Giriş

Suriye’deki iç savaşın seyrinde Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) bir aktör olarak görmekteyiz. HTŞ’nin büyük bir yerel aktör olması örgüte dair bu çalışmada cevap aranacak bazı soruları ortaya çıkarmaktadır. HTŞ’nin geçmişten günümüze değişimi nasıl gerçekleşmiştir? İdlib’deki mevcudiyeti ve hâkimiyeti nasıl şekillenmiştir? El-Kaide uzantısıyken yerel bir muhalif grup haline nasıl gelmiştir? Tüm bu soruların cevapları için HTŞ’nin kapasitesinin ve varlığının Suriye savaşı için anlamını doğru tahlil etmek elzemdir.
Devlet dışı silahlı aktörlere (DDSA) dair çalışmalar ekseriyetle ya bir vakanüvislik örneği teşkil ederek metin kronolojik olarak örgütün mazisine dair bir raporlamaya dönüşmektedir ya da örgütün mazisini ve kapasitesini göz ardı eden projeksiyonlar içermektedir. Her iki ihtimalde de bir aktör olarak X örgütünün kapasitesi ve bundan kaynaklı yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmeler sığ olarak tahlil edilmektedir. DDSA’ların bir aktör olarak ortaya koyduğu kapasitenin çözümlemesi bir analiz çerçevesi bağlamında örgütün geçmişi, yaşadığı dönüşüm süreci ve günümüzdeki konumunu göz önünde tutarak yapmak örgüte dair gerçekçi bir projeksiyon için zorunludur. Bir DDSA olarak HTŞ’nin kapasitesinin çözümlemesi yukarıda HTŞ’ye dair sorulan soruların cevaplanmasına da katkı verecektir. HTŞ’nin bir DDSA olarak ortaya koyduğu aktörlük kapasitesi Ersel AYDINLI’nın Özerklik-Temsiliyet-Etki çerçevesi kullanılarak tahlil edilecek ve HTŞ’ye dair bu çalışmadaki çıkarımlara zemin hazırlanacaktır.

Özerklik: HTŞ’nin Hayatta Kalma Stratejisi

nevi şahsına münhasır özerk aktörler olabilmeleri için devlet ve devlet merkezli sistemle aralarında mesafe olması gerekmektedir(1) .Bu mesafenin çok ya da az olması herhangi DDSA’ların bir DDSA’nın “gücünü” veya “zayıflığını” göstermemekte lakin ne derece otonom karar alıp harekete geçebildiğini işaret etmektedir. Devlete mesafeyi belirleyen faktörler ise “devlet baskısına karşı hayatta kalabilme” ve “devlet desteği olmaksızın hayatta kalabilme” kapasiteleridir. HTŞ’nin dönüşümü ve bu sürecin kapasiteye yansımasını idrak edebilmek için örgütün özerklik serüvenini Nusra Cephesi tecrübesinden başlayarak ele almak gerekir.
DDSA’lar askerî kapasiteleri nispetinde caydırıcı aktörlerdir. Askerî kapasitesi itibariyle sahada denge bozucu, sonuç etkileyici rollere sahip olan DDSA’lar bu kapasiteye ulaşmak ve bunu sürdürebilmek için güçlü mali kaynaklara ihtiyaç duyarlar. Nusra Cephesi tecrübesine bakıldığında petrol kaçakçılığı, fidye, haraç, el-Kaide ağları üzerinden akan bağış fonları(2). gibi gelir kalemleri göze çarpmaktadır. Örgüt, DAEŞ ile yaşanan kanlı ayrışma sürecinin sonunda elinden çıkan petrol sahaları nedeniyle milyonlarca dolarlık gelir kaybı yaşamıştır(3). Bu kayba rağmen ekonomik olarak hayatta kalabilen Nusra Cephesi’nin mali gücünde el-Kaide ağlarından gelen bağışlar önemli yer tutmuştur. Bu ağlardan gelen “bağış” adı altındaki para akışında Körfez ülkelerinden gelen fonların fazlalığı bilinirken örgüte İtalya’dan dahi “bağış” paralarının aktığı öne sürülmektedir(4). Fidye gelirlerine bakıldığında ise Nusra Cephesi’nin Malula’da esir aldığı 13 rahibe için Katar aracılığıyla elde ettiği milyonlarca dolarlık gelir başta olmak üzere adam kaçırma ve fidyeyi önemli bir hayatta kalma aracı olarak kullandığı kayıtlara geçmiştir(5).
HTŞ tecrübesinde ise örgütün İdlib’e sıkışıp kalmasından ötürü petrol sahalarından uzak kalması Nusra Cephesi tecrübesindeki petrol kaçakçılığı kaynaklı büyük gelirlerin alternatifinin bulunmasını zorunlu kılmıştır. Öte yandan örgütün el-Kaide ile bağlarını kopararak HTŞ adı altında yeniden yapılanması sürecinin asli amaçlarından olan “uluslararası meşruiyet” arayışı, adam kaçırma ve fidye pratiğinin de bilanço defterinden çıkması anlamına gelmiştir. Hâkim olduğu İdlib’de alternatif bir yönetim inşa etmeye çalışan ve böylece Nusra Cephesi tecrübesiyle ayrıştığını tüm bölgesel ve küresel aktörlere göstermek isteyen örgütün gelir kalemleri de alan hâkimiyeti ve tek elden yönetim ile uyumlu hale gelmiştir. Nusra Cephesi alan hâkimiyeti ve idari olarak diğer muhalif unsurlarla genel itibariyle otorite paylaşımında bulunan -bulunmak zorunda olan- bir yapıyken HTŞ’nin böyle bir iktidar paylaşımında olmadığı ve kendi idari yapısını tek başına kurarak mali kaynaklarını da yeniden yapılandırdığı görülmektedir. Örgüt, İdlib’de rejim unsurlarına ait olduğu iddiasıyla el koyduğu konut ve iş yerlerinden(6), İdlib’deki sivil hükümetin topladığı zekâtlardan ve yine sivil yetkililerin görev yaptığı sınır kapılarından ciddi miktarlarda gelir elde etmektedir(7).
Örgütün yeni stratejisi İdlib’de kurduğu yeni kurumlar üzerinden gelir kalemlerini çeşitlendirme yönünde olurken akaryakıt, enerji ve finans sektörleri atılım yapılan ana sektörler olarak göze çarpmaktadır. Watad Petrol Şirketi üzerinden bölgedeki akaryakıt ticaretinde ciddi bir paya sahip olan HTŞ, bu yapı üzerinden YPG/SDG ile de dönem dönem akaryakıt ticaretinde bulunmuştur(8). Milyonlarca insanın yaşadığı İdlib’in enerji ihtiyacını kendilerine bağlı elektrik dağıtım şirketi üzerinden sağlayan(9) ve bölgede tekel haline gelen HTŞ, ayrıca kurduğu Şam Bankası ile de İdlib’deki finans hareketliliği üzerinde tahakküm kurmaya çalışmaktadır(10).
Mali kaynaklar bağlamında bakıldığında Nusra Cephesi tecrübesinde de HTŞ tecrübesinde de devlet desteği olmaksızın hayatta kalabilme kapasitesinin inşa edildiği görülmektedir. Elbette muhtelif aktörlerin bölge politikaları dolaylı olarak örgütlere siyasî ve maddi imkânların kapısını açabilir. Lakin eldeki veriler ışığında Nusra Cephesi’nden HTŞ’ye gelen süreçte finansal bir özerklik kapasitesinden bahsetmek mümkün görünmektedir. SMO’nun mali olarak Ankara ile arasındaki ilişki, YPG’nin ABD’den aldığı açık destek veya İran destekli unsurların Tahran ile aralarındaki finansal ilişkiler göz önüne alındığında Suriye’deki örgütler bağlamında da yüksek bir özerklik kapasitesinden bahsetmemiz mümkündür. Finansal kaynakların çeşitliliği ve buradan hâsıl olan özerklik, örgütün milis devşirme ve silah kapasitesini inşa etme süreçlerinde de daha özgür bir hareket alanı yaratmıştır. Milislerinin maaşlarını ödemekte sorun yaşamayan, gelirleri çeşitli kalemlerde örgütün işleyişini sürdürecek seviyede olan HTŞ’nin, iç savaş ortamında hem milis adayı bulması hem de silah ve mühimmata ulaşması oldukça kolaydır. Bu sebeple Nusra Cephesi’nin DAEŞ ile ayrıştığı ve yabancı savaşçılarının büyük kısmını kaybettiği geçiş dönemi haricinde ne Nusra Cephesi’nin ne de HTŞ’nin askerî manada insan kaynağı sorunu yaşadığı görülmemiştir. Diğer muhalif unsurlarla ortak gerçekleştirilen rejim karşıtı operasyonlar örgütün savaş ganimetlerine ulaşması hususunda fayda sağlarken güçlü mali kaynaklar da yine iç savaş ortamında silah kaçakçılığı pazarında her türlü silah ve mühimmata ulaşabilmek anlamına gelmektedir.
Devlet baskısına karşı hayatta kalabilme kapasitesine bakıldığında ise örgütün tüm Suriye’de faal bir yapıyken İdlib ve çevresiyle sınırlandığını görmekteyiz. Bu durum Nusra Cephesi’nin ilk yıllarındaki Suriye sathında etki sahibi olma vasfının HTŞ için geçerli olmadığı manasına gelmektedir. Lakin İdlib ve çevresine sıkışmayı HTŞ özelinde bir gelişme olarak okumak iç savaşın Rusya’nın müdahalesi sonrası tamamen değişen güç dengesini göz ardı etmek ve muhalefeti HTŞ ile sınırlandırmak olacaktır. Diğer muhalif güçlerle birlikte önce Nusra Cephesi ve ardından HTŞ; rejim, Rusya ve İran güçlerine karşı alan hâkimiyetlerini günden güne kaybetmiştir. Rejime karşı muhalif unsurların ortak hareket etmesi adına kurulan Feth’ül Mübin harekât odasının en güçlü aktörü olan HTŞ’nin tüm muhalif grupların güç kaybettiği dönemde hayatta kalabilmesi ve halen en güçlü muhalif aktörlerden biri olabilmesi örgütün “devlet baskısı karşısında hayatta kalabilme” kapasitesinin tatmin edici olduğunu göstermektedir.
HTŞ’nin özne konumunda olduğu tüm bu faktörlerin haricinde Suriye iç savaşında bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç dengesinin de HTŞ’nin hayatta kalabilmesine uygun zemini sağladığı görülmektedir. ABD’nin YPG’yi desteklemeyi tercih etmesi, rejim ve müttefiklerinin de ÖSO ve diğer ana akım muhalif gruplar ile savaşması, DAEŞ ile mücadele ettikleri dönemde dahi muhalefet içerisinde daha radikal çizgiden gelen HTŞ’nin ayakta kalabilmesine katkı sağlayan diğer faktörlerdendir. Aynı anda hem ABD’nin hem de İran-Rusya-Esad rejimi hattının gerek gördükleri zaman İdlib’e havadan ve karadan müdahale etmekteki “meşrulaştırıcı” bahaneleri de “radikalleri barındıran” HTŞ’nin İdlib’deki varlığı olmuştur. Bunun dışında bir diğer faktör de 2016’dan bu yana sahanın en etkin aktörlerinden olan Türkiye’nin askerî ve siyasî kırmızı çizgileri olmuştur. İdlib’de muhalefetin rejim ve Rusya’ya karşı toprak kaybı ve buna müteakip on binlerce insanın sınır bölgelerine doğru harekete geçişi 2020’de Türkiye’yi karşı müdahaleye zorlamış ve sonunda en azından kapsamlı kara harekatlarının sona erdiği bir sürece girilmiştir. Halep’te rejim, Rusya ve İran hattının, Fırat’ın doğusunda ise ABD öncülüğündeki koalisyonun kuzeyinde bulunan Türkiye, Suriye içerisindeki askerî varlığını iki taşıyıcı kolon üzerine bina etmiştir. Bunlar: PKK tehdidi ve mülteci sorunudur. PKK tehdidine karşın SMO ile birlikte Afrin’den Rasulayn’a kadar olan bölgede aktif olarak bulunan Ankara, mülteci meselesinde ise milyonlarca sivilin ikamet ettiği İdlib’i bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmüştür. İdlib’in onlarca farklı noktasında kurulan Türk askerî noktalarıyla olası bir kara harekâtı tehdidinin önüne set konulurken yine de hem İdlib’in kaotik bir ortama evrilmemesi hem de olası bir rejim saldırısında yerel güçlerin etkin kalabilmesi için şartlar HTŞ’nin varlığını gerekli kılmıştır. İdlib’deki en güçlü askerî yapı olan ve süreç içerisinde muhaliflerini de ciddi şekilde zayıflatan HTŞ, İdlib’in kaderiyle kendi kaderini yan yana getirmiş ve hayatta kalabilmesini bölgesel aktörler için de elzem kılmıştır.
Devlet merkezli sisteme olan mesafeye bakıldığında ise Nusra Cephesi’nden HTŞ’ye gelen süreçte örgütün bir değişim yaşadığı aşikardır. Nusra Cephesi uluslararası sistem ve kurumlarının Suriye politikalarını hedef alan bir dili söyleminin merkezine almış bir örgüttü. HTŞ’nin lideri Cevlani, Nusra Cephesi’nin lideri olduğu yıllarda Birleşmiş Milletleri “Şam Müslümanlarına karşı Haçlıların tarafında” bir aktör olarak tanımlamıştır(11). Bugün ise bilhassa Şubat depremi sonrasındaki süreçte Birleşmiş Milletlerin çeşitli uzantılarına bağlı heyetlerin HTŞ kontrolündeki İdlib’e ziyaretler gerçekleştirdikleri görülmüştür(12)-(13)-(14). El-Kaide’den bağını kopararak Nusra Cephesi’nin “yerel” ve “legal” bir yapılanmaya dönüşerek “muhataplar” bulmasını amaçlayan Cevlani’nin stratejisi başta BM olmak üzere devlet merkezli sisteme mesafe hususundaki değişimin asli sebebidir. İdlib ve çevresindeki hâkimiyetini devam ettirmek isteyen HTŞ’nin, hayatta kalma ve gücünü muhafaza etme stratejisinde devlet merkezli sisteme karşı Nusra Cephesi devrindeki söylemlerini terk ettiği görülmektedir. Lakin uluslararası aktörlerle ilişkilerini güçlendirdiği bir senaryoda dahi devlet merkezli sisteme kendi özerkliğine ket vuracak kadar yakınlaşmayacakları düşünülmektedir. HTŞ bu süreçte ayrıca söylem harici eylemleriyle de bir değişim süreci yaşadığını göstermek istemiştir. Suriye merkezli uyuşturucu ağının Kuzey Suriye’deki yapılanmalarına yönelik dönem dönem güvenlik operasyonları düzenleyen HTŞ’ye bağlı birimler(15), ayrıca uluslararası suçlular ve DAEŞ’e karşı mücadeleyi de kendilerine vitrin olarak kullanmaktadır. Uluslararası düzeyde aranan uyuşturucu kaçakçılarının HTŞ tarafından yakalanması(16) ve bölgedeki DAEŞ hücrelerine yönelik HTŞ operasyonları sadece İdlib’in güvenliği için değil, HTŞ’nin devlet merkezli sisteme yönelik imajı için de önem arz etmektedir. Zelin’in verilerine göre 2017-2023 arası dönemde HTŞ, İdlib vilayetinde 36 farklı yerleşim yerinde DAEŞ hedeflerine yönelik 59 güvenlik operasyonu gerçekleştirmiş ve aralarında üst düzey örgüt idarecilerinin de olduğu 279 DAEŞ mensubunu tutuklamıştır(17).

