Bu bülten, 2024 yılı Ekim ayı içerisinde Suriye sahasında yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik gelişmeler ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Siyasî olaylara bakıldığında rejimin ihtiyatlı bir tarafsızlık ve İran ekseninden farklılaşma politikası izlemeye devam etmektedir. Bunun yanı sıra rejim, Batı yaptırımları nedeniyle kendisine uygulanan uluslararası izolasyonu kırmak için Orta Doğu’ya yönelik uluslararası ilginin yeniden canlanmasından yararlanmaya çalışmaktadır. Böyle bir ortamda ise bölgesel gerilimler Suriye'deki duruma doğrudan yansımaktadır. Güvenlik olaylarına bakıldığında bu ay içerisinde İsrail’in, Suriye topraklarında İran ve “Hizbullah” milislerine ait onlarca güvenlik noktasını ve askerî mevkileri hedef alan saldırılarında önemli bir artış yaşanmıştır. Bu durum, yakında bir ateşkesin olma ihtimalinin düşük olmasına bakılırsa Lübnan’daki savaşın, rejimin savaştan uzak durma çabalarına rağmen Suriye’ye sıçrama riskini artırabilir. Ekonomik gelişmelere bakıldığında iktisadi göstergelerdeki çöküş, Suriye ekonomisinin genel karakteristik özelliği olmaya devam etmektedir. Rejimin etkili bir ekonomi politikasının olmaması, enflasyon, yoksulluk ve işsizlik gibi temel meseleleri görmezden gelmesi, yaşanan krizlere derinlemesine bir çözüm bulmak yerine yüzeysel müdahalelerde bulunması ve bu yanlış metodu uygulamakta ısrar etmesi vatandaşların yaşadığı sorunları daha da arttırmaktadır.
Suriye’yi çevreleyen bölgesel gerginlikler, özellikle Suriye'deki durumu doğrudan etkileyen Lübnan ve Gazze cephelerindeki gelişmeler ekim ayı boyunca da devam etmiştir. BM Özel Temsilcisi Geir Pedersen, bölgesel çatışmanın Suriye’ye sıçraması durumunda olayların daha da kötüleşeceği ve bu durumun uluslararası barış ve güvenlik açısından ciddi sonuçlar doğuracağı uyarısını yinelemiştir.
Esed rejimi ise İsrail konusunda temkinli bir tarafsızlık politika izlemeye devam etmektedir. Bu durum, rejimin İran ile ilişkileri konusunda birçok soruyu gündeme getirmektedir. Rejim yanlısı medya, rejim kontrolü altındaki bölgelerde kronik bir ekonomik kriz yaşanırken Tahran'ın ekonomik açıdan rejime verdiği desteğin sınırlı olduğunu, enerji ve yakıt sektörü de dâhil olmak üzere birçok konuda iki taraf arasında görüş ayrılıkları yaşandığını dile getirmiştir. Bu durum ile ilgili olarak Hamaney’in uluslararası ilişkiler danışmanı Ali Ekber Velayeti, Tahran ile rejim arasındaki ilişkilerde gerginlik olduğu yönündeki haberleri yalanlamıştır. Diğer yandan Esed'i “direnişe inanan etkili bir şahsiyet” olarak tanımlayarak ilişkilerin gergin olduğuna dair haberleri “yalan haber” olarak nitelendirmiştir.
Aynı bağlamda Esed rejimi, Batı'nın yaptırımları nedeniyle maruz kaldığı uluslararası izolasyonu kırmak için Orta Doğu’ya yönelik uluslararası ilginin yeniden canlanmasından faydalanmaya çalışmaktadır. Başbakan Muhammed Gazi El Celali, Hindistan’ın Şam Büyükelçisi ile bir araya gelerek ülkesinin teknoloji ve tarımsal mekanizasyon da dâhil olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliğini geliştirmeye hazır olduğunu ifade etmiştir. Rejim Başkan Yardımcısı Faysal Mekdad, Irak'ın Suriye’deki geçici maslahatgüzarını Şam’daki ofisinde kabul ederek ikili ilişkileri güçlendirme yolunda bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu görüşmede özellikle ekonomi alanında olmak üzere ortak komitelerin etkinleştirilmesi gerektiğine yer verilmiş, imzalanan mutabakat zabıtlarının hayata geçirilmesi konuları ele alınmıştır. Rejimin Dışişleri Bakanı Bassam Sabbagh, Minsk’te Belarus Cumhuriyeti Başbakanı ve Meclis Başkanı ile bir araya gelmiştir. Belarus’un üst düzey iki yetkilisi ülkelerinin Suriye ile siyasî, ekonomik ve kültürel alanlarda işbirliğini güçlendirmeye ilgi duyduğunu ifade etmişlerdir. Bu arada Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Sergei Shoigu, Abu Dabi’de BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayed ile yaptığı görüşmede Esed rejimine daha fazla siyasî ve ekonomik destek verilmesi, diğer Arap devletleriyle ve bölgesel düzeyde normalleşmenin teşvik edilmesi çağrısında bulunmuştur.
Türkiye’nin rejimle normalleşmesine ilişkin olarak Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türk kuvvetlerinin Suriye’den çekilmesi konusundaki anlaşmazlık nedeniyle iki taraf arasındaki müzakerelerin askıya alındığını belirterek ülkesinin müzakerelerin yeniden başlaması için sürekli çaba sarf ettiğini vurgulamıştır. Ancak bölgede meydana gelen değişiklikler, özellikle İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve İran'ın bölgedeki nüfuzuna karşı devam eden savaşın bir sonucu olarak geniş çaplı bir bölgesel savaşa sürüklenme riski normalleşmeyi zora sokmaktadır. Ayrıca Trump’ın Beyaz Saray'a dönüşüyle birlikte ABD’nin yeni Suriye politikasının nasıl olacağı ve genel olarak bölge üzerindeki etkileri bağlamında Rusya’nın müzakere çabaları sınırlı kalacak ve normalleşme süreci sekteye uğrayacaktır. Diğer yandan Müzakere Komitesi Başkanı Bedir Camus, rejimin siyasî çözümden kaçması nedeniyle Arapların rejimle normalleşmesinde gerçek bir ilerleme kaydedilmediğine dikkat çekerek Suriye konusunda uluslararası bir konferans düzenlenmesi ve siyasî çözümü ilerletmek için bir Arap planı üzerinde çalışılması çağrısında bulunmuştur.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne (HRW) göre Lübnan’daki Suriyeli mültecilere yönelik, rejimin keyfi tutuklamaları, işkenceleri ve geri dönenlerin yargılanmasına yönelik baskıcı politikalarının devam etmesi nedeniyle mültecilerin Suriye’ye geri dönüşleri zora girmiş durumdadır. Onurlu bir geri dönüş için güvenli alternatiflerin ve ortamın bulunmamasının yanı sıra, bölgede tırmanan savaş durumu ve temel insani ihtiyaçların karşılanamamasının bir sonucu olarak mülteciler çok zor hayat koşulları ile karşı karşıya kalmaktadır. Avrupa Komiserliği, Suriye’de mültecilerin gönüllü geri dönüşü için güvenli bir ortam bulunmadığına dair defalarca açıklamalar yapmıştır. Avrupa Birliği Büyükelçileri, Avrupa Birliği Konseyinin mevcut oturumuna başkanlık eden Macaristan’ın çağrısı üzerine, Suriyeli mültecilerin ülkelerine gönüllü geri dönüş yollarını tartışmıştır. Bazı Avrupa Birliği ülkeleri mülteci dosyasını, Esed rejimiyle ilişkileri düzeltmek ve AB'nin siyasî çözümde somut ilerleme sağlanmadan ilişkileri normale döndürmeme politikasını değiştirmek için kullanması, Avrupa ülkeleri arasında büyük tartışmalara yol açmaktadır.
Bu ay İsrail’in Suriye topraklarında gerçekleştirdiği ve İran ile Hizbullah milislerine bağlı onlarca güvenlik noktası ve askerî tesisi vurduğu, özellikle Hizbullah’ın Suriye-Lübnan sınırında ikmal hattı olarak kullandığı resmî ve gayri resmî geçitleri hedef alan hava saldırılarında kayda değer bir artış yaşanmıştır. Saldırılarda ayrıca Suriye’deki askerî tesisler, silah depoları ve Hizbullah’ın önde gelen bazı liderleri de hedef alınmıştır. Saldırılarda Şam ve kırsalındaki çeşitli yerler de vurulmuş, özellikle İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın üst düzey yetkilileri hedef alınmıştır. Bu saldırılardan biri olan İslami Cihad Genel Sekreteri'ne yapılan suikast girişimi ise başarısız olmuştur. İsrail'in olayları tırmandırması ve Suriye topraklarına yönelik kara harekâtı, Lübnan’daki savaşın Suriye'ye sıçrama riskini arttırmaktadır. Rejimin savaştan uzak kalma çabalarına rağmen görünürde bir ateşkes ihtimali bulunmamaktadır.
Suriye’nin sahil kesiminde ise İsrail, İran'a ait bir uçağın inmesine müteakip Hmeymim üssü yakınlarına saldırılar düzenlemiştir. Bir başka saldırıda ise askerî bir kışlanın yakınında yer alan silah deposu hedef alınmıştır. Ayrıca Humus’un doğu kırsalında bir mühimmat deposu ve İranlı milislere ait bir bina ile Humus’un güneyinde bir hava savunma sistemi de hedef alınmıştır. İsrail, Suriye’nin güneyinde ise Dera’daki Radar Taburu ve 79’uncu Hava Savunma Tugayını, Suveyda’daki Tel Al Kulayb radarını ve Kuneytra’daki ana yolları hedef almıştır. Saldırılardaki bu tırmanış, İsrail’in işgal altındaki Golan’da yaklaşık yedi kilometre uzunluğunda ve iki metre genişliğinde bir hendek kazmasının yanı sıra Suriye’de yeni topraklar işgal ve ilhak ederek 1974’te imzalanan ayrılma hatlarını ihlal etmesine paralel olarak gerçekleşmiştir.
Bir yandan Hizbullah Suriye’yi silah ve mühimmat ikmal hattı olarak kullanmaya devam ederken diğer yandan Irak İslami Direnişi milisleri işgal altındaki Golan’da İsrail mevzilerini hedef almaya çalışmıştır. Rejim ve arkasındaki Rusya ise, Suriye’nin güneyindeki angajman kurallarını korumaya çalışmaktadır. Rejim, Lübnanlı araçların başta İsrail ile ateşkes hattı olmak üzere güneydeki bazı noktalara geçişini engellemek için bir genelge yayınlamıştır. Ayrıca ateşkes hattı yakınında çok sayıda Rus askerî kontrol noktası ve mevzileri kurulmuştur. Bölgede günlük devriyeler gezmekte ve rejim güçleriyle ortak tatbikatlar gerçekleşmektedir.
Suriye'nin kuzeybatısında ise, Heyet Tahrir El Şam liderliğindeki El Fetih El Mubin odasının operasyon hazırlığında olduğu ve cephe hatlarında askerî hazırlıklar yaptığı yönündeki haberler üzerine Rus güçleri, Halep’in batı kırsalından Lazkiye'nin kuzey kırsalına kadar rejim tarafından cephe hatlarına getirilen askerî takviyelerle birlikte hava saldırıları düzenlemiştir. Buna karşılık Türkiye, ateşkesin bozulmasını önlemek için İdlib bölgelerinde gözlem noktalarını tahkim etmiştir.
Diğer yandan SMO’ya bağlı Sukur El Şimal grubu, Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığının emrine girdiğini ilan etmiştir. Grup varlığını sonlandırmıştır. Aldıkları bu karar, Bakanlığın emrine karşı çıkması ve SMO’ya bağlı Cephe Şamiye katılacağını açıklamasının ardından maruz kaldığı baskıdan kaynaklanmaktadır. Bu gelişme, SMO’nun yeniden yapılandırması hususunda bir ilk olarak görülmektedir.
Suriye'nin kuzeydoğusunda ise, Fırat’ın doğusunda rejim güçleri ve İranlı milisler tarafından kontrol edilen yedi beldeye yönelik uluslararası koalisyon üslerinden neredeyse her gün yapılan bombalamalar devam etmektedir. Bombalamalar sonucunda İranlı milisler ve Esed rejimine bağlı 4. Tümenden 8 kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı zamanda ABD'nin Koneko üssünden yapılan füze saldırısında Deyrizor şehrinin doğusundaki yedi beldeden biri olan Marat beldesinde aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 6 sivil hayatını kaybetmiştir. Bu saldırılar, ABD üslerinin İranlı milisler tarafından hedef alınmasına yanıt olarak gelmiştir.
Öte yandan Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki bazı bölgelere yönelik operasyonlarını arttırmıştır. Bu operasyonlarda YPG terör örgütünün askerî mevzileri ve asker toplama merkezlerinin yanı sıra hayati öneme haiz tesis ve altyapıları da hedef alınmıştır. Türkiye’nin saldırılarını arttırmasının nedeni, Ankara’daki TUSAŞ Savunma Sanayii Şirketine yönelik yapılan terör eylemidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara saldırısından bu yana Suriye ve Irak’ta 470 PKK hedefinin vurulduğunu açıklamıştır. Diğer yandan PYD İç Güvenlik Güçleri de Türkiye'nin 1168 kara ve hava saldırısı düzenlediğini dile getirmiştir. YPG/SDG genel komutanı Mazlum Abdi, Ankara saldırısı ile kendi güçleri arasında herhangi bir bağlantı olmadığını iddia ederek gerilimin düşürülmesi için diyalog çağrısında bulunmuştur. Ancak Türkiye, teröristlerin Suriye topraklarından Türkiye’ye geçtiklerini doğrulamıştır.
Rejimin krizleri görmezden gelme ve krizin derin köklerini ele almak yerine yüzeysel çözümlere odaklanmaya dayalı metodolojisini sürdürdüğü bir ortamda, rejimin enflasyon, yoksulluk ve işsizlik gibi temel sorunları ele alacak etkili bir ekonomi politikası bulunmamaktadır. Bundan dolayı vatandaşların çektiği acılar artmakta ve çeşitli göstergelerde süregelen bozulma, Suriye ekonomisinin genel karakteri olmaya devam etmektedir.
Şam’da temel gıda maddeleri ve sebze fiyatlarında geçtiğimiz ay yaşanan fahiş yükseliş vatandaşların geçim yükünü fazlasıyla arttırmaktadır. Beş kişilik bir ailenin asgari geçim maliyeti yaklaşık 8 milyon Suriye lirasına ulaşmıştır. Asgari ücret ise 278 bin lirada sabit kalmaktadır. Hükümet politikaları hızla yükselen enflasyona çözüm üretememektedir. Bu yükselişe ayak uyduramayan savunmasız grupların geliri ile yaşam maliyetleri arasında büyük bir uçurum meydana gelmiştir. Suriye lirasının satın alma gücündeki keskin erozyon ve yüksek enflasyon oranları, yerel ekonominin kırılganlığını ve çevredeki değişikliklere karşı hassasiyetini yansıtmaktadır.
Rejimin sübvansiyonlu mazot fiyatını 2000 Suriye lirasından 5000 liraya yükseltme kararı, krizin köklerini göz ardı ettiğini pekiştirmektedir. Enerji sektöründe süregelen krizi yansıtan bu durum, ulaşım ve tarımsal üretim maliyetlerinin de artmasına yol açmaktadır. Böylelikle gıda fiyatları üzerindeki baskı artmakta ve kendi kendini besleyen bir enflasyon döngüsü oluşmaktadır. Rejim bu artışı, sübvansiyonları azaltmak ve mali açığı en aza indirmek için bir adım olarak gerçekleştirmiştir. Bu da rejimin karşı karşıya olduğu büyük ekonomik krizin ve temel yaşam giderlerini bile karşılamadaki yetersizliğinin dolaylı bir kabulüdür. Rejim, en savunmasız halkı bile korumak için herhangi bir önlem almamakta, bu durumun sosyal ve ekonomik yükünü bu grupların omzuna yüklemektedir.
Suriyelilerin ve Lübnanlıların, Suriye'ye doğru göç dalgalarına neden olan İsrail'in Lübnan’a saldırısının ekonomik etkilerine gelince; bu durum emlak piyasaları ve kiralar üzerindeki baskıyı arttırmıştır. Yerinden edilmiş Lübnanlılar için yazlık evlerinin aylık kira bedelleri 400-600 dolar arasında değişmektedir. Rejim tarafından resmî olarak dolarla işlem yapılmasının yasak olarak kabul edilmesine rağmen dolarla yapılan ticaret artmıştır. Kiraların değerindeki bu artış, uygun konut bulmakta zorlanan Suriyelilerin sıkıntılarını arttırırken emlak piyasası da sömürü ve spekülatörlere karşı savunmasız bırakılmıştır.
Buna ek olarak İsrail'in; Lübnan ve Suriye arasındaki “Masnaa Jdeidat Yabous” sınır kapısına yönelik devam eden bombardımanı, Suriye'den Lübnan’a yapılan ihracatı durdurmuş ve bu da iki ülke arasındaki ticareti olumsuz etkilemiştir. Zira daha önceden her gün Lübnan’a gelen Suriye kamyonlarının sayısı 30 ila 40 arasında değişmekteydi. Suriye’nin ihracat yapabileceği diğer pazarların Ürdün, Irak ve Körfez ile sınırlı olduğu bilinmektedir. Ayrıca önceden Lübnan ile Irak arasında Suriye üzerinden geçen transit araçların sayısı günlük 60 araç civarındaydı. Bu araçların her biri yaklaşık 600 dolar transit ücreti ödemekteydi. Bu transit işinin durması nedeniyle devletin gelir elde ettiği bir yolun daha kaybolmuş olması durumu daha da kötüleştirmektedir. Bu ekonomik kriz, ticaret sektörü üzerinde de sürekli bir baskı oluşturmakta ve Suriye'nin dış ticaret altyapısının kırılganlığını ortaya çıkarmaktadır. Zira ekonomi sınırlı sayıda sınır kapıları ve ticaret ortakları gelirlerine bağlıdır. Buna ek olarak yük taşımacılığının durması önemli bir döviz kaynağının kaybedilmesi ve yerel üretici sektörler üzerindeki baskının artması anlamına gelmektedir.
İsrail ve İran arasındaki çatışmanın Suriye üzerindeki doğrudan etkilerinden biri, Şam’da toplu taşımanın neredeyse tamamen felç olmasına yol açan, vatandaşların günlük yaşamlarını olumsuz etkileyen ve buna bağlı olarak ulaşım maliyetlerini arttıran ciddi yakıt sıkıntısıdır. İran’ın, Suriye’ye petrol ihracatını azaltarak Çin’e öncelik vermesi, Suriye'deki yakıt krizini önemli ölçüde derinleştirmiştir. Eylül ayı içerisinde İran, Çin’e günde 1.626.287 varil yakıt ihraç ederken Suriye'ye ise günde sadece 35.099 varil yakıt ihraç etmiştir. (90 oktan) ve (95 Oktan) 25 litre benzin almak için bekleme süresi 20 ile 30 gün arasındadır. Bu süre bazı zamanlar daha da uzayabilmekte hatta vatandaşlar ayda üç yerine sadece bir kez depolarını doldurabilmektedir. Bu durum, rejimin İran’a olan bağımlılığının boyutunu ve Suriye ekonomisinin İran’ın desteğine ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koyarken, rejim kurumlarının da vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılamadaki kırılganlığını gözler önüne sermektedir.
Suriye’nin kuzeydoğusuna gelince YPG’nin başlıca gelir kaynaklarından biri olan petrol ihracatı ve bunun karşılığında rejim bölgelerinden gelen mali kaynaklara büyük ölçüde bağımlı olması nedeniyle Türkiye’nin örgüte yönelik operasyonları özellikle petrol sektörüne yöneliktir. Bu da bir yandan askerî gerilimleri arttırırken diğer yandan da ana gelir kaynağı olarak petrole olan büyük bağımlılığı YPG yönetimini ciddi anlamda zora sokmaktadır. YPG, Türkiye’nin saldırıları nedeniyle günlerce kesintiye uğrayan rejime petrol gönderme işine yeniden başlaması, YPG’nin masraflar ve maaşlar açısından yükümlülüklerini yerine getirmek için Suriye lirasına olan acil ihtiyacını yansıtmaktadır.
Diğer yandan, Kamışlı’daki birçok fabrika, maliyetleri artıran ve yerel ürünlerin rekabet gücünü zayıflatan hammadde sıkıntısı, yüksek vergi ve gümrük uygulamaları nedeniyle üretimi durdurmuştur. Bu durum, ithalata olan bağımlılık ve yerel üretimi destekleyecek güçlü bir altyapının olmaması nedeniyle bölgedeki sanayi sektörünün karşı karşıya olduğu büyük zorlukları da yansıtmaktadır. Ayrıca yakıt fiyatlarındaki artış da üretim maliyetlerini artırmakta ve fabrikaların kâr marjını azaltarak bazılarını faaliyetlerini durdurmaya zorlamaktadır.
Suriye’nin kuzeybatısında ise, “Müdahale Koordinatörleri” tarafından eylül ayında açıklanan son ekonomik veriler; yoksulluk sınırının 11.218 Türk Lirasına yükseldiğini, yoksulluk sınırının altındaki ailelerin oranının %91,18’e, genel işsizlik oranının %88,82’ye ulaştığını ve enflasyon oranının aylık bazda %1,07, yıllık bazda ise %77,13 arttığını göstermiştir. Bu rakamlar, bölgedeki nüfusun yaşam koşullarında sürekli bir kötüleşme olduğunu ve büyük çoğunluğunun düşük satın alma gücü ve yüksek yaşam maliyetlerinden mustarip olduğunu, mevcut kaynaklar ile ailelerin günlük ihtiyaçları arasındaki uçurumun arttığını göstermektedir.
Bu zorluklara ek olarak insani yardım miktarındaki azalma ve döviz kurundaki bozulmanın bir sonucu olarak emtia fiyatlarındaki artış, nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamasını zorlaştırmakta ve gıda güvensizliği durumu yaratmaktadır.
Suriye Geçici Hükümeti Ekonomi Bakanı Tel Abyad’da, bölgede tarımı desteklemek ve çiftçilerin yükünü hafifletmek için önemli bir dayanak olan 12.000 ton buğday depolama kapasitesine sahip “Sakhrat Silo Tahıl Merkezinin” açılışını yapmıştır. Merkezin, depolama kalitesini arttırması ve kötü depolama nedeniyle tahılın büyük bir kısmının bozulmasından kaynaklanan kayıpları azaltması, buğday üretiminin sürdürülebilirliğini desteklemesi, buğday fiyatlarını iyileştirmesi ve çiftçileri verimliliği arttırmaya teşvik etmesi beklenmektedir. Ayrıca Suriye Geçici Hükümeti önümüzdeki dönemde bölgedeki 10 siloyu daha rehabilite etmeyi planlamaktadır.
İdlip’teki “Kurtuluş Hükümeti”, kamu kurumlarında çalışanlara dokuzuncu ay için yarım maaş ödemiştir. Bu durum Heyet Tahrir El Şam’ın karşı karşıya olduğu ciddi mali krizi yansıtmakta ve kamu personelinin dahi maaşlarını ödemekte yaşadığı sorunlara işaret etmektedir.
2016 yılında Fırat Kalkanı Harekâtı ile kurulan ve daha sonra Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla genişletilen Suriye’deki güvenli bölgede, iç güvenlik meselesi önemli konulardan biridir. Nitekim bir güvenli bölge mimarisi sadece cephe hatlarında güvenliğin sağlanması ile oluşmaz, aynı zamanda iç bölgede de güvenliğin sağlanması gereklidir. Güvenli bölgenin kurulmasından sonra bölgede yaşanan yoğun terör saldırılarının azalmasıyla, iç güvenlik ciddi ölçüde iyileşmiştir. Dünyanın her bölgesinde olduğu gibi güvenli bölgede de polisler ve güvenliği sağlayan kurumlar bulunmaktadır.
Bu rapor, saha araştırmaları sonucunda elde edilen bilgiler ışığında hazırlanmış ve Suriye’deki güvenli bölgede vazifeli iç güvenlikten sorumlu Sivil ve Askerî Polis Teşkilatlarını ele almaktadır. Okuyuculara bu iki emniyet yapılanmasının içyapısını, görevlerini ve yetki alanlarını tanıtmaktadır. Akabinde bu iki güvenlik gücünün bugüne kadar elde ettiği başarılar ve karşılaştıkları yapısal sorunlar ele alınmaktadır. Bu rapor aynı zamanda güvenli bölgedeki suç oranlarından kontrol noktalarındaki olumlu dönüşüme, sivil ve askerî polisler arasındaki dayanışmadan bölgedeki yoğun bireysel silahlanmaya ve savaşın getirdiği olumsuz şartlara kadar birçok konuyu da ele almaktadır.
Sivil Polis Teşkilatının güvenli bölgedeki yapılanmasına bakıldığında ilk göze çarpan olgu, yapılanmanın yerel meclislere bağlı olduğudur. Güvenli bölgede bulunan her yerel meclisin ayrı bir sivil polis yapılanması bulunmaktadır. Örneğin, Azez bölgesinde yerel meclise bağlı Azez Sivil Polis Teşkilatı vardır. El-Bab bölgesinde yine yerel meclise bağlı El-Bab Sivil Polis Teşkilatı kurulmuştur. Resmî yapılanma itibariyle her Sivil Polis Teşkilatı, bölgesindeki yerel meclislere bağlıdır. Her yerel meclis de Suriye Geçici Hükümetine bağlıdır.
Bu yapı çerçevesinde güvenli bölgede toplamında 20 Sivil Polis Teşkilatı bulunmaktadır. Doğudan güneye doğru sırasıyla; Rasulayn, Suluk, Tel Abyad, Cerablus, Gandura [Gandura Cerablus’a bağlıdır], Çobanbey, Başköy, Biza, El-Bab, Ahtarin, Mare, Soran, Azez, Şeran, Afrin, Bülbül, Mabatlı, Racu, Cinderes ve Şeyh Hadid Sivil Polis Teşkilatları bulunmaktadır.
Her yapılanma o bölgede yaşayan sivillerin yerel meclisler tarafından ‘kolluk kuvveti’ görevine alınmasıyla oluşturulmuştur. Böylelikle tüm sivil polisler bölge halkındandır ve yereldir. Bölgede bulunan tüm sivil polis teşkilatları arasında bir ast-üst ilişkisi bulunmamaktadır. Tüm sivil polis yapılanmaları eşit seviyededir ve her güvenlik gücü kendi yetki alanında çalışmaktadır.
Güvenli bölgelerde bulunan her sivil polis yapılanması Suriye Geçici Hükümetinin resmî talepleri doğrultusunda kurulur. Güvenli bölgelerde hayatın normalleştirilmesi ve insani yardım faaliyetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı Jandarma veya Emniyet güçleri tarafından kendilerine danışmanlık hizmeti verilmektedir. Bu bağlamda sivil polis teşkilatlarının iç yapılanması Türkiye’deki Jandarma veya Emniyet’in yapılanma ve işleyişi ile benzerlikler taşımaktadır. Yerel meclislere bağlı kolluk teşkilatlarına danışmanlık veren Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik unsurları, güvenli bölgelerde yaşayan kişilerin ‘kendi kendini yönetmesi hakkına’ riayet etmektedir. Yerel kolluk kuvvetlerinin teknik düzeyde danışmanlığını yürüttüğü, meşru müdafaa hali hariç olaylara doğrudan karışmadığı gerçeği artık yerelde de kabul görmüş bir vakıadır.
Sivil Polis Teşkilatlarının iç yapılanması alttaki görseldeki gibidir:
Her Sivil Polis Teşkilatının, Jandarma’dan mı yoksa Emniyet’ten mi danışmanlık hizmeti aldıkları fark etmeksizin personel sayısı yaklaşık olarak 600 ile 2000 memur arasında değişmektedir. Sivil polisler içerisindeki kadın memur oranı yaklaşık %3 ila %5 arasında değişmektedir. Sivil polislere yerel meclislerin bütçelerinden aylık maaş verilmektedir. Sivil polisler, güvenli bölgedeki PTT şubelerinden maaşlarını düzenli bir şekilde çekebilmektedir. Memur maaşları; medeni hal, çocuk sayısı ve eğitim seviyesi gibi farklı etkenleri gözetmektedir. En düşük maaş, bölgeden bölgeye değişmekle beraber 2900 TL ile 3500 TL arasında değişmektedir.
Sivil polis alımı için her bölgedeki Sivil Polis Teşkilatı ayrı bir süreç işletmektedir. Örneğin; Cerablus Sivil Polis Teşkilatı, Cerablus bölgesinde ikamet eden sivillere yönelik bir ilana çıkmaktadır. Söz konusu ilana yaş, fiziki yeterlilik ve eğitim seviyesi gibi şartları taşıyanlara başvuru hakkı tanınmaktadır. Başvuruda bulunanlara yönelik yazılı ve uygulamalı sınavlar düzenlenmektedir. Sınavların ardından mülakatlar gerçekleştirilmektedir. Sınav ve mülakatlardan başarıyla geçenlere yönelik güvenlik soruşturması yapılmaktadır. Güvenlik soruşturması da olumlu sonuçlananlar sivil polis olma hakkına erişmektedir. Alımlar yapıldıktan sonra her Sivil Polis Teşkilatı, 1,5 aylık bir temel eğitim süreci düzenlemektedir. Temel eğitimin ardından polis olmaya hak kazananlar, kendi CV’leri, eğitimleri ve yetenekleri kapsamında teşkilatın farklı branşlarında vazifelendirilmektedir.
Sivil polislerin güvenli bölgedeki yetki alanı, hem coğrafi hem de hedef grubu olarak sınırlandırılmıştır. Coğrafi anlamda her Sivil Polis Teşkilatı kendi bölgesinden sorumludur. Örneğin; Azez’deki sivil polisin yetki alanı, Azez yerel meclisine bağlı bölgelerle sınırlıdır. Azez’in dışındaki bölgelerden diğer yerel meclislere bağlı sivil polisler sorumludur.
Sivil polislerin ikinci sınırlandırması hedef grubu bağlamındadır. Sivil polisler, yetkileri gereğince sadece sivillerden sorumludur. Güvenli bölgede bulunan ve SMO’ya bağlı gruplarda askerlik yapanların karışacağı olaylar, kolluğun yetki alanının dışındadır. Eğer sivil polis, bir askeri suçüstü yakalarsa onu gözaltına alıp karakola götüremez. Askerî polisi çağırıp söz konusu askeri, Askerî Polis Teşkilatına teslim etmek zorundadır. Bu bağlamda sivil polisler, askerî personellere ilişkin soruşturma ve kovuşturma görevi yapamaz. Bu bağlamda eğer bir suça hem sivil hem de askerî personel karışmışsa veya bir olayda bir taraf sivil diğer taraf askerse, sivil polis olayı askerî polise devretmek zorundadır.
Suriye kanunları ve teamülleri çerçevesinde belirlenen bu sınırlar doğrultusunda sivil polisler, kendi bölgelerindeki sivillerin suçlarıyla ilgilenebilir. Genel hırsızlık ve adi suçlardan tutun da, siviller arasındaki herhangi bir toplumsal olaya kadar geniş bir yelpazede olaylara müdahale etmektedirler. Trafik ve toplumsal olaylardan sivil polisler sorumludur. Güvenli bölgede bulunan kontrol noktalarında sivil araçlar, Sivil Polis Teşkilatının kontrol noktalarından geçmek zorundadır. Sivil polisler ancak sivil araçları kontrol edebilmektedir.
Sivil polislerin hepsi sivil savcılar ve mahkemelerle çalışmaktadır. Bu bağlamda soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin hepsi, sivil savcıların onayı ve izniyle gerçekleştirilmektedir. Yakalanan şüpheliler karakol veya polis merkezine getirilmekte ve kendileri hakkında hukuki süreç başlatılmaktadır. Gözaltı ve nezaret süreçleri sonrasında sivil mahkemede ilgilinin davası görülmektedir. Hâkimin hükmü sonrasında mahkûm sivil hapishaneye sevk edilir. Sivil hapishanede ise yine sivil polis memurları görev almaktadır.
