Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi ; Suriye’de ve bölgede politik,ekonomik ve sosyal alanlarda karar alıcılara destek veren ve referans olan bir kurum olmak amacıyla Kasım 2013’te İstanbul’da kurulmuş olan bağımsız bir düşünce kuruluşudur.
Vizyonu;Suriye’nin toplumsal ve bilimsel olarak yeniden inşasında öncü olan,stratejilerin belirlenmesinde rol alan ve yön verebilen durumda olmaktır.
Misyonu;araştırmaları gerçekçi ve ayrıntıcı bir bilinçte yaparak, ihtiyaçları ve beklentileri en iyi şekilde tespit edip bunları karşılamaya yönelik planlar yapmaktır.
Omran Merkezinin yıllık araştırmalarının bir özeti şeklinde, Suriyeli ve Türk yorumcularla fikir alışverişi ortamını desteklemek amaçlı olarak Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi (OMRAN) ve Siyasal Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) işbirliği çerçevesindeki 25 Mart 2016 tarihli 10:00 – 12:30 saatleri arasında gerçekleşecek olan ‘’SURİYE KRİZİ VE GÜVENLİK TEHDİTLERİ’’ konulu panel çalışmamıza davetlimizsiniz.
Saygılarımızla
OMRAN CENTER FOR STRATEGIC STUDIES
OMRAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi analistlerinden Ortadoğu Uzmanı Keskin, “Ortada BM kararının ihlali var. Müzakere masasını Rusya ve diğerleri deviriyor. Onları yeniden masaya çağırarak zaman kazandırmak ve operasyonları daha etkili hale getirmek ne kadar doğru. Burada bir samimiyetsizlik var. Tek yapılacak adım Rusya’nın operasyonları durdurmasıdır. Bunun haricinde yapılacak bütün çabalar Rusya, İran ve Esad’a zaman kazandırmaktan başka bir şey değil. AB, sınırları tamamen kapamayabilir, kısmi kısıtlama getirebilir. Türkiye’ye yönelik ciddi bir propaganda faaliyetine girer. Kesinlikle sınırlamalar getirilecek. AB ile yaşanacak mülteci sorunu AB müzakerelerini olumsuz etkiler.” diye konuştu. Keskin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mülteci restine AB’nin vereceği cevapları ve adımları AjansHaber’e değerlendirdi.
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye Koordinatörü Prof. Dr. Ensar Nişancı, Hürriyet gazetesi ile yaptığı bir röportajında Türkiye'nin sığınmacı sorununa yeni bir vizyonla bakılması gerektiğini söyledi. Prof. Nişancı, nüfusun şehirlere orantılı bir şekilde dağıtılmasının artık bir zorunluluk olduğunu belirterek, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve İstanbul'daki yoğunluğa karşın, kuzey illerinde sığınmacı nüfusunun yok denecek kadar az olduğunu söyledi.
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye Koordinatörümüz Dr Ensar Nişancı, Cumhurbaşkanı başdanışmanlarıyla Namık Kemal Ünivetsitesei'nde bir panel organize etti. hem moderatörlüğünü hem sunumunu yaptığı bu panelde yeni Türkiye'nin başkanlık sistemi ve anayasasına yönelik bir güzergah tespitinde bulundu.
1839 Tanzimatının sebebi global etkilerin gerektirdiği bir dönüşümdü ki idari anlamda yeniden yapılanmayı elzem kıldı. Fakat bu dış dinamiklerle oldu.
1876'daki tanzimat da aynı şekilde bölgesel global sıçramaların bir sonucuydu. Yeni güç merkezleri ortaya çıkıyordu önceki güç merkezi olan Osmanlı devletinin nisbi gücü düşüyordu ve buna göre reformlar elzemdi.
Bugün de global değişimler var ve bize çözülüş olarak yansıyor. Bölgesel sistemin stratejik mimari haritası değişiyor. Çevremizde çözülen ülkeler ve ortaya çıkan devlet dışı aktörler var.
ABD süper güç olmaktan çıkıyor. AB zayıfladığı için yeni tanzimant yapmak durumunda kalırken Türkiye güçlendiği için bunu yapması gerekiyor. Hem siyasi hem hukuki anlamda Türkiye bölgeyi tanzim etmezse kriz ve istikrarsızlık üretecektir. Bunun için bir anlamda yeni bir tanzimat gerekmektedir.
Ortadoğu hareketli bir gündeme şahit olurken yeni anlaşmalar söz konusu. Bir yandan BM'nin Suriye kararı artık yavaş yavaş sona mı geliniyor diye sordurtuken diğer yandan TR-İsrail anlaşmasının bölgeye olası etkileri düşündürtüyor. Rusya'nın uçağının düşürülmesinin ardından haftalardır devam eden krizin üzerine her halükarda TR'yi suçlu bulacağını ifade etti. Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi Ortadoğu Uzmanı Arif Keskin gündemi yorumluyor.
Omran Yıllık Çalışma Raporu; Suriye Politikasının yönünü belirleyen 4 temel çalışma konusundan oluşur.Birinci çalışma; bölgesel ve uluslararası aktörlerin kesişen güvenlik çalışmalarını ve girişimlerin nasıl geri teptiklerini ele alır. Farklı aktörlerin terörü durdurabileceği daha güvenli ve istikrarlı bir Suriye’nin sağlanmasında oynayabilecekleri rolü ele alıyor ve tavsiyelerde bulunuyor. İkinci çalışmanın içeriği; çatışmaların Esad rejimi tarafından terörizmle mücadele çerçevesinde nasıl manipüle edildiğine dair farklı bir perspektif sunmaya yöneliktir. Bu çalışma devletin ve bazı devlet dışı aktörlerin nasıl da terörizmi bugün geldiği noktaya taşıdığını ve devrimin geldiği noktayı ele alıyor. Üçüncü çalışma Suriye’deki taşralara atanan yönetimlerle beraber merkezsizleşmiş olan yönetim biçimini ele alıyor. Yıllık Çalışma Kitabı son bölümünde ise Suriye’nin yeniden inşası konusunda gençliğe yönelik kalkınma projelerine dair aydınlatıcı bir çalışmaya yer veriyor. Tüm bu çalışmalar devrimin 5. yılının ardından Suriye’nin bugün nerede olduğuna ve Suriyeli aktörlerin yeniden momentum kazanabilmek ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için nasıl süratle çalışmaları gerektiğine dair bütünsel bir anlayış sunmaktadır.