Temsiliyet: HTŞ’nin Yerelleşme Serüveni ve Ana Akımlaşma İddiası

DDSA’lar ortak kimlik, ülkü ve değerler üzerinden belirli bir kitlenin temsilciliği iddiasında olmaktadır. Rical el-Kerame’nin Süveyde’deki Dürzi kitleyle, Maharda ve Sukaylebiye’deki USG(18). gruplarının Hama’daki rejim yanlısı Hıristiyan kitleyle, Türkistan İslam Partisi’nin Türkî kökenli yabancı savaşçılarla olan temsiliyet ilişkileri Suriye sahasında akla gelebilecek ilk örneklerdir. Temsiliyetin DDSA’nın kapasitesi üzerindeki etkisini tahlil ederken ise örgütün insan kaynağına ulaşabilmesi ve muhafaza edebilmesi belirleyici etmenlerdir. Rejenerasyon kavramsallaştırması altında DDSA’nın “yeni üyeleri etkileme” ve “mevcut üyeleri muhafaza etme” kapasiteleri “meşruiyet inşası” ve “üyelerle örgüt arasında sadakat bağı kurulması” üzerinden tahlil edilmektedir. Nusra Cephesi ve HTŞ tecrübelerine bakıldığında örgütün temsiliyet kapasitesinin süreç içerisindeki dönüşümü ve yerelleşme ivmesi göze çarpmaktadır. Nusra Cephesi milislerinin ekseriyeti yerli unsurlardan oluşmakla birlikte ciddi sayıda yabancı savaşçıyı da bünyesinde bulundurmaktaydı. Örgüt DAEŞ ile yaşanan çatışma ve çok sayıda yabancı savaşçının bu süreçte Nusra Cephesi’nden ayrılıp DAEŞ saflarına geçmesinin ardından dahi Cevlani’nin ifadelerine göre %30’ları bulan bir yabancı savaşçı varlığına sahipti(19) Yabancı savaşçı akımını kendisine yönlendirirken el-Kaide ağlarından faydalanan Nusra Cephesi, savaş sahasında Esed rejimine karşı gösterdiği etkili performans ile de yerel sempati kazanmıştır(20).
Sivil tabanda yayılan bu sempati örgütün savaş sahasında gösterdiği “disiplinli ve organize” örgüt imajıyla birleşince ana akım Suriye muhalefeti grupları arasında da yankı bulmuştur. Ana akım muhalif yapılara bağlı binlerce Suriyeli savaşçının örgüte katılması(21) Nusra Cephesi’nin yerelleşme amacı doğrultusunda izlediği politikaların çıktılarından biri olmuştur. Nusra Cephesi’nin feshi ve akabinde kısa bir geçiş döneminin ardından(22) HTŞ’nin kurulması, Cevlani’nin yerelleşme ve ana akımlaşma hedefinin önündeki “el-Kaide etiketi” engelinden kurtulması anlamına gelmiştir. El-Kaide ile bağlarını kamuoyu nezdinde yumuşak bir geçişle sonlandıran örgüt, sahada ise el-Kaide çizgisine yakın yabancı savaşçıları orta vadede tasfiye yolunu tercih etmiştir. Örgütün yerelleşmesi ve küresel cihat hareketinden ayrılmasına itirazı bulunan “şahin çizgideki” yabancı unsurlar başta Hurras ed-Din olmak üzere İdlib’deki muhtelif örgütlerin bünyesine katılırken HTŞ süreç içerisinde hem bu örgütlere hem de örgütün çizdiği politik sınırlara uymama ihtimali olan yabancı savaşçılara yönelik baskı ve tasfiye politikalarını yoğunlaştırmıştır(23).HTŞ bu hamlesiyle uluslararası bir güvenlik meselesi haline gelen “yabancı savaşçılar” olgusundan kendisini sıyırırken örgütün yerelleşmesi ve tek merkezden yönetilebilmesi hususunda da aşama kaydetmiştir. İdlib’de kurulan HTŞ himayesindeki hükümet, sivil kurumlar ve örgütün vilayet sathındaki işleyişinin dış müdahale ve tartışmalar(24) olmaksızın gerçekleşmesi, Cevlani’nin örgütü üzerindeki hâkimiyetini de tahkim etmiştir. Küresel cihat geleneğine bağlı ve vitrininde yabancıların da olduğu bir örgütten Suriye muhalefetini temsil hususunda iddialı yerli bir örgüte dönüşüm süreci, HTŞ’nin İdlib’de hayatta kalabilmesinin ve muktedirliği serüveninin bir nevi özetidir.
Aşırı genişleme yönetimi hususunda ise Nusra Cephesi’nin, DAEŞ ile yaşanan ayrışmada DAEŞ saflarına çok sayıda yabancı unsurun geçmesi örgüt açısından yetersizlik olarak okunmalıdır. Nusra Cephesi’nin en gösterişli günlerinde DAEŞ ile karşı karşıya gelindiği anda milis havuzunun önemli bir kısmını kısa bir süre içerisinde kaybetmek, Cevlani açısından da dönüştürücü rol oynamış bir tecrübe olmuştur. Bu kez alan hâkimiyeti olarak daralan lakin hâkim olduğu bölgelerde tek başına iktidar olmayı tercih eden ve otorite olarak genişleyen örgüt, yerelleşme stratejisiyle nispeten “başarılı” bir aşırı genişleme yönetimi göstermiştir. Henüz kuruluş aşamasında bünyesine küçük çaplı yerel grupları katan HTŞ, rejime karşı savaşta diğer muhalif unsurlarla ortak operasyon odası altında hareket etmeyi tercih etmiştir. İdlib’in rejim güçlerinden alındığı süreçte yaşanan Fetih Ordusu tecrübesinin Nusra Cephesi’nin yerel kitledeki popülaritesi üzerindeki olumlu etkisi doğru tahlil edilmiş olacak ki günümüzde de Feth’ül Mübin Operasyon Odası adı altında “rejime karşı” mücadelede muhalif unsurların paydaşı olan bir HTŞ görülmektedir. Bahar Kalkanı Harekatı ile birlikte TSK’nın rejim ve Rusya’nın sahadaki kara saldırı sürekliliğine engel olması muhalif unsurların toprak kaybetme trendini durdurmuştur. Bu sürecin devamında da Feth el Mübin Operasyon Odası unsurlarının 2020-2022 arasında her yıl artan oranlarda rejim ile doğrudan çatışmalara girdikleri görülmüştür(25). Rejime karşı kurulan ortak operasyon odasının günden güne rejime karşı saldırılarını arttırması ve bölgedeki Türk askerî noktaları, bölgede rejim lehine yeni bir harita değişimini net bir şekilde önlemiştir. Bu hattaki en güçlü muhalif grup olan HTŞ de bu yeni realiteyi İdlib’deki otoritesini tahkim etmek amacıyla kullanmıştır.
Bunların ötesinde ise rakip gördüğü orta ve büyük ölçekli grupları tasfiye politikası güden HTŞ, bu politikada başarılı oldukça İdlib’de başat aktör haline gelmiştir. Suriye’nin en büyük muhalif güçlerinden Ahrar’uş Şam’ın idaresine müdahil olarak adeta örgüt içi bir darbeye ön ayak olan(26) HTŞ, sürecin sonunda Ahrar’uş Şam’ın önemli bir parçasını kendi nüfuz alanına alırken İdlib’deki bir numaralı rakibini de vilayet özelinde geri plana atmıştır. Bir kısım militanı HTŞ’nin kendi içerisindeki fikir ayrılıkları sonunda örgütten kopan “şahin” figürler olan Hurras ed-Din ve Ensar ed-Din gibi yapılar da HTŞ’nin tasfiye politikasına hedef olmuş ve ciddi şekilde törpülenmişlerdir(27). İdlib’deki hakimiyetini güçlendiren HTŞ bununla da yetinmemiş ve SMO kontrolündeki Afrin ve Azez’e doğru hamle yaparak hem SMO’nun kapasitesini hem de Ankara’nın olası tepkisini test etmiştir(28). Türkiye’nin ultimatomu sonucu bölgeden çekilen HTŞ, bu süreçte “Suriye muhalefetinin yegane temsilcisi” olma arzusunun önünde SMO ve Türkiye’nin olduğunu görmüştür. Öte yandan İdlib’de uyguladığı tasfiye politikalarıyla da kendisini İdlib’in muhafazası için yegane muhatap -bir nevi İdlib’in muhafızı- olarak konumlandırmıştır.

Etki: Dönüştüren Nusra Cephesi’nden Dönüşen HTŞ’ye

DDSA’ların etki kapasiteleri devletin ana aktör olduğu düzeni “dönüştürme” ve devleti aksiyona zorlayabilmek üzerinden ele alınmaktadır. Küresel çapta gerçekleşen terör eylemleri ve bu eylemlerin faillerinin ekseriyetle Suriye, Irak ve Yemen’de savaş tecrübesi olan el-Kaide ve DAEŞ militanları olması uluslararası kamuoyunun “yabancı savaşçılar” mevzusunu ana gündem haline getirmesine zemin hazırlamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin “yabancı savaşçılar” meselesi ile alakalı aldığı 2178 sayılı karar metninde Nusra Cephesi “yabancı terörist savaşçıların katıldığı gruplar” arasında sayılmıştır(29). Daha sonra HTŞ de bu listeye eklenmiştir(30).
Nusra Cephesi uluslararası hukuk bağlamında cüzi de olsa böyle bir dönüştürücü role sahipken İran ve Rusya’nın Suriye’de savaş süreci içerisinde artan görünürlüklerinin de bir nevi müsebbibi olmuştur. Şam ve Deyrezzor’da hem alan hâkimiyeti hem de rejimin önemli figürlerinin hedef alınmasında ön planda yer alan Nusra Cephesi, İran’ın rejimi “ayakta tutmak adına” Suriye’ye müdahalesinin diğer büyük muhalif güçlerle birlikte başlıca etkeni olmuştur. 2015’te de içerisinde Nusra Cephesi’nin de yer aldığı Fetih Ordusu koalisyonunun İdlib vilayetini rejimin tüm direnişine rağmen ele geçirmesi, Rusya’yı “doğrudan müdahaleye” zorlayan bir gelişme olarak kayıtlara geçmiştir. Desteklediği Şam yönetiminin askerî olarak içine düştüğü aciz durumun İdlib’in düşüşüyle sınırlı kalmamasından çekinen Moskova, dolaylı olarak destek verdiği rejime doğrudan askerî destek vermek zorunda kalmıştır. Moskova’nın Halep ve İdlib odaklı güvenlik politikasını uluslararası kamuoyuna “radikallerle savaş” olarak satarken vitrine “Nusra Cephesi”ni koyması ve HTŞ’nin kurulmuş olmasına rağmen çoğu zaman HTŞ’yi Nusra Cephesi olarak adlandırması da Nusra Cephesi ve müttefikleri tarafından aksiyona zorlanan Moskova’nın aynı zamanda “söyleminde” de dönüşüm yaşadığı şeklinde okunabilir.
Nusra Cephesi her ne kadar bir el-Kaide uzantısı olsa da Hizbullah’a karşı gerçekleştirdiği birkaç misilleme saldırısı haricinde(31) sınır ötesi eylemlere girişmeyen, hedefini Suriye rejimini alaşağı etmek ile sınırlı tutan ve bölgesel aktörleri kendi topraklarına saldırmakla tehdit etmeyen bir örgüttü. Bu sebeple rejimin müttefikleri İran ve Rusya’ya ek olarak ABD’nin dönem dönem gerçekleştirdiği nokta operasyonlarını(32) bir kenara bıraktığımızda, örgüte karşı küresel veyahut bölgesel ittifaklar tarafından temelli bir askerî müdahale gerçekleştirilmemiştir.
Cevlani’nin özellikle üzerinde durduğu “yeni düşmanlar yaratmama” stratejisine uygun hareket eden örgüt, HTŞ serüveninde de İran ve Rusya haricinde herhangi bir ülkeye ait askerî unsurları ne söylem ne de eylem bazında hedef almıştır. İdlib’de rejim ve müttefiklerinin olası kara harekâtına karşın kendisini de bir numaralı muhalif askerî güç olarak konumlandıran örgüt, böylece kendisine yönelik uluslararası siyasî ve askerî baskıları azaltmıştır. Bu durumda elbette İdlib’in rejim eline düşmesi halinde ortaya çıkacak ve tüm bölgeyi etkileyecek yeni ve devasa bir mülteci dalgası ihtimalinin etkisi büyüktür. HTŞ henüz arzu ettiği şerhsiz meşruiyeti uluslararası muhatapları nezdinde kazanamasa da kendisini “düşman” sınıfının dışına taşıyabilmiş ve mülteci dalgası tehlikesini de bir diplomatik avantaja çevirmiştir. Türkiye’nin gözlem noktalarıyla çevrelediği ve güvenliğini – en azından bir kara harekâtına karşı- sağlama iddiasında olduğu İdlib’in “yegâne başat gücü” haline gelen HTŞ, böylece Ankara’nın dolaylı olarak kalkanı altına girmiştir. HTŞ’ye dair Nusra Cephesi tecrübesi ve HTŞ’nin Afrin’in doğusuna yönelik girişimleri hasebiyle şerhleri olan Ankara, İdlib’in güvenliği ve mülteci dalgasını engellemek amacına ulaşmak için bölgede HTŞ ile karşı karşıya gelmeyi tercih etmemektedir. Öte yandan BM’nin İdlib’e yönelik son dönemde artan ziyaretleri(33) de dönüştürücü etki kapasitesinin bir çıktısı olarak yorumlanabilir. Kendi varlığını İdlib’in ve dolayısıyla milyonlarca potansiyel mültecinin güvenliğine bağlı hale getiren HTŞ, böylece kendisine yönelik radikalizm şerhlerine rağmen BM ile sivil hükümet vasıtasıyla temas edebilmeye başlamıştır. Örgüt, İdlib’in Suriye ve bölge için önemini kendi dönüşüm sürecine zemin haline getirmiş ve “muhatap alınma” hususunda bölgesel aktörler ve uluslararası kurumlar nezdinde dönüştürücü bir etki yaratmıştır.

