Suriye’de Esed rejiminin devrilmesi tarihi bir dönüm noktası olmuş ve Suriye yeni bir döneme girmiştir. Ancak bu yeni dönem, beraberinde getirdiği umutlar kadar ciddi sıkıntıları da içinde barındırmaktadır. Derinleşmiş güvenlik riskleri, karmaşık siyasi dengeler ve kurumsal zafiyetler ülkenin geleceğini belirleyecek temel sınamalar olarak öne çıkmaktadır. 14 yıllık iç savaşın yıkıcı etkileri ve 50 yılı aşkın süren otoriter yönetimin ardından Suriye’nin devlet kapasitesini yeniden inşa etme süreci hem içeriden hem de dışarıdan gelen baskılarla şekillenmektedir. Yeni hükümetin meşruiyetini güçlendirme, güvenliği sağlama ve toplumsal beklentilere yanıt verme çabaları, bu sancılı geçiş döneminin en kritik meselelerini oluşturmaktadır.
Bu rapor Suriye hükümetinin önümüzdeki bir yıllık süreç içerisinde karşılaşması muhtemel meydan okumaları, riskleri ve zorlukları ele alacaktır. Raporda; Suriye’de yaşanması muhtemel güvenlik riskleri, SDG’nin entegrasyon süreci, Suriye’de yeni yönetim modelinin oluşturulması, Suriye için yeni bir meclis kurma ve yeni bir anayasa yazma süreçleri ele alınacaktır.Raporda Dürziler meselesi ve İsrail tehdidine yer verilmeyecektir. Bu konu hakkında ‘Devrim Sonrası Dürziler ve İsrail’ isimli rapora atıf yapılmaktadır.
Güvenlik riskleri sadece önümüzdeki aylarda değil, siyasi geçiş süreci boyunca dikkatlice takip edilmesi ve önüne geçilmesi gereken risklerdir. Bu risklerin hem iç hem de dış faktörlere bağlı olduğunu unutmamak gerekir. İran’ın etkisinin zayıflaması, ABD ve AB’nin Suriye yönelik yaptırımları kaldırması, entegrasyon süreci bağlamında ABD’nin SDG’ye baskı kurması ve İsrail’in saldırgan politikasının arabuluculuk yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılması gibi dış faktörler, Suriye hükümetinin lehine işlese ve iç faktörleri dindirse bile bu durum onları ortadan kaldırmış değildir. Bunun en bariz örneği İsrail’in, Süveyda olaylarını bahane ederek Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği son saldırılar ve bu saldırıların Suriye yönetimini nasıl zor bir durumda bıraktığıdır. Buna karşın, iç güvenlik risklerinin birbirleriyle bağlantılı olması ve birbirlerini beslemesi, güvenlik politikaların bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Esed rejimi kalıntıları, SDG’nin entegrasyon süreci, DAEŞ tehdidi, Dürzi silahlı grupları ve Suriye’nin güvenlik sektöründeki stabilizasyonu gibi unsurlar başta olmak üzere ayrı ayrı riskler gibi görünseler de, bunlar aslında birbirini besleyen faktörlerdir.
Suriye’deki Esed rejimi kalıntılarının oluşturduğu risk hala ortadan kalkmamıştır. Suriye hükümeti, eski Esed rejimi üst düzey komutanlarını yakalamaya ve rejim kalıntılarına ait silah depolarına baskınlar düzenlemeye devam etmektedir.([1]) Ekonomik kaynak yetersizliği nedeniyle eski Suriye ordusu mensuplarına yönelik yürütülen “düzenleme” süreci, yalnızca silahlarını teslim etmeleri karşılığında geçici kimlik verilmesiyle sınırlı kalmaktadır. Yani bu uygulama, onları yeniden topluma kazandırmayı amaçlayan “silahsızlanma, demobilizasyon ve yeniden entegrasyon (DDR)” sürecinin ayrılmaz bir parçası olan yeniden entegrasyon aşamasının eksik olduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca, Lübnan sınırındaki Hizbullah’ın([2]) ve uyuşturucu şebekelerinin, Esed rejiminin kalıntılarıyla hala bağlantılı oldukları düşünüldüğünde bu riskin çok boyutlu olduğu görülmektedir.
Diğer yandan Esed rejimi kalıntılarının bir kısmı, SDG’nin kontrol ettiği bölgelere kaçmış ve çok sayıda militan, SDG tarafından bünyesine katılmıştır. SDG’nin genel komutanı Mazlum Abdi bunu inkâr etse de, sahadan gelen bilgiler bunun doğruluğunu göstermektedir. Daha da önemlisi, Lazkiye’de hala varlığını koruyan Rus Hümeyim Üssü'dür. Buna bağlı olarak Rusya, birkaç aydır Kamışlı havaalanındaki askerî varlığını arttırmış ve bazı eski rejim militanlarının Kamışlı’ya geçişini sağlamıştır. Bu durum, Moskova’nın hem rejim kalıntılarıyla([3]) (ki sahil olaylarında Rusya’nın rejim kalıntılarına verdiği desteği unutmamak gerekir)([4]) hem de SDG ile olan ilişkileri bağlamında ortaya çıkan riskleri hafife almamak gerektiğini göstermektedir.
ABD’nin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesi, Suriye’den çekilme planları ve SDG’nin Suriye hükümetine entegrasyonun sağlanması politikası, ABD’nin DAEŞ terör örgütü ile mücadele stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. DAEŞ; Esed rejiminin düşmesinin ardından rejim ordusundan kalma silahların bazılarına el koymuş, yeni Suriye yönetimine karşı propaganda faaliyetleri yürütmüş ve Suriye’nin istikrarını tehdit edecek terör saldırıları düzenlemiştir. Bu çerçevede, SDG’nin kontrolündeki DAEŞ kamplarının Suriye hükümetine devredilme süreci ne kadar uzarsa, güvenlik riskleri de o derece artacaktır. Üstelik SDG’nin, bazı DAEŞ mensuplarını belli bir maddi karşılıkla serbest bırakma uygulaması, söz konusu riski daha da arttırmaktadır.
Suriye hükümeti, DAEŞ’in azınlıklara ve özellikle de Şiilerin kutsal saydıkları mekanlara – Şam’ın etrafındaki Seyyide Zeynep dahil([5]) – yönelik gerçekleştirmeye çalıştığı birçok terör saldırını engellemekte başarılı olmuştur.([6]) Ancak; haziran ayında Şam’daki bir kiliseye yönelik yapılan terör saldırısı, bu riskin ne kadar ciddi olduğunu altı ay sonrasında ilk kez somut olarak gözler önüne sermiştir. 25 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu terör saldırısı([7]), bu yılın başında yeni faaliyete başlayan ve DAEŞ ile bağlantılı olduğu düşünülen “Saraya Ensar el-Sünne” adlı yeni bir radikal grup tarafından üstlenilmiştir. Bu saldırı, devrim sonrası Suriye’de özellikle DAEŞ ve El-Kaide başta olmak üzere cihatçı grupların nasıl bir tehdit oluşturduğuna dair önemli soru işaretleri barındırmaktadır. Geçtiğimiz aralık ayında,
El-Kaide’ye bağlı olan ve yıllar önce İdlib’de HTŞ tarafından dağıtılan Hurras el-Din adlı grubun kendini feshettiğini duyurmuş([8]) olmasına rağmen DAEŞ ve Ensar el-Sünne, Suriye hükümetine ve özellikle Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya karşı propaganda faaliyetlerini sürdürmektedir([9]).
Bu propaganda; hakimiyet, ‘vela ve bera’, tağut gibi kavramlar üzerinden şekillendirilmekte ve Suriye’nin dış politikası, uluslararası topluma entegrasyon süreci, azınlıklar ile seküler kesime yönelik açılımlar gibi makro politikaların yanı sıra, Eşârî gelenekten gelen Üsame el-Rifai’nin genel müftü olarak atanması ve alkollü mekânların korunması gibi mikro düzeydeki uygulamalara kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda, Suriye hükümetinin neredeyse tüm politikaları ve Şara başta olmak üzere önde gelen yetkililer hedef alınmaktadır. Uygulamada Ensar el Sünne, ocak ayından bu yana eski rejim mensuplarına karşı suikast düzenleyerek intikam arayışında olan kişileri yanına çekmeye çalışmıştı. Ancak, düşük profile sahip Ensar el Sünne, özellikle kilise saldırısının ardından tanınırlık kazanmıştır.([10])
DAEŞ ve türevlerinin, Suriye’nin mevcut gidişatından ve HTŞ’nin geçirdiği dönüşüm sürecinden memnun olmayan grupları kendi saflarına çekmeyi başarıp başaramayacağı gözlemlenmelidir. DAEŞ’in Şara’ya karşı propagandası yeni bir şey değildir. Uzun yıllardır benzer argümanlarla bu tarz propagandalar sürdürülmekteydi. DAEŞ, HTŞ ve müttefiklerini “kâfir” olarak nitelendirirken HTŞ ve ortakları da on yılı aşkın bir süredir DAEŞ’i, ‘Hâricî’ olarak tanımlamakta ve ona karşı aktif bir mücadele yürütmektedir. Kaldı ki HTŞ’nin geçirdiği dönüşüm altı aylık kısa vadeli bir dönem değil, yaklaşık sekiz yıllık bir sürecin sonucudur([11]). Bu nedenle, HTŞ’nin dönüşümünden rahatsızlık duyan grupların büyük bölümü zaten uzun zaman önce örgütten ayrılmıştır. Buna karşın, Suriye’deki DAEŞ terör saldırıları hâlâ çözüme kavuşturulmamıştır. Aktif haldeki DAEŞ kampları, hem kurumsal kapasite eksikliği hem de merkezî ordu inşasında Şam yönetimin yaşadığı zorluklar, DAEŞ'in oluşturduğu güvenlik riskini hala son derece ciddi kılmaktadır.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, Suriye hükümetinin “disiplinsiz gruplar” olarak adlandırdığı unsurlardır. Bunlar, sahil bölgelerinde ve Şam kırsalında ihlaller yapan ve güvenlik sektörünün stabilizasyonu açısından risk oluşturan gruplardır. “Disiplinsiz gruplar” ifadesi, basit görünmesine rağmen oldukça karmaşık bir duruma işaret etmektedir. Her ne kadar Suriye hükümeti, merkezî bir ordu inşa etme sürecine başlamış olsa da, farklı silahlı grupların bu yapıya hızlı ve sorunsuz bir şekilde entegre edilmesi mümkün değildir. Hükümet; başta HTŞ, Suriye Millî Ordusu ve güney grupları olmak üzere çeşitli silahlı grupların liderlerine, ya askerî yapılar içerisinde ya da yerel idarelerde (örneğin valiliklerde) pozisyonlar vererek bu süreci yürütmeye çalışmaktadır. Ancak esas risk, bu grupların çoğunun kendi finansal kaynaklarına ve toplumsal tabanlarına sahip olmasıdır. Bu durum, orta vadede bu grupların merkezî orduya tam anlamıyla entegre olamama ihtimalini artırmakta ve risk potansiyelini canlı tutmaktadır.
Şimdiye kadar Suriye hükümeti, İdlib’de yıllar boyunca yapılandırılan Genel Güvenlik Güçlerinin, yeni adıyla İç Güvenlik Güçleri, disiplinli ve hiyerarşik yapısı sayesinde hem sahil olaylarında hem de Şam kırsalındaki olaylarda durumun kontrolden çıkmasını engellemiş ve bu kuvvetler yerel olarak güven sağlayıcı birimler olarak algılanmaya başlanmıştır. İdlib deneyiminden yola çıkarak Suriye hükümeti, silahlı grupları olabildiğince geri çekmeyi, onları askerî üslerde ve akademilerde konuşlandırarak kamu düzenini merkezî olan iç güvenlik güçleri eliyle sağlamayı hedeflemektedir.
14 yıllık bir savaşın yaşandığı, bu süreçte yüzlerce silahlı grubun ortaya çıktığı ve nihayetinde 54 yıllık bir rejimin devrildiği Suriye’de, durumun daha da vahim olma ihtimali oldukça yüksekti. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Suriye hükümetinin, geçen altı aylık süreçteki sınamalardan başarıyla geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun mümkün olmasında HTŞ’nin, İdlib’de bir yönetme tecrübesine sahip olması ve Türkiye’nin, Suriye Millî Ordusunun yeniden kurularak savunma bakanlığına katılımını desteklemesi önemli pay sahibidir. Bu, söz konusu risklerin ortadan kalktığı anlamına gelmese de, Suriye’nin bu riskler ışığında tehdit algılaması ve güvenlik politikası daha anlaşılır hale gelmekte ve buna istinaden daha gerçekçi ve etkin politika önerileri sunmasını mümkün kılmaktadır.
Suriye hükümetinin toprak bütünlüğünü sağlamadaki en büyük meydan okuması hiç şüphesiz Fırat’ın doğusunu kontrol eden SDG yapılanması olmaya devam etmektedir. Suriye hükümeti ile SDG arasında imzalanan 10 Mart anlaşması gereğince SDG’nin ve SDG’ye bağlı tüm sivil ve askerî kurumların Suriye devletine entegrasyonu kararlaştırılmıştır. Ancak Halep’teki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleri hariç, 10 Mart anlaşması([12]) günümüze dek uygulanamadı. Hatta Halep’teki SDG varlığına ilişkin ayrı ve özel bir anlaşma yapıldığı değerlendirilirse, 10 Mart anlaşması imzadan öteye geçmedi demek mümkündür.
Halep için varılan özel anlaşma gereğince([13]), Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde bulunan SDG/YPG’ye bağlı silahlı unsurlar ve ağır silahlar Halep’ten çıkıp Fırat’ın doğusuna geçmiştir. İki mahallede de yerel meclis ve yerel asayiş gücüne dokunulmamıştır ve doğrudan Şam’a bağlı Genel Güvenlik Güçleri şubesi açılmıştır. Hedef olarak SDG’nin kurduğu yerel asayiş güçlerinin, Genel Güvenlik Güçleri’ne dâhil edilmesi kararlaştırılmıştır. Fakat uygulama aşamasında ilerleme sağlanamamıştır. İlaveten, anlaşma gereğince SDG’nin elindeki mahkumlarla Suriye ordusunun elindeki SDG’li mahkumların takası kararlaştırılmıştır. İlk takas turları başarıyla gerçekleşirken daha sonraki takaslar gerçekleştirilememiştir. SDG, elindeki eski SMO mensuplarını serbest bırakmayı reddetmiştir. Bazı iddialara göre, SDG elindeki mahkûm SMO askerlerinin infaz edildiği aktarılmaktadır. Tüm bunlara bakıldığında sahada kayda değer bir ilerleme sağlanamamıştır. Ancak, 10 Mart anlaşmasından bu yana Şam’ın konumunun ciddi anlamda güçlendiği ve SDG’nin pozisyonunun ise zayıfladığı görülmektedir. Nitekim yeni Suriye hükümeti uluslararası tanınırlık elde edip Suriye’ye yönelik yaptırımlardan ve terör tanımlamalarından kurtulurken([14]) SDG’nin koruyucusu konumunda olan ABD’nin, Suriye’deki askerî varlığını azalttığı([15]) ve Şam ile yakın bir diyalog geliştirdiği görülmektedir.
11 Haziran 2025 tarihinde yapılan SDG-Şam görüşmelerine kadar ABD, Suriye’de bulunan üslerinin yarısından fazlasını kaldırmış ve Suriye’deki asker sayısını azaltmıştır. Ancak, beklenileceğinin aksine SDG, Şam ile müzakeresinde pozisyonunu hafifletmek ve daha tavizkar olmak yerine, Şam’a yönelik daha talepkâr olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, SDG’nin üst düzey heyeti, Şam’da yapılan son toplantıda Suriye ordusuna ayrı bir blok olarak katılmayı, SDG ismini muhafaza etmeyi ve petrol gelirlerin yarısını talep etmiştir. Suriye genelinde ise adem-i merkezci federal bir yapılanmaya gidilmesi talepleri arasında yer almıştır. Söz konusu toplantı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.([16]) Toplantının ardından, bu görüşmelere katılan ABD Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack; Kürt, Arap, Amerikan ve Türk medyasına konuşarak SDG’ye yönelik eleştirilerini açıkça ifade etmiştir. Suriye’de bir federal yapının olmayacağını ve Suriye’de bir Kürdistan’ın kurulamayacağını ifade eden Barrack, Şam yönetiminin toplantıda gayet makul bir tutum içerisinde olduğunu ve SDG’nin gerçekçi davranmadığını dile getirmiştir. Ayrıca SDG’yi, sonsuz zamanları olmadığı konusunda da uyarmıştır.([17]) Nitekim daha önceki görüşmelerde Şam ile SDG arasında 107 No’lu yerel yönetim kanunu görüşülmüş ve anayasal değişiklik olmadan 107 No’lu kanun üzerinden bir orta yol aranmıştı.
Nesnel olarak bakıldığında Şam’ın, SDG’ye karşı müzakere masasındaki gücü ciddi anlamda artmıştır. Şam yönetimi de bu dönüşümün farkında olacak ki, Şam’da yapılan görüşmede Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, SDG’nin sözde genel komutanı Mazlum Abdi ile doğrudan görüşmemiş ve müzakerelere temsilcisini göndermiştir.
SDG’nin müzakere masasında daha fazla tavizkar olmak yerine daha fazla talepkâr olmasının ardından SDG’nin kendi konumunu farklı okuması yattığı değerlendirilmektedir.
SDG kendisini; Suriye’nin petrolünü, tarım kaynaklarını, su kaynaklarını ve ülkenin %90 elektriğini üreten Tişrin ve Tabka barajlarını kontrol eden yapılanma olarak görmektedir. Buna ilaveten SDG, ABD’nin politika değişikliğini tam anlayamamış ve Trump öncesi dönemdeki ABD politikalarının artık devam etmediğini kavrayamamıştır. İlaveten, ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine dair de SDG’nin okuması bir hayli sorunludur. SDG yönetimi kendisini PKK’nın silah bırakma sürecinin dışında görmektedir. PKK’nın silah bırakma ve kendisini lağvetme sürecini, Türkiye ile PKK arasındaki bir barış süreci olarak görmektedir. Bundan dolayı SDG’yi Şam ile anlaşmaya zorlayan Türkiye’nin, askerî tehdidinin son bulduğunu ve Türkiye’nin SDG’ye karşı bir operasyon düzenlemeyeceğini varsaymaktadır. Bu varsayımdan hareketle, Şam ile müzakerelerde daha fazla zamana sahip olduklarını ve daha talepkâr olabileceklerini değerlendirmektedir. Nitekim SDG, kendi askerî gücünün Şam ile olası bir çatışmaya yetebilecek seviyede olduğunu düşünmektedir.
Suriye hükümeti açısından bakıldığında ise zaman, Şam’ın lehine işlemektedir. 10 Mart tarihinde imzalanan anlaşma döneminde Suriye hükümetinin gücü ile şimdiki mevcut konumu arasında ciddi bir fark bulunmaktadır. Ayrıca, ABD’nin Suriye’yi terör listesinden çıkarması([18]) ve yaptırımları kaldırması,([19]) Suriye hükümetinin sadece meşruiyetini artırmakla kalmamaktadır. Aynı zamanda Suriye ekonomisinin canlanmasına ve ülkedeki birçok sorunun da daha kolay halledilmesine kapı aralamaktadır. Buna ilaveten, SDG’nin Suriye devletine entegre olmaması, SDG’nin yeni kurulacak ve altta detaylarıyla değinilecek olan yeni Suriye meclisinin dışında kalmasına ve dolayısıyla yeni anayasanın yazım sürecine de dâhil olamamasına yol açmaktadır. Özetle, her geçen gün Şam’ın pozisyonu güçlenmekte SDG’nin konumu ise zayıflamakla kalmamaktadır. Aynı zamanda SDG’nin talepkar tutumu, Suriye’nin geleceğinin belirleneceği meclis ve anayasa yazım süreçlerinde Şam’ın, SDG ile güç paylaşımı gereğini ortadan kaldırmaktadır. SDG’nin hızlı bir şekilde entegre olması durumunda, Suriye’nin yeni meclisinde ve anayasasında kısmi de olsa söz sahibi olması beklenmektedir.