İran Devlet Sistemi
26 Şubat 2016’da İran’da aynı günde Uzmanlar Meclisi ve Milli Meclis seçimleri gerçekleşti. Bu seçimler, Tahran’ın batıyla yaptığı anlaşmanın hemen sonrasında gerçekleşmesi nedeniyle İran’ın gelecekte nasıl bir yol izleyeceğini anlamak açısından öneme sahiptir. Bu seçimlerin sonuçları ve muhtemel etkileri gözleri yeniden İran siyasi sistemine doğru çevirmiştir.
Batılılar’ın İran cumhurbaşkanlarının gücünü fazla büyüttükleri bir gerçektir. Rafsancani’nin İran-Amerika ilişkilerini çözebileceği veya Hatemi’nin İran’ı demokratikleştirebileceği hususunda fazlasıyla umutlanmışlardı. Ancak ne Rafsancani (1989-1997) İran-Amerika ilişkilerini çözdü ne de Hatemi (1997-2005) İran’ı demokratikleştirebildi. Hatemi’nin ardından Ahmedinejad sonrası süreçte İran kendini “sonunda savaş olabilecek nükleer bir serüven” içinde bulmuştur ancak işin aslı, İran’ın ne anayasası ne de gerçek siyasal yapısı hiçbir cumhurbaşkanına ülkeyi iç ve dış politikada “yaşamsal krize” sokacak kadar yetki tanımamaktadır. Muhammet Hatemi’nin İran’ı demokratikleştirecek siyasal yetkisi olmadığı gibi, Ahmedinejad’ın da ülkeyi bu denli krize sokacak kadar yetkisinin olmadığı açıktır. Ahmedinejad’ın ardından Hasan Ruhani’nin yaptığı nükleer anlaşmanı da cumhurbaşkanlığına dayanarak yorumlayamayız. Hasan Ruhani’nin iç ve dış politikasında ne kadar değişim yapabileceğini anlamak için İran siyasal sistemi yeniden yorumlanması gerekiyor. Bu nedenle, İran’da cumhurbaşkanlığının büyütülerek hatalı yorumlanması, İran siyasal sisteminin bir kez daha anayasal çerçevede değerlendirmesi gerekliliğini hissettirmektedir. Çalışmamız bu doğrultuda İran siyasal sistemini analiz ederek ‘İran nasıl yönetiliyor?’ sorusuna yanıt bulma amacı taşımaktadır.
Velayete Fakih
İran’ın iç ve dış politikasını doğru yorumlamanın yolu önce Velayet-e Fakih kuramını ve ülkenin siyasal hayatındaki yerini anlamaktan geçmektedir. Zira İran’daki mevcut devlet mekanizması velayet-e fakih makamı merkez alınarak yapılandırılmıştır. Velayet-e Fakih kuramı 1960’larda Humeyni tarafından ortaya atılmış ve Şia mezhebinin ideolojik temelleri üzerinde kurulmuştur. Humeyni, Velayet-e Fakih kuramı vasıtası ile Şia mezhebinin yeni bir siyasal teorisini gerçekleştirmek istemiştir.[1] Bu kuram, Şia mezhebinin “imamet” kurumunun devamı olarak geliştirilmiş bir açılımdır. Bilindiği gibi, Şia mezhebi Peygamberin ölümünden sonra Hz.Ali’nin siyasi iktidar olarak seçilmemesine karşı oluşan tepkiden doğmuştur. Hz.Ali’yi destekleyenlere göre peygamber defalarca açık bir şekilde kendinden sonra Ali’nin İmam olacağını söylemiştir. Şia’ya göre imamet kurumu peygamber yolunun devamı olarak kutsallığını Kuran’dan almıştır. Başka bir deyişle peygamberin ölümünden sonra Müslümanları yönetmek imamların hakkı ve sorumluluğundadır. İslam hükümeti imamların iktidarda olması veya onların onayı ile meşruiyet kazanmaktadır. Bu açıdan imamların yönetmediği ülkelerde kurulan hükümetler meşru değildir [2]
Şia için en önemli soru, imamların olmadığı dönemde “ne yapmak gerekir?” sorusudur. Bu dönemde ne yapılmalıdır? Devlet kurulması dinen uygun mudur değil mi? Bu devletin yapılanması nasıl olacaktır? Şia siyasal literatüründe bu sorulara çok farklı ve birbiri ile çelişen cevaplar verilmiştir. Velayet-e Fakih kuramı bu sorular çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Bu kuramı Humeyni 1960’lı yıllarda Irak’ın Necef kentindeki din derslerinde ortaya koymuştur. Buna göre kayıp İmam[3], İslam toplumlarının yönetilmesi ve hükümetlerin kurulması görevini müçtehitlere[4] vermiştir. Din bilginleri peygamberlerin mirasçısı oldukları için toplumu yönetmek onların hakkı ve görevidir. Peygamberler ve imamlara özgü “velayet” (Mutlak otorite) fakihler[5] için de geçerlidir. Böylece Humeyni Velayet-e Fakih isimli eseriyle beraber mollaların ve İslam dininin siyasal iktidara gelmesini savunmaya başlamıştır. “Siyasal iktidarı yönetme dinamizmine sahip olan İslam, düşmanların komploları sonucu izole edilmiştir. Emperyalistler 300 yıldır İslam ülkelerine girmişler ve İslam hakkında yanlış bir imaj vermeye çalışmışlardır. Böylece İslam’ın devrimci özelliklerini unutturmaya çalışmışlardır”.[6]
