıyla hedef almıştır. Türk SİHA’ları, El Suveydiye elektrik santrali olmak üzere bölgedeki onlarca bölgeye, kontrol noktalarına, tesislere, petrol sahalarına ve altyapıya 70'ten fazla hava saldırısı düzenleyerek SDG saflarında ölümlere ve yaralanmalara yol açmıştır. Ayrıca bölgede yakıt krizine ve birkaç gün boyunca tam olarak elektrik kesintisine neden olmuştur.

Deyrzor'da ise YPG, kontrolü altındaki bölgeler ile rejim güçlerinin kontrolündeki bölgeler arasında yer alan El Aşara kapısını yeniden açmıştır.

Yaşam Krizini Daha Fazla Kötüleştiren Kararlar

Esed rejimi, yurtdışından gelen havaleleri artırmak ve döviz girdilerini sağlamak için sabit dolar kurunu 12.500 liradan 13.000 liraya yükseltmiştir. Ayrıca rejimin İç Ticaret Bakanlığı araçlarda kullanılan dizel yakıt fiyatlarını yaklaşık %500 oranında artırarak 11.880 liraya yükseltmiştir. Bu artış Şam'da enflasyonun artmasına, temel mal ve malzeme fiyatlarının %70 oranında yükselmesine yol açmıştır.

Diğer yandan akaryakıt fiyatlarına benzer şekilde, Esed rejimi hizmet harçları ve vergileri artırmaya yönelik bir dizi karar almıştır. Buna göre her türlü pasaport harcının %200 oranında artırıldığı, resmî temel eğitim ve lise eğitimi kayıt ücretlerinin yükselttiği duyurulmuştur. Aynı zamanda kamu sektöründeki ve özel sektördeki çimento üretimine de vergi konulmuştur. Bu kararlar mal ve hizmet fiyatlarında önemli bir artışa neden olmuştur. Bu durumun vatandaşların, tüccarların ve sanayicilerin yaşam standartlarının düşmesine, göçe yol açan ekonomik nedenlerin artmasına ve yeni bir mülteci dalgasının ortaya çıkmasına neden olacağı beklenmektedir.

Diğer ülkelerle ekonomik ilişkiler çerçevesinde ve İran'ın Suriye ekonomisinin daha fazla alanını kontrol altına alma çabaları bağlamında “Suriye-İran” Ticaret Odası, Suriye'de İranlı yatırım şirketlerinin kurulmasını içeren yıllık çalışma planını onaylamıştır. Aynı bağlamda rejim, Brezilya'yı ziyaret etmek ve daha önce Brezilya’yla imzalanan anlaşmaları işler hale getirmek için bir Suriye ticaret heyeti oluşturarak Güney Amerika'da yeni ekonomik fırsatlar arayışı içerisine girmiştir.

Erken İyileştirme İçin Gösterilen Çabalar ve Karşılaşılan Zorluklar

Suriye'de, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde ekonomik durumu iyileştirmek ve iş olanakları sağlamak amacıyla muhalifler tarafından ilk yatırım konferansı Suriye'nin kuzeyindeki El Rai şehrinde düzenlenmiştir. Suriye Sivil Savunma Örgütü, sağlıklı yaşam çabaları çerçevesinde İdlib ve Halep kırsalındaki 33 okulda okul sağlığı projesi başlatmıştır. Ayrıca Suriye Amerikan Tıp Derneği (SAMS), Suriye Forumu Örgütü, SAMS Derneği ve Suriye Sivil Savunma Örgütünün yer aldıkları operasyonel ittifak çerçevesinde İdlib'te "SAMS Tıp Şehri" projesinin temelleri atılmıştır. Bu da Suriye’nin kuzeybatısındaki sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik önemli bir adım ve niteliksel bir sıçrama olarak kabul edilmektedir.

İdlib'te ise “Al Rais” Döviz ve Havale Şirketinin iflasını açıklamasının ardından birçok para bozdurma ve havale bürosu havale gönderme ve teslim almayı durdurmuştur. Bu gelişme tahmini 3 milyon dolarlık bir kayba neden olmuştur. Aynı zamanda söz konusu iflas meselesi para havale ücretlerinin beş ila on kat arasında artmasına neden olmuştur. Zira havale işlemleri, belirli taraflar ve şirketlerle sınırlı kalmıştır.

Suriye'nin kuzey doğu bölgelerinde YPG yönetimi, tüccarlardan ve eczanelerden yıllık vergi almaya başlamıştır. Alınan bu karar, tüccarlar tarafından tepkiyle karşılanmıştır. YPG yönetimi, bölge ekonomisini kontrol altına almak amacıyla yabancı ve yerel para birimleriyle ilgili bir dizi kararlar almıştır. Bu kararların en önemlisi de yerel ve yabancı bankaların lisanslanmasını düzenleyen karar olmuştur. Uygulanan yeni vergiler ve mali kararlar halkın geçim yükünü arttırmasına ve YPG yönetimiyle bu bölgelerde yaşayan Arap aşiretleri arasındaki gerilimin tırmanmasına neden olacağı öngörülmektedir. Zira bu bölgeler halen mazot, benzin ve gazın piyasalarda bulunmaması nedeniyle yakıt kriziyle karşı karşıyadır. Bu da bölgedeki tarım ve üretim maliyetlerini arttırmaktadır.

Kategori Raporlar

Giriş

2011 yılından beri devam eden Suriye savaşında dışarıdan müdahil ülkeler arasında İsrail de vardır fakat İsrail’in müdahale tarzı, saldırırken seçtiği hedefler ve almak istediği sonuçlar bakımından diğer ülke ve gruplardan ayrıştığı için İsrail’in yeri özel bir önem ve dikkati gerektiriyor. Bu çalışma, Suriye’deki savaşın Suriye’ye komşu olan İsrail’in güvenliğini nasıl etkilediğini, neden sürekli olarak Suriye’deki belli hedefleri bombaladığını, muhtemel kazanımlarını, Esed rejimi, İran ve Rusya’nın tepkilerini ve saldırıların Suriye’de bulunan/bulunmayan aktörler üzerindeki etkilerini detaylı olarak incelemektedir.
Aşağıda da detaylı olarak izah edildiği üzere İsrail, en çok da İran’ın Suriye’de nüfuzunun artmasına karşı gelmektedir. Çünkü Tel Aviv için Lübnan’da Hizbullah üzerinden kendisine komşu olmuş İran’ın Suriye’de de İsrail’e karşı yeni bir cephe açması endişe verici bir durumdur. Ayrıca Suriye’nin güçlü ve birleşik bir ülke olarak kalmasının İsrail’e sunduğu tehditler gibi başka nedenler de mevcut olup aşağıda detaylıca izah edilmiştir. Öte yandan Suriye’ye sürekli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusunun Suriye’de rejim değişikliği istememesi gibi çelişkili gibi görünen mevzular da değerlendirilmiştir.

İsrail’in Suriye’ye Saldırıları

Suriye, Fransız mandasıyken 1946 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. İsrail ise Suriye’den iki yıl sonra yani 1948’de İngiliz mandalığından kurtularak bağımsız olmuştur. Suriye, İsrail kurulduğundan beri bu ülkeyi tanımamaktadır. İki ülke 1948, 1967, 1973 ve 1982’de birbiriyle savaşmış olup Suriye, çoğunlukla diğer savaşan Arap devletleri olan Mısır, Irak ve Ürdün gibi ülkelerle birlikte İsrail’e karşı savaşmıştır. Şam rejimi savaşlardan yenilgiyle ayrılmış ve 1967’de İsrail’e kaptırdığı Golan Tepelerini geri alamamıştır. İki ülke herhangi bir barış antlaşması imzalamadığı için resmi olarak savaş durumu devam etmektedir.
Düşmanlığın devam etmesi nedeniyle iki ülke de birbirine karşı temkinli ve tedbirli davranmış olup sürekli alarm durumunda kalmışladır. Bu durum iki tarafın daha çok silahlanmasına neden olmuş ve bir dönem Suriye de tıpkı İsrail gibi bir silah deposuna dönüşmüştür. Öyle ki 1990’ların başlarındaki silah envanterleri karşılaştırıldığı zaman aralarında (İsrail’in nükleer silahlarını hariç tutarsak) İsrail’in bariz üstünlüğü görülse de Suriye ordusunun da düşmanı endişelendirecek derecede bir silah envanterine sahip olduğu görülebilir(1). Günümüzde Suriye’nin iç savaş nedeniyle İsrail’le savaşacak yeterli askerî gücü bulunmamaktadır. Hatta tarihinde askerî olarak hiç olmadığı kadar zayıf bir durumdadır. Ancak gerek Rusya’nın hamiliği gerekse de İran ve İran’ın vekil gruplarının varlığının İsrail için dikkate alınması gereken bir husus olduğu muhakkaktır. Hatta İran ve uzantılarının varlığının İsrail için tehdit oluşturabileceği söylenebilir. Dolayısıyla mevcut şartlarda Suriye’nin zayıflaması İsrail’in rahatlaması anlamına gelmemektedir.
İki ülke arasındaki ilişkilerden sonra güncel duruma dönmek gerekirse; İsrail ordusu, Arap Baharından sonra başlayan Suriye savaşından önce de Suriye’nin askerî tesislerine en az bir kez hava saldırısı düzenlemiştir. Buna göre 2007’deki Orchard Operasyonuyla Deyrizor’da nükleer tesis olduğu iddia edilen bir tesis İsrail savaş uçaklarınca bombalanmıştır. İsrail saldırıyı kendisinin yaptığını 2018’e kadar itiraf etmemiştir. 2011’den bu yana ise ilk saldırısını 31 Ocak 2013’te Şam’dan Lübnan sınırına doğru giden ve Hizbullah’a teslim edileceği iddia edilen bir silah konvoyunu vurarak yapmıştır(2). Son saldırı ise (bu raporun hazırlandığı tarih itibariyle) 24 Aralık 2023’te yapılmış ve saldırıda İranlı General Reza Mousavi Şam’da öldürülmüştür(3). Kasım Süleymani’yle de yakından çalışmış Mousavi belki de İsrail tarafından bugüne kadar öldürülen en üst düzey İranlı komutandır.
İsrail’in 2013 yılından bu yana kaç saldırı düzenlediği belli olmamakla beraber güvenilir bazı raporlar toplam sayının 250 civarı olduğunu belirtmektedir. Suriyeli analist Nevvar Şaban’a göre 31 Ağustos 2023 yılına kadar 226 saldırı düzenlenmiştir(4). Bu rakama Hamas’ın 7 Ekim 2023’te yaptığı saldırıdan sonra düzenlediği hava saldırıları da eklenirse sayı yaklaşık 250 olmuş olur.
Saldırılar çoğunlukla havadan yapılmakta olup bazen karadan-karaya füze saldırılarının da yapıldığı gözlemlenmiştir(5). Diğer bir husus, saldırıların rejim kontrolündeki bölgedeki hedeflere yapılmasıdır. İsrail, YPG kontrolündeki alan ile kuzeybatıda muhaliflerin kontrolündeki alanlara saldırı yapmamaktadır. YPG’nin kurduğu gayrı resmi yönetimin İsrail’le dost olması ve Amerikan birliklerinin de bölgede bulunması bölgeyi İsrail için güvenli kılarken, muhaliflerin bulunduğu bölgeninse uzak ve Türkiye’nin himayesinde olması onu İsrail’in hedefi olmaktan çıkarmaktadır. Rejim bölgesindeyse İran’a ve İran destekli Şii milislere ait olduğu söylenen tesisler hedef alınmıştır. Esed rejimine ait tesislerin de saldırıya uğradığı vakidir(6) Saldırılarda Rus birliklerinin zarar görmemesi için hassasiyet gösterildiği görülmektedir. Hava saldırılarında en çok da Şam ve Halep havaalanları hedef alınırken, birkaç saldırıda diğer havaalanlarının da vurulduğu gözlemlenmiştir(7). Saldırılardan birinde Lazkiye üzerinde bir Rus uçağı yanlışlıkla rejimin hava savunma sistemleri tarafından vurulmuş ve 15 Rus askeri hayatını kaybetmiştir. Ruslar saldırının İsrail uçaklarının Rus uçağının arkasına sığınması nedeniyle yapıldığını söylerken, İsrail tarafı Ruslara verdikleri saldırı planlarının Ruslarca ihmal edildiğini iddia etmişlerdir. Ruslar gerilime rağmen İsrail’in sonraki saldırılarına göz yummuştur.
Rusya, Suriye’de taraf olmasına rağmen İsrail’in saldırganlığına sesini çıkarmamaktadır. Kaldı ki Rus güçleri isterse İsrail’in hava ve kara saldırılarını durdurabilecek savunma sistemlerine sahiptir. Ancak Rusya, saldırılara engel olmak yerine İsrail’le anlaşıp Rus ve İsrail güçleri birbirlerine zarar vermesin diye 2015 yılında bir erken uyarı sistemi kurmuştur. Rus hükümeti konuyla ilgili sorulara İsrail’in güvenlik endişelerini ve bölgesel çıkarlarını anlayışla karşıladıklarını söyleyerek cevap vermektedir(8). Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bir demecinde İsrailli meslektaşlarının tehdidin nereden geldiğini söylemesi halinde kendilerine yardımcı olacağını da söylemiştir(9). Dolayısıyla Rus tarafı İran’la iyi bir müttefik olmasına rağmen İsrail’in, İran güçleri ve bağlı vekil örgütlerine saldırmasına sesini çıkarmamaktadır. Ancak Rus hükümeti, İsrail’in Beşar Esed’i devirmesini istemediğini de her fırsatta dile getirmektedir(10). İsrail de Beşar Esed’la bir sorunlarının olmadığını ve iktidarda kalmasını istediklerini Ruslarla yaptıkları görüşmelerde ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda dile getirmektedir.

İsrail’in Suriye’ye Yaptığı Saldırıların Sebepleri

İsrail, 1948 yılında kurulduğundan beri Arap komşularıyla savaş halindedir. Her ne kadar Mısır ve Ürdün barış antlaşmaları imzalayarak savaş halini bitirseler de Suriye ile herhangi bir antlaşma yapılmamıştır. Diğer Arap ülkeleri de İsrail’in Filistin’de Arap kökenli insanlara yaptığı katliam, sürgün, baskı ve işgallere, İsrail’le diplomatik ilişkileri olsa bile şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu durum Arap olmayan Müslüman ülkeler için de geçerlidir. Dolayısıyla İsrail, Filistin’i uluslararası hukuka aykırı olarak işgal ettiği için etrafındaki Müslüman ülkelerin öfkesini çekmiş ve bu sebeple birkaç defa savaşa da girilmiştir. İsrail bu yüzden kendini güvenli hissetmemekte ve algıladığı tehdidin üzerine gitmektedir. Ancak Suriye’deki operasyonları, Esed rejiminin düşmanca tavrından çok, birçok başka sebebe dayanmaktadır.
Söz konusu sebeplerin birincisi ve en önemlisi İran’ın Suriye’deki varlığıdır. İran 1979 devriminden bu yana bir devlet politikası olarak Şiiliği bölgede yaymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Sünni devletlerle de karşı karşıya gelmiş ve bölge için bir tehdit haline dönüşmüştür. İran’ın Suriye’de kök salması diğer devletlere göre daha kolay olmuştur. Suriye, Hafız Esed döneminden beri Şiiliğin daha seküler bir kolu olan Nusayri grubuna mensup bir azınlık tarafından yönetilmektedir. Aslında İran rejiminin kendi halkına sunduğu katı muhafazakâr hayat tarzı Suriyeli laik Nusayri kesime uymaz. Ancak Esed rejiminin halk isyanına karşı acizliği ona İran’ın hamiliğini kabul ettirmiştir.
İran, iç savaşın başlarından itibaren nüfuzunu artırmaya başladığında Şiiliğin kutsal mabetlerini korumaya çalıştığını iddia etse de(11) niyeti bundan daha fazlasıydı. Bir kere Suriye’de etkin olmak, Şii hilalinin gerçekleşmesi için bir adım daha atmak demekti. Ayrıca İran bu sayede Akdeniz’e de açılmış olacaktı. Öte yandan Lübnan’daki Hizbullah’a karadan da silah tedariki yapmak mümkün olacaktı.
Ancak İran’ın Suriye’deki varlığı İsrail için büyük tehdit oluşturmaktaydı ve günümüzde de mezkûr tehdit devam etmektedir. İran ki İsrail’e olan düşmanlığını açıkça söylemektedir. Ayrıca direk olmasa bile vekil İran destekli Şii milisler üzerinden İsrail’e zarar verdiği de vakidir. Böylelikle İran, Lübnan’ın Hizbullah kontrolündeki güneyinden sonra Suriye’nin İsrail sınırında da ayrı bir cephe açmış oldu. İsrail de yanı başına yerleşen İran ordusunun hem etkisini kırmak hem de onları caydırmak için İran’a ait askerî tesis, üs, birlik, silah konvoyları ve önemli askerî figürlere saldırılar düzenlemektedir. Bilhassa havaalanlarını bombalayarak İran’ın bir ayağı Suriye’de olan hava köprüsünü yıkmaya çalışmaktadır. İran’ın Suriye’deki varlığı gerçekten de İsrail için endişe verici bir durumdur. Çünkü iç savaşla Suriye’nin denklem dışı kalmasını beklerken birden rejimin yerini daha güçlü bir bölgesel güç almıştır.
İsrail’in Suriye’de rejim bölgesine saldırmasının ikinci sebebi, yine İran’la bağlantılı olarak, İran’ın Kudüs Güçlerine bağlı vekil Şii örgütlerdir. Başta en büyüğü Hizbullah olmak üzere Liwa Fatemiyun ve Liwa Zeynebiyun gibi çok sayıda silahlı örgüt Afganistan, Irak ve Pakistan gibi ülkelerden getirilerek Suriye’de savaştırılmaktadır. Örgütler her ne kadar Suriye rejiminin ayakta kalması için mücadele ediyor olsa da İsrail için de tehlike arz etmektedir. Çünkü İsrail sınırında konuşlanmaları düşük yoğunluklu bir savaşta İsrail’i güvenlik bağlamında zora sokmaları demektir(12). İran her ne kadar İsrail’e karşı yüksek perdeden tehditkâr bir dille konuşsa da direk olarak çatışmayı göze alamamaktadır. Çünkü İsrail’le kıyaslandığında silah gücü bağlamında İsrail lehine asimetrik bir güç dengesi bulunmaktadır. Fakat İran, vekil örgütlerle İsrail’i çok defa vurmayı başarmıştır. Örneğin İsrail’in Gazze’yi sürekli bombaladığı son aylarda Yemen’deki İran destekli Husiler, İsrail’e yük taşıyan gemileri vurarak İsrail ekonomisine zarar vermişlerdir(13).
Ancak İsrail’in İran destekli Şii milisler içinde en çok çekindiği grup Hizbullah’tır. Hizbullah, İran’ın 1983 yılında Lübnan’da kurduğu bir vekil gruptur(14). Kurulduğu günden bu yana birçok kez İsrail ordusuyla çatışan örgütün İran’dan, Suriye üzerinden askerî yardım alması İsrail için endişe verici bir durumdur. İsrail, Hizbullah’ın daha da güçlenmesini istemediği için Suriye-Lübnan arasındaki silah trafiğinin önüne geçmek için konvoyları bombalamaktadır.
Üçüncü sebep, İsrail’in Suriye rejiminin kendisi için stratejik bir tehdit olmasından çıkmasını istemesidir. Suriye’ye ait Golan Tepelerini işgal eden Tel Aviv yönetimi güçlü bir Suriye’nin kendi güvenliği için sorun teşkil edeceğini iyi biliyor. Bu yüzden İran ve bağlı vekil örgütlerin yanı sıra rejime ait askerî tesis, havaalanı ve savunma sistemlerini de vurmaktadır. İstatistiklere göre İsrail hava kuvvetlerinin 2020 ve 2021’de vurduğu hedeflerin %63’ü Şam rejimine aitken kalanlar İran Devrim Muhafızları, Hizbullah ve diğer örgütlere aittir(15). Dolayısıyla en çok vurulan hedefler bizzat Esed rejiminin askerî tesisleridir. Fakat aşağıda da izah edileceği üzere İsrail, Beşşar Esed’in Suriye’yi yönetmesinden de memnun görünmektedir.
Dördüncüsü, üçüncü sebeple bağlantılı olarak, İsrail Golan Tepelerinin statüsünde bir değişiklik istememektedir. Suriye rejimi ne kadar zayıf kalırsa tepelerin statüsünü tartışmaktan o kadar imtina edecektir(16). İsrail biliyor ki parçalara bölünmüş bir Suriye, Golan Tepeleriyle ilgili bir talepte bulunamayacak ve önceliği iç savaşa verecektir. Böylelikle tepelerin işgaline yapılan itirazlar azalacak ve zaman içinde belki de hak talebinde bulunulmayacaktır.
Beşincisi, Suriye’ye güvenlik bahanesiyle düzenli hava saldırıları yapmak saldırıların uluslararası toplum nezdinde meşrulaşmasını sağlayacaktır. Çünkü sunulan gerekçeye yani güvenlik için önleyici saldırılara kimse kolay kolay itiraz edemez. İsrail sürekli Suriye’yi (ve Lübnan’ı) bombalayarak hem düşmanını zayıflatmakta hem de saldırıları meşru hale getirmektedir. Öte yandan Amerikan güçlerinin varlığı ve Amerikan desteği de İsrail ordusunun işini kolaylaştırmaktadır. Gerek İran gerekse de Rusya Amerika’nın açık desteği nedeniyle İsrail’e müdahale etmekten çekinmektedir. Ayrıca ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) üyesi olduğu için İsrail aleyhine çıkabilecek kararları engellemektedir. Bu durum İsrail’e cesaret vermekte ve saldırılar bağlamında pervasızca davranmasının önünü açmaktadır. İsrail ayrıca mezkûr avantajını korumak için Amerikan güçlerinin Suriye’den çıkmasını istememektedir.
Altıncısı, İsrail Suriye’ye karşı tam bir askerî üstünlük sağlamak istemektedir. Bu yüzden ülkede konuşlu en tehlikeli silahları yok etmek için defalarca saldırılar düzenlemiştir. Örneğin, Suriye’de her ne kadar İsrail hava kuvvetlerinin envanterinde bulunan F-35 ve F-16 gibi ileri teknoloji savaş uçakları bulunmasa da ülkede önemli bir hava savunma sistemi envanteri bulunmaktadır. İsrail, hava üstünlüğünü korumak için rejim ve İran’a ait hava savunma sistemlerini düzenli olarak bombalamaktadır. Diğer yandan Esed rejiminin elindeki kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik) İsrail’in takip ettiği bir diğer silah türüdür. İsrail bu tür silahların üretilmemesini istemekte ve Suriye’deki diğer grupların eline geçmemesi için çaba sarf etmektedir. İsrail bu amaçla 8 Haziran 2021’de rejimin kimyasal silah üretim tesislerini bombalamıştır(17).
Yedincisi, bilhassa Türk uzmanlara göre(18) İsrail, YPG’nin kontrolündeki bölgeye ulaşan bir koridor oluşturmak istemektedir. Buna göre Golan’dan başlayan koridor Suveyda, Tenef ve Humus’tan geçerek YPG’nin işgal ettiği Deyrizor’a kadar uzanacaktır. Öte yandan, yine Golan’dan başlayıp Kuneytra, Şam ve Dera kırsalını içine alan bir tampon bölge oluşturmak istemektedir(19). Tampon bölge, fiilî işgal demek olduğu için İsrail’in söz konusu bölgelerden çıkmayacağı öngörülebilir. Konuya dinî bir perspektiften bakan bazı uzmanlarsa İsrail’in Suriye’deki otorite boşluğu ve parçalanmışlıktan istifade ederek arz-ı mev’ud hayalini gerçekleştirmek isteyebileceğini iddia etmektedir(20).
İsrail yukarıdaki amaçlarını gerçekleştirmek için izlediği askerî politikalarda net iken, en az iki hususta çift yönlü hareket ettiği gözlemlenmektedir. Birincisi, Tel Aviv yönetimi her ne kadar güçlü bir Suriye istemese de Şam’da rejim değişikliği istememektedir. Diğer bir deyişle, dişleri sökülmüş ve başında Beşşar Esed’in olduğu bir rejim istemektedir. İsrailli yetkililer Esed’in varlığından olan memnuniyetlerini her fırsatta dile getiriyorlar. İsraillilere göre “bildikleri şeytan bilmedikleri şeytandan daha iyidir”(21). Esed’in ‘seküler bir lider’ olarak görülmesi Sünni gruplara tercih edilmesi için bir neden olabilir. Çünkü Sünni gruplar İsrail’in de tahmin ettiği üzere İsrail’in bölgedeki yayılmacılığına ve Filistin’deki katliamlara karşı daha hassastır. Ayrıca Beşşar Esed iktidarda olduğu süre boyunca Golan Tepelerinin işgaline daha cılız bir tepki göstermiştir.
İkincisi, birincisiyle bağlantılı olarak, İsrail ordusu Sünni grupları hedef almamaktadır. Bu politikada Sünni grupların İsrail’le çatışmamasının yanı sıra aynı grupların İsrail’in daha tehlikeli gördüğü İran ve Şii örgütlerle çatışması önemli bir faktördür. İsrail bu amaçla ordu içinde özel bir birim de kurmuştur(22). Ancak söz konusu yardım İsrail’in Sünni gruplarla müttefik olduğu anlamına gelmemelidir. Aslında İsrail Sünni gruplardan haz etmemektedir. Çünkü mezkûr grupların güçlenmesinin kendi ideolojilerini yaymasına, diğer ülkelerde karışıklık çıkarmasına ve o ülkelerle yapılan barış antlaşmalarını bozmalarından korkmaktadır. Şu bir gerçek ki Sünni gruplar İsrail’i düşman olarak görmektedir. Ancak iki tarafın da öncelikleri farklı olduğu için birbirleriyle karşı karşıya gelmemeyi yeğlemektedir.
Özetlemek gerekirse, İsrail yönetimi Beşşar Esed ve Sünni gruplar bağlamında bir denge politikası izliyor denilebilir. Tel Aviv Esed’in iktidarda kalmasını güçsüz olması kaydıyla isterken, Sünni grupları kendisi yerine Şii gruplarla savaşması şartıyla desteklemekte veya bu duruma sessiz kalmaktadır.