Askerî Polis Teşkilatı güvenli bölgede merkezî olarak yapılanmıştır. Tüm güvenli bölge için bir hiyerarşik yapılanma içerisinde bulunan askerî polis yapılanmasının bir merkez komutanlığı bulunmaktadır. Merkezî komutanlık doğrudan Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığına bağlıdır. Örneğin; Cerablus Askerî Polis Teşkilatı da Çobanbey Askerî Polis Teşkilatı da önce Fırat Kalkanı Harekâtı Komutanlığına ve oradan da Merkez Komutanlığa bağlıdır. Tüm askerî polis yapıları birbiriyle doğrudan irtibatlıdır. Şubeler arasında ast-üst ilişkisi olmazken şubelerle merkezî komutanlık arasında çok net bir ast-üst ilişkisi bulunmaktadır.
Merkezî komutanlık uhdesi altında ise 10 farklı şube bulunmaktadır. Bunlar doğudan güneye doğru sırasıyla: Barış Pınarı Harekâtı Bölgesi Komutanlığına bağlı Rasulayn, Suluk ve Tel Abyad Askerî Polis Teşkilatları, Fırat Kalkanı Harekâtı Bölgesi Komutanlığına bağlı Cerablus, El-Bab, Çobanbey ve Azez Askerî Polis Teşkilatları, Zeytin Dalı Harekâtı Bölgesi Komutanlığına bağlı Afrin, Bülbül ve Cinderes Askerî Polis Teşkilatları şeklindedir.
Her yapılanma, güvenli bölgedeki Suriye Milli Ordusu grupları içerisindeki vazifeli askerlerin hizmete alınmasıyla oluşturulmuştur. Böylelikle tüm askerî polisler, Suriye’de devrime katılmış ve savaşma tecrübesi olan askerlerden oluşmaktadır. Askerî polis teşkilatı içerisinde özellikle Suriye devrimi sürecinde sivilleri öldürmeyi reddettiği için ordudan ayrılan subayların oranı oldukça yüksektir.
Askerî Polis Teşkilatına bağlı her bir şubenin personel sayısı yaklaşık olarak 300 ila 700 asker arasında değişmektedir. Askerî polislere, Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı tarafından askerin medeni durumu, eğitim seviyesi ve çocuk sayısı gözetilerek aylık olarak en az 1500 TL ile 2000 TL arasında maaş verilmektedir. Maaşlar doğrudan yapısal hiyerarşi içerisinde verilmektedir.
Askerî polis alımları sivillere açık değildir. Sadece askerler askerî polis olabilmektedir. Askerî Polis Teşkilatının personel ihtiyaçları Suriye Milli Ordusu grupları tarafından karşılanmaktadır. Alım yapılması gerektiğinde Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanı, Suriye Milli Ordusu Kolordu Komutanlarından personel alımı yapmaktadır. Bu teşkilata alınan askerler referans sistemiyle belirlenmektedir. Alımlar yapıldıktan sonra hiyerarşik düzen bağlamında ordudan ayrılan subaylar tarafından eğitimler verilmektedir. Eğitim süreçleri akabinde askerî polislere yetenekleri ve eğitimleri bağlamında görev tevdi edilmektedir.
Askerî polislerin güvenli bölgedeki yetki alanı hedef grubu askerler ve düşman askerleriyle sınırlıdır. Ancak coğrafi olarak herhangi bir sınırlama söz konusu değildir. Askerî Polis Teşkilatı farklı şubelere ayrılsa da ihtiyaçlara binaen merkezî görevlendirme sonucunda bir askerî polis geçici olarak farklı bir bölgede de görev alabilmektedir.
Askerî polislerin en önemli sınırlandırması hedef grubunda sivillerin olmamasıdır. Güvenli bölgede bir sivili suçüstü yakalasalar bile onu Suriye kanunları çerçevesinde gözaltına alamazlar. Sivil polisleri çağırıp kişiyi sivil polise teslim etmek zorundadırlar. Bu bağlamda askerî polislerin sivillere ilişkin soruşturma ve kovuşturma görevleri yoktur. Askerî polis, Suriye Milli Ordusundaki askerlerin suçlarıyla ilgilenmektedir. Eğer bir suça hem sivil hem de askerî personel karışmışsa veya bir olayda bir taraf sivil diğer taraf askerse olay, askerî polisin yetki alanına girmektedir. Bunun yanında Sivil Polis Teşkilatının talebi doğrultusunda sivil polislerle beraber sivillere yönelik operasyon gerçekleştirme yetkisine sahiptir. Sivil polisle beraber gözaltı süreçleri yapılmakta ve akabinde tüm sivil suçlular Sivil Polis Teşkilatına teslim edilmektedir.
Suriye kanunları çerçevesinde belirlenen bu sınırlar doğrultusunda askerî polisler, askerlerin suçlarıyla ilgilenir. Askerlerin rüşvet, kaçakçılık, gasp, uyuşturucu ve işledikleri diğer tüm adi suçların soruşturması ve kovuşturmasından sorumludur. Ayrıca düşman unsurlarının ve terör örgütü üyelerinin teslim alınması veya yakalanması durumunda onların gözaltı süreçlerini de yönetir.
Askerî polislerin hepsi askerî savcılar ve mahkemelerle çalışmaktadır. Bu bağlamda soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin hepsi askerî savcıların onayı ve izniyle gerçekleştirilmektedir. Yakalanan şüpheliler karakollara getirilmekte ve kendileri hakkında hukuki süreç başlatılmaktadır. Gözaltı ve nezaret süreçleri sonrasında askerî mahkemede ilgilinin davası görülmektedir. Hâkimin kararı sonrasında mahkûm asker hapishaneye sevk edilir. Askerî hapishanede askerî polisler görev almaktadır.
Suriye’deki güvenli bölgede görev alan sivil ve askerî polis yapılanmaları, asayişi sağlama ve iç güvenliği temin etme bağlamında birçok alanda olumlu yönde mesafe kat etmiştir. Sivil polislerin yerelden oluşturulması, sivil polisin yereldeki kabulünü artırmış ve etkinliğini güçlendirmiştir. Askerî polisin ise askerlerden oluşturulması ve Suriye Milli Ordusundan sorumlu olması bölgedeki asayiş sorunlarını hafifletmiştir. Özellikle askerî polisin merkezî ve hiyerarşik yapılanması, Suriye’deki güvenli bölge için merkezî otoritenin etkin bir şekilde oluşturulması bağlamında çok kritik bir eşiktir. Bu iki yapının koordineli çalışmaları ve dayanışması sonucunda güvenli bölgedeki suç oranları azalmış ve sivil halkın yıllardır rahatsız olduğu kontrol noktalarında gözle görülür iyileşmeler olmuştur. Ancak bölgedeki yoğun bireysel silahlanma, savaş şartları ve aşiret yapıları, güvenlik hizmetlerinin daha da iyiye gidebilmesinin önünü kesmekte ve durumu zorlaştırmaktadır.
Suriye’deki güvenli bölgelerde sivil ve askerî polislerin çalışmaları doğrultusunda suç oranlarında belirgin ve ciddi bir düşüş bulunmaktadır. Ancak suç oranlarından daha da önemli olan, suçluların yakalanması ve fail-i meçhullerin azalmasıdır. Nitekim sivil ve askerî polislerin sahadaki etkinliğinin düşük olduğu dönemlerde, güvenli bölgede yaşayan insanların hak arayış imkânları çok sınırlıydı. İnsanlar ya bireysel olarak haklarını aramaya çalışıyordu ya da Suriye Milli Ordusundaki irtibatları üzerinden haklarını korumaya çalışıyordu. Üstüne üstlük hırsızlık ve gasp gibi birçok suç işleyen zanlılar yakalanamıyordu. Asayiş bağlamında anarşiye benzer bu durum sürdürülebilir değildi. Özellikle suçluların yakalanamaması bölgedeki güvenliği ve güvenlik algısını çok zedeliyordu. Ancak Sivil ve Askeri Polis Teşkilatlarının çalışmaları ve gayretleri sonucunda güvenli bölgede suçluları yakalamaya yönelik çalışmalar güçlenmiştir. Bu bağlamda eskiye nazaran suç işleyenlerin büyük bir kısmının güvenlik güçlerince yakalandığı birçok mülakatta ifade edilmektedir. Güvenlik güçlerinin çalışmalarındaki başarısının ardında yatan sebeplerden biri de bölgede mobese sistemin oluşturulmasıdır. Düzenli, eğitimli ve kendi içerisinde hiyerarşik yapılanmaya sahip sivil ve askerî polisin kullandığı mobese sistemi sayesinde hem adi suçlular hem de terör örgütleri adına faaliyet yürüten kişiler hızlıca tespit edilebilmektedir. Bu bağlamda güvenli bölgede yaşayan tüm bireylerin yerel meclisten kimlik almak zorunda olmaları ve bölgedeki tüm araçlara yerel meclisler vasıtasıyla plaka verilmesi güvenlik güçlerinin çalışmalarını kolaylaştıran iki önemli idari karar olarak dikkat çekmektedir.
Diğer önemli bir gelişme ise insanların artık haklarını aramak için Suriye Milli Ordusu grupları yerine doğrudan sivil ve askerî polis yapılanmalarına gidebilmeleridir. Nitekim eskiden kişiler arasında yaşanan bir anlaşmazlık, hemen iki Suriye Milli Ordusu grubu arasında bir iç çatışmaya dönüşebilmekteydi. Ancak Sivil ve Askerî Polis Teşkilatları sayesinde insanlar haklarını aramak için artık daha kolay şekilde karakola veya polis merkezine gitmeyi tercih etmektedir. Böylelikle hak arayışları kanun ve nizam içerisinde olmaktadır.
Suç oranlarına bakacak olursak Cerablus bölgesini örnek olarak göstermek sahadaki olumlu gelişim için yeterli olacaktır. Cerablus bölgesinde Sivil Polis Teşkilatı rakamlarına göre 2017 yılında toplam 393 cinayet işlenirken, bu rakam 2023 yılında 267’ye düşmüştür. Terör ile ilgili suçlar 2017 yılındaki 335’ten, 2023 yılındaki 63’e düşmüştür. Kaçırma vakaları ise 2017 yılında 201 iken, 2024’ün ilk altı ayında bu sayı 7’ye düşmüştür.
Ancak sadece sivillerin işlediği suçlarda bir azalma bulunmamaktadır aynı zamanda askerî personellerin – yani Suriye Milli Ordusuna bağlı gruplarda görev alan askerlerin – suç oranları da düşmektedir. Nitekim Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı tarafından 19 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanan kamuoyu bildirisinde, 2023 yılının ocak ile mayıs ayları arasında tüm güvenli bölgenin toplamında 433 askerî personelin işledikleri suçlardan dolayı gözaltına alındıkları ve haklarında hukuki sürecin yürütüldüğü aktarılmıştır.
Böylelikle hem sivillerin hem de askerî personellerin güvenli bölgede işlediği suçlara karşı mücadele eden bu iki yapı, önemli ölçüde başarı elde etmiştir.
Kontrol noktaları, Suriye’deki savaş döneminde belki de en çok ön plana çıkan ve halkın Suriye muhalefetine yönelik en çok eleştiride bulunduğu meselelerin başında gelmektedir. Nitekim Askerî ve Sivil Polis Teşkilatı vasıtasıyla gerçekleşen dönüşüm olmadan önce güvenli bölgelerdeki kontrol noktaları çok büyük bir sorun teşkil etmekteydi. Bölgedeki insanlar kontrol noktalarının yoğunluğundan ve bu noktalardaki düzensiz uygulamalardan rahatsızdı.
Dönüşümden önce güvenli bölgede, Suriye Milli Ordusuna bağlı her grubun birbirinden ayrı ve birbiriyle irtibatlı olmayan kontrol noktaları bulunuyordu. Yoldan geçen sivil ve askerler bu noktalarda kontrol ediliyordu ve merkezî bir anlayış olmadığından kontrol noktalarının hepsinde farklı farklı uygulamalar bulunuyordu. Her grup kendi kontrol noktasını kurduğu için güvenli bölgede toplamda 600’den fazla nokta bulunmaktaydı. Kontrol noktalarından geçenlerden rüşvet ve haraç alındığına dair çokça haberler vardı. Ancak Suriye Geçici Hükümeti önderliğinde güvenli bölgedeki kontrol noktaları, kapsamlı bir dönüşümden geçmiştir. Suriye Milli Ordusu gruplarının tamamı ellerinde bulunan kontrol noktalarını Askerî Polis Teşkilatına devretmiştir. Söz konusu devirden sonra bölgede bulunan 600’ün üzerindeki kontrol noktasının sayısı %85 oranında azalmıştır. Her kontrol noktası birbiriyle irtibatlı ve merkezî bir anlayışla çalışan alanlara dönüşmüştür. Kontrol noktalarındaki uygulamalar Suriye Geçici Hükümeti eliyle merkezîleştirilmiştir.
Buna ilaveten, güvenli bölgedeki kontrol noktaları fiziki şartların izin verdiği yerlerde ikiye ayrılmıştır. Bir şerit askerî polislerce diğer şerit sivil polislerce kontrol edilmektedir. Yoldan geçen sivil araçlar sivil polislerin şeridinden geçerken, askerî araçlar askerî polislerin şeridinden geçmek zorundadır. Kontrol noktalarındaki bu büyük değişim hem bölgenin güvenliğini artırmış hem de bölge halkı tarafından büyük bir beğeni toplamıştır. Kontrol noktalarının düzene girmesi ve merkezî bir anlayışla yönetilmesi Suriye’deki güvenli bölgede yaşayan tüm kesimlerce olumlu karşılanmaktadır.
Güvenli bölgelerdeki asayişi sağlama çalışmalarının karşısındaki en büyük engel ve sorunlardan birisi de aşiret yapılanmaları ve organize suç örgütleridir. Özellikle daha hafif silahlara sahip olan ve askerlik tecrübesi olmayan sivil polis memurları, organize suç örgütleri ve aşiret yapılarına karşı güçlük çekmektedir.
Organize suç örgütleriyle başlayacak olursak bu yapılar içerisinde birçok silahlı unsur bulunmaktadır. Organize suç örgütleri yasadışı gelirlerini korumak için kendi içlerinde gerekli güvenlik önlemlerini de almaktadır. Sivil polisler bu yapılara karşı operasyon düzenlediklerinde zaman zaman çatışmalar çıkabilmektedir. Ancak sivil polisler söz konusu çatışmalar esnasında zorlanabilmektedir. Nitekim organize suç örgütlerinde icabında savaşma tecrübesi olan kişiler de bulunmaktadır. Sivil polislerin savaşma tecrübesi bulunmamaktadır.
Aşiret yapılarına gelecek olursak bu yapılar Suriye’deki savaş sürecinde sosyal hayatta çok güçlenmişlerdir. Savaş süreci boyunca hayatta kalmaya çalışan siviller, aşiret bağlarına sımsıkı sarılmıştır. Böylelikle savaş öncesi dönemde giderek önemsizleşen aşiret bağları, an itibariyle Suriye’de tekrar ön plana çıkmıştır. Aşiret kimlikleri ve adetleri önem kazanmıştır. Ancak aşiretlerin stratejik önemi sebebiyle Suriye savaşındaki tüm aktörler, aşiretleri kendi taraflarına çekmeye ve onlar üzerinden yerelde güç oluşturmaya çalışmaktadır. Aşiretlere yönelik bu gayretin sonucunda aşiret yapıları, büyük yapılardan küçük parçalara doğru bölünmüştür. Aşiret liderlerinden ziyade büyük aile liderleri, aşiret liderleri gibi ön plana çıkmıştır. Bu sosyolojik dönüşümün de güvenli bölgedeki güvenlik işleyişine ve asayişe bazı olumsuz etkileri olmuştur. Aşiret kimliğinin güçlenmesi sebebiyle asabiye duyguları da güçlenmiştir. Örneğin, bir sivil polis bir şüpheliyi gözaltına aldığında o kişinin mensubu olduğu aşiret harekete geçebilmektedir. Kendi aşiret üyelerinin serbest bırakılmasını talep ederek ellerinde silahlarla sokaklara inebilmektedir. Sivil polis birisini karakola veya polis merkezine çağırdığında o kişinin bağlı olduğu aşiret bunu reddedebilmektedir. Aranan kişiyi güvenlik güçlerine teslim etme hususunda sorun çıkarma eğilimde olabilmektedir.
Aşiret yapılarının oluşturduğu diğer bir sorun ise, bölgedeki güvenlik güçleri ve mahkemeler yerine aşiretlerin içerisinde kurulan fiili mahkemelerde sorunların çözülmesidir. Aşiretler, kurdukları bu mahkemeler üzerinden geleneklere göre hüküm vermektedir ve sivil mahkemelere alternatif oluşturmaktadır.
Son olarak, güvenli bölgede aşiret bağları ve asabiye duygularının güçlenmesiyle birlikte aşiretler arasında rekabet de ön plana çıkmıştır. Güvenli bölgede zaman zaman aşiretler arasındaki rekabet, husumete ve hatta doğrudan çatışmaya dönüşmektedir. Bu durumlarda sivil polis tek başına asayişi sağlayamamaktadır.
Aşiret yapılarının oluşturduğu bu sorunlar ve organize suç örgütlerinin silahlı kapasitesi karşısında çözüm, sivil ve askerî polis arasındaki dayanışmadır. Sivil Polis Teşkilatı yetersiz kaldığında veya desteğe ihtiyacı olduğunda savaş tecrübesi olan Askerî Polis Teşkilatından yardım istemektedir. Askerî polisler gerektiğinde çatışmayı göze aldıklarından ve savaşma kapasiteleri olduğundan sivil polise karşı meydan okuyan birçok yapı, askerî polise karşı aynı cesareti gösterememektedir. Buna ek olarak askerî ve sivil polis ile aşiretler veya organize suç yapıları arasında çatışma çıkması durumuna karşı Suriye Milli Ordusu güçleri de devreye girmektedir. Nitekim askerî polislerin Suriye Milli Ordusundan olmaları ve Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığına bağlı olmaları, Suriye Milli Ordusu gruplarının askerî polise hızlı ve istekli destek vermesini sağlamaktadır. Böylelikle çatışma durumlarında doğrudan askerler devreye girmekte ve otoriteyi sağlamaktadır.
Sivil polis ile askeri polis arasındaki dayanışmanın diğer bir örneği de uyuşturucuyla mücadeledir. Rutin uyuşturucu operasyonlarının haricinde iki kurum birbirleriyle koordineli bir şekilde uyuşturucu kaçakçıları ve satıcılarına karşı geniş kapsamlı operasyonlar düzenlemektedir. Bu tarz operasyonlara gerektiği ölçüde Suriye Milli Ordusu da doğrudan destek vermektedir.
Sivil ve askerî polisin gündelik görevlerinde karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri de güvenli bölgedeki yoğun bireysel silahlanmadır. Nispeten sivillerle daha çok iç içe olan sivil polisi daha çok zorlayan bu durum, bölgedeki her güvenlik görevini tehlikeli kılmaktadır. Nitekim basit bir trafik olayında dahi taraflar arasında hızlıca silahlar konuşabilmektedir. Görevini ifa eden sivil polislere karşı zaman zaman silah kullanılabilmektedir. Güvenli bölgede neredeyse herkesin silah sahibi olması sivil polislerin gündelik çalışmalarını oldukça zorlamaktadır. Bölgede görev alan her sivil polis, bu zorluklar ve riskler altında çalışmaktadır.
Bölgedeki yoğun bireysel silahlanmanın azaltılması yakın ve orta gelecekte çok mümkün görünmemektedir. Nitekim savaşın devam ediyor olması ve yarattığı olumsuz şartlar, insanları bireysel silahlanmaya itmektedir. Özellikle cephe hatlarının tekrar hareketlenmesi durumunda birçok sivil kendi silahını alıp cephe hattında savaşması muhtemeldir. Güvenli bölgede her sivil aynı zamanda potansiyel yedek askerdir.
Savaş şartlarının getirdiği diğer bir zorluk ise ekonomik durumdur. Suriye’deki insanların %90’ı açlık sınırının altında yaşamaktadır. Bölgede yaşayan birçok gencin eğitim hayatı ya sekteye uğramıştır ya da hiç olmamıştır. Fakirliğin oranın yüksek olduğu ve eğitime erişimin savaş sebebiyle son 13 yılda sekteye uğradığı bir bölgede, bireysel suç oranları da göreceli olarak yüksektir. Her ne kadar insanları bilinçlendirme ve farkındalığı artırmak için sivil toplum kuruluşları ve dini yetkililer birçok çalışma ve proje yürütse de savaş şartları insanları suça itebilmektedir.
Güvenli bölgelerde çalışan işçiler, Suriye Milli Ordusu askerleri, yerel meclis memurları, sivil polis memurları ve askerî polis askerlerinin hepsinin maaşları yaşam ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Çalışan nüfusun dahi geçim sorunu yaşadığı bu bölgede istihdam oranları da düşüktür ve işsizlik oranı çok yüksektir. Söz konusu geçim sorununa ilaveten, savaş sürecinde birçok insanın psikolojisi çok olumsuz etkilenmiştir ve insanların çoğu çok ağır travmalar yaşamıştır.
Bu bağlamda Sivil ve Askerî Polis Teşkilatları tüm bu zorluklar içerisinde asayişi ve güvenliği sağlamaya çalışan iki kurum olarak değerlendirilmelidir.
İç güvenliği sağlamakla yükümlü sivil ve askerî polislerin güvenli bölgelerdeki yapılanmaları birbirinden farklıdır. Sivil Polis Teşkilatı yerelde yapılanıp yerel meclislere bağlı, eşitler arasında bir denge üzerine kurulu ve sivillerden oluşan bir teşkilattır. Askerî Polis Teşkilatı ise merkezî ve hiyerarşik bir yapı içerisinde doğrudan Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığına bağlı olması ve askerlerden oluşması bakımından Sivil Polis Teşkilatından farklı yapıdadır. Bu iki yapının birbirinden farklı olması kapasitelerinin de farklı olmasına yol açmıştır. Bu iki yapı, hem sivillerin hem de askerî personelin suçlarıyla mücadele etmekle beraber güvenli bölgedeki genel asayişi ve düzeni olumlu yönde etkilemektedir. Bu bağlamda en büyük başarı olarak bölgedeki suç oranlarındaki düşüş, Suriye Milli Ordusu askerlerinin işlediği suçlarla mücadele ve iki yapı arasında güçlü dayanışma gelmektedir. İki yapı birbirine destekleyerek otoriteye meydan okuyan organize suç yapıları ve aşiret yapılanmalarının kanun dışı hareketlerinin üstesinden gelebilmektedir. Buna ilaveten özellikle kontrol noktalarının Suriye Milli Ordusu gruplarından, Askerî Polis Teşkilatına verilmesi bölge halkının çok memnun olduğu ve bölgenin iç güvenliğini de olumlu yönde etkileyen bir dönüşüm olmuştur. Bölgede var olan 600’ün üzerindeki kontrol noktası sayısı %85 oranında azalmıştır. Hayat daha normale dönmüş ve merkezî düzen sayesinde daha güvenli olmuştur.
Ancak hem sivil hem de askerî polis zorlu şartlar altında görev yapmaktadır. Güvenli bölgede yakın ve orta gelecekte çözülmesi zor olan yoğun bireysel silahlanma ve savaşın getirdiği zorlu ekonomik şartlar ile eğitim hayatı aksamış olan nesil, genel güvenlik durumunu olumsuz etkilemektedir. Ekonomik anlamda sivil ve askeri polisin aldıkları maaş, bir ailenin asgari geçimini dahi sağlamamaktadır.
Güvenli bölgedeki iç güvenlik durumunun daha da iyileşmesi adına bölgedeki yapısal sorunların çözümüne daha çok odaklanılmalıdır. Fakirlikten kaynaklı hırsızlık olayları veya yoğun bireysel silahlanmadan kaynaklı kavga ve cinayet vakaları ancak idari ve ekonomik politikalarla çözülebilecek sorunlardır.
Bu bülten, 2024 yılı Eylül ayı içerisinde Suriye sahasında yaşanan en önemli siyasî, askeri ve ekonomik gelişmeleri ele almaktadır. Siyasî gelişmelerde Lübnan ve Gazze'de tırmanan bölgesel gerginlik doğrudan Suriye’yi etkilemiştir. Lübnan’da Hizbullah’a yönelik başlatılan İsrail operasyonlarının şiddetini artmasıyla birlikte Esed rejimi de kendi stratejisini belirlemiştir. Buna göre rejim, bölgesel dengeyi koruma adına uluslararası güçleri karşısına almaktan uzak durarak temkinli bir yaklaşım izlemiş ve tarafsız bir rol oynamaya çalışmıştır. Güvenlik açısından İsrail, Suriye topraklarına karşı saldırılarını yoğunlaştırmıştır. İsrail saldırıları Suriye’deki İran’ın askerî üslerini, silah nakil hatlarını ve Hizbullah mensuplarının yaşadığı yerleşim bölgelerini hedef almıştır. Bunun yanında Suriye’deki Amerikan üsleri de kaynağı bilinmeyen füze saldırılarına maruz kalmıştır. Diğer yandan Suriye'nin kuzeybatısı, rejim kuvvetleriyle muhalifler arasındaki gerginliklere sahne olmaktadır. Ekonomik gelişmelere gelince İsrail’in Lübnan’a saldırmasının ardından bölgeden kaçan Suriyeliler ve Lübnanlıların Şam’a akın etmeleri şehirde büyük bir yoğunluğa neden olmuştur. Ayrıca Kızıldeniz'deki gerilimin tırmanması da İran’dan Suriye limanlarına gelen petrol türevlerinin sevkiyatında gecikmelere yol açmıştır.
Özellikle Lübnan ve Gazze'deki gerginlikler Suriye’deki durumu doğrudan etkilemiştir. İsrail'in Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü operasyonların şiddetinin artmasıyla birlikte Esed rejimi de temkinli bir yaklaşım stratejisi izlemiş ve tarafsızlık rolünü oynamaya çalışmıştır. İsrail saldırıları karşısında rejimin yaptığı açıklamalar cılız kalmıştır. Zira rejim, İsrail ve ABD ile doğrudan gerilimi tırmandırmaktan kaçınmakta, bu yüzden genel açıklamalar yapmakla yetinmektedir. Rejimin bundaki amacı bölgedeki denge siyasetini korumak ve etkili uluslararası güçleri karşısına almaktan kaçınmak olduğu bilinmektedir. Bu davranış, rejimin son kazanımlarını koruma isteğini yansıtmaktadır. Özellikle Suudi büyükelçiliğinin Şam'da tekrar çalışmaya başlamasından sonra buna benzer kazanımları kaybetmek istememektedir.
ABD Hazine Bakanlığı, Lübnan Hizbullah'ı yararına petrol ve sıvılaştırılmış gaz kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle Suriyeli üç kişi, beş şirket ve iki gemiye yeni yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Bu yaptırımlar ABD’nin Esed rejimi ve müttefiklerinin bölgedeki nüfuzunu pekiştirmek için kullandığı finans kaynaklarını kurutmayı hedeflemektedir.
Esed rejimi daha ağır yaptırımlara veya daha fazla izolasyona maruz kalmasına yol açacak bölgesel çatışmalara girmekten kaçınmaktadır. Rejimin bu yaklaşımı izlemeye devam edeceği ve İsrail ile açık bir çatışmaya girmeden bölgesel gerilimlerden yararlanacağı da beklenmektedir.
Diğer yandan rejim tarafından ilan edilen af kararnameleri ikna edici olarak görülmemektedir. Zira Uluslararası Af Örgütü son çıkan af kararnamesini “içi boş” olarak nitelendirmiş ve özellikle binlerce sivilin tutukluluğunun devam ettiği bir süreçte bunun gerçek bir uzlaşma ya da siyasî çözüme kapı açmaya yetmeyeceğine yer vermiştir.
Aynı bağlamda Moskova’nın, Şam ile Ankara arasındaki yakınlaşmayı pekiştirme çabaları sürmektedir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da iki taraf arasında yakında yeni bir toplantı yapılacağının altını çizmiştir. Ancak buna rağmen rejim ile Türkiye arasındaki ilişkilerde durgunluk yaşanmaya başlamıştır. Ankara'nın Erdoğan ile Esed arasında yapılacak bir görüşme planını reddetmesi iki tarafın da tutumunun birbirinden uzak olduğunu yansıtmaktadır. Özellikle de Türk güçlerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi konusunda iki taraf arasındaki anlaşmazlık, çözüm açısından birbirlerinden uzak olduğunu göstermektedir. Rejimin bu görüşmeleri büyük tavizler vermeden sahadaki pozisyonunu güçlendirmek için bir araç olarak kullanmaya devam edeceği ve bu süreçteki durgunluğu uzatması muhtemeldir.
Uluslararası düzeye gelince Suriye muhalefeti, ABD ve uluslararası toplumla işbirliği yaparak siyasî konumunu korumaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf, Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararının uygulanmasını görüşmek üzere muhalefet liderleriyle bir araya gelmiştir. Ancak bu görüşme sahada gerçek bir siyasî etki yaratmamış, somut bir değişim oluşmamıştır. Zira muhalefete verilen uluslararası destek sınırlıdır. Bu da siyasî çözümü ilerletmek için rejim üzerinde yeterli bir baskı oluşturmamaktadır. Bununla birlikte uluslararası toplumun Lübnan ve Gazze gibi bölgelerde yaşanan krizle meşgul olması, önümüzdeki dönemde Suriye dosyasında ilerleme kaydedilmesi fırsatını azaltmaktadır.
Mülteci krizi konusuna gelince Lübnan’da kötüleşen güvenlik olayları ve ekonomik durum, Suriyeli mültecilerin sıkıntılarını daha da arttırmıştır. Bu durum güvenli ve onurlu bir geri dönüş için elverişli olmamasına rağmen on binlerce Lübnanlı ve Suriyeli mültecinin Suriye’ye geçmesine yol açmıştır. Dolayısıyla söz konusu göç, Suriye'deki insani sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Mülteci krizinin açık bir siyasî çözümün yokluğunda daha da kötüleşmeye devam etmesi beklenmektedir. Aynı zamanda uluslararası toplumun daha sürdürülebilir ve kapsamlı çözümler bulması için ilave zorluklar ortaya çıkarmasına neden olacaktır.
Bölgesel gelişmeler, özellikle de Lübnan ve Gazze’deki gelişmeler, önümüzdeki dönemde Suriye sahnesine etkileri açısından belirleyici bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır. Rejimin, devam eden olaylar yüzünden yeniden bölgesel bir denge kurma ve istikrarı sağlama ihtiyacı yaşayacağı düşünülmektedir. Rejim iktidarda kalmaya devam edeceğini ve siyasî bir çözüme yönelik ciddi adımlar atmadan veya devam eden insani krizi hafifletmeden izolasyonunu sona erdireceği kanısındadır.
İsrail, İran’ın Suriye'deki nitelikli silah geliştirme kabiliyetini zayıflatmak amacıyla başta Hama vilayetindeki Masyaf Araştırma Merkezi olmak üzere İran hedeflerine yönelik bir dizi hava saldırısı düzenlemiştir. İsrail'in 25’ten fazla saldırısı Şam Kırsalı, Humus, Hama, Tartus ve Dera’da rejime ve İran'a ait bazı askerî ve güvenlik merkezlerini hedef almıştır.
Diğer yandan rejim güçleri, İdlib ve çevresini intihar saldırısı yapan insansız hava araçları, top ve roket atışlarıyla hedef almaya devam etmektedir. Heyet Tahrir El Şam ve onunla müttefik olan gruplar, eylül ayının ilk haftasında 10'dan fazla rejim askerinin öldürüldüğü bir operasyon gerçekleştirmiştir. Ayrıca uluslararası koalisyon güçleri de Ensar El İslam örgütünde faaliyet gösteren bir dizi cihatçı unsuru ve daha önce “El Fetih El Mubin” odasına katılmayı reddeden ve ardından Heyet Tahrir El Şam'a muhalif olarak kabul edilen örgütle bağlantılı diğer unsurları hedef almıştır. Bunun yanında Heyet Tahrir El Şam; Rusya'nın, Ukrayna’ya Rusya karşıtı cihatçıların gönderilmesi konusunda görüşmeler yaptığı yönündeki iddialarını yalanlayarak yanındaki “göçmenlerin” bu konuda bir çıkarlarının olmadığını ve kendi politikalarına bağlı olduklarını işaret etmiştir.
Halep’in kuzeyinde ise Suriye Milli Ordusu’na bağlı ‘Sukur El Şimal’ grubu, Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yeniden yapılanma süreci çerçevesinde aldığı grubun dağıtılması talimatını reddetmiştir. Diğer yandan söz konusu grup, Suriye Milli Ordusu’na bağlı Cephe Şamiye grubu ile birleşmiştir. Bu adım sonrasında Suriye Milli Ordusu’na bağlı Fırka Hamza ve Sultan Süleyman Şah gruplarıyla çatışmalar meydana gelmesine yol açmıştır. Zira bu iki grup, Cephe Şamiye’nin Sukur El Şimal ile birleşmesi neticesinde gücünü arttıracağı endişesini taşımaktadır. Bu yeni birleşmeyle kuzeydeki gruplar arasındaki güç dengesinin etkileneceği ve bölgeye yansımalarının olacağı düşünülmektedir.