Sonuç

Son tahlilde HTŞ’nin Cevlani’nin “yerelleşme” siyasetine büyük oranda uyum sağlayarak süreç sonunda yerel ve İdlib özelinde tekel haline gelmiş güçlü bir yapıya dönüştüğü görülmektedir. Askerî olarak caydırıcı olsa da alan hâkimiyeti hususunda farklı bir geçmişi olan Nusra Cephesi’nin aksine HTŞ, sınırları fazla değişmeyen bir alanda önce kendi içerisinde fikrî olarak yerelleşmeye karşı figürleri tasfiye etmiş ardından ise başta Ahrar el Şam olmak üzere kendisine İdlib ve çevresinde rakip ya da en azından denge unsuru olabilecek diğer muhalif güçleri törpülemiştir. Bu gelişmeler esnasında İdlib’de kendisine bağlı olarak kurduğu sivil idare ve ona bağlı kurumlarla sürekliliğe sahip yerel bir idare ve ekonomi inşa etmeye çalışmıştır. HTŞ’nin küçülen saha hâkimiyetine karşın ekonomik olarak yeni kaynaklar üretebilmesi örgüte siyasî ve askerî olarak bir özerklik kazandırmıştır. Bu özerklik aynı zamanda etki kapasitesini de etkilemiştir. HTŞ’nin İdlib’de aykırı seslere karşı taviz vermeyen baskıcı tutumuna rağmen, halen sivil kitle içerisinde teveccüh görmesi örgütün askerî ve mali disiplin açısından diğer örgütlerden farklı olarak başarılı bir noktada bulunmasıyla alakalıdır. Ayrıca örgüt, isim ve politika değişimine rağmen halen asli düşman olarak rejim ve müttefiklerini hedef almakta ve kendisini İdlib’in baş muhafızı olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. 2023 itibariyle İdlib’de diğer muhalif unsurların yaşadığı erime, İdlib’in Afrin-Azez-Bab-Cerablus hattına kıyasla daha az idari ve emniyet sorunu yaşaması örgütün iktidar yürüyüşünün büyük oranda başarı ile sonuçlandığını göstermektedir. Öte yandan tüm yerelleşme ve “radikal” yaftasından ayrışarak muhatap bulma yönündeki gayretine rağmen HTŞ, bölgesel ve küresel aktörlerle temas ve iş birliği kurma hedefinin halen uzağında kalmıştır. Bu durumda örgütün İdlib’deki otoriter yönetiminin yanı sıra örgüt lideri Cevlani ve kurmaylarının el-Kaide mazilerinin de payı büyüktür. Örgütün İdlib’deki sivil sempatiyi Suriye Geçici Hükümeti bölgelerinde bulamıyor olması da benzer sebeplerden kaynaklıdır.


([1])Ersel Aydınlı, Violent Non-State Actors From Anarchists to Jihadists, Routledge, 2016, s.8-9.

([2]) Charles Lister, “Profiling Jabhat al-Nusra”, Brookings Institution, 2016. s.31.

([3]) Charles Lister, The Syrian Jihad: Al-Qaeda, the Islamic State and the Evolution of an Insurgency, Oxford University Press; 1st edition, 2016, s.202.

([4]) Howard J. Shatz, "ISIS and Nusra Funding and the Ending of the Syrian War", Discussion paper for the workshop on: “The emerging security dynamics and the political settlement in Syria”, Syracuse, Italy, 18-19 October 2018, s.6.

([5]) Sultan Barakat, Qatari Mediation:Between Ambition and Achievement, Brookings Institution, 2014, s.35. https://bit.ly/3RbeIVL.

([6]) Daraj, 2018 أمر إخلاء’... النصرة تصادر منازل ‘الكفار’ في إدلب https://daraj.media/4379/

([7]) Nisreen Al-Zaraee, Karam Shaar, The Economics of Hayat Tahrir al-Sham, Middle East Institute, 2021 https://bit.ly/3uvFVtu.

([8]) SDF Sells Syrian Oil to HTS Company in Idleb, The Syrian Observer, 2022https://bit.ly/3RdwG9W

([9]) HTS Raises Electricity Fees in Syria Idleb, The Syrian Observer, 2021 https://bit.ly/3SVZWne

([10]) Hussam al-Mahmoud, "Tahrir al-Sham’s bank in Idlib a need or luxury?", Enab Baladi https://bit.ly/40NQuEh

([11]) Jabhat an-Nusra – Abu Muhammad al-Julani ~ For the People of Integrity, Sacrifice is Easy, pietervanostaeyen.com, 2014 https://bit.ly/47M18xC .

([12]) “UN Delegation Visits Quake-Hit Idlib in Syria.” Anadolu Ajansı, 2023 https://bit.ly/3uqPz0m .

([13]) Charles Lister, “Earlier today,@WHOchief@DrTedrosvisited #Idlib -- specifically Bab al-Hawa hospital & medical facilities in Sarmada, associated with@sams_usa&;@ahfrelief.Yes, it's 3 weeks late, but this is a positive step -- the most senior@UNofficial to visit #Idlib, I believe” Twitter, 1 Mart 2023, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([14]) Charles Lister, “ Interesting — another@UNvisit to the #HTS-linked Salvation Government Ministry of Development & Humanitarian Affairs in #Idlib.This comes amid continued speculation about possible@UNplans to establish a permanent office in NW #Syria.”, Twitter, 24 Mayıs 2023, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([15]) Daniele Garofalo, “The General Security Service of the Syrian Salvation Government under the Hay'at Tahrir al-Sham (#HTS) controlled areas, released photos of an operation to arrest drug dealers in areas of #Idlib. Arrested the traffickers and seized large quantities of captgon and hashish. #Syria”, Twitter, 10 Aralık 2022, Erişim Tarihi: 1 Kasım 2023.

([16]) Did syrian jihadists nab a notorious Italian mobster for Italy?. L’Orient Today. (2022) https://bit.ly/47Pi3zn .

([17]) Zelin, Aaron. “Jihadi ‘counterterrorism:’ Hayat Tahrir al-Sham versus the Islamic State.” Combating Terrorism Center at West Point, 2023 https://bit.ly/49RHbqM .

([18]) Ulusal Savunma Güçleri.

([19]) Greenwood, Maja Touzari. “Islamic State and Al-Qaeda’s Foreign Fighters.” Connections 16, no. 1 (2017), s.92.

([20]) Jabhat al-Nusra’s rising stock in Syria, al Jazeera, 2013, Erişim Tarihi: Kasım 2022 https://bit.ly/49GYcE6 .

([21]) Lister, “Profiling Jabhat al-Nusra”, s.7.

([22]) Şam Fetih Cephesi tecrübesi.

([23]) Syrian jihadi group escalates campaign against foreign fighters in Idlib, al-Monitor,2022 https://bit.ly/3QOuJ2x .

([24]) Yabancı unsurların usul ve işleyişe yönelik direnç ve itirazları.

([25]) “Actor Profile: Hayat Tahrir al-Sham (HTS).” ACLED, 2023 https://bit.ly/46phXgB .

([26]) Özkizilcik, Ömer, and Ömer Behram Özdemir. “Ahrar El Şam’da ‘Darbe Girişimi’ ve Olası Senaryolar.” Suriye Gündemi, 2020 https://bit.ly/3N0Tqrl .

([27]) Hamevi, Salih el-. "İdlib’de HTŞ - Hurrasü’d-Din Rekabeti: İdeolojik Ortaklıktan Düşmanlığa". ORSAM, 2020 https://bit.ly/47NxoAg .

([28]) Özkizilcik, Ömer. “How a Former Al-Qaeda Affiliate Became an Existential Threat and a Wake-up Call for the Syrian Opposition.” Atlantic Council, 2022 https://bit.ly/3MYmNul .

([29]) Fact Sheet: UN Security Council Resolution 2178 on Foreign Terrorist Fighters, https://bit.ly/46naGOs .

([30]) Aaron Y. Zelin, “Why Is It So Difficult to Get Off a Terrorist List?”, 3 Haziran 2022, Washington Institute, https://bit.ly/40U99yo .

([31]) “Al-Nusra Says Carried out Northern Lebanon Attacks.” Anadolu Ajansı, 2015https://bit.ly/3STvSs4 .

([32]) “US Strikes Khorasan Group Targets in Syria.” Anadolu Ajansı, 2014 https://bit.ly/3RcYtYn .

([33])[1] “After the Recent Escalation, a UN Delegation Visits Idlib to Assess the Conditions of the Displaced-Ark News.” ARK News, 2023 https://bit.ly/3uw4fLJ .

Kategori Raporlar

Giriş

Aralık 2016'da (Rusya ve Türkiye, Suriye'de ülke çapında ateşkes ilan etmeden önce) Türk istihbaratı ile Rus ordusu arasında varılan bir anlaşma Halep'te ateşkes sağlanması ve ılımlı muhalif güçlerin ve sivillerin Halep'ten İdlib'e nakledilmesi öngörülüyordu(1). Halep ateşkes anlaşması, sonrasında Suriye'de ülke çapında bir ateşkesin ve Astana Süreci’nin öncüsü olmuştur.

Bu anlaşma, Moskova ve Ankara'nın daha ileri adımlar atmasına ve bölgedeki etkileşimlerinde güven inşa etmelerine olanak sağladı.

Astana Süreci, Rusya'nın Türkiye ile olan Kompartmantalizasyon (Bölümlere ayırma) stratejisini Suriye'deki çok taraflı arabuluculuğa genişleterek rakip politikalara rağmen ilişkileri yeniden canlandırmayı hedeflemekteydi. Bu yaklaşım, Moskova'nın arabuluculuk sürecindeki hassas dengeyi korumak için ve “iyi niyet” göstergesi olarak Tel Rıfat hariç Türkiye'nin 2018’de Afrin'de YPG'ye karşı operasyonuna izin vermesinin(2) de gösterdiği gibi tarafların stratejik çıkarlarına saygı gösterirken anlaşmazlıklar içinde ortak bir zemin bulmalarına olanak tanımayı amaçlamaktadır. Bu mekanizma hem karşılıklı güven oluşturmayı hem taraflar arası olası bir çatışmayı önlemeyi hem de müzakerelerle karşılıklı bir ödün vererek her bir devletin kendi politikalarını olabilecek sınırlar dahilinde maksimize etmeyi ve bunu yaparken de alanda olan diğer devletler ile çatışma olasılığını minimize etmeyi sağlamaya çalışmıştır. Bu süreç, garantör ülkelere aralarındaki olası çatışmaları önlemek için koordinasyon sağlama konusunda bir platform sunmuştur(3) Nitekim ilişkilerde kırılgan dinamikler tamamen engellenememiştir.

Bu rapor, Suriye'deki çatışmayı yönetmeyi ve İran, Rusya ve Türkiye arasında işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan Astana Süreci’nin karmaşıklığını incelemektedir. Sürecin bölgesel dinamikleri nasıl şekillendirdiğini incelemekte ve özellikle PYD/YPG oluşumları bağlamında Türkiye'nin kaygıları açısından devam eden zorlukları irdelemektedir. Takip eden bölümlerde, başlangıçta Suriye'deki çatışmayı yönetmek üzere tasarlanan Astana Süreci’nin değişen dinamikleri analiz edilmekte ve silahlı grupların sınıflandırılması ve İdlib bölgesinde yükselen tansiyon da dâhil olmak üzere değişen koşullara verdiği tepki mercek altına alınmaktadır. Ayrıca Suriye ihtilafında gerilimi azaltma, bölgelerinden normalleşme çabalarına geçişin altı çizilmekte ve Rusya, Türkiye ve İran gibi kilit aktörler arasındaki karmaşık çıkar ve çatışmaları vurgulanmaktadır. ABD ile YPG arasındaki ilişki ve Suriye çatışmasının yönetiminde arabuluculuğun rolü gibi dış faktörleri de ele almaktadır. Son olarak bu rapor, Astana Süreci’nin, özellikle İdlib meselesinin ele alınması ve Şam ile normalleşme yolunda ilerleme kaydedilmesi gibi karmaşık bölgesel çıkarlar ve güçlükler ağında ne kadar etkili olduğunu değerlendirmektedir.

Astana Katkısı

Öncelikle Astana Süreci’nin temel amacının çatışmayı sonlandırmak olmadığını belirtmek gerekir. Bunun yerine çatışmayı yönetmek ve çatışma çözümüne götürecek eylem planları için kolaylaştırıcılık görmek ve Cenevre Süreci’ne katkıda bulunmak olmuştur. Özellikle garantör olan İran, Rusya ve Türkiye’nin arasındaki çıkar uyumunu yaratmayı amaçlayarak hem bu üç ülke ve hem de alandaki garantör oldukları Suriye Rejimi ve Muhalefeti arasında bir nevi temas noktası görevi görecek olan platformda arasındaki anlaşmazlıkların müzakere edilmesine olanak sağlamıştır. Böylelikle çatışmanın yayılmasını engelleyerek ölümler azaltılmış ve güven-alıcı önlemleri gündeme fiilî olarak gelebilmiş ve bu konuda çeşitli çalışma grupları faaliyet gösterebilmiştir.

Genel anlamda ortak bildirilerde BM Güvenlik Konseyi’nin 18 Aralık 2015’te alınan 2254 sayılı kararına referans verilmektedir. Bu karar “Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğüne olan güçlü bağlılığını bir kez daha teyit” ederek DEAŞ, El Nusra ve türevleri olan terörist örgütlerle karşı mücadeleyi öngörmüş, mültecilerin gönüllü geri dönüşü için uygun koşulların sağlanması, gelişigüzel tutukluların salınması, güven inşasına yönelik önlemlerin alınması ve ateşkesin tesis edilebilmesi için çağrıda bulunmuştur (4). Nitekim bu önlemler “devlet kurumlarının devamlılığını sağlarken karşılıklı rıza temelinde oluşturulacak tam yürütme yetkilerine sahip kapsayıcı bir geçiş dönemi yönetim organının kurulması”na yönelik olmakta ve ileride barışın tesisinin sağlanması için gerekli olan adımları göstermektedir(5). Bununla birlikte Astana toplantılarının gündemlerinde de hep tekrarlayan biçimlerde Suriye'nin çevresindeki bölgesel durumdaki değişiklikler ve sahadaki durum, bu ülkede kapsamlı bir çözüme yönelik çabaları içermektedir (6). Ayrıca terörle mücadele konuları, rehinelerin serbest bırakılması ve kayıp kişilerin aranması dahil olmak üzere güven arttırıcı önlemler, insanî durum, Suriye'nin çatışma sonrası yeniden inşasını kolaylaştırmak ve Suriyeli mültecilerin anavatanlarına dönmeleri için gerekli koşulları yaratmak amacıyla uluslararası toplumun çabalarını içermektedir. Astana Süreci sahada çatışmasızlık bölgeleri kurarak ve belli bir dereceye kadar savaşı dondurarak silahlı ve sivil insan ölümlerini azaltmış olsa da siyasî bir çözüme giden yol haritasında tıkanmalar yaşanmıştır (7).

Astana’da Tıkanmalar

19 Temmuz 2022’de Tahran Zirvesi sonrası yayınlanan üçlü bildiride Ankara, Moskova ve Tahran arasındaki eşgüdümü ilerletme hedefi belirtilirken ekonomik ve politik iş birliğinin ilerletilmesi amacına değinilmiştir(8). Aynı bildiride terörizme karşı kesintisiz mücadeleye yer verilirken metinde hangi terör örgütlerine karşı mücadele yürütüleceği muğlak kalmıştır.