İsrail’in Saldırıları Ne Kadar Etkili?

Suriye’de İran, rejim ve İran destekli Şii milislere ait askerî tesisleri çoğunluğu hava saldırılarıyla olmak üzere yok etmeye çalışan İsrail’in hedeflerine ulaşıp ulaşmadığına dair çeşitli görüşler var. Bu rapor başarının kısmi olduğunu ve tehdidi mutlak olarak bertaraf etmenin mümkün olmadığını iddia etmektedir.
Bir kere İsrail’in, komşusu Suriye’deki savaşa kayıtsız kalması beklenemezdi. Çünkü bir ülkenin komşularındaki önemli olaylar muhakkak o ülkeyi de etkiler. Eğer ki komşuda savaş varsa sizi etkilememesi mümkün değildir. İsrail de Suriye’deki parçalanma ve otorite boşluğundan ciddi şekilde etkilenmiş ve etkilenmeye devam edecektir. Netanyahu hükümeti çözüm olarak tehdit olarak gördüğü unsurları bombalamış fakat görünen o ki sadece tehdidin büyüme hızını yavaşlatabilmiştir.
Kısmi başarıyı detaylandırmak gerekirse; Saldırılarda İran’dan sevk edilen çok sayıda silah ve mühimmatın yok edildiği doğrudur. Ayrıca general düzeyinde de olmak üzere çok sayıda İran askeri ve Şii milislerin militanları etkisiz hale getirilmiştir. Öte yandan İsrail ordusunun tüm bunları Rusya’nın Suriye’deki varlığına rağmen yapması diplomatik bir başarıdır. Söz konusu başarıda muhakkak ki Amerikan desteği de önemli bir faktördür.
İsrail’in bir diğer kazanımı da gücünü Rusya dâhil Suriye’deki tüm aktörlere gösterme fırsatı sunmasıdır. Saldırılarda F-35 uçaklarından kamikaze SİHA’lara ve güdümlü mühimmatlara kadar birçok sofistike silah kullanılarak test edilmiştir. Bu sayede bilhassa Rus savunma sistemlerinin karşı koyma kabiliyetlerinin de sınandığı muhakkaktır. Ayrıca Şam ve Halep gibi şehirlere yapılan sürekli bombardıman, Golan Tepeleri gibi Suriye’nin haklı olduğu konuların da konuşulmamasına neden olacaktır. Çünkü Suriye’deki yabancı güçleri tehdit olarak gören Tel Aviv, söz konusu güçlerin varlığını bir güvenlik meselesi olarak gördüğü için tepelerin gündeme gelmesini doğal olarak engellemiş olacaktır. Dolayısıyla Golan Tepelerinin tartışılmaya açılması yakın zamanda mümkün olmayacaktır.
Ancak genel manada saldırıların beklenen sonucu vermeyeceği söylenebilir. İran ve İran destekli Şii milisler savaştan bu yana Suriye içlerinde faaliyet göstermekte ve yakın zamanda buradan ayrılmaya niyetlerinin olmadığı da görülmektedir. Ayrıca zaman içinde İran askerleri ve Şii militanlarının sayısında bir düşüş gözlemlenmemiştir. Şu anda rejim fiilen İran’ın kontrolünde varlığını sürdürmekte olup merkez bankasından sınır güvenliğine kadar her yerde İran’ın varlığını görmek mümkündür. Esed rejimi İran’ın ülkeyi terk etmesini istese bile İran birlikleri ve bağlı militanlar ayrılmayacaklardır. Öyle bir durumda İran’ın Suriye’yi istek üzerine başlayan işgali sadece dayatmacı bir işgale dönecektir. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail tarafından düşman addedilen rejime ait bölgesi İran ve Rusya’nın fiilî işgali altında olup İsrail’in bu varlığı sona erdirme veya onların yerini alma gibi bir gücü yoktur. Diğer bir deyişle artık her ne kadar bir zamanların İsrail’i tehdit eden güçlü Suriye rejimi olmasa da onun yerine İran rejimi geçmiştir. İsrail için tehdit devam etmekte olup sadece tehdit eden değişmiştir.
İran bağlamından bakmak gerekirse; daha önce İsrail’i kuzeyden Hizbullah üzerinden tehdit eden Tahran yönetimi şu anda Suriye üzerinden ikinci bir cephe açmış durumdadır. İran belki İsrail’e kuzeyden (veya başka bir yönden) saldırma cesaretini gösteremez ama Suriye’yi vekil örgütleri için bir üs olarak kullanmayı başarmış durumdadır. Düzenli orduların örgütlerle mücadelelerinin zorluğu göz önünde bulundurulduğunda İran’ın İsrail’i ne kadar zorladığı görülebilir.
Diğer yandan İran her ne kadar İsrail’in saldırılarından dolayı kayıplar verse de bir şekilde İsrail’den intikamını aldığı söylenebilir. Örneğin İsrail, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’in içine yaptığı ani baskından -ki İsrail’e tarihinin en büyük kayıplarını verdirdi-İran’ı da sorumlu tutmuştur. Çünkü Hamas ve İran, aralarındaki askerî iş birliğini inkâr etmemektedir. Ayrıca Yemen’deki Husilerin Gazze’deki katliam dolayısıyla Kızıldeniz üzerinden İsrail’e giden gemileri vurmasının da arkasında İran’ın olduğu düşünülürse Tahran’daki rejimin Suriye’deki (ve diğer yerlerdeki) saldırılara dolaylı da olsa cevap verdiği söylenebilir.
Ancak üçüncü bir ülkede İsrail ile İran arasında vuku bulan bu çatışmalardan İran’ın da galip geldiği söylenemez. İran rejiminin halkına hesap vermek zorunda olmaması, bol insan (militan) kaynağı ve daha çok vekil örgütleri kullanarak hedefine ulaşmaya çalışması nedeniyle İsrail’den bir adım önde olduğu söylenebilir. Fakat elindeki ucuz ve kolaylıkla sarf edilebilir imkânlara rağmen İsrail’i rahatsız etmenin ötesine geçemeyen faaliyetlerini zafer olarak değerlendirmek bonkörce bir tutum olur. Dolayısıyla İsrail’in Suriye’yi bilhassa İran yüzünden bombardımana tutması hiçbir tarafa zafer getirmemekte olup sadece saldırıları sonu olmayan bir kısır döngüye sokmaktadır denilebilir. Mevcut çatışma durumuna “kontrollü eskalasyon” da denilebilir(23).

Sonuç

Bu rapor Suriye’deki savaşın başlamasıyla birlikte İsrail tarafından Suriye’ye yapılan saldırıları analiz etmiştir. Yapılan analizde İsrail’in Suriye’deki iç savaşı kendi güvenliği için bir tehdit olarak gördüğü, ülkede bilhassa İran’ın direk ve İran destekli Şii milisler yoluyla artan gücünden rahatsız olduğu ve söz konusu gücü kırmaya çalıştığı görülmüştür. İsrail hava kuvvetleri ve topçu birlikleri yaklaşık 250 defa havaalanlarını ve askerî tesisleri vurarak karşı tarafa ağır zayiatlar verdirmiştir. İran’ın ve Esed rejiminin saldırılara doğrudan cevapları olmamıştır. Ancak Tahran yönetimi kendi kontrolündeki vekil örgütler aracılığıyla başka ülkeler üzerinden İsrail’den intikamını almıştır. Öte yandan Suriye ve İran’ın müttefiki olan Rusya’nın İsrail saldırılarına sessiz kaldığı görülmüştür.
Saldırıların İran’ın Suriye’deki gücünü kırmadığı söylenebilir. İran, iç savaşın başlangıcından bu yana bulunduğu Suriye’de daha da güçlenmiş olup İsrail’in tehdit ve saldırıları nedeniyle bu ülkeden çekilmeyecek gibi görünmektedir. İsrail ise havadan ve karadan saldırılar konusunda kararlı olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak iki tarafın da kendilerine ait olmayan topraklarda sürdürdüğü düşük yoğunluklu çatışmalara devam edeceği ve fakat her iki tarafın da mutlak zafer elde edemeyeceği, ancak İran’ın İsrail’den bir adım daha avantajlı olduğu söylenebilir. Ancak 7 Ekim saldırısından İran’ı da sorumlu tutan İsrail’in bilhassa ABD’yi devreye sokması beklenebilir. Diğer bir deyişle, İsrail direk çatışmak yerine (1) ABD’nin diplomatik araçlarını kullanarak İran’ı dünyadan daha da izole etmesini sağlamaya çalışabilir. Bu durumda Amerika’nın tüm dünyaya baskı kurarak İran’a daha ağır ambargolar uygulaması beklenebilir. Örneğin, Obama döneminde imzalanan ve fakat Trump’ın iptal ettiği JCPOA anlaşmasının bir daha yürürlüğe girmeyeceği söylenebilir. Ancak en önemli gelişmenin (2) ABD ordusunun İran destekli Şii örgütlerle mücadele etmesi olacağı söylenebilir. ABD birliklerinin İsrail’in güvenliği için Yemen, Irak, Lübnan ve de Suriye’de Şii militan gruplarıyla savaşması ve yanına Sünni bazı devletleri de alması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla İran’ın Suriye’deki (ve diğer bazı ülkelerdeki) varlığını İsrail’in değil, ABD’nin tehdit etmesi beklenebilir.
Bu raporun ortaya çıkardığı diğer bir bulgu da şudur ki; İsrail ve İran arasındaki düello yayılmacı nedenlerden kaynaklanmakta olup her iki ülke de bölgesel politikalarında işgale ve baskıya dayalı illegal kazanımlar elde etmek istemektedir. Suriye’deki çatışmalar iki taraf için güç testi olmasının yanı sıra diğer ülkeler için de ders olabilecek niteliklere sahiptir. Başka bir deyişle, bölge ülkeleri İran veya İsrail’le karşı karşıya geldiklerinde Suriye’deki “it dalaşından” dersler çıkarmalıdır.


([1]) Edward B. Atkeson, “The Syria-Israel Military Balance:A Pot That Bears Watching”, Ocak 1992, https://bit.ly/3UbHAyZ.

([2]) Al Jazeera, “Timeline: Israeli attacks on Syrian targets”, 5 Mayıs 2013, https://bit.ly/427uViE.

([3]) The Media Line, “Senior IRGC Officer Sayyed Reza Mousavi Killed in Alleged Israeli Airstrike in Syria”, 25 Aralık 2023, https://bit.ly/3OeLLqd.

([4]) Navvar Saban, “Israel’s Response to Iran in Syria: Choosing Between Escalation and Accommodation”, 17 Kasım 2023, https://bit.ly/48JkioK.

([5]) Nevvar Saban, 2023.

([6]) Jusoor, “Israeli Attacks in Syria since 2020”, 2021, https://bit.ly/4b7AkKr.

([7]) Nevvar Saban, 2023.

([8]) Rawad Taha, “Russia Refuses Syria’s Use As An Arena For An Iran-Israel Confrontation: Lavrov”, 20 Ocak 2021, https://bit.ly/4283Uf0.

([9]) Ravad Taha, 2021.

([10]) The Times of Israel, “Pledging not to oust Assad, Netanyahu urges Putin to ‘get Iranians out’ of Syria”, 11 Temmuz 2018, https://bit.ly/3Odo7KE.

([11]) Aydın Güven, “Iran-backed Zainabiyoun Brigade could become Pakistan’s new national security problem”, (25) Şubat 2021, https://bit.ly/3vMlFnW.

([12]) Stipe Skin, “The Consequences of Israeli Intervention in Syria”, 10 Şubat 2021, https://bit.ly/3vObAXK.

([13]) David Rosenberg, “Houthis Open New and Dangerous Front in Israel's Economic War”, 13 Aralık 2023, https://bit.ly/3St7Vaz.

([14]) Kali Robinson, “What is Hezbollah”, 14 Ekim 2023, https://bit.ly/429FlOI.

([15]) Jusoor, “Israeli Attacks in Syria since 2020”, 2021, https://bit.ly/4b7AkKr.

([16]) Gazete Duvar, “İsrail Suriye’ye Neden Saldırdı?”, 21 Ocak 2019, https://bit.ly/42q3fG1.

([17]) Şarku’l Avsat, “İsrail, Suriye’deki yeraltı kimyasal silah tesislerini hedef aldı”, 15 Aralık 2021, https://bit.ly/42brpnx.

([18]) Yeni Şafak, “İsrail'in Suriye'ye saldırılarının arkasında 'yeni koridor' mu var?”, 27 Ekim 2023, https://bit.ly/3Sbe1el.

([19]) Yeni Şafak, 2023

([20]) İsa Tatlıcan, “İsrail’in vaadedilmiş toprakları hayali neyi hedefliyor?”, 18 Kasım 2023, https://bit.ly/4baJXbl.

([21]) Times of Israel, “‘Israel prefers Bashar Assad to Islamist rebels”, 18 Mayıs 2023, https://bit.ly/4baEilC.

([22]) Maya Hadar, “The War in Syria: An Israeli Perspective”, Ekim 2017, https://bit.ly/47NLjpN.

([23]) Ömer Özkızılcık, “Gazze’nin Suriye’ye (Olası) Yansımaları”, 20 Aralık 2023, https://bit.ly/3ScYVVE.

Kategori Raporlar

Bu rapor Aralık 2023 içerisinde Suriye’de yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Siyasî gelişmelere bakıldığında, rejimin uluslararası mahfillerde erken iyileştirme ve yeniden imar projelerinin siyasî taleplere bağlanmasının sona erdirilmesi yönündeki söylemlerine devam ettiği görülmektedir. Diğer yandan YPG terör örgütü ise yeni bir Başkanlık Konseyi kurduğunu ilan etmiş ve şeklen yeni bir “toplumsal sözleşmeyi” kararlaştırmıştır.

Güvenlik açısından bakıldığında, İsrail’in Gazze saldırısından sonra Suriye coğrafyasındaki hareketliliği devam etmektedir. Hava saldırılarına ara vermeden Suriye’de yer alan İran hedeflerini ve mevkilerini vurmaya devam etmektedir. Başkent Şam’ın ortasında İran’ın lider kadrosundan olan Rıza Musevî’ye karşı bir suikast düzenleyerek onu öldürmüştür. Bu olaylara misilleme olarak Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda yer alan Amerikan ordusuna ait üsler, İran destekli Şii milisler tarafından Irak topraklarından yapılan saldırılara maruz kalmıştır. Aynı zamanda Suriye-Ürdün sınırında uyuşturucu kaçakçılarıyla Ürdün ordusu arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Bu çatışmalar sonucu birçok kaçakçı ya ölmüş ya da yaralanmıştır. Sonucunda büyük miktarlarda uyuşturucu ve füze ele geçirilmiştir.

Ekonomik gelişmelere bakıldığında ise rejim; lirayı dalgalandırmaya, fiyatları artırmaya, tarım ürünleri ve gıda maddelerini ihraç etmeye devam ederek daha önceki para politikasını izlemeyi sürdürmüştür. Ayrıca Suriye ekonomisine yeni alanlar kazandırmak amacıyla Tahran ile birçok anlaşma imzalamıştır.

Diplomatik İlişkiler ve Şeklen Yapılan Sosyal Sözleşme

Esed rejimin Güvenlik Konseyi Temsilcisi Al Hakan Dandi tarafından yapılan açıklamalarda Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik uyguladıkları ekonomik yaptırımlara yönelik sert eleştiriler dile getirilmiştir. Bu bağlamda özellikle Sezar Yasası’ndan kaynaklanan yaptırım öne çıkarılmıştır. Aynı zamanda insanî yardımların Gaziantep ile Çobanbey ve Bab el Selame sınır kapılarından yapılması yerine, Şam’dan başlayıp Suriye’nin içerisine doğru dağıtılması gerektiği vurgulanmıştır. Mevcut yöntemle yapılan yardımların kaynak israfına yol açtığına ve Birleşmiş Milletler timlerinin “Suriye’nin kuzey batısında yer alan terör örgütleriyle” irtibat kurmalarına neden olduğuna iddia edilmiştir. Diğer yandan İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları da kınanmıştır.

Ekonomik krize çözüm arayışları hedefi ile ilgili olarak, Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kusay El Dahhak, Cenevre’de düzenlenen İkinci Dünya Mülteci Forumuna katılmıştır. Diğer yandan Esed rejimi ile Bağdat, iki ülke arasında bulunan Elbu Kemal – Al Kaim sınır kapısındaki elektrik bağlantısı projesini canlandırmak amacıyla ekonomik görüşmeler gerçekleştirmiştir. Ayrıca Suriye Petrol Bakanı Firas Kaddur ile Venezuela Cumhuriyeti Büyükelçisi arasında petrol ve maden kaynakları alanında, iki ülke arasındaki ortak işbirliğini artırma yönünde görüşmeler yapılmıştır. Aynı zamanda Kaddur, Doha’da düzenlenen 12. Arap Enerji Konferansına da katılmıştır. Bakan, bu katılımı fırsat bilerek Arap ülkelerine Suriye’deki yeniden imar faaliyetlerine ve alternatif enerji konularındaki çalışmalara katılmaları yönünde bir davet göndermiştir.

Siyasî muhaliflerin faaliyetlerine gelince; SMDK ve Yüksek Müzakere Heyeti Başkanı katıldıkları Doha Forumu’nun yan toplantılarında bir takım liderlerle yaptıkları görüşmelerde, anayasa komitesinin sürecine işlerlik kazandırma vurgusunda bulunmuşlardır. Suriye’deki insanî durumların ve güvenlik olaylarının daha da kötüye gitmesine engel olacak olan 2254 sayılı BM Güvenlik Kurulu kararın tam olarak uygulanmasına dikkat çekmekle yetinmişlerdir. Ayrıca siyasî sürecin sekteye uğraması insanî duruma olumsuz yansıyacağı dile getirilmiş ve Suriye’nin kuzeyinde sürdürülebilir projelerin desteklenmesinin önemini de vurgulanmıştır.

Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Ger Pederson, anayasa komitesi çalışmalarının yeniden başlatılması hususunda ve uygulanan yaptırımlar ile Suriye’ye sağlanan uluslararası fon eksikliğinin giderilmesi, Suriye’deki sosyal ve ekonomik durumun normalleştirilmesi konuları hakkında Rusya Dışişleri Bakanıyla Moskova’da bir araya gelmiştir.

Uluslararası tutuma gelince; Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler Türkiye’nin Suriye’deki varlığını, terör örgütlerinin faaliyetlerinin sona ermesine ve rejim ile muhalefetin ülkede yeni bir anayasa yazılması ve seçimlerin yapılmasını öngören bir anlaşamaya varmalarına bağlamıştır.

YPG kontrolü altındaki bölgelere gelince; “Suriye Demokratik Güçler Konseyi” Rakka şehrinde düzenlediği dördüncü kongresinde, Mahmud El Maslet ve Leyla Kahraman eşbaşkanlığında yeni bir konsey seçmiştir. Konseyin 2015 yılı sonunda kuruluşundan bu yana Elham Ahmed’in yürüttüğü “İcra Başkanı” görevinin iptal edildiği ilan edilmiştir. El Maslet’in bölgede tanınmış bir şahsiyet olduğu kabul edilmektedir. Zira kendisi Haseke vilayetinde bulunan tanınmış bir aşiret mensubudur. Bu husus, örgütün veya Washington’un, YPG’nin geçen aylarda Deyrizor’da meydana gelen çatışmalardan sonra Suriye’nin kuzey doğusundaki Arap aşiretleri ile ilişkilerini pekiştirmekte daha büyük roller üstelenmesini arzu ettiği şeklinde okunabilir. Ayrıca YPG, toplumsal sözleşme kanunu uyarınca “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adını “Suriye Kuzey ve Doğu Demokratik Özerk Yönetimi” olarak değiştirmiştir. Söz konusu yeni toplumsal sözleşme birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Toplumsal sözleşmenin içerdiği felsefenin bölge halkının gerçekliğinden uzak olması, sadece birkaç oluşumu dikkate alması ve içerdiği birçok maddenin hayata geçmesinin mümkün olmadığı gerekçeleri neticesinde söz konusu sözleşmenin şeklen kalması kaçınılmaz olacaktır.

Güvenlik Sahnesi ve Çakışan Hedefler

İsrail’in Şam’a yönelik son saldırılarında, İranlı askerî liderlerden olan Rıza Musevî öldürülmüştür. Ayrıca İsrail uçakları, İran’ın Suriye’deki varlığını vurmak ve Tahran’ın Lübnan ile Suriye’ye lojistik hattına engel olmak için Suriye’nin muhtelif bölgelerinde 5 adet hava saldırısı düzenlemiştir. Buna karşılık İranl destekli Şii milisler, İsrail’in Gazze saldırılarına tepki olarak Amerikan üslerini hedef almaya devam etmektedir. Bu bağlamda CENTCOM, Haseke’de yer alan Rumeylan kırsalındaki üssün, Irak toprakları tarafından bir kamyon üzerinden atılan 15 adet füzeyle hedef alındığını açıklamıştır. Saldırıda ölen veya yaralan olmamıştır.

Suriye’nin güney bölgesinde ise rejim, buradaki vilayetleri kontrol altına alma çabaları devam ettirmektedir. Bu bağlamda belde ve şehirleri kuşatma altına alarak ve muhalif şahsiyetlere karşı suikast eylemleri düzenleyerek durumu kendi lehine kontrol altına almaya çalışmaktadır. Rejim, yaptığı bu saldırıları ‘terörle mücadele’ olarak tanımlamaktadır. Örneğin, bu bölgede yer alan Cassim şehri, günlerce kuşatma altına alınmıştır. Sivillere ait evlerde ve mezralarda arama yapılmıştır. Ayrıca bölge içerisinde suikast olaylarında artış kaydedilmiştir ve bir hafta içerisinde değişik bölgelerde sivilleri ve askerleri hedef alan 6 adet suikast olayı meydana gelmiştir. Dera’nın batı kırsalında Merkez Komitenin lider kadrosundan olan Radhi El Haşiş bir suikast sonucu öldürülmüştür. Buna karşılık eski Özgür Suriye Ordusu unsurları da aynı yöntemi izlemiştir. Askerî Güvenlik Şubesiyle bağlantısı olan uyuşturucu taciri Muhammed Yasin El Mukahal’ı belirsiz kişiler tarafından düzenlenen suikastle öldürülmüştür. Bölgedeki güvenlik sorunları sürmektedir.

Ürdün-Suriye sınırına gelince; Ürdün ordusuyla kaçakçılar arasında meydana gelen çatışmaların ardından Ürdün, El Mataya beldesine bir hava saldırısı düzenlemiştir. Çatışmalarda bazı kaçakçılar öldürülmüş veya yaralanmıştır. 9 kaçakçı tutuklanarak büyük miktarda uyuşturucu ve füze ele geçirilmiştir. Bu gelişmeler İran destekli Şii milisler tarafından yürütülen uyuşturucu kaçakçılığının silah kaçakçılığı ve sevkiyatı için de kullanıldığına işaret etmektedir. Aynı zamanda Suriye’nin güneyindeki olayları tırmandıracağı ve gelecekte Ürdün’ün İran destekli Şii milislerle artan bir gerilim beklenebilir. Zira sınırdaki kaçakçılık eylemleri, Ürdün ulusal güvenliği için bir tehdit haline gelmiştir. Ayrıca bu durum, Esed rejimiyle ilişkilerin normalleşmesi hususundaki Arap girişimlerinin önünde de bir engel oluşturmaktadır.

HTŞ grubunun kontrol ettiği bölgelerdeki gelişmelere bakıldığında ise, lider kadrosu arasında yer alan “Ebu Ahmed Zakur” lakabıyla tanınan Cihad İsa El Şeyh, grubun genel politikalarına aykırı davrandığı gerekçesiyle görevden alındığı ilan edilmiştir. Söz konusu bu karar, Culani’nin otoritesini ve nüfuzunu pekiştirme, örgüt içerisinde potansiyel rekabete fırsat vermeme hamlesi olarak okunmuştur.

YPG kontrolü altındaki bölgelere gelince; Milli İstihbarat Teşkilatı, YPG/SDG içerisindeki Deyrizor bölgesi askerî sorumlusu ‘Roni Valat’ kod adlı Şirvan Hasan’ın arabasına konulan patlayıcı sonucu etkisiz hala getirilmesini üstlenmiştir. Türk SİHA’ları ise aralarında petrol sahaları, askerî mevkiler, altyapı unsurları, şirketler, ticari ve sanayi fabrikaları ile Kamışlı, Amude ve Ayn el Arab şehirleri gibi yerlerin girişlerinde yer alan asayiş kontrol noktalarının da yer aldığı 50’ye yakın tesisi hedef almıştır. Düzenlenen operasyonlar PKK’nın Irak’ın kuzeyinde Türk ordusuna ait askerî mevkilere yaptığı saldırılar sonucunda 12 Türk askerinin şehit olmasına karşılık misilleme olarak yapılmıştır.