Esed rejiminin devrilmesinden bu yana, Suriye'nin iç siyaseti hem uluslararası toplumun hem de Suriye halkının beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir. Suriye ulusal diyaloğu, anayasal deklarasyon ve geçici hükümet başta olmak üzere atılan adımlar, bir yandan uluslararası yaptırımların kaldırılmasını, diğer yandan ise farklı toplumsal kesimlere açılımı hedeflemekteydi. Şüphesiz Suriye Cumhurbaşkanı Şara bu siyasi sürecin en önemli aktörü haline geldi. Şara’nın merkezî konumu, pragmatik mantığı ve bir norm girişimcisi olarak rolü, ona son aylarda hem dış dünyadan gelen baskıları yönetme hem de iç dengeleri sağlama konusunda önemli avantajlar sağlamıştır. Nitekim geçici adalet dönemi, kamu hizmetlerinin sunumu, ekonomik istikrarın sağlanması, parlamento oluşumu ve anayasa yazım süreci gibi başlıca meseleler, Suriye hükümeti açısından oldukça karmaşık ve zorlu bir tablo ortaya koymaktadır. Bu durum önümüzdeki süreçte önemli riskleri de beraberinde getirmektedir.
Suriye hükümeti, devrim sonrasında Esed rejimiyle bağlantılı herkesin yargılanmasının mümkün olmadığının farkındadır. Ancak, bu gerçeği ne zaman kamuoyuna açıklamaya çalışsa, ülke genelinde yoğun bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalmakta ve bu konuda geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Örneğin, rejim döneminde savaş suçları işlediği bilinen ve Şam’daki 'Millî Savunma' milislerinin komutanı olan Fadi Saqr hakkında 'liderlik tarafından güvenlik verildi' açıklaması yapılması ve bu kararın, bu tür kişilerin rejimi devirme sürecinde oynadığı rolle gerekçelendirilmesi, kamuoyunda sert tepkilere yol açtığı görülmüştür([20]). Adalet beklentileri, yalnızca eski rejim unsurları için değil, aynı zamanda yeni Suriye ordusu içinde yer alan bazı silahlı grupların üyeleri için de geçerlidir. Bu bağlamda, geçiş dönemi adaletiyle bağlantılı münferit ya da toplu intikam eylemleri – ki bu tür hadiseler zaman zaman yaşandı – ile toplumsal patlamalar gibi olası riskler, doğrudan güvenlik riskleriyle ilişkili olup kamu düzeni açısından oluşturduğu tehdit ise son derece önemlidir. Aylardır devam eden bu konudaki toplumsal beklentiler doğrultusunda Şam yönetimi mart ayında Ulusal Geçiş Adaleti Heyetini kurdu. Ancak, bu sürecin kısa vadede tamamlanması veya kolay olması beklenmemelidir([21]). Böylelikle Suriye hükümeti bir yandan cadı avına dönüşebilecek uygulamalardan uzak durmaya çalışıp toplumsal barışı sağlamak isterken, diğer yandan da Suriye halkındaki çok yoğun ve güçlü bir intikam alma arzusunu ve adalet arayışını yönetmeye çalışmaktadır.
Esed rejiminin düşmesinin hemen ardından Şam’da yeni bir kabine kuruldu ve yaklaşık üç ay sonra nispeten kapsayıcı bir hükümet oluşturularak bakanların sorumlulukları kısa sürede devralındı. Bu sayede Suriye’de bir yönetim boşluğunun oluşması engellenmiş oldu. Zira nüfusun neredeyse önemli bir kesiminin iç sığınmacı konumunda olduğu, halkın %90’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ve devlet kurumlarının ciddi kapasite eksikliği yaşadığı bir ülkede yönetim boşluğu yaşanması tam bir kaos ortamı yaratacaktı.
Son altı ayda Suriye yönetimi, ülke genelinde bir çöküşün yaşanmasını önlemekte başarılı oldu. Ancak, mevcut kapasite eksikliği nedeniyle hükümet yıllardır - Türkiye’nin yardımıyla - İdlib’de sağladığı hizmetleri (elektrik, su, ulaşım, internet) ülke genelinde aynı düzeyde verememektedir. Örneğin, İdlib’de elektrik özel şirketler tarafından kesintisiz olarak sağlarken, genel olarak Suriye'de kamu kurumları elektriği günde ortalama sadece iki saat verebilmektedir.
Başka bir örnek ise kamu maaşlarıyla ilgilidir. Hükümet, maaşları %200 artırma kararı almasına rağmen([22]) İdlib’de ödenen maaşlarla diğer bölgelerdeki maaşlar arasında hâlâ azımsanmayacak bir fark bulunmaktadır. Maaşlar ortalama olarak 75 ile 125 dolar arasındadır. Arada yaklaşık 50 dolar fark olması önemsiz gibi görünebilir; fakat bu durum, Suriye’de “birinci sınıf – ikinci sınıf vatandaş” tartışmalarına yol açmaktadır.
Nitekim, devlet maaşlarının Suudi Arabistan ve Katar tarafından ortaklaşa karşılandığı bir ortamda([23]), Suriye’nin finansal ve kurumsal kapasitesini geliştirmesinin zaman alacağı aşikardır. Tüm bu meseleler, Suriye’nin yeniden imar sürecinde ciddi bir dış desteğe ihtiyaç duyduğunu göstermekte ve devletin işlevsel niteliği bağlamında önemli risklere işaret etmektedir. Üstelik savaş sonrası dönemde ekonomiyi liberalleştirmek yabancı yatırımları çekme açısından önemli olmasına rağmen, Suriye’deki aşırı yoksulluk ve ekonomik çöküş yüzünden bu sürecin olumsuz yanları ciddi risklere yol açabilir. Hâlihazırda aşırı yoksulluğun ve zayıf devlet kapasitesinin olduğu bir ortamda, sektör öncelikleri belirlenmeden ve yerel ihtiyaçlar gözetilmeden uygulanacak koşulsuz vergi muafiyetleri, Lübnan ve Irak örneklerinde olduğu gibi yapısal bir soruna dönüşme riski taşımaktadır([24]).
Yukarıda bahsedilen riskler ışığında, beş yıllık bir geçiş dönemi uzun bir süre gibi görünse de aslında gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Zira güvenlik ve istikrar sağlanmadan sadece seçimlere gitmek, ne istikrarı temin edebilir ne de ülkeyi ileriye taşıyabilir. Bu nedenle, Suriye yönetimi siyasi riskleri en aza indirmek amacıyla güçlü bir yürütme organı ve tam bir başkanlık sistemi kurdu. Hâlihazırda Suriye, Cumhurbaşkanının kararlarıyla yönetiliyor olmasına karşın yeni yasalar çıkarmak veya mevcut yasaları değiştirmek mümkün değildir; çünkü henüz bir parlamento oluşturulmamıştır.
Anayasal deklarasyona göre Cumhurbaşkanı, parlamento üyelerini seçmek üzere yüksek bir komite oluşturur. Bu komite, alt seçim kurullarının oluşumunu denetler. Söz konusu alt kurullar ise parlamentonun üçte ikisini seçer. Geriye kalan üçte birlik kısmı ise Cumhurbaşkanı tarafından, “adil temsil ve liyakati sağlamak amacıyla” atanır. Haziran ayında Şara tarafından kurulan “Halk Meclisi Seçimleri Yüksek Komitesi”, eski Tarım Bakanı Muhammed Taha el-Ahmed başkanlığında on bir üyeyle çalışmalarına başlamıştır([25]).
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, Suriye'nin eski siyasi muhalefetinin önemli figürlerinin heyet üyeleri arasında yer almasıdır. Bu isimler arasında, daha önce Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu ile Yüksek Müzakere Heyeti başkanlığı yapmış Badr Jamous ve Anas al-Abde, SMDK'ya bağlı geçici hükümetin eski Tarım Bakanı Emad Bark, SMDK'nın eski Norveç Büyükelçisi Hanan İbrahim El-Balkhi ve Suriye Feminist Siyasi Hareketi üyesi Lara Ayzoki bulunmaktadır. Ayrıca, Hristiyan bir doktor olan Navvar İlyas Nejme’nin heyetin sözcüsü olarak atanması da dikkat çekicidir.
Resmî kaynaklara göre parlamento, 150 üyeden oluşacaktır ve önümüzdeki iki ila üç ay içinde parlamentonun kurulması beklenmektedir. Geçici bir seçim sistemi taslağı üzerinde çalışan komite, parlamento üyelerinin %70’inin liyakat sahibi kişilerden, %30’unun ise seçkin ve saygın kişilerden (toplumun önde gelenlerinden) oluşmasını hedeflemektedir([26]).
Seçim mekanizması olarak doğrudan seçimlerin yapılması mümkün olmadığından geçici olarak temsili bir seçim sistemi uygulanacaktır. Bu çerçevede, seçim hazırlıkları kapsamında Suriye’nin farklı illerinde saha çalışmaları yürüten seçim komitesi, bu sürecin tamamlanmasının ardından geçici seçim sisteminin nihai versiyonunu ve seçimlerin zaman çizelgesini yayımlayacaktır. Ardından her ilde alt seçim komiteleri kurulacak ve bu komiteler, bağlı oldukları ilin farklı ilçelerinden temsilcileri içerecektir. Alt komitelerin temel görevi, Halk Meclisindeki her bir sandalye için 30 ila 50 kişiden oluşan seçici kurulları belirlemektir([27]).
Bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte, Suriye’nin geçiş dönemi daha sağlam bir zemine oturmuş olacaktır. Dolayısıyla, yasama boşluğunun doldurulması ve bu boşluğun doğurabileceği risklerin önlenmesi, bu sürecin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasına bağlıdır. Örneğin, Suriye’nin ulusal sembolünün değiştirilmesi anayasal deklarasyona göre bir kanunla gerçekleşmeliydi; ancak yasama organı eksikliği nedeniyle bu değişiklik kanunsuz bir şekilde yapılmıştır([28]). Bu bağlamda, parlamento seçim sürecinin düzgün işlemesi ve ardından parlamentonun etkin bir yasama organı olarak faaliyete geçmesi, siyasi meşruiyetin ve hukukun üstünlüğünün tesisi açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bu süreç, 54 yıl süren ayrımcı bir diktatörlük sonrası yeni bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirebilecek bir anayasa yazımı için de gerekli zemini oluşturacaktır.
Esed rejiminin devrilmesinden bu yana geçen süreçte Suriye çok önemli ilerlemeler kaydetse de, 14 yıllık iç savaşın ve 50 yılı aşkın süreli Baas iktidarının getirdiği yıkımı kaldırmak kolay değildir. Ekonomik meseleler, Dürzi meselesi ve İsrail’in müdahalesi bir kenarda tutulduğu takdirde bile, Suriye’nin kendi içinde ciddi meydan okumaları olduğu görülmektedir. Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere eski rejim kalıntıları, DEAŞ terör örgütü tehdidi, Suriye ordusunun merkezîleşmesi, SDG’nin entegrasyonu ve yeni Suriye meclisinin kurulması gibi yakın gelecekte çözülmesi gereken konular bulunmaktadır. Suriye’de devlet inşasının güvenlik ayağının sağlam bir temele oturtulmadan, siyasi ve ekonomik reformların hayata geçirilmesi veya bu reformların verimli olması beklenmemelidir. Bu bağlamda, güvenliği sağlamaya katkı sunacak ve Suriye hükümetine olan yerel güveni pekiştirecek hukuk üstünlüğü reformlarının daha öncelikli olması gerekmektedir. Yapılan araştırma ve değerlendirme bağlamında söz konusu meydan okumaların üstesinden gelinmesi adına aşağıdaki politika seçenekleri önerilmektedir:
●Rejim kalıntılarına yönelik askerî ve güvenlik tedbirlerine ilaveten, sosyal uyum ve toplumsal uzlaşma çalışmaları yürütülmelidir. Rejim kalıntılarının kullandığı ve araçsallaştırdığı sosyal fay hatları en aza indirilmelidir.
●SDG’nin kontrol ettiği bölgelere geçen rejim kalıntılarına ilişkin, ABD ve Rusya üzerinden diplomatik baskı kurulmalı ve kamuoyuna açık teşhir edici çalışmalar yürütülmelidir.
●DEAŞ’lı mahkumların ve ailelerin bulunduğu kamp ve hapishanelerin SDG’den Suriye hükümetine devri noktasındaki çalışmalar hızlandırılmalıdır. Suriye hükümetine gerekli tüm lojistik ve kapasite desteği sağlanmalıdır.
●DAEŞ ile mücadele kapsamında Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan ve Suriye tarafından geliştirilen bölgesel mekanizmanın, Suudi Arabistan gibi bölgesel başat aktörleri de sürece dâhil ederek genişletilmesi değerlendirilebilir.
●Suriye ordusunun merkezîleşmesi ve profesyonelleşmesi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de eğit-donat faaliyetleri icra etmesi gerekmektedir. Türkiye; Somali, Libya ve Katar’daki tecrübesini Suriye’ye aktarmalıdır.
● Türkiye, Suriye’nin güvenlik sektör reformu çabalarını destekleyerek güvenlik ve askerî akademilerinin kurulması, kapasite geliştirilmesi ve müfredatlarının oluşturulması konusundaki deneyimlerini paylaşması değerlendirilmelidir.
●Suriye ordusuna dahil olan tüm eski devrimci grupların devrim sürecinden kalan finansal gelir kaynakları Şam uhdesinde merkezileştirilmelidir. Suriye ordusuna katılan hiçbir yapının kendisine özgü Şam’dan bağımsız bir finansal gelir kalemi olmamalıdır.
● SDG’nin entegrasyonu bağlamında Türkiye’nin askerî caydırıcılığı SDG’ye hatırlatılmalıdır. Türkiye’nin askerî gücünün dengeleyici rolü, Şam ile SDG arasındaki müzakereleri kolaylaştıracaktır.
● ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin Suriye ayağı hem kamuoyu nezdinde hem de SDG nezdinde net bir şekilde anlaşılmalı ve Suriye’yi ilgilendiren kısımlara netlik kazandırılmalıdır. SDG nezdindeki yanlış algı kırılmalıdır.
● Suriye’deki yeni meclisin kurulma sürecinin olabildiğince kapsayıcı ve şeffaf olması adına gerekli önlemler alınmalıdır. Kurulan komitenin çalışmaları tüm Suriyeli kesimler tarafından benimsenmeli ve ulusal birliğe hizmet edecek bir meclis aritmetiği ortaya çıkmalıdır.
● Hizmet sunumunun yerel ayağına önem verilmelidir. Türkiye’nin, Gaziantep ile Halep arasında, Hatay ile İdlib ve Lazkiye arasında imzalanan kardeş şehir protokollerinin ve bu bağlamda çabalarının devamlılığı, Suriye’nin kamu kurumlarının kapasitesinin güçlendirilmesi açısından son derece önemlidir. Ayrıca, bu çabaların Lazkiye’deki Alevi kesiminin eski rejim propagandası nedeniyle Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrının değiştirilmesi açısından önemli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır
●Türkiye’de yıllardır faaliyet gösteren Suriyeli sivil toplum kuruluşlarının Suriye’ye taşındıktan sonra Türkiye ile bağını koparmaması gerekmektedir. Suriye’de faaliyet gösteren Türk STK’lar, çalışmalarını doğrudan yürütmek yerine, yerel STK’larla işbirliği yaparak ortak projeleri önceliklendirmelidir.
([1])SANA Haber Ajansı, “İç Güvenlik Güçleri, Kardaha’da Silah Ve Mühimmatın Bulunduğu Bir Depoyu Ele Geçirdi”, 14 Haziran 2025, https://sana.sy/tr/?p=323103 (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
“الأمن الداخلي في طرطوس يلقي القبض على العقيد السابق عمار محمد عمار", Zamanalwasl, 29 Haziran 2025, https://www.zamanalwsl.net/news/article/169737/ , (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([2]) “الأمن العام في مدينة القصير بريف حمص يضبط شحنة أسلحة مخبأة بحافلة قادمة من لبنان", SANA Haber Ajansı, 26 Nisan 2025, https://sana.sy/?p=2212028 , (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([3]) Boaz Shapira, “Renewed Russian Entrenchment in Northeastern Syria – Qamishli”, Alma Research and Education Center, 12 Haziran 2025, https://bit.ly/3Ub6a21, (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([4]) Syria in Transition, “Sedition on the coast”, Mayıs 2025, https://www.syriaintransition.com/seditiononthecoast, (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([5]) “تفاصيل جديدة عن إحباط محاولة تفجير مقام السيدة زينب جنوب دمشق", Aljazeera, 11 Ocak 2025, https://bit.ly/44IvyCh (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([6]) “في قبضة الأمن المصير المحتوم", Suriye İçişleri Bakanlığı, 19 Mart 2025, https://bit.ly/44GaBrt(Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).
([7]) Muhammed Karabacak, Ömer Koparan, “Suriye yönetimi, Mar İlyas Kilisesi saldırısının planlayıcısının DEAŞ'ın sözde çöl valisi olduğunu duyurdu”, Anadolu Ajansı, 24 Haziran 2025, https://bit.ly/4m0ExUV, (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([8]) “Al-Qaeda's 'Syria branch' dissolves following Assad ouster but followers told to stay armed”, The New Arab, 29 Ocak 2025, https://bit.ly/3ICnieq, (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([9]) “خيارات «داعش» في سوريا... والاستثمار في «خيبات الجهاديين»", Şarkul Avsat, 29 Nİsan 2025, https://bit.ly/46YJB7Y (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([10]) Ensar el-Sünne’nin Mart - Haziran arasında yaptığı propaganda, Ümran araştırmacıları tarafından incelendi.
([11]) Fadıl Hancı, “Change in strategic culture of violent non-state actors: The case of HTS in Syria”, Marmara Üniversitesi / Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, 2024, https://bit.ly/4o6KuSn
([12]) Hilken Doğaç Boran, “Suriye'de Şam yönetimi ve SDG'nin anlaşması ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, 13 Mart 2025, https://www.bbc.com/turkce/articles/c8x495x0yy5o (Erişim tarihi: 17 Temmuz 2025).”
([13]) Ethem Emre Özcan, Ömer Koparan ve Ahmet Karaahmet, “Suriyeli yetkili, PKK/YPG'nin Halep'ten çekileceğini, bazı unsurlarının İçişleri Bakanlığına bağlanacağını belirtti”, Anadolu Ajansı, 2 Nisan 2025, https://bit.ly/4kO6eiY (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).
([14]) Al Jazeera English, “US revokes ‘terrorist’ designation for Syrian president’s former group HTS”, 7 Temmuz 2025, https://bit.ly/4kQ61fe (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025)
([15]) John Davison ve Orhan Qereman, “US revokes ‘terrorist’ designation for Syrian president’s former group HTS”, Al Jazeera English, https://bit.ly/4nXetvI (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).
([16]) ABC News, “Syria’s government and Kurds still at odds over merging forces after latest talks, US envoy says”, 9 Temmuz 2025, https://bit.ly/4nZOK5P (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).
([17]) Hurriyet Daily News, “US does not ‘owe SDF an independent state’ says envoy”, 13 Temmuz 2025, https://bit.ly/45d6e7o (Erişim Tarihi: 17 Temm
([18]) Al Jazeera, “المبعوث الأميركي: ترامب سيرفع سوريا من قائمة الإرهاب”, 29 Mayıs 2025, https://bit.ly/3TQi80F (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).
([19]) Islam Doğru ve Sevgi Ceren Gökkoyun, “Trump, ABD'nin Suriye'ye yaptırımlarını sonlandıran başkanlık kararnamesini imzaladı”, Anadolu Ajansı, 30 Haziran 2025, https://bit.ly/4lywAXn (Erişim Tarihi: 17 Temmuz 2025).
([20]) “من هو فادي صقر الذي فجر "السلم الأهلي" السوري... وما علاقته بإيران وروسيا؟”, al-Majalla, 11 Haziran 2025, https://bit.ly/45edYGj (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([21]) “الرئيس السوري يشكل هيئة للعدالة الانتقالية", Aljazeera, 18 Mayıs 2025, https://bit.ly/3UngRhL (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([22]) “سوريا: مرسوم رئاسي بزيادة الرواتب والأجور بنسبة 200 %", Şarkul Avsat, 22 Haziran 2025, https://bit.ly/3GArHOr (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([23]) “Saudi Arabia says it will jointly fund Syria state salaries with Qatar”, Aljazeera, 31 Mayıs 2025, https://bit.ly/40svwvN , (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([24]) “Investment Without Illusion: Toward a Fair Path for Syria’s Recovery”, Lugarit, 24 Haziran 2025, https://bit.ly/40wZxKW (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([25]) “مرسوم رئاسي بتشكيل اللجنة العليا لانتخابات مجلس الشعب", SANA Haber Ajansı, 13 Haziran 2025, https://sana.sy/?p=2231640 , (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
([26]) “اللجنة العليا للانتخابات السورية: مجلس الشعب الجديد خلال شهرين أو ثلاثة... والكفاءات ستشكل 70 % منه", Şarkul Avsat, 19 Haziran 2025, https://bit.ly/44GI70U (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2025).