Aynı ortak bildiri, 'gayrimeşru özerklik girişimleri de dâhil olmak üzere terörle mücadele bahanesiyle sahada yeni gerçeklikler yaratmaya yönelik tüm girişimleri reddetmiş ve Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı' vurgulamıştır. Ayrıca sınır ötesi saldırılar ve sızmalar da dâhil olmak üzere komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit etmeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir(9).Bununla birlikte metinde PYD/YPG oluşumlarının isimleri net olarak belirtilmemiş olsa da Fırat’ın doğusunda gerçekleşen gündemin bu üç aktörü de farklı bir şekilde rahatsız ettiği görülmektedir. Bununla birlikte YPG’nin ismi hiçbir resmî Astana bildirisinde de geçmemektedir.

YPG’nin otonom bir yapı kurma arzusu Türkiye için PKK’nın bölgede gücünü arttırmasına sebep olacak olup bir ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü meselesi haline gelirken Rusya ve İran için de ABD’nin bölgeye YPG aracılığıyla sahada ve masada adımını sağlamlaştırmasına işaret etmekte ve bölgede kendilerine karşı bir nüfuz elde edebilme kapasitesinin artırılmasına neden olmaktadır. Rusya ve İran YPG/PYD‘yi terör örgütü olarak görmeyip bu oluşumla pragmatik ilişkilere daha açık görünmektedir. Nitekim Moskova ve Tahran’ı rahatsız eden şey ABD’nin bu yapıyı kullanarak bölgede bir dayanak kurmaya çalışması olmuştur. Ankara’yı rahatsız eden durum ise NATO müttefiki ABD’nin Ankara’nın terör örgütü olarak tanıdığı bu oluşuma desteğidir. Nitekim ABD’nin bölgede YPG’nin yanında bulunması Ankara’nın özellikle Fırat’ın doğusundaki ulusal güvenliğini tehdit eden otonom oluşuma karşı operasyon kabiliyetini de sınırlamaktadır. Bunun sebebi çeşitli bölgelerde askerî olarak girmiş olan ABD ve Rusya varlığı kendi etkileri altında olan gruplara da (YPG gibi) birer güvenlik şemsiyesi görevi görmektedir ve bu alanlarda operasyon yapmak isteyen Ankara’yı kendileri ile fiilî olarak bir çeşit koordinasyona zorlamaktadır. Bu yüzden TSK’nın operasyon alanı bu devletlerle olan diplomasi trafiği ile de belirlenebilmektedir.

Suriye’deki bu diplomasi trafiği aynı zamanda çeşitli aktörlerin değişen nüfuz ve kontrol alanlarına göre de şekil değiştirebilmektedir. Nitekim bu trafikteki öncelikler diğer bir terör örgütü olan DEAŞ’ın ilerlemesine ve gerilemesine göre de değişebilmiştir. Ekim 2017’de DEAŞ’ın de facto merkez şehri olan Rakka’nın ABD destekli SDG’nin eline geçmesiyle DEAŞ’ın güç kaybı çok daha görünür olmuştur(10).Astana Üçlüsü’nünün ortak konu başlıklarından olan DEAŞ’a karşı mücadele hedefinin yanı sıra sahadaki başka amaçlar daha belirgin olmaya başlamıştır. Astana Formatında El Nusra ve DEAŞ terör örgütlerine karşı ortak mücadele kabul edilmiş ve bu örgütlerin diğer silahlı gruplardan ayrı olduğu bildirilmiştir; fakat bu ayrım bir muğlaklığı da beraberinde getirmiştir(11).Nitekim sahada (özellikle İdlib’te) silahlı gruplar arasında kesin bir ayrım yapılmadığı taraflar arasında kendini belli etmiştir(12) Böylece Astana Süreci sahada DEAŞ’ın güç kaybından sonra değişen dinamikler, taraflar arasındaki görüş ayrılıklarını daha belirgin hale getirmeye başlamıştır. Şam rejimi 2017'nin başında Doğu Guta'ya yönelik saldırılarını artırmış bulunuyordu ve bu 2018 baharında büyük bir saldırıyla sonuçlandı. Haziran 2018'de Dera'da da benzer bir askerî kampanya başlatıldı(13) Şubat 2018'de Moskova, Humus'taki gerilimi azaltma bölgesini tek taraflı olarak feshetti ve bu da iki ay sonra Rus ve Suriye güçlerinin bölgeye saldırmasına ve Mayıs 2018'de Humus'taki muhaliflerin teslim olmasına yol açtı(14) Türk ordusu Astana Süreci uyarınca ateşkesi izlemek üzere halihazırda Ekim 2017'de İdlib'te bulunuyordu(15).

Alandaki dinamikler bu şekilde devam ederken görüş ayrılıkları yerine Astana Süreci Suriye’de siyasî geçişin önünü açabilmeyi kolaylaştıracak Anayasa ve Suriye bazında geniş toplumsal katılımın sağlanmasına yönelik Anayasa çalışmalarının önü açılmaya çalışılmış ve Liderlik Zirveleri ile üç garantör arasındaki görüş ayrılıklarının hızlı ve etkili bir şekilde çözümlenmesi amaçlanmıştır. Burada Anayasa Komitesi çalışmaları hep ertelenmiş ve anayasa çalışmalarında adil bir uzlaşmaya yakın zamanda varılacak gibi görünmemektedir(16). Bununla birlikte, Astana platformu bu üç devlet arasında da tam kurumsallaşmış bir diplomatik ağ merkezi kuramamıştır. Fakat üçlü ilişkilerde ad hoc diplomasinin önünü açabilmek ve sorunların daha pragmatik çözümü için çeşitli zirveler ve oturumlar aracılığıyla ortak bir buluşma noktası yaratmıştır. İlk zirve 22 Kasım 2017’de gerçekleşmiş olup DEAŞ’ın bölgede güç kaybettiği Şam’ın muhalif bölgelere operasyonlarını arttırdığı ve Türkiye’nin Astana garantörü olarak İdlib’te gözlem noktaları kurmuş olduğu bir zamana denk gelmiş ve Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kurulması hangi zemin üzerine olacağına dair müzakereler söz konusu olmuş ve üç lider de kameralara samimi bir birlik mesajı vermiştir(17). Fakat bu birlik mesajları fotoğraflarda zaman içinde kaybolmuştur.

İdlib Düğümü

19 Eylül 2019’da BM Güvenlik Konseyi’ndeki Belçika, Almanya ve Kuveyt tarafından hazırlanan ve İdlib ile ilgili olan taslak karar Rus ve Çin vetoları ile hayata geçirilememiştir. Hazırlanan taslakta, terörle mücadeleye ve buna dair önlemlerin alınmasının gerekliliğine işaret edilirken terörist gruplarla siviller arasında bir ayrımın yapılması gerektiğine ve İdlib’te ateşkesin devamlılığının sağlanması öngörülmekteydi(18). Bu tasarı aslında İdlib’deki duruma dikkat çekmiş ve ateşkesin sağlanamadığını göstermiştir. Aynı tasarı 17 Eylül 2018 tarihinde Rusya ve Türkiye arasında imzalanan Memoranduma da gönderme yapmaktaydı(19). Nitekim İdlib’te ateşkesin sağlanamaması Türk-Rus ilişkilerinde de gerilimlere yol açmaya ve Astana Sürecinde ilerlemeye ket vurmaya başlamıştı. İdlib’teki krizi hafifletebilmek ve “geçici bir çözüm” oluşturabilmek için Erdoğan ve Putin 18 Eylül 2018’de Soçi Memorandumunu imzaladı(20). Bu anlaşma, Türkiye'ye HTS gibi aşırıcı grupları sınırdan uzaklaştırma görevi verdi ve İdlib ile Suriye rejimi arasındaki sınır boyunca 15-20 km derinliğinde ağır silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulmasını öngördü (21) . Ancak bu anlaşma tam olarak uygulanmadı ve Astana Süreci, karmaşık Suriye iç savaşındaki artan anlaşmazlıklar ve gerginlikler nedeniyle belirsizliklerle yoluna devam etti. Nitekim Ocak ve Şubat 2020’de iki ülke lideri de bir diğerinin bu anlaşmaya uymadığını iddia edip karşılıklı gerginlikleri söylemlerinde dile getiriyorlardı(22).

Rejimin Rus Hava Kuvvetlerinin yardımıyla düzenlediği “İdlib Şafağı” operasyonu (2019-2020) sırasında 28 Şubat 2020'de resmî rakamlara göre 33 Türk askerinin yerleri Rus makamlarınca bilinmesine rağmen vurulmasıyla ortaya çıkan ve giderek büyüyen İdlib krizi, Türk-Rus diplomasi trafiğinde büyük bir tıkanıklığa işaret eden gelişmelerin ifadesiydi(23). Krizin ardından Mart 2020'de Moskova'da imzalanan mutabakata göre Türkiye, "M4 otoyolunun 6 km kuzeyinde ve 6 km güneyinde güvenli koridor" oluşturulmasıyla İdlib'deki varlığına ilişkin tavizler vermiş ancak Suriye konusunda ilişkiler gergin kalmaya devam etmiştir(24) Fakat, bu tavizlere rağmen TSK ve Suriye Milli Ordusu, Rejim güçlerine karşı kendi mevzilerini sağlamlaştırmış ve Rejimin İdlib’e karşı olası bir askerî harekatına karşı çok daha dayanıklı bir set çekebilmiştir (25) Nitekim Ekim 2021'de de olduğu gibi Suriye ordusunun haftalarca sivil yerleşim yerlerini bombalayarak yeni bir göç dalgasını tetiklemeye çalıştığı bilinmektedir(26).

Çatışmasızlık Bölgelerinden Normalleşme Adlmlarına

3-4 Mayıs 2017 tarihlerinde düzenlenen 4. Astana turunun sonunda Astana garantörleri Rusya, Türkiye ve İran, Suriye'de İdlib ve komşu vilayetlerin bazı bölgelerinde (Lazkiye, Hama ve Halep vilayetleri) Humus vilayetinin kuzeyindeki bazı bölgelerde, Doğu Guta'da ve Suriye'nin güneyindeki bazı bölgelerde (Dera ve El-Kuneytra vilayetleri) başlangıçta altı ay süreyle geçerli olacak ve uzatılabilecek fakat geçici "gerilimi azaltma bölgeleri" (de-escalation zones) kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzaladı(27) .Anlaşma, DEAŞ ve El Nusra gibi grupları dışarıda bırakırken silah kullanımını durdurmayı, insani yardımların ulaştırılmasını sağlamayı ve yerinden edilmiş insanların geri dönüşünü teşvik etmeyi amaçlamaktaydı. Anlaşmanın uygulanmaya başlandığı ilk günlerde, belirlenen bölgelerdeki çatışmalarda önemli bir azalma olduğu iddia edilmekteydi(28) . Nitekim bu durum çatışmasızlık bölgelerinde çok uzun sürmemiş gibi görünüyordu. Örneğin; çatışmasızlık bölgelerinden olan Dera'da, 2018'de başlayan ateşkes anlaşması, zamanla Rusya ve İran'ın rekabetine sahne olmuş ve çatışmaların tekrar başlamasıyla Şam Yönetimi kendi gücünü bölgeye dayatabilmiştir(29) Şam tarafından ele geçirilen bölgelerdeki muhalif silahlı gruplar ve siviller otobüslerle İdlib’e transfer edilmiş ve burada aşırı birikmeye yol açmıştır(30).

Astana Süreci, Suriye'de gerilimi azaltma bölgeleri oluşturarak insanî yardımı kolaylaştırmayı ve siyasî bir çözümün yolunu açmayı amaçlıyordu (31). Ancak bu süreç, ihlallere karşı yaptırım mekanizması eksikliği, tarafsız bir gözlemci eksikliği ve siyasî çözümde belirsizlik nedeniyle başarısız oldu ve rejim tarafından muhalefet bölgelerinin ortadan kaldırılmasını kolaylaştırırken geriye sadece İdlib gerilimi azaltma bölgesi kaldı (32). Astana Süreci, halihazırda devam eden Cenevre görüşmelerinden farklı bir format sunmaktaydı. Nitekim Cenevre'nin etkinliği genel anlamda ABD-Rus ilişkileri ve müzakerelerine dayanırken Astana'nın etkisi üçlü ilişkiler ve aralarındaki müzakerelere bağlı durumdadır. Cenevre Süreci daha fazla katılımcı devleti kapsarken ve askerî grupları dışarıda bırakırken Astana Süreci sahadaki askerî grupları da içine alarak daha çok alana ve askerî düzeye odaklanmaktadır.

Cenevre Süreci halihazırda BM düzeyinde meşru olarak görülürken Astana Süreci meşruiyetini sağlayabilmek için BM ile işbirliği içinde haraket etmeli ve Cenevre ile BMGK kararlarına dayanak oluşturmak zorundadır. Astana görüşmeleri, belirli bir tarafı açıkça destekleyen ve aktif olarak sahada bulunan ülkeler tarafından yürütülmektedir.

30-31 Ekim 2017’deki Astana görüşmelerinin 7. turu sırasında Rusya Devlet Başkanı'nın Suriye özel temsilcisi ve Astana görüşmelerindeki Rus heyetinin başkanı Alexander Lavrentiev, Türk heyetine özellikle İdlib’teki durum nezdinde Suriye Rejimi ve Türkiye arasında Moskova’nın arabulucu bir rol oynayabileceğini belirtmiş ve Şam ile Ankara arasında askerî bir koordinasyonun sağlanmasını hedeflemiştir(33) . Nitekim bu şekilde de Türk askeri Suriye’de “illegal” bir varlık göstermemiş olacaktır(34). TSK’nın Suriye’deki varlığı Rejimi rahatsız etmektedir ve Şam ile olası bir anlaşma, Ankara’nın ulusal güvenlik meselesi olarak gördüğü ve açıkça belirttiği hususlarda da askerî operasyonel etki alanını da fazlasıyla kısıtlayacak duruma getirecektir.

2019 yılı itibariyle Türk askerî yetkilileri ile Şam’a bağlı Suriyeli askerî yetkililer halihazırda temas halinde bulunmaktaydı(35) . Diğer yandan Türkiye'nin YPG'ye yönelik Suriye içindeki operasyonlarını kısıtlamaya çalışan Rusya, Ekim 2019'da imzalanan Soçi Mutabakatı ile PKK'nın Suriye'deki faaliyetlerini ele almayı ve PKK terörüyle mücadelede Türkiye ile Suriye arasında işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan 1998 tarihli Adana Mutabakatı'nın uygulanmasını önererek Türkiye'yi Kürt meselesinde Suriye rejimiyle işbirliğine dâhil etmeye çalışmıştır (36) . 2022 yılı Kasım ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şam ile diyalog kurulabileceğini de belirtiyordu(37) . Nitekim 2021 yılı son çeyreğinde halihazırda değişen ölçülerde de olsa bölge ülkelerinin Rejim ile normalleşme gündemleri olduğu bilinmekteydi(38). 20-21 Haziran 2023’te gerçekleşen 20. Tur sonrası Kazakistan’ın Astana Süreci’nde ev sahipliğinden çekilme kararı “hayretle” karşılanmış olmakla birlikte bu mekanizma Moskova arabuluculuğuyla Ankara-Şam normalleşme görüşmelerine evrilmeye başlamıştır(39).