Hayat Pahalılığını Artıran Ekonomi Politikaları

Suriye Merkez Bankasının Suriye Lirasının dolar karşılığındaki kurunda yaptığı düzenleme, 2023 yılında kararlaştırılan para politikasının devam ettiğine işaret etmektedir. Söz konusu politika “dalgalanma” veya “yönlendirme” üzerine kurulu olup piyasa mekanizmalarına, karaborsadaki kura itimat ederek arz ve talebe bağlı olarak kur fiyatını belirlemeye izin vermektedir. Bu politikanın rejim tarafından izlenmesinden bu yana lira değerindeki hızlı düşüş göze çarpmaktadır. Amerikan doları karaborsada 14.200 Suriye lirasına ve resmi piyasada 12.500 liraya ulaşmıştır. Diğer yandan Esed rejimi, gümrükteki dolar fiyatını %30 artırarak 6.500 lira olan kurun 8.500 liraya yükselmesine neden olmuştur. Bu yükselişin mal ve hizmet fiyatlarının artmasına ve kaçaklık ile kayıt dışı ekonominin artarak devam etmesine yol açması beklenmektedir. Aynı zamanda bu karar, ihracatçılara dış pazarlardaki rekabet gücünü kaybederek ek yük getirecektir ve ithalatçılar ise gümrük vergilerinin artması sonucu mallarının değerini artırmak zorunda kalacaklardır. Örneğin 1kg domatesin fiyatı 2.500 lirayken 7.500 liraya yükselmiştir ve et fiyatları geçen aya göre %25 artmıştır.

Rejim, fiyat artırma politikasını sürdürmektedir. Buna göre sübvansiyonlu 1 litre benzin fiyatı 8.500 liradan 9.000 liraya yükselmiştir. Bu da bir yıl içerisinde sekizinci fiyat artışıdır. Diğer yandan Sağlık Bakanlığı ilaç fiyatlarına bir yıl içerisinde uyguladığı üçüncü zamla ilaç ücretlerin %70-100 oranında artmasına neden olmuştur. Ayrıca rejim hükümetinin İçişleri Bakanlığı acil pasaport harcına %100 oranda zam getirmiştir.

Şam Ticaret Odası yönetim kurulu üyesi, son birkaç yıl içerisinde rejimin izlediği başarısız politikalardan ve tüccarlara destek verilmemesinden dolayı, ticari sicile sahip olan 100 binden fazla tüccarın piyasadan çekildiklerini dile getirmiştir. An itibariyle ticaret odasında sadece 7 bin aktif ticari sicil kaydı bulunmaktadır.

Uluslararası ilişkiler çerçevesinde ise; 2012 yılından beri ilk defa sanayi tipi gaz tüplerinin ilk sevkiyatı Hindistan’dan gelmiştir. Diğer yandan Cezayir Hava Yolları, 12 yıllık bir aradan sonra Suriye’ye yeniden seferlerini başlatmıştır ve Cezayir’den gelen ilk uçak Lazkiye havaalanına inmiştir. Söz konusu hava yolları, gelecek ay haftada iki sefer olmak üzere hem Suriye’ye ham de Lübnan’a seferlerini yeniden başlatacaktır.

İran ile ilişkilere gelince; Esed rejimi Bakanlar Kurulu Başkanı Hüseyin Arnos başkanlığında giden bir heyet Tahran’da döviz, finans, turizm, spor, kültür, yeniden imar, ticaret ve İranlı yatırımcılar tarafından Suriye’de elektrik santralları kurma ve çalıştırma ile iki ülke arasındaki gümrük harçlarının kaldırılması konularında mutabakat zaptı imzalamıştır. Ayrıca Suriye Merkez Bankası Başkanı ile İranlı mevkidaşı, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmenin yolları, yerel parayla ticari değişim mekanizmalarının bulunması ve Suriye’de ortak bir bankanın kurulması hususunda görüşmüşlerdir. Atılan bu adım, Tahran’ın Suriye ekonomisinde daha geniş bir yere sahip olma yönündeki Tahran’ın amacını gerçekleştirme bağlamında atılmıştır.

Endişe Verici Ekonomik Önlemler

YPG tarafından kontrol edilen bölgelere gelince; Türkiye’nin Haseke vilayetindeki petrol sahalarını hedef almasından sonra YPG tarafından kontrol edilen bölgeler ağır bir yakıt kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Zira Türk SİHA’ları, aralarında petrol sahaları, askerî mevkiler, alt yapı unsurları, şirketler, ticaret ve sanayi fabrikalarının yer aldığı 50 adet tesisi hedef almıştır. Düzenlenen bu darbeler elektrik üretimi, sanayi ve tarım üretimine de zarar vermiştir. Örneğin, Amude şehrinde yer alan 40 elektrik jeneratöründen 20’si durmuştur. Kamışlı şehrindeki semtlerin çoğu mazot temini yetersizliğinden dolayı jeneratörlerin sağladığı elektrik kesintilerinden şikâyetçi olmuşlardır.

Kamışlıdaki yolcu taşıma servislerinin şoförleri, yolcu başına ödenen 4 bin liralık ücret tarifesinin yakıt ve tamir masraflarını karşılamaması nedeniyle iş bırakma eylemi yapmıştır. Şoförler, ücretin 5 bin liraya yükseltilmesini talep etmiştir. Sorunun temelinde ise yakıt sıkıntısının olduğu ve YPG’nin yakıt dosyasını düzenlemekte aciz kaldığını göstermektedir.

Muhaliflerin kontrolü altındaki bölgelere gelince; “Suriye Yeniden İmar Kredi Fonu”, Kuzey Halep kırsalında zeytin tarımını destekleme projesini başlatmıştır. Proje kapsamında 1000 adet çiftçiye fide, böcek ilacı, hasat ve budama ekipmanı temin edilecektir. Projenin toplam bütçesi 1.89 milyon avro olduğu bilinmektedir. Ayrıca ticaret, hizmet, imalat, sanayi ve tarım sektörlerinde artan kredi hizmetleri taleplerine cevap vermek için fon, geçim yolları projesinin ikinci aşamasını başlatmıştır. Proje, Suriye’nin kuzey batısında 1.170 girişimciye muhtelif krediler ve finansal olmayan ürün, ev hizmetleri sunmayı hedeflemektedir. Kredilerin değeri 400 dolar ile 8.000 dolar arasında değişmektedir.

Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Abdurrahman Mustafa, Afrin şehrinde üçüncü köprünün açılışını gerçekleştirmiştir. Bunun amacı şehirdeki trafiği hafifletmek, şehir giriş ve çıkışları diğer bölgelere bağlamak, buradaki tırlara uygulanan gözetim ve denetimi artırarak güvenlik risklerini azaltmaktır.

Diğer yandan Halep’in kuzeyinde ve Tel Abyad ile Rasulayn arasında bulunan yerel meclislere bağlı olan sanayi ve ticaret odaları, Suriyeli tüccarların Türk topraklarına geçiş ücretini yıllık 2.200 dolardan 5.000 dolara yükseltmiştir. Ancak alınan bu karar, bölgedeki ekonomik duruma olumsuz yansıyacaktır ve harçların yükselmesinden dolayı onlarca şahsın odalara kaydolmaktan vazgeçmelerine, sanayici ve tüccarların faaliyette bulunmalarına ve iş piyasasına girmekten vazgeçmelerine neden olması öngörülmektedir. Bu durum da haliyle işsizlik oranının yükselmesine yol açması beklenmektedir.  

Elektrik şirketi olan Ak Enerji Grubu, aralık ayı için bölgede yeni elektrik fiyat listesini yayınlamıştır. Buna göre hane aboneliği 2.81tl, ticari abonelik ise 3.22tl olmuştur. Azez şehrinde yeni bir PTT merkezi açılmıştır. Bunun amacı kentte bulunan merkezin yoğunluğunu azaltmaktır.

İdlip’teki HTŞ ile ilintili Suriye Kurtuluş Hükümeti Adalet Bakanlığı, karargâhı Sarmada şehrinde yer alan bir ticaret mahkemesi kurmuştur. Mahkemenin kuruluş amacı ticaret odalarına kayıtlı tüccarlar arasında çıkan davalara bakmaktır. Mahkeme, aralarında fikrî mülkiyet, iflas, ticari evraklarla, ödeme, döviz, ticari havale ve bankacılık işleriyle ilgili davalar dâhil 8 adet ihtisas alanına bakmaktadır.

Kategori Raporlar

Öz

2011’de Esad rejimine karşı çıkan halk ayaklanması sonucunda Suriye krizi ortaya çıkmıştır. Kriz sonrası birçok uluslararası ilişki yeniden şekillenmiştir. Bu ilişkilerin en önemlisi de İran ve Rusya ilişkileridir. Bu çalışmada Suriye krizi Rusya ve İran ilişiklerinin şekillenmesine ve Türkiye ve İsrail gibi Suriye krizinden etkilenen diğer bölgesel güçlerin Rusya ve İran ittifakını nasıl etkilediği incelenecektir.
İki ülke ortak hedefler çerçevesinde bulunmakta ve gelişim göstermektedir. Kriz sonrası bölgedeki değişen dinamikler, İran-Rusya ilişkilerine de yansımıştır. Bölgedeki istikrarı korumak için faaliyetlerin gerçekleştirildiği aktarılsa da iki ülke, çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. İlgili çıkarlar, bölgedeki önemli bir güç olan ABD’nin varlığını engellemekti. Buna ek olarak Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası nedeniyle Suriye’de yer almaktadır. İran ise Ortadoğu’daki ana unsur olmak ve bölgedeki kendi varlığını tehdit edici güçleri ortadan kaldırma amacı içerisinde yer almaktadır. İki ülkenin hedefleri doğrultusunda, Ortadoğu bölgesindeki hareketlilik ve yansımalar meydana gelmektedir. Suriye’de diğer büyük bölgesel aktörlerin bulunması Rusya ve İran ilişkilerini etkilemiştir. Türkiye ve İsrail gibi güçlü ülkelerin varlığı, iki ülke arasındaki ilişkileri farklı boyutlara taşımaktadır. Bu noktada tutum ve davranışlar, Suriye krizi üzerinden farklılıklar da gösterebilmektedir.

 Makaleyi daha detaylı incelemek için aşağıdaki linke tıklayınız:

https://bit.ly/47kaqAk

 
Kategori Araştırmalar

Giriş


Türkiye’nin terörle mücadelesi bağlamında ve dış politikasında kedine artan bir seyirde kullanım alanı bulan SİHA’lar, Suriye sahasında da önemli bir role sahiptir. Türkiye’nin Suriye’deki SİHA kullanımı Bahar Kalkanı Harekâtı ile uluslararası kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmıştır. Ancak Ağustos 2021’den bu yana Türkiye, SİHA’ları Suriye’de PKK/YPG’ye karşı doğrudan kullanmaya başlamış ve genellikle örgüt liderlerini hedef almıştır. Türkiye’nin SİHA’ları örgüt liderlerine yönelik suikastlar için kullanması yeni bir inovasyon olup öncelikle Türkiye – Irak hattında uygulamaya sokulmuştur. Daha sonra Suriye’de de uygulanan bu strateji, Türkiye için yeni imkânlar doğurmuştur.
Bu raporda Türkiye’nin SİHA operasyonlarına dair açık kaynaklardan elde edilen veriler (1) ortaya konacak ve bu veriler analiz edilecektir. SİHA operasyonlarının yoğunluğu, hedef bölgeleri ve hedef alınanların profilleri incelenecektir. Buna ilaveten SİHA operasyonlarının Suriye’deki taktiksel başarısı ve stratejik durumu ele alınacaktır.

SİHA Operasyonları

Suriye sahasında insansız hava araçları çok ciddi bir kullanım alanına sahiptir. Özellikle dronların kullanımı ve onlarla yapılan saldırılarla Suriye’deki tüm aktörler, asimetrik savaşın bütün şartlarını değiştirmiştir. Benzer bir şekilde Türkiye tarafından Suriye’de kullanılan SİHA’lar, sadece Bahar Kalkanı Harekâtı ile Suriye’nin kaderini ve savaşın doğasını değiştirmemiş, aynı zamanda SİHA’ların suikastlar için kullanımı açısından da önemli bir yenilik olmuştur. Her ne kadar Türkiye, Irak hattında daha uzun bir geçmişe dayanan SİHA kullanımına sahip olsa da Irak’taki örgütün lider kadrosunun hedef alınması stratejisi daha sonra Suriye’ye uyarlanmıştır. Raporun ele aldığı Ağustos 2021 ile Kasım 2023 tarihleri arasında Türkiye tarafından Suriye’de toplam 182 SİHA operasyonu düzenlenmiştir. Bu operasyonların 178’i PKK/YPG’yi hedef alırken, dört SİHA operasyonu YPG ile beraber hareket eden MLKP’yi hedef almıştır. Bu raporda, MLKP’nin YPG ile ortak hareket etmesinden ötürü iki örgüt arasında ayrım yapmaksızın bir analiz yapılacaktır. MLKP ile ilgili detaylı bir yaklaşım başka bir çalışmanın konusu olarak ele alınabilir.

Operasyonlar

Suriye hattı boyunca Türkiye tarafından Ağustos 2021’den bu yana toplamda 182 SİHA operasyonu gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda 200’e yakın terör örgütü üyesi etkisiz hale getirilmiştir. Çoğunlukla Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından düzenlenen SİHA operasyonlarıyla örgütün orta ve üst düzey yöneticileri hedef alınmaktadır. Örgütün Suriye’deki komuta kademesinde bulunan yöneticilere yönelik düzenlenen SİHA operasyonları, Ağustos 2021’de başlamıştır ve Türkiye’nin Suriye politikası bağlamında bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Nitekim Suriye’de o tarihe kadar terör örgütlerine karşı Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı ve Barış Pınarı Harekâtı düzenlenmiş olsa da Türkiye’nin bu operasyonlar dönemi dışında hava harekâtları ve SİHA operasyonları bulunmamaktadır.
Millî İstihbarat Teşkilatının düzenlediği SİHA operasyonlarının yoğunluğuna bakıldığında öne çıkan temel olgu, artış gösteren bir düzenlilikte olmasıdır. Birinci yılda aylık ortalama 2,42 SİHA operasyonu düzenlenirken, daha sonraki sene bu oran aylık 7,25’e yükselmiştir. Ağustos 2023’den bu yana ise aylık ortalama 15,75 seviyesinde seyretmiştir. Ancak bu yoğunluğun temel sebebi 1 Ekim 2023 tarihinde Ankara’da düzenlenen terör saldırısının akabinde icra edilen hava harekâtıdır(2) Nitekim Ekim 2023’te aylık 38 SİHA operasyonu ile bir rekor kırılmıştır. Eğer Ekim ayı göz ardı edilirse, Ağustos 2023’ten bu yana aylık 8,3 saldırı yoğunluğu görülmüştür ve aylık ortalamadaki bu artış devam etmiştir.

Aylara Göre Suriye'deki SİHA Operasyonları

Hedef alınan bölgelere bakıldığında ise Türkiye tarafından düzenlenen SİHA operasyonlarının hem Rus hem de Amerikan askerlerinin bulunduğu bölgelerdeki örgüt hedeflerine düzenlendiği görülmektedir. Türkiye’nin SİHA operasyonlarından bahsederken göz ardı edilemeyecek önemli detaylardan birisi de budur. Türkiye, hem Rus hem de Amerikan etki alanında SİHA operasyonlarını icra etmektedir. Nitekim SİHA operasyonlarının %52’si Amerikan etki alanında olan bölgede icra edilirken operasyonların %46’sı ise Rus etki alanında olan bölgelerde yürütülmüştür. 3 SİHA operasyonunun tam konumu ise bilinmemektedir.
Gerçekleştirilen SİHA operasyonları, bölgeler bazında incelendiğinde 32 SİHA operasyonuyla Kamışlı ve Malikiye birinci sırada gelmektedir. 24 SİHA operasyonuyla Ayn el Arab ikinci sırada yer almaktadır. Üçüncü sırada ise 12 SİHA operasyonuyla Amude, Ayn İsa, Menbiç ve Tel Temr bölgeleri bulunmaktadır.

 

SİHA Operasyonlarıyla Hedef Alınan Bölgeler

Hedef Profilleri

Türkiye’nin SİHA operasyonlarında hedef alınanların profillerine bakıldığında en önemli dikkat çeken unsur hedeflerin uyruğu olmaktadır. Toplamda etkisiz hale getirilenlerin sayısı 179’dur. Etkisiz hale getirilen 179 kişiden sadece 80’inin uyruğu hakkında açık kaynaklardan bilgi edinilebilmektedir. Sadece uyruğu bilinen 80 kişi ele alındığında (genellikle örgüt veya örgüte yakın açık kaynaklara yansıyan bu bilgiler) etkisiz hale getirilenlerin %81’inin Suriye uyruklu olduğu anlaşılmaktadır. Etkisiz hale getirilenlerin %19’u ise Türkiye, Irak ve İran uyruklu olduğu görülmektedir.

Etkisiz Hale Getirilenlerin Uyruğu (Bilinenler)

Ancak bu verilerden hareketle hedef alınanların profili hakkında yorum yapmak son derece yanıltıcı olacaktır. Nitekim Türkiye uyrukluların açık kaynaklara yansıması Türk medya kuruluşlarına, ilgili makamlarca verilen bilgi sonucundadır. Türk makamları, Suriye’de düzenlediği her SİHA operasyonu ve bu operasyonların hedefi hakkında kamuoyu ile bilgi paylaşmadığından açık kaynak bilgileri YPG tarafından domine edilmektedir. Nitekim açık kaynaklarda olan iki İran ve iki Irak uyruklu kişi de örgüt tarafından değil, yerel kaynakların aktardığı bilgiler sonucunda tespit edilmiştir.
Örgüt ise kamuoyuyla paylaştığı bilgilerde Suriye uyruklu olan teröristlerle ilgili açık bilgi verirken; Türkiye, İran ve Irak uyruklu olanlara dair genellikle bilgi vermemektedir. İzlenen bu iletişim stratejisi altında, örgütün hala YPG ile PKK arasındaki ilişkiyi inkâr etme ve yalanlama politikası olduğu değerlendirilmektedir. Örgüt, hedef alınan yabancı uyruklu kişilerin uyruğunu ve kimliğini paylaşmayarak örgütün Suriyeli kimliğini ve bu yöndeki uluslararası algısını korumaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere YPG, uluslararası alanda ‘Suriyeli Kürtler’ olarak anılmaktadır.
Uyruğu belli olmayan 100 kişinin uyruğu hakkında tahminde bulunmak mümkün değildir. Ancak en azından önemli bir kısmının Suriyeli olmadığı varsayılabilir. Bu durum ise örgütün özellikle SİHA operasyonları için hedef oluşturabilecek profildeki birçok orta ve üst düzey kademesinin Suriyeli değil; Türk, İranlı veya Iraklı olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere, örgütün resmi liderliği Suriye uyruklu kişilerin elinde olmasına ve örgütün 2012 yılından beri Suriye’de kontrol alanı bulunmasına rağmen, YPG içerisindeki Suriyeli olmayan Kandil kadroların ağırlığın sürdüğü görülmektedir.(3)
Diğer taraftan bakılacak olursa, farklı uzmanların dile getirdiği bazı endişeler hakkında verilere de ışık tutulmaktadır. Nitekim terörle mücadele konularına bakan bazı uzmanların da dile getirdiği üzere, eğer Türkiye Suriye’deki SİHA operasyonları ile Suriye uyruklu olmayanları önceliyor olsaydı, dolaylı yoldan ABD’nin YPG’yi PKK’dan ayrıştırma stratejisine hizmet edebileceği tehlikesi bulunabilirdi. Ancak verilerin gösterdiği üzere Suriye uyruklu örgüt üyelerin SİHA operasyonları tarafından hedef alınmaktadır.

Taktiksel Değerlendirme ve Stratejik Durum

Türkiye tarafından Suriye’de düzenlenen SİHA operasyonları, operasyonel açıdan bir değişimin başlangıcıdır. Türkiye’nin terörle mücadelesinin Suriye hattında SİHA operasyonları, terörle mücadelede kullanılan araçların bel kemiğini oluşturmaktadır. Nitekim 2019 yılında düzenlenen Barış Pınarı Harekâtından bu yana, Türkiye’nin YPG’ye karşı en önemli askerî hamleleri yukarıda ele alınan SİHA operasyonları olmuştur. Dört senelik süreç içerisinde Suriye hattında YPG’ye karşı SİHA operasyonları öne çıkmaktadır.

Taktiksel Değerlendirme

Türkiye’nin Suriye’deki SİHA operasyonları örgütün Suriye’deki faaliyetleri bağlamında büyük bir etkiye sahiptir. Nitekim YPG’nin hem Rusya hem de ABD’den yardım talep etmesi ve iki devletten de Türkiye’nin SİHA operasyonlarını engellemeleri için açık çağrıda bulunması bunun en önemli göstergesidir.(4) SİHA operasyonlarından önce örgütün Suriye’deki varlığı, askerî manada Türkiye kaynaklı iki tehdit ile karşı karşıyaydı. Birinci tehdit; Türk topçu birliklerinin ateş destek vasıtalarıyla YPG’ye karşı düzenlediği bombardımanlardır. Bu bombardımanlar düzenli olarak örgütü hedef alırken coğrafi derinlik ve askerî tahribat açısından sınırlı bir etkiye sahiptir. İkinci tehdit ise; Türkiye’nin Suriye Millî Ordusu ile beraber düzenlediği sınır ötesi kara harekâtlarıydı. Zamansal ve coğrafi olarak sınırlı olan bu harekâtlar örgüt üzerinde çok büyük yıpratıcı etkiye sahip olsalar da harekâtların durmasıyla beraber örgüt, elinde geriye kalan bölgelerde güvenli bir yaşamı sürdürmekteydi.
SİHA operasyonları, örgütün belirli bir derinliğin ardında olan fiilî güvenli bölgesini sekteye uğratmıştır. Örgütün Suriye’de rahat hareket etmesini engellemektedir ve örgüt üzerinde düzenli bir baskı oluşturmaktadır. Bu çerçevede en anlamlı açıklamayı PKK’nın sözde eş başkanı Duran Kalkan yaptı; “Erdoğan MİT’i seferber etmiş bizi öldürmek için. Liste liste adımızı açıklamışlar, her gün öldürüyorlar, kimseden ses çıkmıyor. Medya savunma alanlarında, Bakur’da tünellerde her yerde saldırı altındayız. Kandil’de, Şengal’de, Rojova’da öldürülüyoruz. Her gün de öldürüyor. Kimseden çıt çıkmıyor. Listeler oluşturmuşlar. Yönetimimize dair. Kırmızı liste, sarı liste, yeşil liste, gri liste yani her listeye otuz-kırk isim koymuşlar. Resim koymuşlar. Bunlar böyle arananlar listesi değil. Alenen öldürülecekler listesi (5)Yapılan bu açıklama örgütün Suriye’deki güvenli bölgesini kaybettiği ve tüm bölgelerde SİHA operasyonlarına maruz kaldığını göstermektedir. Özellikle Suriye’deki topografyanın, Irak’ın aksine düz olması SİHA operasyonlarını daha da etkili kılmaktadır ve örgüte coğrafi bir dezavantaj doğurmaktadır. İlaveten, bu açıklamanın da işaret ettiği üzere, Millî İstihbarat Teşkilatının Suriye hattındaki istihbarî kabiliyetleri belirgindir. Nitekim hedef alınanların listelenmesi ve listelendikten sonra bulunması ve SİHA operasyonları ile hedef alınması çok ciddi bir saha istihbaratının sonucudur.
SİHA operasyonları güvenli alanı engellemekle beraber, Türkiye’ye örgütün olası saldırılarına karşılık olarak ‘cezalandırma’ operasyonlarına imkân sağlamaktadır. Bu bağlamda Ekim 2023’te düzenlenen SİHA operasyonları bunun için önemli bir göstergedir.(6)
Son olarak, SİHA operasyonlarının belki de en önemli operasyonel bağlamı ‘dekapitasyon’dur. Örgütün lider kadrosunun etkili bir strateji dâhilinde etkisiz hale getirilmesi sürecini tarif eden bu kavram, Can Acun’un da belirttiği üzere örgütün hiyerarşik yapılanmasını, komuta kademesini ve emir – komuta zincirini bozmaktadır.
Acun’un belirttiği üzere: "SİHA’ların çok etkili bir şekilde kullanıldığı bu operasyonlar, sahadaki ajanlar tarafından yönetiliyor. Türkiye bir yandan konvansiyonel bir şekilde askerî harekatlar yaparken, diğer yandan her anlamda imkan ve kabiliyetleri geliştirilmiş ve yeni bir stratejik misyon kazanmış olan MİT ile birlikte birçok ülkede eş zamanlı operasyonlarla, ulusal güvenliğini tehdit eden unsurları elimine ediyor. Dünyada sadece birkaç ülkenin istihbarat teşkilatının ulaşabildiği bir kapasiteye erişmiş olan MİT, küresel bağlamda yükselen bir teşkilat olarak öne çıkarken, Türkiye açısından da çok önemli bir güç çarpanı haline gelmiş durumda (7) .
Kısaca, Türkiye açısından SİHA operasyonları çok ciddi bir operasyonel değer sağlarken, YPG açısından da Suriye’deki fiilî güvenli bölgeyi ortadan kaldırıp örgütü hareket tarzını değiştirmeye zorlamıştır. Örgüt içerisindeki emir – komuta zinciri sekteye uğramıştır.
Cezalandırma kapsamında değerlendirildiğinde SİHA operasyonları ile Irak, Suriye ve Türkiye üçgeninde yeni bir imkân kazanılmıştır. Şöyle ki, PKK’nın Türkiye, Suriye veya Irak’ta gerçekleştirdiği terör saldırılarına cevap olarak örgüte karşı cezalandırma operasyonları düzenlenebilmektedir. Özellikle örgütün Türkiye’deki varlığı son derece sınırlandırıldığı ve Irak’ın kuzeyindeki topografya örgüte koruma sağladığı bir ortamda, Suriye’de SİHA’lar vasıtasıyla örgüte ait stratejik ve ekonomik hedefler bombalanabilmektedir. Ankara’da gerçekleşen terör saldırısının ardından Suriye’de YPG’nin kontrolündeki enerji altyapısının hedef alınması bunun birincil örneğiydi(8) . Türkiye açısından diğer bir olgu ise, PKK’nın 22 ve 23 Aralık tarihlerinde Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği iki terör saldırısında 12 Türk askerinin şehit olmasının ardından yaşanan süreçtir. Irak’ta cereyan eden bir gelişmenin üzerine Türkiye ilk defa Suriye’deki hedefleri bombalamıştır(9). Bu hareket Türkiye’nin PKK eşittir YPG tezi bağlamında fiilî uygulamanın da bu gerçeğe uygun hale gelmesidir. SİHA’lar sayesinde hem örgütün stratejik hedefleri bombalanmakta hem de örgütün Irak’ta yaptığı bir saldırının cezası, görece kolay hedef olan Suriye hattında verilebilmektedir. Nitekim etki – maliyet açısından Suriye’deki SİHA operasyonları, Irak’ın kuzeyindeki F-16 bombardımanına göre daha büyük bir etki çarpanına sahiptir.