Dera’da ise, valinin ve Baas partisi şube sekreterinin konvoyunun geçtiği güzergâha patlayıcı yerleştirilerek suikast girişiminde bulunulmuştur. Bilindiği üzere benzer bir girişim bundan bir yıl önce de yapılmıştır. Bu olaylarla birlikte vilayetteki güvensizlik ortamı giderek devam etmektedir. Rejime ait kontrol noktaları yerel grupların saldırısına maruz kalmıştır. Diğer yandan eski ayrılıkçı gruplar rejimin dayatmaya çalıştığı yeni anlaşmaları reddetmiştir. Zira rejimin, eski muhalifleri tutuklama veya suikast yoluyla tasfiye etme yaklaşımından endişe duyulmaktadır.
Suriye’nin kuzey ve doğusunda ise, Haseke kırsalındaki Şedadi'de bulunan ABD üssüne füze saldırısında bulunulmuştur. Suriye'deki ABD üsleri Ekim 2023'ten bu yana İran yanlısı milisler tarafından 135 defa saldırıya maruz kalmıştır. Bu saldırılarda Ömer petrol sahası 36, Koneko gaz tesisi üssü 40, Harab El Cir üssü 20, Tenef üssü 17 ve Şedadi üssü 16 kez hedef alınmıştır. Lübnan ve Gazze'deki gerginliğin tırmanması ve bölgesel bir savaşın çıkma riskinin artmasıyla birlikte özellikle Suriye'nin, bölgesel ve uluslararası taraflar arasında birbirlerine bir mesaj verme alanına ve hesapların yeniden görüldüğü bir sahaya dönüşmesi nedeniyle bölgenin daha fazla saldırıya maruz kalacağı öngörülmektedir.
Şam piyasalarında, İsrail’in Lübnan'a yönelik saldırılarından dolayı Suriye’ye göç eden Suriyeli ve Lübnanlı mültecilerin akınıyla birlikte, artan arz talep nedeniyle gıda fiyatlarında gözle görülür bir artışa sahne olmuştur. Bu göç, fiyatların yükselmesine yol açmıştır. Ayrıca karaborsadaki akaryakıt fiyatları da İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırılarının artmasından bu yana rekor seviyelere ulaşmıştır. Bir litre benzinin fiyatı yaklaşık 26 bin Suriye lirasına ulaşırken şu anda daha fazla talep gördüğü için bir litre motorinin fiyatı 24 ile 30 bin Suriye lirası arasında değişmektedir. Devletin belirlediği fiyatlara gelince rejim hükümetindeki “İç Ticaret ve Tüketiciyi Koruma Bakanlığı” Eylül 2024'te üç kez ve bu yılın başından bu yana 18 kez akaryakıt fiyatlarını artırdığını ilan etmiştir.
İsrail’in Lübnan'a yönelik saldırılarının doğrudan etkileri arasında, Lübnan ve Suriye arasındaki ticaretin ve kaçakçılığın azalması yer almaktadır. Suriye; ilaç, elektronik cihazlar, yakıt ve kozmetik ürünleri gibi Lübnan’dan resmî yollarla veya kaçakçılık yoluyla gelen mallara itimat etmektedir. Ayrıca Lübnan, özellikle Suriye'ye uygulanan uluslararası yaptırımlar çerçevesinde ithalat ve ihracat açısından Suriye için hayati bir çıkış kapısı konumundadır. Özellikle bu ticaret yollarının yokluğu, Ürdün ve Irak sınırları gibi alternatif yolların arayışına yol açabilir. Ancak bu yollar daha maliyetli olduğu için bu durum, doğal olarak bazı malların arzının azalmasına ve mahalli pazarlarda fiyatlarının artmasına yol açabilir. Diğer yandan savaş, doların Lübnan’dan Suriye’deki karaborsaya akışını etkileyecektir. Bu da haliyle Suriye lirasının gelecek günler ve haftalarda değer kaybetmesine neden olacaktır. Rejim hükümeti, İsrail’in Lübnan topraklarına saldırısı neticesinde sadece birkaç gün içinde 50 binden fazla kişinin Lübnan’dan Suriye'ye geçtiği sınır kapılarındaki hareketliliğe bağlı olan acil durumlar doğrultusunda, Suriye vatandaşlarının Suriye'ye girerken sınır kapılarında 100 Amerikan doları bozdurmalarını gerektiren kararı geçici olarak bir haftalığına süre verilmiştir.
Bölgede yaşananlardan dolayı ve Kızıldeniz’de kötüleşen durumun bir sonucu olarak İran’dan Suriye limanlarına petrol türevlerinin sevkiyatında gecikme yaşanmıştır. Bu durum Şam’da ulaşımın neredeyse durma noktasına gelmesine neden olmuştur. Şam sokakları, kamu ve özel şirketlere ait otobüslerin yokluğunda işe gitmeyi bekleyen vatandaşlarla dolmuştur. Bazı servis araçları ve otobüsler bu durumdan yararlanarak iki kat ücret almaya ve yolcu sayısını yükseltmeye başlamışlardır. Rejim, ulaşım ödeneklerini azaltma ve toplu taşıma araçlarına yakıt tedarikini durdurma yoluna gitmiştir. Bu da ulaşımın durma noktasına gelmesine yol açmıştır.
Ürdün makamlarının üç aydan bu yana Suriye kamyonlarına ek harç uygulamalarının yanı sıra ağır ilerleyen denetim işlemleri, Suriye’den Suudi Arabistan’a ihraç edilen malların Ürdün-Suudi Arabistan sınırında gecikmeler yaşamasına neden olmuştur. Bu gecikme, malların belirlenen varış ülkesine ulaşamadan bozulmasına yol açmaktadır. Bu da tüccarların ağır kayıplara uğramalarından dolayı sebze ve meyve ihracatlarını durdurmalarına neden olmuştur. Bu nedenle sebze ve meyve ihracatı günlük 150 buzluktan sadece 10'a düşmüştür. Toptan pazardaki sebze ve meyve ihracatçıları komitesi başkanına göre; Suriye’nin sebze ve meyve ihracatı Ekim 2024'te %80'den fazla bir düşüşe tanık olmuştur.
Rejim kontrolündeki bölgelerde yaşanan vahim duruma ve telekomünikasyon ile elektrik sektörlerindeki altyapının kırılganlığına rağmen rejim hükümetinin İletişim Bakanlığı, Şam kırsalındaki Dimas bölgesinde inşa edilecek bir teknoloji şehri için hayata geçirilmesi planlanan 3 yıllık bir projenin reklamını yapmıştır. Projenin amacı, bu alanla ilgili endüstriyel, ticari ve hizmet faaliyetlerinin tek bir yerde toplanarak bilgi teknolojisi üzerine bölgedeki teknolojik üretimi arttırmak ve bunu yerelleştirmektir. Suriye’deki telekomünikasyon sektörü, sunulan hizmette aksamalar yaşamaktadır. Ancak buna rağmen rejim hükümetinin telekomünikasyon düzenleme kurumu, telekomünikasyon hizmetlerinin ücretlerini mart ayında %35 ve eylül ayında tekrar %30-35 oranında artırarak 2024 yılında iki kez yükselime gitmiştir.
Rejim, kontrolündeki 10 milyondan fazla Suriye vatandaşının hayat standartları hususunda yurt dışından gönderilen döviz havalelerine güvenmektedir. Bu bağlamda Suriye Merkez Bankası, 2022’deki %82’lik büyümeye kıyasla 2023’te bu havalelerin değerinde %122,7’lik bir artış olduğunu açıklamıştır. Bu büyüme, Suriye vatandaşının yaşam koşullarının her geçen yıl daha da kötüleştiğinin ve yurt dışından gelen döviz havalelerine olan bağımlılığının arttığı bir dönemde gerçekçi görünmemektedir. Bu durum rejimin, vatandaşın üzerindeki yaşam yükünü hafifletmek için uyguladığı tüm ekonomik yaklaşımların başarısız olduğunun bir göstergesidir. Dünya Bankası, Suriye’ye ilişkin yeni bir ekonomik sıralamada Suriye'yi, 2024-2025 yılları için Somali, Sudan ve Yemen gibi ülkelerle birlikte kişi başına düşen yıllık 560 dolarlık milli gelirle düşük gelirli bir ülke olarak sınıflandırmıştır.
Suriye’nin kuzey ve doğusunda ise, Haseke'de kötüleşen ekonomik koşullar, kaynakların kıtlığı ve yüksek maliyetler sığır yetiştiricilerinin sayısında düşüşe yol açmıştır. Çünkü yem ve tahıl fiyatlarının artması, YPG yönetimim desteği olmadan inek yetiştirmeyi pahalı hale getirmiştir. Bu nedenle bazı yetiştiriciler ineklerini satmak veya zirai ürün artıklarını yem olarak kullanmak zorunda kalmıştır. Ayrıca kuraklık ve iklim değişikliğinin doğal meralar üzerindeki olumsuz etkisi, ekonomik olarak pahalı olan yemlere yönelmeyi mecbur kılmıştır. Bu durum büyük baş hayvan yetiştiriciliği sektörünün bozulmasına, süt ve peynir üretiminin düşmesine ve yerel pazarlardaki fiyatların yükselmesine yol açacaktır.
YPG yönetimi 2024 yılı için çiftçilerden bir ton pamuk satın alma fiyatını, ton başına 600 dolar olarak belirlemiştir. Yapılan bir araştırmaya göre bu yıl bir ton pamuk üretmenin maliyeti ton başına 470 dolar olarak ortaya çıkmıştır.
YPG kontrolü altındaki bölgelerde yaşanan yakıt krizi devam etmektedir. Deyrizor şehrinin doğusunda yer alan El Buseyra ilçesi, bu yılki ısınma amaçlı kullanılan yakıt tahsisatından mahrum bırakılmıştır. Bölge halkına göre bunun nedeni YPG’ye bağlı yakıt komitesi çalışanları ile bölgedeki benzin istasyonu sahipleri arasında süren yolsuzluklardır. Diğer yandan bu bölgedeki yetkililerin halkın şikâyetlerine kulak asmadığı görülmüştür. Kamışlı şehri ve Haseke vilayetine bağlı birtakım ilçeler ve kasabalar, Yakıtlar Müdürlüğünün iç ulaşım için yakıt tahsisatını azaltma kararı alması sonucunda şikâyetler ve protestolara sahne olmuştur. Bu karar vatandaşlara büyük bir yük getirmiştir.
Suriye’nin kuzeybatısında, İdlib şehrinin merkezindeki Tahrir parkında yaklaşık 98 ticari şirketin katılımıyla on gün sürecek “2024 İdlib Pazarı” etkinliği düzenlenmiştir. Bu süre halkın arzına göre uzatılabilecektir. 2022’de başlayan bu pazarın bu yıl üçüncüsü düzenlenmiştir. Pazara yapılan günlük ziyaretçi sayısının 45 binden fazla olduğu tahmin edilmektedir. Söz konusu pazar, şirketlerin sundukları indirimlerden yararlanmak için bir fırsat olarak kabul edilmektedir. Zira mallar en az %15 indirimle halka sunulmuştur.
Onlarca yıldır Suriye hükümeti, ulus-altı idari bölünmelerin sınırlarının çizilmesinin, tamamen idari ve kalkınmaya yönelik mülahazalara dayanan apolitik bir süreç olduğunu ilan etmektedir. Suriye kimliğini daha büyük bir pan-Arap kimliğinin parçası olarak homojenleştirmeye yönelik gösterilen sürekli çaba, yerel kimliğin resmî veya başka türlü neredeyse hiç bir söylem konusu olmadığı anlamına gelmektedir. Yerel kimliğin genel bir biçimi olarak folklora yapılan yüzeysel göndermelerin ötesinde, konu siyasî bir tabu olarak görülmektedir.
Ancak idari bölümlerin sınırlarının çizilmesi hiçbir zaman tarafsız bir biçimde ele alınmamıştır. Vilayetler, ilçeler, bucaklar ve belediyeler arasındaki iç sınırların belirlenmesi, yer adlarının isimlendirilmesi ve idari birimlerin hiyerarşik statüsünün belirlenmesi gibi karmaşık prosedürlerin yönetimi, yerel düzeyde merkezî yetkililer ve ulusal seçkinler için himaye ağları oluşturmak amacıyla yerel kimliklerin manipüle edilmesiyle iç içe geçmiştir. Suriye'de yeni idari sınırların yaratılmasına yönelik uygulanan gelişigüzel süreç, ulusal kalkınma kaynaklarına erişim konusunda farklı yöntemler geliştirmiştir. Bu durum ulusal ve yerel düzeyler arasındaki heterojen etkileşimi teşvik etmiştir. Birleşik bir ulusal kimliği pekiştirmek yerine katı, şeffaf olmayan ve son derece merkezîleştirilmiş idari tasarım süreci, günümüzde temel çatışma etkenleri olarak duran farklı kimlik göstergelerinin ve uzlaşmaz sosyal dayanışma modellerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bu politika raporu, Suriye'de idari-bölgesel bölünmelerin yerel kimliğin oluşumu üzerindeki etkisini, yerel ve ulusal kimlik arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla idari bölünmelerin ulusal kimliğe etkisini incelemektedir. Suriye'nin 71 ilçesinin tamamındaki 76 kilit bilgi kaynağıyla yapılan kapsamlı mülakatlara dayanan bu politika belgesi, yakın zamanda yayınlanan (
daha kapsamlı bir araştırmanın verilerinden ve sonuçlarından yararlanmaktadır. Rapor; Sykes-Picot anlaşmalarının ardından Suriye devletinin kurulduğu ilk andan, 2011'de patlak veren çatışmanın sonrasına kadar olan idari bölünmelerin sınırlarını çizme süreciyle bağlantılı olarak yerel kimliklerin inşasını ve evrimini izlemeyi amaçlamaktadır. Güçlü yerel kimliklerin ortaya çıkması, yerelliklerin merkezle olan bağlantı derecesi ile güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu göstermektedir. Merkezî hükümet ve muhalefetteki pek çok kişi tarafından dile getirilen yaygın korkuların aksine, güçlü yerel kimlikler, birleştirici bir ulusal kimliğin ortaya çıkışının antitezi değildir. Tam tersine kanıtlar, yerel kimlik ne kadar güçlü olursa ulusal kimlikle o kadar iç içe geçmiş olduğunu göstermektedir. Ulusal kimliği olumsuz etkileyen şey; marjinalleşme ve ulusal kimlik oluşumunun güçlendirilmesine yönelik merkezî yaklaşımlardır.
daha için: https://bit.ly/3SKbVDd
([1]) Bu politika belgesi, Ocak 2024'te Arapça olarak yayınlanan aşağıdaki araştırmalardan yararlanmaktadır:
الزعبي، زيدون، حميدوش، أمل، مبارك، بشار، المصري، محمد، الزعبي، صهيب، عنجريني، صهيب 2024). الهويات المحلية والتقسيمات الإدارية: المناطقية ليست الخطر. لينيوم وبيتنا . https://bit.ly/49MYngH
Bu rapor 2024 yılı Haziran ayı içerisinde Suriye'de yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Siyasî düzeyde iki taraf arasındaki normalleşme sürecinin bir parçası olarak Türkiye ile rejim arasındaki karşılıklı adımların ilerlediği görülmektedir. YPG, Türkiye'yi kızdıran ve kendilerine yönelik tehditlerin artmasına neden olan yerel seçim yapma kararını ertelediğini açıklamıştır. Zira YPG terör örgütünün bu projesi, Türkiye’nin rejimle normalleşme gündeminin en üst sırasında yer almaktadır. Güvenlik açısından gelişmelere bakınca bu yılın ilk yarısında 429 sivil ve 700 askerî personelin öldürülmesiyle birlikte Suriye coğrafyasının genelinde şiddet olaylarının arttığı gözlenmiştir. Ekonomik açıdan ise; Suriye genelinde fiyatların yükselmesi ve enflasyonun artış göstermeye devam etmesi yine en önemli ekonomik başlık olmaya devam etmektedir. Aynı zamanda İran'ın Suriye finans sektöründeki artan yayılmacı politikası da devam etmektedir.
Türkiye'nin Esed rejimi ile yakınlaşmasına ilişkin son gelişmeler, Suriye dosyasına ilişkin tartışmalarda en geniş yeri işgal etmiştir. Irak Başbakanı'nın rejim ile Türkiye arasında bir uzlaşı ve diyalog zemini oluşturulmasına ilişkin açıklaması ve iki taraf arasındaki görüşmelerin hâlihazırda devam ettiğini teyit etmesinin ardından, Türkiye'den normalleşme adımlarının atılacağına ilişkin açıklamalar art arda gelmiştir. Özellikle de rejimin Türk kuvvetlerinin fiilen Suriye’den çekilme şartından vazgeçmesinin yerine Suriye Dışişleri Bakanı Faysal El Mikdad yaptığı açıklamada; Türkiye’nin "çekilmeye hazır olduklarını beyan etmeleri" ve bu yönde taahhütte bulunmalarına yer vermiştir. Türk Dışişleri Bakanı ise, rejim ve muhalefet arasındaki çatışmaların uzun bir süre için durmasının çok önemli olduğunu ve rejimin anayasal sorunlarını çözmek, muhalifleriyle barış sağlamak, milyonlarca Suriyeli mülteciyi ülkelerine geri döndürmek ve PKK terör örgütü başta olmak üzere terörle mücadele için muhalefetle çabalarını birleştirmek için sakin bir dönemi rasyonel bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Rusya, Türkiye'nin yerel seçimler ve "Suriye'nin kuzeydoğusundaki özerk yönetim" projesinden duyduğu endişelerden yola çıkarak her iki taraf arasındaki normalleşme adımlarını hızlandırmak ve Rusya himayesinde Erdoğan ile Beşar Esed arasında cumhurbaşkanlığı düzeyinde ikili bir görüşmenin gerçekleştirilmesi için çabalarını yoğunlaştırmıştır. Diğer yandan Türkiye "paralel yollar" politikası izlemektedir. Türkiye, ABD seçimleri neticesinde Trump'ın iktidara gelme olasılığı ve bunun bölgeye yansımalarını hesaba katarak hareket ederken öncesinde de Moskova ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır.
Bu ay içerisinde Türkiye'nin Esed rejimiyle yakınlaştığına dair ciddi emareler gözlenmiştir. İki taraf arasındaki normalleşme süreci 2022 yılının sonlarında Rusya'nın himayesinde ve İran'ın katılımıyla güvenlik ve istihbarat düzeyinde yapılan dörtlü görüşmeler şeklinde başlamıştır. Bu görüşmeler istisnai temaslar olmanın ötesine geçerek yeni bir normalleşme yolunun başladığının göstergesi olmuştur. Her ne kadar ön koşullar ve dış müdahaleler nedeniyle aksamalı bir şekilde başlasa da Türkiye'nin rejimle diğer tarafların katılımı olmadan ikili görüşmeler yapma ısrarı, İran'ı kendisine engel olarak gördüğü şeklinde yorumlanmıştır. Normalleşme sürecinin geleceğine ilişkin beklentilere gelince, halen uzun bir süreye ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Zira her iki tarafın da önerdiği gündem, karmaşık ve her iki tarafın da başarabileceğinin ötesinde görülmektedir. Türkiye "terörizm" ile mücadele etmek ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki özerk yönetim projesini ortadan kaldırmak isterken, rejimin bunu başarama gücüne sahip olmadığı ortadadır.
YPG Yüksek Seçim Kurulu, siyasî parti ve ittifakların talepleri doğrultusunda Haziran ayında yapılması planlanan belediye seçimlerinin Ağustos ayına ertelendiğini ilan etmiştir. Seçimlerin duyurulması ile birlikte bu durum Türkiye tarafından reddedilmiştir. Türk resmî makamlarınca yapılan açıklamalara göre seçimlerin bölünmeyi kalıcı hale getireceği gerekçesiyle bu durumun önüne geçmek için gerekirse güç kullanılması tehdidinde bulunulmuştur. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, koşulların şeffaf ve kapsayıcı bir seçimin yapılmasına elverişli olmadığını dile getirmiştir. YPG tarafından seçimlerin ertelenmesi kararının, ABD desteğinin eksikliği ve Türkiye'nin ciddi tehditlerinin neticesinde alındığı ortadadır. Ayrıca YPG’yi destekleyen birçok yerel partinin bölgeyi yeni bir askerî operasyondan korumak için seçimlerin iptal edilmesi yönünde yönetime baskı yaptığı da görülmektedir. Ancak seçim tarihinin belirlenmesi ve ardından ertelenmesi YPG’yi zor duruma sokmuştur. Zira Suriye'nin kuzeydoğusunda yapılacak herhangi bir hak kazanımının ön koşulu olarak Türkiye'nin iradesine ve onayına bağlı olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle YPG seçimleri iptal etmemekte ancak yeni bir tarihe ertelemekte ısrar etmektedir. Diğer yandan Türkiye'nin rejimle normalleşme yönündeki son hamleleri öncelikle YPG’nin tek taraflı ilan ettiği Özerk Yönetim projesini hedef almaktadır. Bu atılan adımlar bir bütün olarak bölgenin geleceği konusunda birçok senaryoya kapı açmaktadır.
Diğer taraftan Suriye Yüksek Müzakere Heyeti, Suriye içinden ve dışından çok sayıda sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile Arap ve Avrupa ülkelerinin temsilcilerinin katılımıyla Cenevre'de olağan dönem toplantısını gerçekleştirmiştir. Toplantı sırasında, siyasî süreçteki son gelişmeleri değerlendirmek amacıyla Suriye'nin uluslararası temsilcisi Geir Pedersen ile birtakım görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Toplantının sonuç bildirisinde sürdürülebilir bir siyasî çözüme ulaşmak için meşru formülü ele alan BM Güvenlik Konseyinin 2245 sayılı kararı, Suriye'nin şu anda mültecilerin geri dönüşü için güvenli olmadığı, rejimin kontrolündeki bölgelerde ve özerk yönetim tarafından planlanan "göstermelik seçimlerin" reddedildiği vurgulanmıştır.
Ürdün'ün uyuşturucu kaçakçılığı konusunda rejimle vardığı mutabakata ve Arap ülkelerinin baskısına rağmen Ürdün, halen kaçakçılık şebekelerinin yayılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ürdün makamları, Ürdün üzerinden üçüncü bir ülkeye kaçırılmak istenen 9,5 milyon Captagon hapı ve 143 kilogram esrar ele geçirerek son ayların en büyük kaçakçılık girişimini çökertmiştir.
Rejime bağlı askerî müesseselerdeki değişim sürecine gelince; büyük çaplı askerî operasyonların durdurulmasının ve rejimin bölgesel iletişim süreçlerine dâhil olmasının ardından, rejimin "profesyonel bir ordu" kurmak için gönüllülere güvenene kadar 2025'in sonlarına doğru yedek askerleri üç aşamada terhis etmeyi amaçlayan askerî kurumun yapısında değişiklikler yapmaya çalışmaktadır. Bu durum, rejimin Savunma Bakanlığının 40 yaşına gelmiş ve askerlikte iki yılını tamamlamış yedek subayların askere çağrılmaması ve askerlikte altı yılını tamamlamış yedek astsubay ve personelin terhis edilmesi için idari bir emir yayınlamasıyla eş zamana rastlamıştır.
Saha düzeyine gelince; Süveyda vilayetinde rejim karşıtı gösteriler devam etmektedir. Ayrıca Temmuz ayı ortasında yapılacak Halk Meclisi seçimlerine karşı poster kampanyası da sürmektedir. Diğer yandan vilayet, yerel silahlı gruplar ile rejim güçleri arasında meydana gelen çatışmalara sahne olmuştur. Bu da yerel grupların sivil bir aktivistin tutuklanmasına tepki olarak rejim güçlerinden 15 kişiyi kaçırmasının ardından rejimin yeni bir güvenlik kontrol noktası kurmasıyla patlak vermiştir.
Halep'in kuzeyinde ise El Bab şehrinin yerel meclisi, bölge halkının yaşam koşullarını iyileştirmek ve yerel ekonomik faaliyetleri canlandırmak amacıyla muhalefet ve rejim bölgeleri arasındaki Ebu El Zindeyn geçidinin açıldığını ve bu geçidin resmî bir ticaret yolu olarak kabul edildiğini duyurmuştur. Bu karar, Türkiye'nin rejimle normalleşme işaretlerinin arttığı bir döneme rastlamıştır. Bu tür konularda karar verebilecek bir siyasî ve dirayetli yönetim şemsiyesinin yokluğu, karara yönelik gelen tepkilerde çeşitlilik arz etmesine sebep olmaktadır. Tüccarlar ve yatırımcılar bu ticari yolları, alışveriş ve seyahat için hayati bir arter olarak görmekte, iki bölge arasındaki kaçakçılık faaliyetlerini azaltmak ve malların temini vesilesiyle enflasyonun düşmesi için bir fırsat olarak kabul etmektedir. Diğer yandan bazı bölge sakinleri ve Suriye Milli Ordusu mensupları Ebu El Zindeyn geçidine saldırılar düzenlemiş ve geçidin açılması kararına tepki olarak içindeki bazı ekipmanları tahrip etmişlerdir. Ancak bazı taraflar ise askerî grupların kontrolü dışında, şehrin yönetiminden sorumlu yerel kurumların gözetiminde geçidin güvenliğini ve ekonomik olarak faaliyetlerini kontrol edecek bir mekanizma oluşturulması, bunun da sivil bir yönetim olması çağrısında bulunan bir bildiri yayınlamışlardır.
Diğer yandan, Suriye’nin kuzeydoğusu şiddet olaylarının tırmanışına sahne olmuştur. Suriye İnsan Hakları Ağı, Türk insansız hava araçlarının operasyonlarına ek olarak, bazı aşiret çatışmaları ve cinayetleri sonucu 37 adet şiddet eylemi ve DAEŞ örgütüne bağlı hücrelerin yaklaşık 20 kadar eylemini tespit etmiştir. Bu yaşananlar sonucunda 40'ı sivil olmak üzere 62 kişinin çeşitli yol ve yöntemlerle öldürüldüğü belgelendirilmiştir.
Ayrıca muhtelif nüfuz bölgelerindeki şiddet olaylarının da arttığı görülmüştür. Buna göre Suriye İnsan Hakları Ağı, 2024 yılının ilk yarısında Suriye'de 65'i çocuk, 38'i kadın ve 53'ü erkek olmak üzere çeşitli işkenceler altında toplam 429 sivilin öldürüldüğünü belgelemiştir. Kurbanların en yüksek yüzdeleri şu şekilde dağılım göstermektedir: Dera vilayetinde %27, Deyrezor'da %18 ve Rakka ile Halep vilayetlerinin her birinde %14. Çeşitli kontrol bölgelerinde ise askerî unsurlar arasındaki yaşanan çatışmalarda yaklaşık 700 asker ya da savaşçı hayatını kaybetmiştir.
Rejimin halkın yaşam standardını etkileyen ekonomik kararları bağlamında, akıllı kart sahiplerinin sübvansiyon tutarlarını kendilerine aktarmak için bir banka hesabı açmalarını zorunlu tutan bir karar almıştır. Bakanlar Kurulu, yaptığı açıklamada atılan bu adımı "sübvansiyonların kademeli ve ölçülü nakit sübvansiyonlara doğru yeniden yapılandırılması yönündeki direktifler” doğrultusunda attığını açıklamıştır. Ancak rejimin bir yandan sosyal yükü özel sektöre devretmek için ekmek, yakıt, elektrik, su ve telefon üzerindeki mevcut sübvansiyonları iptal etmesi, diğer yandan da geçim yardımlarını sağlayamaması nedeniyle bu hamlenin fiyatlarda önemli bir yükselişe yol açması ve ürünlerin serbest fiyatla satılması beklenmektedir.
Beşar Esed, 2024 tarihli ve 17 sayılı Başkanlık Kararnamesine göre emeklilere ve devlet dairelerinde çalışan sivil ve askerî personele bir defaya mahsus olmak üzere 300.000 Suriye lirası (yaklaşık 20 dolara eşdeğer) tutarında bir "mali hibe" verildiğini açıklamıştır. Hibe miktarı, sadece birkaç öğün yemek için yeterli olan ve vatandaşların asgari ihtiyaçlarını hiçbir şekilde karşılamayan sembolik bir miktar olarak göze çarpmaktadır.
Fiyatlara gelince; bir yandan pamuk ve iplik fiyatlarının yükselmesi diğer yandan da hükümetin fiyatları kontrol etmek ya da giyim sektörünü desteklemek için müdahale etmemesi nedeniyle pamuklu kıyafet fiyatları geçen yıla kıyasla %200'e varan oranlarda artmıştır. Ayrıca Şam pazarlarındaki tatlı fiyatları geçen yılki Kurban Bayramı fiyatlarına göre %100 artmıştır. Aynı zamanda rejim, İran'dan ham petrol ve gaz yüklü 8 geminin Tarsus kırsalındaki Banyas limanına varmasına rağmen akaryakıt fiyatlarını yükseltmiştir. Bu yaşananlar uluslararası yaptırımların ihlal edildiğinin bir işareti olarak göze çarpmakta ve rejimin devam eden iç yakıt kriziyle uğraştığı eş zamana rastlamıştır. Yakıt fiyatlarındaki artış, pazarda yaşanan yakıt bulma sıkıntısı, sıcakların artması ve hasat mevsiminin başlaması neticesinde Şam ve kırsalındaki şirketler, elektrik amper fiyatlarını yükseltmiştir. Buna göre Kisva bölgesinde amperin kilovat fiyatının 9.500 Suriye lirasından 12.000 liraya, Şam kırsalındaki Meliha şehrinde ise 9.000 liradan 11.000 liraya yükseldiği gözlenmiştir.
Fiyatlardaki artış; rejimin kendi kendine yeterlilikten uzak ihracat politikalarına yönelmesi ve yerel pazarı kontrol edememesinden kaynaklanmaktadır. Rejimin bu yılın ilk yarısındaki ihracatı 2023'ün aynı dönemine göre %30 artmıştır. Diğer yandan, Suriye’den Ürdün'e ihraç edilen meyve ve sebzelerinin soğutulmuş konteynerler ile taşınması %80 oranında düşmüştür. Buna göre konteynerlerin sayısı 150’den 25’e düşmüştür. Nedeni ise Ürdün tarafının meyve ve sebze kamyonlarının girişine engel olmasıdır. Zira Ürdün hükümeti uyuşturucu sevkiyatı ve kaçakçılık ile mücadele kapsamında güvenlik tedbirlerini daha da arttırmıştır.
Rejim ve müttefikleri arasındaki karşılıklı ekonomik fayda çerçevesinde; İran, Suriye finans sektöründe kurumlar ve bankalar açarak genişleme girişimlerini sürdürmektedir. 50 milyar Suriye lirası sermayeli ve %58'i İranlı bir şirkete ait olan İran-Suriye ortaklığında "İslami Şehir Bankası" adı altında bir banka daha açılmıştır. Böylece Suriye'deki İran destekli İslami banka sayısı 5'e yükselmiştir. Suriye'deki turizm sektöründe faaliyet gösteren Rus yatırımcılara gelince, Rus şirketleri Lazkiye vilayetindeki iki turizm tesisinin inşaatını %50 oranında tamamlamıştır. Mayıs ayı sonuna kadar Suriye'ye gelen Rus turistlerin sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık %10'luk bir artışla 780.000’e ulaştığı tahmin edilmektedir.
Suriye'nin kuzeydoğusunda ise YPG, 2024 mali yılı için bölgedeki genel bütçenin ayrıntılarını yayınlamıştır. Planlanan harcamalara ve beklenen gelirlere dayanarak genel bütçede tahmin edilen mali açık yaklaşık 389 milyon dolar olarak belirlenmiştir. Türk SİHA’ların haftalar boyunca YPG’nin enerji altyapısı da dâhil olmak üzere finans ağırlıklı merkezlere düzenlediği operasyonlar, ekonomik çarkın felç olmasının en önemli nedenlerden biridir. Zira Türk operasyonların yol açtığı zararın 500 milyon dolardan fazla olduğu tahmin edilmektedir.