Her ne kadar bu görüşmeler olsa da Ankara-Şam arası kolay bir şekilde düzelecek gibi görünmemektedir. Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki askerî varlığı ve İdlib’in Rejim güçleri tarafından ele geçirilmesini önlemeye yönelik politikaları, Rejimi rahatsız etmekte ve Ankara açısından bölgeden askerî olarak çıkmak bölgeden gelecek ulusal güvenlik kaygılarını da arttırmaktadır. Nitekim Türkiye açısında Adana Mutabakatı’nın işletilebilmesi de Suriye Rejiminin PYD/YPG ile mücadele etme iradesinin olmasına bağlıdır ki bu iradenin de varlığı kuşkuludur(40).

“Astana Süreci” son zamanlarda özellikle Rusya’nın arabuluculuğunda Ankara ve Şam arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi hedeflemektedir. Fakat bu normalleşme zemini kolay görünmemektedir. Her ne kadar Ağustos 2022’de Dışişleri eski Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Şam’daki mevkidaşı Faisal Mekdad ile temas kurmuş ve aynı ay Bakan Çavuşoğlu Suriye Muhalefeti Ulusal Koalisyonu Başkanı Salem Al Meslet, Suriye Müzakere Komisyonu Başkanı Bedir Camus ve Suriye Geçici Hükümeti Başkanı Abdurrahman Mustafa ile bir araya gelmiştir.

Bununla birlikte Türkiye ve Suriye Savunma Bakanları ve İstihbarat Başkanlarının resmî olarak görüştükleri ve diplomatik heyetlerin de toplantı yaptığı bilinmektedir(41). Nitekim eski Bakan Çavuşoğlu da bu temaslarda kalıcı bir barış için “birlik ve beraberliğin” öneminin altını çizmekteydi. Bu birlik ve beraberlik Şam yönetiminin de muhaliflere yakınlaşması ile gerçekleşecek bir durumdur. Bununla birlikte Türkiye’nin askerî varlığı ve muhaliflere desteği de Şam’ın tüm ülkede sadece kendi iradesini dayatmasının önüne geçmekte ve muhaliflerin masadaki yerini de korumaktadır. Suriye’deki Türk askerî varlığı hem YPG nezdinde otonom bir Kürt yönetiminin bir dereceye kadar önüne geçip Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması yönünde bir katkı sağlarken hem de Rejim güçlerinin muhalif bölgeleri bombalamasının önüne geçebilmektedir. Nitekim Rejim, müzakere önkoşulu olarak Türkiye’nin bölgeden çıkmasını isterken Ankara, ulusal güvenliğini sağlama alana kadar alanda kalmak niyetindedir (42).

YPG Dilemması Ve Türkiye

Üç garantör devletin bu sürece katılmasının arkasında başka sebepler de vardır. Platform (başarılı olması halinde) garantör devletlere uluslararası alanda bir prestij sağlayabileceği gibi başta Rusya olmak üzere Cenevre Süreci’ni ve bölgedeki dinamikleri kendi öncelikleri bağlamında etkileme imkânı verecektir. İran için ise kendi kazanımlarını ve Suriye üzerinden geçen İran-Hizbullah koridorunu ve Rejim üzerindeki etkisini korumak elzemdir ve bu süreci özellikle bu yönde kullanmak istemektedir. Türkiye açısından üçlü sürece katılmak, Ankara'nın Suriye'deki TSK varlığını meşrulaştırması, Rejim güçlerinin muhalif güçlere yönelik saldırılarını azaltması(43) ve YPG/PYD'nin diplomatik forumlardaki rolünü ve sahadaki varlığını sınırlandırması için bir fırsat olarak değerlendirildi. Örneğin; Ankara, 30-31 Aralık 2017’de 8. Astana Turunda kararlaştırılan ve Ocak 2018’de Soçi’de düzenlenmiş olan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kurduğu Suriye Anayasal Komitesi’nde Kürtlerin temsilcisi olarak PYD/YPG’nin görülmesini engelleyebilmiştir(44) . Nitekim alanda hiçbir aktör tek başına bir harekat kabileyetine sahip değildir.

04.10.2012 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş olup Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’de sınır ötesi operasyonlarına yeşil ışık yakan ve 04.10.2013’te tekrar uzatılan tezkerede ise “Suriye kaynaklı açık ve yakın tehditlere” vurgu yapılmakta ve bu tehditler genel anlamda sınırlara yönelik saldırı, bu saldırılardan hayatını kaybeden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve Şam’daki yönetimin politikalarından kaynaklı olarak sınırlara yönelik kitlesel göç olarak sunulmaktadır(45). Bununla birlikte Ankara’nın ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü PKK bağlantılı YPG ve DEAŞ oluşumlarının 2014 yılından itibaren daha görünür olmaya başlaması Suriye ve Irak’taki güç boşluğundan kaynaklanan eş zamanlı bir tehdit algısına dönüşmüştür. Nitekim 02.10.2014’te TBMM’de bir yıllığına kabul edilen ve bu zamana kadar birçok kez uzatılan tezkerede TSK, ulusal ve bölgesel güvenliğe zarar verici PKK ve DEAŞ kaynaklı terör tehditlerine karşı hazır duruma getirilmeye çalışılmış ve “Suriye’de rejimin, dördüncü yılına giren şiddet politikalarının insanî açıdan, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler artmaktadır” ibaresi geçirilmiştir(46). Nitekim Ekim 2016’dan itibaren uzatılan TBMM kararlarında (1128, 1162, 1199, 1231,1266 ve 1310) vurgu en çok Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüklerinin korunmasının önemine ve etnik (PKK/PYD-YPG) ve mezhepsel (genel anlamda DEAŞ) terörizme karşılık olası sınır dışı askerî operasyonlarda hükümete TSK’yı kullanma yetkisi verilmiş ancak bu kararlarda “Suriye’deki rejim” ifadesine pek rastlanılmamıştır(47). Bunun sebebi 2016’nın Türkiye’nin Suriye politikası bakımından bir dönüm noktası olmasıdır ve Ankara’yı Astana Süreci’ne ortak yapan da bahsi geçen yılda yaşanan hadiselerdir. Fırat’ın batısındaki Rus varlığı ve doğusundaki ABD varlığı Ankara’nın YPG’ye karşı askerî operasyonlarında bu iki ülke ile anlaşmasını zorunlu kılmıştır(48). Astana Süreci işte bu kapsamda Rusya ile bu konuda müzakere edebilmesine de olanak sağlamıştır.

Türk karar alıcılarının Suriye üzerindeki politikalarında bölgedeki gelişmelerin yanı sıra ABD’nin de ülkedeki politikaları etkili olmuştur. Nitekim 2014’te DEAŞ’in daha görünür olması 2015’te ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne olan yardımını arttırmış ve 2016-2017 gibi Washington çevrelerinde Rejim karşıtı söylemlerin vurgusu azalmıştır(49). Bunun yerine ana amaç kıyı ötesinden özellikle SDF ve Al-Tanf üssünde askerî varlığı aracılığıyla en kısık askerî ve ekonomik (aynı zamanda politik) maliyetle DEAŞ’e karşı operasyonlar ve İran’ın bölgedeki artan etkisine karşı bir önlem alabilme yeteneğine erişmek olmuştur(50) Ankara genel anlamda ABD’nin bölgedeki varlığından ziyade ABD’nin YPG/PYD’ye olan açık desteğinden fazlasıyla rahatsızlık duymaktadır. Bununla birlikte, Rusya’nın da YPG/PYD ile temaslarının sağlam olduğu bilinmektedir. Nitekim, 31 Mart 2021’de Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Valdai toplantısında şunları ifade etmiştir:
“Demokratik Suriye Güçleri Başkomutanı Sayın Mazlum Abdi ile temaslarımız var. Yardım etmeye hazırız. Ancak kendileri hala Şam'la uzun vadeli ve sürdürülebilir anlaşmalar yapmaya mı yoksa Amerikalıların (orada kalmaya karar verdiklerinden beri) bir şekilde yardım edeceğini ummaya mı güvenecekleri konusunda tereddüt ediyorlarsa, zorla iyi ilişkiler kuramazsınız”(51).

Aynı toplantıda Lavrov, Fırat'ın doğu yakasında aktif bir şekilde faaliyet gösteren ABD’nin buradan elde edilen hidrokarbon, tahıl gibi kaynakların satışından gelir elde ederek yerel yönetimlerin kurulmasına aracı olduğunu ve ayrıca, Suriye'nin Arap komşularının bu bölgelere yatırım yapmasını teşvik edip bölgedeki halkın refahını artırarak Rejimi devirmeyi hedeflediğini ifade etmiştir(52). Nitekim Joe Biden yönetiminin Rejime karşı uyguladığı ambargo da devam etmektedir(53). Bununla birlikte Moskova YPG/PYD üzerinde etki sahibi olmak istemekte ve Rejim ile YPG/PYD’nin arasını bulmaya da çalışmaktadır(54). Moskova ve Tahran’ın rahatsız olduğu konu bu oluşumda ABD etkisinin çok görünür olması ve bu örgüt aracılığıyla ABD’nin bölgede bulunmasıdır. Bununla birlikte Moskova; Şam, YPG ve Ankara arasında bir arabuluculuk mekanizması kurmaya çalışmakta ve Ankara’nın YPG’ye karşı başka bir askerî operasyon yürütmesini de engellemeye çalışmaktadır (55). Bunun yanı sıra Moskova ve Tahran Ankara’nın Suriye’deki askerî varlığını çekmesine yönelik baskı da yapmaktadırlar(56).

Sonuç

Cenevre ve Astana süreçleri gibi Suriye'deki arabuluculuk çabaları, Suriye'deki çatışmanın karmaşıklığını ve güç dinamiklerini yansıtacak şekilde, ilgili aktörlerin çıkar ve gündemlerinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Rusya, Türkiye ve İran'ın DEAŞ'la mücadele, silahlı çatışmaların sona erdirilmesi ve bölgede koordinasyon sağlanması gibi ortak çıkarları olsa da motivasyonları ve öncelikleri farklılık göstermektedir. DEAŞ tehdidi azaldıkça çatışan gündemler daha belirgin hale geldi ve Astana görüşmelerinin azalmasına ve üç garantör devlet (Rusya, Türkiye ve İran) arasındaki zirvelerin ve ikili Rus-Türk görüşmelerinin artmasına yol açtı. Bu aktörler değişen dinamiklere uyum sağlayarak ve gündemlerinde esnekliğe öncelik vererek çatışan çıkarların üstesinden gelmeye ve Astana Süreci’ndeki değişen dinamiklere katkıda bulunmaya çalışmaktadır. ABD-YPG ve ABD-İsrail ilişkileri gibi diğer aktörlerin katılımı ve etkileşimleri de Astana sürecinde Rusya, Türkiye ve İran arasındaki dinamikleri önemli ölçüde etkilemiştir. Astana Süreci bir dereceye kadar başarılı olsa da çatışmayı yönetmedeki etkinliği, garantör devletlerin bölgedeki görünüşte çatışan çıkarlarını yönetmedeki çok kırılgan olan uyum kabiliyetlerine bağlıdır.

Astana’da tıkanmalar genel anlamda İdlib konusunda, DEAŞ ve Nusra harici terörist grupların tam belli ve ortak bir şekilde adlandırılamamasında kendini göstermiştir. Bununla birlikte çatışmasızlık bölgelerinden normalleşmeye evrilmeye çalışan süreçte çeşitli zorluklar bulunmaktadır. Bunlardan ilki Ankara, Muhaliflerin yeniden inşa edilecek Suriye’deki konumlarını ve PYD/YPG’ye karşı mücadelesinde kendi güvenlik çıkarlarını garanti altına almak istemekte ve onurlu bir şekilde geçici koruma altındaki sığınmacıları tekrar ülkesine dönebilecek olanakların sağlanmasını istemektedir. Şam ise bu süreçte baştan Türkiye’nin alandan çıkmasını istemekte ve İdlib’i de alarak muhalifleri Türkiye’ye sürme amacını taşıyor görünmektedir. Nitekim olası bir yeniden inşa sürecinde muhalifler yeni oluşabilecek bir sistemde Rejime karşı siyasî ve/ya askerî bir denge unsuru olabilecek duruma da gelebileceği tahmin edilebilir. Aynı zamanda Türkiye, Adana Mutabakatı’nın işletilebilmesi için yeni birtakım güvencelere ihtiyaç duymaktadır ve bu güvencelerin de Şam tarafından karşılanabileceği kuşkuludur. Şam ise TSK’nın tamamen bölgeden çıkmasını istemektedir. Bu bakımdan yakın zaman içinde sorunun çözülebileceği olası görünmemektedir.


([1]) Kareem Shaheen, “Aleppo: Russia-Turkey ceasefire deal offers hope of survival for residents,” 14 Aralık 2016, https://bit.ly/3S88vec

([2]) Şener Aktürk, "Relations between Russia and Turkey Before, During, and After the Failed Coup of 2016." Insight Turkey 21, no.4 (Fall 2019): 97-113. DOI: 10.25253/99.2019214.06.

([3]) Hamidreza Azizi, “Why the Ankara Summit Is Important,” 18 Eylül 2019. https://bit.ly/3SeoS9b

([4])  Kararın tam metnine şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/3rZHkaD

([5])  Kararın tam metnine şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/3rZHkaD

([6])  Kazakistan’ın Rusya’daki Büyükelçiliği, “Астанинский процесс,” https://bit.ly/45GqM5r

([7]) Philip Loft, “Syria's civil war in 2023: Assad back in the Arab League,” House of Commons Library, 9 Haziran 2023, https://bit.ly/3Q4gQN9

([8]) T.C. Cumhurbaşkanlığı, “Joint Statement by the President of the Islamic Republic of Iran, the President of the Russian Federation, and the President of the Republic of Türkiye (Tehran, 19 July 2022),” 19 Temmuz 2022, https://bit.ly/3QskPEA

([9])  Ibid.

([10]) Arwa Damon, Ghazi Balkiz ve Laura Smith-Spark, “Raqqa: US-backed forces declare 'total liberation' of ISIS stronghold,” 20 Ekim 2017, https://bit.ly/3Mfrwrd ; Nate Rosenblatt & David Kilcullen, “How Raqqa Became the Capital of ISIS,” Temmuz 2019, https://bit.ly/3MctkkG

([11])  Ömer Önhon, Büyükelçinin Gözünden Suriye, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2021. Sf.300

([12])  Ibid.