Stratejik Engeller

Türkiye’nin düzenlediği SİHA operasyonları, operasyonel anlamda bir değer sağlarken stratejik anlamda ise var olan engelleri aşmaya yardımcı olamamaktadır. Özellikle Barış Pınarı Harekâtı ile beraber Rusya’nın YPG tarafından kontrol edilen bölgelere konuşlanıp ABD ile koordinasyon içerisinde YPG’ye askerî koruma sağlaması, Türkiye’nin dört senedir örgüte karşı yeni bir kara harekâtı düzenlemediği bir ortamda, SİHA operasyonlarının Suriye’deki saha gerçekliğini değiştirmediği görülmektedir. Bu bağlamda SİHA operasyonlarının bu zemini hazırlayıcı güce de sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim YPG’nin idarî ve askerî yapılanmasının SİHA operasyonlarından belirgin bir şekilde etkilenmediği ve örgütün rutin faaliyetlerinin devam ettiği görülmektedir. Örgüt tarafından kurulan idarî düzende bir değişiklik olmadığı gibi, YPG’nin Suriye sahasındaki askerî varlığı da görünür bir zafiyet göstermemiştir.
Türkiye’nin düzenlediği SİHA operasyonları önemli bir değer olsa da stratejik anlamdaki engelleri aşmaya yardımcı olmamaktadır. Nitekim Rusya 2019 yılından beri Suriye sahasındaki varlığını genişletmiş ve YPG’yi askerî koruması altına almıştır. ABD ise YPG’yi olası bir yeni kara harekâtına karşı korumak için Türkiye’ye karşı yaptırım tehdidini canlı tutmaktadır. ABD Başkanı Donald Trump tarafından çıkarılan başkanlık kararnamesi, her yıl düzenli olarak uzatılmaktadır(10). Başkanlık kararnamesi gereği Türkiye’nin YPG’ye karşı düzenleyeceği olası bir kara harekâtı durumunda otomatik olarak ekonomik yaptırımların devreye girmesini öngörmektedir.
Diğer yandan Rusya ise sadece sahadaki askerî varlığıyla YPG’yi korumakla yetinmeyip Suriye hava sahasını Türk savaş uçaklarına da açmamaktadır. Her ne kadar zaman zaman Rusya’nın geçici süreliğine yeşil ışık yaktığı görülse de(11) Rusya’nın hava sahası bağlamındaki genel tutumu sürmektedir. Özellikle Ukrayna savaşı sonrası Rusya’nın bu tutumunun devam etmesi dikkat çekmektedir. Suriye’de konuşlu iki S-400 Hava Savunma Sistemi, İsrail Hava Kuvvetlerine yönelik herhangi bir angajmana girmemelerine karşın(14), söz konusu Türk Hava Kuvvetleri olduğunda Suriye hava sahasını Türk jetlerine kapatmaktadır(12).
ABD ise Rusya ile benzer bir yaklaşımla, Türkiye’ye karşı Amerikan kontrolündeki hava sahasını açmamaktadır. Hatta 2021 yılında, ABD bir ilke imza atarak Fırat’ın doğusundaki hava sahasını Rusya’ya açmış ve Rusya’nın Türkiye karşısında askerî anlamda daha etkin bir direnç sağlamasına ve YPG’yi korumasına zemin oluşturmuştur. ABD’nin bu kararı öncesinde Fırat’ın doğusunda bulunan Rus askerlerinin hava koruması bulunmuyordu. Hava sahasının Rusya’ya açılması ile YPG’yi korumakla görevli Rus askerlerinin üstünde Rus uçakları uçabilmeye başladı(13).
Türkiye’nin karşılaştığı bu stratejik engellemeler bağlamında SİHA’lar bir ara formül ve bir ara formül olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim kara harekâtı kararı alınmadığı ve savaş uçakları ile hava harekâtları icra edilemediği bir ortamda SİHA operasyonları, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçları bağlamında önemli bir alternatif oluşturmaktadır. Ekim ayında düzenlenen SİHA operasyonları bu açıdan çok ciddi ve önemli bir örneklik teşkil etmiştir. Amerikan Ordusunun Merkezî Kuvvetleri (CENTCOM) tarafından düşürülen Türk SİHA’sı(15) ve ona rağmen artarak devam eden SİHA operasyonları bunun bir göstergesi olmuştur(16).
Stratejik engellerin olduğu ve dünyanın en büyük iki askerî gücünün, YPG’yi korumak için işbirliği yaptığı bir ortamda, Türkiye SİHA’lar ile adeta savunmada bir açık bulmaktadır. Bu açıktan faydalanarak YPG’yi korumak için sağlanan şemsiyeyi delmektedir. Ancak bu deliğin, Suriye sahasında stratejik bir değişim yaratabilecek kadar büyük olmadığı da gözlemlenmektedir.
Aslında bakıldığında, Türkiye’nin benzer bir yaklaşımla stratejik değişim oluşturduğu başka bir örnek bulunmaktadır. Türkiye’nin 2020 yılında İdlib bölgesinde düzenlediği Bahar Kalkanı Harekâtı, SİHA’lar ile icra edilmiş ve Suriye’deki tüm stratejik ve askerî dengeleri değiştirmiştir(17). YPG bağlamında benzer bir stratejik değişimin olmamasının sebebi SİHA’ların kullanımının iki örnekte farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bahar Kalkanı Harekâtında, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Millî İstihbarat Teşkilatı desteğiyle geniş bir kapsamlı SİHA harekâtı icra edilmiştir. Ancak bu raporda ele alınan SİHA operasyonları (Ekim ayı haricinde) kısıtlı ölçekli ve dekapitasyona dayalı SİHA operasyonlarıdır.

Sonuç

Türkiye’nin Suriye’de düzenlediği 182 SİHA operasyonları incelendiğinde ilk öne çıkan olgu, bu hareket tarzının Ağustos 2021’de uygulamaya sokulduğu ve bu bağlamda çok önemli bir yenilik olduğudur. Nitekim Ağustos 2021 öncesinde, Türkiye’nin YPG’ye karşı angajmanları ya zamansal olarak ya da derinlik olarak sınırlıydı. Türkiye, atış destek vasıtaları ile sınırlı derinlikte ve sınırlı güçte fakat düzenli operasyonlar yürütebilmekteydi. Diğer yandan ise Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı ve Bahar Kalkanı Harekâtı ile sınırlı süreli ama kapsamlı operasyonlar yürütmekteydi. 2019 yılında Türkiye karşısında oluşan Rus – Amerikan işbirliği sonucunda yeni bir kara harekâtı düzenlenmemiş ve YPG yaklaşık iki yıllık bir süre boyunca düzenli ve derinlikte bir askerî tehditle karşı karşıya kalmamıştır. SİHA operasyonları ile örgütün ‘güvenli bölgesi’ delinmiştir.
SİHA operasyonlarının yoğunluğuna bakıldığında ise giderek artan bir ortalama aylık sayısı ile karşı karşıya kalınmaktadır. İlk sene aylık 2,42 ortalaması, ikinci sene 7,25’e ulaşmış ve son sene bu ortalama 15,75’e çıkmıştır. Ankara’daki terör saldırısının ardından sadece sayısal anlamda ciddi bir artış yaşanmamış fakat örgüt lider kadrosunun yanında, örgütün kontrolündeki stratejik yerler de hedef alınmıştır. Hedef alınan bölgelere bakıldığında SİHA operasyonlarının aynı anda hem Amerikan hem de Rus etki alanının içinde kalan bölgelerde olduğunu ve aynı anda dünyanın iki en büyük askerî gücü tarafından kontrol edilen hava sahasında icra edildiği göze çarpmaktadır. Operasyonların %52’si Amerikan etki alanında, %46’sı ise Rus etki alanında gerçekleşmiştir.
Hedef alınan örgüt üyelerinin uyruğuna bakıldığında ise açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre hedef alınanların %81’i Suriye uyrukludur. Ancak örgüt tarafından Türkiye, Irak ve İran uyrukluların kimlikleri veya uyruğu açıklanmadığından, gerçekte hedeflerin yarısından biraz fazlasının Türk, Irak ve İran uyruklu olduğu tahmin edilebilmektedir.
Türkiye’nin Suriye’deki SİHA operasyonları, taktiksel anlamda çok önemli ve ciddi bir kazanımı temsil etmektedir. YPG’nin Suriye’deki ‘güvenli bölgesini’ delen SİHA operasyonları, örgütü Suriye sahasındaki hareket tarzını değiştirmeye zorlamıştır ve örgüt içerisindeki emir – komuta zincirini sekteye uğratmıştır. Örgüte yönelik Irak hattında da uygulanan dekapitasyon stratejisi Suriye’ye de uzanmıştır. Dekapitasyon sürecine ilaveten, SİHA operasyonları ile örgüte karşı ‘cezalandırma’ imkânı elde edilmiştir. YPG’nin kontrolündeki petrol havzaları ve enerji altyapısının hedef alındığı SİHA operasyonları, Irak’ın kuzeyindeki F-16 bombardımanına göre etki – maliyet dengesi açısından daha etkin bir cezalandırma yöntemi olmuştur.
Taktiksel anlamda SİHA operasyonları her ne kadar önemli olsa da stratejik anlamda Türkiye karşısında YPG’yi koruyan Amerikan – Rus işbirliği bozulmamıştır ve Suriye sahasındaki dengelerde belirgin bir değişiklik meydana gelmemiştir. Örneğin; Bahar Kalkanı Harekâtı esnasında icra edilen SİHA operasyonlarına kıyasla YPG’ye karşı düzenlenen SİHA operasyonları, Suriye’de bir stratejik değişime ve dönüşüme yol açmamıştır.


([1])Türkiye’s Enemy Killed in Action (EKIA) Dataset verileri: İçişleri Bakanlığı ve TSK açıklamaları ile ana akım medyada yer alan terörle mücadele operasyonlarında ölü olarak ele geçirilen teröristlerin kimlik bilgileri ve operasyon detayları 14 farklı parametreye göre sınıflandırılmıştır. Sibel Düz tarafından koordine edilen çalışma açık verilere dayanmakta olup, “Türkiye’s Disposition Matrix” adlı proje kapsamında geliştirilmeye devam edilmektedir. Veri toplama sürecinde Elif Cerrahoplu ve Mehmet Salah Devrim katkıda bulunmuştur.

([2])TRT Haber, “Ankara'da bombalı saldırı girişimi”, 1 Ekim 2023,https://bit.ly/3vdHSek (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([3])Necdet Özçelik, “PKK-PYD Çekişmesinde Konjonktürel Pragmatizm: KCK ve Neo-KCK Tartışması”, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, 7 Mayıs 2023, https://bit.ly/3TZlsYP (Erişim tarihi: 26 Aralık 2023)

([4])BIANET, “Syrian Democratic Council calls for international action against Turkey’s strikes”, 10 Ekim 2023,https://bit.ly/48bpCRl(Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([5])Can Acun, “MİT, Seçimler ve PKK”, Mayıs 2023,https://bit.ly/4aKr5js(Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([6]) Oytun Orhan, “GÖRÜŞ - Türkiye'nin Suriye'de terör örgütü PKK/YPG'ye karşı operasyonları: Hedefler, sonuçlar ve beklentiler”, Anadolu Ajansı, 10 Ekim 2023, https://bit.ly/4awFGyK (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([7])Can Acun, “MİT, Seçimler ve PKK”, Mayıs 2023, https://bit.ly/4aKr5js (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([8]) Oytun Orhan, “GÖRÜŞ - Türkiye'nin Suriye'de terör örgütü PKK/YPG'ye karşı operasyonları: Hedefler, sonuçlar ve beklentiler”, Anadolu Ajansı, 10 Ekim 2023, https://bit.ly/4awFGyK (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([9])Ömer Özkızılcık, “After the death of six Turkish soldiers yesterday and another six today in northern #Iraq, Turkish airforce bombed 29 sites of the #PKK/YPG in nortern #Syria and Iraq. This is the first time, Türkiye bombing the #YPG over developments in Iraq. The political message: PKK=YPG.”, Twitter, 23 Aralık 2023,https://bit.ly/48wuMas (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([10]) North Press Agency, “US president extends emergency over Turkey’s offensive in NE Syria”, 13 Ekim 2023, https://bit.ly/3TI1G3I (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([11]) Yeni Şafak, “Rusya Suriye hava sahasını yıllar sonra ilk kez Türkiye'ye açtı”, 20 Kasım 2022, https://bit.ly/3tyS5S4(Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([12]) Büşra Aksu, “Rusya İran’ı Dengelemek İçin İsrail Saldırılarına Alan Açıyor”, 18 Ocak 2022, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, https://bit.ly/3tyA4mW (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023).

([13]) GDH, “Rusya Suriye’de yeni bir harekatı neden ve nasıl engellemeye çalışıyor”, 16 Haziran 2022, https://bit.ly/3NJ2aCO (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([14]) Ömer Özkızılcık, “What does CENTCOM gain by helping Russia in Syria?”, TRT World, 28 Ekim 2021, https://bit.ly/3NGzQkw (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([15]) Idrees Ali ve Huseyin Hayatsever, “US jet shoots down Turkish drone in Syria, Pentagon says”, Reuters, 6 Ekim 2023, https://bit.ly/3vhRbKm (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([16])Yücel Acar, “Suriye’nin Kuzeyinde Düşürülen SİHA ve Hukuki Değerlendirmeler”, SETA, 7 Ekim 2023, https://bit.ly/47j16g3 (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)

([17]) Ömer Özkızılcık, “Can drones save lives?”, TRT World, 25 Şubat 2021, https://bit.ly/48uyWQ2 (Erişim tarihi: 25 Aralık 2023)


Kategori Raporlar
Çarşamba, 20 Aralık 2023 16:11

Gazze’nin Suriye’ye (Olası) Yansımaları

Giriş

İsrail’in Gazze ve Batı Şeriya’ya yönelik politikaları ve Hamas’ın 7 Ekim tarihinde düzenlediği saldırı sonrasında, İsrail’in Gazze’ye yönelik ağır bombardımanı ve saldırıları başlamıştır. Daha sonrasında kara harekâtına dönüşen saldırının bölgesel etkileri ve yansımaları merak konusudur. Savaşın ilk günlerinde çatışmanın tüm Ortadoğu’ya yansıması endişesi bulunuyorken Suriye’yi ve Suriye’deki savaşı da nasıl etki edeceği merak ediliyordu.

Bu rapor Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’ye yansımalarını ve gelecekteki etkilerini ele alacaktır. Bu bağlamda öncelikle askerî boyutta İran destekli Şii milisler ile İsrail ve yine İran destekli Şii milisler ile ABD arasındaki gerilim ele alınacaktır. Daha sonra ise diplomatik ve siyasî seviyede, Gazze’nin Esed rejiminin normalleşme sürecine yönelik etkisi ortaya konulacaktır. Son tahlilde ise geleceğe yönelik bir projeksiyon olarak Gazze sonrası dönemde Suriye’de ABD, İsrail ve Arap devletleri tarafından İran karşıtı politikaların uygulanıp uygulanmayacağı, uygulanırsa nasıl uygulanabileceği analiz edilecektir.

İsrail, ABD ve İran Üçgeninde Kontrollü Eskalasyon

Hamas’ın 7 Ekim tarihinde İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve akabinde yaşanan İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız saldırısı, tüm bölgede gerilimi artırmış ve eskalasyon dediğimiz adım adım tırmanan bir gerilime yol açmıştır. 7 Ekim öncesinde var olan, fakat düşük yoğunluklu seyreden bazı çatışma dinamikleri alevlenmiştir. İsrail – Lübnan sınırındaki ve Irak’taki gerilimin yanında Suriye’de de bazı gelişmeler ve olaylar yaşanmıştır. Temel olarak özetlenecek olursa İsrail, ABD ve İran üçgeninde iki ayrı cephede kontrollü bir eskalasyon yaşanmıştır. Birinci cephe İsrail ile İran destekli Şii milisler arasındaki yükselen gerilimdir. İkinci cephe ise ABD ile İran destekli Şii milisler arasında yaşanan gerilimdir.

İsrail – İran Destekli Şii Milisler Cephesi

7 Ekim olayının akabinde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları başlamıştır. Özellikle ilk günlerde İsrail bombardımanının nereye varacağı ve İsrail’in hedefinin ne olduğu bilinmemekteydi ve çatışma alevinin Lübnan ve Suriye’ye sıçraması olasılıklar arasında sayılıyordu. Bu bağlamda Suriye’de bulunan başta Hizbullah olmak üzere İran destekli Şii milislerin İsrail’e yönelik saldırıları olmuştur. Özellikle İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepeleri milislerin ana hedefindeydi. 10 Ekim tarihinde Suriye’den İsrail’e doğru saldırılar başlamış ve azalan bir yoğunlukta günümüze kadar devam etmiştir. İran destekli Şii milisler tarafından yapılan saldırılarda temelde üç farklı saldırı yöntemi benimsenmiştir. En çok öne çıkan yöntem havanlar ile yapılan saldırılardır. Bu saldırılar askerî olarak çok sınırlı etkiye sahip olsalar da özellikle sembolik olarak önemlidir. İkinci en çok kullanılan yöntem ise roket saldırıları olmuştur. Roketler ile yapılan saldırılar askerî olarak daha etkin ve tehlikeli olsalar da İran destekli Şii milislerin kullandıkları silahların İran’ın envanterinde olan roketler arasında daha düşük kalibreli ve menzilli olanlarıdır. Kullanılan üçüncü saldırı yöntemi ise dronlar ile düzenlenen saldırıdır. Bilindiği üzere, İran destekli Şii milislerin çok güçlü bir dron saldırı kapasitesi bulunmaktadır. Örneğin; Yemen’deki Husiler’in Suudi Arabistan’a yönelik düzenledikleri saldırılar(1) .veya Irak’taki Haşdi Şabi unsurlarının Erbil Havaalanı’na karşı düzenlediği dron saldırıları(2). dikkat çekmiş ve önemli ölçüde etki de göstermişlerdir. İran destekli Şii milislerin dron kullanım kabiliyetine ilaveten, Suriye sahasında dron kullanımı çok yaygın ve etkin olarak kullanıldığı bilinen bir olgudur. 5 Ekim tarihinde kimliği belirsiz dronlar Humus’taki askerî okulda düzenlenen mezuniyet törenini hedef almış ve 10’u albay rütbesinde olmak üzere onlarca kişinin hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmıştır(3). İran destekli Şii milislerde benzer ve belki de daha gelişmiş bir kapasite bulunmaktadır. Ancak İsrail’e yönelik düzenlenen dron saldırısı bir okulu hedef aldığı için askerî manada ‘mesaj’ ve ‘uyarı’ haricinde bir değeri bulunmamaktadır.

Tarih Hedef Alınan Yer Saldırı Yöntemi Sorumlu Aktör Not
10 Ekim İsrail - İran Destekli Şii Milisler İsrail, "Suriye'den İsrail'e yönelik bir dizi saldırının tespit edildiğini" ve buna karşılık verildiğini açıkladı.
14 Ekim İsrail Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, Suriye'den atılan iki roketin açık alana düştüğünü ve buna kendisinin de topçu ateşi ile karşılık verdiğini bildirdi.
24 Ekim İsrail’in kuzeyi Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, Suriye'den iki roket saldırısı gerçekleştirildiğini ve buna yanıt olarak topçu ateşi açtığını bildirdi.
28 Ekim Golan Tepeleri Hava Saldırısı İran Destekli Şii Milisler Golan Tepelerine yönelik bombardımana yanıt olarak İsrail’in, Suriye'nin güneyindeki Kuneytra bölgesindeki Esed rejimi karakollarına ve İran destekli Şii milis mevzilerine saldırı düzenlediği bildirildi.
29 Ekim İsrail Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, roket atışlarına yanıt olarak Suriye topraklarındaki askerî altyapıyı vurduğunu duyurdu.
9 Kasım İsrail, Eilat'ta bir okul Dron Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, Suriye'den gelen bir İHA'nın Eilat'ta bir okulu vurmasına tepki olarak İsrail Silahlı Kuvvetlerinin saldırıyı gerçekleştiren örgütü vurduğunu bildirdi.
11 Kasım Golan Tepeleri Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, Golan Tepelerine atılan ve açık bir alana düşen iki rokete yanıt olarak Suriye'deki hedeflere topçu ateşi açıldığını doğruladı.
14 Kasım Golan Tepeleri Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler İsrail, Golan Tepelerine atılan iki rokete mütekabiliyet olarak Dera’nın batı kırsalına topçu ateşi açtığını belirtti.
3 Aralık Golan Tepeleri Roket Saldırısı İran Destekli Şii Milisler Golan Tepelerine atılan roketlere mütekabiliyet olarak İsrail’in Şam’ın güney kırsalına ve Kuneytra bölgesine yönelik topçu ateşi açtığını belirtildi.

 

Tablo 1 İran Destekli Şii Milislerin İsrail'e Yönelik Saldırıları

Her ne kadar Suriye’de İran destekli Şii milisler Gazze’deki gerginliğe tepki olarak İsrail’i hedef alsa da İsrail’in 7 Ekim öncesinden beri zaten devam eden bir bombardıman stratejisi bulunmaktaydı. Bu strateji 7 Ekim tarihinden sonra durmamış, tam aksine daha da güçlenmiştir. Hatta İran destekli Şii milisler İsrail’i hedef almadan önce, İsrail hava kuvvetleri 9 Ekim tarihinde Irak ile Suriye arasındaki Elbu Kemal bölgesini bombalamıştır. Bilindiği üzere, Elbu Kemal İran’ın Lübnan’a kadar uzanan kara ikmal hattının Irak-Suriye arasındaki yegâne geçiş noktasıdır. İsrail’in bu bombardımandaki amacı İran’ın ikmal hattını sekteye uğratmak olduğu düşünülmektedir.

İsrail, İran’ın ikmal hattını kesmek veya sekteye uğratmak amacıyla bir dizi hava saldırısı daha düzenlemiştir. Kara ikmal hattına ilaveten hava ikmal hattını da sekteye uğratmak adına Halep Havaalanı ve Şam Uluslararası Havaalanı toplam altı kez hedef alınmıştır. İsrail hava kuvvetlerinin bombardımanları sonucunda iki havaalanı geçici süreliğine de olsa kullanılamamış ve uçuşlar durmuştur. İsrail’in ikmal hatlarına karşı düzenlediği hava saldırılarına ilaveten, bazı askerî noktaların da bombalandığı görülmüştür. Özellikle Golan Tepelerine yakın Dera bölgesinde aralarında radar istasyonun da olduğu bazı askerî noktalar hedef alınmıştır. İlaveten Şam ve çevresinde cephenin arkasında bulunan askerî hedefler de bombalanmıştır. Hava harekâtları ile hedef alınan diğer bir nokta ise Lazkiye olmuştur. Esed rejiminin hava savunma kabiliyetini hedef alan bu saldırı, İsrail’in Suriye’de daha rahat hava harekâtları icra etmesi için olduğu değerlendirilmektedir.

Hava harekâtlarına ilaveten İsrail’in Suriye topraklarındaki İran destekli Şii milisleri topçu sistemleriyle hedef aldığı görülmektedir. Dera bölgesindeki hedefler topçu sistemleri ile bombalanmıştır. Özellikle Dera bölgesine yönelik İsrail bombardımanı dikkat çekicidir. Nitekim 2018 yılında Rusya’nın arabuluculuk yaptığı uzlaşı anlaşmaları sonucunda Esed rejimi, Dera bölgesindeki ÖSÖ güçlerini pasifize etmiş veya uzlaşı anlaşmalarına razı etmişti(4). Bu dönemde İsrail ile Rusya arasında yoğun bir görüşme trafiği olmuş ve Rusya, İran ve İran destekli Şii milislerin Dera vilayetine girmesine müsaade etmeyeceği yönünde garanti verdiği kamuoyuna yansımıştı(5)

Tarih Hedef Alınan Yer Saldırı Yöntemi Sorumlu Aktör Not
9 Ekim Irak-Suriye sınırındaki Elbu Kemal kasabası Hava Saldırısı İsrail
10 Ekim Kuneytra’ya bağlı Sisvan ve Sariya Sayda köyleri ile El Cumo Tepesi Topçu Atışı İsrail Hizbullah tarafından Golan Tepelerine havan atılması üzerine gerçekleşti.
12 Ekim

Şam Uluslararası Havaalanı

Halep Havaalanı

Hava Saldırısı İsrail
13 Ekim Şam ve güneyi İHA Uçuşu İsrail İsrail’e ait İHA’lar Şam ve güneyinde uçuş gerçekleştirdi.
14 Ekim Dera’ya bağlı Sahım El Golan bölgesindeki Ayn Zakar köyü Topçu Atışı İsrail Hizbullah’a bağlı Filistinli güçlerin Golan Tepelerine havan atması üzerine gerçekleşti.
14 Ekim Halep Havaalanı Hava Saldırısı İsrail
15 Ekim Dera’ya bağlı Sahım El Golan bölgesi Topçu Atışı İsrail Hizbullah’a bağlı Filistinli güçlerin Golan Tepelerine havan atması üzerine gerçekleşti.
16 Ekim Şam Hava Savunma Sistemi Esed Rejimi İsrail’e ait İHA, rejim hava savunma sistemleri tarafından düşürüldü.
19 Ekim Şam Hava Savunma Sistemi Esed Rejimi İsrail’e ait dron, rejim hava savunma sistemleri tarafından düşürüldü.
22 Ekim

Şam Uluslararası Havaalanı

Halep Havaalanı

Hava Saldırısı İsrail
24 Ekim Dera’ye bağlı Havd El Yermük bölgesinde Abden ve Camle köyleri arasında bulunan Abden Askerî Kışlası Füze Saldırısı İsrail Golan Tepelerinin füzeler ile hedef alınmasının üzerine gerçekleşti. İsrail’in toplam yedi füze attığı belirtildi.
25 Ekim Dera’ya bağlı Karfa kasabasındaki Radar Üssü ve İzra kasabasındaki 12’nci Tümen Hava Saldırısı İsrail İsrail, hava saldırısına müteakip bölgeye uyarı bildirileri attı. Bildiride “Suriye ordusunun komutanları ve mensuplarına göre, Filistinli terörist gruplar Suriye topraklarından İsrail topraklarına roket atmaya devam ediyor. Suriye topraklarından gerçekleştirilen sabotaj eylemlerinin tüm sorumluluğu Suriye ordusu komutanlarına, özellikle de 112. Tugay komutanına aittir. İsrail devletine yönelik her sabotaj eylemi demir yumrukla karşılanacaktır” denildi.