YPG, Suriye'nin kuzeydoğusundaki çiftçilerden aldığı ilk parti buğdayı Kamışlı'nın güneyindeki rejime ait tahıl alım merkezlerine göndermeye başlamıştır. Buna göre 24 saat içerisinde 2500 tondan fazla buğday taşıyan yaklaşık 100 treyler giriş yapmıştır.
Halep'in kuzeyinde ise, “Suriye-Türkiye Elektrik Enerjisi Şirketi” Türkiye'den ithal edilen elektrik fiyatlarındaki değişiklikleri gerekçe göstererek, Haziran ayındaki elektrik fiyatlarına kıyasla evsel elektrik fiyatlarını kilovat başına 2.8tl, sanayi elektrik fiyatlarını ise 3.2tl artırmıştır. Buna göre evde kullanılan elektrik kilovat fiyatı 3.6tl ve sanayide kullanılan elektrik kilovat fiyatı da 4.1tl'ye yükseltilmiştir.
Suriye Geçici Hükümeti, kontrolü altındaki bölgelerde buğday fiyatını ton başına 220 dolar olarak belirlemiştir. Bu rakam geçen sezon için onaylanan fiyatlardan 110 dolar daha düşük olmuştur. Ayrıca nüfuz bölgelerine kıyasla en düşük buğday ton fiyatıdır. İdlib ve Suriye’nin kuzeydoğusunda belirlenen fiyat ton başına 310 dolar iken rejim bölgelerinde ise ton başına 360 dolardır.
İdlib'teki HTŞ destekli "Kurtuluş Hükümeti" tarafından izlenen kontrol politikaları çerçevesinde "Nakit Yönetimi Genel Müessesesi", gönderilen döviz havalelerinin teslim alınması kurallarını yeniden hatırlatmıştır. Atılan bu adımla Kurtuluş Hükümetinin mali piyasayı düzenlemeyi ve ona olan güveni artırmaya çalışması görülmektedir. Böylelikle karaborsadaki para transferi ihtiyacını azaltarak fiyatlar üzerindeki kontrol mekanizmasını artırmaya çalışmaktadır.
YPG terör örgütü tarafından ilan edilen yeni toplumsal sözleşme ile ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ adı ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ olarak değiştirilmiştir.([1]) Bu toplumsal sözleşmenin ilanıyla beraber, Suriye Demokratik Konseyi ABD Temsilciliği, ABD'deki ünlü lobi şirketi Brownstein Hyatt Farber Schreck ile anlaşma sağlamıştır.([2]) Anlaşmanın ilk maddesi, ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin ABD tarafından resmen tanınmasıdır. Örgüt, anayasa ilanıyla Suriye'de kurduğu devlete meşru bir zemin sağlarken, uluslararası alanda da ABD üzerinden tanınma çabasındadır. Bir devletin var olabilmesi için diğer devletlerce tanınması gerektiği bilindiğinden örgüt, bu hedef doğrultusunda kontrolü altındaki bölgelerde seçim yapma yoluna gitmektedir. İlk olarak “yerel seçim” yapmak üzere 30 Mayıs 2024 tarihi belirlenmiştir. Daha sonra bu seçim 11 Haziran 2024’e ertelenmiştir. En son, Türkiye’den gelen tepki ve ABD’den gelen eleştiriler sonrasında seçimler net bir tarih belirtilmeden Ağustos 2024’e ertelenmiştir.([3]) Özetle YPG, Suriye'de ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ adı altındaki fiili yapısının tanınması için çabalamaktadır ve bu yolda bazı engellerle karşılaşmaktadır. Bu rapor örgütün Suriye’de kurduğu fiili devlet yapısının nasıl tanınması için uğraştığını, seçim süreci için neler yaptığını, nasıl bir seçim organize ettiğini ve bu hedefi karşısında ne tür engellerle karşılaştığını ele alacaktır.
Yeni toplumsal sözleşmenin ilanının ardından yapılan ilk icraatlardan biri Yüksek Seçim Kurulu oluşturmak olmuştur. 16 üyeden oluşan bu Yüksek Seçim Kurulu, YPG’nin ataması sonucunda oluşturulmuştur. Kurulda 5 üye Cezire (Haseke), 4 üye Menbiç (Ayn el Arab-Kobane dâhil), 3 üye Deyrizor, 3 üye Rakka, 2 üye Tabka ve 2 üye de Afrin bölgelerinden belirlenmiştir. Rokn Mulla İbrahim ve Hüseyin El Şeyh eş başkan olarak seçilmiştir.
Rokn Mulla İbrahim 1988 yılında Cezire'de doğmuştur. Arap literatürü eğitimi almış ve 2010 yılında Fırat Haber Ajansında çalışmaya başlamıştır. 2014 yılında Cezire'de ‘Demokratik Özyönetim’ kurumunda çalışmış ve Yüksek Seçim Kurulu sözcüsü olarak atanmıştır. Hüseyin El Şeyh ise 1984 doğumlu olup, Arap literatürü eğitimi sırasında okuldan atılmıştır. 2016 yılında örgütün kontrolüne geçen Sarrin bölgesinde, ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ için çalışmaya başlamış ve uzlaşı komitesi başkanlığı yapmıştır.
‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ idari sınırları içerisinde 6 bölge, 40 şehir ve 105 belde bulunmaktadır. Aşağıdaki haritada 6 bölge gösterilmektedir:
Örgütün idari haritasına göre; Tel Abyad Fırat bölgesine, Resulayn ise Cezire bölgesine bağlıdır. Afrin ise Afrin-Şehba büyükşehri olarak yer almaktadır. Haritada bu bölgeler dışında kalan yerler hariç tutulmuştur. Ayrıca, nüfusu 100'ün altında olan yerleşim yerleri mezra olarak, 101 ile 5 bin arasındaki yerleşim yerleri köy olarak, 5 bin ile 35 bin arasındaki yerleşim yerleri belde olarak, 35 bin ile 200 bin arasındaki yerleşim yerleri şehir olarak ve 200 binden fazla olan yerleşim yerleri büyükşehir olarak tanımlanmıştır.
Bölgelerdeki şehirler ve seçim bölgeleri şöyledir:
Örgüt, Yüksek Seçim Kurulunun oluşturulmasının ardından, 'Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi' bölgeleri için seçim kanunu, belediye kanunu ve seçim tarihini belirlemiştir. Söz konusu seçim kanunu çerçevesinde, örgütün kontrolündeki bölgelerde yaşayan 18 yaş üstü her bireyin seçime katılma hakkı vardır. Ancak bu hak, örgüt tarafından verilen kimlik kartı varlığına bağlıdır ve zamansal olarak 5 senelik kimlik kartı sahibi olma şartı getirilmiştir. Bu şartları yerine getiren herkes, yaşadığı bölgedeki belediye makamlarına müracaat ederek seçmen kartını alabilmektedir. Seçmen kartı sahibi olmayanların seçimlerde oy kullanması mümkün değildir.
Örgüt tarafından getirilen bu zamansal kısıtlamanın üç amacı bulunmaktadır:
Birinci amacı; zorunlu askerlik hizmeti ile en az 5 senelik kimlik kartı varlığı arasında bir bağ kurulmuştur. Böylelikle zorunlu askerlik hizmeti ve oy kullanma hakkı birbirine bağlanmış olacaktır. Örgüt, bu şekilde zorunlu askerlik hizmeti ve oy kullanma arasında bir denge sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca YPG için eline silah almayı reddeden ‘asker kaçaklarının’ da oy kullanması böylelikle engellenmektedir.
İkinci amaç; Esed rejimi kontrolündeki bölgelerden örgüt kontrolündeki bölgelere göç eden kişilerin oy kullanma imkânının kısıtlanmasıdır. Bu kişilerin örgüt propagandasına daha az maruz kaldıkları düşünülmektedir. Ayrıca rejim bölgelerinden örgüt kontrolündeki bölgelere göç edenlerin neredeyse tamamı Arap'tır. Bu durum, Arapların seçimlere katılımını kısıtlamaktadır.
Üçüncü amaç ise; örgüt kontrolündeki güney bölgelerinden kuzey bölgelere göç eden Arap nüfusun seçime katılımını sınırlandırmaktır. Deyrizor ve Rakka gibi bölgelerde yaşanan sorunlar ve çatışmalar nedeniyle, bu bölgelerden kuzey hattına doğru Arap göçü yaşanmaktadır. Bu göçler neticesinde demografik değişimin siyasî değişime yansıması olasılığı örgüt tarafından önlenmeye çalışılmaktadır. Özellikle Suriyeli Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere göç eden Arapların oy kullanması ve demografik dengeleri etkilemesi engellenmeye çalışılmaktadır. Suriyeli Kürtlerin ülke dışına kaçma eğilimi de bu süreçte dikkate alınmıştır. Nitekim örgütün Suriyeli Kürtlerin hakkını savunduğunu iddia etmesine rağmen, uyguladığı zorbalıklar ve tek parti otokratik yönetim anlayışı sebebiyle Suriyeli Kürtlerin, Suriyeli Araplara göre yurtdışına çıkma eğilimi daha kuvvetlidir.
Seçim kanununa göre her şehir ve her kasaba bir seçim bölgesi olarak kabul edilmektedir. Belediye seçimlerine girecek olan adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurmalı ve tüm şartları yerine getirmelidir. Resmî olarak seçimde oy kullanma hakkına sahip herkes aday olarak başvurabilir. Başvuru süreçleri için iki farklı mekanizma belirlenmiştir. Siyasi partiler aday göstermek için doğrudan Yüksek Seçim Kuruluna başvurmalı ve aday belirleme süreçleri hakkında bilgi vermelidir. Her parti, belediye başkanlığı için iki eş başkan aday göstermelidir. Yüksek Seçim Kurulu eş başkan adaylarını değerlendirecek ve onaylayacaktır. Belediye meclisi ve eş başkanlık için başvurulan her liste için partiler ayrı ayrı 2 milyon Suriye Lirası (= $136,52) ödeme yapmalıdır. Partiler, aday gösterdikleri her seçim bölgesi için bir irtibat kişisi belirlemek zorundadır.
Bireysel başvurular için adaylar, seçim bölgesindeki seçim komitesine başvurmalıdır. Seçim bölgesi seçim komitesi, başvuruyu Yüksek Seçim Kuruluna gönderecektir. Bireysel aday başvuruları için 500 bin Suriye Lirası (= $34) ödeme yapılması gerekmektedir. Seçim bölgesi seçim komitesi, örgüt tarafından atanmaktadır.
Başvuran adaylara yönelik itirazlar bölge seçim komitesine yapılmalıdır. Evrak eksikliği durumunda Yüksek Seçim Kurulu, adaylara başvuru sürecinin son gününe kadar düzeltme yapma hakkı tanıyacaktır. Başvurusu reddedilen adaylar, seçim yasası çerçevesinde Yüksek Seçim Kuruluna karşı yargı sürecini başlatabilirler. Ancak bu yargı sürecinin nasıl işleyeceği hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Başvuru süreci tamamlandıktan sonra, seçimden 20 gün önce Yüksek Seçim Kurulu tarafından tüm adaylar ilan edilecektir. Seçim propagandası, seçimlerden 20 gün önce başlayacak ve seçimlerin gerçekleşeceği tarihten bir gün önce saat 18.00'de sona erecektir. Mitingler ve diğer seçim etkinlikleri için seçim bölgesi seçim komitesine bildirimde bulunulması gerekmektedir ve bu etkinlikler seçim komitesinin iznine tabidir. Güvenliği sağlamakla görevli olan asayiş güçleri, etkinlikler sırasında gerekli önlemleri alacaktır.
Seçimlerin yürütülmesi, denetlenmesi ve oy sayımının yapılması örgüt tarafından atanmış olan seçim bölgesi seçim komiteleri tarafından gerçekleştirilecektir. Sayımlar tamamlandıktan sonra seçim bölgesi seçim komitesi, seçim sonuçlarını bölge seçim komitesine iletecek ve bölgesindeki tüm seçim sonuçlarını toplayarak bunları Yüksek Seçim Kuruluna gönderecektir. Yüksek Seçim Kurulu da seçim sonuçlarını ilan edecektir.
Kısaca, örgütün düzenlediği belediye seçimlerinde aday belirleme sürecinden, seçim sonuçlarının açıklanmasına kadar olan tüm süreç, örgüt tarafından atanan komitelerin kontrolü altındadır. Örgüt istemediği hiçbir adayın seçimlere katılmasına izin vermezken, seçime katılan adaylar da sadece örgütün belirlediği sınırlar içinde propaganda yapabilir ve seçim sonuçları örgüt tarafından atanan komiteler tarafından belirlenip açıklanır. Örgüt, seçim sürecinde herhangi bir şansa yer bırakmamakta ve Esed rejiminin düzenlediği seçimlerden büyük ölçüde ilham almaktadır. Ancak, örgüt tüm önlemleri seçim kanunuyla sınırlı tutmamıştır ve bunların bir kısmını da belediye kanuna yansıtmıştır. Bu önlemler aşağıda detaylandırılacaktır.
Yüksek Seçim Kurulu ilk başta seçim tarihi olarak 30 Mayıs 2024 tarihini ilan etmiştir. Hazırlık sürecinde yaşanan gecikmeler sebebiyle seçim tarihi 11 Haziran 2024’e ertelenmiştir. Ancak daha sonraki süreçte seçime girecek olan siyasî partilerin (Suriye Demokratik Konseyi, Özgürlük İçin Halklar ve Kadınlar İttifakı, Daha İyi Hizmet İçin Birlikte Listesi ve Suriye'deki Kürt Demokratik Birlik Partisi) yapmış olduğu çağrı([5]) sonrasında seçimler Yüksek Seçim Kurulu tarafından Ağustos 2024’e ertelenmiştir. Yüksek Seçim Kurulu aldığı kararda siyasî partilerin çağrısının temel alındığını ve siyasî partilerin yeterli propaganda süresinin olmadığı yönündeki itirazların haklı bulunması üzerine böyle bir yola gidildiği ifade edilmiştir.([6])
Yüksek Seçim Kurulu eş başkanı Rokn Mulla İbrahim yaptığı basın açıklamasıyla uluslararası ve ulusal tüm kurum ve kuruluşları ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin yerel seçimlerini denetlemeye davet etmiştir.([7]) Ancak bu çağrı gerçek bir çağrıdan ziyade propaganda hedefleri doğrultusunda yapılan bir davet olmuştur. Nitekim örgüt, seçimlerde ne yerel ne de uluslararası bağımsız gözlemcilerin bulunmasına izin vermiştir.
Seçime katılacak siyasî partilerin ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nde resmî olarak kayıtlı olmaları gerekmektedir. Kayıtlı olmayan partiler seçime katılamaz. ENKS, özerk yönetimi tanımadığı için kayıt yaptırmamaktadır. ENKS’ye ait bürolar zaman zaman örgüt tarafından hedef alınmaktadır.([8]) Ancak seçimlerden önce özerk yönetime bağlı ‘Demokratik Millet Meclisi’ başkanı Hikmet Habib, üç yeni siyasî partinin kayıt yaptırdığını açıklamıştır.([9])
Örgüt kontrolündeki bölgelerde örgüte müzahir siyasî partiler şunlardır: Kürdistan Demokratik Barış Partisi, Demokratik Birlik Partisi (PYD), Suriye Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Yeşil Partisi, Kongreya Star, Suriye Kürt Sol Demokrat Partisi, Kürdistan Kardeşlik Partisi, Suriye Kürt Ulusal Partisi, Kürdistan Demokratik Değişim Partisi, Demokratik Mücadele Partisi, Suriye Kürdistanı Yenilik Hareketi, Kürdistan Özgürlük Partisi, Suriye Kürt Demokrat Partisi, Kürdistan Cumhuriyetçi Partisi, Reform Hareketi, Suriye Kürt Demokratik Roj Partisi, Kürdistan Gelecek Hareketi, Kürdistan Komünist Partisi, Özgür Vatansever Birlik Partisi ve Kürdistan İşçi Birliği Partisi.
Ayrıca, örgütün bünyesinde yer alan Araplar için kurulan Suriye Gelecek Partisi de seçimlere katılacağını ilan etmiştir. Eski eş başkan Hevrin Halef, Barış Pınarı Harekâtı sırasında etkisiz hale getirilmiştir. Ancak seçime katılım açısından durum biraz daha farklıdır. Kendi ismi ve logosuyla seçimlere girecek partilerin yanı sıra bazı partiler ittifak yaparak veya bağımsız isimlerle seçimlere katılacaktır. Aralarında PYD, Süryani Birlik Partisi, Demokratik Asuri Partisi, Suriye’nin Geleceği Partisi ve Zenubiya Kadın Topluluğu’nun da bulunduğu “Özgürlük İçin Halkların ve Kadınların İttifakı" adlı ittifak, 22 parti ve örgütten oluşmaktadır. ‘Daha İyi Hizmet İçin Hep Birlikte İttifakı’ çatısı altında ise 5 parti bulunmaktadır. İttifakta Demokratik Yeşiller Partisi, Kürdistan Çağdaşlık Hareketi, Kürdistan Kardeşlik Partisi (PBK), Suriye Kürt Demokrat Sol Partisi ve Kürdistan Emekçiler Birliği yer almaktadır. Bu partilerin yanı sıra Suriye Ulusal Demokratik İttifak Partisi, Ulusal Kalkınma ve Demokratik Değişim Partisi ve Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi de seçime katılacak diğer partiler arasında yer almaktadır.([10])
Görüldüğü üzere örgüt, görünürde seçimlere birçok siyasî partinin katıldığı izlenimini vermek için seçime katılan siyasî partilerin sayısını şişirmektedir. Örgütün ilan ettiği ittifak ve rakip ittifak, örgüte müzahir tabela partilerinden başka bir şey değildir. İttifak olmaksızın seçime giren siyasî partiler de bu bağlamdadır. Örgütün kullandığı bu strateji Suriye için yeni değildir. Nitekim Esed rejimi de “seçimlerde özgürlük var” imajı vermek için Baas partisine müzahir tabela partiler kurmaktadır ve seçimlere ittifaklar üzerinden girilmektedir. Böylelikle görece olarak onlarca siyasî parti seçime katılırken, aslında tek parti seçimi düzenlenmektedir.
Örgütün belirlediği belediye kanunu, belediye meclislerinin ve eş başkanlarının görevlerini detaylandırmaktadır. Belediye meclisleri, şehir isimlerini değiştirme yetkisi de dâhil olmak üzere geniş yetkilere sahiptir. Ancak bu yetkiler, yerel meclisler tarafından belirlenen sınırlar içerisinde kullanılabilir. Bu düzenleme, yerel yönetimlerin özerkliğini sınırlayan bir mekanizma olarak işlev görmektedir.
Yerel meclislerin ve belediye eş başkanlarının görevleri, örgütün ideolojik hedefleri ve politikaları doğrultusunda belirlenmiştir. Belediye eş başkanları, belediyenin yürütme organını oluşturur ve belediyenin günlük yönetiminden sorumludur. Ancak bu görevler, örgütün merkezî karar alma mekanizmalarından etkilenmektedir.
Örgüt, belediye meclislerinin ve eş başkanları aracılığıyla yerel yönetimlerin tam anlamıyla özerk olmasını sağlamak yerine, onları merkezî bir kontrol altında tutma çabası içindedir. Bu durum, özellikle demokratik süreçlerin ve katılımcı yönetim anlayışının gerçekleşmesinde engel oluşturmaktadır.
Örgüt, seçilmiş belediye meclisleri ve eş başkanlara karşı alınan önlemlerle sınırlı kalmamıştır. Her bölgedeki tüm belediyeler, belediyeler birliği adı altında bir mecliste toplanmaktadır. Belediyeler birliği, belediyelerin koordinasyonunu sağlamak, ortak politikalar belirlemek ve merkezî yönetimle ilişkileri düzenlemek amacıyla kurulmuştur. Aynı zamanda belediyeler birliği, belediyeler federasyonu içinde yer almaktadır. Her bölgedeki belediye birliği için iki eş başkan ve bir yürütme kurulu seçilmektedir. Belediyeler birliği üzerinden belediye eşbaşkanları denetim altında tutulması planlanmıştır.
Seçilen eş başkanlar, 'Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nde Yürütme Meclisinde yerel yönetimleri temsil etmektedir. Yani, belediyeler birliği federasyonu eş başkanları, ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ içinde bakan görevini ifa etmektedir.
Örgütün bir yandan seçim düzenleme zahmetine girip diğer yandan seçimin bir tiyatrodan ibaret kalmasına neden olacak onlarca önlem almasının ardında örgütün yaşadığı ikilem gelmektedir. Bu ikilem şöyle izah edilebilir: YPG, Suriye'de devlet kurma bağlamında tarihi bir fırsat elde ettiğini düşünmektedir. Devletçiğin ulusal ve uluslararası alanda tanınması için büyük çaba göstermekte, anayasal zemin ve lobi çalışmaları yapmaktadır. Meşruiyet zemini oluşturmak için seçimleri araçsallaştırmakta, kontrol ettiği bölgelerde seçimler düzenleyerek kendisini demokratik bir aktör olarak tanıtmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, anayasal zemin oluşturma ve lobi çalışmalarını sürdürmektedir. Ancak, örgütün yüzleştiği en büyük engel, demografik gerçeklikler ve uluslararası toplumun genel tepkisidir. Örgüt, kontrol ettiği bölgelerdeki nüfus yapısını göz önünde bulundurarak seçimleri araçsallaştırmakta ve kendilerini meşru bir demokratik aktör olarak tanıtmaya çalışmaktadır. Ancak, bu seçimlerdeki demokratik meşruiyetin gerçekliği, örgütün kontrol ettiği bölgelerdeki demografik yapının çoğunluğunu oluşturan Arap nüfusunun ve Suriyeli Kürtlerin büyük çoğunluğunun muhalefetine rağmendir.
Ancak örgütün kontrol ettiği bölgelerde yaklaşık 3 milyon kişi yaşamaktadır ve bunların %76,6'sı Arap, %19,9'u Kürt’tür. Suriyeli Kürtlerin çoğunluğu ENKS’yi desteklemektedir. Örgüt için seçim düzenlemek büyük bir risktir. Adil ve özgür seçimlerde örgüte muhalif adaylar kazanacaktır. Bu sebeple örgüt, 2014 yılından beri belediye seçimleri düzenlememektedir.
Örgüt, seçim düzenlemek konusunda büyük bir ikilemle karşı karşıyadır. Özellikle adil ve özgür seçimlerde, hem Arap çoğunluğun yaşadığı bölgelerde hem de Kürt çoğunluğun yaşadığı bölgelerde muhalefetin galip geleceği düşünülmektedir. Bu nedenle örgüt, 2014 yılından beri sadece kendi kontrolündeki bölgelerde sınırlı sayıda seçim düzenlemiştir.
Ulusal ve uluslararası tanınırlık ve demografik gerçeklikler arasında kalan örgüt, çözümü Esed rejimini taklit etmekte bulmuştur. Bu süreçte, Esed rejiminden öğrenilen birçok yöntemi kullanan örgüt, kendine ait bir seçim sistemi inşa etmiştir. PYD partisi, Baas partisinin yerini almış ve Esed rejimi tarafından kurulan sistemi taklit ederek kendilerine uyarlamıştır. Bu yeni yapıyla örgüt, kendisini demokratik ve meşru bir aktör olarak göstermeye çalışırken, seçim süreçlerinde tam kontrolü sağlayarak gerçekte özgür ve adil olmayan bir seçim düzenleyecektir. Bu sayede ulusal ve uluslararası arenada tanınmaya ve meşruiyet kazanmaya çalışacaktır. Ancak bu hedef karşısında Türkiye’nin tutumu, ABD’nin yaklaşımı ve yerel halkın direnişi büyük bir engel olarak şekillenmektedir.
Örgütün ilan ettiği yeni toplumsal sözleşme Türk medyasında ve kamuoyunda sınırlı ölçekte de olsa gündem oldu. Ancak YPG’nin Suriye’de düzenlemeyi planladığı belediye seçimleri Türkiye kamuoyunda bazı uzmanların yazıları haricinde çok fazla gündeme gelmedi. Ta ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Mayıs 2024 tarihinde ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 28 Mayıs 2024 tarihinde([11]) yaptığı açıklamalara kadar Türk kamuoyunda ciddi olarak belediye seçimleri gündem oluşturmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamada “Bölücü terör örgütünün Suriye uzantısı, bir 'teröristan' kurma hedefiyle bölge halkı üzerindeki baskısını, tehditlerini ve gayretlerini yoğunlaştırdı. Örgüte boyun eğmeyen ve haraç vermeyen insanların öz topraklarından sürülmesinden, çocuk asker kullanımına kadar her yola başvuruyorlar. Meselenin DEAŞ ile mücadele olmadığı, doğrudan ülkemizi ve bölgemizi hedef alan sinsi bir planın adım adım uygulandığı anlaşılıyor. Terör örgütünün halk oylaması bahanesiyle ülkemizin ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik mütecaviz eylemlerini yakından takip ediyoruz. Daha önce de bu konudaki politikamızı çok net ortaya koyduk. Türkiye, güney sınırlarının hemen ötesinde Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde bölücü örgütün bir 'teröristan' kurmasına asla izin vermeyecektir. Oldubittiler karşısında daha evvel yapılması gerekiyorsa, ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık, aynı durumla karşılaşmamız halinde harekete geçmekten yine çekinmeyiz” demesi([12]), Türkiye’nin YPG’nin düzenlemeyi planladığı seçimleri bir meydan okuma ve ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğünü gösterdi. Yapılan bu açıklamanın Millî Güvenlik Kurulunun toplantısından sonra gelmesi, YPG’nin seçim planlarının Ankara’daki güvenlik bürokrasisi ve siyaset tarafından devletleşme çabası olarak görüldüğünü ve bu tarz girişimlere izin verilmeyeceğine işaret ediyordu.
Retorik düzeyde yapılan bu açıklamaların hemen akabinde Türkiye’nin ‘SİHA diplomasisi’ devreye girdi ve aylar sonra YPG’ye karşı yeniden SİHA operasyonları düzenlenmeye başlandı. Türkiye’nin düzenlediği SİHA operasyonları, seçimlere müsaade edilmeyeceğinin ve bölgede gerekli olursa askerî adımların da atılabileceğinin mesajını içeriyordu. Türkiye’nin kararlılığını gösteren bu tutum, örgütten daha çok ABD’ye bir mesaj içermekteydi.
YPG’nin ilan ettiği yeni toplumsal sözleşmeye dair ABD tarafından herhangi bir açıklama yapılmamış ve bu anayasal metne dair olumlu veya olumsuz bir görüş belirtilmemiştir. Hatta örgüt medyasında ABD’nin bu çekimser tutumu eleştirilmiştir. YPG’nin seçime giden süreci boyunca ABD tarafından resmî olarak sadece bir açıklama yapılmıştır ve bu açıklamada ABD’nin seçimleri olumlamadığı ve meşru görmediği açıkça ifade edilmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel’in yaptığı açıklamada “Suriye'de yapılacak herhangi bir seçim, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında da belirtildiği gibi serbest, adil, şeffaf ve kapsayıcı olmalı. Suriye'nin kuzeydoğusunda (YPG/PKK tarafından) yapılacak seçimlerle ilgili şu anda bu koşulların sağlandığını düşünmüyoruz ve bu görüşümüzü Suriye'nin kuzeydoğusundaki aktörlere de ilettik” denilmiştir. ([13])
YPG’li sözde yetkililerin medyaya verdiği demeçlerde ABD’nin seçimlerin düzenlenmemesi için baskı kurduğu, seçimlerin ABD baskısı sonucunda aslında Ağustos’a ertelenmediği ve iptal edildiğini belirttiler. YPG’li yetkililerin açıklamalarına göre ABD, 11 Haziran'da yapılması planlanan belediye seçimlerini süresiz olarak ertelemesi konusunda örgütü uyardı. Washington, seçimlerin yapılması halinde ciddi sonuçlarla karşılaşılacağını belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığının kuzeydoğu Suriye yeni temsilcisi Scott Bowles, özerk yönetim liderleriyle görüşmeler düzenleyerek ABD’nin pozisyonunu aktardı. Bowles, Türkiye'nin tehditlerinin ciddiyetini vurgulayarak, ABD'nin olası bir Türk saldırısını durduramayacağını belirtti. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı, güvenlik durumunun istikrarsızlığı ve özerk yönetimin tüm siyasî grupları temsil etmemesi nedeniyle seçimlerin yapılması için uygun koşulların olmadığını ifade ettti.
ABD’nin kapalı kapılar ardında YPG’yi uyarması ve seçimlerin iptalini talep etmesi iki temel olguya işaret etmektedir. Birincisi; ABD’nin YPG’nin kurmuş olduğu ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ni resmî olarak tanımaya hazır olmadığıdır. İkincisi; ABD’nin mevcut jeopolitik konjonktürde YPG yüzünden Türkiye ile gerilim yaşamayı istemediği ve Türkiye ile olan ilişkilerini önemsediğidir.
Örgütün 11 Haziran’da düzenlemeyi hedeflediği seçimler karşısında Suriyeliler ve yerel halk tarafından çok ciddi bir direniş oluşmuştur. Buna rağmen Esed rejiminin resmî kanallarından herhangi bir açıklama veya kınama yapılmamıştır. Rejime yakın medya organları seçimleri sadece eleştirmişlerdir.([14]) Suriye muhalefeti ve ona müzahir Suriyeli yapılarla YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde yaşayan sivil halk seçimlere karşı büyük bir tepki göstermiştir. Verilen tepkilerin en başında ve belki de en önemlisi Suriye Kürt Ulusal Konseyinin (ENKS) verdiği tepki olmuştur. ENKS’nin verdiği cesur tepki, özellikle uluslararası alanda ve ABD nezdinde seçimlerin meşru olmadığını gösteren en önemli etken olmuştur. YPG’nin tüm sindirme çabalarına ve saldırılarına rağmen([15]), ENKS çıkıp kamuoyuna açık bir şekilde ve yüksek sesle seçimlerin meşru olmadığını anlatmıştır.([16])
Diğer önemli tepki Kabileler ve Aşiretler Meclisi tarafından gelmiştir. YPG’nin belediye seçimlerine karşı 4 Haziran 2024’te düzenlenen aşiret toplantısında([17]), YPG’nin düzenlemek istediği seçimlerin Suriye’yi bölme girişimi olarak görüldüğü ifade edilmiş ve sert bir biçimde reddedilmiştir. Aşiretlerin çok güçlü olduğu Deyrizor’dan gelen unsurlarca kurulan Suriye Milli Ordusu gruplarından İnşa ve Gelişim Hareketi de seçimleri reddettiğini açıklamış ve Suriye’nin bölünmesine karşı çıkmıştır. Suriye muhalefetinin siyasî yapılanması olan Suriye Ulusal Koalisyonu ve onun seçtiği Suriye Geçici Hükümeti, YPG’nin belediye seçimlerine karşı sert tepki göstermiştir. Hem Suriye halkı nezdinde hem de uluslararası alanda seçimlere karşı net bir pozisyon almıştır.
YPG tarafından kontrol edilen bölgelerdeki halk ise pasif bir direniş göstermiştir. YPG’nin dağıttığı seçim kâğıtlarının önemli bir kısmı halk tarafından teslim dahi alınmamıştır. YPG’nin seçimlere katılmayanlara su, elektrik ve gıda yardımları verilmeyeceği tehditlerine rağmen([18]), bölgedeki halkın sandıklara gitmeyeceği anlaşılmıştır. Bölge halkının sandıklara gitmeme ve pasif direniş iradesi, örgütün seçim amaçlarını baltalamıştır. Nitekim örgüt seçimlere katılım oranı üzerinden meşruiyet devşirmeyi hedeflemekteydi. Ancak seçimler düzenlenseydi, seçim oranı Suriye için bile rekor seviyede düşük kalması öngörülüyordu.
YPG’nin Suriye’de düzenlemeye çalıştığı belediye seçimleri incelendiğinde çok net olarak ortaya örgütün ikilemi çıkmaktadır. Bir yandan seçimler üzerinden demokratik meşruiyet elde etme arzusu varken, diğer yandan ise bölgenin demografik gerçekliği adil seçimleri örgüt için bir siyasî intihar haline getirecektir. Bunun farkında olan YPG, Esed rejiminin Suriye’de düzenlediği seçimlerin benzerini düzenlemeyi amaçlamış ve göstermelik seçimler planlamıştır. Ancak Türkiye’nin kararlı ve sert tutumu, ABD’nin destek vermemesi ve Suriyelilerin direnişi karşısında YPG’nin bu girişimi başarısız olmuştur. Resmî olarak seçimler Ağustos ayına ertelenmiş olsa da, muhtemelen seçimler hiç düzenlenmeyecektir. Nitekim seçimlerdeki en temel amaç, ABD tarafından resmen tanınmaktı. ABD’nin mevcut jeopolitik konjonktürde YPG’nin kurmuş olduğu ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ resmî olarak tanımaya hazır olmadığı artık anlaşılmıştır. Amaca ulaşılamayacağı belli olmasına rağmen, göstermelik seçimlerin düzenlenmesi çok olağan durmamaktadır.