Haziran ayı Suriye’yi, Aralık devriminin gerçekleşmesinin ardından karşılaştığı en kritik bölgesel sınavlardan biriyle karşı karşıya getirmiştir. Bu dönemde yaşanan İran-İsrail çatışması, Ortadoğu’nun istikrar ve güvenlik dinamiklerini köklü bir şekilde etkileme potansiyeli taşımış ve Suriye'nin bu süreçten doğrudan etkilenme riskini beraberinde getirmiştir. Suriye yönetimi, söz konusu bölgesel sınamayı üç temel stratejik alanda kapsamlı bir direnç yaklaşımıyla karşılamıştır ve çatışmanın dışında kalmayı başarmıştır. İç güvenlik politikalarında ise yaşanabilmesi muhtemel sıkıntılara yönelik önlemler arttırılmıştır. Bölgesel çatışma ortamının yaratmış olduğu istikrarsızlık faktörlerinin ülke içerisine sızmalarının önlenmesi amacıyla güvenlik tedbirleri güçlendirilmiştir. Bu çerçevede sınır güvenliği ve iç istikrarın korunmasına yönelik önlemler alınmıştır. Suriye için belki de en önemli gelişme yeni Suriye meclisinin 150 üyesinden, 100 üyesini kısmi yerel seçimlerle belirleyecek olan komitenin kurulması olmuştur. Diplomatik cephede ise Suriye, uluslararası kuruluşlar ve aktörlerle olan temas ve görüşme trafiğini yoğunlaştırmıştır. Bu diplomatik hareketlilik, ülkenin uluslararası arenada konumunu güçlendirme ve bölgesel krizlerden izole olma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Ekonomik alanda ise Suriye, uluslararası finans sistemine entegrasyon hedefi doğrultusunda sistematik adımlar atmıştır. Ekonomik istikrarın sağlanması, bölgesel krizlerin potansiyel etkilerini en aza indirmek açısından kritik öneme sahip olmuştur.
Haziran ayı, bölgede 12 günlük İran-İsrail çatışmasının etkilerinin büyük ölçüde hissedildiği bir dönem olmuştur. Kaçınılmaz biçimde Suriye de bu bölgesel kriz ve çatışmayı bir sınama süreci olarak karşısında bulmuştur. Söz konusu sürecin Suriye’ye yönelik yansımaları ilk olarak iç güvenlik ve istikrar bağlamında kendisini göstermiştir. Çatışma sürecinde karşılıklı olarak kullanılan füze, roket ve dron kalıntılarının Suriye topraklarına düşmesi, Suriye’nin bu süreçte doğrudan tehdit altında olduğunu göstermiştir. Bu çatışma sürecinde sivil havacılığa hava sahasını kapatarak güvenlik tedbirlerini artıran Suriye makamları, bunun yanı sıra söz konusu süreci Suriye’de istikrarsızlık ve kaos yaratmaya yönelik bir konjonktür olarak değerlendirme girişimlerinin de önüne geçmeye çalışmıştır.
Bu çabaların yanında Suriye güvenlik güçleri, ülke genelinde organize suç şebekelerine yönelik kapsamlı operasyonlar düzenlemiştir. Bunlar arasında, Humus kırsalındaki Kuseyr İç Güvenlik Müdürlüğü tarafından, Lübnan'a silah kaçakçılığı yapıldığı iddiası üzerine gerçekleştirilen operasyon dikkat çekmiştir. 100'den fazla silah ve mühimmatın ele geçirildiği bu operasyon, sınır güvenliğinin sağlanması açısından önemli bir başarı olarak kayda geçmiştir. Diğer yandan uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelede de önemli adımlar atılmıştır. Suriye İçişleri Bakanlığı, Lübnan sınırına yakın bir bölgede bir kaçakçılık şebekesine yönelik gerçekleştirilen operasyonda yaklaşık üç milyon Captagon hapı ele geçirildiğini duyurmuştur. Bu operasyon, bölgede uyuşturucu ticaretinin önlenmesi açısından önemli bir hamle olarak değerlendirilmiştir.
Devrik Esed rejimi kalıntılarıyla mücadele kapsamında ise Suriye İçişleri Bakanlığı, Esed rejiminin Üçüncü Tank Tümeni Komutanı Tümgeneral Muvaffak Nazir Haydar'ın tutuklandığını açıklamıştır. Diğer yandan Suriye güvenlik kaynakları, Kuneytra'da İran ile bağlantılı grupların provokasyon hazırlığında olduğu uyarısında bulunarak bölgedeki istikrarı tehdit eden unsurlara yönelik operasyonların devam ettiğini bildirmiştir. Bu operasyonlar, eski rejim kalıntıları ile İran’a bağlı hücrelerin kriz dönemlerinde yaşanabilecek kargaşa ve provokasyona elverişli zemin ortamını fırsat olarak değerlendirme arayışlarının önüne geçildiğini göstermiştir. Buna karşın terör tehdidi açısından en dramatik gelişme, Şam'daki Mar İlyas Kilisesi'nde meydana gelen patlama ile kendisini göstermiştir. 20 kişinin yaşamını yitirdiği, 52 kişinin de yaralandığı bu saldırının DEAŞ tarafından düzenlendiği açıklanmıştır. Ancak saldırıyı resmî olarak yeni kurulan Ensar el Sünne grubu üstlenmiştir. Her ne kadar Ensar el Sünne, kendisini müstakil bir yapılanma olarak lanse etse de Suriye makamları ve ilgili uzmanlar grubun DEAŞ iltisaklı olduğunu değerlendirmektedir. Nitekim saldırıyı düzenleyenlerin El Hol kampından gelmeleri bu değerlendirmeyi güçlendirmektedir. Bu olaya paralel olarak ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), Suriye'nin kuzeybatısında düzenlenen hava saldırısında bir DEAŞ liderinin öldürüldüğünü duyurmuştur. Bu durum Suriye’de DEAŞ tehdidinin asgari düzeye indirilmesine rağmen devam ettiğini ve bölgesel bir kriz ve çatışma konjonktürlerinde aktif hale gelebildiğini göstermiştir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de DEAŞ’a karşı güvenlik operasyonu düzenlediğini duyurmuştur.
Bölgesel çatışma ve kriz süreci yaşanırken Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, Muhammed Taha el-Ahmed başkanlığında "Halk Meclisi Seçimleri Yüksek Komitesi" kurulmasını öngören Cumhurbaşkanlığı Kararnamesini yayınlamıştır. Komite, geçiş döneminin özelliklerini dikkate alan istisnai bir seçim süreciyle, yurt içinde ve yurt dışında tüm Suriyelileri temsil eden gerçek bir yasama organı kurma hedefinin olduğunu açıklamıştır. Komitenin çalışmaları sonucunda yeni Suriye meclisinin 100 milletvekili yerel kısmi seçimlerle belirlenecektir. Meclisin geriye kalan 50 vekili ise Anayasa Deklarasyonu’na göre Cumhurbaşkanı Ahmed Şara tarafından atanacaktır. Kurulacak meclisin öncelikli görevi geçiş döneminde yasama görevini ifa etmek, yeni Suriye anayasasını hazırlamak ve ülkenin seçimlere gidebilmesi için gerekli yasal zemini oluşturmak olacaktır. Geçici Anayasa Deklarasyonu’na göre meclisin, uluslararası güvenlik ve askerî işbirliği gibi jeopolitik kararları onaylama veya reddetme yetkisi de bulunmaktadır.
Söz konusu komitenin içerisinde farklı etnik ve dini yapılara mensup kişilerin yer alması da Suriye hükümetinin kapsayıcı yaklaşımının bir tezahürü olarak değerlendirilmiştir. Özellikle komite içerisinde Eski Suriye Muhalifleri ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK/SUKO) Başkanı Enes el Abde ve Eski Yüksek Müzakere Heyeti Başkanı Bedir Camus’un bulunması dikkat çekmiştir. Nitekim Esed rejiminin devrilmesinden önce meşru Suriye muhalefetini siyaseten temsil eden ve BM süreçlerinde yer alan bu isimlerin komitede yer alması, yeni Suriye hükümetinin diğer Suriyeli muhalif yapıları dışlamadığına dair bir işaret olarak görülmüştür.
Güvelik ve istikrara yönelik söz konusu adımlar mülteci sorunu çözümünde de kendisini göstermiştir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, Esed rejiminin devrilmesinden bu yana iki milyondan fazla Suriyeli mülteci ve yerinden edilmiş aile Suriye'ye geri dönmüştür.
Bölgesel çatışma ve kriz ortamı, devletlerarası temasları ve diplomatik faaliyetleri kısıtlarken Suriye ise bu alanda girişimlerini ve faaliyetlerini artırmıştır. Bu süreçte ilk olarak sivil havacılık alanında sembolik bir adım atılarak Suriye Havayolları'na ait bir yolcu uçağı 12 yıllık aradan sonra Şam'dan İstanbul’a bir uçuş gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte Suriye Sivil Havacılık Müdürlüğü, çatışma sürecinde kapatılan Suriye hava sahasının sivil havacılığa tamamen yeniden açıldığını duyurarak ülkenin uluslararası havacılık ağına tekrar entegrasyonunun tamamlandığını da duyurmuştur.
Uluslararası örgütler ve yapılarla ilişkilerin geliştirilmeye devam edildiği haziran ayında yaşanan bir diğer önemli gelişme, AB'nin Akdeniz Bölgesi Komiseri Dubravka Šoečka'nın Şam ziyareti olmuştur. Söz konusu ziyaretin ardından Šoečka, Suriye’nin Güney Komşuluk Politikasına entegrasyonu konusunda Devlet Başkanı Ahmed el-Şara ile yapıcı görüşmelerde bulunduğunu açıklamıştır. Diğer yandan AB'nin, Suriye'nin yeniden inşasına yönelik 175 milyon avroluk yardım paketinin Suriye’ye yönelik açık bir destek anlamına geldiği de vurgulanmıştır. Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani, Mısırlı mevkidaşı Bedir Abdül Ati ile Oslo Forumu kapsamında görüşmeler gerçekleştirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti'nin Suriye Büyükelçisi Shi Hongwei ile yapılan görüşmede ise ikili işbirliğini geliştirme yolları ele alınmıştır. Şeybani aynı zamanda Azerbaycan Büyükelçisi ile yaptığı görüşmelerde de enerji alanında iki ülke arasındaki işbirliği imkânlarını değerlendirmiştir.
Uluslararası kuruluşlarla işbirliği kapsamında, OPEC Uluslararası Kalkınma Fonu Genel Direktörü Abdulhamid ElHalifa’nın, kurumun Suriye'deki faaliyetlerini yeniden başlatmaya hazır olduğunu açıklaması önemli bir gelişme olarak kayda geçmiştir. Son olarak Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani, İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve bunun bir provokasyon olduğunu belirtmiştir. Kuneytra kırsalındaki İsrail askerî güçlerinin El Hamidiye kasabasındaki evleri yıkma girişimi, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırganlığının İran ile çatışma sürecinde de devam ettiğini göstermiştir.
İran-İsrail çatışmasının olumsuz etkileri ekonomik alanda, bölgesel ve küresel düzeyde ciddi biçimde kendisini gösterirken Suriye, istisnai bir örneklik olarak bu süreçten ayrışmıştır. Haziran ayı Suriye’de ekonomik açıdan olumlu ve ivme kazandırıcı gelişmelerin yaşandığı bir ay olmuştur. Bu süreçte en kritik gelişme Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdülkadir el-Husriya'nın, Suriye'nin SWIFT uluslararası ödeme sistemine yeniden dâhil olacağını ve 14 yıllık iç savaşın başlamasından bu yana ilk defa doğrudan uluslararası banka transferinin gerçekleştirildiğini açıklaması olmuştur. Bu durum, Suriye'nin küresel finansal sisteme yeniden entegrasyonu açısından tarihi bir adım olarak değerlendirilmiştir. Bu gelişme ile yakından ilişkili olarak Uluslararası Para Fonu (IMF) heyeti, Esed rejiminin devrilmesinin ardından ülkedeki ekonomik ve mali koşulları değerlendirmek amacıyla 2009'dan bu yana ilk kez Suriye'ye beş günlük ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret, uluslararası finansal kurumların Suriye ile ilişkilerini yeniden kurma sürecinin başlamasına işaret etmektedir. Bu durumun somut bir yansıması olarak Dünya Bankası, Suriye'de elektrik arzını iyileştirmek ve ekonomik toparlanmayı desteklemek amacıyla 146 milyon dolarlık hibeyi onaylamıştır. Ayrıca Suriye Başkanı, kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele standartlarına tam uyum sağlandığını, dünyayla finansal entegrasyon planlarının sürdürüldüğünü açıklamıştır. Bu açıklama da Suriye’nin küresel finansal sistemle entegrasyon yönündeki çabasının önemli bir göstergesi olmuştur.
Bankacılık sektöründe ise modernizasyon çalışmaları da hız kazanmıştır. Suriye Merkez Bankası Başkanı, Fransız Merkez Bankası ile para politikası araçlarının modernizasyonu ve merkez bankasının bağımsızlığının güçlendirilmesi konusunda görüşmelerde bulunurken Katar Büyükelçisi ile yapılan görüşmede de Katar'ın, Suriye Merkez Bankasının kalkınma planlarına destek verme imkânları ele alınmıştır. Ayrıca Suriye Merkez Bankası Başkanı, Suriye'nin birkaç hafta içinde bir ABD bankasıyla ilk finansal işlemin gerçekleştirilmesinin öngörüldüğünü de açıklamıştır.
Diğer yandan ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Suriye-Amerikan şirketlerinin Suriye'ye geri dönmesinin telekomünikasyon altyapısının yeniden inşası açısından önemli bir gelişme olduğunu belirtmiştir. Bu süreçte Suriye Telekomünikasyon Bakanlığı, tüm bölgelerde evlere ve ofislere doğrudan fiber optik ağ hizmeti sunmayı amaçlayan ‘Barq Net’ projesi için altyapı çalışmalarının başladığını duyurmuştur.
Ticari ilişkiler ve yatırımlar bağlamında da haziran ayı, Suriye açısından oldukça hareketli geçmiştir. Suriye Ekonomi ve Sanayi Bakanlığı, ulusal ekonomiyi desteklemek için stratejik plan kapsamında sanayi şehirleri için yeni bir yatırım sisteminin onaylandığını duyurmuştur. Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yasir Barniyeh, Şam'da bir Suriye-Suudi yatırım forumu düzenleneceğini açıklamıştır.
Bununla birlikte Ürdün'ün, Suriye'ye yönelik ihracatının yılın başından mayıs ortasına kadar önemli artış kaydederek yaklaşık 88,65 milyon dinar değerine ulaştığı bildirilmiştir. Irak Sınır İdaresi, El Kaim sınır kapısında ticaret ve yolcu geçişlerinin yeniden başladığını duyurmuştur. Ürdün Maliye Bakanlığı, Suriye menşeili araçlardan alınan ücretleri azaltma kararı aldığını açıklamıştır. Suriye Limanlar İdaresi, Romanya'ya ihracat hazırlıkları kapsamında Tartus limanında fosfat yüklemesinin başladığını duyurmuştur.
Suriye’de mayıs ayı içerisinde güvenlik, diplomasi ve ekonomi alanında yaşananlar ülkenin istikrarı, kalkınması ve uluslararası siteme entegrasyonu adına tarihi öneme sahip gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye güvenlik güçlerinin 5 farklı bölge düzleminde yeniden yapılandırılan iç güvenlik teşkilatlanması, ülke çapında iç güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanması adına önemli ve büyük bir adım olmuştur. Diplomatik alanda ise Suriye Devlet Başkanı Şara’nın gerçekleştirdiği Fransa ziyareti, ABD başkanı Trump ile yaptığı ikili görüşme ve Antalya’da düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları zirvesine katılan heyetin kurduğu diplomatik temaslar tarihi birer nitelik taşımıştır. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme ise Türkiye ve Suudi Arabistan’ın çabaları sonucunda gerçekleşen Şara ve Trump arasındaki görüşme olmuştur. Bu görüşme kapsamında ABD’nin, Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması öne çıkmıştır. Mayıs ayında Suriye ekonomi gündeminin de en önemli başlığı yaptırımların kaldırılması olmuştur. Çin ile gerçekleştirilen ikili işbirliği ve ticari anlaşmalar ile Türkiye ile enerji alanında imzalanan anlaşmalar öne çıkmıştır. Son olarak Suriye ile Türkiye, Katar ve ABD ortaklığında Suriye’nin elektrik üretim altyapısı için yapılan 7 milyar dolarlık anlaşma, devrimden sonra Suriye’ye yönelik en büyük yatırım hamlesi olmuştur.
Suriye’de mayıs ayı içerisinde ülkenin güvenlik yapısı açısından atılan adımlar, istikrar çabalarını azami düzeyde destekleyen ve katkı sunan hamleler olmuştur. Özellikle devrimin ardından gündeme gelen en önemli konulardan biri de silahlı grupların merkezî otoriteye bağlanması ve savunma bakanlığına entegre edilmesi olmuştur. Ülke çapında iç güvenliğin ve kamu düzeninin mutlak şekilde tesis edilebilmesi adına yeni bir yapılanmanın inşası bu ay içerisinde ön plana çıkan en önemli gündem maddeleri olmuştur. Bu bağlamda Suriye Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada; Suriye Devrimi’nin ardından tüm askerî grupların tek bir kurumsal yapıya entegre edildiği ve bu sürecin fiili olarak çok kısa bir sürede tamamlanacağı bildirilmiştir.
Bununla birlikte kısa bir süre önce ciddi bir gerilime ve provokasyona sahne olan Süveyda bölgesindeki son gelişmeler de bu adımı desteklemiştir. Süveyda Valisi Mustafa El-Bakur tarafından yapılan açıklamada, Suriye'nin güneyindeki Dürzi Şeyh el Akıl’lar ile yapılan anlaşmanın uygulanmaya başlandığını duyurulmuştur. Özellikle Şam banliyösündeki Ceremana ve Sahnaya bölgelerindeki gerilimin azaltılması ve istikrarsızlığın engellenmesini öngören anlaşma kapsamında, bölgedeki silahlı grupların silahlarının teslim alındığı da bildirilmiştir.
Diğer yandan ülke çapında, iç güvenlik yapısının yeniden dizayn edilmesi ve şekillendirilmesi de bu bağlamda dikkat çeken bir diğer gelişme olmuştur. Suriye Savunma Bakanlığı tarafından, ülkedeki iç güvenlik yapılanmasının 5 ana bölge düzleminde yeniden şekillendirildiği duyurulmuştur. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar iç güvenlik modellerinden referans alınarak oluşturulan söz konusu bu yeni yapıda 5 ana güvenlik bölgesi şu şekilde belirlenmiştir: Doğu Bölgesi: Haseke, Rakka, Deyrizor Kuzey Bölgesi: Halep, İdlib Kıyı Bölgesi: Lazkiye, Tartus Merkez Bölgesi: Humus, Hama Güney Bölgesi: Şam, Dera, Süveyda ve Kuneytra. Savunma bakanlığı söz konusu yeniden dizaynın, Suriye’deki iç güvenlik faaliyetlerinin ve operasyonlarının daha hızlı, proaktif ve işlevsel bir şekilde gerçekleştirilebilmesini amaçladığını ifade etmiştir.
Bununla birlikte güvenlik ve istikrar denklemi çerçevesinde, SDG’nin yarattığı belirsizlikler mevcudiyetini korumaktadır. Suriye Dışişleri Bakanı Esad El-Şeybani ve Devlet Başkanı Ahmed El-Şara’nın, yeni yönetim ile kuzeydoğudaki SDG arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasının ertelenmesine yönelik uyarısı, ülkenin iç istikrarında hala çözülmesi gereken sorunların varlığını göstermektedir. Bu durum Suriye’de, SDG tarafından ortaya konan belirsiz tutumun, genel olarak ülkenin güvenlik ve istikrarı bağlamında ortaya çıkardığı soruna işaret etmektedir. SDG ve merkezî yönetim arasındaki temaslar sürerken söz konusu sorunun ivedilikle çözüme kavuşturulması en önemli beklentiler arasındadır.
Söz konusu bu güvenlik tablosu, birtakım sorunlara rağmen Suriye’de güvenlik ve istikrar bağlamında ulaşılan düzeyin somut yansımalarını da ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, Esed rejiminin düşüşünden bu yana ülkeye geri dönen mülteci sayısının yarım milyonu geçmesi, Suriye'deki güvenlik ve istikrara yönelik güven düzeyini göstermektedir.