([13]) Gregor Jaecke ve David Labude, “De-escalation zones in Syria: Background and status quo of a paradox.” Konrad Adenauer Stiftung (Haziran 2020), https://www.kas.de/documents/252038/7938566/De-escalation+zones+in+Syria.pdf/4a717753-1fff-352b-b6ff-1abba5f7fdb8?version=1.1&t=1592814733641

([14]) Ibid.

([15]) Ibid.

([16]) Ömer Faruk Yıldız, “Suriye Anayasa Komitesi toplantılarının 9. turu ertelendi,” 16 Temmuz 2022, https://bit.ly/3Qq4MXT

([17]) Deutsche Welle, “Rusya'dan "Adana Mutabakatı" çıkışı,” 16 Ekim 2019, https://bit.ly/3s2vZ9U

([18]) İlgili belgeye şu linkten ulaşılabilir: https://bit.ly/409txLh

([19]) Ibid.

([20]) Henry Foy and Chloe Cornish et al., “Idlib: Russia and Turkey dig in for a final Syria battle,” 6 Mart 2019,https://bit.ly/48WAbbX

([21]) Joyce Karam, “Full text of Turkey-Russia memorandum on Idlib revealed,” 19 Eylül 2018,https://bit.ly/495Cc5u

([22]) Gazete Duvar, “Erdoğan'ı Rus basınının hedefi yapan 'Slava Ukraine' sloganı neden tartışmalı?” 4 Şubat 2020, https://bit.ly/3QpDjWl; Euronews, “Erdoğan'ın İdlib çıkışına Kremlin'den yanıt: 'Yükümlülüklerimize tamamıyla uyuyoruz'” 31 Ocak 2020, https://bit.ly/3S9kxE2; T.C. İletişim Başkanlığı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna’da,” 3 Şubat 2020, https://bit.ly/3rQzEYs RFI, “A year after Sochi agreement, still no peace in Syria,” 16 Eylül 2019.,https://bit.ly/3s9Pk93

([23]) Deutsche Welle, “İdlib’de büyük savaş artık kaçınılmaz mı?”, 25 Şubat 2020, https://bit.ly/3PXWuoI  Deutsche Welle, “Akar: Saldırı Rusya ile koordinasyona rağmen yapıldı,” 28 Şubat 2020, https://bit.ly/46BlXM7

([24]) Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, “İdlib’de bu gece yarısı itibariyle ateşkes yürürlüğe girecektir.” 5 Mart, 2020, https://bit.ly/3S9kFn0

([25]) Кирилл Семенов, “Сирия: первый год без большой войны,” 15 Aralık 2021, https://bit.ly/46FKrnf  

([26]) Serhat Erkmen, “Suriye’de sonun başlangıcı ve yeni dengeler,” 3 Mayıs 2023, https://bit.ly/46C1MgX

([27]) İlgili Memoranduma şu linkten bakılabilir: https://bit.ly/492Ugx1

([28]) BBC Türkçe, “Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri mutabakatının içeriğinde neler var?” 6 Mayıs 2017,https://bit.ly/496b06T

([29]) Kutluhan Görücü ve Ömer Özkızılcık, “Uzlaşıdan Kuşatmaya Dera’da Neler Oluyor?” SETA (Eylül 2021), https://bit.ly/3FrNOSJ

([30]) Ömer Önhon, Ibid. sf. 301; https://bit.ly/3tGIUPj  

([31]) Gregor Jaecke ve David Labude, Ibid.

([32]) Ibid.

([33]) TASS, “РФ готова выступить посредником между Дамаском и Анкарой по ситуации в Идлибе,” 30 Ekim 2017, https://bit.ly/3FsGgz8

([34]) Asianews.it, “Seventh round of Astana talks: Syrian conflict, military and humanitarian issues,” 31 Ekim 2017, https://bit.ly/495CqcQ

([35]) Sputnik Türkiye, “Esad: Erdoğan'la görüşmeye hazırız,” 12 Mayıs 2019, https://bit.ly/48ZXrpt

([36]) Al Jazeera, “Full text of Turkey, Russia agreement on northeast Syria,” 22 Ekim 2019, https://bit.ly/48UMi9g ; .И. Игоревич, and Ф.Т.Константиновна, “Сирийский Фактор В Российско-ТурецкихОтношениях.” Государственное и муниципальное управление, no.1 (2020): 208-215.; Atay Akdevelioğlu, and Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu'yla İlişkiler,” Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, C. II (1980-2001), ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim, 2013), 551-586.; T.C. Başbakanlık, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı.” TBMM, 9 Şubat 2011, https://bit.ly/471ZIib

([37]) Euronews, “Cumhurbaşkanı Erdoğan: (Esad'la görüşme) Olabilir, siyasette küslük ve dargınlık olmaz,” 23 Kasım 2022, https://bit.ly/3Q8XAOR

([38]) Baraa Khurfan ve Navvar Şaban, Normalizing with the Assad regime, Different Approaches at Different Levels, 20 Nisan 2022, https://bit.ly/46WtJQn

([39]) TASS, “Решение Казахстана о переносе встреч по Сирии стало неожиданностью для РФ, Ирана и Турции,” 21 Haziran 2023, https://bit.ly/45Hcf9E ; Андрей Морозов, “Президенты Сирии и Турции Асад и Эрдоган могут встретиться в присутствии Путина,” 9 Temmuz 2023, https://bit.ly/45ELaUu

([40]) Ahval, “Afrin Day 27: Syria calls on Kurds, Arabs to unite against “Turkish assault”,” 15 Şubat 2018, https://bit.ly/45VIylr

([41]) Serhat Erkmen, “Suriye’de sonun başlangıcı ve yeni dengeler,” Ibid.

([42]) Serhat Erkmen, “Suriye’de değişen ne? Astana dönemi bitti mi? Türkiye bunun neresinde?,” Fikir Turu, 30 Ağustos 2023, https://bit.ly/3SaCOkw

([43]) Simon Speakman Cordall, “Astana talks achieve mixed results although crucial issues broached,” 3 Ağustos 2019, https://bit.ly/402qvsh

([44]) Taha Abdul Wahed, “Astana 8 Sets Sochi Congress Date, Keeps Kurds Away,” 23 Aralık 2017, https://bit.ly/473k9v7

([45]) T.C. Resmi Gazete, “Tbmm Karari Suriye’deki Durumun Oluşturduğu Tehdit Ve Riskler Çerçevesinde Hudut, Şümul, Miktar Ve Zamani Hükümetçe Takdir Ve Tespit Edilmek Kaydiyla, Türk Silahli Kuvvetlerinin Yabanci Ülkelere Gönderilmesi Ve Görevlendirilmesi İle Gerekli Düzenlemelerin Hükümet Tarafindan Belirlenecek Esaslara Göre Yapilmasi İçin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 04.10.2012 Tarihli Ve 1025 Sayili Karari’yla Hükümete Verilen İzin Süresinin Anayasanin 92’nci Maddesi Uyarinca 04.10.2013 Tarihinden İtibaren Bir Yil Daha Uzatilmasina Dair Karar”. Karar No. 1047, Karar Tarihi: 03.10.2013. Link: https://bit.ly/45HcuBA

([46]) TBMM, “Türk Silahli Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sinir Ötesi Harekât Ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabanci Ülkelere Gönderilmesi Ve Ayni Amaçlara Yönelik Olmak Üzere Yabanci Silahli Kuvvetlerin Türkiye’de Bulunmasi, Bu Kuvvetlerin Hükümetin Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanilmasi İle Risk Ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alinmasi Ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Hükümet Tarafindan Belirlenecek Esaslara Göre Yapilmasi İçin Anayasanin 92’nci Maddesi Uyarinca Hükümete Bir Yil Süreyle İzin Verilmesine Dair Karar”. Karar No. 1071, Karar Tarihi: 2.10.2014. Link:https://bit.ly/45KMC7M

([47]) Bahsi geçen kararlara T.C. Resmi Gazete veritabanından sırasıyla şu linklerden ulaşılabilir:https://bit.ly/46WX6Sp;

https://bit.ly/45DIlmI ;

https://bit.ly/46Zqp76 ;

https://bit.ly/3QAItiF;

https://bit.ly/46TxJku;

https://bit.ly/470rJX4.

([48]) Aaron Stein, “What Turkey’s Afrin Operation Says about Options for the United States,” 14 Şubat 2018, https://bit.ly/3tEWYc2

([49]) Jeffrey S Lantis, “Advocacy Coalitions and Foreign Policy Change: Understanding US Responses to the Syrian Civil War,” Journal of Global Security Studies, Volume 6, Issue 1, Mart2021, ogaa016, https://bit.ly/4032Sjm

([49]) Ibid.

([50]) mid.ru (Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı), “Ответы на вопросы Министра иностранных дел Российской Федерации С.В.Лаврова в ходе специальной сессии Международного дискуссионного клуба «Валдай» по Ближнему Востоку, Москва, 31 марта 2021 года,” 31 Mart 2021, https://www.mid.ru/ru/maps/tr/1418786/

([51]) Ibid./

([52]) 16 Mayıs 2023’te ABD Kongresinde kabul edilen Halihazırdaki Şam Rejimi tarafından yönetilen “Suriye Hükümeti'ni tanımaya veya bu hükümetle ilişkileri normalleştirmeye yönelik herhangi bir resmi eylemi yasaklamak ve diğer amaçlar için” oluşturulan Şam’laNormalleşme Karşıtı Yasa’ya  bakılabilir:https://www.congress.gov/bill/118th-congress/house-bill/3202/text?format=txt&q=%7B%22search%22%3A%22HR+3202%22%7D&r=1&s=6

([53]) Giorgio Cafiero, “After Trump’s Syria Announcement, YPG Looks To Moscow And Damascus,” 23 Aralık 2018, https://lobelog.com/after-trumps-syria-announcement-ypg-looks-to-moscow-and-damascus/

([1]) Эльнар Байназаров, “Отложенный механизм: Дамаск готов к переговорам с курдами и Анкарой: Что может помешать Турции начать военную операцию на севере Сирии,” 29 Kasım 2022, https://iz.ru/1433225/elnar-bainazarov/otlozhennyi-mekhanizm-damask-gotov-k-peregovoram-s-kurdami-i-ankaroi

([1]) Yıldız Yazıcıoğlu, “Erdoğan ve Putin'in Soçi görüşmesi nasıl sonuçlandı?,” 5 Eylül 2023,https://www.voaturkce.com/a/erdogan-ve-putinin-soci-gorusmesi-nasil-sonuclandi/7254717.html

Kategori Raporlar

Giriş

Türkiye ile Şam arasında 2011 yılından bu yana ilk defa doğrudan bakanlar düzeyinde görüşmeler gerçekleşti ve müzakereler oldu. İlk önce İstihbarat Teşkilatları Başkanları ve Savunma Bakanları’nın Rusya arabulucuğunda başlayan görüşmeler, daha sonra Dışişleri Bakanları seviyesinde de devam etti. Türkiye’deki seçimlerden önce İran’ın da sürece dâhil olmasıyla dörtlü zirveye dönüşen sürecin ilk çıktısı tarafların yol haritası belirleme üzerinde mutabık kalmaları oldu. Esed rejimi açısından görüşmelerin ilerleyebilmesi için iki ön şart bulunmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin Suriye’den askerlerini çekmesidir. İkincisi ise, Türkiye’nin Suriye muhalefetine olan desteğine son vermesidir. Türkiye açısından ise bu görüşmelerin iki artı bir ana maddesi bulunmaktadır. Bunlar; Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü, terörle mücadelede YPG’ye karşı işbirliği ve üçüncü madde ise Suriye’de siyasî çözümün sağlanmasıdır.

İran ve Rusya’nın arabuluculuğunda yürüyen Ankara-Şam görüşmeleri aslında Astana sürecinden, Moskova sürecine bir geçişi de bir nevî temsil etmektedir. Astana sürecinde Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğünde Esed rejimi ve Suriye muhalefeti müzakere ederken yeni süreçte Türkiye, Rusya, İran ve Esed rejimi dört taraf olarak müzakereleri yürütmektedir. Görüleceği üzere Suriye muhalefeti Astana sürecinin aksine dörtlü zirvede yer almamaktadır.

Bu rapor Suriye muhalefetinden 9 kişi ile mülakat düzenleyerek elde edilen bilgileri toparlayıp sunmaktadır. Söz konusu dokuz görüşmecinin üçü muhalefetin askerî kanadından, üçü siyasî kanadından ve diğer üçü de aktivistlerden oluşmaktadır. Siyasî ve askerî kanadın yanında aktivistlerin de bir paydaş olarak belirlenmesi, aktivistlerin Suriye’deki halk ayaklanmalarında oynadıkları rol ve Suriye halkının görüşlerini yönlendirmedeki ehemmiyetine binaendir. Suriye dosyasını yakından takip edenlerin bileceği üzere, aktivistlerin oluşturduğu toplumsal baskı siyasî ve askerî kanattaki Suriye muhalefetini sınırlandırma veya yönlendirme gücüne sahiptir. Toplumsal olarak bir olayın kabul edilmesi veya reddedilmesinde aktivistler son derece etkindir. Kendilerini de Suriye devrimin dolayısıyla Suriye muhalefetinin bir parçası olarak görmektedirler.

Dokuz kişilik örneklemin küçük olmasından dolayı belirlenen dokuz kişi, Suriye muhalefetini temsil etme kapasitesine uygunluk bağlamında seçilmiştir ve olabildiğince yüksek bir temsiliyet gücüne dikkat edilmiştir. Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında görüşmecilere bazı yorumlar okunmuştur ve bu yorumlara hangi ölçüde katıldıkları [katılıyorum, biraz katılıyorum, biraz katılmıyorum, katılmıyorum] sorulmuştur. İkinci kısımda ise birinci kısımdaki konu başlıklarına ilişkin açık uçlu sorular sorulmuş ve yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Bu rapor, mülakatlardan elde edilen veriler ışığında Suriye muhalefeti perspektifinden Ankara-Şam görüşmelerini ele almıştır.