25 Ekim

Halep Havaalanı Hava Saldırısı İsrail
30 Ekim Dera'daki iki askerî nokta Hava Saldırısı İsrail İsrail, Lübnan ve Suriye’den gelen saldırılara yanıt verdiğini duyurdu.
8 Kasım Lübnan'ın Baalbek bölgesi yönünden, Suriye'nin güneyindeki bazı askerî noktalar Hava Saldırısı İsrail
11 Kasım Suriye ve Lübnan Hizbullah’a ait bir atış rampası ve askerî mevzi Hava Saldırısı İsrail İsrail hava kuvvetleri, Suriye’deki saldırının Golan Tepeleri yönünden gelen saldırıya yanıt olarak düzenlendiğini; Lübnan’da ise Hizbullah’ın hedef alındığını duyurdu.
12 Kasım Dera’ya bağlı Nava bölgesindeki 112. Mekanize Tugay Birliği Hava Saldırısı İsrail Golan Tepelerine yönelik bombardımandan sorumlu komutanın hedef alındığı belirtildi.
17 Kasım Şam ve çevresi Hava Saldırısı İsrail Yerel saatle 02.25'te Şam çevresindeki bazı bölgelere hava saldırısı düzenledi.
19 Kasım Lazkiye Hava Saldırısı İsrail İsrail'in Lazkiye'deki hava savunma mevzilerini vurduğu belirtildi.
22 Kasım Şam ve çevresi Hava Saldırısı İsrail Şam’a bağlı Madamiye el Kalamun ve Katife bölgelerindeki İran destekli Şii milis üsleri hedef alındı. Ayrıca Hz. Zeynep’in türbesinin yakınlarındaki bir İran destekli Şii milis üssü bombalandı. Bombardımanda İran destekli Şii milisler ile beraber çalışan dört Suriye vatandaşı hayatını kaybetti.
2 Aralık Şam Hava Saldırısı İsrail Hz. Zeynep’in türbesinin yakınlarındaki İran destekli Şii milis üssü yeniden hedef alındı.
6 Aralık Kuneytra İHA Uçusu İsrail İsrail’e ait İHA’ların Kuneytra bölgesinin üstünde uçuş gerçekleştirdiği aktarıldı.

Tablo 2 İsrail'in Suriye'ye Yönelik Saldırıları

ABD – İran Destekli Şii Milisler Cephesi

Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’ye doğrudan yansımasının ikinci bir boyutu da ABD ile İran destekli Şii milisler arasındaki cephede olmuştur. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ve ABD’nin İsrail’e olan desteğine bir cevap olarak Suriye ve Irak hattında birçok Amerikan üssü İran destekli Şii milisler tarafından hedef alınmıştır. Saldırıların çoğunluğu Irak sathındayken, Suriye’de de Amerikan askerî üsleri İran destekli Şii milislerin hedefine girmiştir. Bilindiği üzere 7 Ekim tarihinden önce de Amerikan askerleri ile İran destekli Şii milisler arasında Suriye hattında bazı gerilimler ve karşılıklı saldırılar yaşanmaktaydı. Var olan mevcut gerilim Gazze ile beraber daha fazla alevlenmiş ve zamanla eski eskalasyon seviyesine doğru geri düşmüştür.

İran destekli Şii milisler tarafından Irak’tan daha çok Suriye’deki Amerikan askerleri hedef alınmıştır. 18 Ekim ile 5 Aralık tarihi arasında düzenlenen 93 saldırıdan 42’si Irak’taki Amerikan üslerini, 51’i de Suriye’deki Amerikan varlığını hedef almıştır. Irak’taki İran destekli Şii milis varlığı daha güçlü olmasına, Amerikan askerî varlığının sayı ve üs olarak daha çok olmasına ve Amerikan üslerinin coğrafi olarak daha kolay hedef alınabilecek yerlerde olmasına rağmen saldırılarda Suriye’nin öne çıkması dikkat çekmiştir.

İran Destekli Şii Milisler Tarafından Hedef Alınan Amerikan Üsleri
El Esed Üssü, Irak 26 El Ömer Petrol Tesisi, Suriye 12
Harir Üssü Irak 8 Rumeylan Hava Üssü, Suriye 5
Erbil Havaalanı, Irak 7 Şedadi, Suriye 9
‘Yeşil Bölge’, Irak 1 Malikiye, Suriye 1
Tenef, Suriye 7 Konoko, Suriye 10
Tel Baydar, Suriye 3 ‘Green Village’, Suriye 4

Tablo 3 İran Destekli Şii Milislerin Amerikan Üslerine Yönelik Saldırıları

İran destekli Şii milislerin Amerikan üsleri ve askerlerine yönelik saldırılarına karşın Amerikan hava kuvvetleri dört ayrı tarihte Suriye ve Irak’taki İran destekli Şii milis varlığını hedef almıştır. ABD’nin hava saldırılarına ilaveten, ekonomik ve diplomatik olarak da adım atılmıştır. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanlığı Ketaib Seyyid el Şuheda grubunu ve onun liderini terör örgütleri listesine eklemiştir(6) Amerikan Hazine Bakanlığı ise Irak’taki Ketaib Hizbullah’la ilintili altı kişiyi yaptırım listesine dâhil etmiştir(7). 

Tarih Hedef Alınan Yer Saldırı Yöntemi Sorumlu Aktör Not
27 Ekim Suriye, Deyrizor Hava Saldırısı ABD Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı.
30 Ekim Suriye, Deyrizor Topçu Atışı ABD Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı.
8 Kasım Suriye, Deyrizor Hava Saldırısı ABD Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı.
9 Kasım Suriye, Deyrizor Topçu Atışı ABD Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı.
13 Kasım Suriye, Deyrizor (ElbuKemal ve Mayadin) Hava Saldırısı ABD Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı.
20 Kasım Irak, Anbar Helikopter Saldırısı ABD Irak’ın Anbar bölgesindeki Ketaib Hizbullah hedef alındı.
20 Kasım Irak, Curf el Sakr Hava Saldırısı ABD Irak’ın Curf el Sakr bölgesinde Ketaib Hizbullah hedef alındı.
3 Aralık Irak, Kerkük (Dibis) Hava Saldırısı ABD Irak’ın Kerkük bölgesindeki Dibis’te bulunan saldırı hazırlığındaki Hareket Hizbullah el Nüceba hedef alındı.

Tablo 4 ABD'nin İran Destekli Şii Milislerine Yönelik Saldırıları

Her ne kadar Amerikan hava saldırıları sayısal anlamda sınırlı olarak görülse de sonuç olarak başarılı olduğu görülmektedir. Nitekim Amerikan hava saldırıların akabinde hem Suriye’de hem de Irak’ta Amerikan askerlerine yönelik saldırılarda azalma olmuştur ve 7 Ekim tarihi öncesi eskalasyon seviyesine geri dönülmüştür.

Şekil 1 İran Destekli Şii Milislerin Amerikan Üslerine Yönelik Saldırıları

Kontrolsüz Eskalasyon Riski ve Sınırlandırma Çabaları

7 Ekim olayının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtı gerçekleştirmesi bekleniyordu ve uluslararası kamuoyunda İsrail’in Gazze’ye girmesinin bölgesel bir çatışma dinamiğine yol açabileceği ve yangının tüm Ortadoğu’ya yayılabileceği endişesi hâkimdi. Bu bağlamda ilk beklenti, İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı düzenlemesiyle beraber Lübnan ve Suriye üzerinden ikinci bir cephenin açılması ve Hizbullah’ın savaşa müdahil olması yönündeydi. İsrail’in Gazze’ye kara harekatı eskalasyon merdiveninde bir basamak yukarısına işaret ederken bu basamaktan sonra da ikinci cephenin açılması ve hatta Batı Şeria’nın da buna dahil olması öngörüsü bulunuyordu. Eskalasyon merdiveninde basamaklar birer birer çıkılırken daha sonra Suriye ve Irak hattında İran destekli Şii milisler ile Amerikan askerleri arasında yeni bir eskalasyon seviyesine ulaşılma tehlikesi bulunuyordu. Bu tehlike karşısında, ABD İsrail’den kara harekâtı tarihini ertelemesini rica etti ve o arada bölgeye yeni hava savunma sistemleri konuşlandırdı.

Söz konusu böyle bir eskalasyon, Suriye’deki dengeleri de kökten değiştirme ve Suriye’deki görece durağanlığı bozma tehlikesi bulunuyordu. Ancak hem ABD hem de İran tarafından uygulanan caydırıcılık üzerine kurulu sınırlandırma stratejisi başarılı olmuş ve kontrolsüz eskalasyon engellenmiş, kontrollü eskalasyon üzerinde mutabık kalınmıştır. Bu bağlamda ABD’nin Doğu Akdeniz’e konuşlandırdığı uçak gemileri önemli bir etki oluşturmuştur. İran’ın ise Amerikan üslerine ve İsrail’e yönelik düzenlediği saldırıların boyutu yukarıda da belirtildiği üzere ‘uyarı’ niteliğini geçmemiştir. Kapsamlı ve eskalasyonu kontrolsüz bir yöne sürükleyecek saldırılar gerçekleşmemiştir. İran’ın bu stratejisi ile beraber ABD’nin sınırlı hava saldırıları düzenleme ve caydırıcı güç konuşlandırma stratejisi ile birleşince, kontrollü gerilim dönemine girilmiştir. Kontrolsüz gerilim riski devam etse de en azından şimdilik ABD’nin ve İran’ın sınırlandırma adımları başarılı olmuştur. Bu bağlamda Hamas lideri İsmail Haniye ile Ayetullah Ali Hameney arasında yapılan görüşmede, Hamaney’in İran’ın savaşa girmeyeceğini ve Hamas’ın 7 Ekim saldırısını İran ile koordine etmediğini belirtmesi önemli bir detay olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Şekil 2 2023'te İran ve İran Destekli Şii Milis Varlığı, İsrail'in Hava Saldırıları ve Amerikan Üslerine Yönelik Saldırılar, Hazirlayan: Navar Şaban

ABD ve İran arasındaki bu kontrollü eskalasyon, aslında bir yeni tecrübe değildir. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yaptığı açıklamadan anlaşılacağı üzere, İran ile ABD arasında başarılı bir kontrollü eskalasyon tecrübesi bulunmaktadır. Nitekim İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından, İran’ın düzenlediği füze ve roket saldırıları başarılı bir kontrollü eskalasyon örneğidir.

Arap Dayanışması ve İnsanî Yaklaşım Arasında Esed Rejimi

Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’de oluşturduğu diğer bir etki ise Esed rejimi bağlamında yaşanmıştır. Esed rejiminin normalleşme süreci Şubat ayında yaşanan deprem akabinde Suudi Arabistan’ın pozisyon değiştirmesiyle hızlı bir ivme kat etse da sonraki gelişmelerin Şam’ın beklentilerinin altında kaldığını belirtmek mümkündür. İlk dönemki hızlı normalleşmenin ardından, Arap devletleri Şam’ın beklentilerini karşılanmadığından dolayı süreci ciddi anlamda yavaşlatmışlardır. Sürecin sonucunda somut bir değişiklik olmamış ve Arap devletleri, Esed rejimine sunduğu diplomatik meşruiyetin ötesine adım atmamıştır.

İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız saldırıları, diplomatik anlamda Esed rejimi için önemli bir fırsat oluşturmuştur. Riyad’ta düzenlenen ortak İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi zirvesine Beşar Esed davet edilmiş, aile fotoğrafında yer almış ve zirve esnasında konuşma yapmıştır. Böylelikle 12 yılın ardından ilk defa bazı devlet başkanları ile bir araya gelmiştir. Esed rejiminin bu zirveye davet edilmesi, uluslararası bir platform bağlamında en önemli katılım olmuştur. Her ne kadar Suriye’yi temsilen Esed rejimi Dışişleri Bakanı, Birleşmiş Milletler toplantılarına katılsa da bu zirve hem Beşar Esed’in katılımı hem de aile fotoğrafı ve ortak alanda yapılan konuşmalar sebebiyle en önemli katılım olmuştur.

Esed rejimi açısından katılım çok önemli olsa da Filistin meselesi, İslam İşbirliği ve Arap Ligi açısından bir ikilem yaratmıştır. Zirve esnasında İsrail’in sivillere yönelik saldırılarını eleştiren Beşar Esed, böylelikle zirvenin insanî yaklaşım argümanını gölgede bırakmıştır. Nitekim sivil kayıpların ana eleştiri konusu olduğu zirveye, İsrail’den sayıca çok daha fazla sivili öldüren bir rejim dâhil edilmiştir. İsrail’in Gazze’de yola açtığı sivil katliamı kınamak ve insanî ateşkes çağrısı için toplanan zirvenin, Suriye’de varil bombaları ve hatta kimyasal silah kullanan Beşar Esed’i davet etmesi bir etik çıkmaz olarak algılanmıştır.

Zirvedeki bu durum, aslında Esed rejiminin normalleşme sürecine ışık tutmaktadır. Arap devletleri ‘Arap dayanışması’ adı altında Esed rejimi ile Gazze’deki durumu görüşmektedirler. Ancak bu görüşme trafiği de Arap devletlerinin İsrail’e yönelik eleştirilerinin altındaki vicdanî ve insanî argümanları boşaltmaktadır. Böylelikle eleştiriler ‘insanî’ yaklaşımdan çıkarılıp, ‘İsrail karşıtlığı’ olduğu argümanıyla ekarte edilebilmektedir. Nitekim zirvenin hassasiyeti sivil kayıp iken, çok daha fazla sivilin öldürülmesinden sorumlu Esed rejiminin davet edilmesi söylemsel ve etik düzeyde bir yumuşak karın oluşturmaktadır.

Esed rejimi ve onun uluslararası alanda normalleşmesi ile dolaylı olan bir konu başlığı olarak; Gazze’de yaşanan insanî dram aynı zamanda Suriyeli sığınmacılar noktasında kamuoyunda olan algıyı da etkilemiştir. Filistin halkı ile olan insanî dayanışma, Suriyeli sığınmacılar bağlamında ilk yıllarda oluşan dayanışmayı kamuoyu nezdinde hatırlatmış ve insani argümanlar güçlenmiştir. Gazze ve Filistin meselesi gündemdeyken Suriyeli sığınmacıların varlığına yönelik eleştiriler kamuoyunda görünmez hale gelmiştir. Kamuoyundaki insanî hassasiyetler ve vicdanî yaklaşımlar tekrar nüksetmiştir. Ancak bu etkinin ne denli güçlü olduğu ve ne kadar sürebileceği önümüzdeki süreçte belirginleşecektir

‘Gazze’ Sonrası Dönem

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının Lübnan, Suriye ve Irak’a yansıması ve İran bağlamında bölgesel bir savaşa yol açması beklenirken ABD’nin caydırıcı hamleleri ve Hamas’ın 7 Ekim saldırısında İran ile koordineli bir saldırı düzenlememiş olması, İran’ın geri adım atmasına yol açmıştır. Her ne kadar yukarıda belirtildiği üzere kontrollü eskalasyon başarılı olmuş gibi dursa da bu İran’ın ABD ve İran için oluşturduğu potansiyel tehdidi ortadan kaldırmamaktadır. İran kendisinin tüm Şii milislere hâkim olduğunu, kontrolsüz ve irrasyonel bir aktör olmadığını ispat etmiş olsa da ‘Gazze sonrası’ dönem için bunun ne tür bir etkisi olacağı bilinmemektedir. Bir senaryo, ABD ve İsrail’in İran’ın bölgedeki varlığını kontrollü bir tehdit olarak DEAŞ ve benzeri yapıların oluşturabileceği kontrolsüz tehdide tercih etmesidir. Diğer bir senaryo ise, ABD ve İsrail’in İran’ın potansiyel tehdidini ciddiye alıp Arap devletleri ile koordineli bir şekilde Lübnan, Irak ve Suriye hattında İran karşıtı politikalar oluşturmalarıdır.

7 Ekim tarihinde önce İran karşısında var olan İsrail stratejisinin başarısız olduğu anlaşılmıştır. İsrail’in düzenlediği hava saldırıları İran’ın ikmal hattını ve güç biriktirme stratejisini sekteye uğratamadığı görülmüştür. İlaveten, Rusya’nın İran’ı dengeleyici ve sınırlayıcı bir aktör olabileceği tezi de çökmüştür. İran’ın Dera’daki yoğun varlığı bunun en net göstergesi olmuştur. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve Ukrayna savaşında İran’dan silah, mühimmat ve özellikle dron desteği alması, Suriye’de Rusya ile İran arasındaki güç dengesini bozmuştur. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, Gazze sonrasında İran karşıtı politikaların benimsenmesi daha olası görülmektedir.

İran karşıtı politikaların Lübnan, Suriye ve Irak hattında devreye sokulması, Suriye’de en çok PKK/YPG terör örgütünü etkileyecektir. Nitekim örgüt bir yandan ABD ile çalışırken diğer yandan da İran ve Rusya ile işbirliği yapmaktadır. Özellikle Tel Rıfat hattında örgütün İran destekli Şii milisler ile doğrudan bir işbirliği ve koordinasyonu bulunmaktadır. Buna ilaveten, İran’ın Suriye’deki müttefiki Rusya ve Esed rejimi 2019 yılından beri YPG’yi olası bir TSK-SMO kara harekâtına karşı korumaktadır. Örgütün İran ile olan angajmanı ve ilişkisi YPG ile sınırlı değildir. Irak hattında örgüt ile İran destekli Şii milisler arasında Sincar bölgesinde ve Mahmur Dağı bölgesinde bir beraberlik ve işbirliği bulunmaktadır. Ancak örgüt açısından belki de en önemlisi, Kandil dağların bir kısmının İran topraklarında olmasıdır. İran’ın Kandil Dağına yönelik baskı kurması ve hatta örgütün Irak’tan İran’a geçişini engellemesi, Kandil yönetimini oldukça zora sokacaktır. Nitekim Türk hava kuvvetleri Kandil Dağının Irak tarafında kalan kısımlarını bombalamaktadır. İran tarafında kalan kısım fiilî bir güvenli bölgedir.

Tüm bu ve benzeri sebeplerden ötürü, örgüt İran ile ABD arasındaki dengeyi korumak istemektedir. YPG/SDG sözde genel komutanı Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamada İran karşıtı bir koalisyonda yerel unsur olarak görev almayı istemedikleri ve Suriye sathının İran ile mücadele için kullanılmasını reddettiklerini açıklamıştır. Mazlum Abdi’nin yapmış olduğu bu açıklama Gazze sonrası örgütün araçsallaştırılması ve İran karşıtlığı üzerinden yeni bir rol biçilme olasılığını azaltmıştır. ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlamak için YPG üzerinden bir politika benimsemesi zorlaşmıştır. Anlaşıldığı üzere örgüt, İran’a olan bağımlılığı İran karşıtı koalisyonun yerel unsuru olmanın getireceği olası kazanımlara ağır basmıştır.

Eğer ABD, örgütü ikna edemez veya KCK ile Neo-KCK diye Necdet Özçelik tarafından tanımlanmış fikirsel ayrılığı ve konjektürel pragmatizm(8). yapısal ayrılığa dönüştüremezse ABD, İran karşısında YPG’yi etkin olarak kullanamayacaktır. ABD’nin YPG’yi İran karşısında kullanamaması olasılığı, ABD’nin Suriye sathında alternatif arayışlara yönelmesine yol açabilir. ABD’nin YPG’yi doğrudan olmasa da dolaylı olarak İran karşısında kullanmakla yetinip Lübnan ve Irak’a odaklanması veya daha az agresif politikaları benimsemesi bu çerçevede öne çıkabilir. Ancak İsrail’in Gazze’deki kara harekatının başarısına ve Amerikan seçimlerin sonuçlarına da bağlı olarak İran karşıtı agresif politikalar fikri öne çıkabilir.

Bu bağlamda öne çıkacak iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi Deyrizor bölgesindeki Arap aşiret güçleri üzerinden bir Arap aşiret kuşağı oluşturmaktır. İkincisi (birincisi ile bağlantılı olabilir) ise kuzeybatı ve kuzeydoğu Suriye’yi birleştirip Suriye genelinde İran ve Esed rejimine alternatif bütüncül bir yapının oluşturulmasıdır. Bu iki olasılık bağlamında Türkiye’nin ABD ile çalışma potansiyeli bulunmaktadır.

Bu bağlamda Hudson Enstitüsü tarafından yayınlanan Ocak 2023 tarihli raporda ortaya konulan model (9) veya benzeri modeller ön plana çıkabilir. Bilindiği üzere, ABD nezdinde ve özellikle Batı’daki Suriye diasporası nezdinde Türkiye’nin etki alanındaki kuzeybatı Suriye ile Amerikan etkisi altında bulunan kuzeydoğu Suriye’nin birleştirilmesi üzerinde fikir teatisi bulunmaktadır. Ancak bu tarz bir senaryonun uygulanması doğrudan Türk-Amerikan ilişkileri ile bağlantılıdır ve ABD istese bile Türkiye’nin takınacağı tavır bunda belirgin olacaktır.

Sonuç

Gazze’deki gerilim ve savaşın Suriye’ye etkileri olarak en belirgin olgu, İran destekli Şii milisler ile İsrail ve yine İran destekli Şii milisler ile ABD arasında yaşanan karşılıklı saldırılar olmuştur. İsrail ve ABD hava unsurlarını kullanarak İran destekli Şii milislere yönelik saldırılar düzenlemiştir. Ancak güdülen hedef bağlamında İsrail’in İran’ın oluşturduğu kara ve hava ikmal hattını öncelediği ve ABD’nin daha çok cezalandırıcı saldırılar düzenleyerek Amerikan üslerine yönelik saldırılardan caydırmayı arzuladığı görülmüştür. Buna karşın İran destekli Şii milislerin, İsrail ve Amerikan üslerine yönelik saldırılarında öne çıkan ortak özellik, saldırıların daha çok sembolik seviyede kalması ve mesaj niteliği taşımasıdır. İran destekli Şii milislerin daha yüksek saldırı kapasitesine sahip olmalarına rağmen, düzenledikleri saldırılarda görece küçük çaplı etkiye sahip sistemleri tercih etmeleri öne çıkmıştır. Söz konusu bu çatışma dinamiği özellikle İsrail’in Gazze’ye kara harekatı düzenlemesi ile daha da güçlenmesi beklenirken tam aksi olmuş ve İran ile İsrail ve İran ile ABD arasındaki sahadaki gerilim azalmıştır. Saldırıların seviyesinde bir azalma yaşanmıştır. Saldırılardaki azalışın ardında İran ve ABD’nin kontrollü eskalasyonu benimsemeleri ve önceki tecrübelerinden de hareketle eskalasyonu sınırlandırmayı tercih etmelerin bir sonucu olmuştur.

Gazze’nin Suriye’ye diğer bir etkisi ise Esed rejimi bağlamında görülmüştür. 7 Ekim öncesi başlayan fakat duraksamış olan normalleşme süreci 7 Ekim sonrasında iki yeni hüviyet kazanmıştır. Birincisi ‘Arap dayanışması’ adı altında Esed rejiminin yıllar sonra Riyad’taki uluslararası Gazze konferansına katılması ve dünya liderleriyle aile fotoğrafında yer alması olmuştur. İkincisi ise Gazze ve Filistin halkı ile olan dayanışmanın ve insanî duyarlılığın, Esed rejiminin Suriyelilere yönelik işlediği suçları hatırlatması ve Suriyeli sığınmacıların yaşadığı ülkelerde onlara yönelik kamuoyu algısının olumlu yöne doğru değişmesidir. Ancak bu etkinin ne denli güçlü olacağı ve ne kadar uzun süreceği bilinmemektedir.

Son olarak raporun son başlığı altında geleceğe yönelik Gazze’nin Suriye’ye olası yansımaları bağlamında İran karşıtlığı politikalar değerlendirilmiştir. Bu bağlamda öne çıkan alternatif senaryolar şöyledir:

  • İran karşıtı politikaların benimsenmemesi,
  • İran’a karşı politikaların benimsenmesi fakat Suriye ayağının oluşturulmaması,
  • İran karşıtı politikalar için Suriye’de YPG’nin araçsallaştırılması,
  • İran’a karşı Suriye’de Arap aşiretleri üzerinden yeni bir yapılanmanın kurulması veya
  • İran’a karşı kuzeybatı ve kuzeydoğu Suriye’nin birleştirilmesinin gündeme gelmesi.