Mayıs ayında Suriye’de diplomatik alanda yaşanan gelişmeler, Suriye'nin uluslararası sistemle yeniden bütünleşme sürecinin hız kazandığını göstermiştir. Bu ayda Suriyeli yetkililerin ve heyetlerin gerçekleştirdiği diplomatik temaslar, küresel aktörlerle doğrudan ilişki geliştirmek adına son derece önemli zeminler yaratmıştır. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme, yeni Devlet Başkanı Şara'nın ABD Başkanı Donald Trump ile Suudi Arabistan'da gerçekleştirdiği görüşme olmuştur. Bu görüşme, Suriye devriminin ardından her iki ülke yetkilileri arasındaki en yüksek düzeyli temas olması bakımından tarihi önem taşımaktadır.
Görüşmede Trump’ın, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin açıklaması, bunun akabinde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun yaptırımlara ilişkin ilk muafiyetlerin verileceğini dile getirmesi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack'ın Suriye’yi ziyaret ederek Devlet Başkanı Şara ile görüşmesi, Washington'un Suriye politikasındaki değişimin pratik boyutlarını ortaya koymuştur. Bununla birlikte ABD'nin, Suriye'nin kuzeydoğusundaki güç ve üslerini yeniden konuşlandırma ve Deyrizor kırsalından tamamen çekilme planları, Washington'un Suriye stratejisindeki köklü değişimi işaret etmektedir. Bu durum, ABD'nin yeni Suriye yönetimiyle ilişkilerini azami düzeyde iyileştirmeye yöneldiğine işaret etmektedir.
Diğer yandan Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Kaya Kallas'ın, Suriye'ye yönelik yaptırımların hafifletilmesini amaçlayan yeni program önerisi, Batı'nın Suriye'ye yaklaşımındaki koordineli değişimi ortaya koymuştur. Bu öneri, savunma ve içişleri bakanlıkları da dahil olmak üzere Suriye hükümet bakanlıklarına yeniden yapılanma, kapasite geliştirme, terörle mücadele ve göç konularında finansman sağlanmasını içermesi bakımından oldukça kapsamlı bir çerçeve sunmuştur. AB'nin bu yaklaşımı, Suriye'nin demokratik kurumlarının güçlendirilmesi ve hukuk devleti ilkelerinin yerleştirilmesi hedefine katkı olarak yorumlanmıştır. Avrupa ülkeleri ile temas bağlamında ise Devlet Başkanı Şara’nın Fransa ziyareti de bir ilk olarak dikkat çekmiştir. Fransa’nın başkenti Paris’e giderek Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelen Şara, Suriye’nin uluslararası sisteme tam entegrasyonu adına önemli bir adım atmıştır.
Son olarak Antalya'da düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları zirvesinde gerçekleşen Türkiye-Suriye-ABD üçlü görüşmesi, Suriye'nin uluslararası sisteme entegrasyonundaki çok taraflı diplomatik yaklaşımın bir göstergesi olmuştur. Bu görüşme, özellikle Türkiye'nin Suriye'nin yeniden yapılanma sürecindeki anahtar rolünü ortaya koymuştur. Türkiye'nin NATO üyesi olması ve Suriye ile yakın ilişkilere sahip olması Ankara'yı, Suriye'nin Batı ile bütünleşmesinde kritik bir köprü konumuna yerleştirdiğini bir kez daha göstermiştir.
Suriye’de mayıs ayı içerisinde ekonomi alanında yaşanan en önemli gelişme, ABD'nin Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararı olmuştur. ABD Hazine Bakanlığının bu konuda Dışişleri Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Konseyi ile koordineli çalıştığını açıklaması, bu adımın stratejik bir karar olduğunu göstermektedir. Yaptırımların kaldırılmasının, Suriye'nin yeniden inşasını desteklemek ve ülkede istikrarı sağlamak amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.
Bu karar, özellikle bankacılık sektörü ve uluslararası ticaret açısından kritik önem taşımıştır. Yaptırımlar döneminde Suriye'nin küresel finansal sistemden neredeyse tamamen izole olması, ülke ekonomisinin çöküşünde temel faktörlerden biri olmuştur. Bu nedenle söz konusu kısıtlamaların kaldırılması ile birlikte, uluslararası yatırımcıların ve şirketlerin Suriye pazarına dönüş yapması konusundaki beklentiyi ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte Uluslararası Para Fonu (IMF), ABD ve Avrupa Birliğinin yaptırımları kaldırma kararının ardından Suriye'ye destek sağlamaya hazır olduğunu açıklaması da bu beklentiyi güçlendirmiştir.
Suriye Ekonomi Bakanı Muhammed Nidal El-Şaar'ın açıklamaları, bu gelişmenin Suriye ekonomisi üzerindeki potansiyel etkilerini ortaya koymuştur. Şaar, yaptırımların kaldırılmasını "önemli bir fırsat" olarak nitelendirmiş ve ekonomik ortamın kademeli olarak iyileşme göstermeye başladığını belirtmiştir. Bu durum, özellikle üretim sektörünün canlanması açısından kritik önem taşımaktadır. Suriye'nin tarihsel olarak güçlü olan tekstil, gıda işleme ve kimya sektörlerinin yeniden ayağa kalkması, bu alanlarda istihdam yaratılması ve ihracat potansiyelinin artırılması açısından ciddi öneme sahip bir atılımdır.
Diğer yandan Suriye, mayıs ayı içerisinde diplomatik alanda uluslararası aktörlerle doğrudan ilişkiler geliştirme ve entegrasyon stratejisini Çin ile ekonomik ilişkiler bağlamında da göstermiştir. Bu kapsamda Suriye Enerji Bakanı Muhammed el-Beşir’in, Çin heyetiyle bir dizi yatırım fırsatını değerlendirmek ve iki ülke arasında enerji sektöründe işbirliğini geliştirmek amacıyla görüşmeler gerçekleştirmesi dikkat çekmiştir. Diğer bir gelişme ise Suriye Limanlar Genel Müdürlüğünün, Çinli Fidi Contracting şirketi ile Suriye'de bir milyon metrekareyi aşan serbest bölgelere yatırım yapmak üzere stratejik bir mutabakat zaptı imzalandığını duyurması olmuştur. Bu gelişmeler Çin ile ekonomik ilişkilerin seyri, potansiyeli ve geleceği açısından bir görünüm ortaya koymuştur.
Enerji sektöründe yaşanan gelişmeler de büyük öneme sahiptir. Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar'ın, Suriye'ye günde 6 milyon metreküp doğal gaz ihraç etme planlarının olduğunu açıklaması, iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğin somut bir göstergesi olmuştur. Bu işbirliği, Suriye'nin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir. Aynı zamanda bu anlaşma, Türkiye'nin enerji diplomasisindeki etkinliğini artırırken Suriye'nin elektrik üretim kapasitesini yeniden inşa etmesine de katkı sağlayacak bir gelişme olarak yorumlanmıştır. İlaveten, Suriye-Türkiye Lojistik Şirketinin (STL), Türk Aras Kargo şirketi ile imzaladığı stratejik ortaklık ve işbirliği anlaşması, Suriye’nin dünya ile lojistik bağlantısını güçlendirmeyi hedeflemektedir.
Son olarak Türkiye’den Kalyon ile Cengiz Enerji, Katar’dan UCC ve ABD’den Power International firmalarının yer aldığı uluslararası bir konsorsiyum, Suriye’de toplam 5.000 MW kurulu güce sahip doğalgaz ve güneş enerjisi santralleri inşa etmek için Suriye Enerji Bakanlığı ile anlaşma imzalamıştır. Trayifavi, Zeyzun, Deyrizor ve Maharde’de kurulacak doğalgaz santrallerinin üç yıl, Vedian El-Rabi’de kurulacak güneş santralinin ise iki yıl içinde hayata geçmesi planlanmaktadır. Proje tamamlandığında yıllık yaklaşık 35 milyar kWh elektrik üretilerek Suriye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı karşılanacaktır. İmza törenine katılan Suriye Enerji Bakanı, bu anlaşmayı enerji sektöründe bir dönüm noktası olarak değerlendirmiştir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack da Trump yönetiminin bu konudaki desteğini vurgulamıştır.
Halep vilayeti içerisinde dokuma, tekstil, gıda, metal ve kimyasal sanayi ile diğer sanayi alanlarını kapsayan yaklaşık 17 bin adet tesis yer almaktadır. Bu sanayi kolları birden fazla bölgelere ve sanayi sitelerine dağılmaktadır. Geçen yıllar boyunca Suriye ekonomisini vuran ve üst üste meydana gelen krizler, Batı dünyasının uyguladığı yaptırımlar ve hükümet tarafından sanayiye verilen destek programlarının olmaması, sanayi sektöründeki sorunların derinleşmesine ve ithalattaki özellikle de Türkiye’den yapılan ithalatın artışı karşısındaki mahalli üretimin düşmesine yol açmıştır.
Sanayi sektörü, 8 Aralık 2024 tarihinde Suriye rejiminin devrilmesinden bu yana ekonomik kalkınma sürecine engel olan yapısal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Aynı zamanda Halep’in bölgesel ve uluslararası pazarlara yeniden entegre olmasının önünde çeşitli engeller bulunmaktadır. Bu zorluklar, üretim maliyetlerinin yükselmesine yol açmaktadır. Özellikle elektrik ve yakıt fiyatlarındaki artış, Suriye lirasının dolar karşısında değer kaybetmesi, aktif koruyucu gümrük politikalarının ortadan kalkması da bu zorlukların artmasına neden olmuştur. Bunlara ilaveten sanayi ve lojistik altyapının yıkılması, sektöre destek veren hükümet girişimlerinin zayıflaması gibi faktörler de fabrikaların ve mahalli atölyelerin rekabet gücünün yok olmasına yol açmıştır.
Bu rapor, günümüzde yaşanan ekonomik engellere ve Halep’te sanayi sektörünün çalışmasını etkileyen olumsuz faktörlere ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bunların yanı sıra etkili olan ekonomik zorlukların analizi yapılmış, mahalli düzeyde ve yurt dışı düzeyinde rekabeti arttırabilecek sürdürülebilir çözümler önerilmiştir. Rapor ayrıca sanayide çalışma ortamında istikrarı pekiştirme yollarını da ortaya çıkarmaktadır.([1](
Elektrik tarifesi, sanayideki istikrarın önünde duran en önemli engeli oluşturmaktadır. Zira sanayiciler için bir kilovat elektrik fiyatı 27 Amerikan sentidir. Bu fiyat komşu ve yakın ülkelerin ortalamasından daha yüksektir. Örneğin; Mısır sanayisinde bu fiyat 5 senttir. Türkiye’de ise 8 senttir. Elektrik tarifesi Halep’in kuzeyi ve İdlip’te (eksi muhalefet bölgeleri) 12 sentte ulaşmıştır. Yaklaşık 960 aktif sanayi tesisinin yer aldığı Şeyh Naccar Sanayi Sitesinde elektrik temininde sıkıntılar yaşanmaktadır. Sitenin günlük ihtiyacı 120mv olmasına rağmen siteye günlük 80mv elektrik verilmektedir. Ayrıca sanayiciler, tonu 630 dolara yükselen yakıtta yüksek maliyet sıkıntısını yaşamaktadır. Bu yüksek fiyatın yanı sıra yakıtın sürekli olarak temin edilememesi de başka bir sorundur. Bu da enerji sorunun devam etmesine yol açmaktadır. Sürekli olarak meydana gelen elektrik kesintisi, istikrarlı enerji ikmaline ihtiyacı olan bir takım sanayi dallarının işlerini aksatmaktadır. Özellikle dokuma, tekstil, cam ve çelik sanayileri gibi dallardaki işler aksamaktadır. Diğer yandan enerji sektöründeki elektrik ağının yenilenmesi ile ilgili olan altyapı yatırımlarında ciddi bir eksiklik yaşamaktadır. Artan taleplere cevap vermek için gücünü pekiştirmekten de uzak kalmıştır. Bunun yanında elektrik ağına olan yoğunluğu hafifleten ve maliyeti düşük olan güneş enerjisi gibi doğal imkânların bulunmasına rağmen halk bunlara itimat etmemektedir.
Sanayide yaşanan elektrik kesintisi krizinin etkilerini azaltmak için aşağıda yer alan işlemler yapılabilir:
Suriye lirasının dolar karşısındaki değer kaybı ve kurda yaşanan sert değişiklikler, Halep’teki sanayicilerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan biridir. Kur fiyatlarındaki büyük dalgalanma günlük 500 liraya kadar ulaşmaktadır. Bu da mali planlamayı engellemektedir. Üretime yönelik alınacak kararlarda bu durum mali bir belirsizlik ortamı yaratmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Suriye lirası, dolar karşısında 12.000 liradan 7.500 liraya kadar gerileyerek bir iyileşme göstermiştir. Ancak Ocak ve Şubat 2025 aylarında dolar kurunda 9.000 ile 12.000 lira arasında yeniden bir dalgalanma yaşanmıştır. Bu dalgalanmalar doğrudan ücretleri ve maaşları etkilemektedir. Bu durum, sanayicilerin çalışanları için sabit bir gelir düzeyi belirleyememelerine yol açmaktadır. Haftalık bir milyon lira (dolar kuru 13 bin Suriye lirası olduğunda 76 dolardır) alan işçi, dolar karşısındaki kur fiyatı 8.000 lira olduğunda alacağı ücret 125 dolara yükselmektedir. Kurdaki bu değişiklikler sanayicilerin hesaplarında büyük karışıklıklara yol açmaktadır. Bu nedenle sanayiciler, kur fiyatındaki istikrarın sağlanmasına kadar geçici veya nihai olarak işçilerine çıkış vermek zorunda kalmıştır.
Diğer yandan nakit çekme işleminde yapılan kısıtlamalar da ekonomik daralmaya yol açmıştır. Sanayiciler, fabrikalarını çalıştırmak ve işçi ücretlerini ödeyebilmek için gerekli nakit temininde büyük zorluklarla karşılaşmaktadır. Ham madde ithal eden sanayiciler, ürünleri için nihai fiyat belirlemede ve işletme maliyetlerinin ne kadar tutacağı tahmininde zorluk çekmektedir. Bu da yerelde ve dış pazarda rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca mali yükümlülüklerini yerine getirmede ve borçların yönetiminde de zorluk yaşamaktadırlar. Bazı sanayicilerin borçları, dolar karşısındaki kur fiyatlarındaki dalgalanmadan olumsuz etkilenmektedir. Suriye lirasının dolar kuru karşısında 15.000 lira olduğu zaman hesaplanan borçlar, bu kurun yarı yarıya olacak şekilde 8.000 liraya gerilemesi neticesinde sanayicileri zora sokmuştur.
Suriye lirasının dolar kuru karşısında istikrar sağlayabilmesi için Hükümet ve Merkez Bankası tarafından uygulanabilinecek birtakım prosedürler aşağıdadır:
Geçici hükümetin belirlediği gümrük politikaları sanayi sektörü için ek bir zorluk oluşturmuştur. Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye’den ithal edilen mallara uygulanan gümrük tarifesinin düşürülmesi mahalli rekabeti zayıflatmış ve pazarlar yabancı ürünlerle dolup taşmıştır. Bu işlem, üretim maliyetinin yüksekliği ve hükümet desteğinin azalması sıkıntısını yaşayan yerel üretim atölyelerine olumsuz etkilemiştir. Özellikle düşük fiyatları olan Türk ürünleriyle rekabet gücü ortadan kalkmıştır.
Ayrıca SDG/YPG’nin kontrol ettiği bölgeler kanalıyla Irak’tan gümrüksüz mal ithalatı yapması, Suriye’deki fabrikaların karşı karşıya kaldığı zorlukları daha da artırmıştır. Zira bu ürünler pazarlarda daha düşük fiyatlarla sunulmaktadır. Bu da üretime devam etme ve rekabet konusunda mahalli ürünlerin şansını azaltmıştır. Ayrıca ithal mallarda aktif bir denetim sisteminin olmaması, pazarlara düşük kalitede ürünlerin girmesine yol açmıştır. Bu da belli kalite standartlarında çalışmayı talep eden halk tarafından mahalli sanayicilere yönelik baskıları artırmıştır. Bu dengesiz gümrük politikalarının devam etmesi halinde bir takım yerel fabrikaların kapanması muhtemeldir. Bu durum çalışma ve gelişme gücünün zayıflatmasına neden olabilir.
Yukarıda bahsedilen sorunlar neticesinde gümrük politikalarını iyileştirmek adına aşağıda yer alan tavsiyeler sunulmaktadır:
Bahsedilen tavsiyelere ek olarak Suriye hükümetinin gelecek dönem içerisinde şu konular üzerinde çalışması gerekir: Sanayi odasının rollerine işlerlik kazandırmak ve sanayi yatırımı için cazip bir ortam hazırlamak.
Sanayi odasının rollerine işlerlik kazandırma amacıyla aşağıda yer alan tavsiyeler sunulmuştur:
Sanayi yatırımları için cazip bir ortam hazırlama konusunda şu hususlar tavsiye edilmektedir:
Halep’teki sanayi sektörü Suriye ekonomisinin temelini teşkil etmektedir. Krizlerin ve yapısal zorlukların devam etmesi, yakın zamanda acil önlemler alınmasını ve siyasî reformlar gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Yapılacak iyileştirmeler mahalli ve bölgesel olarak rekabet gücünü artıracak, ekonomik istikrara katkı sunacak ve sanayi sektörünün gelişmesini teşvik edecektir. Ayrıca aynı ölçüde sosyal ve ekonomik istikrarı de sağlayacaktır. Diğer yandan enerji istikrarı, kur fiyatı istikrarı, adil gümrük politikaları da şehirdeki sanayi sektörünün sürdürülebilir olmasını garanti altına alacak ve ulusal ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacak ana faktörler olarak kabul edilmektedir.
Mevcut koşullar altında Halep’teki sanayi savaşın getirdiği yıkıma ilaveten, elektrik fiyatların yüksekliği ve düşük gümrüklerle ithal edilen malların uygun fiyatları Suriye’deki yerli üretimi ciddi anlamda zorlamaktadır. Özellikle Türkiye’den ithal edilen mallar, Halep’teki sanayii coğrafi yakınlık sebebiyle fazlaca etkilemektedir. Buna ilaveten, Suriye’deki nakit ihtiyacı, döviz yetersizliği ve döviz kurun oynaklığı yerli üretimi olumsuz olarak etkilemektedir.
Suriye’deki üretim atölyelerin güçlenmesi için altyapı yatırımları yapılması, lojistik hatların açılması, döviz ve nakit ihtiyacının karşılanması, gümrük tarifelerin tüm ülke sınırlarında tüketiciyi ve üreticinin ihtiyaçlarını dengeleyecek şekilde gözden geçirilmelidir. İlaveten, Suriye’deki sanayiicilerin ve üreticilerin hükümet ile daha yakın ve koordineli çalışmaları için sanayi odaların aktifleştirilmesi gerekmektedir. Yatırımcılar için daha elverişli koşullar oluşturulmalıdır.
([1]) Bu madde Halep Şeyh Naccar Sanayi Sitesi Müdürü ile yapılan çok sayıda mülakatlar ile bir takım fabrika ve atölye sahipleriyle yapılan görüşmelere itimat etmektedir. Bunların yanı sıra Halep şehrinde yer alan 10 adet sanayicinin yer aldığı bir odak grup toplantısı yapılarak Halep’te karşılaşılan zorluklar ve bunların çözümleri tartışılmıştır.
Nisan ayı Suriye’de uzun süredir devam eden siyasî birliği ve bütünlüğü konsolide etme çabaları açısından oldukça önemli bir ay olmuştur. Mart ayında başlayan pek çok yeni sürecin (geçici anayasa taslağının kabulü, yeni kabinenin ilanı vb.) nisan ayı içerisinde pratiğe geçirilmeye başlandığı görülmüştür. Buna karşın mart ayı içerisinde nispî bir belirliliğe kavuşturulan SDG’nin geleceği, nisan ayı içerisinde siyasî birlik ve istikrarı yeniden olumsuz yönde etkileyecek bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte nisan ayında Suriye açısından özellikle diplomasi ve dış ilişkiler alanında artan ivme bağlamında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu süreçte Suriyeli temsilciler ve heyetler ile diğer ülkelerin temsilci ve heyetleri arasında yoğun temaslar sağlanmış, uluslararası örgütler ile Suriyeli makamlar arasında görüşme trafiği hızlandırılmıştır. Nisan ayında diplomatik alanda kazanılan ivmenin etkileri ekonomi alanında da doğrudan gözlenmiştir. Dış ilişkilerde atılan olumlu adımlar ve İngiltere’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması neticesinde Suriye hükümeti, IMF ve Dünya Bankası ile görüşmelere başlamıştır.