1979 İslam Devriminin gerçekleşmesiyle birlikte Humeyni yorumunu yaşama geçirmiştir. Velayet-e Fakih İran Anayasası’na girmiş ve İran siyasal sisteminin en önemli kurumu haline gelmiştir. Anayasa, devletin yasama, yürütme ve yargı erklerini Velayet-e Fakih kurumunun denetimine vermiştir. İran İslam Cumhuriyeti’nin genel politikalarını belirlemek ve denetlemek yetkisini tanımıştır. Silahlı kuvvetler genel komutanıdır ve bu alanda bütün gelişmeler onun bilgisi ve onayı çerçevesinde gerçekleşir. Savaş, barış, cumhurbaşkanının azli ve referandum gibi önemli kararları verme hakkına sahiptir. Ülkenin tüm denetleme kurumlarının (yargı ve Anayasa Koruyucular Konseyi, Maslahat Konseyi) yetkilileri onun tarafından atanmaktadır. Ayrıca İran’da bütün radyo–televizyon kurumları dini liderin kontrolündedir. [7]
İran’da Velayet-e Fakih ekonominin önemli bir kısmını elinde bulundurur. Bu ekonomik güç vakıflar aracılığı ile yönetilmektedir. Yoksullar ve Gaziler Vakfı (Bonyade Canbazan ve Mostezefin), Şehitler Vakfı (Bonayde Şehid), Yardım Komitesi (Komiteye Emdad), 15 Hurdad Vakfı (Bonyade Panezdehe Gordad) Velayet-e Fakih’e bağlı kurumlardır. Bu kuruluşlar İran’ın iktisadi hayatında önemli yere sahiptir. Gayri resmi rakamlara göre bu vakıf ve kurumların kontrolündeki sermaye İran ekonomisinin % 40’ını oluşturmaktadır.[8] İşin en ilginç tarafı bu kurumların ekonomik çalışmaları Sayıştay’ın denetimi dışındadır.
Uzmanlar Meclisi
Uzmanlar Meclisi İran dini liderini seçme, denetlenme ve gerektiğinde azil yetkisine sahip olduğunu nedeniyle en önemli kurumlardan sayılmaktadır. Uzmanlar Meclisi’nin üyelerinin niteliği dini liderin yetkileri yelpazesinde şekillenmektedir. İran anayasasına göre dini liderin askeriyeden ekonomiye geniş alanlarda yetkiye sahip olduğu için üyeleri bu alanların uzmanların oluşması gerekmektedir. Uzmanlar Meclisi üyeleri sekiz yıllığına direkt halkın oyuyla seçiliyorlar. Uzmanlar Meclisinin bu özelliği nedeniyle diğer kurumlardan farklı olarak göreli bir özerkliğe sahiptir. Nitekim Uzmanlar Meclisi kendi yasasını düzenleme yetkisine sahiptir. Uzmanlar Meclisi 1989’da Hamaney’i din lider olarak seçmiştir.
Cumhurbaşkanlığı
1979 yılına kadar Şahlık ile yönetilen İran, İslam devriminden sonra cumhuriyet rejimini kabul etmiştir. İran Anayasası’nda siyasal sistem “İslam Cumhuriyeti” olarak adlandırılmıştır. Bu vesile ile Cumhurbaşkanlığı kurumu İran tarihinde ilk defa İslam Devrimi’nin ürünü olarak Anayasa’da yerini almıştır. 1989’da değiştirilen Anayasada Cumhurbaşkanına önemli yetkiler verilmiştir.[9]
İran’da rehberlikten (Velayet-e Fakih) sonra cumhurbaşkanlığı ülkenin en yüksek resmi makamıdır. Anayasayı uygulamak, üç erkin ilişkilerini düzenleme, yürütme gücüne -doğrudan doğruya rehberlik makamına bağlı konular dışında- başkanlık etmek Cumhurbaşkanının temel görevleridir.
Cumhurbaşkanlığı süresi dört yıldır. Halk oyu ile seçilen cumhurbaşkanı art arda iki defadan fazla seçilme hakkına sahip değildir. Anayasa gereği adaylar siyasi ve dini kimliği ile tanınmış kişiler içinden olmalıdır. Bu durumun tespiti ise Anayasa Koruyucular Konseyi’ne (A.K.K.) aittir. AKK seçimin “usulüne uygun” yapıldığını onaylarsa sıra cumhurbaşkanlığı yetkisinin verilmesine gelir. Bu yetki Dinî Lider tarafından verilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı makamının 1989’da yapılan değişiklik sonucunda yetki alanı genişlemişse de, cumhurbaşkanının etkisi ancak Dinî Lider ile uyum içinde olduğu ölçüde devlet mekanizmasına yansımaktadır. Dinî Lider ile cumhurbaşkanının farklı siyasi programları benimsemeleri durumunda ise cumhurbaşkanı etkisizleştirilmekte veya tasfiye edilmektedir. Tahran’da devrim sonrası politik süreci belirleyen, dini lider-cumhurbaşkanı ilişkisi olmuştur. Dini Lider-Cumhurbaşkanı çatışmasının ilk kurbanı İslam Devriminden sonraki ilk cumhurbaşkanı Abulhasan Benisedr olmuştur.[10] Banisedr’den sonra ona benzer kaderi Hatemi paylaşmıştır.[11] Hatemi azledilmese de reform projesi başarısız kılınmıştır. Hatemi’nin reform projesinin başarısızlığının en önemli nedeni Dini Lider Hameney tarafından kabul görmemesidir. Dini Lider ve cumhurbaşkanının uyumsuzluğu en son 2005 Haziranındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanmıştır. Ahmedinejad ve Rafsancani arasındaki rekabette dini lidere bağlı bütün kurumlar Ahmedinejad’ın yanında yer almıştır. Ahmedinejad’ın bütün radikalizminin arkasında Hameney’nin önemli ölçüde desteğinin olduğu inkar edilemez. Ancak Ahmedinejad’ın ikinci döneminde Hamaney ile sorun yaşaması cumhurbşkanı-Velayet-e Fakih arasındaki krizin yapısal olduğunun açık göstergesi olarak yorumlanabilir.2013’te cumhurbaşkanlığına seçilen Hasan Ruhani ile dini lider Hamaney ilişkisi nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Ancak geçmiş cumhurbaşkanları ve dini lider arasındaki ilişkileri ve Ruhani ile Hamanaey görüş farklılığı dikkat alındığında ruhani-Hamaney ilişkisinde de kriz beklenebilir.