Bu durumda Suriye bağlamında birkaç çıkarımda bulunmak mümkündür. Birinci çıkarım, ABD’nin YPG’ye Suriye’de resmî bir devlet kurması için destek vermemesi, ABD’nin mevcut jeopolitik konjonktürde Türkiye’yi daha fazla önemsediğine işaret etmektedir. Bu durum ise Türkiye ile ABD arasında Suriye’de yeni bir işbirliği fırsatlarına pencere aralamaktadır. Özellikle ABD’nin Suriye’den çekilme arayışında oluşu, Suriye’yi İran’a teslim etmek istemeyişi ve ABD’de yaklaşan seçimler, iki NATO müttefiki arasında olası bir anlaşmayı mümkün kılmaktadır. ABD’nin Suriye bağlamında Türkiye’ye ihtiyacı olduğu ve YPG için Türkiye’yle düzelen ikili ilişkisini bozmaya hazır olmadığı görülmüştür.
İkinci çıkarım ise YPG’nin Suriye’de devletleşme hayalinde önemli bir eşiğe gelindiğidir. Bugüne kadar YPG’yi yöneten PKK’nın yeni jenerasyonu veya başka bir değişle Neo-KCK yapısı Suriye’de ABD ile işbirliği kurarak devletleşmeyi hedefliyordu. Eski jenerasyon ve KCK ise devletleşmenin Rusya, İran ve Esed rejimi ile işbirliği sonucunda yapılabileceği görüşündeydi. ABD’nin belediye seçimleri esnasında sergilemiş olduğu tavır, örgüte yakın çevrelerce IKBY’nin referandum sürecine benzetilmiştir. Daha net bir şey söylemek için çok erken olsa da, Suriye’deki belediye seçimlerinin iptali örgüt için bir kırılma anı olabilir. Bilindiği üzere, Esed rejimin düzenlediği Baas partisi seçimlerinde YPG’ye yakın isimler üst pozisyondaki görevlere getirilmiş ve rejim kaynaklarınca basına sızdırılan bilgilere göre Şam, YPG ile müzakereleri yeniden canlandırmayı hedeflemektedir. Son olarak ABD’de başta Beyaz Saray Ulusak Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Başkanı Brett McGurk’un başını çektiği bazı çevrelerin, ABD’nin Suriye’den çekilmesi karşılığında Şam’ın, YPG’nin kurmuş olduğu ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ni resmen tanımasını savunduğu düşünülürse, YPG’nin devletleşme arzusunda sona gelinmediği ve sadece sekteye uğradığı ifade edilebilir.
([1]) Kutluhan Görücü, „GÖRÜŞ - Terör örgütü PKK/YPG'den tehlikeli plan: Yeni toplumsal bildiri“, Anadolu Ajansı, 12 Ocak 2024, https://bit.ly/4cQvx0z (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([2]) Ömer Özkızılcık, “Her Şeye Rağmen Konsantrasyonu Kaybetmemek: Suriye”, Fokus Plus, 29 Nisan 2024, https://bit.ly/4fmvF9Z (Erişim Tarihi: 12 Haziran 20204)
([3])Anadolu Agency, “Terror group PKK/YPG postpones so-called local elections in Syria”, 6 Haziran 2024, https://bit.ly/4fbyt9u (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([4])Örgütün kullandığı ve örgüt tarafından Latin harflerle yazılan Kürtçe şehir isimlerine yer verilmiştir. Söz konusu şehirlerin gerçek ve resmi Arapça isimlerin Latin harflerle Türkçe yazılışı kullanılmamıştır.
([5])The Syrian Observer, “Amid Widespread Rejection, “Autonomous Administration” Postpones Elections Again”, 7 Haziran 2024, https://bit.ly/3zLHo1f (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([6])Ömer Özkızılcık, Twitter, 6 Haziran 2024, https://bit.ly/3zJR7VL (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([7])North Press Agency, “AANES urges Intl organizations to monitor NE Syria municipal elections”, 21 Mayıs 2024, https://bit.ly/3xgBjsS (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([8])Rudaw, “US ‘troubled’ by attack on Kurdish opposition party in Rojava”, 8 Mart 2024, https://bit.ly/45oEzza (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([9])Kurd Online, “لجنة شؤون الأحزاب السياسية في الإدارة الذاتية تمنح التراخيص لثلاثة أحزاب”, 26 Nisan 2024, https://bit.ly/4b1qzfV (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([10])Rudaw, “ROJAVA SEÇİME GİDİYOR- 6 büyükşehir, 40 şehirde oy kullanılacak”, 24 Mayıs 2024, https://bit.ly/3xgiDtm (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([11]) Milliyet, “PKK'nın Suriye'deki sözde seçimine Bahçeli'den flaş yorum: Şam ile ortak operasyon yapılmalı”, 28 Mayıs 2024, https://bit.ly/3RkKMpV (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([12]) TRT Haber, “Suriye’deki sözde yerel seçim ertelendi: Türkiye’nin kararlı duruşu sonuç verdi”, 6 Haziran 2024, https://bit.ly/3RqY2Jv (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([13]) Hakan Çopur ve Rabia İclal Turan, “ABD'den, YPG/PKK'nın yapacağı sözde yerel seçimlere "adil, serbest ve şeffaf seçim ortamı yok" değerlendirmesi”, Anadolu Ajansı, https://bit.ly/3xmLUCr (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([14])Vecih Cuzdan, “Kurds postpone local elections in Northern Syria once again to buy time”, 7 Haziran 2024, https://bit.ly/45ojHHZ (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([15])Rudaw, “US ‘troubled’ by attack on Kurdish opposition party in Rojava”, 8 Mart 2024, https://bit.ly/45oEzza (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([16])Daily Sabah, “Syrian Kurdish party says PKK/YPG’s ‘elections’ doomed to fail”, 4 Haziran 2024, https://bit.ly/3Roys8e (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([17])Celal Musalli, “Arap, Kürt ve Hristiyanlardan ortak tepki! "Sözde seçim yok hükmündedir"”, 4 Haziran 2024, https://bit.ly/3RkKnUr (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
([18])Suriye TV, “بعد تهديد بقطع الدعم.. قسد تجبر الأهالي على تسلّم البطاقات الانتخابية”, 4 Haziran 2024, https://bit.ly/45mnBBi (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2024)
Bu rapor 2024 yılı Mayıs ayı içerisinde Suriye'de yaşanan en önemli siyasî olaylar ile güvenlik ve ekonomi olaylarını ele almaktadır. Siyasî düzeyde, Esed rejimi ile Arap dünyası arasında yaşanan normalleşme yönündeki adımlar dalgalı bir seyir göstermeye devam etmektedir. Arap Zirvesi bildirisi ve Arap Temas Komitesinin askıya alınması nedeniyle Araplar, Esed rejimine yönelik açılımda temkinli bir tutum izlemektedir. Suudi Arabistan'ın Şam'a büyükelçi atamasının ardından diplomatik normalleşme sürecinin daha istikrarlı bir hızda ilerlediği görülmektedir. Güvenlik açısından ise, Suriye topraklarındaki İran-İsrail vekâlet savaşı, rejim bölgelerini kontrol eden milislerin çokluğu, yerel aktörlerin çatışmaları ve modellerini sabitleştirememeleri sonucu Suriye coğrafyasının tamamında güvenlik istikrarsızlığı devam etmektedir. Ekonomik yönden ise, Suriye'nin tüm bölgeleri ekonomik krizle karşı karşıyadır ve bu kriz, Suriye'yi kontrol eden tarafların kararlarıyla daha da derinleşmektedir. Bunun yanı sıra Suriye'nin kuzeyinde yatırım yapma girişimleri de devam etmektedir.
Araplar ile Esed rejimi arasında yaşanan normalleşme sürecinde karşılaşılan zorluklar ve sorunlar, artık konuya müdahil olan tarafların da gücünü aştığı görülmektedir. Özellikle rejimle iletişimden sorumlu Arap Temas Komitesinin toplantısının iptal edilmesinden sonra bu sorunlar daha da artmıştır. Arap Temas Komitesi Arap devletleri tarafından Esed rejimiyle normalleşme ve görüşme süreçlerini yönetmek için kurulan bir yapıdır. Söz konusu toplantı, Arap taraflarının Captagon uyuşturucu kaçakçılığı ve diğer konularla ilgili komitenin sorularına Şam'dan yanıt gelmemesi nedeniyle ertelenmiştir. Ayrıca rejimin Dışişleri Bakanı ile Ürdünlü mevkidaşı Ayman Safadi arasındaki görüşmenin neticesinde Arap komitesinin taleplerinin sağlanması hususunda herhangi bir mesafe kat edilememesinin ardından komite toplantısı ertelenmiştir.
Beşar Esed Bahreyn'de düzenlenen olağan Arap Zirvesi'ne gündemle ilgili bir konuşma yapmadan katılmıştır. Zirvenin sonuç bildirgesinde, Suriye krizinin 2254 sayılı karar doğrultusunda sona erdirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Aynı zamanda bu geçiş aşamasında Suriye'nin güvenliği, egemenliği ve toprak bütünlüğünün sağlanması, halkının isteklerinin yerine getirilmesi, "terörizmden" arındırılması ve mültecilerin onurlu ve güvenli bir şekilde gönüllü olarak geri dönmelerini sağlayacak bir ortamın oluşturulması gibi hususlara da bildiride yer verilmiştir. Aynı bağlamda Esed rejimi, Arapların Suriye açılımının hala sınırlı olduğunu, henüz Esed'i izolasyonundan tamamen çıkaracak düzeyde olmadığı ve Arap liderlerinin Şam'a toplu ziyaretlerine kapı açacak bir düzeye yükselmediğini düşünmelerinden dolayı bir sonraki zirveye ev sahipliği yapmaktan Irak lehine vazgeçmiştir. Bu gelişmeler, Esed rejimiyle normalleşmeye yönelik daha temkinli ve durağan bir Arap yaklaşımına işaret etmektedir. Ayrıca Arap çevrelerinde, Esed'e ek teşvikler sağlanmasının sonunda geri tepebileceğinin farkına varılması, normalleşme sürecinin yeniden değerlendirilmesine yol açmaktadır.
Yerel düzeyde ise, rejimin bir süre önce yönetim yapısında şeklen başlattığı değişiklikler bağlamında Beşar Esed, Arap Sosyalist Baas Partisi Merkez Komitesinin genişletilmiş toplantısına katılmıştır. Toplantı, Esed'in partinin Genel Sekreteri olarak yeniden seçilmesi, 14 kişilik yeni merkez komitesinin oluşturulması, partinin il düzeyindeki merkez komite üyelerinin belirlenmesi ve partinin yeni izleme ve denetleme komitesinin seçilmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak bu değişiklikler, parti içindeki örgütsel ve Baas Partisinin Suriye siyasî ve sosyal alanı üzerindeki kontrolünü sürdürmek için rejim içindeki sorumluların yer değiştirmelerinden başka bir şey değildir. Bu değişimin amacı Baas Partisinin Suriye siyasî ve sosyal alanı üzerindeki kontrolünü sürdürmektir. Atılan bu adımlar, Suriyeli tarafları tatmin edecek ve kapsamlı bir siyasî çözüme götürecek gerçek reformlara katkı sunmaktan çok uzaktır.
Suriye'nin kuzeydoğusunda ise YPG yönetimi, Temmuz ayının ilk yarısında yapılması planlanan belediye seçimleri öncesinde iç cepheyi güçlendirmeye çalışmaktadır. SDG Genel Komutanı olan Mazlum Abdi, Deyrizor'daki Arap aşiret liderleriyle bir dizi toplantı yapmıştır. Abdi, bu toplantılarda DAEŞ ile mücadele esnasında kendi unsurlarının yaptığı hataları kabul ederek tutukluları serbest bırakma ve mağdur olanlara tazminat ödeme sözü vermiştir. Bu gelişme, YPG yönetiminin yerel seçimlere hazırlık amacıyla idari bölünmeler yasasını çıkarttığı aynı zamana denk gelmiştir. Bu seçimlerin tarihi, yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde geniş çaplı tartışmalara yol açmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı "Suriye'nin kuzeydoğusunda özgür ve adil seçimler için gerekli koşulların mevcut olmadığını" dile getirirken Türkiye, bu seçimlerin topraklarının bütünlüğünü hedef aldığını ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğini beyan etmiştir.
Yeni idari bölünmeler yasasına göre, Suriye’nin kuzeydoğusu artık bir bölge olarak kabul edilerek yedi ana eyalete bölünecektir. Çıkarılan yasalar ve prosedürler, yönetimin bölge üzerindeki otoritesine yasal kılıf kazandırma ve Suriye'deki çatışmanın diğer taraflarıyla gelecekte yapılacak müzakerelerde yeni bir oldubitti dayatma girişimleri olarak ortaya çıkmaktadır. Yönetimin tek taraflı olarak attığı bu adımlar, kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Suriyelilere, genel olarak Suriye'nin geleceği üzerindeki sosyal, siyasî ve hukuki sonuçlarına ilişkin endişelerin arttığı bir dönemde siyaset ve saha kazanımları elde etmek için verdiği bir mesajdır.
Suriye sahası, "İran-İsrail" çatışması için kullanılmaya devam etmektedir. Bu bağlamda İsrail savaş uçakları Şam'ın güneyinde, Dera'da ve Humus kırsalındaki El Kusayr'da İranlı milislere ait mevzileri ve Şam'ın dış mahallelerinde rejime bağlı güvenlik güçleri tarafından yönetilen bir binayı hedef almıştır. Saldırılarda aralarında Suriyeli ve Lübnanlıların da bulunduğu 11 milis öldürülürken İran Devrim Muhafızlarına bağlı “Irak İslami Direnişi” de işgal altındaki Suriye Golan'ında İsrail askerî mevzilerine yedi adet saldırı düzenlenmiştir. Diğer yandan Şam'da Mezze semtinde bir patlayıcının infilak etmesi sonucu bir kişi ölmüş, bir kişi de yaralanmıştır. Patlamanın olduğu yerin yakınındaki araçlar yanmıştır. Bu olay, bölgede iki ay içinde meydana gelen ikinci patlamadır.
Suriye'nin güneyinde ise, suikastlar ve çatışmalar devam etmektedir. Dera'nın kuzeyinde araçlarına patlayıcı yerleştirilen rejim güçlerine mensup iki kişi öldürülmüştür. Diğer yandan rejim güçleri, bölgede hedef alma operasyonları gerçekleştiren ve aranan kişileri takip etme bahanesiyle ilde tekrarlanan güvenlik operasyonları başlatmıştır. Ayrıca rejim güçleri ve subayları ile muhalif grupların eski savaşçılarını hedef alan karşılıklı suikast vakaları devam etmektedir. Son yıllarda rejimin vilayete büyük askerî takviyeler göndererek protestocuları sindirmeye çalışması bir gerçektir. İzlenen bu yanlış güvenlik politikalarının Suriye'nin güneyinde genel olarak istikrarı sağlamada başarısız olduğu gözlenmektedir. Bu durum Süveyda'da haftalık gösterilerin devam ettiği bir döneme rast gelmektedir.
İdlib'te Heyet Tahrir El Şam'a (HTŞ) karşı halk protestoları tırmanışa geçmiştir. HTŞ'nin yapısal, idari, güvenlik ve ekonomik düzeylerde reform tedbirleri vaat ederek aylardır devam eden bu protestoları barışçıl yollarla kontrol altına alma girişimleri başarısız olmuştur. Bu ay içerisinde HTŞ güvenlik unsurları, İdlib'in merkezinde düzenlenen oturma eylemlerini cop kullanarak dağıtmıştır. HTŞ lideri “Ebu Muhammed El Culani” bu davranışına, HTŞ'nin daha önce kamu çıkarlarına ve kurallarına yönelik her türlü ihlalin "kırmızıçizgileri aşmak" olduğu şeklindeki anlayışlarını gerekçe göstermiştir. Culani, protestolara karşı çıkmak için harekete geçeceği uyarısında bulunmuştur ve protestocuların taleplerinin çoğunun "yerine getirildiğini", ancak mevcut taleplerin asıl yolundan saptığını sözlerine eklemiştir. HTŞ, protestoları barışçıl yollarla çözüme kavuşturmakta başarısız olduğu için protestocuları yıldırmak maksadıyla güç kullanma yoluna gitmiştir. Diğer yandan protestoların yayılmasını ve önceki aylarda tarafsız kalmayı tercih eden grupların eylemcilere katılmasını önlemek için çatışmayı orantısız güç kullanarak tırmandırmak istememektedir. HTŞ liderliği, kaosa sürüklenmesi ve krizi yönetme kabiliyetini kaybetmesi bakımından şimdiye kadar uyumlu olan güvenlik teşkilatlarını etkileyebilecek ciddi zorluklarla başa çıkmaya hazır olmadığı görülmektedir.
YPG kontrolündeki bölgelerde ise, Türk ordusuna ait topçu birlikleri Haseke kırsalında Tel Tamer kasabası yakınlarındaki birkaç köyü hedef alırken Menbiç kırsalındaki köyleri de bombalamıştır. Deyrizor'da YPG, farklı bölgelerde güvenlik kontrolleri gerçekleştirmiştir. Fırat Nehri'nin batısında rejim ve İran milislerinin kontrolü altındaki birkaç kasaba ve köyü bombalayarak sivillerin yaralanmasına neden olmuştur. Ayrıca YPG, Deyrizor'un doğusundaki El Buseyra şehrinde bir güvenlik operasyonu başlatarak Iraklı bir DAEŞ komutanını öldürmüştür. Bölgedeki DAEŞ operasyonlarının sayısı, güvenlik operasyonları ve askerî kontrol noktalarının güçlendirilmesiyle eş zamanlı olarak azalmıştır. Diğer yandan "Aşiret savaşçılarının" Deyrizor'daki YPG karargahlarına ve kontrol noktalarına yönelik saldırıları, YPG’nin aşiret savaşçılarının sığınağı ve çıkış noktası olduğu düşünlen El Meyadin şehri çevresindeki köy ve kasabalara şiddetli bombalama operasyonları düzenlemesinin ardından Mayıs ayının ikinci yarısında önemli ölçüde azalmıştır.
YPG’nin aşiret savaşçıları meselesini ele alma politikasının iki yönde ilerlediği görülmektedir. Birincisi, SDG liderleri ile aşiret liderleri arasındaki toplantıların sıklığını artırmak, aşiret liderlerine teşvikler sunarak onları yola getirmek ve bölgedeki hizmet durumunu iyileştirme vaatlerinde bulunarak Arap aşiretlerini yeniden kazanmaya yönelik yerel bir politika; İkincisi ise rejim yanlısı savaşçıların ve aşiret savaşçılarının toplandıkları yerleri ve Fırat'ın güneyine ile batı bölgelerini bombalayarak onların bölgeden çıkışlarını engellemek üzerine kurulu güvenlik politikasıdır. Ancak YPG’nin güvenlik baskısı, şiddet olaylarının tırmanması ve rejim güçleri ile İran yanlısı milislerle doğrudan bir çatışma tehdidi doğurmaktadır. Bu da uluslararası koalisyonu, Rusya'yı ve çeşitli tarafları etkilemeye ve sonunda aşiret savaşçılarına daha fazla baskı getirebilecek bir uzlaşmaya varmaya sevk edebilir.
Suriyeli, Arap ve uluslararası kurum ve kuruluşlar; toplumun ve yerel örgütlerin sürdürülebilirliğini ve güçlendirilmesini teşvik eden bir dizi fikir, proje ve girişim sunarak yeni insani müdahale modellerini, nüfusu sosyal ve ekonomik olarak güçlendirme fırsatlarını ve istikrara doğru geçişi vurgulamak maksadıyla Suriye'nin kuzeyine yatırım yapılmasını öngören bir konferans düzenlemiştir. Konferans, BM ve uluslararası donör kuruluşları ziyaret etmek üzere çalışma grupları oluşturulmasını ve bir ekonomik güçlendirme fonu kurulmasını tavsiye etmiştir.
Suriye'nin Kuzeydoğusunda ise, YPG yönetimi akaryakıt fiyatlarına zam getirmiştir. Tarım işlerinde kullanılan mazotun litre fiyatı 1050 Suriye lirasına, kalorifer yakıtının litre fiyatı 1150 Suriye lirasına ve bir mutfakta kullanılan gaz tüpü fiyatı 153.000 Suriye lirasına yükselmiştir. Aynı bağlamda YPG yönetimi, Suriye'nin kuzey ve doğusundaki tüm bölgelerde değirmenler tarafından fırınlara satılan unun fiyatını artırdıktan sonra bir torba lavaş ekmeğin fiyatını 900 liradan 1400 liraya yükseltmiştir. Bunun yanında Menbiç şehrindeki “Halk Belediyesi” Suriye'nin kuzey ve doğusunda türünün en büyüğü olarak kabul edilen gıda, ahşap ve metal endüstrileri için dükkânlar, fabrikalar ve imalathaneler içermesi beklenen sanayi sitesinin hazırlanmasının ilk aşamasını tamamlamıştır. Ayrıca YPG yönetimi Esad rejimi ile yarım milyon ton buğday ihraç etme anlaşması yapmıştır. Anlaşmaya göre kilogram başına 36 sentten satacağı mallar birkaç parti halinde rejim için tedarik edilecektir. Yönetim, kontrolü altındaki bölgelerde çiftçilerden buğday alımını kilogram başına 31 sent olarak belirlemiştir. Anlaşmanın her iki taraf için de mali kazanç getirmesi bekleniyor. Çünkü rejim, Suriye'nin kuzey doğusundaki bölgelerden buğdayı, ihtiyaçlarına göre tedarik ve depolama maliyetlerine katlanmadan alacaktır. Diğer yandan YPG yönetimi buğdayın kilogramı başına en az 3 sent kar elde ederek sivil ve askerî çalışanlarının maaşlarını ödeme imkânı bulacaktır.
Suriye rejimi hükümeti ise, muhtelif türdeki yakıt fiyatlarını yükselterek bir litre “90 oktan” benzinin fiyatını 12.500 Suriye lirası, “95 oktan” benzinin fiyatını 14.368 Suriye lirası, serbest mazotun fiyatını ise 11.996 Suriye lirası olarak belirlemiştir. Bakanlar Kurulu Başkanlığı Ekonomi Komitesi ithal güneş panelleri için panel başına 25 dolar vergi uygulanmasını talep etmiştir. Ayrıca İç Ticaret Bakanlığı da kendi bölgelerine ithal edilen beyaz şeker ve güneş panelleri gibi ürünlere yeni vergiler getirmiştir. Şam'da emtia, sebze ve meyve fiyatları geçen yılın aynı dönemine göre %70 oranında arttığı gözlenmiştir. Ancak bu durum rejimin Körfez ülkelerine sebze ve meyve ihracatı yapmasına engel teşkil etmemiştir. Rejimin akaryakıt fiyatlarını yükseltme ve vergileri arttırma kararları, halkın düşük alım gücü ve kötüleşen ekonomik durum nedeniyle tüketim mallarının fiyatlarına gölge düşürürken, birçok aile asgari yaşam gereksinimlerini karşılamak için Suriye dışında yaşayan akrabalarından gelen nakit transferlerine bel bağlamaktadır.
Bir başka bağlamda, donör ülkeler "Suriye'nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi" konulu sekizinci Brüksel Konferansı'nda, 3,8 milyar doları 2024 ve 1,3 milyar doları 2025 yılları için tahsis etmek üzere 7,5 milyar avro (8,1 milyar dolar) değerinde bağış, hibe ve kredi sağlama taahhüdünde bulunmuştur. Ancak bu durum, fon kesintileri ve yardımların azaltılması ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla siyasî, insani yardım ve kalkınma aktörlerinin; ekonomik güçlendirme, ortaya çıkan yeni zorluklara orantılı müdahale etme ve toparlanma planlarının geliştirilmesine odaklanan bir dizi politika üretmesi zorunluluğu acilen ele alınması gereken konuların başında gelmektedir.
Tüneller savaşlarda taktik avantajlar sağlayabilen ve birçok amaç için kullanılabilen önemli unsurlardır. Tarih boyunca çeşitli savaş ve çatışmalarda tüneller, taktik hedefler ve motivasyonlar doğrultusunda, çatışmanın koşullarına ve tarafların ihtiyaçlarına bağlı olarak kullanılagelmiştir. Savaş tarihinde tüneller taktik avantaj sağlamak, taşıma ve iletişim hatları oluşturmak, keşif yapmak, savunma ve saldırı taktikleri uygulamak gibi birçok amaç için kullanılmıştır. Savaş tarihinde ve silahlı çatışmalar kapsamında tüneller birkaç temel işlev çerçevesinde kendisini göstermiştir. Söz konusu işlevler; gizli hareket imkânı, lojistik transferi, gizlenme ve üslenme, keşif ve gözetleme, sürpriz saldırılar, sığınak, tahliye ve kaçış başlıkları altında toplanabilmektedir. Buna göre tünel kullanma taktiği, tarafların ve unsurlarının belirli bir konumdan diğerine gizli bir şekilde intikal edebilmesini, lojistik öğeleri daha güvenli bir şekilde taşıyabilmesini, düşman hatlarını keşfedebilmesi ve gözetleyebilmesini, düşmanın hareketlerini takip etmek ve bilgi toplamak için stratejik noktalara yerleşebilmesini, düşmana karşı sürpriz saldırılar düzenleyebilmesini ve bu saldırıların ardından bölgeyi güvenli şekilde tahliye edebilmelerini sağlamaktadır.
Tünel taktiği, çatışma alanlarında ve süreçlerinde devletler tarafından kullanılabildiği gibi devlet dışı silahlı aktörler, özellikle terör örgütleri tarafından da etkin biçimde kullanılabilmektedir. Söz konusu taktiğin doğası itibariyle sahip olduğu işlevler, örgütsel strateji çerçevesinde de önem kazanmaktadır. Bu bağlamda PKK terör örgütü ve onun Suriye kolu olan YPG, tünel taktiğinin kullanımında ön plana çıkan aktörler arasındadır. Bu çalışmada PKK ve onun Suriye kolu YPG’nin kullandığı tünel taktiği; örgütsel doktrin, Irak ve Suriye sahalarındaki pratikler çerçevesinde incelenmiştir.
PKK, kuruluş yıllarından bugüne kadar örgütsel evrenini oluşturan bileşenler arasında yer alan silahlı kanat yapılanmalarına birincil öncelik atfederek, bu yapılanmaların geliştirilmesi adına sürekli biçimde faaliyetlerde bulunmuştur. Maoist “stratejik savunma-stratejik denge-stratejik saldırı” konsepti ile Leninist “öncü örgüt” teoriyi sentezleyen, “parti-ordu-cephe” paradigmasını benimseyen PKK açısından silahlı kanat yapılanmalarının gelişimi, varoluşsal bir önem taşır. Bu bağlamda, silahlı kanat yapılanmalarında; 1) örgütlenme açısından esas alınacak modellerin saptanması 2) strateji ve taktik belirlenimi 3) hareket ve eylem tarzının belirlenimi olmak üzere üç ana gereksinimin karşılanması adına PKK tarafından çeşitli stratejik konseptler geliştirilmiştir. Söz konusu konseptler arasında, PKK’nın silahlı kanat yapılanmalarına yön veren öğeler olarak ön plana çıkan unsurlar; 1) Kurtarılmış bölge 2) Alan savunması 3) Hareketli savaş ve 4) Kıra dayalı şehir gerillası ve devrimci halk savaşı konseptleri olmuştur. Buna göre;
Kurtarılmış Bölge Stratejisi: Fiili olarak tamamen örgütün kontrolü altında bulunan, devlet-güvenlik güçleri ile diğer örgütlerin etkisinden arındırılmış bölgeler yaratmayı hedefleyen strateji,
Alan Savunması Stratejisi: Kurtarılmış bölge, kırsal veya meskûn mahal alanlarında örgütün, fiziki kontrol sağladığı belirli sınırlar dâhilinde devlet güçlerine karşı sergilediği savunma stratejisi,
Hareketli Savaş Stratejisi: Örgütün net bir biçimde fiili ve fiziki kontrol sağlayamadığı veya çok hatlı bir çatışma konsepti benimsediği sahalarda silahlı güçlerin farklı bölgeler arasında geçişlilik gösterdiği strateji,
kıra Dayalı Şehir Gerillası ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisi: Meskûn mahal alanları ve şehirlerde, örgütün kır-dağ kadrosunda yer alan militanların desteği ile şehir yapılanmaları ve milis ağları aracılığıyla yerel halkın ve örgütün toplumsal tabanının mobilize edilmesini hedefleyen, nihai olarak ayaklanma (insurgency) ortamı yaratmayı hedefleyen strateji olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu stratejilerin, örgütün geçmişten bugüne kadar oluşturduğu silahlı kanat yapılanmaları olan HRK-ARGK-HPG/YJA-Star açısından bir örgütsel stratejik kültür niteliğine sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bu öğelerin meydana getirdiği örgütsel stratejik kültür kapsamında bir takım ortak bileşenler de kendisini göstermekte, bu bileşenler söz konusu stratejik konseptlerin kesişim noktalarını teşkil etmektedir. Bu bağlamda, yer altı taktiği olarak da nitelendirilen tünel taktiği bu kesişim noktaları arasında en önemli unsurlardan biri olarak ön plana çıkmaktadır.
Örgütün özellikle üslenme ve savunma pozisyonunda bulunduğu, bununla birlikte saldırıdan lojistiğe kadar geniş bir çerçevede işlevsellik arz eden yer altı yapılarının kullanımını tanımlayan tünel taktiği, silahlı kanat stratejilerinin kesişim noktalarını teşkil etmesi bakımından son derece istisnai bir yere sahiptir. Söz konusu taktik, PKK’nın kurtarılmış bölge, alan savunması, hareketli savaş ve devrimci halk savaşı stratejilerinin tümünde başat bir işlev ve role sahiptir. Bu işlev ve roller, her bir silahlı kanat stratejisi bağlamında ele alındığında tünel taktiğinin niteliğine dair bütünsel bir görünüm elde etmek mümkün hale gelmektedir:
Tünel taktiği; örgütün fiziki ve fiili kontrol sağladığı bölgelerde lojistik ve ikmal alanı yaratma bağlamında kullanılabilmektedir(1).
Tüneller örgütün üslenme ve gizlenme, keşfe ve istihbarata karşı koyma gereksinimlerini karşılayan bir taktik olarak işlev gösterebilmektedir.(2)
Tünel taktiği; özellikle alan savunması stratejisi çerçevesinde, örgüt üyelerinin hava harekâtları başta olmak üzere, terörle mücadele operasyonlarına karşı korunaklı alanlar yaratma ihtiyacına cevap vermektedir(3).Bu bağlamda tüneller, örgütler açısından kritik öneme sahip olan, sığınak ve uzun süreli yaşam alanları olarak tasarlanabilmekte ve inşa edilebilmektedir(4).
Hareketli savaş stratejisi bağlamında tüneller, örgütün “değişken mevzi” taktiğini uygulayabilmesine imkân vermekte, tüneller aracılığıyla militan grupları farklı alanlar arasında kısa sürede geçiş imkânına erişebilmektedirler.(5)
Son olarak tünel taktiği, örgüt tarafından bir savunma taktiği olarak benimsenen “aktif savunma ve üzerine çekme” yaklaşımına elverişli bir zemin oluşturmaktadır(6)Örgütün, terörle mücadele operasyonlarına karşı, güvenlik güçlerini sürekli biçimde yıpratma ve kendi kontrolündeki alanlara çekerek zayiat vermeye yönelik anlayışını yansıtan söz konusu taktikler, tüneller aracılığıyla gerçekleştirilebilmektedir. Güvenlik güçlerine yönelik yıpratma saldırılarında tünelleri üs olarak kullanabilen örgüt, aynı zamanda güvenlik güçlerini tünellere çekerek pusuya düşürme yöntemine benzer bir taktik de uygulayabilmektedir.