Yukarıda ele alındığı üzere, ortaya konulan bu beş senaryodan hangisinin gerçekleşeceği ABD’deki seçimler, Gazze’deki savaşın gidişatı, PKK/YPG’nin tutumu ve Türkiye’nin devreye sokacağı politikalara bağlı olacaktır.


([1]) Ben Hubbard, Palko Karasz ve Stanley Reed, “Two Major Saudi Oil Installations Hit by Drone Strike, and U.S. Blames Iran”, The New York Times, 14 Eylül 2019, https://bit.ly/3t6XBet.

([2]) Al Jazeera, “Airport in Iraq’s Kurdish region hit by deadly drone attack”, 18 Eylül 2023, https://bit.ly/3RdLGnn.

([3]) Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, “Aylık Suriye Bülteni “Gazze’nin Gölgesinde Suriye” Ekim 2023”, 13 Kasım 2023, https://bit.ly/4858X1r.

([4]) Kutluhan Görücü ve Ömer Özkızılcık, “Analiz: Uzlaşıdan Kuşatmaya Dera’da Neler Oluyor?”, 14 Ekim 2023, https://bit.ly/48fSBE5.

([5]) Paul McLoughlin, “Israel and Russia team up to get rid of Iran's troops in southern Syria”, The New Arab, 1 Haziran 2018, https://bit.ly/486yLKw.

([6]) U.S. Department of State, “Terrorist Designations of Iran-aligned Militia Groups”, 17 Kasım 2023, https://bit.ly/3sWr5vH.

([7]) U.S. Department of the Treasury, “U.S. Treasury Sanctions Iran-Aligned Militias in Iraq”, 17 Kasim 2023, https://bit.ly/41c0ZBh.

([8]) Necdet Özçelik, “PKK-PYD Çekişmesinde Konjonktürel Pragmatizm: KCK ve Neo-KCK Tartışması”, 7 Mayıs 2023, https://bit.ly/3NhsYtQ.

([9]) Michael Doran ve Ömer Özkızılcık, “Escape from the Syrian Labyrinth: A Road Map”, Hudson, 13 Ocak 2023, https://bit.ly/46Nadp0.

Kategori Raporlar

Giriş

1000 yılı aşkın bir süre önce bugünkü Suriye Devletinin içinde kalan topraklara yerleşen Türkler, yüzyıllar boyunca Halep’ten Golan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır. Yüzyıllar önce bu coğrafyaya yerleşenlerin torunları Lazkiye, Şam, Golan, Halep, Hama, Humus ve Rakka başta olmak üzere Suriye’nin her yerinde kök salmıştır. Bu tarihsel gerçeklik, Türkmenleri Suriye’de yaşayan her millet veya etnik grup kadar Suriyeli yapmaktadır. Tam da bu nedenle Suriye Türkmenleri, Suriye’de protestoların ilk günlerinden itibaren gösterilere katılmış ve toplumsal muhalefetin bir parçası olmuştur. Çünkü modern dönemde ister Fransız Vesayet Yönetimi süresince isterse sonraki dönemlerde darbelerle işbaşına gelen otoriter rejimlerin idaresinde Suriye’nin en temel sorunu demokrasinin olmayışıdır.
Türkmenler, 15 Mart 2011’de başlayan olaylardan kısa bir süre sonra gösterilere katılmaya başlamışlardır. Mart ayının sonlarından itibaren Halep ve Humus olmak üzere büyük şehirlerde Türkmenlerin yoğun olduğu mahallelerde demokrasi talebiyle gösteriler düzenlenmiştir(1). Ayrıca Suriye Hükümetinin gösterileri şiddet kullanarak bastırmaya başladığı ilk günden itibaren çok sayıda sivil Türkmen hayatını kaybetmiştir. Sivil kayıpların hemen ertesinde ise başta güvenlik güçlerinde görev alanlar olmak üzere Türkmenlerin çoğu, sivillere yönelik şiddet kullanılmasına karşı çıkarak muhaliflerin tarafına geçmiştir. Bu durum Suriye Hükümetinin Türkmenlere yönelik baskısının artmasına neden olmuş ve Türkmenler diğer milletler gibi ağır bir saldırıyla karşılaşmışlardır. Suriye muhalefetinin sivil ve askerî kanadının da tanıklık edebileceği gibi Türkmenler, Suriye’nin demokratikleşmesi mücadelesinde çok erken dönemlerden itibaren ellerinden geldiğince varlıklarını ortaya koymuşlardır. Fakat Türkmenlerin, Suriye’nin bu süreçteki durumunda yerlerinin anlaşılabilmesi için üretilen çalışma sayısı maalesef fazla değildir. Bu nedenle bu rapor Türkmenlerin toplumsal, siyasal ve askerî durumları ile Suriye’nin demokratikleşmesi sürecinde oynayabileceği rolün nasıl güçlendirilebileceğine odaklanacaktır.

Suriye’de Otoriter Rejimler ve Türkmenler

Otoriter rejimler genellikle kendisinden olmayan küçük ya da büyük tüm toplulukların sesini kesme ve örgütlenme çabasını ezme eğilimindedir. Bu nedenle Suriye’de iktidarın parçası olmayan diğer tüm toplulukların yaşadığı baskıyı Türkmenler de yakından hissetmişlerdir. Bununla birlikte Türkmenlerin diğer gruplara göre önemli bir dezavantajı bulunmaktadır. Suriye’nin bağımsızlığını elde etmesinden önce dahi Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi ve Hatay Meselesi gibi sorunlar nedeniyle Suriye’deki yönetimler, Türkiye’ye şüpheyle yaklaşmışlardır. Özellikle Hatay’ın Türkiye’ye katılması Suriye siyasî fikrinde hiçbir zaman kabul görmemiştir (2). Fransız Vesayet Yönetimi altında kurulan idareler Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmezken, bağımsızlıktan sonra gelen yönetimler de Hatay Meselesini en önemli dış politika sorunlarından birisi olarak görmüştür.
Hatta Suriye’de Pan-Arap milliyetçiliğin yükselişe geçtiği 1940’ların sonlarından itibaren hangi hükümet iktidara gelirse gelsin Hatay Meselesi, Suriye’deki politik kimliklerin ve ideolojik duruşun önemli öğelerinden birisi olmuştur(3). 2000’li yılların başına kadar dalgalı bir seyir izleyen Türkiye-Suriye ilişkilerinde Hatay Meselesinin oynadığı rol, Türkiye’ye yönelik dostane olmayan düşünceleri beslemiştir. Bu durum Suriye’de Türkmenlerin yaşamına da yansımıştır. Özellikle Baas Partisi ve ardılı olan aile iktidarları döneminde Türkmenler, Türkiye’nin Suriye içindeki beşinci kolu olarak görüldüğünden Türkmenlere yönelik baskı en az diğer gruplara yöneltilenler kadar sert olmuştur(4). Yani, sınırın hemen öte yanında Türkmenlerin bir akraba devletinin bulunması onların kültürel, toplumsal veya siyasal haklarına erişmesini kolaylaştırmamış, aksine daha da zorlaştırmıştır.
Oysa Suriye Devleti henüz kurulmadan ve bağımsızlığını ilan etmeden önce Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen Türkiye Büyük Millet Meclisi daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’de Fransız Vesayet Yönetimine karşı verilen bağımsızlık mücadelesini desteklemiş olması tarihsel bir gerçekliktir(5). Ancak şu hususun altı tekrar çizilmelidir: Suriye’deki baskıcı yönetimler sadece Türkmenlerin haklarını gasp etmemiştir. Bireysel ve kolektif hakların gayrimeşru yöntemlerle şiddet kullanılarak baskı altına alınması otoriter rejimlerin doğal bir davranış biçimidir. Bu nedenle Suriye’de yaşayan aile iktidarının parçası olmayan herkes bu baskıcı politikadan nasibini almıştır. Türkmenlerin de bu baskıya uğrayan halklardan olduğunun farkında olunması bu nedenle önemlidir.

Türkmenlerin Toplumsal Yapısı

Suriye’de Türkmenlerin toplumsal yapısına dair yapılacak bir değerlendirmeden önce altı kuvvetle çizilmesi gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır. 2011 öncesi Suriye’nin toplumsal yapısı hakkında bilinen tüm olgular ve istatistikler bugün için sadece tarihsel verilerden ibarettir. İç savaş, Suriye’yi toplumsal açıdan kökten değiştirmiştir. Bugün milyonlarca Suriyeli evlerinden edilmiş, ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmış ve başka ülkelere göç etmiştir (6). Türkmenler de bu konuda istisna değildir. Bununla birlikte Suriye’de, Türkmenlerin toplumsal yapısı pek bilinmediğinden öncelikle 2011 öncesi durum özetlenecek, daha sonra güncel durum aktarılacaktır.
Tarihsel olarak Suriye’de Türkmenler beş ana bölgede yaşamaktaydılar. Güneyden kuzeye doğru hareketle beş bölge şöyle sıralanabilir:
Birincisi, Türkmenlerin Suriye’nin en güneyinde Golan Tepelerinde yaşadıkları bölgedir(7) Bu bölgeye yönelik Türkmen yerleşimi iki ayrı tarihte gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki 11. Yüzyılın sonlarında, ikincisi ise 19. Yüzyılın sonlarında yaşanmıştır. Kendilerine Golan (ayrıca Kuneytra Türkmenleri) Türkmenleri denilen bu grup, 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra İsrail’in Golan Tepelerini işgal etmesiyle yaşadıkları yerlerden çıkarak Şam’a ve banliyölerine yerleşmek zorunda kalmışlardır(8).
İkinci bölge Şam ve civarıdır. Tarihsel olarak Şam ve civarına Türkmenlerin yerleşimi 11. Yüzyılın sonlarına kadar geri götürülebilir(9). Bununla birlikte zaman içinde Şam’da yerleşik Türkmenlerin hem sayısı azalmıştır hem de bazı köklü aileler dışında kimlikleri unutulmuştur.
Suriye’de Türkmenlerin yaşadığı üçüncü bölge Humus (Hama ile birlikte) kenti ve civarında yer almaktadır. Humus, tarihsel olarak Türkmenlerin Suriye’de en eski yerleşim alanlarından birisidir. 11. Yüzyıldan itibaren bu şehirde Türkmenlerin yerleşik olduğunu gösteren kayıtlar bulunmaktadır. Hatta Memluklerin zamanından kalma belgeler üzerinde yapılan çalışmalarda doğrudan ve sadece Humus’ta yaşayan Türkmenler üzerine konulan vergilerden söz edildiği görülmektedir(10). Hatta şehrin tarihsel olarak ana kapılarından birisi Bab El Turkmen (Türkmen Kapısı) olarak adlandırılmaktaydı(11). Bununla birlikte Humus Türkmenlerinin çoğu, zaman içinde Türkçeyi unutmuşlardır. Birkaç köy dışında anadilini konuşabilen Türkmen sayısı çok azdır.
Dördüncü bölge Suriye’deki en büyük Türkmen yerleşimi olan Halep’tir. Halep Türkmenleri Lazkiye’dekilerle birlikte Türkçeyi kesintisiz olarak konuşmaya devam eden ve toplumsal kimliğini güçlü bir biçimde korumaya devam eden grup olarak tanımlanabilecektir. Diğer şehirler kadar eski bir Türkmen yerleşimi olan Halep, hem merkezinde hem de kırsalında önemli bir Türkmen nüfus barındırıyordu. Fakat 2011’den önce son döneme bakıldığında Türkmenlerin Halep merkezine yoğun bir göçü söz konusu olmuştur. Bunun temel nedeni çoğunluğu kırsal alana yerleşik olan Halep Türkmenlerinin hızlı nüfus artışının, bu artış hızına paralel bir ekonomik güce ulaşamamasıdır. Tarımsal üretim nüfus için yeterli ekonomik koşulları sağlamadığı için çok sayıda Türkmen 2011’den önce Halep merkezine göç etmişlerdir.
Son olarak beşinci ve belki de en çok bilinen Türkmen bölgesi Bayırbucak veya diğer adıyla Lazkiye Bölgesidir. Bu bölgenin “dağlık kısmına” Bayır, Lazkiye sahilindeki kısmına Bucak denir(12). Bu bölgedeki Türkmenlerin büyük çoğunluğu 16. Yüzyılda bölgeye yerleşen Türkmen aşiretlerinin torunlarıdır. 2011’den önce dağlık bölgelerde yaşayanlar büyük ölçüde ormanlık alandaki kırsalda yaşayan ve zor şartlarda tarımla uğraşan kişiler olmasına karşın sahil bölgesinde yaşayanlar genellikle ticaret ve memuriyetle geçinmekteydiler.
2011 öncesi genel tablo yukarıda belirtildiği gibi olsa da Türkmenlerin önemli bir kısmı iç savaşın başlamasıyla birlikte tarihsel olarak yerleştikleri bölgelerden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu çerçevede 1967 Savaşı’ndan sonra Şam’a yerleşen Golan Türkmenleri, Humus Türkmenlerinin önemli bir kesimi, Lazkiye’nin Türkmen Dağı’nda yaşayan kesiminin hepsi, Halep’in merkezindeki Türkmenlerin büyük bir çoğunluğu ile Halep’in kuzey kırsalında yaşayan Türkmenlerin önemli bir kısmı, çatışmalar nedeniyle yaşadıkları toprakları terk etmişlerdir. Bugün, Suriye topraklarında yaşayan Türkmenler temel olarak Lazkiye vilayetinde Türkmenlerin Bucak dediği sahil kesiminde, Halep merkezindeki bazı mahallelerde ve Halep’in kuzeyinde Çobanbey, Cerablus ve El Bab üçgeninde yaşamlarını sürdürmektedir. Bunun dışında Afrin, İdlib ve Rakka’da bazı köylerde veya kamplarda Türkmen aileler yaşamalarına rağmen bulundukları bölgelerde sayıca çok azdırlar.
Suriye’deki Türkmenlerin sınıfsal yapısı dikkate alındığında üç kategori ile karşılaşılmaktaydı: Şehir merkezinde yaşayan tüccarlar ve zanaatkârlar, kırsal bölgelerde yaşayan çiftçiler, köylüler ve tarım işçileri ile çoğunluğu büyük şehirlerde yer alan memurlar. Bu üç grup arasında en büyük kesimi kırsal alanlarda yaşayanlar oluşturmaktaydı. Bu grup içinde de en büyük kesimi yerleşik hayata göreli olarak geç dönemde geçen ve Halep’in kuzey kırsalında aşiretler/aileler şeklinde yaşayan Türkmen aşiretleri oluşturmaktaydı(13). Bunların yanı sıra Lazkiye Türkmenlerinin Bayır olarak adlandırılan kesimi ve Humus’un çeperinde yaşayanlar da genellikle çiftçi ve köylülerden ibaretti. Fakat tüccar, memur ve kırsal nüfus arasında oransal olarak büyük bir uçurum yoktu.
İç Savaş’ın başlamasından sonra Suriye’deki diğer unsurlar gibi Türkmenlerin de toplumsal yapısında büyük bir değişim yaşanmıştır. Halep, Humus ve Şam’daki tüccar ailelerin çoğu Suriye’yi terk etmişlerdir. Başta ayakkabıcılık ve oto tamirciliği sektörlerinde olmak üzere zanaatkâr olarak çalışanların çoğu, mesleklerini Türkiye’de devam ettirmektedir. Kırsal nüfusun büyük bir kısmı da çatışmalar, terör örgütlerinin faaliyetleri ve rejimin baskıları nedeniyle yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Rejimin kontrol ettiği bölgelerde kalanlar geleneksel düzenlerini güçlükle korumaya gayret etmektedirler. Bununla birlikte başta Halep’in kuzey kırsalı olmak üzere Suriye Geçici Hükümeti kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Türkmenlerin çoğu tarım ve ticaretle geçinmektedirler.

Suriye Türkmenlerinde Siyaset

Suriye’de Türkmenlerin kendi kimlikleri altında siyasî taleplerde bulunmaları çok geç bir dönemde gerçekleşmiştir. 1940’lardan itibaren Baasçı ideolojinin etkisinin artmasıyla Türk kimliği altında siyaset yapmak olanaksız hale gelmiştir. Bu nedenle 1940’lardan 90’ların sonuna kadar Suriye’deki Türkmen kökenli siyasî figürler, Türkmen kimliğiyle siyaset yapmamışlardır. Siyasette ön plana çıkan ve köken olarak Türkmen olan isimler, Baas Partisi başta olmak üzere diğer partilerin ve Suriye Ordusu’nun çatısı altında iktidardaki grupların bir parçası olarak faaliyet yürütmüşlerdir(14). Fakat 2011’de Suriye Devrim süreci başlayıncaya kadar Türkmenlerin siyasî bir partisi ya da hareketi bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Türkmenler 2012 yılından itibaren siyasal alanda örgütlenmeye başlamışlardır. Bu örgütlenme süreci içinde 2012’den itibaren sırasıyla Suriye Türkmen Kitle Partisi, Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, Suriye Türkmen Nahda Partisi, Suriye Türkmen Millî Hareket Partisi ve Suriye Türkmen Millî Vefa Partisi teşkilatları kurulmuştur. Bu partiler henüz Türkmen toplumunun tamamını kapsayacak örgütlenme ve tecrübeden uzak oluşumlardır. Bunun iki temel nedeni olduğu söylenebilir. Birinci neden Türkmenlerin uzun yıllar boyunca baskı altında kalması nedeniyle siyasal örgütlenme tecrübesi geliştirememeleridir. İkinci neden ise iç savaş nedeniyle Türkiye ve Suriye’ye dağılmış olan Türkmen toplumunun siyasal alanda temsil edebilecek geniş kapsamlı bir yapılanmayı yürütebilecek maddi imkanlardan yoksun olmalarıdır.
Yukarıdaki iki neden çerçevesinde Türkmen siyasî partileri zayıf organizasyonlar olarak varlıklarını sürdürmelerine rağmen Suriye Türkmenlerini temsil eden daha geniş bir siyasî organizasyon bulunmaktadır. Bu organizasyon üst bir yapı olarak tasarlanmış olan ve şu ana kadar faaliyetlerini toplumsal ve siyasal bir çatı örgüt olarak devam ettiren Suriye Türkmen Meclisi’dir. 30 Mart 2013’te kurulan Suriye Türkmen Meclisi (STM) Suriye Türkmenlerinin coğrafi dağılımına göre temsil edildiği bir siyasî kuruluş niteliğindedir. İşlevlerine göre ayrılmış bazı alt daireleri bulunan Meclis’in üyeleri delegeler tarafından seçilmektedir. Hâlihazırda STM, Suriye Türkmenlerinin tek yasal temsilcisi konumundadır. Partiler üstü bir çatı organizasyon olarak varlığını devam ettiren STM, aynı zamanda Suriye içinde aktif varlığını devam ettiren tek Türkmen hareketi olarak öne çıkmaktadır.

Suriye Türkmenlerinin Askerî Yapılanması

Türkmenler, Suriye’de Devrim sürecine katıldıktan bir süre sonra silahlı muhalefet içinde boy göstermeye başlamışlardır. Büyük bir çoğunluğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altında faaliyet gösteren gruplar kuran Türkmenler, uzun bir süre boyunca ÖSO’nun diğer bileşenleri gibi genellikle parçalı bir yapıya sahip olmuşlardır. Fakat zaman zaman Suriye Türkmen Ordusu gibi bir çatı altında birleştikleri iddia edilse de gerçekte bu tür bir organizasyon bulunmamıştır. Tersine, çatışmaların yoğunlaştığı bölge ve zamana bağlı olarak bazı gruplar diğerlerine göre daha fazla ön plana çıkmıştır. Ancak Suriye’deki çatışmaları yakından takip edenlerin onaylayacağı üzere bu durum sadece Türkmenlere özgü değildir. ÖSO’nun bileşenlerinin (birkaç istisnası hariç) büyük bir kısmı için de aynı durum geçerlidir.
Bugün gelinen noktada Türkmen askerî grupların sayısı azalmış fakat örgütlenme seviyeleri artmıştır. Örneğin bir dönem sayıları 14’e kadar çıkan(15) Bayır Bucak Bölgesi’ndeki Türkmen askerî gruplardan(16) geriye sadece İkinci Sahil Tümeni ve Cebeli İslam Taburu grupları kalmıştır. Bu gruplar da bir süre önce bir başka grupla birleşerek Türkmenlerden oluşan bir grup olmaktan çok Lazkiye Bölgesi’ne ait bir grup olma kimliğini kazanmıştır. Benzer bir biçimde sayıları 18’e kadar çıkan Halep bölgesindeki Türkmen askerî grupları bugün temelde 4 tanedir: Sultan Murat Tümeni, Fatih Sultan Mehmet Tümeni, Hamza Tümeni ve Muntasır Billah Tümeni(17).
Bu grupların her biri bugün Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında faaliyet göstermektedir. Sultan Murat Tümeni, Halep’in kuzeyindeki bölgede neredeyse her alana yayılmışken Fatih Sultan Mehmet Tümeni asıl olarak Çobanbey’e odaklanmıştır. Hamza Tümeninin içindeki Türkmen mevcudiyeti diğer gruplara göre daha sınırlı olsa da grubun komuta kadrosunda Türkmenlerin yer almasından ötürü Türkmen askerî gruplar arasında sayılmaktadır. İlk sayılan üç gruba göre daha küçük olan Muntasır Billah Tugayı ise Çobanbey civarında faaliyet göstermektedir. Bu grupların dışında SMO’ya dahil olan grupların bazılarında da (Örn. Liva Semerkand) Türkmenler bulunmaktadır. Bu gruplarda yer alan Türkmenlerin bazıları orta/üst düzey kademede bile görülürken Türkmenlerin çoğunun yukarıda sayılan gruplar çerçevesinde ele alınabileceği söylenebilir.

Suriye Türkmenlerinin Demokratik Bir Suriye’deki Rolü


Suriye’deki tüm muhalif gruplar gibi Türkmenlerin de en önemli sorunu Suriye’nin geleceğine ilişkin bütüncül bir siyasî perspektif oluşturmakta güçlük çekmesidir. Bu çerçevede Suriye Türkmenleri arasında birbirinden farklı iki görüş bulunmaktadır. Görüşlerden birisi Türkmenlerin kendi millî çıkarlarını Suriye muhalefetinin diğer unsurlarıyla birlikte aramak zorunda olmadığıdır. Bu görüşün dayandığı temel faktör Suriye muhalefetinin içindeki uyuşmazlıklar, liderlik mücadeleleri, gerçekçilikten uzak beklentiler ve bölünmüşlük gibi nedenlerle bir arada hareket edememesidir. Nitekim Suriyeli muhalif kurumlardan bazılarının Suriye Geçici Hükümetinin (SGH) faaliyetlerini bile desteklemediği dikkate alınırsa Türkmenlerin kendi siyasal gündemlerini oluşturması gerektiği düşüncesi tamamen yabana atılmamalıdır.
Bununla birlikte ikinci görüş Suriye Türkmenleri arasında daha ağır basmaktadır. İkinci görüşe göre Türkmenler, Suriye muhalefetinin tüm unsurlarıyla ortak bir yaklaşım geliştirmelidir. Bu ortak yaklaşım Suriye’nin demokratikleşmesi hedefi çerçevesinde ortak bir siyasî vizyon temelinde inşa edilmelidir. Hâlihazırda STM yetkililerinin yaptığı açıklamalardan ve Suriye muhalefetiyle ilişkisini yürütme biçiminden çıkan temel sonuç; STM’nin ikinci görüşe daha yakın olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla şu anda Suriye Türkmenlerinin siyasî perspektifinin Suriye muhalefetiyle ortak hareket ederek Suriye’de demokratik bir düzen kuruluncaya kadar siyasî mücadeleye devam etmek olduğu söylenebilir. Bu noktada altı çizilmesi gereken hususlardan birisi Suriye Türkmenlerinin ve STM’in Suriye Muhalefetinin tüm önemli kurumlarında temsil edildiği ve aktif bir rol oynadığıdır. Nitekim Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonunda (SMDK), 9’u STM üyesi olmak üzere 13 Türkmen üye bulunmaktadır. Ayrıca hâlihazırda Suriye Geçici Hükümetinin Başbakanı olan Abdurrahman Mustafa, 2014-15 yılları arasında STM başkanlığını yürütmüştür. Suriye Türkmenlerinin muhalif kurumlar arasındaki varlığına başka örnekler de verilebilir. Mevcut durumda Yüksek Müzakere Heyetinde 2 ve Anayasa Komitesinde 1 Türkmen üye görev yapmaktadır. Bununla birlikte Türkmenlerin Suriye muhalefeti nezdinde daha etkin bir rol arayışında olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu noktada akla gelen ilk şey etkin bir rol arayışından kastın ne olduğunun incelenmesidir.