İslami Danışma Meclisi (Meclise Şuraye İslami)
İran Anayasasında meclise; yasama, bakanlar kuruluna güvenoyu verme, cumhurbaşkanın ve bakanlar kurulunun işlevini denetleme ve gerekirse görevden alma gibi yetkiler tanınmıştır.[12] İran’da Meclis önemli bir siyasi kurum olsa da hem Velayet-e Fakih hem de denetleme kurumları vasıtası ile sınırlandırılmaktadır. Bu nedenle Meclis de cumhurbaşkanı gibi Velayet-e Fakih ile uyum içinde hareket etme zorunluluğundadır. Kanun yapma yetkisine sahip olsa da bunların sistemin genel çizgisinin dışına çıkması mümkün değildir.[13] Ülkenin bütün meseleleri ile ilgili kanun yapan meclisin kararları Şuray-e Negehban’ın (Anayasa Koruyucular Konseyi) onayından sonra yürürlüğe girebilir.
İran meclisi 290 milletvekilinden oluşmaktadır ve bu sayı her on yılda 20 milletvekili artacaktır.[14] Meclis seçimlerinde parti sistemi yoktur. İran meclisinin milletvekilleri fert olarak ve dar bölge çoğunluk sistemi ile dört yıllığına seçilmektedir. İran Meclisi içindeki ayrışımlar parti mahiyeti taşımamakta ve cephe gibi gözükmektedir.
26 Şubat 2016’da gerçekleşen seçimler Muhafazakârların Meclis’teki etkinliklerini kırılmıştır. 2004 seçimlerinden bugüne meclisteki çoğunluğu muhafazakârlar oluşturmaktaydı. Mecliste muhafazakâr milletvekilleri iç ve dış politikada daha radikal politikalar takip edilmesi eğilimi taşımaktaydılar. Bu nedenle Muhafazakar milletvekilleri, Hasan Ruhani açısından büyük sorun teşkil etmekteydiler. Meclisin değişimi Ruahni’nin iç ve dış politikası açısından hayatı derecede önemlidir.
Anayasa Koruyucular Konseyi (Şuraye Negehban Kanun Esasi)
Anayasa Koruyucular Konseyi’nin yapısı ve işlevi bilinmeden İran siyasi hayatı ile ilgi yorum yapmak hem zor hem de hatalı olabilir. Zira bu kurum İran siyasi hayatını analiz edebilmek için anahtar bir role sahiptir. Bir denetleme kurulu olarak tanımlanan Anayasa Koruyucular Konseyi[15] İran siyasal sistemine Meşrutiyet (1906-11) Anayasası’yla birlikte girmiştir. Meşrutiyet Anayasasında belirlenen konsey beş müçtehitten oluşur ve görevi mecliste alınan kararların dine uygun olup olmadığını belirlemektir. İslam Devrimi’nden sonra da bu kuruma, yapı ve işlevi genişletilerek anayasada yer verilmiştir. 12 kişiden oluşan Anayasa Koruyucular Konseyi, Mecliste alınan kararların İslam ahkamına ve Anayasaya aykırı olup olmamasını denetlemek amacı ile oluşturulmuştur.
Anayasa Koruyucular Konseyi oluşmadan Meclisin oluşum hakkı yoktur. Meclisin yasallığı bu konseyin oluşmasına bağlıdır. Meclis aldığı bütün kararları Anayasa Koruyucular Konsey’ine göndermek zorundadır. Anayasa Koruyucular Konseyi, Meclisin kararı üzerinde görüşünü on gün içinde açıklamak zorundadır, aksi taktirde kabul edilmiş sayılır. Anayasa Koruyucular Konseyi’nin önemli bir diğer görevi de Cumhurbaşkanı, meclis ve yerel seçimleri denetleme yetkisidir.[16] Başka bir deyişle Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının seçimlere katılıp katılmayacağına Anayasa Koruyucular Konseyi karar vermektedir. Bu kurum ayrıca kazanılmış bir seçimi iptal etme hakkını da elinde bulundurmaktadır.
Bu kurum rejimin filtresi konumundadır. Seçilme hakkını Anayasa Koruyucular Konseyi vermektedir. Yani rejimin ölçütlerine uymayan kişiler seçilme hakkına sahip olamazlar. AKK üyeleri dini lider tarafından atandığı için dini lider ile uyumlu olmayan adayların seçilebilmesi zordur. Ayrıca kurumun üyelerinin muhafazakar bloğun en radikal kanadına daha yakın oldukları da bilinmektedir. Anayasa Koruyucular Konseyinin bu işlevi dolayısıyla iktidar çok sınırlı siyasal elitler arasında dolaşmaktadır.
Maslahat Konseyi (Mecme-e Teşhis-e Meslehet-e Nezam)
Maslahat Konseyi 1988’de Humeyni’nin talimatı ile kurulmuştur. Devrimin hemen ardından Meclis ve Anayasa Koruyucular Konseyi arasında sürekli anlaşmazlıklar başgöstermiştir. Maslahat Konseyi bu krizin çözümü için oluşturulmuştur. Meclis ve Anayasa Koruyucular Konseyi arasındaki anlaşmazlıklar konusunda karar verme yetkisine sahiptir.