Birinci Kısım: Genel Değerlendirme ve Görüşler

Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında bazı yorumlar ifade edilmiş ve görüşmecilere bu yorumlara ne ölçüde katıldıkları sorulmuştur. İkinci kısımda daha detaylı ve derinlemesine bir mülakat gerçekleştirilmiştir

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere ilişkin genel görüşleri ve beklentileri sorulduğunda beklenenin aksine, Suriye muhalefeti bileşenlerinin görüşmenin varlığını kısmen de olsa olumladıkları görülmektedir. Nispeten askerî bileşenler siyasî bileşenlere göre görüşmelere ilişkin daha şahin bir tutum içinde oldukları anlaşılmaktadır [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,A), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS)]. Özellikle Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçmediği sürece, Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri kabul etmeleri daha kolay olduğu belli olmaktadır [biraz katılıyorum: 7 (AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS),  biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 1 (AK)]. Aktivistler, Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinin Türkiye’deki seçimlerle ilişkilendirirken, siyasî ve askerî kanat buna katılmamaktadır [katılıyorum: 2 (AK,AS), biraz katılıyorum: 2 (AK,AK), biraz katılmıyorum: 2 (Sİ,AS), katılmıyorum: 3 (Sİ,Sİ,AS)]. Ancak Ankara-Şam görüşmelerinin Türkiye’nin önemli bir politika değişikliğine işaret ettiği de düşünülmemektedir [katılıyorum: 2 (AK, AS), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,Sİ), katılmıyorum: 4 (Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Görüşmelere ilişkin bazı beklentiler sorulduğunda, Suriye muhalefeti bileşenlerinin çok net öngörüleri olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine dair kesin bir beklenti bulunmaktadır [katılıyorum: 8 (AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK)]. Benzer bir şekilde, Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçeceği kabul edilmemektedir [biraz katılıyorum: 1 (AK), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK, AS), katılmıyorum: 5 (Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)]. Esed rejiminin iki temel ön şartının Türkiye tarafından yerine getirilmeyeceğine olan inançla beraber, Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerinin Suriye’deki siyasî çözüme katkısı olacağına da katılmamaktadır [biraz katılıyorum: 2 (Sİ,AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,A,AS)]. Kıyasen biraz daha iyimser olunsa da, Suriye muhalefeti bileşenleri düzenlenen görüşmelerin Suriye halkını bir fayda sağlayabileceği görüşüne de katılmamaktadır. Ancak siyasîlerin diğer iki gruba göre daha iyimser olması da dikkat çekmektedir. [biraz katılıyorum: 3 (Sİ,Sİ,Sİ), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,AS), katılmıyorum: 3 (AK,AS,AS)]. Türk kamuoyu açısından Ankara-Şam görüşmelerini önemli kılan iki konu başlığı bulunmaktadır. Birincisi YPG’ye karşı mücadele için bir anlaşmaya varılma ihtimalidir. Bu bağlamda Suriye muhalefeti bileşenleri çok iyimser değildir. İkinci kısımda yapılan daha derinlemesine mülakatta anlatılacağı üzere, nispeten daha iyimser olanlar, Ankara ile Şam’ın YPG’ye karşı ortak bir anlayışı benimsemesini değil, Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesinin mümkün olabileceğini düşünmektedir [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,AS)]. İkincisi ise Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesi bağlamında bir anlaşmaya varılmasıdır. Bu konuda Suriye muhalefeti bileşenleri kesin olarak bu görüşün gerçekdışı olduğunu değerlendirmektedir [biraz katılmıyorum: 1 (AS), katılmıyorum: 8 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelerin yapısı ve şekline ilişkin ifade edilen yorumlara Suriye muhalefetinin genel olarak katılmadığı görülmektedir. Suriye muhalefetinin dörtlü zirvede yer almaması sorun değil yorumuna kesin olarak katılmamaktadırlar [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)]. Görüşmelerde Rusya’nın arabulucu olarak yer almasına dair genel olarak olumsuz bir görüş hakimdir; aktivistlerin siyasîlere ve asker kanattan olanlara göre daha sert bir tutumu söz konusudur [katılıyorum: 1 (Sİ), biraz katılıyorum: 1 (AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,AS,AS)]. Rusya’nın arabuluculuk olarak varlığına dair siyasî ve askerî kanattan bazı daha ılıman görüşler olsa da İran’ın arabuluculuğu kesin bir şekilde olumlanmamaktadır [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)].

 

 

 

İkinci Kısım: Ankara-Şam Görüşmelerine Genel Bakış Açısı

Suriye muhalefetinin siyasî, askerî ve aktivist kesimleri açısından Ankara ile Şam arasında devam eden görüşmeler son derece önemli ve hayatî olduğu görülmüştür. Gerçekleştirilen mülakatlarda sorulan açık uçlu sorulara verilen cevaplar üzerinden anlaşılacağı üzere, Suriye muhalefeti açısından bu görüşmelerde öne çıkan üç unsur bulunmaktadır. Birinci unsur Türkiye’nin neden Şam ile görüştü sorusunu açıklama çabaları oluşturmaktadır. İkinci unsur ise Suriye muhalefetinin bu görüşmeleri nasıl değerlendirdiğinin ve onlar için ne manaya geldiğinin izahıdır. Üçüncü unsur ise Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere dair gelecek öngörüleri ve beklentileri olmuştur.

  • Türkiye Neden Görüştü?

Türkiye’nin neden Esed rejimi ile görüştüğü sorusuna ilişkin Suriye muhalefetinden popüler iki açıklama gelmektedir. Türkiye’nin bir devlet olduğu ve her devlet gibi kendi çıkarlarını koruması gerektiğini anlayışla karşıladıkları ile başlayan girizgâhların ardından, Suriye muhalefeti içsel ve dışsal faktörler diye ayrım yaparak, Türkiye’nin görüşme sebeplerini açıklamaya çalışmaktadırlar. İçsel faktör olarak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar ve bu meselenin Türkiye’deki seçimlerde önemine vurgu yapmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye’deki muhalefetin Türkiye’deki toplumsal algıyı domine ettiği ve Esed rejimi ile görüşmenin – gerçekçi olmasa da – Suriyeli sığınmacılar sorununa bir çözüm oluşturacağı varsayımına vurgu yapılmaktadır. Özellikle seçimlerden önce iktidarın, muhalefetin bu argümanını boşa çıkarmak için Esed rejimi ile görüşmeyi kabul ettiği vurgulanmaktadır. Dışsal faktör olarak ise Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisine değinilmektedir. Burada iki ayrı görüş hâkimdir. Birinci ve daha güçlü olan görüş, Rusya’nın Türkiye’nin terörle mücadelesini engellediği ve Türkiye’ye Şam’ı işaret etmesi sonucunda Türkiye’nin Şam ile görüşmeyi kabul etmesidir. İkinci ve daha zayıf olan görüş ise, Türkiye’nin Rusya ile gelişen ilişkileri ve işbirliği sonucunda, iki ülkenin Suriye’deki ihtilafı çözmek adına ortak bir arzuya ve ortak bir niyete sahip olduklarıdır.

Söz konusu bu iki popüler açıklamanın yanında – ki bu iki açıklama hep beraber zikredilmektedir – bazı görüşmeciler Türkiye’nin genel olarak Suriye politikasında bir dönüşüme gittiği ve görüşmelerin bu dönüşümün bir sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bir açıklama ise Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesi Türkiye’yi tedirgin ettiği ve Türkiye’nin sürecin dışında kalmak istemediği ve bypass edilmek istemediği için Esed rejimi ile görüşmeye başlaması olduğu yönündeydi.

  • Muhalefetin Bakış Açısı

Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere ilişkin Suriye muhalefetin bakış açısı karmaşıktır. Bir yandan Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı gösterilirken, diğer yandan da Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşme biçimine ilişkin önemli itirazlar bulunmaktadır. Kendilerinin arzuları Esed rejimi ile görüşmelerin hiç olmaması olsa da, görüşmelerin var olduğu takdirde, formatın ve yöntemin değişik olmasıdır. Formata ilişkin en çok dillendirilen eleştiri, Suriye muhalefetinin görüşmelerde yer almamasıdır. Yapılan tüm görüşmelerde (birisi hariç) Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan müzakerelerde yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde müzakereleri yürüttüğü ve Suriye muhalefetinin masadaki varlığının hem Türkiye’yi güçlendireceği hem de görüşmelerin daha sağlıklı bir zeminde ilerlemesine imkân tanıyacağı argümanı olmuştur. Söz konusu bu yaklaşım Suriye muhalefetinde önemli bir değişime işaret ettiği burada belirtilmelidir. Nitekim önceki yıllarda Suriye muhalefeti Esed rejimi ile görüşmeyi kategorik olarak redderken, şuan görüşmelerde bulunmamalarını bir sorun ve eksiklik olarak nitelendirmektedirler. Hatta kendilerinin görüşmelerde olmayışını, Suriye muhalefetini zayıflatan ve Suriye muhalefetinin önemini azaltan bir unsur olduğunu ifade etmektedirler.

Suriye muhalefetinin görüşmelere dair diğer bir eleştirisi de Birleşmiş Milletlerin görüşmelerde yer almayışıdır. Suriye muhalefetine göre, Esed rejimi ile müzakereler BM gözetiminde ve yönetiminde gerçekleşmelidir. Türkiye’nin İran ve Rusya arabuluculuğu ile görüşmesinin yanlış olduğu ve BM’nin ön planda olmasının daha doğru olacağı vurgulanmıştır.

Görüşmelerde Rusya ve İran’ın varlığına ilişkin kesin olarak İran’ın varlığı ve mevcudiyeti Suriye muhalefeti tarafından bir sorun olarak değerlendirilmektedir. İran’ın görüşmelerde oynadığı rol Suriye muhalefetini derinden rahatsız etmektedir. Ancak Rusya’nın varlığı nispeten daha olumlu karşılanmaktadır. Hatta bazı görüşmeciler, Türkiye’nin boşuna Esed rejimi ile görüştüğünü ve görüşmeleri aslında sadece Rusya ile yürütmesi gerektiğini de ifade etmişlerdir.

Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinden memnun olmayan Suriye muhalefeti, masada yer almamasına rağmen, Türkiye’nin Suriye muhalefetini yarı yolda koymayacağından çok emindir. Türkiye’nin Suriye muhalefetine gerekli güvenceleri verdiğini ifade eden siyasî ve askerî görüşmeciler, Türkiye’nin Suriye muhalefeti ile müttefik olduğunu ve kader birlikteliği yaptığını belirtmektedirler. Ancak aktivist görüşmeciler ise bu konuda bazı şüphelere sahiptirler. Söz konusu bu fark, Türkiye’de görüşmelerde yer alan kurumların (Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı) görüşmelere dair düzenli olarak siyasî ve askerî muhalefet ile görüşmesidir. Ancak aktivistlerin bu yönde daha şüpheci olması, Türkiye’deki kurumların bilgi paylaşımı ve Suriye muhalefeti ile yaptığı görüşmelerin Suriyeli topluma ve genel kamuoyuna yansımadığına işaret edebilir.

Esed rejiminin görüşmelerde aldığı pozisyona ilişkin, Suriye muhalefeti Esed rejiminin bilinen tutumunu devam ettirdiği ve üsten bakışlı bir tavırda olduğunu ifade etmişlerdir. Beşar Esed tarafından Arap Zirvesi’nde yapılan konuşmada diğer Arap devletlerini Türkiye’nin ‘yayılmacı’ ve ‘Osmanlıcı’ politikalarından uyarmasına dikkat çekilmiştir. Esed rejiminin öne sürdüğü iki ön şart (Türk askerin Suriye’den çekilmesi ve Suriye muhalefetine verilen desteğin son bulması), Esed rejiminin gerçekçi olmayan taleplerini ve uzlaşmaz tutumuna işaret olarak gösterilmektedir. Ancak bu iki ön şartın Türkiye tarafından kesin olarak uygulanmayacağına dair de çok güçlü bir inanç ve güven hâkim olduğu görülmüştür.

  • Gelecek Öngörüleri

Suriye muhalefetinin  Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin ciddi bir beklentisi bulunmamaktadır. Esed rejiminin Türkiye’nin taleplerini olumlu karşılamayacağı belirtilmektedir. Esed rejiminin bu yönde ne bir niyeti ne de kapasitesinin olduğu vurgulanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin de seçimlerden sonra görüşmelere daha az istekli olacağı beklentisine da işaret edilmektedir. İki tarafın tutumları ve Esed rejiminin de kapasite sorunu eklendiğinde, görüşmelerin geleceğinin olmadığı vurgulanmaktadır. Özellikle Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan kendi öz tecrübelerine atıf yapılarak, Esed rejiminin uzlaşmaz tutumu olduğu ve uzlaşmaya yanaşmadığı, yanaşsa bile verdiği sözleri asla yerine getirmediğinin altı çizilmiştir. Bu bağlamda Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesine işaret edilerek, Esed rejimi hiçbir şey vermeden, Arap devletlerinden istediğini almayı başardığı belirtilmiştir. Hatta Suriye’deki savaşta da Esed rejimi hiçbir zaman uzlaşmaya yaklaşmadığı ve uzlaşma sağlansa bile Esed rejiminin sözünde durmadığı aktarılmıştır. Mevcut durumda Esed rejiminin kendisini muzaffer olarak gördüğünden dolayı bu tutumunun başarılı olduğunu değerlendirdiği anlatılmıştır. Rejimin bu yöndeki siyasî okuması da Ankara-Şam görüşmelerini engelleyen faktör olarak değerlendirilmektedir.

İlaveten, Türkiye’nin Esed rejimi ile yapmış olduğu görüşmelerden olumlu herhangi bir sonucun çıkmayacağı vurgulanmaktadır. Israrlı sorulara rağmen, dokuz görüşmeciden hiçbiri Ankara-Şam görüşmelerinden çıkması mümkün olan herhangi bir olumlu sonuç düşünememiştir.

Suriye muhalefetinin genel beklentisi Ankara-Şam görüşmelerin başarısız olacağı veya rölantide devam edeceği yönündedir. Bu beklenti bağlamında, Türkiye’nin belirli bir süre sonra Esed rejimi ile görüşmeden önceki politikalarına tekrar geri döneceği beklentisi ve arzusu da bulunmaktadır.

Görüşmelerden başarı için neyin yapılması gerektiği konusunda, Suriye muhalefeti ümitsizliğini dillendirmiştir. Esed rejiminin tutumunda değişiklik olmadan bir başarının elde edilemeyeceğini ve mevcut konjonktürde bir değişim emaresinin görülmediğinin altı çizilmektedir. Ancak olurda rejimde bir tutum değişikliği gerçekleşse bile, başarı elde edilebilmesi için mevcut dörtlü zirve yerine BM nezdinde BM Güvenlik Kurulu’nun 2254 No’lu kararının uygulanması gerektiği bir sürece ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Esed rejimi ile görüşmelerin Cenevre’de uluslararası toplumun katılımı ile yapılması gerekildiği aktarılmıştır.

Suriyeli Sığınmacıların Geri Dönüşü

Suriye muhalefetinde, Türk kamuoyunda Esed rejimi ve Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne ilişkin beklentilerin tamamen gerçekdışı olduğu ve büyük bir yanılsama olduğu görüşü hâkimdir. Yapılan görüşmelerde, Esed rejimi ile görüşmenin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne olumlu bir katkı sağlama ihtimali kesin ve somut bir şekilde reddedilmiştir. Hatta bu yöndeki beklentinin kaynağının ne olduğu ve Suriye’nin gerçekliğinden nasıl bu denli uzak olunabileceği yönünde de bir şaşkınlık dile getirilmiştir. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne Esed rejiminin herhangi bir olumlu katkısının olmayacağı altı argümanla izah edilmiştir.