Suriye Devrimi sürecinde en önemli ve etkin silahlı gruplar arasında yer alan 8. Tugay’ın, kendisini lağvederek Suriye Savunma Bakanlığı kontrolüne girmeyi kabul etmesi önemli bir gelişme olmuştur. 2018 yılında Dera’da, Rusya arabuluculuğunda Esed rejimiyle uzlaşan, yıllardır Rusya tarafından korunan, BAE ve Ürdün başta olmak üzere başka devletlerce desteklenen 8. Tugay, rejimin devrildiği dönemde Şam’a ilk giriş yapan birlik olmuştu. Ahmed Avde liderliğindeki yapının akıbeti birçok farklı spekülasyona yol açmıştı. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın BAE’ye ziyareti sonrasında gerçekleşen bu değişim, aynı zamanda diğer küçük ve orta ölçekli silahlı gruplar için de bir örnek model olmuştur.
Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) statüsü bağlamında yaşanan tartışmalar, mart ayı itibariyle SDG ve Suriye hükümeti arasındaki uzlaşı neticesinde bir çözüm yoluna girmişti. Ancak SDG’nin, Suriye genelini kapsayan ulusal birlik toplantısına katılmayı reddetmesi ve geçici anayasa taslağına karşı çıkması bu konuda oluşan çözüm beklentilerinin karşılanamamasına yol açmıştır. Bunun ardından SDG ve Suriyeli Kürtlerin çoğunluğunu temsil eden ENKS arasında gerçekleştirilen “Kürt Ulusal Birlik Vizyonu” toplantısında, federalizm taleplerinin açık bir biçimde ortaya konması ileride gerçekleşebilecek bir uzlaşı ihtimalini zora sokmuştur. ABD’nin, Suriye’nin kuzeyindeki askerî varlığını azaltma kararı aldığı ve bunun ardından 3 küçük ve orta ölçekli üssünü kapattığını duyurduğu bir zamanda gerçekleştirilen bu toplantı ve bu çerçevede ortaya konan talepler, SDG’nin daha fazla marjinal hale gelmesine ve ENKS’nin de kendisini benzer bir çizgiye sürüklemesine yol açmaktadır. Suriye yönetimi, federalizm taleplerini sürekli biçimde ve kararlı bir duruşla reddederken söz konusu taleplerle ortaya konan ısrarcı tavır, Suriye Kürtlerinin kazanımları adına bir blokaj oluşturmaktadır.
Benzer bir durum Dürzi toplumu açısından da geçerlilik taşımaktadır. Özellikle İsrail’in provakatif hamleleri ve girişimleri sonucunda Suriye’de ayrılıkçılığa ve siyasal şiddete yönlendirilmeye çalışılan Dürziler, Suriye yönetiminin uzlaşı ve kapsayıcılık vizyonu ile mutlak bir uyum sergileyememektedir. Bu yönde pek çok adım atılmasına rağmen, başta Şeyh Haceri olmak üzere Dürzi toplumu içerisinde halen İsrail’in provakatif yaklaşımında araçsallık arz eden grupların faaliyetleri kendisini göstermektedir. Bu durum nisan ayı içerisinde de gözlenmiştir. Şam’da da provakatif bir saldırı sonucunda Dürziler ve Sünniler arasında çatışmalar yaşanmıştır. Bunun ardından İsrail, “Dürzilerin güvenliğini sağlama” iddiasıyla Suriye Cumhurbaşkanlığı üzerinde uçuş gerçekleştirmiş ve bir SİHA saldırısı düzenlemiştir. Suriye ordusu, Dürzi Rical el Kerame ve Liva el Cebel askerî gruplarının da yardımıyla Şam’daki eski rejim yanlısı Dürzi yapıları püskürtmeyi başarmıştır. Akabinde Dürzilerin üç dini liderinden ikisi olan Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerbua ile Şam ve Süveyda valileri bir anlaşma imzalamıştır. Şeyh Haceri ise Suriye hükümetini tekfiri çeteler olarak nitelendirmiş ve başta İsrail’den olmak üzere Dürziler için uluslararası koruma talep etmiştir.
Söz konusu tablo Suriye’nin siyasî birliği ve istikrarına yönelik İsrail-Dürzi ayrılıkçılığı sorununu bir kez daha göstermiştir. Buna karşın Suriye Devlet Başkanı Şara, yaptığı açıklamalarda ülkesinde yaşanacak herhangi bir kaosun sadece komşu ülkelere değil, tüm dünyaya zarar vereceğini söyleyerek İsrail işgali ve söz konusu provakatif girişimlerin sonlandırılmasına dair çağrılarda bulunmuştur. Bunun yanında Şara; Suriye’nin, İsrail işgali sürdükçe İbrahim anlaşmalarına asla katılmayacağını beyan etmiş ve bu noktadaki tutumunu sürdürmüştür.
Suriyeli temsilciler ve heyetler ile diğer ülkelerin temsilci ve heyetleri arasında yoğun temaslar sağlanmış, uluslararası örgütler ile Suriyeli makamlar arasında görüşme trafiği hızlandırılmıştır. Bu noktada, söz konusu diplomatik temaslarda iki ana motivasyon ortaya çıkmıştır. Bu motivasyonlardan ilki, yeni Suriye yönetiminin uluslararası alanda etkinliğini artırması ve ülkenin yeniden yapılanma sürecine uluslararası katkının sağlanmasıdır. Diğeri ise; İsrail işgaline karşı uluslararası farkındalığı ve desteği artırmak olmuştur.
Bu bağlamda Suriye Devlet Başkanı Şara’nın Türkiye ve BAE ziyaretleri dikkat çekmiştir. Şara, Antalya’da düzenlenen Antalya Diplomasi Forumuna katılımının ardından BAE’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerdeki görüşmelerinde Suriye'de istikrarlı bir geçiş dönemini güvence altına almak amacıyla siyasî, askerî ve ekonomik konulara odaklanıldığını aktarmıştır. Bunun ardından Katar’a giden Şara, burada gerçekleştirdiği ikili temaslarda Katar’ın Suriye’nin geçiş sürecine sunduğu katkılar hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Bu ziyaret süresince, Suriye Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara'nın “Kardeş Katar Devleti'nin arabuluculuğu ve Katar Devleti Emiri Şeyh Tamim bin Hamad Al Sani'nin himayesinde Irak Başbakanı Muhammed Şia el-Sudani ile Doha'da bir araya geldiği” de belirtilmiştir.
Bununla birlikte, Suriye'nin BM temsilcisi Kusay El Dahhak, Güvenlik Konseyinin Suriye konulu oturumunda yaptığı konuşmada: “Şam, tüm toprakları üzerindeki egemenliğini genişletme konusundaki tereddütsüz hakkını yineler ve İsrail'in içişlerine müdahale etme girişimlerini reddeder.” ifadelerini kullanmıştır. Suriyeli delegeler ayrıca Güvenlik Konseyini “İsrail saldırılarını kınamaya ve İsrail'i saldırganlığını derhal durdurmaya zorlamak için derhal ve kararlı bir şekilde harekete geçmeye” çağırmıştır. Bu çağrı, Körfez ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülke tarafından da desteklenmiştir. Bu durumla ilişkili olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın, Esed rejiminin devrilmesinin ardından Şam’a gerçekleştirdiği ilk ziyaret dikkat çekmiştir. Bu ziyarette Devlet Başkanı Şara ile görüşen Abbas, Filistin meselesinde ve İsrail işgaline karşı ortak tutum konularını gündeme getirmiştir. Bununla birlikte yine önemli bir ilk olarak, Lübnan Başbakanı Nevaf Selam’ın Şam ziyareti de bu sürecin önemli bir parçası olmuştur. Lübnan Başbakanı Nevaf Selam, Şam'da gerçekleştirdiği bir toplantı sırasında Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara'ya iki ülke arasındaki ilişkilerde “yeni bir sayfa” açma umuduyla Beyrut'u ziyaret etmesi için bir davette bulunmuştur.
Suriye ve Ürdün arasındaki işbirliğini arttırmak adına yeni girişimler de olmuştur. Suriye ve Ürdün’ün enerji, sağlık, sanayi, ticaret, ulaştırma, tarım, su, bilgi ve iletişim teknolojisi, eğitim ve turizm gibi stratejik sektörlerin temsilcilerinin bulunacağı bir Yüksek Koordinasyon Konseyi kurulması konusunda anlaştığı duyurulmuştur. Aynı zamanda Ürdün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Ayman Safadi yaptığı açıklamada, ülkesinin Suriye'nin yeniden inşasına ve Suriye halkının özlemlerini gerçekleştirme çabalarına destek verdiğini teyit etmiştir. Suriye Dışişleri Bakanı El-Şeybani ile Güney Koreli mevkidaşı Cho Tae-yul’un Şam'da diplomatik ilişkilerin kurulmasına yönelik bir anlaşma imzalanması da yine nisan ayında ivme kazanan diplomasinin göstergelerinden biri olmuştur.
Diplomatik alanda kazanılan ivmenin etkileri ekonomi alanında da kendisini göstermiştir. Bu çerçevede İngiltere’nin, Suriye İçişleri ve Savunma Bakanlıklarına uygulanan yaptırımları kaldırdığını duyurması önemli bir adım olmuştur. Diğer yandan Uluslararası Para Fonunun (IMF) deneyimli ekonomist Ron van Ruden'i, 14 yıl aradan sonra Suriye misyon şefi olarak ataması ve Suriye Maliye Bakanlığı heyetinin, Suriye'nin finans ve bankacılık sektörünün modernleştirilmesine yönelik işbirliği olanaklarını görüşmek üzere Dünya Bankasından teknik uzmanlardan oluşan bir heyetle genişletilmiş bir toplantı gerçekleştirmesi, Suriye ekonomisi ile Batı finans sistemi arasındaki ilişkiler adına kritik girişimler olmuştur. Katar ve Suudi Arabistan, Suriye’nin Dünya Bankasına olan 15 milyon dolarlık borcunu ödemiştir ve Dünya Bankasının Suriye’ye yönelik ekonomik destek programları için olanak sağlanmıştır.
Trump yönetimi, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması için bir talep listesi göndermiştir. Talep listesinde kimyasal silah envanterin imha edilmesi, Filistinli örgütlerin varlığına izin verilmemesi ve yabancı savaşçıların ülkeden çıkarılıp kendilerine devlet kadrolarında makam verilmemesi gibi maddeler bulunduğu aktarılmaktadır. Suriye tarafının, yabancı savaşçılar meselesinde müzakereler yapılması gerektiğini belirtmesine karşın, İran yanlısı olarak görülen Filistinli İslami Cihat örgütünün, iki Suriye sorumlusunu gözaltına alması dikkat çekmiştir.
Bununla birlikte, bölgesel düzeyde gelişen dış ilişkilerin ekonomiye yansımaları ise daha somut bir görünüm arz etmiştir. Amman (Ürdün) Ticaret Odasının paylaştığı verilere göre 2025 yılının ilk çeyreğinde, Ürdün'den mal ithal eden ülkeler listesinde Suriye'nin ilk sırada yer aldığı bildirilmiştir. Benzer biçimde Suriye’nin, geride kalan iki ayda komşu ülkelere 270.000 tondan fazla meyve ve sebze ihraç ettiği de bildirilmiştir. Bu tablo Suriye ekonomisinin bölgesel sistemle ilişkisinin geliştiğini ve yeniden yapılanma sürecinde olumlu bir ivmenin ortaya çıktığını göstermektedir. Buna ek olarak Suudi Arabistan’ın, Suriye’nin Dünya Bankasına olan borcunun ödenmesinde inisiyatif alacağını açıklaması da bölge ülkelerinin Suriye ekonomisinin yeniden yapılanmasına yönelik desteğinin açık bir göstergesi olmuştur.
Söz konusu olumlu ivme, Suriyeli makamlar tarafından alınan birkaç kararda da etkisini göstermiştir. Suriye Genel Elektrik Dağıtım Şirketi, karne uygulamasından kısmen veya tamamen muaf tutulan sanayi bölgeleri için elektrik maliyetlerini düşürme kararı alırken Suriye Denizcilik İkmal Dairesi, deniz trafiğini canlandırmak ve Suriye limanlarındaki ticari faaliyeti arttırmak amacıyla gemi yakıt fiyatlarında yeni indirimler uygulamaya başlamıştır. Bu kararlar Suriye’de ekonomik ve ticari süreçlerin gelişimine katkı sağlaması açısından kolaylaştırıcı tedbirler olarak kendisini göstermiştir.
Devrime giden süreçte rejim aleyhinde de olsalar görece tarafsız kalmayı tercih eden ve rejimin Süveyda vilayetini idare etmesine izin vermeyen Dürzi toplumu, Esed rejiminin devrilmesinin ardından yeni kurulan geçiş yönetimiyle birlikte Suriye’deki geleceğini yeniden şekillendirme sürecine girmiştir. Ahmed el Şara’nın liderliğinde kurulan ve geçici olarak ülke idaresini üstlenen emanetçi hükümetin göreve başlamasıyla birlikte Dürzilerin, yıllardır süren savaşın ardından nasıl bir siyasî ve toplumsal pozisyon alacakları önemli bir gündem haline gelmiştir. Özellikle İsrail sınırına yakınlığı ve Golan Tepeleri çevresindeki jeopolitik önemi nedeniyle Dürziler, hem iç politikada hem de bölgesel denklemde kritik bir aktör olarak öne çıkmaktadır.
Yeni dönemde Dürzilerin Suriye hükümeti ve İsrail’le olan ilişkileri, Suriye’deki güç dengeleri açısından belirleyici olabilir. Bu rapor; Dürzi toplumunun devrim sonrası dönemdeki siyasî ve askerî pozisyonunu, İsrail’le ilişkilerini ve yerel dengeler içerisindeki rolünü analiz etmeyi hedeflemektedir. Raporun hazırlanmasında açık kaynaklar, saha araştırmasından elde edilen bulgular, Dürzi toplumunun siyasî, askerî, dinî ve STK temsilcileriyle yapılan mülakatlardan elde edinen bilgiler temel alınmıştır. Raporda; Dürzi toplumunun geçiş sürecindeki konumu, İsrail’le kurduğu temaslar, yeni yönetimle olan ilişkileri ve gelecekteki olası senaryolar detaylı şekilde ele alınmaktadır.
Tarihi süreç içerisinde kendilerini idare eden yapıların zulmüne uğramamak için kapalı bir toplum yapısı geliştiren Dürziler, dinlerini gizli tutarak kimliklerini korumayı başarmıştır. Suriye'deki Dürzi topluluğu, nispeten küçük nüfuslarına rağmen ülkenin siyasî sahnesinde her zaman önemli bir rol oynamıştır. Dürziler, küçük ve kendi içlerinde kapalı bir yapı olsalar da karmaşık bir dinî liderlik yapısına sahiptir ve bu yapı içerisinde farklı aktörler öne çıkmaktadır.
Dürzilerin dini liderlerine "Şeyh el-Akıl" denilmektedir. Suriye'deki Dürzi topluluğunu üç Şeyh el-Akıl yönetmektedir: Şeyh Haceri, Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerabua. Bu üç lider, farklı siyasî görüşleri temsil etmektedir.([1])
Şeyh Haceri, İsrail ve Suriye Demokratik Güçleri ile iletişim halinde olup Süveyda için otonom bölge talebinde bulunmaktadır. Kendisinin özellikle Dürzi Dağı ve kırsalındaki Dürziler üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Şeyh Hannavi ise siyasetten uzak durmakla birlikte Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana bir tutum sergilemekte ve İsrail'e karşı mesafeli durmaktadır. Şeyh Hannavi’nin özellikle Süveyda vilayetinin kuzey bölgelerinde daha etkili olduğu aktarılmaktadır. Öte yandan, Şeyh Cerabua’nın geçmişte Esed rejimiyle işbirliği yaptığı bilinmektedir.([2]) Ancak Dürzi kaynakların aktardığına göre Şeyh Cerabua, eski rejim yanlısı biri değildir. Şeyh Cerabua’nın aslında Şam yönetimiyle çalışmaktan yana olduğu belirtilmektedir. Kendisi özellikle şehirli Dürziler üzerinde etkilidir.
Dürzilerde ruhban sınıfının toplum üzerindeki otoritesi, günlük yaşamdan tutun siyasî ilişkilere kadar geniş bir çerçeveyi kapsamaktadır. "Ukkal" olarak bilinen dinî hiyerarşinin en üstündeki sınıf, mezhebin sırlarına vakıf olmuş kişilerden oluşmaktadır.([3]) Bunların arasından seçilen Şeyh el-Akıl, Dürzilerin günlük hayatlarına dair dinî ve hukuki meseleleri belirlemekle yükümlüdür.
Dürzi feodal liderler ve onlarla genellikle uyum içinde olan ruhban sınıfı, tarih boyunca Dürzi toplumunun bekasını koruyan ve yönlendiren kişiler olarak görülmüştür. Dürzilerin siyasî ve ruhanî liderleri arasındaki ilişki ise günümüze kadar büyük ölçüde feodal aileler arasındaki rekabetler tarafından belirlenmiştir.
Suriye iç savaşı döneminde ve devrim sonrası dönemde, Dürzilerin yaşadığı Süveyda vilayeti çeşitli silahlı grupların ortaya çıkışına sahne oldu. Bu gruplar, esasen ikiye ayrılmaktadır: Siyasî konularda tarafsızlığını koruyarak yerel halkı korumayı amaçlayanlar ve doğrudan Esed rejimiyle bağlantılı olanlar. Özellikle tarafsız gruplar, zorunlu askerliğe katılmayı reddeden genç Dürzi erkeklerin, rejimin istihbarat servisi tarafından tutuklanmasını engellemeyi ve bölge güvenliğini sağlamayı hedeflemekteydi.
Rical el-Kerame (Onurlu Adamlar Hareketi), 2012 yılında Vahid el-Balus tarafından kurulmuş ve Süveyda'daki en büyük silahlı grubu haline gelmiştir. Bu örgüt, tutuklanan Dürzilerin serbest bırakılması için Esed rejimine karşı defalarca saldırılar düzenlemiştir.([4])
Beşar Esed'in iktidardan indirilmesinin ardından Rical el-Kerame ve Liva el-Cebel grupları ortak bir açıklama yaparak([5]) Suriye'yi korumayı amaçlayan yeni bir ulusal ordunun çekirdeğini oluşturacak askerî yapıda birleşmeye hazır olduklarını duyurdu. Bu gruplar, özellikle Beşar Esed'in ordusunda olduğu gibi yetkililer tarafından halka baskı uygulamak için bir araç olarak kullanılan herhangi bir “hizipçi ya da mezhepçi orduyu” kategorik olarak reddettiklerini vurguladı.
Rical el Kerame’nin sözcüsü Basım Ebu Fahır; Netenyahu’nun Dürzileri koruma vaadini reddettiklerini ve Dürzilerin Suriye’nin bir parçası olduğunu ifade etmiştir.([6]) Rical el-Kerame’nin böyle net bir tutum almasında diğer bir sebep ise, yapının Lübnan’daki Dürzi lider Velid Canbolat’a yakın olmasıdır.
Liva el Cebel Süveyda vilayetindeki en büyük ikinci askerî yapılanmadır. Diğer önemli askerî grupların aksine dinî bir otoritenin etkisinde olan liderlik yapısına sahip değildir. Bundan dolayı Liva el Cebel’in siyasî alandaki etkisi diğer gruplara nazaran daha sınırlıdır ve Dürziler arasındaki dinî otoriteden doğrudan etkilenmemektedir.
Liva el Cebel’in özellikle Rical el Kerame ile yakından işbirliği yaptığı ve birçok konuda beraber hareket ettiği bilinmektedir. İsrail’e karşı mesafeli duran Liva el Cebel, kendisini Esed rejimi düşmanı bir devrimci grup olarak tanımlamaktadır. Suriye ordusuna dâhil olmayı kabul etmekle birlikte bunun zamana yayılması gerektiğini savunmaktadır. Suriye’deki seçimler tamamlandıktan sonra tam anlamıyla kendisini lağvedip Suriye ordusunun içinde erimeyi kabul ettiğini söylemektedir.
Suriye’nin Lazkiye ve Tartus bölgesinde rejim kalıntılarının başlattığı ayaklanma sonrasında Liva el Cebel’in lideri Necib Ebu Fahır, Suriye ordusuna ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne açıktan destek vermiştir. Yayınladığı ses kaydında İsrail’i doğrudan kınamış ve Dürzilerin Suriye’nin bütünlüğüne olan bağlılığını tarihi atıflarda bulunarak teyit etmiştir.([7])
Süveyda'daki en büyük silahlı Dürzi gruplardan biri olan Ahrar el-Cebel, Şeyh Süleyman Abdulbaki liderliğinde faaliyet göstermektedir. Abdulbaki, bölgenin "Suriyeli kimliğine" vurgu yaparak, dış müdahaleleri kesinlikle kabul etmeyeceklerini belirtmiştir.([8]) 7 Mart 2025 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce Şeyh Süleyman Abdulbaki bir suikast girişimine maruz kalmıştır, fakat saldırıdan yara almadan kurtulmuştur.([9])
Leys el-Balus, Rical el Şeyh el-Kerame adlı askerî grubun lideri olarak önemli bir figür haline gelmiştir. Kendisi Rical el-Kerame’nin kurucusu olan Vahid el-Balus’un oğludur. Rical el Şeyh el-Kerame askerî kuvvet açısından sınırlı bir güce sahip olsa da Rical el-Kerame grubu ile iç içe geçmiş bir ortaklığı bulunmaktadır.