Amacı, devlet mekanizması içinde siyasal kurumlar arasında anlaşmazlığı ortadan kaldırarak uyum ve eşgüdümü sağlamaktır. Bu nedenle sistemin uzlaştırıcı rolünü üstlenmiştir. Bu konsey İran siyasal sistemindeki önemli karar verici mekanizmalardan sayılmaktadır. Zira, uzlaştırıcı işlevinin ötesinde rejimin karşı karşıya olduğu ideoloji ve gerçeklik çelişkisini çözme amacını taşır. Muhafazakarların elinde olmasına rağmen daha ılımlı ve pragmatist bir profil göstermektedir. Nitekim Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığına gelmesinin ardından iç ve dış politikada radikalizmini zaman zaman törpüleyebilmek için dini lider tarafından görev alanı genişletilmiştir. Kuruma ayrıca devletin bütün erklerini denetleme ve dini lidere rapor halinde sunma yetkisi verilmiştir.
Maslahat Konseyi üyeleri dini lider tarafından atanmaktadır ve sayıları değişmektedir.[17] Başkanlığını Rafsancani yapmaktadır. Maslahat Konseyi ve cumhurbaşkanlığı arasından kriz İran siyasi hayatın karakteristik özelliklerinden biridir. Rafsancani ve Ahmedinejad arasındaki çekişme, iki kurumun (Maslahat Konseyi ve cumhurbaşkanlığı) tutum ve kararlarına da önemli ölçüde yansımaktaydı. Maslahat Konseyi ve cumhurbaşkanlığı arasındaki kriz Ruhani’nin cumhurbaşkanı olmasıyla da devam ettiği görülüyor. Ruhani’nın Maslahat Konseyi toplantılarına birçok defa katılmadığı bu krizin tezahürü olarak yorumlanıyor..
Milli Güvenlik Yüksek Konseyi (Şuraye Ali-e Emniyete Melli)
Milli Güvenlik Yüksek Konseyi’nin kuruluş amacı İslam Devrimini korumak, milli menfaatleri temin etmek, ülkenin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini sağlamak olarak tanımlanmıştır. Bu kurumun görevi Dini Lider tarafından belirlenmiş genel politikalar çerçevesinde ülkenin güvenlik, istihbarat ve savunma politikalarına yön vermek ve bütün siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik çalışmaları söz konusu güvenlik ve savunma politikaları ile uyumlu hale getirmektir. Diğer görevi ise iç ve dış tehditlere karşı ülkenin maddi-manevi olanaklarından yararlanmaktır.
Milli Güvenlik Yüksek Konseyi İran’ın en üst güvenlik, savunma ve istihbarat makamı sayılmaktadır. Genelkurmay Başkanı, silahlı kuvvetler komutanları, Bütçe ve Planlama Teşkilatı başkanı, dini liderin iki temsilcisi, Devrim Muhafızları komutanı ve dışişleri, içişleri ve istihbarat bakanları bu kurumun üyelerini oluşturmaktadır.
Konseyin başkanlığını cumhurbaşkanı yapsa da en önemli yetkilisi sekreteryasıdır. Dini Lider ile organik ve düzenli bir ilişkisi vardır. Kararları dini lider tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girebilir. [18]
Kurum ülkenin yüksek önem arz eden iç ve dış politika meselelerini takip etmektedir. Nükleer program, ABD ve İsrail ile ilişkiler gibi rejim için hayati güvenlik konuları yetki alanına girer. Nitekim mevcut nükleer diplomasi bu kurum tarafından yürütülmektedir. Milli Güvenlik Yüksek Konseyi şu anda Ali Şemhani tarafından yönetilmektedir ve muhafazakârların kontrolündedir.
İran’daki Velayet-e Fakih kavramına karşı Türkiye’de kullanılan Dini Lider tabiri yanıltıcı olabilir. Çünkü Velayet-e Fakih dini misyonunun yanı sıra devletin başat gücüdür. İran’da siyasal sistemin temel kurumları, dini liderin (Velayet-e Fakih) devlet mekanizması üzerindeki hakimiyetini esas alan bir çerçeve içinde oluşturulmuştur. Görünürde birçok demokratik unsuru ( Parlamento, seçimler..) içinde barındıran sistem, özü itibari ile Velayet-e Fakih kurumu ekseninde teokratik diktatörlük olarak kurulmuş ve bu yapısını günümüze kadar sürdürebilmiştir.
Görüldüğü gibi Liderlik Makamı, iç ve dış politikanın temel belirleyicisi konumundadır. Bu etkinlik nedeni ile Dini Lider etrafında “derin devlet” olarak adlandırabileceğimiz bir olgu ortaya çıkmıştır. Askeri-güvenlik bürokrasisi ve muhafazakarlardan oluşan bu yapı İran’ın iç ve dış politikasını tayin eden güç olmuştur. Tüm siyasi arayışlar ve siyasilerin kaderi bu yapı ile uyumlu olup olamaması ölçüsünde belirlenmektedir.
İslam cumhuriyeti düşüncesi çerçevesinde “seçilmişler” ve “atanmışlar” şeklinde ikili bir siyasal sistem doğmuştur. İran’daki “Atanmışlar” misyon ve yetkileri bağlamında Türkiye’deki bürokrasi kavramından fazlasını ifade eder. Öte yandan, İran’da herkesin seçilme hakkı yoktur; “seçilmişler” de pratikte “atanmışlar” tarafından yönetilmektedir. Cumhurbaşkanlığı, meclis ve yerel yönetimler gibi seçilmişlerin denetlemesi ve yönlendirilmesi Velayet-e Fakih, Anayasa Koruyucular Konseyi ve Maslahat Konseyi gibi atanmışlara bırakılmıştır. İran’ın bu ikili yapısının seçilen kesimine bakarak, Orta Doğu’daki bazı ülkelerden daha “demokratik” olduğunu söyleyebiliriz. Meclis’in, Cumhurbaşkanlığı’nın ve yerel seçimlerin varlığı, İslam rejimi yandaşları ve Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından onaylanan kişiler arasında demokratik bir yarışa olanak sağlamaktadır. Açıktır ki, İran’daki seçimler Batı türü demokratik seçimden çok farklıdır. Son tahlilde, İran’da cumhurbaşkanı dahil, siyasal yetkiye sahip olan tüm şahıslar sistemin bir parçası oldukları için seçilebilirler ve etkileri dini lider tarafından atanmışlarla uyum ölçüsünde açıklanabilir.