Türkmenlerin Rolünün Güçlendirilmesi için Gereken Adımlar

Suriye’de devrim sürecinin başlangıcı toplumun demokrasi arayışına dayanmaktadır. Demokrasi, farklı siyasal kimliklerin bir arada yaşayabileceğinin kabul edilmesiyle başlayabilir. Bu nedenle “Suriyelilik” kavramını bir çatı kimlik olarak kabul etmek kaydıyla farklı etnik, dinî ve siyasal kimliklerin kendilerini rahatlıkla ifade edebileceği ve kolektif haklara sahip olabileceği bir siyasal atmosfer oluşturulmaksızın Suriye’nin demokratikleşebilmesi mümkün değildir. Bugün Suriye’ye hâkim olan yönetim yarın değişse bile 1940’lardan itibaren ülkeye hâkim olan zihniyetin değişmediği bir ortamda demokrasiden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu nedenle Suriye muhalefetinin öncelikle Suriye’nin demokratik kimliğine sahip çıkan bir yaklaşımı benimsemesi gerekmektedir. Fakat burada bir noktanın altı mutlaka çizilmelidir: Suriye’de barış, istikrar ve demokrasi için ülkenin toprak bütünlüğünün korunması şarttır. Çünkü herhangi bir kimliğin kendi kolektif haklarını talep etmesi Suriye’nin toprak bütünlüğünün zarar görmesine hizmet etmiş olacaktır. Bu bağlamda Suriye’nin bölünmesine neden olabilecek hiçbir harekete hoşgörü gösterilmemelidir.
Suriye Türkmenlerinin siyasal beklentisi ve kendilerine dair vizyonu, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde toplumsal, kültürel ve siyasal bağlamda kolektif haklar elde etmektir. Bu vizyonun Suriye muhalefetinin diğer kurumları tarafından da sahiplenilmesi sadece Türkmenlere değil muhalefetin diğer bileşenlerine de daha demokratik bir Suriye kurmak için güvence oluşturacaktır. Bu doğrultuda Suriye’de Türkmenlerin rolünü güçlendirmenin ilk adımı muhalefetin Türkmenlerin taleplerini dikkate almasından geçmektedir.
Türkmenlerin rolünü güçlendirmenin ikinci basamağı, Türkmenlerin kendilerinin atması gereken bir takım adımlarla ilişkilidir. Suriye’de gösterilerin başlamasından bu yana 12 yıl geçmiştir. Elbette birçok diğer baskı altındaki toplum gibi Türkmenlerin de siyasal tecrübe ve örgütlenme bağlamlarında olgunlaşabilmesi için zamana ihtiyaçları olmuştur. Fakat ilk partilerin kurulmasının üzerinden 11, STM’nin kurulmasının üzerinden 10 yıl geçmiştir. Dolayısıyla artık Türkmenler de kendi içlerindeki örgütlenme sorunlarını aşmak zorundadır. Son dönemde bu konuda bazı adımlar atıldığı görülmektedir. STM’nin faaliyetlerini Suriye’nin içine taşıma çabaları bu adımlar içinde en çok göze çarpanıdır. Bu doğrultuda Çobanbey’de, STM’nin ana merkezi olarak faaliyet gösterecek bir Meclis binası inşaatının sona yaklaşması dikkate değerdir. STM, büyük bir olasılıkla 2024 yılından itibaren faaliyetlerinin çok büyük bir kısmını Suriye içine taşıyarak Türkmenler açısından yeni bir aşamaya geçecektir. Fakat STM’nin faaliyetlerinin Suriye içine daha fazla taşınması, Suriye’de Türkmenlerin rolünü tek başına güçlendirecek bir eylem değildir.
Türkmenlerin Suriye’nin geleceğinde daha güçlü bir rol oynaması ve genel manada Türkmenlerin siyasal ve toplumsal olarak rollerinin güçlendirilmesinin en önemli şartlarından birisi Türkmenlerin Suriye’ye geri dönüşlerinin sağlanmasıdır. Bilindiği üzere on binlerce Türkmen, Suriye’de yaşanan iç savaş koşulları nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Türkmenlerin çok büyük bir kısmı (istisnai olarak Ürdün’e ve Lübnan’a gitmek zorunda kalanların dışında) Türkiye’ye gelmiştir. 2017’de tamamlanan Fırat Kalkanı Harekatı’yla birlikte Türkmenlerin ata yurtlarına geri dönüş süreci başlamıştır. Başta Halep’in ve Rakka’nın kuzeyinde bulunan tarihî Türkmen diyarlarına dönüş, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin bu bölgelerden çıkarılmasıyla hızlanmıştır. Ancak bazıları 10 yıldan beridir Türkiye’de bulunan ve bu süre zarfında kendilerine yeni bir hayat kurmaya başlamış Türkmenlerin çoğu henüz Suriye’ye dönmemiştir. Bu noktada hatırlatılması gereken en önemli hususlardan birisi Türkmenlerin Suriye’de yaşadıkları yerlere mümkün olduğunca kısa bir süre içinde ve çok daha büyük sayılarla dönmesinin, Türkmenlerin uzun vadede faydasına olacağıdır. Bu konuda tüm Türkmen kuruluşlar ve kanaat önderlerinin fikirlerinin birbirine çok yakın olduğu söylenebilir. Güvenli Bölge’de; eğitim, sağlık, ekonomi ve güvenlik gibi konularda şartlar iyileştikçe Türkmenlerin Suriye’ye dönüşünün hızlanması gerekmektedir. Bu olgu, Suriye Türkmenlerinin hem bugün hem de gelecekte, Suriye’de demokrasinin inşası için oynayabileceği rolün de anahtarlarından birisidir.
İşte bu çerçevede tüm Suriye muhalefetinin olduğu gibi Türkmenlerin de Suriye’nin geleceğinde demokrasinin inşası için atması gereken en önemli adım, Suriye toplumunun ülkede bir değişim olabileceği inancını yeniden yaymasından geçmektedir. Bugün Suriyeli siyasal kurumlar, sivil toplum örgütleri ve Suriye toplumunun bileşenleri açısından bakıldığında en önemli sorun, Suriyelilerin büyük bir kısmının Suriye içindeki mücadeleye olan ilgisinin azalmasıdır.
Hâlihazırda Suriye’de SGH’nin kontrolünde olan bölgelerde insanların gündemi, güvenli ve istikrarlı bir yaşam sürmektir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı veya Barış Pınarı Bölgeleri’nde insanların gündelik hayatı ekonomi, güvenlik, sağlık, eğitim gibi meselelerle dolu olsa da halkın en önemli siyasal gündemi Suriye’de ne olduğudur. Fakat dürüst bir biçimde ifade etmek gerekirse, Suriye’nin dışında yaşayan Suriyelilerin ülkenin geleceğine ilişkin olumlu beklentileri ve ilgileri her geçen gün azalmaktadır. Zaman ilerledikçe daha çok insan yeni yaşamlarına, yaşadığı ülkedeki gelişmeler çerçevesinde bakar hale gelmektedir. Geçim sıkıntısı, toplumsal uyum sorunları ve bireysel beklentiler Suriye’de yaşanabilecek bir siyasal değişime göre hayatlarını daha çok etkilediğinden Suriye halkının, ülkeleri dışına çıkmak zorunda kalmış olan kesiminin Suriye’de demokratik bir siyasal değişim olacağı beklentisi azalmaktadır. Bu nedenle Suriye’deki siyasal süreçlere olan ilgilerinde de düşüş yaşanmaktadır.
Suriye Türkmenleri de bu eğilimin dışında değildir. Onlar da ülkelerini terk etmek zorunda kalmış diğer Suriye vatandaşları gibi yeni bir yaşam kurmanın zorlukları içinde kişisel ve ailesel sorunlarına odaklanmaya yönelmişlerdir. Dolayısıyla Suriye Türkmenlerinin kendilerine dair atacakları en önemli adım, Suriye’de demokratik bir değişim yaşanacağı ve bu değişimden Türkmenlerin faydalanacağı konusundaki bilincin oluşturulmasıdır.
En basit tabiriyle Suriyeli bir Türkmen gencin gözü-kulağı Suriye’de olmalıdır. Türkmen kurum ve kuruluşların bu süreçte oynayabileceği en önemli rol, çoğu çok küçükken ülkelerinden ayrılan ve her geçen gün daha az şey hatırlayan genç kuşağa kimliklerini unutturmamalarıdır. Kolektif bilincin canlı tutulması toplumsal, kültürel ve siyasal taleplerin yerine getirilmesinin ilk şartıdır.
Fakat bu girişimin sadece Türkmen gençler arasında desteklenmesi yetersiz olacaktır. Suriye toplumunun tüm kesimleri arasında yakın gelecekte Suriye’nin demokratik bir ülke olabileceği bilinci canlı tutulmaksızın sadece bir toplumsal kesimin yani Türkmenlerin hafızasının tazelenmesi sonuç vermeyecektir. Bu süreçte STM’ye, Türkmen sivil toplum örgütlerine ve Suriye muhalefetinin tüm kurumlarına eşit derecede iş düşmektedir. Ancak bu sayede Suriye’nin geleceğinde Türkmenlerin ve Suriye toplumunun diğer unsurlarının ortak ve demokratik bir gelecek inşa etmesi mümkün olabilecektir.


([1]) Nasser Khasib ve Metin Ersoy, “Citizen, mainstream and peace journalism relationship in covering Syria events: a content analysis of Aljazeera” Quality & Quantity, 51(6), 2017, s. 2655.
([2]) Ömer Osman Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri 1918 – 1940, Fırat Üniversitesi ODAM Yayınları, Elazığ, 2003.
([3]) Emma Lundgren Jörum, “The Importance of the Unimportant: Understanding Syrian Policies towards Hatay, 1939–2012”, içinde (der) Raymond Hinnebusch ve Özlem Tür, Turkey-Syria Relations Between Enmity and Amity, Routledge, London, 2013.
([4]) Abdulhalik Bakır ve Süleyman Pekin, “Kuzey Suriye’deki Türkmen Yerleşimlerinin Çağdaş Tarihi Ve Stratejik Altyapısı Üzerine Genel Bir Değerlendirme” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 123(242), 2019, s. 99-102.
([5]) Bakır ve Pekin, s. 100.
([6]) Aleksandar Kešeljevi´c ve Rok Spruk, “Estimating the effects of Syrian civil war” Empirical Economics, 2023, s. 17
([7]) Golan Tepeleri’nde Türkmenlerin yaşadığına dair tarihsel ve arkeolojik kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin Dauphin, Golan Tepeleri’nde yapmış olduğu arkeolojik çalışmaların kendisinden önce bölgede Edib Süleyman Beg tarafından yapılan etnografik çalışmayla örtüştüğünü belirtirken Claudine M. Dauphin, “Jewish and Christian Communities in the Roman and Byzantine Gaulanitis: A Study of Evidence from Archaeological Surveys”, Palestine Exploration Quarterly, 114:2, 1982 129-142; Fadi Ebu Zidan’da bölgede yapmış olduğu bir başka arkeolojik çalışmada Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türkmenlerin bölgeye yerleştirildiğini doğrulamaktadır. Fadi Abu Zidan,. “Kafr Nafaẖ: Final Report.” Hadashot Arkheologiyot: Excavations and Surveys in Israel , 121 (2009).
([8]) Erol, H. A. (2009). Suriye Colan (Golan) Türkmenleri Ağzı. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 6(4).
([9]) H. A. R. Gibb, The Damascus Chronicle of the Crusades: Extracted and Translated from the Chronicle of Ibn Al-Qalanisi, 2012, s. 20
([10]) El-hussiny, F., & Hemimy, W. (2022). Two new mamluk decrees from khalıd b. Al-walıd mosque ın homs Egyptian Journal of Archaeological & Restoration Studies, 12(2).
([11]) Sébastien Aldaher, An Attempt to Set a Design Base for Post-Conflict Housing in the Historic Core of Homs, Syria, BcS Thesis in Built Enviroment Studies Architecture, Visualisation and Communication, Spring 2021, s.26. Khalil, I., Khalabi, S. M., & Alhalabi, Z. S. (2016). Architecture study of thenold city part of Homs. Вестник Российского университета дружбы народов. Серия: Инженерные исследования, (1), 157-165. S. 160.
([12]) Erşat Hürmüzlü, “The Turkmens of the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, 14(1), (2015), s. 85-93.
([13]) A. E. Dağ, “Modern Dönem Suriye ve Halep Türkmenleri”, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 5(1), (2018), s. 64.
([14]) “Abdurrahman Mustafa: Turkmens’ Survival Can Be Ensured By Syria’s Territorial Integrity”, Orsam Röportaj, (16), s. 4. https://bit.ly/4ac5904 (Erişim Tarihi, 13 Ekim 2023)
([15]) C. B Korkmaz ve L. İltar, “Bayır-Bucak Türkmen Bölgesindeki Türk Varlığı ve Bölgede Mücadele Veren Gruplar” 21. Yüzyılda Eğitim Ve Toplum Eğitim Bilimleri Ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 5(13), 2016.
([16]) Oytun Orhan, “Suriye Türkmenleri: Siyasal Hareketler ve Askeri Yapılanma”, Ortadogu Analiz, 5(51) (2013).
([17]) Y. Z. Bölükbaşı, “Etnisite, Kimlik Ve Dış Politika: Türkiye’nin Suriye Türkmenleri Politikası”, PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4(1), (2018) 105-123.

Kategori Raporlar

Suriye'de erken iyileşime, son yıllarda önem kazanan bir değişken olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezinin, Mardin Artuklu Üniversitesi işbirliğiyle “Suriye'de Erken İyileşme: Gerçeklik ve Gelecek Perspektifleri” başlıklı ikinci araştırma konferansını düzenliyor.
Konferansa katılım için Arapça, İngilizce ve Türkçe olarak araştırma tekliflerinin alınmaya başladığını duyuruyoruz. Araştırma önerilerinin son teslim tarihi 31 Ocak 2024'tür.
Konferansın 17-18 Mayıs 2024'te yapılması planlanıyor.

Ayrıntılı Bilgi İçin:

- Ana temalar ve abonelik kriterleri: https://bit.ly/47o2I9d

- Başvuru Formu: https://bit.ly/3Gf1rFg

 

Kategori Faaliyetlerimiz

Umran Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Mardin Artuklu Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen "Aksa Tufanının Suriye'deki Gelişmelere Etkisi" konulu panele katılmanızdan memnuniyet duyarız.

Davetiye Ayrıntıları
Davet Türü: Genel
Katılım Şekli: Yüz yüze
Tarih : 23 Kasım 2023, Perşembe.
Saat : 13:00.
Adres : Mardin Artuklu Üniversitesi kampüsü Sağlık, Kültür ve Spor (SKS) içindeki Ebu ul-Ula Konferans Salonu.

Kategori Faaliyetlerimiz

Giriş

Suriye’deki iç savaşın seyrinde Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) bir aktör olarak görmekteyiz. HTŞ’nin büyük bir yerel aktör olması örgüte dair bu çalışmada cevap aranacak bazı soruları ortaya çıkarmaktadır. HTŞ’nin geçmişten günümüze değişimi nasıl gerçekleşmiştir? İdlib’deki mevcudiyeti ve hâkimiyeti nasıl şekillenmiştir? El-Kaide uzantısıyken yerel bir muhalif grup haline nasıl gelmiştir? Tüm bu soruların cevapları için HTŞ’nin kapasitesinin ve varlığının Suriye savaşı için anlamını doğru tahlil etmek elzemdir.
Devlet dışı silahlı aktörlere (DDSA) dair çalışmalar ekseriyetle ya bir vakanüvislik örneği teşkil ederek metin kronolojik olarak örgütün mazisine dair bir raporlamaya dönüşmektedir ya da örgütün mazisini ve kapasitesini göz ardı eden projeksiyonlar içermektedir. Her iki ihtimalde de bir aktör olarak X örgütünün kapasitesi ve bundan kaynaklı yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmeler sığ olarak tahlil edilmektedir. DDSA’ların bir aktör olarak ortaya koyduğu kapasitenin çözümlemesi bir analiz çerçevesi bağlamında örgütün geçmişi, yaşadığı dönüşüm süreci ve günümüzdeki konumunu göz önünde tutarak yapmak örgüte dair gerçekçi bir projeksiyon için zorunludur. Bir DDSA olarak HTŞ’nin kapasitesinin çözümlemesi yukarıda HTŞ’ye dair sorulan soruların cevaplanmasına da katkı verecektir. HTŞ’nin bir DDSA olarak ortaya koyduğu aktörlük kapasitesi Ersel AYDINLI’nın Özerklik-Temsiliyet-Etki çerçevesi kullanılarak tahlil edilecek ve HTŞ’ye dair bu çalışmadaki çıkarımlara zemin hazırlanacaktır.

Özerklik: HTŞ’nin Hayatta Kalma Stratejisi

nevi şahsına münhasır özerk aktörler olabilmeleri için devlet ve devlet merkezli sistemle aralarında mesafe olması gerekmektedir(1) .Bu mesafenin çok ya da az olması herhangi DDSA’ların bir DDSA’nın “gücünü” veya “zayıflığını” göstermemekte lakin ne derece otonom karar alıp harekete geçebildiğini işaret etmektedir. Devlete mesafeyi belirleyen faktörler ise “devlet baskısına karşı hayatta kalabilme” ve “devlet desteği olmaksızın hayatta kalabilme” kapasiteleridir. HTŞ’nin dönüşümü ve bu sürecin kapasiteye yansımasını idrak edebilmek için örgütün özerklik serüvenini Nusra Cephesi tecrübesinden başlayarak ele almak gerekir.
DDSA’lar askerî kapasiteleri nispetinde caydırıcı aktörlerdir. Askerî kapasitesi itibariyle sahada denge bozucu, sonuç etkileyici rollere sahip olan DDSA’lar bu kapasiteye ulaşmak ve bunu sürdürebilmek için güçlü mali kaynaklara ihtiyaç duyarlar. Nusra Cephesi tecrübesine bakıldığında petrol kaçakçılığı, fidye, haraç, el-Kaide ağları üzerinden akan bağış fonları(2). gibi gelir kalemleri göze çarpmaktadır. Örgüt, DAEŞ ile yaşanan kanlı ayrışma sürecinin sonunda elinden çıkan petrol sahaları nedeniyle milyonlarca dolarlık gelir kaybı yaşamıştır(3). Bu kayba rağmen ekonomik olarak hayatta kalabilen Nusra Cephesi’nin mali gücünde el-Kaide ağlarından gelen bağışlar önemli yer tutmuştur. Bu ağlardan gelen “bağış” adı altındaki para akışında Körfez ülkelerinden gelen fonların fazlalığı bilinirken örgüte İtalya’dan dahi “bağış” paralarının aktığı öne sürülmektedir(4). Fidye gelirlerine bakıldığında ise Nusra Cephesi’nin Malula’da esir aldığı 13 rahibe için Katar aracılığıyla elde ettiği milyonlarca dolarlık gelir başta olmak üzere adam kaçırma ve fidyeyi önemli bir hayatta kalma aracı olarak kullandığı kayıtlara geçmiştir(5).
HTŞ tecrübesinde ise örgütün İdlib’e sıkışıp kalmasından ötürü petrol sahalarından uzak kalması Nusra Cephesi tecrübesindeki petrol kaçakçılığı kaynaklı büyük gelirlerin alternatifinin bulunmasını zorunlu kılmıştır. Öte yandan örgütün el-Kaide ile bağlarını kopararak HTŞ adı altında yeniden yapılanması sürecinin asli amaçlarından olan “uluslararası meşruiyet” arayışı, adam kaçırma ve fidye pratiğinin de bilanço defterinden çıkması anlamına gelmiştir. Hâkim olduğu İdlib’de alternatif bir yönetim inşa etmeye çalışan ve böylece Nusra Cephesi tecrübesiyle ayrıştığını tüm bölgesel ve küresel aktörlere göstermek isteyen örgütün gelir kalemleri de alan hâkimiyeti ve tek elden yönetim ile uyumlu hale gelmiştir. Nusra Cephesi alan hâkimiyeti ve idari olarak diğer muhalif unsurlarla genel itibariyle otorite paylaşımında bulunan -bulunmak zorunda olan- bir yapıyken HTŞ’nin böyle bir iktidar paylaşımında olmadığı ve kendi idari yapısını tek başına kurarak mali kaynaklarını da yeniden yapılandırdığı görülmektedir. Örgüt, İdlib’de rejim unsurlarına ait olduğu iddiasıyla el koyduğu konut ve iş yerlerinden(6), İdlib’deki sivil hükümetin topladığı zekâtlardan ve yine sivil yetkililerin görev yaptığı sınır kapılarından ciddi miktarlarda gelir elde etmektedir(7).
Örgütün yeni stratejisi İdlib’de kurduğu yeni kurumlar üzerinden gelir kalemlerini çeşitlendirme yönünde olurken akaryakıt, enerji ve finans sektörleri atılım yapılan ana sektörler olarak göze çarpmaktadır. Watad Petrol Şirketi üzerinden bölgedeki akaryakıt ticaretinde ciddi bir paya sahip olan HTŞ, bu yapı üzerinden YPG/SDG ile de dönem dönem akaryakıt ticaretinde bulunmuştur(8). Milyonlarca insanın yaşadığı İdlib’in enerji ihtiyacını kendilerine bağlı elektrik dağıtım şirketi üzerinden sağlayan(9) ve bölgede tekel haline gelen HTŞ, ayrıca kurduğu Şam Bankası ile de İdlib’deki finans hareketliliği üzerinde tahakküm kurmaya çalışmaktadır(10).
Mali kaynaklar bağlamında bakıldığında Nusra Cephesi tecrübesinde de HTŞ tecrübesinde de devlet desteği olmaksızın hayatta kalabilme kapasitesinin inşa edildiği görülmektedir. Elbette muhtelif aktörlerin bölge politikaları dolaylı olarak örgütlere siyasî ve maddi imkânların kapısını açabilir. Lakin eldeki veriler ışığında Nusra Cephesi’nden HTŞ’ye gelen süreçte finansal bir özerklik kapasitesinden bahsetmek mümkün görünmektedir. SMO’nun mali olarak Ankara ile arasındaki ilişki, YPG’nin ABD’den aldığı açık destek veya İran destekli unsurların Tahran ile aralarındaki finansal ilişkiler göz önüne alındığında Suriye’deki örgütler bağlamında da yüksek bir özerklik kapasitesinden bahsetmemiz mümkündür. Finansal kaynakların çeşitliliği ve buradan hâsıl olan özerklik, örgütün milis devşirme ve silah kapasitesini inşa etme süreçlerinde de daha özgür bir hareket alanı yaratmıştır. Milislerinin maaşlarını ödemekte sorun yaşamayan, gelirleri çeşitli kalemlerde örgütün işleyişini sürdürecek seviyede olan HTŞ’nin, iç savaş ortamında hem milis adayı bulması hem de silah ve mühimmata ulaşması oldukça kolaydır. Bu sebeple Nusra Cephesi’nin DAEŞ ile ayrıştığı ve yabancı savaşçılarının büyük kısmını kaybettiği geçiş dönemi haricinde ne Nusra Cephesi’nin ne de HTŞ’nin askerî manada insan kaynağı sorunu yaşadığı görülmemiştir. Diğer muhalif unsurlarla ortak gerçekleştirilen rejim karşıtı operasyonlar örgütün savaş ganimetlerine ulaşması hususunda fayda sağlarken güçlü mali kaynaklar da yine iç savaş ortamında silah kaçakçılığı pazarında her türlü silah ve mühimmata ulaşabilmek anlamına gelmektedir.
Devlet baskısına karşı hayatta kalabilme kapasitesine bakıldığında ise örgütün tüm Suriye’de faal bir yapıyken İdlib ve çevresiyle sınırlandığını görmekteyiz. Bu durum Nusra Cephesi’nin ilk yıllarındaki Suriye sathında etki sahibi olma vasfının HTŞ için geçerli olmadığı manasına gelmektedir. Lakin İdlib ve çevresine sıkışmayı HTŞ özelinde bir gelişme olarak okumak iç savaşın Rusya’nın müdahalesi sonrası tamamen değişen güç dengesini göz ardı etmek ve muhalefeti HTŞ ile sınırlandırmak olacaktır. Diğer muhalif güçlerle birlikte önce Nusra Cephesi ve ardından HTŞ; rejim, Rusya ve İran güçlerine karşı alan hâkimiyetlerini günden güne kaybetmiştir. Rejime karşı muhalif unsurların ortak hareket etmesi adına kurulan Feth’ül Mübin harekât odasının en güçlü aktörü olan HTŞ’nin tüm muhalif grupların güç kaybettiği dönemde hayatta kalabilmesi ve halen en güçlü muhalif aktörlerden biri olabilmesi örgütün “devlet baskısı karşısında hayatta kalabilme” kapasitesinin tatmin edici olduğunu göstermektedir.
HTŞ’nin özne konumunda olduğu tüm bu faktörlerin haricinde Suriye iç savaşında bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç dengesinin de HTŞ’nin hayatta kalabilmesine uygun zemini sağladığı görülmektedir. ABD’nin YPG’yi desteklemeyi tercih etmesi, rejim ve müttefiklerinin de ÖSO ve diğer ana akım muhalif gruplar ile savaşması, DAEŞ ile mücadele ettikleri dönemde dahi muhalefet içerisinde daha radikal çizgiden gelen HTŞ’nin ayakta kalabilmesine katkı sağlayan diğer faktörlerdendir. Aynı anda hem ABD’nin hem de İran-Rusya-Esad rejimi hattının gerek gördükleri zaman İdlib’e havadan ve karadan müdahale etmekteki “meşrulaştırıcı” bahaneleri de “radikalleri barındıran” HTŞ’nin İdlib’deki varlığı olmuştur. Bunun dışında bir diğer faktör de 2016’dan bu yana sahanın en etkin aktörlerinden olan Türkiye’nin askerî ve siyasî kırmızı çizgileri olmuştur. İdlib’de muhalefetin rejim ve Rusya’ya karşı toprak kaybı ve buna müteakip on binlerce insanın sınır bölgelerine doğru harekete geçişi 2020’de Türkiye’yi karşı müdahaleye zorlamış ve sonunda en azından kapsamlı kara harekatlarının sona erdiği bir sürece girilmiştir. Halep’te rejim, Rusya ve İran hattının, Fırat’ın doğusunda ise ABD öncülüğündeki koalisyonun kuzeyinde bulunan Türkiye, Suriye içerisindeki askerî varlığını iki taşıyıcı kolon üzerine bina etmiştir. Bunlar: PKK tehdidi ve mülteci sorunudur. PKK tehdidine karşın SMO ile birlikte Afrin’den Rasulayn’a kadar olan bölgede aktif olarak bulunan Ankara, mülteci meselesinde ise milyonlarca sivilin ikamet ettiği İdlib’i bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmüştür. İdlib’in onlarca farklı noktasında kurulan Türk askerî noktalarıyla olası bir kara harekâtı tehdidinin önüne set konulurken yine de hem İdlib’in kaotik bir ortama evrilmemesi hem de olası bir rejim saldırısında yerel güçlerin etkin kalabilmesi için şartlar HTŞ’nin varlığını gerekli kılmıştır. İdlib’deki en güçlü askerî yapı olan ve süreç içerisinde muhaliflerini de ciddi şekilde zayıflatan HTŞ, İdlib’in kaderiyle kendi kaderini yan yana getirmiş ve hayatta kalabilmesini bölgesel aktörler için de elzem kılmıştır.
Devlet merkezli sisteme olan mesafeye bakıldığında ise Nusra Cephesi’nden HTŞ’ye gelen süreçte örgütün bir değişim yaşadığı aşikardır. Nusra Cephesi uluslararası sistem ve kurumlarının Suriye politikalarını hedef alan bir dili söyleminin merkezine almış bir örgüttü. HTŞ’nin lideri Cevlani, Nusra Cephesi’nin lideri olduğu yıllarda Birleşmiş Milletleri “Şam Müslümanlarına karşı Haçlıların tarafında” bir aktör olarak tanımlamıştır(11). Bugün ise bilhassa Şubat depremi sonrasındaki süreçte Birleşmiş Milletlerin çeşitli uzantılarına bağlı heyetlerin HTŞ kontrolündeki İdlib’e ziyaretler gerçekleştirdikleri görülmüştür(12)-(13)-(14). El-Kaide’den bağını kopararak Nusra Cephesi’nin “yerel” ve “legal” bir yapılanmaya dönüşerek “muhataplar” bulmasını amaçlayan Cevlani’nin stratejisi başta BM olmak üzere devlet merkezli sisteme mesafe hususundaki değişimin asli sebebidir. İdlib ve çevresindeki hâkimiyetini devam ettirmek isteyen HTŞ’nin, hayatta kalma ve gücünü muhafaza etme stratejisinde devlet merkezli sisteme karşı Nusra Cephesi devrindeki söylemlerini terk ettiği görülmektedir. Lakin uluslararası aktörlerle ilişkilerini güçlendirdiği bir senaryoda dahi devlet merkezli sisteme kendi özerkliğine ket vuracak kadar yakınlaşmayacakları düşünülmektedir. HTŞ bu süreçte ayrıca söylem harici eylemleriyle de bir değişim süreci yaşadığını göstermek istemiştir. Suriye merkezli uyuşturucu ağının Kuzey Suriye’deki yapılanmalarına yönelik dönem dönem güvenlik operasyonları düzenleyen HTŞ’ye bağlı birimler(15), ayrıca uluslararası suçlular ve DAEŞ’e karşı mücadeleyi de kendilerine vitrin olarak kullanmaktadır. Uluslararası düzeyde aranan uyuşturucu kaçakçılarının HTŞ tarafından yakalanması(16) ve bölgedeki DAEŞ hücrelerine yönelik HTŞ operasyonları sadece İdlib’in güvenliği için değil, HTŞ’nin devlet merkezli sisteme yönelik imajı için de önem arz etmektedir. Zelin’in verilerine göre 2017-2023 arası dönemde HTŞ, İdlib vilayetinde 36 farklı yerleşim yerinde DAEŞ hedeflerine yönelik 59 güvenlik operasyonu gerçekleştirmiş ve aralarında üst düzey örgüt idarecilerinin de olduğu 279 DAEŞ mensubunu tutuklamıştır(17).