Netanyahu'nun Dürzileri koruma açıklamasına Leys el-Balus sert tepki göstermiş ve "Dürziler olarak yurt dışından gelecek tüm koruyucuları reddediyoruz ve Suriyeliler olarak bir ulusal vizyonumuz var" demiştir.([10]) Hatta Balus, Ahmed Şara ile görüşmek üzere Şam'a giden heyette yer almıştır.([11]) Ancak bu görüşmeye askerî grup lideri sıfatıyla değil, Dürzi dinî lideri olarak katılmıştır. Bu durum, Dürzi toplumunda dinî ve askerî liderliğin iç içe geçtiğini göstermektedir.
Netanyahu’nun açıklamasıyla eş zamanlı olarak Süveyda Askerî Meclisi ilan edildi.([12]) Bu yapılanma, Süveyda’yı tehditlerden koruyacağını ve gelecekte Suriye ordusunun bir parçası olmayı hedeflediğini belirtmiştir. Ancak meclisin adına ve bayrağına bakıldığında Suriye Demokratik Güçlerine bağlı Askerî Meclis yapılarından esinlenildiği net bir şekilde görülmektedir. Şimdilik oldukça küçük bir yapıya sahip olsa da Süveyda Askerî Meclisi, ekonomik sıkıntı yaşayan Dürzi gençlerini cezbetmek için finansman bulabilirse büyüme potansiyeline sahiptir. Süveyda Askerî Meclisini kuran kişiler hakkında iki farklı iddia bulunmaktadır. Birinci iddia bu kişilerin uzun yıllardır Esed rejimiyle iş birliği yapan Dürzi figürler olduğu yönündedir. İkinci iddia ise Tenef bölgesinde konuşlu CENTCOM’a bağlı Amerikan askerleriyle düzenli olarak irtibat halinde olan kişilerden oluştuğudur.
Dürziler; ağırlıklı olarak Suriye, Lübnan ve İsrail tarafından işgal altında bulunan Golan Tepelerindeki dağlık ve kırsal bölgelerde yaşayan, geleneksel olarak tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir toplumdur. Özellikle Cebel-i Lübnan bölgesinde ipek üreticiliği ekonomik açıdan önemli bir faaliyettir. Tripoli, Sayda ve Beyrut gibi önemli ticari merkezlerde pazarlanan ipek üreticiliği, bölge ekonomisinin temelini oluşturmaktadır. Lübnan'da ise Dürzilerin tarih boyunca sahip oldukları topraklar, Dürzi ailelerin önemli gelir kaynaklarından biri olmuştur. İsrail’de yaşayan Dürziler ise orduda görev alma veya devlet kurumlarında çalışma avantajları sayesinde diğer Dürzilere görece daha iyi bir ekonomik seviyeye sahiptir.
Suriye'deki Dürziler, genellikle Süveyda ve Şam'ın güneydoğusundaki köylerde yaşamakta ve çoğunlukla tarımla uğraşmaktadır. Ancak Süveyda bölgesindeki tarıma elverişli olmayan dağlık araziler, Dürzilerin ekonomik faaliyetlerini sınırlandırmaktadır. Savaşın etkisinin göreceli olarak sınırlı olduğu Süveyda vilayetinde ekonomik şartlar ve yaşam kalitesi son derece düşüktür. Kent yapılanması ve altyapı çok geridedir. Mimari anlamda Suriye’nin diğer bölgelerinden de ayrışmaktadır ve kendine has bir mimari dokusu vardır.
Yurtdışında yaşayan Dürzi nüfusunun önemli bir kısmı Latin Amerika, Kuzey Amerika, Avustralya ve Batı Afrika'ya dağılmış durumdadır. Özellikle Venezuela'daki büyük Dürzi diasporası, Suriyeli Dürzilere önemli ekonomik destek sağlamaktadır. Bu ekonomik desteğin bir asrı geçkin süredir devam etmesi, Dürzilerin inanç esasları gereği birbirlerine sahip çıkmak zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Suriye'nin güneyindeki Dürzi toplulukları hakkında yaptığı açıklamalarla bölgesel politikalarda yeni bir tartışma başlattı. Netanyahu'nun koruma vaatleri ve güvenlik garantisi söylemi, İsrail'in Dürzilere yönelik uzun vadeli stratejilerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
İsrail'deki Dürzi nüfusunun sayısı 130 bini aşmakta ve ülke nüfusunun yaklaşık %1,7'sini oluşturmaktadır. Çoğunluğu ülkenin kuzeyinde yaşayan Dürziler, İsrail vatandaşı Filistinlilerin oluşturduğu 2 milyonu aşkın Arap nüfusunun da yaklaşık %8'ine tekabül etmektedir.([13])
Önemli bir nokta, 1956'da Dürzi topluluğunun lideriyle yapılan anlaşmadan sonra Dürzi erkeklerin İsrail ordusuna katılımını zorunlu hale getiren bir yasa çıkarılmış olmasıdır. Anadilleri Arapça olan Dürziler, İsrail Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde "Dürzi topluluğunun İsrail için ülkedeki azınlıklar arasında çok özel bir yeri vardır" şeklinde tanımlama bulunmaktadır.([14])
Öte yandan, İsrail'deki Dürzi topluluğu içinde kimlik sorunları yaşandığı görülmektedir. Bazı Dürzi aktivistler, "Dürziler, Arap'tır ve Filistinlidir. İsrail kimliği diye bir şey yoktur. Ya Yahudi’sindir ya da Filistinlisindir.” görüşünü savunmaktadır. Ancak İsrail'deki Dürzi siyasetçiler ise "Biz Filistinli değiliz. Biz İsrail'in bir parçasıyız. İsrail devletinin Yahudi devleti olduğunu kabul etmekteyiz ama eşitliği ortadan kaldıran bu yasaya da karşıyız." görüşündedir.([15])
İsrail’de ve İsrail tarafından işgal edilen Golan tepelerinde yaşayan Dürzi toplumla, Suriye ve Lübnan’da yaşayan Dürzi toplum arasındaki en büyük farkın Arap kimliği olduğu belirtilmektedir. Suriye ve Lübnan’daki Dürziler kendilerini Arap olarak görüp, Arap kimliklerini güçlü bir şekilde korurlarken, İsrail’in kontrolü altındaki Dürziler arasında etnik Arap kimliği görece daha zayıftır. Bu grup için Dürzilik hem dini hem de etnik bir kimliktir. Suriye ve Lübnan’daki Dürziler için Dürzilik dini bir kimliktir. Etnik kimlikleri Arap’tır.
Netanyahu, Suriye'nin güneyindeki Dürzilere yönelik herhangi bir tehdide müsamaha göstermeyeceklerini açıkça ilan etti. Bu açıklama, İsrail'in Suriye'nin güneyinde Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ya da yeni Suriye yönetimiyle bağlantılı herhangi bir gücün varlığına izin vermeyeceği yönündeki beyanlarının bir parçası olarak geldi. Netanyahu ayrıca, Suriye'nin Kuneytra, Dera ve Süveyda vilayetlerinin tamamen silahsızlandırılmasını talep ettiklerini belirtti.([16])
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Katz da "bölgedeki dost topluluklarla bağlarını güçlendireceklerini" ifade ederek özellikle İsrail'in Golan Tepelerinde yaşayan Dürziler ile Güney Suriye'deki Dürzi toplumuna destek vereceğini dile getirmiştir. Bunun yanında, İsrail güçlerinin "Şam'a kadar uzanan Suriye'nin güneyindeki güvenlik bölgesinde düşman güçlerin varlık göstermesine izin vermeyeceğini" ve "her türlü tehdide karşı harekete geçeceklerini" vurgulamıştır.([17])
Bununla birlikte Netanyahu'nun açıklamaları Suriye'de tepkiyle karşılanmıştır. Aralarında Süveyda'nın da olduğu Suriye'nin güneyindeki farklı şehirlerde İsrail'i protesto gösterileri düzenlenmiştir.([18]) Netenyahu’nun bu açıklaması üzerine Süveyda vilayetinden bir dinî heyet, Şam’a gidip Suriye Cumhurbaşkanıyla görüşme gerçekleştirmişlerdir. Heyet içerisinde Rical el Şeyh el Kerame ve Ahrar el Cebel gruplarının liderleri dinî vasıfları bulunmuşlardır. Öte yandan en büyük askerî grup olan Rical el-Kerame'nin lideri, dinî bir figür olmadığı için bu grup adına görüşmeye dinî lider olan yardımcısı Munis Ebu Hala katılmıştır. Liva el Cebel’in dinî sıfatlara haiz bir lideri olmaması sebebiyle bu grup toplantıya katılmamıştır.([19]) İlk başta planlanan Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerbua’nın Şam’a gitme planı, Şeyh Haceri’nin yoğun itirazları sonrası iptal edilmiş ve bir alt kademede olan dinî figürlerin Şara ile görüşmesi kararlaştırılmıştır.
İsrail, uzun süredir bölünmüş bir Suriye’nin ve zayıf bir Şam’ın kendi güvenliği için daha avantajlı olacağını düşünmektedir. İsrail’in güvenlik doktrinlerinden biri olan “azınlıklar ittifakı”([20]) stratejisi, bölgede Sünni Arap çoğunluğunu dengelemek için gayrimüslimler ve etnik azınlıklarla ittifak kurmayı amaçlamaktadır. Lübnan’daki Marunilerden, Irak’taki Kürtlere kadar farklı gruplarla ilişkilerini geliştiren İsrail, Suriye’de de benzer bir politika gütmektedir. Bu strateji, Suriye’nin güçlü bir merkezî hükümet yerine etnik ve mezhepsel bölgelere ayrılmasını teşvik etmektedir. Böylece İsrail, kendisine düşman bir Suriye devletinin yeniden toparlanmasını önleyerek kendi güvenlik çıkarlarını koruyabileceğini düşünmektedir. İsrail'in bölünmüş Suriye stratejisi, ülkeyi etnik ve mezhepsel çizgiler boyunca parçalayarak zayıflatmayı hedeflemektedir. Özellikle güneydeki Dürzi toplumu üzerinden yürütülen bu politika, Suriye’nin birliğini yeniden sağlamaya çalışan yeni hükümeti engellemeyi amaçlamaktadır. İsrail Başbakanı Netanyahu, Suriye'nin güneyinin askerden arındırılması gerektiğini savunurken Dürzileri koruma bahanesiyle belirli gruplarla da temas kurmaktadır. Ancak İsrail’in bu politikası bölgedeki demografik ve siyasî gerçekleri göz ardı etmektedir. Daraa ve Kuneytra’daki Sünni Arapları dışlayarak yalnızca Dürzi gruplara yönelmesi, güney Suriye’deki mezhepsel ayrılıkları derinleştirme riski taşımaktadır.
İsrail, Güney Suriye’deki Dürzi toplumu üzerindeki etkisini artırmak için askerî ve diplomatik girişimlerinin yanı sıra ekonomik teşvikleri de devreye sokmaktadır. Bu kapsamda, Suriyeli Dürziler için işgal altındaki Golan Tepelerinde çalışma izinleri sunarak bölgedeki ekonomik bağımlılığı artırmayı hedeflemektedir. İsrail'in sunduğu iş imkânları, Suriye'deki ekonomik kriz nedeniyle zor durumda olan Dürzi gençler için cazip bir seçenek öne çıkmaktadır. Önerilen işlerde günlük 75 ila 100 dolar arasında değişen maaşlar verilmesi planlanmaktadır.([21]) Suriye’de kamu sektöründe çalışanların aylık 25 dolar civarında kazandığı([22]) düşünüldüğünde, bu teklifin büyük bir ekonomik avantaj sunduğu ortadadır. Ancak bu hamle yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir boyut da taşımaktadır. Bu tür ekonomik teşviklerin Dürzileri Şam'dan uzaklaştırma, bölgedeki Sünni Araplardan koparma ve zaman içinde Golan Tepelerinde demografik değişiklikler yaratma riski bulunmaktadır.
İsrail’in planladığı bu çalışma izinlerine ilaveten, kendi kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Dürzilere yönelik de bazı ekonomik hamleleri bulunmaktadır. Suriye’deki yeni gelişmelerin üzerine İsrail, Çerkez ve Dürzi köylerinin altyapısının ve yaşam koşullarının ülke çapında desteklenmesi amacıyla bir bütçe planı hazırlamıştır. Bu planın toplam bütçesi 3,9 NIS, yani yaklaşık 1 milyar dolardır.([23]) Golan merkezli bu ekonomik hamlelere ilaveten, İsrail’in Suriye’deki Dürzilere yönelik özel insani yardım faaliyetleri de yürüttüğü bilinmektedir.
Şam kırsalında yer alan Ceramana ilçesinde yaşanan güvenlik krizi, Dürzi topluluğu içindeki farklı eğilimleri ve bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirdi. Çoğunlukla Dürzi ve Hristiyan nüfusa ev sahipliği yapan bu bölgede yaşanan gerilim, Şam ile İsrail arasında bir dolaylı güç mücadelesine dönüşmüştür.
Ceramana krizinin fitili, "Ceramana Kalkanı" adlı silahlı grubun denetiminde bulunan bir kontrol noktasında ateşlendi. Şam Kırsalı Emniyet Müdürü Husam et-Tahhan'ın açıklamasına göre, Suriye Savunma Bakanlığı mensupları akrabalarını ziyaret etmek üzere ilçeye girerken durduruldu. Silahlarını teslim etmeye zorlandıktan sonra darp edilip araçlarına doğrudan ateş açıldı. Bu saldırıda Ahmed Edib el-Hatib adlı bir kişi olay yerinde hayatını kaybetti, bir kişi de yaralanarak alıkonuldu. Olayın ardından silahlı kişiler Ceramana'daki polis karakoluna saldırarak polis memurlarını karakoldan çıkardı ve polislerin silahlarını aldı. Gerginliğin tırmanmasıyla birlikte Suriye İçişleri Bakanlığına bağlı Genel Güvenlik Güçleri bölgeye sevk edildi ve Suriye Savunma Bakanlığı da askerî takviye gönderdi. Bu çatışmalarda bir kişi hayatını kaybederken dokuz kişi de yaralandı.([24])
Kriz patlak verdikten sonra, Süveyda'nın ileri gelen Dürzi liderlerinden Leys el-Bulus öncülüğünde bir konvoy Ceramana'ya giderek arabuluculuk girişimlerinde bulundu. Bunun yanında, Ceramana'nın ileri gelenleri bir açıklama yayınlayarak saldırıyı kınadı ve faillerin cezalandırılmasını istedi. Bu açıklamada Ceramana'da meydana gelen olayın düzensiz bir güruhun eliyle gerçekleşen vaka olarak tanımlandı.([25]) Ayrıca, güvenlik yetkilileri ve kanaat önderleri arasında yapılan yoğun görüşmeler sonucunda esir alınan polis memuru, Ceramana'nın ileri gelenlerinin aracılığıyla serbest bırakıldı. Şam Kırsalı Polis Müdürü Tahir Muhammed Ömer, Genel Güvenlik Güçleri ile "Ceramana Kalkanı" adlı yerel silahlı grupların birlikte bulunduğu karakolda incelemelerde bulunarak durumu yakından takip etti. Genel Güvenlik Güçlerine bağlı birliklerin, Ceramana’ya Dürzi bayraklarla girmeleri ise sembolik olarak bölgedeki Dürzi topluluğa önemli bir mesaj verdi.([26])
Suriye hükümetinin güvenlik güçleri, müzakerelerin ardından Ceramana'ya girerek bölgede konuşlandı. Sivil Çalışma Grubu üyesi Rebia Munzir'in belirttiğine göre, son 48 saatte yaşanan kargaşanın ardından yapılan görüşmeler neticesinde güvenlik güçleri bölgeye yerleşti ve halkla işbirliği içinde güvenlik durumunu izlemeye başladı.
Öte yandan, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz'ın, İsrail ordusuna Ceramana'daki Dürzi bölgesini korumak için hazırlık yapma talimatı verdiği bildirildi. Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada, Dürzilerin güvenliğinin kendileri için önemli olduğu ve onlara zarar verebilecek her türlü girişime İsrail’in karşılık vereceği ifade edildi.([27])
Buna paralel olarak Lübnanlı Dürzi lider Velid Canbolat da "Siyonist proje, zayıf zihinleri bir iç savaşa sürüklemek istiyor" uyarısında bulundu. Canbolat, Dürzilerin "ya güçlerini aldıkları Arap kimliğini korumak ya da Siyonist plana uymak gibi büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduklarını" vurguladı.([28])
Sonuç olarak Ceramana krizi, Dürzilerin birliği ve kararlı tutumu sayesinde çözüme kavuşsa da bölgedeki güç dengelerinin ne kadar hassas olduğunu ve İsrail'in Suriye'nin iç işlerine müdahale girişimlerini açıkça ortaya çıkardı.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara’yı 11 Mart tarihinde ziyaret eden Süveyda’nın önde gelenlerinden oluşan Dürzi heyet ile bir anlaşmaya varılmıştır. Anlaşma gereğince Süveyda vilayetindeki emniyet birimleri Suriye İçişleri Bakanlığına devredilecek ve bunun karşılığında Süveyda’da sadece yerel halktan polis alımı yapılacaktır. Yerelden yapılan polis alımları yine yerelde görevlendirilecektir. Anlaşma gereğince Süveyda vilayetinin adım adım Şam kontrolüne girmesi planlanmaktadır.([29])
Anlaşmanın sağlanmasının ardından Şeyh Haceri’nin de temsilci ekibiyle aynı mutabakat ayrı olarak tekrar imzalanmıştır; ancak imzalı anlaşma metnine rağmen Şeyh Haceri kamuoyuna açık bir şekilde anlaşmayı reddettiklerini ifade etmiştir.([30]) Şeyh Haceri’nin bu beyanına rağmen Süveyda vilayetinde polis alımları yapılmış ve vilayette görevlendirilecek polis güçlerinin eğitim süreçleri başlamıştır.
Bu anlaşmanın akabinde Dürzilerin dinî liderlerinden olan ve siyasetten uzak bir profil çizen Şeyh Hannavi daha aktif bir rol oynamaya başlamıştır. Şeyh Hannavi, Suriyeli medya organlarında birçok röportaj vermiş ve Şam’a olan desteğini açıklamıştır. İsrail’in Suriye ve Dürzilere yönelik tutumunu kınamıştır.([31]) Benzer şekilde Şeyh Cerbua da kamuoyuna açık bir şekilde Şam’dan yana ve İsrail karşıtı bir tutum sergilemiştir.([32])
Bayram öncesi Suriye’de açıklanan yeni kabinenin teknokrat bakanının Süveyda vilayetinden bir Dürzi olması dikkat çekmiştir. Nitekim Süveyda vilayetinin temel ekonomik gelir kaynağı tarımdır. Ancak Suriye’nin yeni anayasal deklarasyonu Şeyh Haceri tarafından kabul edilmemiştir.([33])
Şeyh Haceri, Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerbua’nın Süveyda valisine bayram ziyaretinde bulunmaları olumlu bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. Nitekim Şeyh Haceri’nin Süveyda valisi olarak atanması yönünde önerdiği ismin yerine, Şam hükümetine daha yakın bir ismin vali olarak atanması taraflar arasında ilk anlaşmazlık olarak ortaya çıkmıştı. Ayrıca son dönemde giderek daha fazla öne çıkan Leys el Balus, Suriye Savunma Bakanını Şam’da ziyaret etmiş ve kendisiyle hediyeleşmiştir.
Buna ilaveten, Suriye Cumhurbaşkanı’nın geleneksel Dürzi liderlerin yanında Dürziler arasında önemli kanaat önderleriyle de doğrudan irtibat ve koordinasyon halindedir. Görece daha iyi eğitim seviyesine sahip birçok Dürzi kişiliğin doğrudan Şam tarafından muhatap alınmıştır. Ayrıca Dürzi sivil toplum kuruluşlarıyla da güçlü ilişkiler kurulmaktadır.