[1] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz.Muhsen Kediver, Hukumete Velayi ,Tahran, 1378.
[2] Muhsen Kediver, Dovlet Der Fekh Şia, Tahran, 1378,s.60.
[3] İran Şia’larına göre 12. İmam kayıptır. 12.İmam , İmam Mehdi Zamanın İmamı olarak bilinmektedir.12.İmamın geri dönmesi beklenmektedir.
[4] Müçtehit dini konularda fetva yetkisine sahip olan kişilere denilmektedir.
[5] Fakih dinin ahkamı konusunda fetva vermek yetkisine sahiptir.
[6] Humeyni,Velayete FAKİH,Tahran, 1979, s.89.
[7] Anayasa 110.Maddesi
[8] İzeetullah Sehabi, Berxi Negeranihay-e Xtire Melli, İran Ferda , Tahran, 1376, s.5
[9] 1989 İran Anayasası’nın 113’den 142’inci maddelerine kadar olan bölümü cumhurbaşkanlığı kurumuna ilişkindir..
[10] İran’da ilk cumhurbaşkanlığı seçimleri için bkz.: Muhammet Cevad Muzeffer, Evvelin Reyis Cumhur, Kevir Yayınevi,Tahran, 1378
[11] 1981’de Benisedr’in azlinden sonra göreve gelen Muhammed Ali Recayi bir suikast sonucu öldürülmüştür. Recayi’den sonra Seyid Ali Huseyni Hameney arka arkaya iki dönem (1981-1985;1985-1989) görev yapmıştır. Hamaney 1989’da Humeyni’nin ölümünden sonra Uzmanlar Meclisi[11] tarafından dini lider olarak seçildiğinde yerine Ali Ekber Haşemi Rafsancani 1989’da cumhurbaşkanlığına gelmiştir. Kirman kentinin zengin toprak sahiplerinden olan Rafsancani 1989’dan sonra art arda iki dönem (1989-1993; 1993-1997) cumhurbaşkanı seçilmiştir. Peşinden, 1997’nin 23 Mayısında Seyid Muhammet Hatemi cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Rafsancani, cumhurbaşkanlığını Hatemi’ye bıraktıktan sonra Maslahat Konseyi’nin başkanlığına geçmiştir ve halen bu görevini sürdürmektedir.[11] 1997’de cumhurbaşkanı seçilen Hatemi (1997-2001) ve 2001-2005’e kadar bu görevi üstlenmiştir. 2005-2013 yılına kadar Mahmud Ahmedinejad cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. 2013’te cumhurbaşkanı olan Hasan Ruhani ise halen görevini sürdürmektedir.
[12] Anayasa 87.Madde
[13] İran Anayasa’sı 62 .maddesinden ’den 100.maddelerine kadar Meclis ve Anayasa Koruyucular Konseyi konusunu kapsamaktadır
[14] Anaysa 64.Madde
[15] 1979 İslam Devrim Anayası’nın 91. maddesinden 95 .maddeye kadar Anayasa Koruyucular Konseyinin yetki alanı belirlenmiştir
[16] Anayasa 99.Madde
[17] Anayasa 112 .Madde
[18] Anayasa 186.Maddesi.
26 Şubatta İran’da gerçekleşen Uzmanlar Meclisi ve İslami Danışma Meclisinin galibinin seçimlerinin Hasan Ruhani ve reformcuların olması 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeniden gündeme taşıdı. Bu seçimler aslında 2023 cumhurbaşkanlığının seçimlerinin devam olarak yorumlanabilir. Bu neden 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve hasan ruhani’yi yeniden analiz etmek gerekir. 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerini bu kadar önemli kılan neydi? Yeni Cumhurbaşkanı Ruhani neyi temsil ediyor? Bu gelişme Ortadoğu’da neleri değiştirir? İran-Türkiye ilişkisinde neler değişecek? Bu soruları Omran Ortadoğu Uzmanı Arif Keskin’e sorduk.
İran’da Hasan Ruhani Cumhurbaşkanı seçilince aynı anda hem ABD hem de Suriye olumlu mesaj verdi. Piyasa kavramıyla söylersek bu değişimi Batı da Ortadoğu’da satın aldı. Ruhani’yi bu kadar kıymetli yapan gerçek nedir?
Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Hasan Ruhani ismi çok öne çıkmasa da 1979’dan bugüne kadar rejimin kilit isimlerden biridir. Hatta Humeyni’ye ilk kez ‘İmam’ diye seslenen siyasetçi olduğu söylenir. Devrimden 10 yıl sonra kurulan Milli Güvenlik Konseyi’nin günümüze kadar aralıksız üyesi oldu. Bana göre Hasan Ruhani İran rejiminin kara kutularından birisidir. Ruhani’yi ülkedeki diğer aktörlerden ayıran bir özelliği de rejim içi tüm taraflarla ilişki içinde olan bir isim olmasıdır. Molladır ama kendisini hukukçu olarak tanımlıyor yani çok çeşitli şapkaları var. Başta İran’ın dini lideri Hamaney olmak üzere tüm yönetici kadroları ile diyalog içinde olduğunu biliyoruz ama onun yapmak istediklerini anlamak için özellikle Rafsancani’ye bakmamız lazım.
Neden Rafsancani?