Tünel taktiği, söz konusu ana boyutlarının yanı sıra birtakım öznel nitelikleri ile birlikte değerlendirildiğinde daha bütünsel bir görünüme ve tabloya ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Bu bağlamda, ilk olarak PKK açısından tünel taktiğinin ifade ettiği değer ve önem ele alındığında PKK/KCK yöneticisi Murat Karayılan’ın şu açıklamaları bu konuya ilişkin olarak örgütün algısal çerçevesini son derece net bir biçimde ortaya koymaktadır:
“Taktik bir tarz olarak tüneller dönem savaşında çok önemli bir tarzdır. Bundan 200 yıl önce kaleler savaşların en önemli mevziiydi. Kimin sağlam kalesi varsa o direniyor ve başarılı oluyordu. Kalenin tarihte oynadığı rolü bugün tüneller oynuyor. Tünellerimiz bizim kalelerimizdir(7)“
“Biz hem yer üstüne yayılmış hem de yer altında da savaşma kabiliyet ve imkânına sahip timlerle stratejisini eksen alan bir direnişi geliştiriyoruz(8)“
“Nasıl ki bir gerilla için silah temel bir araçsa ve olmazsa olmaz ise kesinlikle portatif kazma ve kürek de olmazsa olmaz bir biçimde temel araçlar olarak ele alınmalıdır. Niye? Çünkü gerilla nereye giderse gitsin orada üzerinde durması gereken ilk iş yeraltı mevziisini yapmaktır(9)“
Bu algı çerçevesi, tünel taktiğinin PKK açısından taşıdığı stratejik önemi sunmakla birlikte bu taktiğin, örgütün mevcut savunma yaklaşımının da ayrılmaz bir parçası haline getirildiğini göstermektedir. Bu durum PKK’nın silahlı kanat stratejileri bağlamında da karşılık bulmakta, bu stratejilerin kesişim noktasını teşkil eden tünel taktiği bu anlamda farklı niteliklere sahip olabilmektedir. Buna göre genel düzlemde, PKK’nın tünel taktiğinin ana nitelikleri değerlendirildiğinde; 1) Stratejik boyut 2) Mevsimsel Boyut ve 3) Topoğrafik boyut olmak üzere 3 farklı başlık kendisini göstermektedir. Söz konusu boyutlar arasında ilk olarak stratejik boyut ekseninde ele alındığında tünellerin, hareketli savaş stratejisinde kısa mesafeli ve kısa süreli kullanıma uygun bir biçimde tasarlanması öngörülürken, kurtarılmış bölge veya devrimci halk savaşı stratejisinde ise uzun mesafeli, kalıcı ve uzun süreli kullanıma uygun bir anlayış benimsenmektedir. İkinci olarak tünel taktiği mevsimsel boyutta değerlendirildiğinde ise tünellerin yaz ve kış mevsimleri olmak üzere iki ayrı biçimde inşa edilmesi öngörülmektedir. Buna göre kış üslenmesine uygun olan bölgelerde lojistik ve korunaklılık açısından daha güçlü bir biçimde donatılmış olan tünel inşası söz konusu olurken, yaz mevsimine uygun üslenme alanı olarak tanımlanan bölgelerde ise geçici ve nispî olarak daha az korunaklılık arz eden yapılar öne çıkarılmaktadır. Son olarak topoğrafik boyutta ise tünel taktiğinin dağlık ve ormanlık alanlar ile ovalık alanlarda kısmî farklılık göstermesi; dağlık ve ormanlık alanlarda nispî olarak serbestiyet öngörülürken ovalarda ise tünel taktiğinin katı gizliliği öne çıkaran bir biçimde uygulanması esas alınmaktadır.
2012 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde faaliyetlerini yoğunlaştıran PKK’nın Suriye kolu YPG, bu dönemden itibaren alan kontrolü sağladığı bölgelere yönelik kapsamlı bir plan geliştirmeye başlamıştır. Söz konusu bölgelerde örgütsel varlığını konsolide etme arayışına yönelen YPG, bu arayışla birlikte alan genişletme ve savunma ağı geliştirme hedefleri doğrultusunda da hamleler gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu durum YPG’yi, PKK’nın silahlı kanat stratejileri arasında yer alan 4 farklı stratejiyi eşgüdümlü bir biçimde benimsemeye ve uygulamaya sevk etmiştir. Kurtarılmış bölge, alan savunması ve devrimci halk savaşı stratejilerinin bileşiminden oluşan bir stratejik perspektif doğrultusunda YPG’nin örgütsel hedeflerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
Kurtarılmış bölge stratejisi bağlamında, alan kontrolü sağlanan bölgelerin devamlı surette genişletilmeye çalışılması ve yeni kurtarılmış bölgelerin yaratılması,
Alan savunması stratejisi bağlamında, alan kontrolü sağlanan bölgelerin dış hatlarında savunma ağlarının yaratılması,
Hareketli savaş stratejisi bağlamında, alan kontrolü sağlanan bölgelerde bu stratejiye uygun üslenme ve mevzi hatlarının yaratılması,
Devrimci halk savaşı stratejisi çerçevesinde özellikle meskûn mahallerde milis ağının oluşturulması, yerel halkın örgütlendirilmesi ve şehir gerillası sisteminin yerleştirilmesi.
YPG’nin söz konusu örgütsel hedefler doğrultusunda gerçekleştirdiği hamlelerin başlangıç noktasını 2012 yılı olarak belirlemek mümkünken, 2014 yılı sonrasını ise bu hamlelerin yoğunlaşmaya başladığı süreç olarak, 2016-2022 yılları arasını ise bu hamlelerin yoğunluk açısından tepe noktasına ulaştığı periyot olarak saptamak yanlış olmayacaktır. YPG, 2014 yılı itibariyle DEAŞ terör örgütü ile yaşadığı çatışma sürecinde 4 farklı silahlı kanat stratejisini uygulama eğilimi göstermiştir. Bununla birlikte 2016 yılı itibariyle Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde konuşlu YPG ve DEAŞ hedeflerine yönelik olarak başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı YPG açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu harekât ile birlikte YPG, kurtarılmış bölgeleri genişletme stratejisinden varlığını konsolide etme, pekiştirme ve alan savunması arayışlarını daha fazla ön plana çıkarmaya başlamıştır. Bu durum, 2018 yılında gerçekleştirilen Zeytin Dalı Harekâtı ve 2019 yılında gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekâtı ile birlikte yoğunlaşma eğilimi gösterirken, YPG’nin savunma konseptini esas alan bir anlayışı benimseme sürecine ivme kazandırmıştır.
YPG açısından, 2012 yılından itibaren esas alınan silahlı kanat stratejilerinin bileşenleri arasında yer alan tünel taktiği, gerek doktrin düzeyinde gerekse PKK’nın tecrübe ihracı bağlamında istisnai bir yere sahiptir. Buna göre tünel taktiği, 2012-2016 arasında daha çok kurtarılmış bölge genişletme ve alan savunmasına hazırlık stratejileri doğrultusunda bir işleve sahipken, 2016 yılı sonrasında alan savunması, hareketli savaş ve devrimci halk savaşı stratejisinin en temel parçası haline getirilmiştir. Böylelikle 2012 yılında uygulanmaya başlanan tünel taktiği, 2016 yılı itibariyle ivme kazanmıştır. Bu süreçte ana hedef, TSK ve SMO’nun birlikte icra ettikleri terörle mücadele harekâtlarına karşı savunma hatları geliştirmek olmuştur.
Diğer yandan YPG tarafından uygulanan tünel taktiği, PKK’nın Irak sahasında elde ettiği örgütsel tecrübelerin aktarım boyutunu da temsil etmiştir. Bu noktada, diğer stratejilere kıyasla ön plana çıkarılan devrimci halk savaşı çerçevesinde, YPG’nin kontrol ettiği alanlarda tünel taktiğinin uygulanmasında PKK militanlarının yönlendirici bir etkisi söz konusu olmuştur. YPG’nin alan kontrolü sağladığı bölgelerin büyük çoğunluğunun meskûn mahal niteliğinde olması, tünel taktiğinin devrimci halk savaşı stratejisi ekseninde uygulanması çabalarını gündeme getirmiştir. PKK’nın örgütsel tecrübe ihracına ilişkin olarak Murat Karayılan’ın şu açıklaması önem taşımaktadır:
“Şimdi eğer Rojava Devrimi, Kuzey ve Doğu Suriye, Medya Savunma Alanlarından çıkan sonuçlardan yararlanırlarsa, Devrimci Halk Savaşı perspektifine göre örgütlenirlerse, mutlaka Türkiye’nin saldırılarını boşa çıkarırlar. Bunun için biz Devrimci Halk Savaşı’nı böyle yeraltı ve uzman tim savaşı yöntemleriyle örgütledik. Halkın bulunduğu bölgelerde Devrimci Halk Savaşı her dört ayak üzerinden örgütlenmelidir. Bunlar halk, gerilla, öz savunma ve yeraltı savaşı-tünel savaşı örgütlenmeleridir(10)
PKK’nın, tünel taktiği bağlamında YPG için öngördüğü örgütsel tecrübe aktarımı, Suriye sahasının Irak sahasından farklılaşması sebebiyle farklı niteliklere bürünen bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu nitelikler YPG’nin örgütsel istisnailiklerinin yanı sıra Suriye sahasındaki çatışma dinamikleri ve bölgesel özelliklerden kaynaklanmıştır(11).Bu bağlamda ilk farklılık ve istisnailik olarak YPG’nin kontrol altında tuttuğu alanların meskûn mahal niteliği başta gelmektedir. Bu durum YPG’nin, tünel taktiğini Irak’tan farklı olarak, meskûn mahal ortamı ile uyumlaştırma gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda YPG, alan kontrolü sağladığı bölgelerde yaşam alanları ve yerleşim yerleri etrafında tünel inşaları gerçekleştirmiş, bu alanları gizlilik unsuru olarak araçsallaştırmış ve özellikle hava harekâtlarına karşı korunaklı ve hedef alınamayacak olan “sivil” alanlar yaratmaya çalışmıştır. Bu çerçevede çocuk parkları, ibadethaneler, mezarlıklar ve altyapı tesisleri gibi farklı alanların etrafında ve yer altlarında tüneller oluşturulmuştur(12).
İkinci olarak YPG açısından tünel taktiğinin Suriye sahasındaki istisnailiği ortaya çıkaran bir diğer faktör, YPG’nin PKK tecrübesinden etkilendiği bir diğer boyut olan öğrenen örgüt niteliğidir. Bu nitelik YPG’nin, Suriye’deki çatışma ortamı içerisinde farklı silahlı grupların yöntem ve taktiklerini gözlemleme imkânı doğrultusunda gelişmiştir. Özellikle DEAŞ ile yaşadığı çatışma süreçlerinde YPG, bu örgütün tünel taktiği kullanımını gözlemleyerek bu durumu bir tecrübeye dönüştürmüş, bununla birlikte DEAŞ kontrolünden ele geçirdiği bölgelerde, DEAŞ tarafından inşa edilmiş olan tünelleri de bu bağlamda kullanmaya başlamıştır. Diğer yandan YPG’nin, Suriye’de konjonktürel olarak işbirliği geliştirdiği İran destekli milis yapılar aracılığıyla da tünel taktiği bağlamında tecrübeler elde ettiği de muhakkaktır.
Üçüncü olarak YPG’ye yönelik dış destek, Suriye sahasında tünel taktiğinin uygulanmasını elverişli hale getiren ve kolaylaştıran en önemli etken olmuştur. Bu noktada ABD ve Rusya’nın YPG’ye yönelik askerî, finansal ve lojistik desteği, örgütün bir savunma kapasitesi inşa etmesine ciddi şekilde katkı sağlamıştır. Bununla birlikte YPG’nin, bazı Batılı şirketlerle ilişki kurabilir hale gelmesi de örgütün tünel taktiği bağlamında ihtiyaç duyduğu araç-gereç gereksiniminin ve inşa yöntemlerinde somut destek arayışının karşılanmasını sağlamıştır. Bu süreçte profesyonel araç-gereç, iş makinalarının kullanımı gibi imkânlara erişen YPG’nin özellikle, Fransız Lafarge şirketinin desteğini elde ettiği ortaya çıkmıştır. Buna göre Lafarge şirketi, YPG’ye malzeme ve ekipman desteği sağlamış, bu durum örgütün daha profesyonel, dayanıklılık açısından daha güçlü ve daha uzun mesafeli tünel hatları inşa etmesine olanak sağlamıştır(13).
Bu bağlamda Tel Abyad ve Resulayn, YPG’nin elde etmiş olduğu ekipman ve lojistik destek ile birlikte geniş tünel ağları inşa ettiği en önemli pilot bölgeler olmuştur. Buna göre söz konusu bölgelerde, YPG tarafından inşa edilen tünellerin giriş alanlarının yerin yaklaşık 5 metre altına uzandığı, ortalama 1.5 metre genişliğe, 2-2.5 metrelik derinliğe ve asgari 150 metre uzunluğa sahip oldukları, birbirlerine eklemlenmek suretiyle ilgili bölgelerdeki küçük yerleşimleri de birbirine bağlayacak şekilde dizayn edildikleri tespit edilmiştir(14).Söz konusu tünel ağları ile “yeraltı sistemi” yaratmayı amaçlayan YPG bu hatları, “yeraltı karargahı”, sığınak, depolama ve lojistik alanları, hızlı intikal veya tahliye alanları olarak kullanmaktadır(15).
Söz konusu bölgelerde yer alan bu tüneller, Türkiye ve SMO’nun 2019 yılında icra ettikleri Barış Pınarı Harekatı sürecinde keşfedilmiş ve ortaya çıkarılmıştır. Bu bağlamda söz konusu tünellerin, Barış Pınarı Harekâtı öncesinde ve süresince gizlenme, üslenme, mevzilenme alanları ve hareketli savaş stratejisinin uygulanmasına elverişli alanlar olarak kullanılmıştır. Resulayn bölgesindeki tünellerin ise Şanlıurfa’nın sınır bölgelerine ve dolayısıyla Türkiye’ye bağlanabilecek ve geçiş yapılabilecek şekilde inşa edildikleri anlaşılmıştır. Fakat Barış Pınarı Harekâtı süresince YPG’nin, TSK ve SMO’ya karşı tüneller aracılığıyla direniş ve savunma hatları yaratma stratejisi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu durumun sebepleri arasında; tüneller aracılığıyla TSK ve SMO’ya karşı planlanan ani baskın eylemlerin gerçekleştirilememesi, devrimci halk savaşı stratejisi doğrultusunda yerel halk desteğinin ve sözde seferberlik durumunun tesis edilememesi, tüneller aracılığıyla üslenme ve gizlenme ile aktif olarak çatışma sahasında yer alma zorunluluğu arasında yaşanan çıkmaz ön plana çıkmıştır. Buna ek olarak, tünellerin giriş ve çıkış noktalarının büyük ölçüde sözde kamu binaları ve kamusal alanlar olması, bu alanların TSK ve SMO tarafından kısa sürede ele geçirilmesi de bu noktada etkili olmuştur.
Söz konusu bu faktörler Barış Pınarı Harekâtı sürecinde YPG’nin uygulamaya çalıştığı savunma stratejisini ve dolayısıyla tünel taktiğini nihai anlamda işlevsiz kılmıştır.
Son olarak YPG’nin uyguladığı tünel taktiğinin, söz konusu sahada istisnai bir nitelik kazanmasını sağlayan bir diğer husus ise Suriye’nin Haseke ve Irak’ın Sincar bölgeleri arasında temas ve geçiş sağlanması arayışıdır. Söz konusu geçiş alanı YPG açısından birkaç farklı boyutta önem taşımaktadır(16). İlk olarak Haseke-Sincar hattı, YPG’nın sınır kaçakçılığı faaliyetleri ve dolayısıyla finansman ve lojistik kaynağı sağlama gereksinimi açısından kritik bir bölgedir. İkinci olarak bu geçiş alanı Irak’ta konuşlu PKK militanlarının; özellikle yönetici kadroda bulunan YPG’li unsurların alanlarına geçişi ve örgütsel yapılar arası temas ve koordinasyonun sağlanması bağlamında işleve sahiptir. Son olarak Haseke-Sincar hattı, PKK’nın Ezidi yapılanması olan YBŞ’nin (Yekîneyên Berxwedana Şingal/ Sincar Direniş Birlikleri) konuşlu olduğu Sincar dağı ve çevresinin özellikle lojistik bakımdan desteklenmesi bu yapının Sincar’daki tahkimatının sürekli kılınması açısından önemli bir yer tutmaktadır. Bu çerçevede YPG söz konusu hatta Suriye’de Hol ve Irak’taki Bare bölgeleri arasında yaklaşık 12 kilometre uzunluğunda bir tünel inşa etmiştir. Bununla birlikte Haseke ve Sincar bölgelerinin farklı noktalarında inşa edilen tünellerin toplam uzunluklarının ise yaklaşık 113 kilometreyi bulduğu da tespit edilmiştir(17).
Yaygın kanaatin aksine tünel taktiği, PKK açısından son yıllarda gündeme gelen bir taktik anlayışı ifade etmemektedir. PKK, 1990’lı yılların ortalarından itibaren tünel taktiğini örgütsel doktrin ekseninde benimsemeye başlamış ve bu taktiği silahlı kanat stratejilerinin ayrılmaz bir bileşeni haline getirmiştir. Buna karşın örgüt, 2000’li yılların ortalarına kadar geçen süre içinde tünel taktiğinin pratikte uygulanmasına elverişli bir duruma erişememiştir.
2000’li yılların ortalarından itibaren ilksel düzeyde uygulanmaya başlanan tünel taktiği, PKK açısından belirli işlev ve hedefleri yansıtmıştır. Bunlar arasında tünel taktiği, örgütün silahlı kanat stratejilerinin kesişim noktası şeklinde konumlanırken aynı zamanda mevsimsel ve topoğrafik koşullara uyum sağlanması hedefleri açısından da etkin bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Örgüt tarafından tünel taktiği için öngörülen söz konusu işlev ve hedefler bu bağlamda bir yol haritası oluşturmuş ve bu referans kaynağı PKK’nın, Irak’ın kuzeyindeki konuşlanma alanlarında uyguladığı alan savunması stratejisinde, hava harekâtlarına karşı korunaklılık, gizlenme ve üslenme fonksiyonları ön plana çıkmıştır.
Bununla birlikte PKK’nın tünel taktiğine ilişkin örgütsel tecrübesi, 2014 yılı itibariyle yoğun bir biçimde YPG aracılığıyla Suriye’nin kuzeyine aktarılmaya başlanmıştır. Bu aktarım sürecinde devrimci halk savaşı stratejisi esas alınmış, Irak sahasına kıyasla daha profesyonel bir yaklaşım benimsenmiştir. Suriye sahasının PKK ve YPG açısından taşıdığı istisnai nitelikler, bu alandaki tünel taktiğinin de daha gelişmiş ve avantajlı bir hale getirilmesini sağlamıştır. YPG’nin öğrenen örgüt niteliği ve Suriye’deki çatışma ortamında elde ettiği deneyimler, örgütün Suriye’de alan kontrolü sağladığı bölgelerin meskûn mahal niteliğine sahip olması ve profesyonel inşa imkânlarına erişilmesi bu noktada gelişim gösteren ve avantajlı durumun temelini oluşturmuştur.
Diğer yandan Suriye sahasında, Haseke bölgesi ve Irak’ın Sincar bölgesi arasındaki temas ve geçiş imkânı da YPG’nin önem atfettiği bir diğer husustur. Söz konusu hattın kaçakçılık ve finansman, lojistik, PKK/YBŞ ile temas ve koordinasyonu gibi farklı boyutlarda sahip olduğu örgütsel önem ve öncelikler, bu alanı YPG açısından kritik bir hale getirmiştir. Bugün itibariyle Suriye’de Tel Abyad, Tel Rıfat, Ayn el-Arab ve Haseke bölgelerini tünel taktiğinin ana alanları haline getiren YPG, 2016 yılı sonrasında bu taktiği büyük ölçüde, Türkiye’nin terörle mücadele harekâtlarına karşı savunma konseptinin öncelikli bileşeni olarak konumlandırmıştır.
([1]) ARGK Yönetmeliği, 1995.
([2]) Savaş ve Ordu Kılavuzu, 1996.
([3]) Kıra Dayalı Şehir Gerillası, 2012.
([4])Mehmet Kurum, Terörist Örgütlerin Güvenli Ortamları ve PKK. Nobel Yayıncılık, 2017.
([5]) HPG 3. Konferans Kararları, 2005.
([6])PKK 5. Kongre Kararları, 1995.
([7]) ANF, “HSM: Zap’ta yenilirlerse Ankara’da da yenilecekler“, 2022. https://bit.ly/4aWn2j6
([8]) ANF, “Karayılan: Ahlarını yerde bırakmayacağız”, 2022. https://bit.ly/441Hmxx
([9]) ANF, “HSM: Artık direnişi sonuca götürmeliyiz”, 2022. https://bit.ly/4aUyVpJ
([10]) ANF, “HSM: Artık direnişi sonuca götürmeliyiz”, 2022.https://bit.ly/4aUyVpJ
([11]) Melahat Tok, Tunnel Warfare Strategy of PKK/PYD, İNSAMER, 2018, https://bit.ly/4aWO6ia
([12])Melahat Tok, a.g.e., 2018, https://bit.ly/4aWO6ia
([13]) TRT Haber, “PKK/YPG'nin Lafarge Yardımıyla İnşa Ettiği Terör Tünellerinde”, 2022, https://bit.ly/3vSymOn
([14]) Anadolu Ajansı, “Terör örgütü YPG/PKK'nın Haseke'de Türkiye Sınırı Hattında 113 Kilometreyi Bulan Tüneller Kazdığı Ortaya Çıktı”, 2021, https://bit.ly/3UhRxdL
([15]) TRT Haber, “Terör örgütü PKK/YPG Kazdığı Tünellerin İçine Hücreler İnşa Ediyor”, 2022, https://bit.ly/4cPPi8S
([16]) Çağatay Balcı, Sincar: Pragmatik İşbirliği Alanı, 2021, İRAM Perspektif.
([17]) Anadolu Ajansı, “Terör örgütü YPG/PKK'nın Haseke'de Türkiye Sınırı Hattında 113 Kilometreyi Bulan Tüneller Kazdığı Ortaya Çıktı”, 2021, https://bit.ly/3UhRxdL
Suriye’nin doğusundaki Arap aşiretleri ülkenin kaderini belirlemede son derece önemli bir sosyolojik grup olarak önümüze çıkmaktadır. Aşiretlerin 2011 yılından günümüze kadar hayatta kalma mücadeleleri ve bu hedef doğrultusunda belirledikleri strateji, Suriye’deki savaşı şekillendiren en önemli faktörlerden biri olmuştur. Suriye’de etkin tüm aktörler için önem arz eden aşiretler, farklı angajmanlara girerek kendilerini ve aşiret mensuplarını korumaya çalışmaktadır.
Bu rapor, Suriye’nin doğusundaki aşiretleri ele alacaktır. Bölgede bulunan büyük aşiretler tanıtılacaktır ve 2011’den günümüze kadar gelen süreçte aşiretlerin oynadığı rol izah edilecektir. Akabinde YPG terör örgütü gölgesindeki hayatta kalma stratejileri ve YPG/SDG ile aşiretler arasındaki sorunlar ve anlaşmazlıklar analiz edilecektir. Raporun sonucunda ise Suriye’nin doğusundaki büyük aşiretler olan Akaydat, Bekkara, Şammar, Cubur ve Tay aşiretlerinin YPG/SDG’ye karşı benimsedikleri farklı stratejiler anlatılacaktır.
Aşiretçilik, modern Suriye'nin kuruluşundan bu yana Suriye'deki ana siyasî ve toplumsal kimlik biçimlerinden birisi olmuştur. Bu, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden, bağımsız Suriye devletinin kurulmasına kadar olan süreçte Suriye devletinin dönüşümünde aktif bir rol oynamıştır(1),Aşiretçilik, Suriye'deki yerel, ulusal ve bölgesel dinamikleri şekillendiren ve yeniden dizayn eden çok boyutlu özelliklere ve farklı dinamiklere sahiptir. Bunlar arasında Soğuk Savaş bağlamında Suriye politikaları etrafında şekillenen jeopolitik dinamikler de bulunmaktadır. Örneğin, Suriye'deki aşiret ağlarının tarihsel dönüşümü açısından Fransızlar, 20. yüzyılın ilk yarısında aşiret dinamiklerini Suriye milliyetçilerine karşı kaldıraç olarak kullanmıştır. Suriye hükümeti ise aşiretleri, Suriye vatandaşlarına dönüştürmeye çalışarak devlet gücünü pekiştirmek için aşiret ayrıcalıklarını ve gücünü zayıflatmak amacıyla Suriye Arap milliyetçiliği kavramı çerçevesinde aşiretleri kullanmayı amaçlamıştır(2),Hafız Esed rejimi döneminde (1970-2002) aşiretler, rejimin gücünü korumasına olanak tanıyan kırsal koalisyonun bir parçası olarak öne çıkmaktaydı. Ancak, Beşar Esed yönetimi altında, 2002'deki ciddi kuraklıkla birlikte, hayvan yemi ve diğer tarım ürünlerindeki sübvansiyonları kaldıran ve neoliberal politikalar gibi reformlar yapılmasıyla birlikte, yerel ve ulusal güç dinamiği ve aşiretler Suriye’deki ayaklanmayı şekillendiren merkezî aktörler haline geldi(3)Bu nedenle, rejimin neoliberal ekonomik ve tarımsal politikalarının 2011'de rejime karşı aşiret isyanını kolaylaştırdığı iddia edilebilir(4)Savaşın yoğunlaşması ve bölgeselleşmesinin ardından aşiretler, özellikle ülkenin doğu kesiminde, dış aktörler için merkezî bir siyasî aktör haline geldi. Bu durum, özellikle Körfez ülkeleri gibi, Esed rejiminin gücünü zayıflatmak amacıyla dış aktörler tarafından kullanıldı(5),Suriye savaşı sırasında, aşiretlerin rolü birçok nedenle önemli ölçüde değişti.
Aşiretlerin davranışlarının değişmesinin belirleyici ana faktörleri; çatışmanın doğasının değişmesi, içinde bulunan aktörlerin sayısı, kalitesi ve sonuçta çatışmanın düzeyini belirleyen etkenlerdir. Eğer aktör sayısı sınırlıysa, aşiretlerin hareket özgürlüğü ve işbirliği seçenekleri de sınırlıdır. Ancak, eğer aktör sayısı oldukça yüksekse, aşiretlerin hareket özgürlüğü, işbirliği için stratejik seçenekler açısından nispeten daha esnektir. Öte yandan, çatışmanın doğası da aşiretlerin davranışını etkiler ve tercihlerini belirler. Bu bağlamda, eğer savaş birçok farklı taraf arasındaki askerî çatışmalarla yoğun bir şekilde ilerlemişse, aşiretlerin temel motivasyonu da kendini savunma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, jeopolitik alanlarını korumak ve güçlü aktörlerle ittifak kurarak ana rakiplerini yenmek amacıyla güçlerini konsolide etmeye çalışırlar.
Akaydat aşireti(6),Doğu Suriye'deki en büyük, en önemli ve en etkili aşiretlerden biri olarak kabul edilir. Bu aşiret özellikle Fırat'ın her iki yakasında Deyrizor’da yaygındır. Akaydat aşireti, El Bucemal, El Busaraya ve El Şeytat gibi ana kollardan oluşmaktadır. El Busaraya kolu Fırat’ın güney batı yakasında, Şamiye bölgesinde bulunmaktadır. Ayrıca El Bekir, El Şuveyt, El Bukhabur, El Karan, El Buhasan, El Burahme, El Damim, El Hassun, El Bumreyh, El Maşahide gibi daha küçük kollar da Akaydat aşiretinin bünyesindedir. Akaydat aşiretinin varlığı, Deyrizor’un doğu kırsalında, Fırat'ın her iki yakasında, Irak sınırındaki Elbu Kemal şehrine kadar ve Deir ez-Zor'un kuzey çeperlerinden El Busayara’dan El Suvar'a kadar uzanmaktadır(7) Akaydat aşiretinin az da olsa varlığının olduğu diğer bölgeler ise Suriye’deki Humus, Halep ve Şam gibi çevredeki kırsal bölgeler, Irak ve diğer Arap ülkeleridir.
Bekkara aşireti(8)Deyrizor’daki ikinci en büyük aşiret olarak kabul edilir ve Suriye'nin en büyük aşiretlerinden birisidir. El Abed, El Ubeyd, Elbu Sultan, El Ubeydat, El Meşur, Elbu Musab, Elbu Mayiş, El Hamad Ubeyd, Elbu Arab, Elbu Burdan gibi birçok kolu bulunmaktadır. Bekkara aşireti, Deyrizor’un batısında, özellikle Kasra bölgesinde ve Deyrizor şehrinde yaygındır. Aşiret, Haseke şehrinde ve Cebel Abdulaziz (Abdulaziz dağı) bölgesinde de varlığını sürdürmektedir. Ayrıca diğer Suriye vilayetlerinde ve Arap ülkelerinde ise Ürdün ve Irak’ta yaygındır(9)
Şammar aşireti(10), özellikle Irak sınırına sıfır noktasında olan Suriye bölgelerinde yaygındır. Yarubiye şehri ve çevresinde, aynı zamanda Cezaa bölgesinde de bulunmaktadır. Aşiret lideri Hamidi Daham El Carba’nın sarayı, kuzeydoğu Suriye'de, Rumeylan petrol şehrine yakın Tel Alou köyünde bulunmaktadır. Şammar aşireti, tarihin farklı dönemlerinde politik roller üstlenen, Suriye ve Irak'taki Kürtlerle güçlü ilişkiler sürdüren ve tarihi ittifaklar kuran önemli ve etkili bir aşirettir. Ayrıca Şammar aşireti, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama ve tarıma geçen son aşiretlerden biridir. Ancak hala bedevi adetlerine bağlıdır ve Arap Körfezi ülkelerinde de kabile kolları bulunmaktadır(11)
Göcebe yaşamdan yerleşik hayata geçmelerinin diğer aşiretlere nazaran daha geç olması ve bedevi adetlere halen bağlı olmalarından ötürü, diğer Arap aşiretlerinden farklıdır. Tarihsel süreçte de Şammar aşireti ile Kürtler arasında güçlü ve derin ilişkiler oluşmuştur.
Cubur aşireti(12) Haseke vilayetinin Tel Barak bölgesinde ve Haseke şehrinin birkaç mahallesinde yaygındır. Cubur aşiretinin etkisi güneye doğru artmaktadır. Şedadi şehri, Cubur aşiretinin en önemli yerleşim alanı ve etkisinin en kuvvetli olduğu bölgedir. Cubur aşireti, El Melhem kolu tarafından yönetilmektedir. Aşiretin liderini belirleyen El Maslet ailesi de El Melhem kolundandır. Cubur aşireti, mensupları bakımından Haseke vilayetinin en büyük aşiretidir. Cubur aşiretinin içerisinde, Elbu Hattab, Elbu Mıhana, El Mahasin, El Subh, El Hazim, El Macadem, El Ali, Al Vavi, El Şuvaih kolları bulunmaktadır. Cubur aşireti Navaf bin Abdulaziz El Meslet tarafından yönetilmektedir.
Tay aşireti(13)Suriye'nin kuzeydoğusunda Kamışlı şehri ve çevresinde yaşayan büyük Arap aşiretlerinden birisidir. Aşiretin merkezi Kamışlı bölgesindeki Carmuz köyünde bulunmaktadır ve lideri Muhammad Abdurrezak El Asaf El Tayyi’dir. Tay aşiretinin El Asaf, El Haris, El Cavvale, El Ganame, El Mamre, El Yaşar, Elbu Assi, El Bani Saba, El Reşid, El Harb gibi kolları bulunmaktadır. Tayyi kabilesi diğer aşiretlere nazaran kollar arasında kurulan bir koalisyon veya ittifak olarak tasarlanmıştır. İttifak üyelerinin anlaşmazlıklarını çözmek için aşiret adetlerine dayalı hukukî bir metne benzer belge olan ‘Tayyi Dakikaları’na dayanmaktadır(14)Tay aşiretinin diğer aşiretlerden ayırılan en büyük özelliği, Baas rejimi tarafından ‘Araplaşma’ politikaları gereğince Türkiye sınırına yakın Suriyeli Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelere bilinçli bir şekilde yerleştirilmiş ve desteklenmiş olmasıdır(15)
Arap aşiretleri perspektifinden bakıldığında 2011’de başlayan Suriye devriminin dört farklı döneme bölünmesi mümkündür. Birinci dönem, halk ayaklanmalarının ve gösterilerinin olduğu dönemdir. İkinci dönem, Özgür Suriye Ordusunun kurulması sonrasında var olan savaş dönemidir. Üçüncü dönem ise, terör örgütleri Nusra Cephesi ve DEAŞ’ın hâkimiyeti altında Arap aşiretlerinin hayatta kalmaya çalıştıkları zaman dilimidir. En son dönem ise günümüze kadar devam eden, Arap aşiretlerinin YPG/SDG kontrolü altında oldukları dönemdir.