Temsiliyet: HTŞ’nin Yerelleşme Serüveni ve Ana Akımlaşma İddiası

DDSA’lar ortak kimlik, ülkü ve değerler üzerinden belirli bir kitlenin temsilciliği iddiasında olmaktadır. Rical el-Kerame’nin Süveyde’deki Dürzi kitleyle, Maharda ve Sukaylebiye’deki USG(18). gruplarının Hama’daki rejim yanlısı Hıristiyan kitleyle, Türkistan İslam Partisi’nin Türkî kökenli yabancı savaşçılarla olan temsiliyet ilişkileri Suriye sahasında akla gelebilecek ilk örneklerdir. Temsiliyetin DDSA’nın kapasitesi üzerindeki etkisini tahlil ederken ise örgütün insan kaynağına ulaşabilmesi ve muhafaza edebilmesi belirleyici etmenlerdir. Rejenerasyon kavramsallaştırması altında DDSA’nın “yeni üyeleri etkileme” ve “mevcut üyeleri muhafaza etme” kapasiteleri “meşruiyet inşası” ve “üyelerle örgüt arasında sadakat bağı kurulması” üzerinden tahlil edilmektedir. Nusra Cephesi ve HTŞ tecrübelerine bakıldığında örgütün temsiliyet kapasitesinin süreç içerisindeki dönüşümü ve yerelleşme ivmesi göze çarpmaktadır. Nusra Cephesi milislerinin ekseriyeti yerli unsurlardan oluşmakla birlikte ciddi sayıda yabancı savaşçıyı da bünyesinde bulundurmaktaydı. Örgüt DAEŞ ile yaşanan çatışma ve çok sayıda yabancı savaşçının bu süreçte Nusra Cephesi’nden ayrılıp DAEŞ saflarına geçmesinin ardından dahi Cevlani’nin ifadelerine göre %30’ları bulan bir yabancı savaşçı varlığına sahipti(19) Yabancı savaşçı akımını kendisine yönlendirirken el-Kaide ağlarından faydalanan Nusra Cephesi, savaş sahasında Esed rejimine karşı gösterdiği etkili performans ile de yerel sempati kazanmıştır(20).
Sivil tabanda yayılan bu sempati örgütün savaş sahasında gösterdiği “disiplinli ve organize” örgüt imajıyla birleşince ana akım Suriye muhalefeti grupları arasında da yankı bulmuştur. Ana akım muhalif yapılara bağlı binlerce Suriyeli savaşçının örgüte katılması(21) Nusra Cephesi’nin yerelleşme amacı doğrultusunda izlediği politikaların çıktılarından biri olmuştur. Nusra Cephesi’nin feshi ve akabinde kısa bir geçiş döneminin ardından(22) HTŞ’nin kurulması, Cevlani’nin yerelleşme ve ana akımlaşma hedefinin önündeki “el-Kaide etiketi” engelinden kurtulması anlamına gelmiştir. El-Kaide ile bağlarını kamuoyu nezdinde yumuşak bir geçişle sonlandıran örgüt, sahada ise el-Kaide çizgisine yakın yabancı savaşçıları orta vadede tasfiye yolunu tercih etmiştir. Örgütün yerelleşmesi ve küresel cihat hareketinden ayrılmasına itirazı bulunan “şahin çizgideki” yabancı unsurlar başta Hurras ed-Din olmak üzere İdlib’deki muhtelif örgütlerin bünyesine katılırken HTŞ süreç içerisinde hem bu örgütlere hem de örgütün çizdiği politik sınırlara uymama ihtimali olan yabancı savaşçılara yönelik baskı ve tasfiye politikalarını yoğunlaştırmıştır(23).HTŞ bu hamlesiyle uluslararası bir güvenlik meselesi haline gelen “yabancı savaşçılar” olgusundan kendisini sıyırırken örgütün yerelleşmesi ve tek merkezden yönetilebilmesi hususunda da aşama kaydetmiştir. İdlib’de kurulan HTŞ himayesindeki hükümet, sivil kurumlar ve örgütün vilayet sathındaki işleyişinin dış müdahale ve tartışmalar(24) olmaksızın gerçekleşmesi, Cevlani’nin örgütü üzerindeki hâkimiyetini de tahkim etmiştir. Küresel cihat geleneğine bağlı ve vitrininde yabancıların da olduğu bir örgütten Suriye muhalefetini temsil hususunda iddialı yerli bir örgüte dönüşüm süreci, HTŞ’nin İdlib’de hayatta kalabilmesinin ve muktedirliği serüveninin bir nevi özetidir.
Aşırı genişleme yönetimi hususunda ise Nusra Cephesi’nin, DAEŞ ile yaşanan ayrışmada DAEŞ saflarına çok sayıda yabancı unsurun geçmesi örgüt açısından yetersizlik olarak okunmalıdır. Nusra Cephesi’nin en gösterişli günlerinde DAEŞ ile karşı karşıya gelindiği anda milis havuzunun önemli bir kısmını kısa bir süre içerisinde kaybetmek, Cevlani açısından da dönüştürücü rol oynamış bir tecrübe olmuştur. Bu kez alan hâkimiyeti olarak daralan lakin hâkim olduğu bölgelerde tek başına iktidar olmayı tercih eden ve otorite olarak genişleyen örgüt, yerelleşme stratejisiyle nispeten “başarılı” bir aşırı genişleme yönetimi göstermiştir. Henüz kuruluş aşamasında bünyesine küçük çaplı yerel grupları katan HTŞ, rejime karşı savaşta diğer muhalif unsurlarla ortak operasyon odası altında hareket etmeyi tercih etmiştir. İdlib’in rejim güçlerinden alındığı süreçte yaşanan Fetih Ordusu tecrübesinin Nusra Cephesi’nin yerel kitledeki popülaritesi üzerindeki olumlu etkisi doğru tahlil edilmiş olacak ki günümüzde de Feth’ül Mübin Operasyon Odası adı altında “rejime karşı” mücadelede muhalif unsurların paydaşı olan bir HTŞ görülmektedir. Bahar Kalkanı Harekatı ile birlikte TSK’nın rejim ve Rusya’nın sahadaki kara saldırı sürekliliğine engel olması muhalif unsurların toprak kaybetme trendini durdurmuştur. Bu sürecin devamında da Feth el Mübin Operasyon Odası unsurlarının 2020-2022 arasında her yıl artan oranlarda rejim ile doğrudan çatışmalara girdikleri görülmüştür(25). Rejime karşı kurulan ortak operasyon odasının günden güne rejime karşı saldırılarını arttırması ve bölgedeki Türk askerî noktaları, bölgede rejim lehine yeni bir harita değişimini net bir şekilde önlemiştir. Bu hattaki en güçlü muhalif grup olan HTŞ de bu yeni realiteyi İdlib’deki otoritesini tahkim etmek amacıyla kullanmıştır.
Bunların ötesinde ise rakip gördüğü orta ve büyük ölçekli grupları tasfiye politikası güden HTŞ, bu politikada başarılı oldukça İdlib’de başat aktör haline gelmiştir. Suriye’nin en büyük muhalif güçlerinden Ahrar’uş Şam’ın idaresine müdahil olarak adeta örgüt içi bir darbeye ön ayak olan(26) HTŞ, sürecin sonunda Ahrar’uş Şam’ın önemli bir parçasını kendi nüfuz alanına alırken İdlib’deki bir numaralı rakibini de vilayet özelinde geri plana atmıştır. Bir kısım militanı HTŞ’nin kendi içerisindeki fikir ayrılıkları sonunda örgütten kopan “şahin” figürler olan Hurras ed-Din ve Ensar ed-Din gibi yapılar da HTŞ’nin tasfiye politikasına hedef olmuş ve ciddi şekilde törpülenmişlerdir(27). İdlib’deki hakimiyetini güçlendiren HTŞ bununla da yetinmemiş ve SMO kontrolündeki Afrin ve Azez’e doğru hamle yaparak hem SMO’nun kapasitesini hem de Ankara’nın olası tepkisini test etmiştir(28). Türkiye’nin ultimatomu sonucu bölgeden çekilen HTŞ, bu süreçte “Suriye muhalefetinin yegane temsilcisi” olma arzusunun önünde SMO ve Türkiye’nin olduğunu görmüştür. Öte yandan İdlib’de uyguladığı tasfiye politikalarıyla da kendisini İdlib’in muhafazası için yegane muhatap -bir nevi İdlib’in muhafızı- olarak konumlandırmıştır.

Etki: Dönüştüren Nusra Cephesi’nden Dönüşen HTŞ’ye

DDSA’ların etki kapasiteleri devletin ana aktör olduğu düzeni “dönüştürme” ve devleti aksiyona zorlayabilmek üzerinden ele alınmaktadır. Küresel çapta gerçekleşen terör eylemleri ve bu eylemlerin faillerinin ekseriyetle Suriye, Irak ve Yemen’de savaş tecrübesi olan el-Kaide ve DAEŞ militanları olması uluslararası kamuoyunun “yabancı savaşçılar” mevzusunu ana gündem haline getirmesine zemin hazırlamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin “yabancı savaşçılar” meselesi ile alakalı aldığı 2178 sayılı karar metninde Nusra Cephesi “yabancı terörist savaşçıların katıldığı gruplar” arasında sayılmıştır(29). Daha sonra HTŞ de bu listeye eklenmiştir(30).
Nusra Cephesi uluslararası hukuk bağlamında cüzi de olsa böyle bir dönüştürücü role sahipken İran ve Rusya’nın Suriye’de savaş süreci içerisinde artan görünürlüklerinin de bir nevi müsebbibi olmuştur. Şam ve Deyrezzor’da hem alan hâkimiyeti hem de rejimin önemli figürlerinin hedef alınmasında ön planda yer alan Nusra Cephesi, İran’ın rejimi “ayakta tutmak adına” Suriye’ye müdahalesinin diğer büyük muhalif güçlerle birlikte başlıca etkeni olmuştur. 2015’te de içerisinde Nusra Cephesi’nin de yer aldığı Fetih Ordusu koalisyonunun İdlib vilayetini rejimin tüm direnişine rağmen ele geçirmesi, Rusya’yı “doğrudan müdahaleye” zorlayan bir gelişme olarak kayıtlara geçmiştir. Desteklediği Şam yönetiminin askerî olarak içine düştüğü aciz durumun İdlib’in düşüşüyle sınırlı kalmamasından çekinen Moskova, dolaylı olarak destek verdiği rejime doğrudan askerî destek vermek zorunda kalmıştır. Moskova’nın Halep ve İdlib odaklı güvenlik politikasını uluslararası kamuoyuna “radikallerle savaş” olarak satarken vitrine “Nusra Cephesi”ni koyması ve HTŞ’nin kurulmuş olmasına rağmen çoğu zaman HTŞ’yi Nusra Cephesi olarak adlandırması da Nusra Cephesi ve müttefikleri tarafından aksiyona zorlanan Moskova’nın aynı zamanda “söyleminde” de dönüşüm yaşadığı şeklinde okunabilir.
Nusra Cephesi her ne kadar bir el-Kaide uzantısı olsa da Hizbullah’a karşı gerçekleştirdiği birkaç misilleme saldırısı haricinde(31) sınır ötesi eylemlere girişmeyen, hedefini Suriye rejimini alaşağı etmek ile sınırlı tutan ve bölgesel aktörleri kendi topraklarına saldırmakla tehdit etmeyen bir örgüttü. Bu sebeple rejimin müttefikleri İran ve Rusya’ya ek olarak ABD’nin dönem dönem gerçekleştirdiği nokta operasyonlarını(32) bir kenara bıraktığımızda, örgüte karşı küresel veyahut bölgesel ittifaklar tarafından temelli bir askerî müdahale gerçekleştirilmemiştir.
Cevlani’nin özellikle üzerinde durduğu “yeni düşmanlar yaratmama” stratejisine uygun hareket eden örgüt, HTŞ serüveninde de İran ve Rusya haricinde herhangi bir ülkeye ait askerî unsurları ne söylem ne de eylem bazında hedef almıştır. İdlib’de rejim ve müttefiklerinin olası kara harekâtına karşın kendisini de bir numaralı muhalif askerî güç olarak konumlandıran örgüt, böylece kendisine yönelik uluslararası siyasî ve askerî baskıları azaltmıştır. Bu durumda elbette İdlib’in rejim eline düşmesi halinde ortaya çıkacak ve tüm bölgeyi etkileyecek yeni ve devasa bir mülteci dalgası ihtimalinin etkisi büyüktür. HTŞ henüz arzu ettiği şerhsiz meşruiyeti uluslararası muhatapları nezdinde kazanamasa da kendisini “düşman” sınıfının dışına taşıyabilmiş ve mülteci dalgası tehlikesini de bir diplomatik avantaja çevirmiştir. Türkiye’nin gözlem noktalarıyla çevrelediği ve güvenliğini – en azından bir kara harekâtına karşı- sağlama iddiasında olduğu İdlib’in “yegâne başat gücü” haline gelen HTŞ, böylece Ankara’nın dolaylı olarak kalkanı altına girmiştir. HTŞ’ye dair Nusra Cephesi tecrübesi ve HTŞ’nin Afrin’in doğusuna yönelik girişimleri hasebiyle şerhleri olan Ankara, İdlib’in güvenliği ve mülteci dalgasını engellemek amacına ulaşmak için bölgede HTŞ ile karşı karşıya gelmeyi tercih etmemektedir. Öte yandan BM’nin İdlib’e yönelik son dönemde artan ziyaretleri(33) de dönüştürücü etki kapasitesinin bir çıktısı olarak yorumlanabilir. Kendi varlığını İdlib’in ve dolayısıyla milyonlarca potansiyel mültecinin güvenliğine bağlı hale getiren HTŞ, böylece kendisine yönelik radikalizm şerhlerine rağmen BM ile sivil hükümet vasıtasıyla temas edebilmeye başlamıştır. Örgüt, İdlib’in Suriye ve bölge için önemini kendi dönüşüm sürecine zemin haline getirmiş ve “muhatap alınma” hususunda bölgesel aktörler ve uluslararası kurumlar nezdinde dönüştürücü bir etki yaratmıştır.

Sonuç

Son tahlilde HTŞ’nin Cevlani’nin “yerelleşme” siyasetine büyük oranda uyum sağlayarak süreç sonunda yerel ve İdlib özelinde tekel haline gelmiş güçlü bir yapıya dönüştüğü görülmektedir. Askerî olarak caydırıcı olsa da alan hâkimiyeti hususunda farklı bir geçmişi olan Nusra Cephesi’nin aksine HTŞ, sınırları fazla değişmeyen bir alanda önce kendi içerisinde fikrî olarak yerelleşmeye karşı figürleri tasfiye etmiş ardından ise başta Ahrar el Şam olmak üzere kendisine İdlib ve çevresinde rakip ya da en azından denge unsuru olabilecek diğer muhalif güçleri törpülemiştir. Bu gelişmeler esnasında İdlib’de kendisine bağlı olarak kurduğu sivil idare ve ona bağlı kurumlarla sürekliliğe sahip yerel bir idare ve ekonomi inşa etmeye çalışmıştır. HTŞ’nin küçülen saha hâkimiyetine karşın ekonomik olarak yeni kaynaklar üretebilmesi örgüte siyasî ve askerî olarak bir özerklik kazandırmıştır. Bu özerklik aynı zamanda etki kapasitesini de etkilemiştir. HTŞ’nin İdlib’de aykırı seslere karşı taviz vermeyen baskıcı tutumuna rağmen, halen sivil kitle içerisinde teveccüh görmesi örgütün askerî ve mali disiplin açısından diğer örgütlerden farklı olarak başarılı bir noktada bulunmasıyla alakalıdır. Ayrıca örgüt, isim ve politika değişimine rağmen halen asli düşman olarak rejim ve müttefiklerini hedef almakta ve kendisini İdlib’in baş muhafızı olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. 2023 itibariyle İdlib’de diğer muhalif unsurların yaşadığı erime, İdlib’in Afrin-Azez-Bab-Cerablus hattına kıyasla daha az idari ve emniyet sorunu yaşaması örgütün iktidar yürüyüşünün büyük oranda başarı ile sonuçlandığını göstermektedir. Öte yandan tüm yerelleşme ve “radikal” yaftasından ayrışarak muhatap bulma yönündeki gayretine rağmen HTŞ, bölgesel ve küresel aktörlerle temas ve iş birliği kurma hedefinin halen uzağında kalmıştır. Bu durumda örgütün İdlib’deki otoriter yönetiminin yanı sıra örgüt lideri Cevlani ve kurmaylarının el-Kaide mazilerinin de payı büyüktür. Örgütün İdlib’deki sivil sempatiyi Suriye Geçici Hükümeti bölgelerinde bulamıyor olması da benzer sebeplerden kaynaklıdır.


([1])Ersel Aydınlı, Violent Non-State Actors From Anarchists to Jihadists, Routledge, 2016, s.8-9.

([2]) Charles Lister, “Profiling Jabhat al-Nusra”, Brookings Institution, 2016. s.31.

([3]) Charles Lister, The Syrian Jihad: Al-Qaeda, the Islamic State and the Evolution of an Insurgency, Oxford University Press; 1st edition, 2016, s.202.

([4]) Howard J. Shatz, "ISIS and Nusra Funding and the Ending of the Syrian War", Discussion paper for the workshop on: “The emerging security dynamics and the political settlement in Syria”, Syracuse, Italy, 18-19 October 2018, s.6.

([5]) Sultan Barakat, Qatari Mediation:Between Ambition and Achievement, Brookings Institution, 2014, s.35. https://bit.ly/3RbeIVL.

([6]) Daraj, 2018 أمر إخلاء’... النصرة تصادر منازل ‘الكفار’ في إدلب https://daraj.media/4379/

([7]) Nisreen Al-Zaraee, Karam Shaar, The Economics of Hayat Tahrir al-Sham, Middle East Institute, 2021 https://bit.ly/3uvFVtu.

([8]) SDF Sells Syrian Oil to HTS Company in Idleb, The Syrian Observer, 2022https://bit.ly/3RdwG9W

([9]) HTS Raises Electricity Fees in Syria Idleb, The Syrian Observer, 2021 https://bit.ly/3SVZWne

([10]) Hussam al-Mahmoud, "Tahrir al-Sham’s bank in Idlib a need or luxury?", Enab Baladi https://bit.ly/40NQuEh

([11]) Jabhat an-Nusra – Abu Muhammad al-Julani ~ For the People of Integrity, Sacrifice is Easy, pietervanostaeyen.com, 2014 https://bit.ly/47M18xC .

([12]) “UN Delegation Visits Quake-Hit Idlib in Syria.” Anadolu Ajansı, 2023 https://bit.ly/3uqPz0m .

([13]) Charles Lister, “Earlier today,@WHOchief@DrTedrosvisited #Idlib -- specifically Bab al-Hawa hospital & medical facilities in Sarmada, associated with@sams_usa&;@ahfrelief.Yes, it's 3 weeks late, but this is a positive step -- the most senior@UNofficial to visit #Idlib, I believe” Twitter, 1 Mart 2023, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([14]) Charles Lister, “ Interesting — another@UNvisit to the #HTS-linked Salvation Government Ministry of Development & Humanitarian Affairs in #Idlib.This comes amid continued speculation about possible@UNplans to establish a permanent office in NW #Syria.”, Twitter, 24 Mayıs 2023, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([15]) Daniele Garofalo, “The General Security Service of the Syrian Salvation Government under the Hay'at Tahrir al-Sham (#HTS) controlled areas, released photos of an operation to arrest drug dealers in areas of #Idlib. Arrested the traffickers and seized large quantities of captgon and hashish. #Syria”, Twitter, 10 Aralık 2022, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([16]) Did syrian jihadists nab a notorious Italian mobster for Italy?. L’Orient Today. (2022) https://bit.ly/47Pi3zn .

([17]) Zelin, Aaron. “Jihadi ‘counterterrorism:’ Hayat Tahrir al-Sham versus the Islamic State.” Combating Terrorism Center at West Point, 2023 https://bit.ly/49RHbqM .

([18]) Ulusal Savunma Güçleri.

([19]) Greenwood, Maja Touzari. “Islamic State and Al-Qaeda’s Foreign Fighters.” Connections 16, no. 1 (2017), s.92.

([20]) Jabhat al-Nusra’s rising stock in Syria, al Jazeera, 2013, Erişim Tarihi: Kasım 2022 https://bit.ly/49GYcE6 .

([21]) Lister, “Profiling Jabhat al-Nusra”, s.7.

([22]) Şam Fetih Cephesi tecrübesi.

([23]) Syrian jihadi group escalates campaign against foreign fighters in Idlib, al-Monitor,2022 https://bit.ly/3QOuJ2x .

([24]) Yabancı unsurların usul ve işleyişe yönelik direnç ve itirazları.

([25]) “Actor Profile: Hayat Tahrir al-Sham (HTS).” ACLED, 2023 https://bit.ly/46phXgB .

([26]) Özkizilcik, Ömer, and Ömer Behram Özdemir. “Ahrar El Şam’da ‘Darbe Girişimi’ ve Olası Senaryolar.” Suriye Gündemi, 2020 https://bit.ly/3N0Tqrl .

([27]) Hamevi, Salih el-. "İdlib’de HTŞ - Hurrasü’d-Din Rekabeti: İdeolojik Ortaklıktan Düşmanlığa". ORSAM, 2020 https://bit.ly/47NxoAg .

([28]) Özkizilcik, Ömer. “How a Former Al-Qaeda Affiliate Became an Existential Threat and a Wake-up Call for the Syrian Opposition.” Atlantic Council, 2022 https://bit.ly/3MYmNul .

([29]) Fact Sheet: UN Security Council Resolution 2178 on Foreign Terrorist Fighters, https://bit.ly/46naGOs .

([30]) Aaron Y. Zelin, “Why Is It So Difficult to Get Off a Terrorist List?”, 3 Haziran 2022, Washington Institute, https://bit.ly/40U99yo .

([31]) “Al-Nusra Says Carried out Northern Lebanon Attacks.” Anadolu Ajansı, 2015https://bit.ly/3STvSs4 .

([32]) “US Strikes Khorasan Group Targets in Syria.” Anadolu Ajansı, 2014 https://bit.ly/3RcYtYn .

([33])[1] “After the Recent Escalation, a UN Delegation Visits Idlib to Assess the Conditions of the Displaced-Ark News.” ARK News, 2023 https://bit.ly/3uw4fLJ .

Kategori Raporlar