Suriye’deki Dürzi topluluğu, karmaşık dinî ve askerî yapılarıyla dış müdahalelere karşı hem temkinli hem de dirençli bir duruş sergilemektedir. Rapor boyunca görüldüğü üzere, İsrail'in Dürziler üzerindeki etkisini artırma girişimleri, bu topluluğun iç dinamiklerini yeterince anlamamaktan kaynaklanan stratejik bir yanılgıya dayanmaktadır. Dürzi toplumu, mezhebî sırları ve hiyerarşik dinî yapısıyla dış aktörlere karşı kolektif bir koruma mekanizması oluşturmuş ve farklı liderlik figürleri arasında süregelen dengeyle kendi iç istikrarını sağlamayı başarmıştır. İsrail’in, Dürzi güç merkezleri arasında sadece Şeyh Haceri’ye ve yeni kurulan Süveyda Askeri Meclisine dayanması çok sürdürülebilir ve gerçekçi bir politika değildir.
Netanyahu’nun “koruma” vaadiyle Dürzi toplumunu İsrail yanlısı bir pozisyona çekme çabası gerek askerî gerekse dinî aktörler tarafından açıkça reddedilmiş, aksine bu tür açıklamalar Şam ile ilişkilerin pekiştirilmesine vesile olmuştur. Bu gelişmeler, İsrail'in bölgeye yönelik "azınlıklar ittifakı" stratejisinin Suriye özelinde işlemeyebileceğini ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda İsrail’in, Suriye’nin güneyindeki Dürziler aracılığıyla Şam yönetimini zayıflatma çabası ters tepmeye aday bir yanlış hesaplamadır. İsrail’in gerçekleştirdiği tüm kara harekâtlarının ortak sorunu İsrail mevcudiyetini sürdürmek olmuştur. Nitekim İsrail ordusu birçok harekâtta ilk başta başarılı olup bir bölgeyi işgal edebilmiş; fakat sonunda işgal ettiği bu bölgelerden geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu durumun tek istisnası Golan Tepeleri ve Batı Şeria’dır. Batı Şeria’yı, özel ve karmaşık durumu sebebiyle ayrı tutacak olursak İsrail’in Golan Tepelerinde kalabilmesinin iki temel nedeni bulunmaktadır. Birinci neden bölgenin düşük nüfus yoğunluğudur. İkinci neden ise İsrail’in Dürzilerle kurduğu angajmandır.
İsrail bu tecrübeden hareketle Suriye’nin güneyi için benzer şekilde Dürzileri yanına çekerek bir yaklaşım geliştirmek istemiştir. Ancak Suriye’nin güneyi, Golan Tepelerine benzememektedir. Benzerlik açısından Lübnan’ın güneyi daha doğru bir örneklem teşkil etmektedir. İsrail’in mevcut politikası, 1980’li yıllarda Lübnan’daki Marunîler ile ‘Lübnan Güçleri’ adı altında bir yapıyla kurduğu angajmana benzemektedir. Zamanında Lübnan Güçleri, Lübnan’ın güneyinde demografik olarak sınırlı bir etki alanına sahipti ve Marunîlerin çoğunluğunu temsil etmemekteydi. İsrail, onların etki alanını gereğinden büyük görüp Lübnan’a girmiş ve sonrasında geri çekilmek zorunda kalmıştı. Mevcut olarak İsrail’in, Suriyeli Dürziler arasında sınırlı tek bir kesim ile işbirliği yaparak Dürzilerin büyük çoğunluğunu ve Suriye’nin güneyindeki Dera, Kuneytra ve Şam kırsalındaki Sünni çoğunluğu göz ardı etmesi benzer bir yanılgı olacaktır. Hatta Şeyh Haceri’nin dahi Şam’ın atadığı vali ile görüştüğü ve onun atadığı heyetin de Şam ile anlaşma imzaladığı göz önünde bulundurulursa İsrail, Süveyda’da hiçbir yerel müttefik bulamayabilir. Ancak İsrail’in Dürzilere yönelik ekonomik hamleleri için durum değerlendirmesi çok daha farklı olabilir. Eğer İsrail’in amacı genişlemeci bir yaklaşımdan ziyade, Suriye’deki Dürzilerin Golan Tepelerine göç etmesi ve Golan Tepelerinde demografik mühendislikle kendisine bağlı nüfusu artırmaksa, o zaman belirli oranda başarı elde edebileceği öngörülebilir. Suriye’deki kötü ekonomik şartlar yerine İsrail’deki daha yüksek refah seviyesinde yaşamayı tercih edebilecek Dürzi sivillerin sayısını öngörmek zor olsa da, önemli bir nüfustan bahsetmek mümkündür.
([1]) Ömer Özkızılcık, “İsrail'in Güney Suriye stratejisi başarılı olabilir mi?”, Anadolu Ajansı, 11 Mart 202, https://bit.ly/4jZr5Qp (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([2])Suriye TV, “شيخ العقل يوسف جربوع ينحاز للنظام ويصف الأصوات المطالبة بإسقاط الأسد بـ "النشاز"”, 30 Ağustos 2023, https://bit.ly/44PcO4j (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([3])Britannica, “Druze”, https://www.britannica.com/topic/Druze (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([4])Aymenn Jawad Al-Tamimi, “Rijal al-Karama after Sheikh Abu Fahad Waheed al-Bal'ous' Assassination”, Aymenn Jawad Al-Tamimi Blog, 26 Ekim 2015, https://bit.ly/4iAFGAJ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([5])North Press Agency, “Armed groups in Suwayda show readiness to integrate into new army”, 7 Ocak 2025, https://npasyria.com/en/120698/ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([6])Suriye TV, “حركة رجال الكرامة لتلفزيون سوريا: نندد بتصريحات نتنياهو بشأن "حماية الدروز" ”, 2 Mart 2025, https://www.syria.tv/305347 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([7])Abdelsalam Alabbas, “نجيب أبو فخر، الناطق الرسمي باسم لواء الجبل في السويداء، كلام في قمة الوطنية والعقل، هذا وأمثاله من الأبطال من يمكن التعويل عليهم.”, Twitter, https://x.com/Abdelsalam478/status/1898193074364244285 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([8])Suriye TV, “قائد "أحرار جبل العرب" في السويداء: هويتنا سورية ونرفض التدخل الخارجي”, 24 Şubat 2025, https://bit.ly/42SdiUE (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([9])Haber Vitrini, “Suriye yönetimine yakın Dürzi lidere suikast girişimi”, 10 Mart 2025, https://bit.ly/4iH8lnr (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([10])Suriye TV, “حركة رجال الكرامة لتلفزيون سوريا: نندد بتصريحات نتنياهو بشأن "حماية الدروز" ”, 2 Mart 2025, https://www.syria.tv/305347 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([11])Suriye TV, “بعد تصريحات نتنياهو.. الرئيس السوري يلتقي وجهاء الدروز في دمشق”, 24 Şubat 2025, https://bit.ly/4lRIaNT (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([12])Diaa al-Sahnawi, “Suweida Military Council - what does it want and who is behind it?”, The New Arab, 28 Şubat 2025, https://www.newarab.com/news/what-suweida-military-council-and-why-did-it-appear-now (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([13])Jerusalem Post, “Who are the Druze in Israel? - explainer”, 28 Haziran 2024, https://www.jpost.com/israel-news/culture/article-812265 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([14])Abdel Ra'ouf D. A. R. Arnaout, Ekrem Biçeroğlu ve Halime Afra Aksoy, “İsrail'de hükümet üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar tırmanıyor”, Anadolu Ajansı, 17 Mayıs 2022, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilde-hukumet-uyeleri-arasindaki-anlasmazliklar-tirmaniyor/2590377 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([15])Esat Fırat, “İsrail'deki Dürziler kimlik sorunu yaşıyor”, Anadolu Ajansı, 5 Eylül 2019, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israildeki-durziler-kimlik-sorunu-yasiyor/1246837 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2024).
([16])Ani, “Netanyahu calls for demilitarization of Southern Syria, protection for Druze”, The Tribune, 23 Şubat 2025, https://www.tribuneindia.com/news/world/netanyahu-calls-for-demilitarization-of-southern-syria-protection-for-druze/ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([17])Sebastian Usher, “Israel demands complete demilitarisation of southern Syria”, 25 Şubat 2025, https://www.bbc.com/news/articles/cvgenz02lp8o (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([18])Laith Al-Jnaidi, ve Ahmed Asmar, “Syrians protest Netanyahu’s call for demilitarization of southern Syria”, Anadolu Ajansı, 24 Şubat 2025, https://www.aa.com.tr/en/middle-east/syrians-protest-netanyahu-s-call-for-demilitarization-of-southern-syria/3491783 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([19])Suriye TV, “بعد تصريحات نتنياهو.. الرئيس السوري يلتقي وجهاء الدروز في دمشق”, 24 Şubat 2025, https://bit.ly/4lRIaNT (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([20])Yusri Hazan, “A people that shall dwell alone; is that so? Israel and the minorities alliance“, Tandf Online, 3 Şubat 2020, https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/00263206.2020.1713758 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([21])Jerusalem Post, “IDF reportedly offers southern Syria's Druze community job opportunities”, 24 Şubat 2025, https://www.jpost.com/middle-east/article-843553 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([22])Chris Hamill-Stewart, “Syrian public sector workers set for 400% pay rise”, 7 Ocak 2025, https://www.agbi.com/employment/2025/01/syrian-public-sector-workers-set-for-400-pay-rise/ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([23])Jerusalem Post, “Netanyahu to unveil NIS 3.9 billion plan to develop Israel's Druze, Circassian sectors”, 5 Mart 2025, https://www.jpost.com/israel-news/article-844661?utm_source=chatgpt.com (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([24])Al Jazeera English, “Syrian forces deployed in Jaramana to end unrest”, 3 Mart 2025, https://www.aljazeera.com/news/2025/3/3/syrian-forces-deployed-in-jaramana-to-end-unrest (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([25])Rizik Alabi, “‘We Did Not Ask for Protection’: Syrian Druze Reject Netanyahu’s Intervention”, The Media Line, 3 Mart 2025, https://themedialine.org/top-stories/we-did-not-ask-for-protection-syrian-druze-reject-netanyahus-intervention/ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([26])The Maltese Herald, “Syrian Security Forces enter the Jaramah neighbourhood of Damascus waving the Druze flag”, 3 Mart 2025, https://themalteseherald.com/2025/03/03/syrian-security-forces-enter-the-jaramah-neighbourhood-waving-the-druze-flag/#google_vignette (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([27])Jerusalem Post, “Netanyahu tells IDF to protect 'Druze village amid clashes with terrorist' Syrian forces”, 1 Mart 2025, https://www.jpost.com/breaking-news/article-844244 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([28])Kareem Chehayeb, “Prominent Lebanese Druze leader says he will visit Syria soon as tensions with Israel simmer”, AP News, 3 Mart 2025, https://apnews.com/article/israel-syria-druze-jumblatt-lebanon-jaramana-assad-eec72b1477cf5ac337e85c0a1152036b (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([29])Shachar Kleiman , Adi Nirman ve Ariel Kahana, “Report: Following Kurdish accord, al-Sharaa secures agreement with Druze”, Israel Hayom, 11 Mart 2025, https://www.israelhayom.com/2025/03/11/report-following-kurdish-accord-al-sharaa-secures-agreement-with-druze/ (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([30])The New Arab, “Druze leader dismisses chance of agreement with 'radical' Syria government after constitution emerges”, 14 Mart 2025, https://www.newarab.com/news/druze-leader-says-no-agreement-radical-syria-government (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([31])Ayman Al-Shawfi, “تعيينات المحافظة في السويداء تثير الجدل حول "الإدارة الذاتية"”, El Cezire Arapça, 20 Ocak 2025, https://bit.ly/3YVTMFF (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([32])Sky News Arabia, “الشيخ يوسف جربوع لـ"سكاي نيوز عربية": منفتحون على حكومة دمشق”, 14 Mart 2025, https://bit.ly/3YVTU87 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
([33])Welat TV, “Sheikh al-Hijri: The Constitutional Declaration is Dictatorial; We Demand a Legitimate and Legal Declaration”, 19 Mart 2025, https://welattv.com/en/node/10988 (Erişim tarihi: 7 Nisan 2025).
Mart ayında Ahmed el-Şara liderliğindeki geçiş yönetimi, Suriye’deki siyasî istikrarın en önemli gerekliliklerinden biri olan yeni anayasal çalışmaların hazırlanmasına ve siyasî bütünlüğün sağlanmasına yönelik adımlar atmıştır. Bu çerçevede siyasî istikrar zemini oluşturma açısından Cumhurbaşkanı Şara’nın, geçici anayasa komitesi tarafından hazırlanan anayasa taslağını onaylaması önemli bir hamle olmuştur. Suriye’deki siyasî istikrarın yeniden inşası hedefiyle atılan adımlar, ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da ilgi ve destek görmeye başlamıştır. Mart ayında Suriye’nin yeniden yapılanması ve istikrarı adına yapılan uluslararası destek açıklamaları büyük bir önem arz etmektedir. Kanada ve Avrupa’dan gelen desteğin yanında Rusya’nın da Şam’daki yeni yönetime yönelik olumlu ve destekleyici tavrı dikkat çekmiştir. Esed rejiminin en önemli destekçisi olan Rusya’nın, devrimin ardından yeni Suriye gerçekliğine uyum sağlama isteği bizatihi Vladimir Putin tarafından ortaya konmuştur. Suriye’deki geçiş hükümeti, siyasî istikrarın sağlanması ve altyapının yeniden inşası adına önemli atılımlar gerçekleştirirken ve bu süreçte uluslararası kamuoyunun da desteğini almışken ortaya çıkan yeni bir mücadele aksı bu sürecin önünde ciddi bir risk ve engel oluşturmaktadır. İsrail ve İran’ın, Suriye’ye yönelik benimsedikleri yeni stratejileri, bir bütün olarak Suriye’nin istikrarını olumsuz etkilemektedir.
Suriye’de Mart ayı boyunca ortaya çıkan siyasî gelişmelerin odağı, büyük oranda geçici yönetimin Suriye’deki siyasî istikrar zeminini sağlamak adına gösterdiği çaba olmuştur. Bu süreçte Ahmed el-Şara liderliğindeki geçiş yönetimi, ülkedeki siyasî istikrarın en önemli gerekliliklerinden biri olan yeni anayasal çalışmaların hazırlanmasına ve siyasî bütünlüğün sağlanmasına yönelik adımlar atmıştır. Bu çerçevede siyasî istikrar zemini oluşturma açısından Cumhurbaşkanı Şara’nın, geçici anayasa komitesi tarafından hazırlanan anayasa taslağını onaylaması önemli bir hamle olmuştur. Yürürlüğe giren bildirgede; hukukun üstünlüğü, vatandaşların kanun önündeki eşitliği, ayrımcılığın önlenmesi, insan haklarının teminat altına alınması, inanç ve ifade özgürlüğü gibi önemli hususlar vurgulanmıştır. Bu adım, Suriye’de devrimden bu yana kendisini gösteren “yeni anayasal düzen” beklentisinin karşılanması adına büyük bir önem taşımaktadır. Zira söz konusu çalışmalar ve bu çalışmalar sonucunda oluşan anayasa taslağının onaylanması, Suriye’de gerçekleştirilecek olan serbest seçimlere kadar geçen sürede bile anayasal bir sistemin oluşturulacağına yönelik bir teminat ortaya koymuş ve bu konudaki kuşkuları ortadan kaldırmıştır.
Güvenlik bürokrasisinde ortaya konan benzer girişimler de bu süreci destekler nitelikte olmuştur. Ahmed el-Şara tarafından yayınlanan başkanlık kararnamesine göre; savunma, içişleri ve dışişleri bakanları, istihbarat direktörü, iki danışman üye ve bir teknik üyeden oluşan Ulusal Güvenlik Konseyinin kuruluşunun ilan edilmesi, siyasî istikrar atılımının bürokratik yansımalarından biri olmuştur. Kurumlar arasında etkin koordinasyonun sağlanması amacıyla oluşturulan Ulusal Güvenlik Konseyinin kurulması; devrimin ardından kamu düzeninin sağlanması, birlik ve beraberliğin tesisi açısından kritik bir gelişme olmuştur. Bu açıdan bakıldığında güvenlik bağlamında kendisini gösteren önemli bir eksiklik ortadan kaldırılmıştır. Bu gelişme, siyasî istikrar inşa etme sürecinin en önemli dinamiklerinden birini oluşturmaktadır.
Bununla birlikte Mart ayında, siyasî istikrar ve bütünlük sağlamak adına atılan en önemli adımlardan biri de ülkenin kuzeydoğusunun kontrolünü elinde bulunduran YPG terör örgütünün kurduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasında varılan mutabakat olmuştur. Ahmed el-Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi tarafından 10 Mart günü imzalanan sekiz maddelik anlaşma, SDG kontrolündeki bölgede bulunan altyapı tesislerinin ve kaynaklarının Şam'a bağlanmasını ve SDG'nin Suriye ordusuna entegre edilmesini öngörmektedir. Bu anlaşma; Şam yönetiminin devrimin ardından Suriye’de benimsediği yeniden yapılanma vizyonunun en temel parçaları olan kamu düzeni ve otoritesinde birlik oluşturma, ekonomik birlik sağlama ve siyasal bütünlük içerisinde etnik grupların yeni anayasal düzene entegrasyonu hedefleri açısından önemli bir gelişme olmuştur. Zira SDG’nin Suriye’nin geleceğindeki konumu ve etkisi en önemli gündem maddesi olarak tartışılırken Şam yönetiminden gelen bu anlaşma hamlesi siyasî istikrar atılımı adına önemli bir kazanım olarak kendisini göstermiştir.
Suriye’deki geçiş hükümeti, siyasî istikrarın sağlanması ve altyapının yeniden inşası adına önemli atılımlar gerçekleştirirken ve bu süreçte uluslararası kamuoyunun da desteğini almışken ortaya çıkan yeni bir mücadele aksı bu sürecin önünde ciddi bir risk ve engel oluşturmaktadır. İsrail ve İran’ın, Suriye’ye yönelik benimsedikleri yeni stratejileri, bir bütün olarak Suriye’nin istikrarını olumsuz etkilemektedir. Geçiş yönetimine yönelik karşıt tutum ve propaganda bağlamında ortak hareket eden İsrail ve İran, esas aldıkları farklı taktik hamlelerle bu etkileri somutlaştırmaktadır. Bu hamleler aynı zamanda İsrail ve İran’ın karşılıklı olarak Suriye’yi kendileri açısından “meşru mücadele alanı” haline getirmeye çalışmalarına da yol açmaktadır.
Bu durum kendisini, İsrail’in Suriye’de yoğunlaşarak sürdürdüğü işgal ve hava saldırılarında ve İran’ın buna karşı geliştirdiği stratejide göstermiştir. İsrail, Suriye’de İran destekli unsurların varlığı iddiasıyla işgalini genişletmekte ve hava harekâtlarını devam ettirmektedir. İran ise “Suriye İslamî Direniş Hareketi” adından bir yapılanmaya öncülük etmekte ve Esed rejimi kalıntıları ile işbirliği içerisinde Lazkiye ve Tartus’ta yarattığı gerginliklerle provakatif gelişmelere zemin hazırlamaktadır. İran bu durumu kullanarak “Suriye’de katliam yapılmakta!” söylemi doğrultusunda çeşitli dezenformasyon faaliyetleri uygulamaktadır. Bunun karşısında İsrail, Suriye’deki işgal argümanını ve gerekçesini doğruladığı iddiası ile hava harekâtlarını yoğunlaştırarak devam ettirmektedir.
Diğer yandan İsrail; Suriye’de siyasî istikrarın ve bütünlüğün sağlanması bağlamında en önemli meseleler arasında yer alan Kürt ve Dürzi grupların, yeni anayasal sisteme ve sürece dahil edilmesi yönündeki çalışmaları akamete uğratma girişimlerinde de kendisini göstermiştir. Geçici hükümet, Dürzi ve Kürt gruplarla bir takım temaslar gerçekleştirerek onların yeni sisteme adapte ve angaje olması yönünde çaba gösterirken İsrail ve İran ise bu grupların yeni sistemin dışında kalmalarını istemekte ve böylelikle ayrılıkçı bir yaklaşımla faaliyet göstermelerine neden olmaya çalışmaktadır. Bu durumun en somut göstergesi Dürzi ve Kürt grupların, geçiş hükümeti tarafından onaylanan geçici anayasa bildirgesini reddetmeleri olmuştur. Bu süreç İsrail’in, Suriye’de siyasî bütünlük ve istikrarın engellenmesi adına sahip olduğu potansiyeli de göstermiştir.