Dukhan'ın, "Suriye Ayaklanmasında Kabileler ve Kabilecilik" adlı kitabında belirttiği üzere ilk aşamada aşiretler, güçlü toplumsal ve politik aktörler olarak sivil halkı Esed rejimine karşı harekete geçirmede önemli bir rol oynamıştır(16), Ancak, Suriye genelindeki tüm aşiretlerin rejime karşı aynı tepkiyi gösterdiğini iddia etmek mümkün değildir. Esed rejimi ve çeşitli aşiretler arasındaki çatışma dinamikleri farklıydı. Şehirlerde ve kırsal alanlarda bulunan aşiretler kitle hareketlerine aktif olarak katılırken, görece huzurlu alanlarda bulunan aşiretler rejimle yan yana kalmayı tercih etti. Devrimin başlangıç aşamasında aşiretlerin rejime karşı tepkisinin arkasında iki tür motivasyon bulunmaktaydı.
İlk tepki, bir refleks olarak rejimin göstericilere karşı şiddetli tepkisinin sonucu şekillendi. Nitekim bazı göstericilerin belirgin bir aşiret bağlılığı vardı(17) ,2011'de, Dera'nın güneyinde rejimin devrilmesini talep eden, duvarlara slogan yazan 15 genç çocuğun gözaltına alınması ve işkence görmesiyle Suriye genelinde kitle gösterileri patlak verdi. Gözaltına alınan ve işkence gören bu çocuklar, Dera'nın neredeyse tüm önde gelen aşiretlerinin mensuplarıydı. Rejimin bu aşiretlere yönelik tepkisi, rejim karşıtı kitle hareketinin yayılmasında kritik bir öneme sahipti. Özellikle Dera'daki aşiretler, gösterilerin başlangıç yerlerini aşarak yayılmasında itici güç haline geldi.
İkinci motivasyon türü, rejimin protestoculara karşı gösterdiği şiddet karşısında intikam kültürünün oynadığı önemli bir rolden kaynaklanmıştır(18). Bu intikam kültürü, Suriye toplumunda derin tarihi köklere sahiptir ve genellikle farklı aşiretler arasında rol oynamaktadır(19). Bir aşiretin rejim tarafından şiddete maruz kalmasının ardından, intikam politikası doğrudan rejime karşı döndü. Rejimden, bu olaylarda sorumlu olanların cezalandırılmasını talep eden aşiret üyeleri, rejimin Dera'da gerilimi azaltmak için maaşlarına aylık 1.500 Suriye lirası (32,60 dolar) zam yapma teklifine karşılık, "Ekmeğinizi istemiyoruz! Biz onur istiyoruz!" şeklinde yanıt verdi(20).
2011 baharında Esed rejimine karşı kitlesel protestolar yayıldığında, Deyrizor vilayetinin kasaba ve köyleri ile doğu ve kuzey bölgeleri, devrime katılan ilk alanlar arasında yer aldı. Özellikle Deyrizor, rejime karşı yapılan en büyük barışçıl gösterilerin gerçekleştiği Suriye şehirlerinden biriydi. Ancak, bu protestolara karşı rejim güçlerinin gösterdiği orantısız şiddet, birçok aşiret üyesinin, sivilleri korumak, Suriye köylerini ve kasabalarını rejim kontrolünden kurtarmak için Özgür Suriye Ordusu gruplarına katılmasına neden oldu.
Bu dönem, bölgedeki aşiret yapısının parçalanmasının başlangıcı olarak kabul edilir. Çünkü aşiret liderlerinin ayrıcalıklarından vazgeçip isyana katılmaları kolay olmadı. Bu yüzden tek bir aşiret, bazen birden fazla partiye bölündü. Bu durumu, Şammar aşireti lideri olan Şeyh Hamidi Daham El Carba şöyle tanımlar: "Çatışan güçler, Arapları isteksizce böldü. Her çatışan güç, onları askerî üniformalarıyla donattı ve komutaları altında savaşmaya ve planlarını uygulamaya ikna etmeye çalıştı.(21) Ancak, Deyrizor’daki protestoların genişlemesi ve ülkenin büyük bir bölümünün rejim kontrolünden kurtarılması, bu aşiret liderlerinin birçoğunun Esed rejimi yönetimine karşı isyana katılmasına veya tarafsız kalarak kamudan uzaklaşmasına neden oldu.
Daha sonra aşiretler, silahlı eylemlerde daha fazla yer almaya başladı. Çünkü birçok askerî grup, açıkça aşiretimsi bir karakter kazandı. Ahrar El Bekkara ve Şehitler Tugayı gibi aşiret üyelerinden oluşan silahlı gruplar oluşturuldu. Bu grup üyeleri genellikle Bekkara aşiretine aittir. Bekkara aşiretinin bazı kolları farklı gruplar da kurdu. Şeytat kolu Ümmet Ordusunu, El Bekir kolu El Kadisiye ve El Ahvaz Tugaylarını kurdu. El Karan kolu ise El Kaaka Tugayını oluşturdu(22). Suriye'nin doğu bölgesindeki askerî grupların aşiretimsi bir hüviyete bürünmesinin birkaç nedeni vardır. En önemli nedenler; süregelen savaş ve rejim güçlerinin kontrolündeki büyük alanların kurtarılmasının ardından yayılan kaos ortamı, askerî grupların petrol sahalarını kontrol altına alması ve aşiretlerin petrol satışından elde ettikleri gelirden paylarına düşen kısmı güvence altına almak istemeleridir. Petrol, ilkel bir şekilde çıkarılıp rafine edilerek yerel ve bazen bölgesel pazarlarda satılmaktadır. Aşiretler, petrol kuyularını bağlı oldukları silahlı gruplar aracılığıyla kontrol etmeye başladı ve gelirler, aşiretlerin gücüne ve etkisine bağlı olarak belirli mekanizmalara göre üyelerine dağıtıldı.
Nusra Cephesi'nin Deyrizor’da ortaya çıkışı bir sürpriz olmadı. Zira Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgal etmesinin ardından Selefi Cihatçı unsurlara katılım arttı. Bölgede Selefi Cihatçı unsurların zaten bir temeli vardı. Birçok aşiret üyesi; dini, ulusal veya aşiret bağları gibi nedenlerle Irak direniş gruplarına katılmıştı. Amerika’nın Irak'ı işgal etmesinden sonra Deyrizor, Esed rejiminin desteğiyle Irak'a geçen cihatçı savaşçılar için bir geçiş noktası haline geldi. Bazı köylerde Iraklı aşiret liderleri ve savaşçıları için misafirhaneler kuruldu(23)
Nusra Cephesi, Deyrizor’daki projesinin başlangıç noktası olarak Şuheyl şehrini seçti. Nusra Cephesi'nin Deyrizor’daki kontrolünün yayılması ve genişlemesi birkaç nedenle açıklanabilir. Nusra Cephesi, aşiretlere karşı esnek bir politika izledi. Bu, genellikle ekonomik ayrıcalıkların verilmesine dayanıyordu ve savaşçılarının çoğu bölgedeki aynı aşiretlerin mensuplarıydı. Nusra Cephesi’nin faaliyetleri özellikle Şuheyl şehrinde başladı. Bu şehirde uzun süredir Selefi Cihadi fikirlerin yayıldığı bilinmekteydi. Ancak, Nusra Cephesi ile DAEŞ arasındaki anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya dönüştüğünde, DAEŞ bölgedeki etkisini genişletmek için Nusra Cephesi’nin hatalarından ve bazı aşiretlerin, aşiret içi rekabetleri nedeniyle yaşadıkları hoşnutsuzluklardan yararlandı. Örneğin, Ziban köyünün sakinlerinden birçok kişi, Nusra Cephesi’nin köylülere El Ömer Petrol Tesisindeki üretimlere katılma izni vermemesinden dolayı DAEŞ’e katıldı(24)
Aşiretlerle DAEŞ arasındaki ilişkiyi anlamak için üç ana faktör göz önünde bulundurulmalıdır. İlk olarak, DAEŞ’in büyük bir bölümü Suriye topraklarının kontrolünü ele geçirdikten sonra kendilerine sadık kalmaya karar veren aşiret liderlerinin yüksek pragmatizmi. İkincisi, sadık olan aşiretlere DAEŞ’in sunduğu ekonomik faydalar, etki ve koruma. Üçüncüsü, DAEŞ’in rakiplerine karşı aşırı güç kullanmaktan çekinmeyen intikamcı tavrının korkusu. Bunun bir örneği, DAEŞ’in Ağustos 2014'te Deyrizor’un doğu dış mahallelerindeki Hamam, Gharanic ve Kaşkiye kasabalarında gerçekleşen El Şeytat kıyımıdır. Bin ile bin beş yüz kişi öldürülmüş, binlerce insan yerinden edilmiş ve yüzlerce ev yakılmış veya yıkılmıştır(25)
Kısacası DAEŞ, doğu Suriye'deki aşiretlerle ilişkilerinde havuç ve sopa politikası izledi. Bir yandan DAEŞ, kendisine bağlı olan aşiretlere esneklik gösterdi ve ekonomik ayrıcalıklar verdi. Aşiret Mahkemeleri’ni kurdu. Diğer yandan da El Şeytat gibi isyan eden aşiretleri korkunç bir kıyımdan geçirmekten çekinmedi.
SDG'nin kuruluşundan itibaren 2015'te ABD önderliğindeki bir koalisyonun desteğiyle ilan edilen ve YPG/SDG'nin omurgası olduğu çeşitli etnik ve dini bileşenlerden oluşan silahlı grupların bir ittifakı iddiasında olan SDG, DAEŞ’e karşı savaşta Uluslararası Koalisyonun desteğiyle Arap aşiret liderlerinin desteğini kazanmayı amaçlamıştır(26).
Bunu yapmasındaki temel amaçlar üç ana hedef olarak belirlenebilir:
Bu hedefleri gerçekleştirmek için SDG, ilk önce tarihsel olarak Irak ve Suriye'deki Kürtlerle müttefik olan Şammar aşiretini ikna etmekle başlamıştır. Aşiretin askerî gruplarını Suriye Demokratik Güçlerine dâhil etmiş ve aşiret lideri Şeyh Hamidi Daham el Carba’yı Cezire vilayetinin ortak valisi olarak atamıştır. Tarihsel süreçteki Şammar aşireti ile Kürtler arasındaki olumlu ilişki, aşiretin YPG ile olan ilişkisine yansımıştır.
Deyrizor’daki DAEŞ hâkimiyetinin ortadan kaldırılmasının öncesinde ve sonrasında, YPG/SDG bölgede aynı politikayı sürdürmüş ve diğer Arap aşiret liderlerini de kendi saflarına katmaya çalışmıştır. Onlarla düzenli toplantılar yapmış ve bölgedeki idari pozisyonlara onlara yakın kişileri atayarak onların desteğini kazanmıştır. Ayrıca, YPG/SDG bölgedeki halka hizmet ve iş imkânı sağlayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını da genişletmiştir.
Her ne kadar YPG/SDG görünürde Arap aşiretlerini kazanmaya ve bünyesine katmaya çalışmış olsa da sahadaki gerçek durum daha farklıdır. Örgütün göstermelik olarak vitrine eklemlediği aşiret temsilcilerinin etki alanı son derece sınırlı kalmış ve bölgedeki tüm idari, askerî ve siyasî kararları gölge Kandil kadroları almıştır. Bu ve aşağıda daha detaylı olarak ele alınacak sebeplerden ötürü Arap aşiretleri, Ağustos – Eylül 2023’te YPG/SDG’ye karşı ayaklanmış, başarısız olmalarına rağmen direnişlerini sürdürmeye devam etmiştir.
28 Ağustos 2023'te, Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil (Ebu Havle) YPG tarafından gözaltına alınmıştır. Bu olay, YPG ve Deyrizor Askerî Meclis arasındaki gerilimin doruğa çıkmasıyla başlamıştır. Toplantı adı altında Ahmed Hbeyil'in kolayca yakalandığı anlaşılmış, bu da bölge halkı tarafından YPG/SDG'nin daha önce DEAŞ'in de kullandığı bir yöntemi uyguladığı şeklinde yorumlanmıştır(27).
Ahmed Hbeyil'in hapsedilmesi, YPG/SDG ile Deyrizor Askerî Meclisinin arasındaki gerilimi arttırmıştır. YPG/SDG ilk başta Ahmed Hbeyil'in yolsuzluk yapması sebebiyle gözaltına alındığını iddia etmiş fakat daha sonra sebep olarak onun, İran ve Esed rejimi ile işbirliği yaptığı açıklanmıştır. YPG/SDG ve Deyrizor Askerî Meclisi arasındaki çatışmada YPG/SDG; İran, Türkiye ve DEAŞ'ı suçlamış ve aynı zamanda Arap aşiretlerinin işbirlikçi olduğunu iddia etmiştir(28).
Hbeyil'in gözaltına alınması bölgedeki tansiyonun artmasına neden olmuştur. Hbeyil’e yakın unsurlarla YPG/SDG arasında yaşanan gerilimden sonra, Deyrizor'daki iki büyük aşiret olan Akaydat ve Bekkara, YPG/SDG'ye karşı ayaklanmıştır. Her ne kadar bu iki aşiretle Hbeyil’in ilişkileri olumsuz olsa da YPG/SDG’nin sürece yaklaşımı, Arap aşiret güçlerini hareketlendirmiştir. Bu ayaklanma sonucunda, 3 Eylül'e kadar Deyrizor'un güney kısımları aşiretlerin kontrolüne geçmiş ve 100'den fazla YPG/SDG militanı gözaltına alınmıştır. Aşiretlerin talepleri arasında, YPG’nin bölgeden çıkması ve ABD'nin doğrudan aşiretlerle çalışması yer almaktaydı. Ayrıca, 1 Eylül'de Türkiye'nin koruduğu bölgelerdeki (İdlib, Afrin, Azez vb.) Arap aşiretleri de YPG/SDG'ye karşı harekete geçmiş ve savaş çadırları kurarak saldırılar düzenlemiştir. Ancak, YPG/SDG'nin üstün gece görüş ekipmanları ve ABD desteği nedeniyle aşiretlerin bu kazanımları kısa süreli olmuştur.
2 Eylül'de, YPG/SDG'nin kapsamlı bir karşı saldırı düzenlemiş ve 5 Eylül'e kadar bölgedeki kontrolünü yeniden tesis ettiği görülmüştür. ABD bu süreçte; YPG/SDG, Suriye Demokratik Konseyi ve Arap aşiret temsilcileriyle bir toplantı düzenlemiştir. Ancak toplantıda YPG/SDG'nin işbirlikçi aşiret üyeleriyle görüşülmüştür. Görüşmenin ardından ABD, DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğramaması gerektiğini ve tarafların itidale davet edildiğini belirtmiştir(29).
YPG/SDG'nin karşı saldırıları ve Deyrizor’un aksine Menbiç bölgesinde onlara hava desteği veren Rusya ve Esed rejimi unsurlarının müdahalesiyle Arap aşiretlerinin kazanımları kısa süreli olmuştur. Deyrizor bölgesinde ise YPG/SDG, gece görüş ekipmanları ve Amerikan’ın lojistik destekleri nedeniyle üstünlük kurmuş, böylelikle Arap aşiretlerinin kazanımları geçici ve sınırlı kalmıştır.
5 Eylül'de YPG/SDG karşı saldırılarının başarılı olmasının ardından, Amerikan askerlerinin arabuluculuğunda YPG/SDG ve Arap aşiretleri arasında El Ömer Petrol Tesisinde görüşmeler yapılmış, neticesinde ayaklanma sona ermiştir. SDG genel komutanı Mazlum Abdi, bölgede yaşanan olaylara dair bir dizi taahhütte bulunmuştur(30)
Türkiye ise bölgede yaşanan olaylara dair üç ayrı açıklama yaparak Arap aşiretlerinin bölgenin kadim halkı olduğunu ve onlara karşı yapılan baskı ve saldırıların yakından takip edildiğini vurgulamıştır(31)
Arap aşiretleri ayaklanmasının YPG/SDG tarafından bastırılmasının ardından Arap aşiret güçleri, Deyrizor bölgesinde yeni bir direniş stratejisi benimsedi. Bu bağlamda aşiret güçleri Fırat’ın batısında yeniden organize olup, düzenli olarak Fırat nehrini geçip YPG/SDG’ye karşı saldırılar düzenlemektedir. Arap aşiret güçlerinin farklı aşimetrik yöntemlerle YPG/SDG’ye karşı düzenlediği saldırılarda, bölgede konuşlu birçok unsur etkisiz hale getirilmektedir. YPG/SDG ise bölgedeki otoritesini sağlamlaştırmakta başarısız olmuştur. Bölgede düzenlediği onlarca güvenlik operasyonuna rağmen, Arap aşiret güçlerinin saldırıları dinmemiş ve halen devam etmektedir. Bu bağlamda Ümran tarafından 22 Eylül 2023 tarihinde yayımlanan raporda belirtilen ‘istikrarsızlığın artması’ senaryosunun vuku bulduğu artık söylenebilir(32)
Ancak tüm bu süreç içerisinde Arap aşiret güçlerinin stratejik anlamda bir değişikliğe gittiği görülmektedir. ABD’den umduğunu alamayan aşiret güçlerinin, Fırat’ın batısında Esed rejimi ve İran ile işbirliği yaptıkları ve rejime yanaştıkları görülmektedir. Bu bağlamda Arap aşiret güçlerinin lideri İbrahim El Hafel’in Şam’da düzenlenen Arap aşiretler toplantısına katılması öne çıkmaktadır.
Aşiretler ile YPG/SDG arasında çıkan olayların sebepleri farklı olgulara dayanmaktadır. Bunların en önemlileri, YPG/SDG unsurlarının bölgeyi kontrol altına aldıktan sonraki yaşanan dönemde birçok ihlalin meydana gelmesi, keyfi gözaltıların yapılması, yolsuzluğun yaygınlaşması, nepotizmin artması ve yönetimde şeffaflığın olmamasıdır. Ayrıca bölgedeki kabile liderleri de dâhil olmak üzere birçok etkili ve önemli kişilerin de öldürülmesi bölgedeki sorunları daha da derinleştirmiştir. Bunlara ilaveten diğer bazı farklı olgular da aşiretlerle YPG/SDG arasında sorunlara yol açmaktadır. Bunlar:
Mevcut statükoda Arap aşiretlerinin tamamı ya YPG/SDG’nin hâkimiyeti altında yaşamaktadır ya da YPG/SDG’nin varlığı tarafından kuşatılmıştır. Bölgede bulunan Akaydat, Bekkara, Şammar, Cubur ve Tay aşiretlerinin hayatta kalma stratejileri birbirlerinden farklıdır. Her ne kadar aşağıda her aşiret için yazılanlar tüm aşiret üyelerini ve liderlerini temsil etmese de her aşiret için önde gelen siyasî ve askerî tavrı ifade etmektedir.
Akaydat aşireti Deyrizor bölgesinde YPG/SDG’ye karşı ayaklanmayı başlatmış ve yönetmiştir. ABD’nin, YPG/SDG’nin aleyhinde aşiretlerin yanında pozisyon almasını uman aşiret, başarısız olmuş ve daha sonra ayaklanmadan direnişe dönmüştür. Bu amaçları doğrultusunda Esed rejimi ve İran ile pragmatik bir işbirliği geliştirmiştir. Fırat’ın batısındaki İran ve rejimden aldığı destekle YPG/SDG’ye karşı silahlı direnişi vur-kaç saldırıları ve suikastlarla sürdüren aşiret, Fırat’ın iki yakasındaki varlığından da istifade ederek YPG/SDG’ye karşı gelmeye devam etmektedir.
Bekkara aşireti, Arap aşiret ayaklanmasında Akaydat aşiretine görece daha az yer almıştır ve askerî olarak daha az başarı elde etmiştir. YPG/SDG’nin Arap aşiret ayaklanmasını bastırmasından sonra, Akaydat aşiretinin aksine direnişe geçmemiş ve YPG/SDG ile uzlaşı yolunu seçmiştir. Hatta YPG/SDG ile sorun yaşayan Akaydat aşireti arasında arabuluculuk yapmıştır. An itibariyle Bekkara aşiretinin liderleri YPG/SDG tarafından kurulan organlarda eski düzende görev almaktadır.
Şammar aşireti diğer Arap aşiretlerinden farklıdır. Bedevi aşiret olarak görülen Şammar aşireti, YPG/SDG ile ilişkilerinde YPG’ye en yakın olan aşirettir. Arap aşiret ayaklanmaları esnasında tarafsız kalan Şammar aşireti, YPG ile bağlarını sürdürmektedir. Şammar aşireti, YPG ile olan ilişkisini tarihsel olarak Kürtlerle kurduğu birlikteliğin bir gereği olarak görmektedir.
Cubur aşireti YPG/SDG’ye karşı ayaklanmamış ve YPG/SDG ile sahada işbirliği yapmaya devam etmiştir. Cubur aşiretinin lider ailesi olan Maslet ailesi ise ikiye bölünmüştür. Bir kısım Suriye muhalefetiyle beraberdir. Örneğin geçtiğimiz dönem SMDK Başkanı Salim El Maslet, Cubur aşiretinin eski liderinin oğludur. Ancak YPG/SDG’nin ilan ettiği yeni toplumsal sözleşme bağlamında da ABD’de yaşayan Mahmud El Maslet, YPG/SDG’nin kurduğu sözde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi eş başkanı olarak seçilmiştir.
Kamışlı bölgesinde, demografik yapının karmaşık bir yapıya sahip olduğu ve siyasî dinamiklerin aktif olarak işlediği görülmektedir. Bu bölgede Araplar ve Kürtler bir arada yaşamaktadır. Bölgede bulunan Tay aşireti varlığı Baas Partisi'nin Araplaştırma politikalarıyla bilinçli olarak arttırılmıştır. Günümüzde Esed rejiminin varlığı, Tay aşireti ile sınırlı kalmıştır. YPG/SDG ve Tay aşiretinin oluşturduğu Ulusal Savunma Güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. Rusya bu çatışmalarda genellikle YPG/SDG'yi desteklemiştir. Tay aşireti ise doğrudan İran’la çalışmaktadır. Tay aşireti, İran’dan finansal ve askerî destek almaktadır.
([1]) Khoury, Philip Shukry 1982. “The Tribal Shaykh, French Tribal Policy, and the Nationalist Movement in Syria between Two World Wars.” Middle Eastern Studies 18(2): 180–193.
([2]) Chatty, Dawn. 2010. "The Bedouin in Contemporary Syria: The Persistence of Tribal Authority and Control." The Middle East Journal 64 (1): 29–49.
([3]) Lund, Around. 2015. “Syria's Bedouin Tribes: An Interview With Dawn Chatty.” Diwan, Middle East Insight From Carnegie. https://bit.ly/3PMe4N8 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([4])Ahearn, Ariell, and Troy Sternberg, with Allison Hahn. 2017. Pastoralist Livelihoods in Asian Drylands: Environment, Governance and Risk. Cambridgeshire. The White Horse Press.
([5]) Dukhan, Haian. 2019. “Syria: Attempts by Saudi Arabia, Iran and Turkey to Co-opt Arab Tribes Will Deepen the Country’s Divisions.” The Conversation. https://bit.ly/3PH18bG (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([6])Osama Şeyhali, “العشائر العربية في شرق سوريا ديناميات النفوذ والسيطرة”, مجلة رؤية العدد, Güz / Yıl 12 Sayı 4, https://bit.ly/3PHGgB1 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([7]) The tribal situation in Deir Ezzor, its reality and future, Deir Ezzor 24, 2020, p 10
([8])Osama Şeyhali, “العشائر العربية في شرق سوريا ديناميات النفوذ والسيطرة”, مجلة رؤية العدد, Güz / Yıl 12 Sayı 4, https://bit.ly/3PHGgB1 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([9]) The tribal situation in Deir Ezzor, its reality and future, Deir Ezzor 24, 2020, p 10
([10])Osama Şeyhali, “العشائر العربية في شرق سوريا ديناميات النفوذ والسيطرة”, مجلة رؤية العدد, Güz / Yıl 12 Sayı 4, https://bit.ly/3PHGgB1 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([11]) Suriyeli gazeteci ve araştırmacı Samir El Ahmed ile mülakat, 13.09.2023
([12]) Osama Şeyhali, “العشائر العربية في شرق سوريا ديناميات النفوذ والسيطرة”, مجلة رؤية العدد, Güz / Yıl 12 Sayı 4, https://bit.ly/3PHGgB1 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([13]) Osama Şeyhali, “العشائر العربية في شرق سوريا ديناميات النفوذ والسيطرة”, مجلة رؤية العدد, Güz / Yıl 12 Sayı 4, https://bit.ly/3PHGgB1 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([14]) Suriyeli gazeteci ve araştırmacı Samir El Ahmed ile mülakat, 13.09.2023
([15]) Syria In Transition, “Rise and decline of Tayy – One tribe’s fortunes reveals much about northeast Syria”, 10 Mart 2023, https://bit.ly/3Q8WLq7 (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([16]) Dukhan, Haian. 2014: “Tribes and Tribalism in the Syrian Uprising.” Syria Studies 6 (2): 1-28.
([17]) Forestier, Marie. 2017. “‘You Want Freedom? This Is Your Freedom’: Rape as a Tactic of the Assad Regime.” LSE Women, Peace and Security blog. https://bit.ly/3J3Dpyq (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([18]) Schoel, Thorsten. 2011. “The Hsana's Revenge: Syrian Tribes and Politics in their Shaykh's Story.” Nomadic Peoples 15 (1): 96-113.
([19]) Dukhan, Haian. 2014: “Tribes and Tribalism in the Syrian Uprising.” Syria Studies 6 (2): 1-28.
([20]) Macleod, Hugh, and a reporter in Syria. 2011. “Inside Deraa. The Story of This Ancient Town Is the Story of the Syrian Uprising: State Brutality, Funerals and Growing Fury.” Al Jazeera. https://bit.ly/3J3Dn9M (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([21]) Kamal Sheikho, “The Arabs of Al-Hasakah...the war separated them and divided their regions”, Al Jazeera, 27 Mayıs 2015, https://2u.pw/M6Le2Jo (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([22]) Manaf Al-Hamad, “The Tribe and Politics in Syria: Structural Transformations and Role Diversity - The Tribes of Deir Ezzor after the Syrian Revolution,” Harmon Center for Contemporary Studies, 2021, pp 27-28.
([23])Mahmoud Al-Hussein, The Jazeera and Euphrates Tribes in Syria: Fragile Alliances from the Baath to the Revolution, Arab Center for Research and Policy Studies, 2022, p. 4
([24]) Manaf Al-Hamad, “The Tribe and Politics in Syria: Structural Transformations and Role Diversity - The Tribes of Deir Ezzor after the Syrian Revolution,” Harmon Center for Contemporary Studies, 2021, p.32
([25]) Omar Abu Layla, "Daesh’s Forgotten Massacre in Deir al-Zour", Washington Institute, 24 Kasım 2022, https://2u.pw/5oqnoGR (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([26])"Syrian Democratic Forces and Asayish", European Union Agency For Asylum, September 2020, https://2u.pw/gypLV2B (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024).
([27])Karwan Faidhi Dri, “SDF arrests top commander, causing unrest in eastern Syria”, Rudaw, 28 Ağustos 2023, https://bit.ly/3rm0gQv (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024)
([28]) Ömer Özkızılcık, “YPG’ye Karşı Arap Aşiret Ayaklanması: Sebepler ve Gelecek Senaryoları”, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, 22 Eylül 2023, https://bit.ly/3xh0oDM (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024)
([29]) Ömer Özkızılcık, “YPG’ye Karşı Arap Aşiret Ayaklanması: Sebepler ve Gelecek Senaryoları”, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, 22 Eylül 2023, https://bit.ly/3xh0oDM (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024)
([30]) Ömer Özkizilcik, “The #YPG arrested Rida Al-Awwad Abu Hassan, one of the notables of the Bakir clan due to his role in the Arab uprising against the YPG. Abu Hassan is from the same tribe of Abu Khawla. Abu Khawla was the head of the Deir Ezzour Military Council and was arrested by the YPG”, Twitter, 10 Eylül 2023, https://bit.ly/46iACv3 (Erişim tarihi: 16 Eylül 2023)
([31]) “No: 212, 1 Eylül 2023, Deyr-Ez Zor Kırsalındaki Gelişmeler Hk.”, Dışişleri Bakanlığı, 1 Eylül 2023, https://bit.ly/3PJAlvO (Erişim tarihi: 16 Eylül 2023)
([32])Ömer Özkızılcık, “YPG’ye Karşı Arap Aşiret Ayaklanması: Sebepler ve Gelecek Senaryoları”, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, 22 Eylül 2023, https://bit.ly/3xh0oDM (Erişim tarihi: 2 Nisan 2024)
Suriye’nin doğusundaki Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretleri terör örgütü YPG’ye karşı ayaklandı. Yaşanan çatışmalar sonucu bölgenin çoğunluğunda geçici olarak Arap aşiretleri kontrol sağlarken bölgeden YPG unsurlarını çıkarmayı başardılar.(1)Akaydat aşiretinin öncülük ettiği ve Bekkara aşiretinin de desteklediği ayaklanma, Suriye’nin kuzeybatısında bulunan veya orada yaşayan aşiret yapıları tarafından desteklendi. Suriye’nin kuzeybatısındaki Arap aşiretlerinin ilerlemesi; Rus hava saldırılarından(2)Esed rejiminin topçu ve zırhlı birliklerinden ve YPG’nin ABD’den aldığı destek ile ekipman üstünlüğü gibi sebeplerden dolayı kalıcı olamadı. Deyrizor bölgesindeyse YPG, karşı saldırı ile kaybettiği tüm bölgelerdeki kontrolü tekrar sağlamayı başardı.(3)
Bu rapor, Arap aşiretlerinin ayaklanma serüvenini ve bir haftalık süre içerisinde yaşanan önemli gelişmeleri kronolojik sırayla ele alacaktır. Akabinde Arap aşiret ayaklanmasına yol açan bölgedeki dinamikleri ortaya koyacaktır. Dinamiklerin ve serüvenin ortaya konulmasının ardından, Arap aşiret ayaklanmasının nereye varacağı ve Deyrizor bölgesi için farklı gelecek senaryoları ele alınacaktır. Toplamında dört farklı gelecek senaryosu ele alınacaktır: (1) Güçlenen YPG otoritesi, (2) istikrarsızlığın artması, (3) DEAŞ’ın güçlenmesi ve (4) yeni ABD politikası.
Raporun sonuç kısmında Deyrizor bölgesi için söz konusu dört gelecek senaryosu olasılık sıralamasına göre sunulacaktır.
YPG’ye karşı Deyrizor bölgesi merkezli Arap aşiret ayaklanması, 28 Ağustos 2023 tarihinde gerçekleşen Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil’in (Ebu Havle) YPG tarafından gözaltına alınıp hapsedilmesi ile başlamıştır. YPG’nin, Haseke’nin güneyinde düzenlediği ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanlarının katıldığı bir toplantı esnasında SDG’nin önemli bileşenlerinden Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil, YPG tarafından hapsedilmiştir(4) Daha sonra toplantının gerçek olmadığı ve Ahmed Hbeyil’i kolayca yakalamak için tertip edildiği anlaşılmıştır. YPG’nin Ahmed Hbeyil’i hapsetmek için kullandığı bu yöntem bölge halkı tarafından bilinen ve daha önce çok kez tecrübe edilmiş bir yöntemdir. YPG’nin Deyrizor’u kontrol altına almasından önce DEAŞ, Arap aşiret liderlerini toplantıya davet eder ve toplantı esnasında hapsederdi. YPG’nin, DEAŞ’ın yöntemini kullanmış olması bölge halkı tarafından ayrıca tepkiye yol açmıştır.