Ruhani her zaman Rafsancani’nin en yakınında olan bir isim. Ruhani’nin güç kaynağı, bir anlamda Humeyni’den sonraki ikinci adam olarak bilinen ve 1989’da Cumhurbaşkanı olan Rafsancani olmuştur. O yüzden Rafsancani’nin hedeflerini ve yönelimlerini anlamak bir anlamda Ruhani’nin bugün yapmak istediklerini anlamak olacaktır. Ruhani, Rafsancani’nin öğretilerine belli katkılar koyarak ilerliyor. Rafsancani, “Biz devrimi yaptık. Devrim bitmiştir.Bundan sonra ideolojik söylemleri hem iç politikada hem de dış politikada bir tarafa bırakmamız gerekiyor” diyerek hem Batı ile hem Doğu ile ilişki geliştirilmeli dedi. Otoriter bir kalkınmacı anlayışa sahip. Ekonomik kalkınmayı hedefliyor, bu hedefi gerçekleştirmek için de ülkede kısmi siyasi reformlar istiyor. Neo-liberal bir ekonomiyi savunuyor. Devletin küçülmesini istiyor. Buna paralel olarak dünya ekonomisiyle entegre olmasını istiyor. Bu görüşleriyle birlikte yürüdüğü muhafazakârlardan ayrılıyor. Bu alan İran rejiminin en önemli çatışma alanlarından biridir.
Çatışma alanı diye tarif ettiğiniz bu bölümü açalım isterseniz. Bu çatışmada Ruhani muhafazakar mı, reformcu mu?
Bunun cevabını almak için biraz geriye gitmek lazım. 1979-81 arası rejim kendisi gibi olmayan, düşünmeyen herkesi temizledi. 1981 yılından sonra rejim içinde günümüze kadar devam eden iki ana eksen ortaya çıktı. İslam devletinin temel argümanı “sosyal adalet olmalı” diyen kesim Humeyni üzerinde de güçlü etkisiyle 1989 yılına kadar iktidarda kaldı denilebilir. Bunlara İran siyaset yelpazesi içinde ‘sol’ deniyordu. Diğer ikinci gurup ise İslam dininde ticaretin varlığını savunan iş dünyası içinde olan mollalardı. Hasan Ruhani bu dönemde Rafsancani ile birlikte ‘sağ’daydı. Rejim içindeki bu guruplar 1997’den sonra belli derecede ideolojik değişim geçirerek muhafazakâr ve reformcu olarak karşımıza çıktı. Sağ muhafazakâr oldu, sol ise reformcu.
O zaman Ruhani’ye muhafazakâr mı diyeceğiz?
Hayır. Çünkü bu süreç içerisinde sağ da ikiye bölündü. Biri ticari burjuvazi (Çarşı) diğeri de sanayi burjuvazisi. Ruhani, sanayi burjuvazisinin safındaydı. Ahmedinecad’ın iktidarıyla birlikte tasfiye edilen sanayi burjuvazisi reformculara daha yakınlaştı. Ruhani, sanayi burjuvazisi ile reformcuların ortak adayı olarak seçildi diyebiliriz. Bildik anlamda reformcu değil. Rafsancani’nin daha önce ortaya attığı ‘itidal’ söylemini devletin temel söylemi haline getirmeye çalışıyor. Özetlersek; rejim içerisinde çok farklı eğilimler var. Bu ilişki çatışmalıdır. Bu çatışma devlete zarar veriyor. Bu yüzden deniyor ki hem iç politikada hem dış politikada kurtuluş ‘itidal’, orta yoldur. Ruhani, Bakanlar Kurulu’nu hem muhafazakar hem de reformculardan oluşturdu. Her iki tarafın radikallerini yönetimden uzak tuttu. İtidal söylemi Ruhani’nin hem iç politikasını hem de dış politikasını anlamamızı sağlar. İçeride her tür radikalizme karşı çıkarken dışarıda entegrasyonu savunuyor. İran’ın ekonomik potansiyelini biliyor ve dünyanın ilk on ekonomisinden biri olması için çaba sarf ediyor. İran’ın rejim içerisindeki kronik sorunlarını süreç içerisinde uyumlulukla çözmeye çalışıyor. Rejimi köklü değişimlere yöneltmiyor. Söylemleriyle gerginlik yaratmıyor. Ruhani, devletin içinden geliyor, tüm dengelerin farkında. Geçmişte yapılan yanlışlıkların deneyimi de mevcut.
Bu yönelim dini lider Hamaney tarafından da benimseniyor mu?
Türkiye’de ‘dini lider’ deniliyor ama yanlış bir tanımlama. Siyasetin tam içinde ve süreci tüm yönleriyle yürütüyor. İran’daki siyasi gerilim 1979’dan bu yana hep cumhurbaşkanı-lider arasında yaşanıyor. Tecrübe şunu gösteriyor ki cumhurbaşkanı hep yenilmiştir. Ruhani bunun farkında. Ruhani biliyor ki devlet şu anda elinde tuttuğu bürokratik aygıt değil. Devlet başka yerde ve onunla iyi ilişkiler içinde olmalı. Türkiye’de ‘devlet politikası’nın karşılığı İran’da ‘Nizam’dır ve bu Hamaney’in âdete kod ismidir. Nizam politikaları devlete yön verir. O ne yapmak istiyor, nerede engel olacak bunların hepsi önemli.
O zaman başta ABD ilişkileri olmak üzere Hamaney’in ruhani politikalarına yol verdiğini söyleyebilir miyiz?