Birinci argüman, Suriyeli sığınmacıların sığınmacı konumuna düşmesinin sebebidir. Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların – rejim muhalifi ve rejim destekçilerinin – Esed rejiminden kaçtıkları ve Esed rejimi sebebiyle Suriye’ye geri dönmedikleri izah edilmiştir. Rejime muhalif kişilerin canlarını ve mallarını korumak için, Esed rejiminden kaçmak zorunda kaldıklarını ve onların sığınmacı statüsünde olmasının sebebi olan Esed rejimi ortadan kalkmadıkça, bu insanların geri dönmeyecekleri vurgulanmıştır. İnsanların katillerine dönmesini beklemenin yanlış olduğu belirtilmiştir. Rejim destekçisi Suriyeli sığınmacıların ise Esed rejimi için savaşıp masum Suriyelileri öldürmek istemediklerinden dolayı, Suriye’den kaçtıkları ifade edilmiştir. Zorunlu askerlik uygulaması sebebiyle, Suriye’ye geri dönüşlerinin mümkün olmadığı aktarılmıştır. Esed rejiminin çıkardığı afların, zorunlu askerlikten kaçanlara uygulanacak cezaları affettiği ama yine de zorunlu askerlik hizmetinin yapılması gerektiği izah edilmiştir.

İkinci argüman ise Suriye içindeki nüfus dengeleri ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan siviller olmuştur. Yurtdışında nispeten daha iyi şartlarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü konuşmadan önce, Suriye’de yerlerinden edinmiş ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan milyonlarca sivilin neden evlerine dönmediklerine bakılması gerekildiği vurgulanmıştır. Çadırlarda çok zor hayat şartların olmasına rağmen, kışın insanların donarak ölmesine rağmen ve kamplarda ciddi bir yoğunluk olmasına rağmen, insanlar Türkiye sınırına yakın bir bölgede yaşamayı, rejim kontrolündeki Hama, Humus ve Şam (Guta)’a geri dönmeye tercih ettikleri hatırlatılmıştır. Kamplarda yaşayan, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden büyük ölçüde mahrum olan bu insanların evlerine geri dönmediği bir ortamda, Türkiye gibi müreffeh bir ülkede yaşayan Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmelerini konuşmanın gereksiz olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca Suriye’deki nüfus hareketliliğinin de göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir. Savaş öncesi 23 milyon olan Suriye nüfusunun 6,5 milyonunun yurtdışına kaçtığı ve mülteci olarak yaşadığı belirtilmiştir. Buna ilaveten, insanların rejim bölgelerinden kaçıp Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelere geldikleri ifade edilmiştir. Nitekim savaş öncesi 1,5 milyon nüfusa sahip olan ve şuan Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelerde, an itibariyle 5 milyon civarında insan yaşaması bu iddiayı doğrulamaktadır.

Üçüncü argüman ise Esed rejiminin Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumu olmuştur. Yapılan görüşmelerde, Esed rejiminin mutlak surette Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesinin istemediği ve bunu engellemek için uğraştığı belirtilmiştir. Esed rejimine bağlı üst düzey kişilerin Suriyeli sığınmacıları terörist olarak nitelendirdikleri ve geri dönen Suriyelilerin Esed rejimi tarafından geri dönüşlerine garanti verilmesine rağmen işkence edildiği, tecavüz edildiği ve mallarına el konulduğu vurgulanmıştır. Esed rejiminin bu tutumu, rejimin kontrol edilebilir bir nüfusu tercih ettiği ve Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmesinin bir saatli bomba olarak gördüğü aktarılmıştır. Yapılan izahata göre Suriyeli sığınmacılar evlerine geri dönerse, Türkiye gibi ülkelerde demokrasi, özgürlük ve devlet hizmetlerinin ne olduğunu görmüş olan bu insanlar tekrar Esed rejimine karşı ayaklanacaktır.

Dördüncü argüman, Esed rejiminin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne imkan sağlayacak kapasiteye de sahip olmayışıdır. Rejim bölgelerindeki ekonominin çok kötü olduğu ve Suriyeli sığınmacıların geri dönmesinin ekonomik açıdan mümkün olmadığı belirtilmiştir. Suriyeli sığınmacıların geldiği bölgelerin çoğunluğu (Hama, Humus ve Halep) rejim bombardımanı tarafından yıkıldığı aktarılmıştır. Rejim bölgelerindeki altyapının ve üstyapının daha büyük bir nüfusu kaldırmaya imkân vermediği ve rejimin o kadar çok insanı beslemeye gücü yetmeyeceği ifade edilmiştir. Mevcut olarak rejim bölgelerinden yaşayan Suriyelilerin ekonomik zorluklardan dolayı – rejimi destekleseler bile – Suriye’den çıkmanın yolunu aradıkları söylenmiştir.

Beşinci argüman ise Lübnan ve Ürdün’ün Esed rejimi ile 2018 yılında ilişkileri normalleştirmiş olmaları ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için ortak bir mekanizmanın kurulmuş olmasına rağmen, 2018’ten bu yana Suriye’ye kayda değer bir geri dönüşün olmadığıdır. Hatta Lübnan’ın artık Suriyelileri zorla geri göndermeye çalıştığına değinilerek, Suriyeli mültecilerin gönüllü geri dönüşünü bırakın, zorla geri gönderilmelerinin bile mümkün olmadığı izah edilmiştir.

Altıncı argüman, Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki genel asayiş ve güvenlik sorunlarıdır. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, rejim kontrolündeki bölgelerde Esed rejiminin hâkimiyetinin olmadığı ve Esed rejiminin Şam merkezindeki bazı mahalleler haricinde sözünün geçmediği belirtilmiştir. Rejim kontrolündeki bölgelerde hâkim güçlerin İran ve Rusya’ya bağlı milis yapılar olduğu ve her milis yapısının kendi bölgesinde ayrı bir uygulamaya sahip olduğu aktarılmıştır.

Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü için yegâne ve tek çarenin Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgeler olduğunun altı çizilmiştir. Suriye’ye geri dönen Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun muhalif bölgelere olduğu belirtilmiştir. Muhalefetin kontrolündeki bölgelerin toprak olarak sınırlı olmasına ve Suriye’nin içinden de ciddi göç almasına rağmen, sığınmacılar için Suriye’deki en cazip bölgeler olduğu vurgulanmıştır. Eğer toprak anlamında bu bölgeler geliştirilir ve Katar Kalkınma Fonu’nun desteklediği konut projeleri yapılmaya devam edilirse, daha fazla Suriyeli sığınmacının Suriye’ye geri dönmesine imkan olacağı ifade edilmiştir. Suriye muhalefeti açısından, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesinin olumlu olduğu ve onların geri dönüşünü sağlamak için çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Görüşmeler ve Terörle Mücadele

Suriye muhalefeti bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, öne çıkan en önemli konu başlıklarından birisi de terörle mücadele bağlamında Türkiye’deki beklentiler olmuştur. Görüşmeciler Türk kamuoyundaki beklentilerin saha gerçekliğinden uzak olduğunu ve bu beklentilerin yerine gelmesinin mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Esed rejiminin YPG ile mücadelede Türkiye için bir partner olamayacağını ifade eden görüşmeciler, YPG’nin Türkiye’den önce Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini, [2011’den bu yana] Türklerden daha çok Suriyelileri öldürdüğünü ve terör örgütlerinin Suriye’de yeri olmadığını aktarmışlardır. Bu bağlamda Türkiye ile Suriye’nin çıkarlarının örtüştüğünü ve Suriye muhalefetinin Türkiye’nin doğal ve rasyonel müttefiki olduğunun altını çizmişlerdir. YPG’ye ilişkin olan bu bakış açısının Esed rejiminde olmadığını ve olsa dahi Esed rejiminin YPG ile mücadele için bir kapasitesinin olmadığını vurgulamışlardır. Türkiye ile Esed rejimi arasında YPG’ye karşı bir anlaşma beklentilerinin olmadığını, tek anlaşmanın Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesi üzerine olabileceğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda, Esed rejimi ve daha da önemlisi Rusya’nın YPG’yi korumaktan vazgeçmesi durumunda, TSK ve SMO’nun YPG’ye karşı yeniden bir askeri harekat düzenleyebileceğini anlatmışlardır.

Esed rejimi ile Türkiye arasında YPG bağlamında neden bir anlaşma beklenmediklerine dair, görüşmecilerin 3 öne çıkan açıklaması mevcuttur:

Birinci açıklama geçmişe gitmektedir. Suriye muhalefeti bileşenlerin vurguladığı üzere, Esed rejimi ile PKK/YPG ilişkisi çok eskiye dayanmaktadır ve yeni bir olgu değildir. Baba Esed zamanından kalma ilişkiyi hatırlatan görüşmeciler, Esed rejiminin Abdullah Öcalan’ı Şam’da ağırladıkları ve koruduklarını hatırlatmıştır. Terör örgütü ile Esed rejiminin sağlam ve eski bir geçmişi olduğunu ifade eden görüşmeciler, 2012 yılında Esed rejiminin Suriye’nin kuzeyinden çekilirken, bölgeleri YPG’ye devrettiğini hatırlatmıştır. Hatta bir görüşmeci, kendisinin o dönemde rejim saflarında üst düzey bir bürokrat olduğunu ve Esed rejimin gönderdiği yazıda devlet binaları, bölgedeki askeri üsler, silah ve mühimmatların YPG’ye devredilip, Suriye’nin kuzeyinin YPG’ye teslimi emredildiğini anlatmıştır. Kendisinin o resmî yazıyı hala sakladığını ve rejimden ayrılmasında bunun büyük bir etken olduğunu belirtmiştir.

İkinci açıklama ise Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi üzerinden kurulmuştur. Bilindiği üzere 2016 yılında Halep şehri abluka altına alınmış ve sonunda içerideki tüm muhalifler Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan bir anlaşma gereğince tahliye edilmişti. O dönemde Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi YPG tarafından kontrol edilmekteydi. Şehrin ablukaya alınması için Esed rejimi ile doğrudan işbirliği yapan YPG, daha sonra muhaliflerin tahliye edilmesi ile Türkmen mahallesi olan Bostan Paşa’ya girmiş ve yarısını kontrol altına almıştır. Aradan geçen 7 seneye rağmen, YPG’nin bu iki mahalledeki kontrol alanı devam etmektedir. Görüşmeciler, Esed rejiminin Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesindeki YPG varlığını sonlandırmıyorken, Suriye’nin kuzeyindeki YPG kontrol alanlarına ilişkin adım atmasını beklenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Üçüncü açıklama ise Esed rejimin askeri kapasitesinin yetersiz olduğu yönünde olmuştur. Görüşmeciler, Esed rejiminin sayısal anlamda genişlemek ve Irak sınırına kadar kuzeyde kontrolü sağlamak için imkânlara ve askerî unsurlara sahip olmadığını ifade etmişlerdir. Suriye’nin güneyindeki Dera’da bile 5 yıldır rejim hâkimiyeti sağlanamamışken, rejimin kuzeydoğuya doğru genişlemesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. İlaveten, Esed rejiminin YPG’yi doğrudan hedef alması durumunda, ABD’nin de Esed rejimini hedef almasının muhtemel olduğunu vurgulamışlardır. Nitekim ABD, Türk askerini NATO müttefikliği sebebiyle hedef almazken, Esed rejimi için durumun çok farklı olacağını söylemişlerdir.

Son olarak, özellikle askerî kanattan olan görüşmecilerin vurguladığı diğer bir husus ise bu fikrin saha gerçekliği ile ne denli uzak olduğudur. Askerî kanattan olan görüşmeciler, cephe hatlarında yaşanan çatışmalarda karşılarında Esed rejim unsurları ve YPG’nin beraber aynı hendekte olduğunu hatırlatmıştır. Tel Rıfat, Menbiç, Ayn İssa, Tel Temr ve Amuda bölgelerinde aynı anda Esed rejimi ve YPG ile çatıştıklarını belirtmişlerdir. Sahadaki gerçeklik böyleyken, Ankara ile Şam arasında YPG’ye karşı ortak bir askerî hamlenin hiçbir şekilde inandırıcı olmadığını ifade etmişlerdir.

Sonuç ve Değerlendirme

Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin tutumu ve görüşleri değerlendirildiğinde öne çıkan 3 nokta bulunmaktadır.

  • Beklenti

Türkiye’deki kamuoyu algısının aksine, Suriye muhalefetinin beklentileri daha olumsuz ve daha negatiftir. Türk kamuoyunda görüşmelerin bir sonuç vereceği beklenirken, Suriye muhalefeti kesin olarak bir sonucun elde edilemeyeceğini ifade etmektedirler. Benzer bir şekilde, Türkiye’de görüşmelerin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için olumlu bir sonuç doğurması ve YPG’ye karşı ortak bir zeminde buluşulması ümit edilirken, Suriye muhalefeti bileşenlerinden görüşülen kişiler bunun olmayacağını net bir şekilde ifade etmektedirler.

  • Format ve İçerik

Türkiye’de dörtlü zirvenin formatı ve yapısına ilişkin çok fazla tartışma ve fikir ayrılıkları dillendirilmezken, Suriye muhalefetinin bu yönde ciddi eleştirileri bulunmaktadır. Görüşmelerde Suriye muhalefetinin yer almamasını büyük bir eksiklik ve hata olarak nitelendiren görüşmeciler, Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde kaldığını izah etmektedirler. Ayrıca Rusya ve İran arabuluculuğunda yapılan görüşmeler yerine, Birleşmiş Milletler uhdesinde görüşmelerin daha doğru olacağı değerlendirilmektedir.

  • Türkiye’ye Bakış

Suriye muhalefeti bileşenlerinden olan görüşmecilerin ortak bir şekilde vurguladıkları Türkiye’ye egemen bir ulus olarak saygı duydukları ve Türkiye’nin dünyadaki her devlet gibi kendi çıkarı doğrultusunda hareket etmesini anladıkları olmuştur. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine ve Suriye muhalefetini yarı yolda bırakmayacağına dair de kesin bir inanç hâkimdir. Esed rejiminin iki ön şartı olan ‘Suriye’den Türk askerlerin çekilmesi’ ve ‘Suriye muhalefetine desteğin kesilmesinin’ yerine getirilmeyeceği kuskusuz olarak görülmektedir.

  • Suriye Muhalefetinin Yaklaşımına Dair

Suriye muhalefetinin beklenildiğinden daha olgun olduğu görülmektedir. Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere duygusal olarak yaklaşmadıkları ve rasyonel zeminde argüman geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duyması ve Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri doğrudan reddetmemesi siyasî olgunluğu göstermektedir. Hatta Suriye muhalefeti bileşenlerinin siyasî okuması ve görüşmelerden beklentilerinin Türk kamuoyuna göre daha ayağı yere basan yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkündür. 2011’den bu yana Suriye muhalefetinin ciddi bir gelişim gösterdiği ve siyasî okuma becerisinde ciddi bir artışın olduğu ifade edilebilir. Savaşın ilk yıllarında Esed rejimi ile görüşmeyi dahi reddeden muhalefetin, Ankara-Şam görüşmelerine dair en büyük eleştirisinin Suriye muhalefetinin masada olmamasıdır. Bu değişim ve dönüşüm, 12 yıllık süreçte Suriye muhalefetinin ciddi tecrübe kazandığına işarettir.

Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olumlu bakışı ve sarsılmaz güveni bir yandan Türkiye için ciddi bir imkân sağlarken, diğer yandan ise önemli bir riski de içinde barındırmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olan sarsılmaz güveni zedelenirse, psikolojik ve duygusal anlamdaki yıkım da çok büyük olabilir.

Kategori Raporlar