YPG’nin Ahmed Hbeyil’i hapsetmesi aslında son dönemde YPG yönetimi ile Deyrizor Askerî Meclis’i arasında yaşanan gerilimin üstüne gelmiştir. YPG’nin daha önce Ahmed Hbeyil’i görevden alma girişimleri olmuştu. Buna karşın Ahmed Hbeyil’in üyesi olduğu El Bekir aşireti YPG’ye karşı bazı adımlar atmıştı(5)YPG, ilk başlarda bu kararını Ahmed Hbeyil’in yolsuzluk yapmasına ve rüşvet almasına bağlasa da Arap aşiretlerinin ayaklanmasından sonra sebebin Ahmed Hbeyil’in İran ve Esed rejimi ile olan irtibatı ve işbirliği sebebiyle olduğunu açıklanmıştır(6)YPG’nin kurduğu Suriye Demokratik Konseyi eş başkanı Elham Ahmed’in İran’ı suçlamasına karşın(7)YPG’nin siyasî kanadı olan PYD’nin eş başkanı Salih Müslim ise Türkiye’yi suçlamış ve ayaklanmanın Türkiye tarafından organize edildiğini ifade etmiştir(8) İşin daha da ilginci, ayaklanmanın başladığı ilk iki günde YPG’ye bağlı medya organları ayaklanmayı DEAŞ saldırıları olarak lanse etmiş olmasıdır. Kısaca YPG, Arap aşireti ayaklanması için sırasıyla DEAŞ, İran ve Türkiye’yi suçlamıştır ve Arap aşiretlerinin işbirlikçiler olduğunu savunmuştur.
Ayaklanma sürecine geri dönecek olursak Ahmed Hbeyil’in hapsedilmesine müteakip Deyrizor’daki iki büyük aşiret olan Akaydat ve Bekkara aşiretleri, YPG’ye karşı ayaklanma çağrısında bulunmuştur. 29 Ağustos tarihinde başlayan Arap aşiretleri ayaklanması sonucunda, 3 Eylül’e kadar Deyrizor bölgesinin güney kısımları tamamen aşiretlerin kontrolüne geçmiştir ve 100’ün üzerinde YPG militanı gözaltına alınmıştır. YPG karşısında ilerleyen Arap aşiretleri bu dönemde ayaklanmalarının iki temel amacı olduğunu açıklamışlardır. Birinci talepleri, YPG’nin kendi bölgelerinden çıkıp ABD’nin, YPG yerine doğrudan Arap aşiretleri ile çalışmaya başlamasıdır. İkinci talepleriyse Fırat’ın batısında kalan Arap aşiret bölgelerini İran ve Esed rejimi işgalinden kurtarılması ve bunun için ABD desteğiyle Arap aşiret ordusunun operasyon başlatmasıdır(9).
Deyrizor’daki çatışmalara ilaveten 1 Eylül tarihinde Türkiye’nin koruduğu bölgelerden – İdlib, Afrin, Azez, Çobanbey, El-Bab, Cerablus, Tel Abyad ve Rasulayn – YPG’ye karşı Arap aşiretleri hareketlenmiş ve savaş çadırı kurmuşlardır. Cephe hatları üzerinden YPG’ye karşı saldırılar düzenlemişlerdir. Suriye Millî Ordusu (SMO) ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) destek vermediği operasyonlarda Arap aşiretleri, 5 Eylül tarihine kadar dört ayrı cephede ilerleme sağlamış ve YPG’ye ait bazı köy ve tepeleri ele geçirmişlerdir.(10)Ancak daha sonra Rus hava saldırıları(11)Esed rejim unsurların topçu atışları veya YPG’nin karşı saldırıları sonucunda elde ettikleri tüm kazanımları yine aynı gün kaybetmişlerdir. Çatışmalarda YPG’nin gece görüş ekipmanlarına sahip olması ve Arap aşiretlerinde böyle bir donanımın olmaması özellikle gece vakti düzenlenen YPG karşı saldırılarını daha etkin kılmıştır. Kısaca Arap aşiretleri tek başlarına Rus hava saldırıları, rejim topçu desteği ve Amerikan ekipmanları ile desteklenen YPG’ye karşı sadece geçici ve kısa süreli kazanımlar elde edebilmişlerdir.
Kuzey bölgelerinde çatışmalar yaşanırken Deyrizor bölgesinde, 2 Eylül tarihinde YPG’nin kapsamlı karşı saldırısı gerçekleşmiştir(12)Gece vakti – yine gece görüş ekipmanlarıyla – gerçekleşen saldırıda YPG ilerleme kat etmiştir. 5 Eylül tarihine kadar YPG, Arap aşiretleri tarafından kontrol edilen tüm kasabaları geri almış ve bazı köyler hariç bölgedeki kontrolünü yeniden tesis etmiştir.(13)
YPG’nin karşı saldırısının başladığı 2 Eylül’ü 3 Eylül’e bağlayan gece, ABD Ortadoğu Müsteşar Yardımcısı Goldrich ve Uluslararası Koalisyon ‘Operation Inherent Resolve’ komutanı General Vowell Suriye’de YPG/SDG, SDK ve Arap aşiret temsilcileri ile toplantı düzenlemiştir(14)Düzenlenen toplantıya Arap aşiretleri adına YPG’nin belirlediği ve YPG ile çalışan işbirlikçi Arap aşiret üyeleri götürülmüştür. YPG’ye karşı ayaklanan aşiretler üzerinde herhangi bir etki ve yetkisi olmayan aşiret üyeleri ile görüşme gerçekleşmiştir(15) Görüşmenin ardından ABD Suriye Büyükelçiliği hesabından yapılan açıklamada, DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğramaması gerektiği vurgulanıp taraflar itidale davet edilmiştir.
5 Eylül tarihinde YPG’nin karşı saldırısının başarılı olması ve Arap aşireti ayaklanmasının lideri olan Akaydat aşireti lideri İbrahim El Hafel’in evi, YPG’li unsurlar tarafından çevrilmesinin ardından Deyrizor’daki El Ömer Petrol Tesisinde Amerikan askerleri arabuluculuğunda YPG ile aşiret güçleri arasında görüşmeler gerçekleşmiştir(16) Görüşmeler sonucunda Arap aşireti ayaklanması son bulmuştur.
Arap aşiretlerinin ayaklanmasını başarılı bir şekilde bastırmasının ardından SDG/YPG’nin sözde genel komutanı Mazlum Abdi, yaptığı açıklamada “Suriye’nin doğusundaki Arap aşiretlerinin taleplerini karşılama sözü veriyoruz. […] Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı isyan eden onlarca yerel savaşçının serbest bırakılması yönündeki taleplere saygı duyacağım. […] Deyrizor olaylarına karışanlar için genel af çıkarma kararımız var. […] Arap aşiretleri ileri gelenleri ve Deyrizor’dan temsilcilerle geniş çaplı bir toplantıya ev sahipliği yapma sözü verdik.” demiştir(17)Ancak bu açıklamanın ardından bölgede YPG’ye karşı ayaklanmaya öncülük eden Rida El Avvad Ebu Hasan’ı hapsetmiştir(18)
Yaşanan bu süreç esnasında Türkiye’den üç ayrı açıklama yapılmıştır. Birinci açıklama Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılmıştır(19)İkinci açıklama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından yapılmıştır(20)Üçüncü açıklama da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılmıştır(21) Yapılan üç açıklamada ortak vurgu Arap aşiretlerinin bölgenin kadim halkı olduğu ve onlara karşı uygulanan baskının ve saldırıların yakından takip edildiği yönde olmuştur.
Tarih | Olay |
28 Ağustos 2023 | Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil (Ebu Havle), PKK/YPG tarafından toplantıya davet edilip hapsedildi. |
29 Ağustos 2023 | Akaydat ve Baggara aşiretleri PKK/YPG’ye karşı ayaklanma çağrısında bulundu. |
29 Ağustos – 3 Eylül 2023 | Arap aşiretleri, birçok köy ve kasabayı kontrol altına alıp PKK/YPG’yi bölgeden çıkardı. |
1 Eylül – 5 Eylül 2023 | Deyrizor’daki Arap aşiret ayaklanmasına destek amaçlı, Suriyeli muhaliflerinin kontrolündeki bölgelerde bulunan aşiret mensupları, Menbiç’in kuzeyi ve batısı, Ayn İsa ve Tel Temr’in kuzeyinde PKK/YPG’ye karşı dört ayrı cephe açtı. |
1 Eylül 2023 | Rus Hava Kuvvetleri, PKK/YPG ve rejim unsurları karşısında ilerleyen aşiret güçlerini Menbiç bölgesinde hedef aldı ve ilerlemeyi durdurdu. |
2 Eylül 2023 – 3 Eylül 2023 | ABD Ortadoğu Müsteşar Yardımcısı Goldrich ve Uluslararası Koalisyon ‘Operation Inherent Resolve’ komutanı General Vowell Suriye’de YPG/SDG, SDK ve Arap aşiret temsilcileri ile toplantı düzenledi. Toplantı sonrasında yayınlanan bildiride DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğramaması gerektiği vurgulanıp taraflar itidale davet edildi. Arap aşiretleri tarafından yapılan açıklamada, görüşmeye hiçbir Arap aşiret temsilcisinin katılmadığı ve YPG’nin kendisine müzahir kişileri toplantıda temsilci olarak sunduğu vurgulandı. |
2 Eylül 2023 – 5 Eylül 2023 | PKK/YPG, aşiret güçlerinin kontrol ettiği bölgelerin büyük bölümünü geri aldı. |
5 Eylül 2023 | ABD arabuluculuğunda El Ömer Petrol Tesisinde PKK/YPG ile Arap aşiret ayaklanmasının öncüsü Akaydat aşiretinin lideri İbrahim El Hafel ile görüşmeler düzenlendi. |
Arap aşiretlerin YPG karşısındaki ayaklanmasının altında üç temel dinamik bulunmaktadır. Bu üç dinamik;(1) demografik yapı ve YPG yönetim anlayışı, (2) medya algısı ve söylentiler ile (3) YPG’nin ‘alternatifleri engelleme’ stratejisidir.
Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretlerinin ayaklanmasının altında basit bir demografik gerçeklik bulunuyor. YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde 3 milyon insan yaşıyor. Bölgedeki Suriyeli Kürtlerin oranı yüzde 19,9 iken Arapların oranı yüzde 76,6’dır. Deyr ez-Zor bölgesinde ise iki büyük aşiret bulunuyor: Akaydat ve Bekkara. Akaydat ve Bekkara aşiretlerinin yanında Abid, Kulayin, Şammar, Zubeyd, Duleym, Cabur, Tayy, Ebu Saraya ve El Rifai aşiretleri de Deyr ez-Zor’da bulunuyor.(22)
Suriyeli Kürtlerin çoğunluğu bile YPG’yi desteklemezken Arap aşiretleri üzerindeki YPG tahakkümü sürdürülebilir değildi ve bu durum ayaklanmaya yol açtı.
Aşiret ayaklanmasına öncülük eden ve bölgenin en büyük aşiretlerinden olan Akaydat aşiretinin lideri Şeyh Mutşir el-Hammud el-Ced’an el Hifil, Ağustos 2020’de öldürülmüştü. Yine Ocak 2021’de Akaydat aşiretinin önde gelen isimlerinden Şeyh Hac Talyuş suikast sonucunda hayatını kaybetmişti. 2020’de aşiret liderinin öldürülmesi neticesinde yine bir isyan dalgası ortaya çıkmış, aşiret mensupları aşiretin merkezi Ziyban ve bazı çevre köylerden PKK/YPG unsurlarını çıkarmıştı(23)Bugüne değin yaşanan sorunlar ABD’nin de aracılığıyla bir şekilde çözülmüştü.
Demografik yapının Arap çoğunluklu olmasına ve özellikle Deyrizor’un tamamı Arap aşiret mensuplarından oluşmasına rağmen, YPG’nin kurduğu yönetim anlayışında Araplar yerelden vitrin görevi üstlenen işbirlikçiler haricinde bir görev ve yetki alamıyordur. YPG’nin kurduğu yapıda tüm yönetimler ve tüm idari işler Kandil kadroları tarafından yürütülmektedir(24)Yereldeki insanların kendi bölgelerinde söz sahibi olmamaları ile birlikte, YPG’nin uyguladığı yönetim modeli PKK terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan’ın savunduğu ‘demoktratik konfederalizm’ modelidir(25)Bu model, radikal Marxist Murray Bookchin tarafından ilk defa ortaya konulmuş ve PKK tarafından benimsenmiştir. Ancak bu model bölgedeki Arap aşiretlerinin gelenekleri ile taban tabana zıttır. Son olarak Deyrizor bölgesinde önemli petrol kaynakları bulunsa da, üretilen petrolden elde edilen gelir bölge halkına hizmet olarak gitmemekte ve PKK/YPG tarafından Suriye’nin kuzeyinde veya Irak’ta kullanılmaktadır(26)
YPG’nin kurduğu yönetim anlayışı Deyrizor halkını kendi ekonomik kaynaklarından mahrum bırakmaktadır. Belirtilen bu ve benzeri birçok sebepten ötürü, Deyrizor bölgesinde YPG karşıtı ciddi bir öfke ve nefret oluşmuştur.
YPG’nin Suriye’de SDG üzerinden kurduğu yapılanmada, YPG’nin kontrol ettiği ve Arap unsurların da içinde bulunduğu bir gerçeklik bulunmaktadır. SDG içerisindeki Deyrizor Askerî Meclisi, Menbiç Askerî Meclisi ve diğer askerî meclisler yerel Arap işbirlikçilerin bulunduğu ve vitrin özelliğine sahip oluşumlardır. Bunlar, resmi olarak YPG’nin başını çektiği SDG’nin birer parçasıdır. Ancak Deyrizor Askerî Meclisi diğer askerî meclislere kıyasen YPG’den görece en çok otonom alan elde eden ve askerî olarak da en güçlü yapıydı. Son dönemlerde – özellikle ABD’deki Hudson Enstitüsünde çıkan bir rapor(27)ve akabindeki haberlerde ABD’nin YPG’den vazgeçip Arap aşiretleri ve Deyrizor Askerî Meclisiyle bölgeye özel bir yapıyla çalışacağı veya çalışması gerektiği argümanı işleniyordu. Söz konusu haberlere göre ABD Deyrizor bölgesinde kuracağı Arap aşiret ordusu Türkiye ve SMO tarafından desteklenecek ve ikinci adımda Fırat’ın batısında kalan İran destekli Şii milisler hedef alınacağı haberleştiriliyordu(28)Operasyonun hedefi Fırat’ın batısını İran’dan temizleyip İran’ın Tehran-Beyrut kara ikmal hattını kesmek olduğu aktarılıyordu. Bu yönde çıkan haberlere karşı YPG’ye müzahir yetkililer açıklamalar yapıp bu haberleri yalanladılar fakat Deyrizor bölgesinde bu haberlerin ve söylentilerin gerçek olduğu yönünde ciddi bir algı oluşmuştu. YPG’nin bir komutanı özellikle Hudson Enstitüsünde çıkan rapora ilişkin açıklama yapmış ve SDG’nin bileşenlerinin birbirinden ayrılamayacağı ve Deyrizor Askerî Meclis’inin SDG’nin bir parçası olduğunu beyan etmiştir(29)
Her ne kadar YPG bu yöndeki haberleri yalanlasa da, belli ki bu siyasat önerisini ve bu yöndeki haberleri tehdit algılamış ve ciddiye almıştır. YPG’nin Deyrizor Askerî Meclis Başkanı Ahmed Hbeyil’i hapsetmesi buna işaret etmektedir. Bu olay YPG’nin bu yöndeki ilk vukuatı da değildir. 2018 yılında YPG benzer bir uygulamayı Rakkalı Liva el Suvvar el Rakka grubu yöneticisi Ebu İsa’ya da yapmıştı.
Zamanında Rakka’yı kontrol eden Özgür Suriye Ordusu grubu Liva el Suvvar el Rakka, Rakka kentini DEAŞ’a karşı savunamamış ve DEAŞ çöllerine geri çekilmiştir. Daha sonra DEAŞ’ın çöllere de gelmesiyle kuzeye kaçmış ve YPG’nin kontrol ettiği Ayn el Arab’a (Kobane) yerleşmiştir. 2014 yılında DEAŞ, Ayn el Arab’a saldırdığında kentte bulunan Liva el Suvvar el Rakka YPG ile beraber DEAŞ’a karşı savaşmıştır. Amerikan hava desteği ile DEAŞ’ın püskürtülmesinin ardından Liva el Suvvar el Rakka ve YPG, SDG’nin öncüsü olan Burkan el Furat yapısını kurmuşlardır. Burkan el Furat yapısı Tel Abyad’ı ele geçirmiş ve YPG ile Liva el Suvvar el Rakka arasında yapılan anlaşma gereğince Tel Abyad üzerinde Suriye devrim bayrağı göndere çekilmiştir. Türkiye, sınır kapısını açmıştır. Daha sonra Liva el Suvvar el Rakka, Tel Abyad bölgesinde Arapları kendi etrafında toplayıp Rakka’ya yönelik operasyon hazırlıklarına başlamıştır. Liva el Suvvar el Rakka’nın güçlenmesinden ve kendisine alternatif olabileceğinden endişelen YPG, 2015 yılında Tel Abyad’ı kontrolü altına almıştır. Daha sonra 2018 yılında Liva el Suvvar el Rakka tekrar hareketlenmeye ve güçlenmeye başlayınca YPG, Liva el Suvvar el Rakka’nın komutanı olan Ebu İsa’yı hapsetmiştir(30)
YPG’nin bu tutumunun basit ve kendisi açısından geçerli bir sebebi bulunmaktadır. Eğer YPG’ye alternatif bir yapı ortaya çıkarsa ABD, YPG ile işbirliği yapmaktan vazgeçip DEAŞ ile mücadele için başka oluşumlarla hareket edebilirdi. Bunu önlemek için YPG, SDG içerisinde tam hakimiyet sağlamaktadır ve YPG’li olmayan unsurların gücünü ve etkisini sınırlı tutmaktadır.
YPG’nin Arap aşiret ayaklanmasına yol açan hapsetme olayından beklemediği ve öngöremediği ise Arap aşiretlerinin bu denli hızlı tepki vereceği ve birleşmeyi başaracaklarıydı. Uzun yıllardır Arap aşiretlerini bölmek için büyük gayret sarf eden YPG, Arap aşiretlerinin birleşip ona karşı ayaklanmasını beklemiyordu. YPG, Arap aşiretlerinin Ahmed Hbeyil’den boşalan koltuğu doldurmak için yarışacaklarını öngörüyordu. YPG’nin bu bağlamda hesaplayamadığı Arap aşiretleri içerisindeki işbirlikçilerin ortadan kalkmasıyla, YPG’ye karşı cephe açmak isteyen Arap aşiret güçleri ile YPG arasındaki tamponun da kalkmış olmasıdır. YPG, alternatif yapıları engellemek isterken kendisi ile aşiretler arasındaki tamponu da kaldırmış oldu ve YPG’ye karşı harekete geçmek isteyen unsurların önü açılmış oldu.
Arap aşiret ayaklanmalarının YPG tarafından askerî yöntemlerle bastırılmasının ardından, bölgede ayaklanmaya yol açan ve sebebiyet veren tüm şartlar ve dinamikler yerini korumaya devam ediyor. Değişen temel dört olgu bulunmaktadır. Birinci olgu ABD’nin söylentileri ve haberlerin aksine YPG’den vazgeçip Arap aşiret ordusu kurma hazırlıkları içerisinde olmadığı görülmüştür. İkinci olgu YPG’nin askerî olarak Arap aşiretlerinden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Üçüncü olgu ise Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin YPG karşısında Arap aşiretlerine destek vermeye hazır olmadığı veya destek vermeyi tercih etmediği tecrübe edilmiştir. Son olarak ise Rusya ve Esed rejiminin YPG’yi Türkiye’nin koruduğu bölgelerden gelecek olası saldırılara karşı korumaya hazır olduğu görülmüştür. Bu dört ‘tecrübe’ sonucunda gelecek için dört farklı senaryo ortaya çıkmaktadır:
Birinci senaryo YPG’nin tüm bu gelişmelerden daha güçlü bir şekilde çıkmasıdır. Nitekim Arap aşiretlerinin en güçlü olduğu Deyrizor bölgesinde bile YPG karşısında bir başarı elde edilemediyse, Rakka ve Menbiç gibi bölgelerde yaşayan Araplar daha çekingen ve çekimser olabilirler. Buna ilaveten Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretleri YPG’nin üstünlüğünü ve ABD’nin YPG’ye olan desteğinin devam ettiğini gördükleri için benzer bir ayaklanmaya yeniden teşebbüs etmeden önce iki kere düşünebilirler. Nitekim Arap aşiretleri YPG karşısında askerî yöntemlerle siyasî bir başarı elde edilemiyorlarsa YPG ile iyi geçinerek ve YPG’ye daha fazla alan açarak siyasî ve ekonomik kazanımlar tercih edilebilirler.
Bu senaryonun gerçekleşmesi için YPG’nin Arap aşiretlerinin kültürel ve geleneksel kodlarına uygun bir şekilde davranıp onların aşiret aidiyetinden gelen şeref ve gururlarını rencide etmemelidir. Ancak YPG’nin ayaklanmayı bastırmak için Süleymaniye’den Lexoman Parastin’i getirmesi(31)ve saflarında yabancı uyruklu savaşçıları kullanması(32)YPG’nin aşiretlerin kültürüne ve geleneklerine saygı göstermediğinin büyük bir işaretidir. Buna ilaveten, YPG militanlarının Deyrizor bölgesinde ‘Biji Serok Apo’ sloganları atması(33)
ve çatışma süresince birçok Arap aşiret üyesinin evlerini basıp rencide edecek bir yöntemle hapsetmesi bu senaryoyu daha az olası kılmaktadır. Örneğin; YPG’nin Arap aşiret üyelerinin evlerine yaptığı baskın yöntemi, ABD’nin Irak’ta Sünni Araplara karşı uyguladığı yönteme benzemektedir. Bu baskın yönteminin Irak’ta yol açtığı sosyolojik, psikolojik ve siyasî sonuçlarının bir benzerini Deyrizor’da da yaşanması, Arap aşiretlerinin YPG ile daha yakın ilişki kurmasından daha olasıdır.
Yukarıda ‘Güçlenen YPG Otoritesi’ kısmında bahsedildiği üzere, YPG’nin ayaklanmayı bastırma sürecindeki uygulamaları ve birçok Arap aşiret üyesinin hayatını kaybetmesi YPG ile Arap aşiretleri arasındaki ilişkiyi kalıcı bir şekilde daha da kötüleştirdiği varsayılabilir. Bu bağlamda Arap aşiret geleneğinde olan ‘intikam’ kültürünün(34) son derece etkin olacağı değerlendirilmektedir. Aşiretlerdeki bu ‘intikam’ kültürü tarihsel süreçte kan davalarına yol açmış ve yıllar süren çatışmalara sebebiyet vermiştir.
YPG’nin Arap aşireti ayaklanmasını askerî yöntemlerle bastırmış olması, Arap aşiretleri nezdinde bir öfke birikimine yol açması muhtemeldir. Bu öfke birikimine ilaveten sosyolojik olarak da önemli bir kırılma gerçekleşmiştir. Deyrizor bölgesinde YPG ile beraber çalışan Arap aşiret mensubu işbirlikçiler pasivize olmuşlardır. En başta Ahmed Hbeyil’in hapsedilmesi YPG ile Arap aşiretleri arasında tampon görevi üstlenen bu işbirlikçilerin ciddi bir güç kaybına uğramasına yol açmıştır. İlaveten YPG ile yaşanan çatışma sonrasında Arap aşiretleri arasından işbirlikçi olarak YPG ile beraber çalışmanın sosyal maliyeti daha da fazla artmıştır. Bu da YPG’nin yeni işbirlikçiler devşirme imkânlarını kısıtlamıştır.
YPG’ye karşı ‘intikam’ kültürünün devreye girmesi ve Arap aşiretleri arasındaki işbirlikçilerin zayıflaması ve YPG’nin işbirlikçi olarak kullanabileceği kişileri oluşturan havuzun daralması Deyrizor bölgesinde istikrarsızlığı sebebiyet vermesi olasıdır. Bu bağlamda Arap aşiretleri askerî olarak YPG’ye karşı mağlup olsalar da, YPG’ye karşı asimetrik savaş yöntemlerini kullanarak bölgeyi istikrarsızlaştırma imkânına sahiptir. Bu bağlamda Deyrizor bölgesi Esed rejimi kontrolündeki Dera bölgesine benzeyebilir(35) Aşiret üyeleri suikastlar ve saldırılar düzenleyerek YPG’nin bölgedeki militanlarını hedef alabilir.
Arap aşiretlerinin YPG’ye karşı ‘intikam’ kültürünü devreye sokmaları ve YPG’nin askerî olarak üstün olduğu anlaşılması DEAŞ’a Deyrizor’da alan açabilir. Nitekim gerilla savaşı yürütmek veya asimetrik savaş yöntemlerini kullanmak için kapsamlı bilgi, tecrübe ve kapasite gerekmektedir. Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretlerinin asimetrik savaş yöntemleri bağlamındaki kapasiteleri sınırlıdır. Ancak DEAŞ, asimetrik savaş yöntemleri konusunda çok ciddi ve geniş kapsamlı tecrübeye ve beceriye sahiptir fakat insan kaynağı ve eko-sistem olarak DEAŞ’ın asimetrik savaş kapasitesi ciddi anlamda gerilemiştir.
Bölgedeki Arap aşiretlerinin yaşadığı hayal kırıklığı ve ‘intikam’ kültüründen gelen öfkeleri, Arap aşiretlerinin veya Arap aşiretleri içerisinden münferit şahısların DEAŞ ile işbirliği yapmasının önünü açabilir. Irak’taki Sünni Arap aşiretlerinin Nuri El Maliki döneminde DEAŞ ile işbirliği yapması(36)veya Afganistan’daki halk tabanının ABD güçleri ve Afgan hükümetine karşı Taliban ile işbirliği yapması(37) bunun geçmiş örnekleri olarak gösterilebilir. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptığı hatanın aynısını Suriye’de de yaptığı için, Suriye’de de benzer bir sonuç ile karşılaşması mümkündür.
Diğer yandan ise DEAŞ, Arap aşiretlerine tecrübe ve bilgi olarak bir ek kapasite sağlayabilme potansiyeline sahip olsa da, Arap aşiretleri ile DEAŞ arasında da ciddi bir husumet bulunmaktadır. Örneğin; 2014 yılında DEAŞ Akaydat aşiretine bağlı Şaytat aşiretinden 700 kişiyi bir günde infaz etmişti(38)Buna ilaveten DEAŞ’ın ciddi olarak güç kaybetmiş olması ve sözde halifelerinin sürekli olarak öldürülmesi(39) örgütün hem prestijini hem de kapasitesini ciddi anlamda yıpratmıştır. DEAŞ’ın güçlü olduğu dönemde başına ne geldiğini ve ne yaptığını yakından gören Arap aşiretleri DEAŞ ile işbirliği yapmaya uzak duracaktır. Ancak bu DEAŞ’ın bazı Arap aşiret gençlerini devşirme veya Arap aşiretleri içerisinde bazı işbirlikçileri bulma potansiyelini artırdığı gerçeğini de değiştirmeyecektir. Bu bağlamdaki tek soru DEAŞ son durumdan ne denli faydalanabileceğidir ve bu sorunun cevabını Arap aşiretleri verecektir.
Son alternatif bir senaryo olarak ABD’nin Suriye’deki politikasını değiştirmesidir. Her ne kadar bu yönde emareler görülmese de ABD’nin Suriye politikası sürdürülebilir değildir. ABD’ye ciddi bir teklifin gitmesi durumunda ABD’nin Suriye’de alternatif yaklaşımları değerlendirme imkânı bulunmaktadır. Nitekim Arap aşireti ayaklanması ABD’li yetkililere Suriye’deki politikanın sürdürülebilir olmadığını ve ABD’nin yaklaşımı sadece günü kurtarmak üzerine kurguladığını hatırlatmıştır. Eğer Amerikan yetkilileri günü kurtarma politikalarının artık işe yaramadığını ve Suriye’deki gerilimi sınırlı tutamayacaklarını görürse yeni bir politika benimseyebilirler.
ABD’nin Suriye’de yeni bir politika belirlemesinde kilit bölge ve kilit aktör Deyrizorlu Arap aşiretleridir. ABD’nin Arap aşiretlerini YPG’den ayırıp bu bölgede alternatif bir yapılanma kurma ve bu yapılanmayı Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin desteği ile güçlendirme imkânı bulunmaktadır. Bu alternatif senaryoyu hayata geçirerek ABD, Suriye’de YPG’den kopuşun ilk adımını atabilir.
Ancak YPG’nin elinde bulunan yüzlerce DEAŞ mahkûmu ve binlerce DEAŞ aile üyesinin ne olacağı ve bu insanların hapsedildikleri hapishaneler ve kamplara ne olacağı sorusu(40)
ABD’nin alternatif politikaları benimsemesinin ve değerlendirmesinin önündeki en büyük engeldir. O yüzden yeni bir Suriye politikası için ABD’nin sadece yerel ortak alternatifine değil, aynı zamanda DEAŞ mahkûmları ve aileleri için de bir alternatife ihtiyacı bulunmaktadır. An itibariyle ABD’nin kendisi bir alternatif bulmadığı gibi ABD’ye de dışarıdan sunulmuş bir alternatif kamuoyunca bilinmemektedir.
Deyrizor merkezli ve Akaydat aşiretinin önderliğinde YPG’ye karşı başlayan Arap aşireti ayaklanması temelde üç dinamiğin üzerinde gelişmiştir. Birinci dinamik YPG’nin kontrol ettiği bölgelerdeki demografik yapı ve YPG’nin Arap çoğunluklu nüfusun üstünde kurduğu idarî yapılanmadan olan rahatsızlıktır. İkinci dinamik ise Deyrizor bağlamında basına yansıyan söylemlerin önünün alınamaması ve YPG’nin bu söylemlerden ciddi bir tehdit algılamasıdır. ABD’nin YPG’den vazgeçip Deyrizor’da Türkiye ve SMO’nun da desteğiyle Arap aşireti ordusu kuracağı söylentileri son dönemde yayılmıştır. Üçüncü dinamik ise YPG’nin kendisini ABD için tek alternatif olarak sunma stratejisi ve bu stratejisinin bir gereği olarak oluşabilecek alternatifleri mutlak surette engellemektedir. Böylelikle ABD’yi kendisine bağımlı tutmaktadır. Deyrizor Askerî Meclis’i – daha önce Liva el Suvvar el Rakka örneğinde olduğu gibi – YPG tarafından bir alternatif oluşturabilecek unsur olarak görülmüş ve bu tehdit bertaraf edilmiştir.
Belirtilen bu üç temel dinamikten ötürü başlayan Arap aşireti ayaklanması YPG’nin askerî üstünlüğü ile sonuçlanırken bölgenin geleceğine dair dört farklı senaryo öne çıkmaktadır. Bu dört senaryoyu, olasılığı en düşükten en yükseğe ele aldığımızda en düşük ihtimalli senaryo DEAŞ’ın bölgedeki son durumdan istifade edip kendisine Arap aşiretleri arasında bir yaşam alanı bulmasıdır. İkinci en düşük ihtimalli senaryo ise ABD’nin Suriye’de politika değişikliğine gitmesidir. ABD’nin YPG’den vazgeçip Türkiye ve Suriye muhalefeti ile birlikte Deyrizor bölgesinde YPG’den bağımsız yeni bir yapılanma kurma ihtimalidir. Ancak bu senaryonun gerçekleşebilmesi veya ABD tarafından ciddi olarak değerlendirilmesi için YPG’nin elindeki DEAŞ mahkumları ve DEAŞ ailelerinin ne olacağı sorusunun cevabı belli olmalıdır. Üçüncü ve daha olası senaryo ise YPG’nin bölgedeki otoritesinin güçlenmesidir. YPG’nin askerî üstünlüğünü göstermiş olması ve ABD’nin Arap aşiret ordusu kuracağı söyleminin gerçek olmadığının görülmesi YPG’nin otoritesini daha sağlamlaştırmasına yol açabilir. Son ve en olası senaryo ise Arap aşiretlerin ‘intikam’ kültürünün devreye girmesi ve Arap aşiret geleneklerinden gelen kodların devreye girmesidir. Eğer bu gerçekleşirse bölgedeki Arap aşiretleri YPG’ye karşı asimetrik yöntemlerle saldırılar düzenleyecektir. Deyrizor bölgesi giderek istikrarsızlaşacak ve Esed rejiminin kontrol ettiği Dera bölgesine benzeyecektir.