İran Devrimi’nden hemen sonra ABD ile diyalog hep oldu. Sokakta ‘Amerika’ya Ölüm’ denilirken de gizli görüşmeler oldu. Rejim içeride ve dışarıda politikasının ana eksenini ABD karşıtlığına oturttu ama diyalogdan vazgeçmedi. ABD düşmanlığı rejimin ömrünü uzatmak için bir tür araç oldu. Dış düşman algısıyla toplum içerisinde hep olağanüstü bir seferberlik durumu yaratıldı. Gelinen noktada ise rejim hiçbir temel sorununu çözemedi. Bu nedenle artık ABD karşıtlığının toplumdaki inandırıcılığı kayboldu. ABD karşıtlığı İran’da artık sadece hak gaspının bir aracı olarak algılanıyor. Bu nedenle ülkeyi yönetenler bile artık açık olarak ‘ABD ile ilişki kuralım’ diyor. Dışişleri Bakanı ABD eğitimli. Ekonomiden sorumlu yardımcısı Nahavandiyan’ın Green Kartı olduğu iddia ediliyor. Solcuların ciddi bir kısmı bile ABD karşıtı değil. Devrimde 30 milyon olan nüfus şimdi 70 milyon oldu. Hepsi iş istiyor, özgürlük istiyor! Dünya ile kurdukları ilişkinin sorunlu olduğu kabul ediliyor. Bu rejimin krizidir ve buna çare arıyor. Bir taraftan bu istekleri karşılayacak, Batı ile ilişki kuracaksın diğer taraftan da devrimin ülkülerinden ayrılmayacaksın. İran Devleti’nin açmazı budur. Ruhani de Hamaney de buna çözüm arıyor.
Ruhani iktidara geldiğinden bu yana değişime yönelik adımlar attı mı?
Bu kadar kısa bir sürede çok fazla bir şey yapamaz. Ama duruş ve söylem itibariyle böyle bir yönelime girdiği açık. Yavaş, tedrici, rejimin bekaasına zarar vermeyecek, kontrol elinden çıkmayacak şekilde gerçekleştirmek istiyorlar. Yönetilebilen bir değişim planlanıyor. Bazı noktalarda reformcuların yapamadıklarını bile yapar noktaya geldi. Örneğin nükleer sorununu Hatemi çözemedi. Ama Ruhani bunu başardı. Örneğin etnik ve dini anlamda azınlıkta olanlarla ilgili söylemi çok farklı. Şu ana kadar pratik bir adım atmasa bile söylem düzeyinde bir farklılık yarattı. Yurttaşlık Bildirgesi yayımladı. Ruhani, fevri her türlü davranıştan kaçınıyor, az konuşuyor, toplumu geren açıklamalarda bulunmuyor. Bürokratik akla saygı duyuyor. Siyasi farklılıklardan dolayı tasfiyeye gitmiyor. Kurumlar yeniden inşa ediliyor. Devletin dünyevi, seküler bir akılla yönetilebileceğinin farkında. 1979’dan bugüne kadar bir şekilde tahrip edilmiş kurumları yeniden farklı bir anlayışla dizayn ediyor.
Bu değişim Ortadoğu’ya nasıl yansıyacak?
İran’ın bu yeni yönelimi Ortadoğu’da dengeleri değiştirecektir. İran güçlenecek ve etkisini artıracak. Hasan Ruhani iktidara gelmemiş olsaydı, ABD Suriye’de operasyon düzenleyecekti. Ruhani’nin iktidara gelişi Suriye denklemini değiştirdi. Şu anda Esad gitsin denilmiyor. Ortadoğu’daki sorunların diyalogla çözülebilir olduğuna Batı dünden daha fazla inanıyor. Batı yeni bir Ortadoğu’yu İran üzerinden şekillendirmek istiyor. Bu da Ruhani’nin Ortadoğu’daki gücünü biraz daha artırıyor. 11 Eylül sürecinden sonra Sünni İslamist hareketlerin Batı için daha büyük tehdit olduğu algısı var. Dolayısıyla İran eksenli bir hareket artık birinci tehdit pozisyon değil. Devrim öncesi körfezin jandarması olan bir İran yeniden doğuyor.
Bu söylediğiniz tam olarak ne ifade ediyor? Çok pozitif bir anlamı yok sanki.
Bu durumun Ortadoğu’da ilişkileri daha da karmaşık hale getireceği kesin. Özellikle Suudi Arabistan gibi ülkeler için İran daha büyük korku ve sorun haline geliyor. Şu an İran-Suudi Arabistan ilişkileri tarihte olmadığı kadar kötü. Bir savaş gerilimi yaşanıyor. Lübnan, Suriye ve Irak bu gerilime kaynaklık yapmaya devam ediyor. Suudilerin ‘ABD bizi yarı yolda bıraktı’ açıklaması da bu durumu özetliyor aslında. Şii-Sünni çatışması ya da gerilimine ilişkin bir iki rakam vermek istiyorum. 1 milyar 200 milyon civarında Müslüman var. Bunların sadece 200 milyonu Şii. Ama Basra Körfezi’nin yüzde 70’i Şiilerden oluşuyor. Petrol onların kontrolünde. Suudi Arabistan, Bahreyn, Yemen, Katar, Kuveyt tüm bunlarda Şii nüfusu var. Batı İran denklemine karar verirse Basra’daki güvenlik dengesi altüst oluyor. Sadece Bahreyn gibi küçük bir ülkede iktidar değişirsebile Basra Körfezi’ndeki denge değişiyor. Petrol çıkışları İran ve İran etkisi altına giriyor. Batı İran’ı ortaya çekerek aslında kendi varlığını da bu coğrafyada perçinleştiriyor. Batı ile ilişkilenebilen, ekonomik ve askeri anlamda güçlü İran başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı ülkeler için ciddi sorun. Bu da yeni çatışma alanları, terör saldırıları anlamına gelebilir. Lübnan, Irak, Mısır bu çatışma bölgeleri olabilir. Rusya da tedirginlik duyuyor. İran’ın Batı’ya yakınlaşması Rusya’nın hem Ortadoğu hem Orta Asya politikalarında zaafa uğramasına yol açar. Sadece Ermenistan’ın Batı’ya entegrasyonunun İran üzerinden yapılması bile Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğine darbe vurur.
İran’ın Batı ile ilişkileri bazı sorunları bitirebilir ama yeni sorunlar yaratacağı da çok açık. Ama sonuçta belirleyici olan İran’ın yönelimi ve ne yapmak istediğidir. İran da Batı-Rusya arasında tercih yapma noktasına gelirse Hamaney bile Batı der. Çok güvenmiyorlar Rusya’ya. Özellikle reformcu kanadın içinde ciddi biçimde anti-Rusya’cı bir damar var.