Son olarak İsrail-İran aksının, Suriye özelinde ortak bir tutum gösterdiği bir diğer konu ise Suriye ve Türkiye arasındaki yakın ilişkilerdir. Hem İsrail hem de İran, Türkiye’nin Suriye’nin yeniden yapılanması ve geçiş sürecinin sağlıklı bir biçimde tamamlanması yönündeki çabalarından ciddi rahatsızlık duymaktadır. Türkiye’nin bu süreçteki etkinliğini “Suriye’de, Türkiye’nin kontrol ve denetimi” biçiminde sunmaya çalışan her iki aktör de her geçen gün bu rahatsızlıklarını daha yüksek bir tonda ifade etmektedir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’deki etkinliğinin de İsrail-İran aksı tarafından provakatif girişimlerine zemin oluşturacak bir argüman olarak kullanılabilme olasılığına işaret etmektedir. Özellikle ABD’nin, Türkiye’nin Suriye’deki etkisine yönelik desteği İran’ı rahatsız etmektedir. Bu durum İran’ı, karşıt tutumunu güçlendirmeye ve karşıt hamleler gerçekleştirmeye daha fazla yönlendirmektedir. Buna ek olarak ABD Ortadoğu Özel Temsilcisi Witkoff’un, Suriye’nin “İbrahim Anlaşmaları” çerçevesinde İsrail ile normalleşme süreci başlatabileceğine vurgu yapması da İran’ın bu yönelimini güçlendirmektedir. Buna karşın İsrail ise İran’ın söz konusu rahatsızlıkları dolayısıyla gerçekleştirebileceği karşıt hamleleri, kendisinin Suriye’deki işgal operasyonuna meşruiyet zemini olarak sunmaktadır. Bu durum İsrail-İran aksının Suriye’nin istikrarı ve geleceğine yönelik başat bir tehdit olmayı sürdüreceğini göstermektedir.
Suriye’de siyasî istikrarın yeniden inşası hedefiyle atılan adımlar, ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da ilgi ve destek görmeye başlamıştır. Mart ayında, Suriye’nin yeniden yapılanması ve istikrarı adına yapılan uluslararası destek açıklamaları büyük bir önem arz etmektedir. Bu çerçevede ilk olarak İngiliz Hazine Bakanlığı tarafından aralarında Suriye Merkez Bankasının ve petrol şirketlerinin de yer aldığı 24 Suriyeli kuruluşa yönelik yaptırımların kaldırılması kararı uluslararası finans çevrelerinin Suriye’ye yönelik bakışını değiştiren ve destek tutumunu etkileyen en önemli gelişmeler arasında yer almıştır. Bunun ardından Kanada ve Almanya’nın, 13 yıl aradan sonra yeniden Şam’da büyükelçilik açma kararı alması da Suriye’nin geçiş dönemine yönelik diplomatik destek olarak kendisini göstermiştir. Bununla birlikte Kanada Dışişleri Bakanlığı, Suriye'deki acil ihtiyaçlara yanıt olarak 84 milyon dolarlık yeni insani yardım fonu tahsis edildiğini ve Suriye'ye yönelik yaptırımların hafifletilerek Suriye Merkez Bankası gibi bazı kamu bankaları aracılığıyla para transferlerine olanak sağlanacağı da açıklamıştır. Benzer biçimde İtalya Dışişleri Bakanlığı da Suriye'ye yönelik insani yardım çabaları kapsamında 4,5 milyon avroluk acil yardım fonu tahsis edildiğini ilan etmiştir. Buna ek olarak İtalya Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de yeniden yapılanma sürecini desteklemek üzere 68 milyon avroluk ek bir kaynağın da hazırlandığını duyurmuştur. Kanada ve Avrupa’dan gelen bu desteğin yanı sıra Rusya’nın da Şam’daki yeni yönetime yönelik olumlu ve destekleyici tavrı dikkat çekmiştir. Esed rejiminin en önemli destekçisi olan Rusya’nın, devrimin ardından yeni Suriye gerçekliğine uyum sağlama isteği bizatihi Vladimir Putin tarafından ortaya konmuştur. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriyeli mevkidaşı Ahmed el-Şara'ya bir mektup göndererek Moskova'nın Suriye yönetimiyle işbirliğini geliştirmeye hazır olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Kremlin 'den yapılan açıklamada, Putin'in Şara'ya gönderdiği mesajda Suriye yönetiminin ülkede bir an önce istikrarı sağlama çabalarına Rusya'nın da destek vereceği vurgulanmıştır. Rusya’nın söz konusu tavrı kendisini enerji tedariki boyutunda da göstermiştir. Mart ayı içerisinde 30.000 tondan fazla mazot taşıyan bir Rus tankerinin Tartus kırsalındaki Baniyas'ta bulunan Suriye Petrol Şirketinin terminaline ulaşması Rusya’nın, yeni Suriye yönetimini altyapı ve enerji ihtiyaçları bağlamında destekleme tutumunun da somut bir göstergesi olmuştur.
Buna ek olarak Katar ve diğer bölge ülkelerinden gelen açıklamalar da Suriye’nin enerji ihtiyacı bağlamında desteklenmesinin önemsendiğini göstermiştir. Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad’ın, Suriye'deki elektrik sektörünü desteklemek amacıyla Ürdün toprakları üzerinden doğal gaz tedarikini amaçlayan bir girişim başlatılması talimatı verdiği bildirilmiştir. Bununla birlikte aralarında; Abu Dabi Kalkınma Fonu, Afrika'daki Arap Ekonomik Kalkınma Bankası, Ekonomik ve Sosyal Kalkınma için Arap Fonu, Körfez Arap Ülkeleri Kalkınma Programı, Arap Para Fonu, İslam Kalkınma Bankası, Arap Ekonomik Kalkınması için Kuveyt Fonu, OPEC Uluslararası Kalkınma Fonu, Katar Kalkınma Fonu ve Suudi Arabistan Kalkınma Fonunun yer aldığı IMF ve Dünya Bankası ile koordinasyon içinde faaliyet gösteren “Arap Koordinasyon Grubu” platformunun ana odağının Suriye’nin kalkınması olacağını açıklaması da Suriye’nin istikrar atılımına yönelik ekonomik desteğin ulaştığı boyutu göstermiştir. Son olarak Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in: “Suriye’nin ekonomik açıdan yeniden yapılanması ve kalkınması için uluslararası destek elzemdir.” açıklaması da Suriye’nin istikrarına yönelik uluslararası destek bilinci oluşturulması adına dikkat çekici bir açıklama olmuştur.
Suriye’de şubat ayında gerçekleşen ulusal diyalog konferansı, Suriye’nin yeniden yapılanması, devlet ve ulus inşası süreçlerine yönelik tartışmaların yoğun bir şekilde yaşandığı dönemde yapılmış ve büyük bir yankı bulmuştur. Konferans süresince siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan pek çok konu tartışılmıştır. Bununla birlikte konferansta ön plana çıkan hususlar arasında, ülkede kamu düzeninin ve otoritesinin yeniden tesis edilebilmesi konuları da vardır. Kaybolan kamu düzeninin ve otoritesinin tekrar yerine gelebilmesi için “şiddet tekelinin” oluşturulması ve farklı silahlı grupların lağvedilerek tek bir meşru yapı olacak şekilde, bu grupların Suriye Ordusu veya güvenlik güçleri yapısına dâhil edilmeleri vurgulanmıştır. Buna karşın belirli grupların, özellikle silahlı güç kapasitelerine güvenerek alternatif ve paralel bir “ulusallık” iddiası ve yaklaşımı somut bir biçimde görünmektedir. Bu çerçevede işgalci İsrail’in de destek verdiği YPG terör örgütünün öncülüğünde, Rakka’da gerçekleştirilen “Ulusal Diyalog Konferansı” ve Süveyda’da Dürzi gruplar tarafından ilan edilen “askerî konsey” yapısı bu iddiaların en önemli güncel örnekleri olmuştur. Bu durum, İsrail işgalinin farklı boyutlarına da dikkati çekmiş ve bu işgalin ulusal birlik, güvenlik ve kalkınma konularında yarattığı olumsuz etkileri gündeme gelmiştir. Bu etkiler Suriye’nin kalkınması ve yeniden inşası adına kötümser tabloları ortaya çıkarsa da, şubat ayı içerisinde yaşanan gelişmeler ve ortaya çıkan olumlu dinamik süreç bu durumun kısa bir zamanda geride bırakılabileceğini de göstermiştir.
Suriye’de şubat ayı içerisinde yaşanan en önemli olayların başında “Ulusal Diyalog Konferansı” yer almıştır. Başkent Şam’da, ülkenin farklı bölgelerinden gelen yaklaşık 600 temsilcinin katılımıyla gerçekleştirilen konferans, geçiş yönetimi başkanı Ahmed El Şara’nın açılış konuşmasıyla başlamıştır. Konferans; Suriye’nin yeniden yapılanması, devlet ve ulus inşası süreçlerine yönelik tartışmaların yoğunlaştığı bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Konferans süresince ülkede yeni ve kapsayıcı anayasa çalışmalarından ekonomik gelişmelere yönelik yol haritasına, kalkınma hedeflerinden altyapı hizmetleri ve sistemlerinin yeniden yapılandırılmasına, kadınların, etnik ve dini grupların sosyal hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasını öngören yasal düzenlemelere kadar pek çok konu tartışılmış ve konferansın sonunda bir sonuç bildirgesi açıklanmıştır. Söz konusu sonuç bildirgesinde, ülkenin parçalanmasına veya herhangi bir toprağından vazgeçilmesine kesinlikle karşı çıkılması gerektiği belirtildi. Geçiş sürecinde anayasal boşluğu dolduracak geçici bir anayasal bildirgenin de ilan edilmesi gerekliliğine işaret edildi. Bunun yanında söz konusu bildirgede; yetkinlik ve adil temsil esaslarına göre geçici bir yasama meclisinin oluşturulması, siyasî katılımın genişletilmesi ve toplumun tüm kesimlerinin siyasî sürece dâhil edilmesini sağlayacak yasaların çıkarılması önerilmiş, ekonomik kalkınmanın hızlandırılması için uygulanan yaptırımların kaldırılması çağrısı yapılmıştır.
Konferansta ön plana çıkan bir diğer önemli husus, ülkedeki kaos ortamının bir an önce son bulup kaybolan kamu nizamının yeniden inşasıdır. Kamu düzeninin ve otoritesinin yeniden tesis edilebilmesi için “şiddet tekelinin” oluşturulması ve farklı silahlı grupların lağvedilerek tek bir meşru yapı olacak şekilde bu grupların, Suriye Ordusu veya güvenlik güçleri yapısına dâhil edilmeleri vurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı Şara; söz konusu husus çerçevesinde ortaya koyduğu görüşlerinde ve açıklamalarında silahlı grupların lağvedilmesi konusunun, ulusal güvenlik ve savunma yapılanmasında birlik sağlanmasının, devlet ve ulus inşası sürecinin ön koşulu olduğunu belirtmiştir. Zira devlet inşası bağlamında ele alındığında gerek teorik gerekse pratik düzeyde, belirli sınırlar içerisinde meşru güç kullanma tekeline sahip bir yapının bulunması, devlet olma nitelikleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Hali hazırda Suriye’de faaliyet gösteren farklı silahlı grupların mevcudiyeti, Suriye Ulusal Diyalog Konferansında ortaya konan vizyonun, pratiğe geçirilmesi adına temel bir engel oluşturmaktadır. Söz konusu engel kendisini en somut biçimde “ulus” tanımı ve inşası bağlamında göstermektedir. Şiddet tekeli, kamu düzeni ve ulus tanımı arasındaki ilişki bugün itibariyle Suriye’nin geçiş sürecinin önündeki sorunların başında gelmektedir. Suriye geçiş yönetimi ve Suriye Ulusal Diyalog Konferansında ortaya konan irade, Suriye’deki tüm etnik, dini ve mezhepsel grupları kucaklayan geniş ve kapsayıcı bir “Suriye Ulusu” kimliğini esas alan yaklaşım içindeyken farklı toplumsal grupların ve hareketlerin buna yönelik meydan okumaları da karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu meydan okumalar bu grupların, özellikle silahlı güç kapasitelerine güvenerek alternatif ve paralel bir “ulusallık” iddiası ve yaklaşımı somut bir biçimde görünmektedir. Bu çerçevede YPG terör örgütünün öncülüğünde, Rakka’da gerçekleştirilen “Ulusal Diyalog Konferansı” ve Süveyda’da Dürzi gruplar tarafından ilan edilen “askerî konsey” yapısı bu iddiaların en önemli güncel örnekleri olmuştur. Her iki örnek, Suriye’deki tüm toplumsal kesimleri kapsayan “Suriye Ulusu” kimliği yerine, kendi etnik veya dini kimliğini ön plana çıkararak ayrı bir “ulus” olarak konumlandırmakta ve “kendi kaderini ve geleceğini tayin” arayışını göstermektedir. Bu durumun temelinde ise söz konusu grupların kendilerine ait bir silahlı güç kapasitesine sahip olmalarıdır. Bu bağlamda, Şara’nın silahlı güçlerin merkezî ve ulusal bir otorite altında toplanmasına yönelik vurgularının önemi daha anlaşılır bir nitelik kazanmaktadır.
Suriye’deki devrimin ardından İsrail’in, Golan ve Kuneytra bölgeleri yoğunluklu olmak üzere başlattığı işgal saldırıları arz ederek devam etmektedir. Büyük ölçüde hava harekâtları ve kısmen topçu atışlarıyla sürdürülen bu işgal hareketi, İsrail’den gelen tutumların niteliği göz önüne alındığında genişleme, yayılma ve devamlılık kazanma eğilimini göstermektedir. Kısa bir süre önce İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin iddiasına göre, İsrail’in Hermon Dağı ve Kuneytra bölgeleri başta olmak üzere sınır hattında 7 tane yeni askerî üs oluşturduğu ileri sürülmüştür. Uydu görüntülerine dayandırılan haberde İsrail ordusunun üs inşasında bulunduğuna dair veriler paylaşılmıştır. Bu durum, İsrail’in Suriye’deki işgal saldırılarını artırma ve kalıcı hale getirme arayışında olduğuna işaret etmektedir.
İsrail’in Suriye’deki işgal saldırıları, geçiş ve yeniden yapılanma sürecinde olan ülkenin istikrar, barış ve kalkınma çabalarını doğrudan olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Nitekim bu durum Suriye Ulusal Diyalog Konferansında gündeme getirilmiştir. Konferans kapsamında yapılan açıklamalarda, ülkenin parçalanmasına veya herhangi bir toprağından vazgeçilmesine kesinlikle karşı çıkılması gerektiği belirtilmiştir. İsrail işgalinin derhal ve koşulsuz sona erdirilmesi ve uluslararası toplumun, Suriye halkına yönelik saldırıları durdurması için sorumluluk alması çağrısı yapılmıştır. Bu noktada İsrail işgalinin, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü üzerindeki menfi etkisine odaklanılırken aynı zamanda işgalin yarattığı diğer olumsuz etkilere de dikkat çekilmiştir. Suriye’deki İsrail işgali, egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik tehdit ve ihlali ifade etmektedir. Aynı zamanda bu sancılı geçiş sürecinde toplum ile devlet arasındaki güven bağının oluşmasına, ulusal birliğin sağlanmasına, ülkenin olağanüstü koşullardan sıyırılarak yeniden istikrar ve barış ortamına kavuşmasına da temel bir tehdit oluşturmaktadır.
Zira işgal, Suriye’de olağanüstü durum (savaş, istikrarsızlık, iç çatışma vb) koşullarının ve algısının sürmesine ve bu algıların tam olarak ortadan kaldırılamamasına yol açmaktadır. Diğer yandan bu işgal, toplumun geçiş yönetimine olan güvenini sarsmayı ve istikrarlı bir gelecek umudunu zedelemeyi de amaçlamaktadır. Bu işgalin diğer bir olumsuz etkisi ise ulusal birlik bağlamında ele alınmalıdır. Zira İsrail’in konvansiyonel askerî işgal konseptinin yanı sıra, YPG ve Dürzi grupları da destekleyerek ortaya koyduğu hibrit savaş konsepti, Suriye’de ulusal birlik ve siyasî bütünlük çabalarını ortadan kaldırmaya yönelik hamleler arasında yer almaktadır. Son olarak ise İsrail işgali, Suriye’nin istikrar ve barışa kavuşabilmesi için en önemli gerekliliklerden biri olan yatırımlar ve ekonomik işbirlikleri açısından da yıkıcı bir etkiye sahiptir. İşgalin yarattığı belirsizlik durumu Suriye’ye yönelik olası ve potansiyel yatırımların gecikmesine, ticari hayatın tam anlamıyla ivme kazanamamasına yol açmaktadır. Bu tablo, Suriye’deki İsrail işgalinin son bulması adına uluslararası toplumun daha fazla inisiyatif almasının kritik önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Şubat ayında, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayınlanan “Çatışmanın Suriye’deki Etkisi” başlıklı raporda, Suriye’de 14 yıl boyunca devam eden çatışmaların 800 milyon dolarlık bir kayba neden olduğu açıklanmıştır. Raporda ayrıca, Suriye’nin hızlı bir şekilde kalkınması ve yeniden yapılanması için yeterli desteğin sunulmaması durumunda, kalkınma hızının ancak 2080 yılında çatışma öncesi oranlara yaklaşabileceği de ifade edilmiştir. “Mevcut büyüme oranlarıyla Suriye ekonomisi, çatışma öncesi GSYİH seviyesine 2080'den önce ulaşamayacaktır. Toparlanmayı 10 yıla indirmek için yıllık ekonomik büyüme 6 katına çıkmalıdır. Ekonomiyi çatışma olmasaydı olacağı yere getirmek içinse, 15 yıl boyunca bu büyümenin iddialı bir şekilde 10 katına çıkması gerekmektedir." ifadelerinin yer aldığı raporda; "Toparlanma; net bir ulusal vizyon ortaya konmasına, derinlemesine reformlar yapılmasına ve kurumlar arasında etkili koordinasyona bağlıdır. Pazar erişiminin genişletilmesi Suriye'nin ekonomik toparlanması açısından çok önemli." değerlendirmesine yer verilmiştir.
Söz konusu raporla birlikte ortaya konan bu kötümser tablo, mevcut ekonomik koşulların ve durumun statik bir yaklaşımla değerlendirilmesinin bir sonucudur.
Suriye Devrimi’nin ardından karşı karşıya kalınan olumsuz ekonomik tablo, kalkınma ve iktisadi yapının yeniden tesisi adına kötümser beklentilerin doğal biçimde kendisini göstermesine yol açmıştır. Buna karşın devrimin ardından, geçiş yönetimi tarafından ortaya konan çabalar ve dinamik süreç söz konusu kötümser beklentilerin büyük ölçüde iyiye doğru evirilmesini sağlamıştır. Şubat ayı içerisinde, AB tarafından Suriye’de farklı sektörlere yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin hazırlıklar ve çalışmalar dikkat çekmiştir. Suriye geçiş yönetimindeki ilgili bakanlıkların (ekonomi bakanlığı, petrol bakanlığı vb.) özellikle ülke dışında gerçekleştirdikleri görüşmeler ve işbirliği mutabakatları bu dinamik sürecin olumlu çıktıları ve göstergeleri arasında yer almıştır.
Bununla birlikte Avrupa ülkeleri, Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden gelen olumlu mesajlar, Suriye’de kalkınma adına yatırım planları, Suriye’nin yeni pazarlara ulaşması ve yeniden ticaret pazarı haline gelmesine ilişkin girişimler de dikkat çekmiştir. Bu tablo Suriye’nin ekonomik açıdan yeniden yapılanması ve kalkınma çabalarının desteklenmesi halinde 2080 kötümserliğinin kısa bir süreç içinde geri planda kalabileceğine işaret etmektedir. Bu bağlamda AB, Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin, söz konusu sorunların çözümü ve geçiş yönetiminin bu alanlarda da desteklenmesine yönelik olarak alacakları pozisyon, Suriye’nin daha kısa bir sürede istikrara kavuşmasını temin ederken aynı zamanda Suriye’nin kalkınması ve yeniden bir pazar haline gelmesini de sağlayabilecektir.
Suriye’deki yeni yönetimin şimdiye kadar yaptığı diplomatik temaslar ve yürüttüğü dış politika yaklaşımı bölgedeki politik dengeler ve bölgenin geleceği için büyük bir önem arz etmektedir. Bu rapor; Suriye’deki yeni yönetimin dış politikadaki yaklaşımlarını ve şimdiye kadar elde ettiği başarıları ele alacaktır. Bu rapor oluşturulurken hem açık kaynak bilgilerine hem de 10 - 20 Aralık 2024 ile 01 - 07 Şubat 2025 tarihleri arasında yapılan saha araştırmasından elde edilen bulgulara yer verilmiştir. Raporda; yeni yönetimin diplomatik temasları, jeopolitik pragmatizmi, Türkiye ve Arap devletleriyle olan ilişkileri, ABD ile aralarında devam eden belirsizlik ve Avrupa ile ekonomik işbirliği arayışı konu edilecektir. Bu konu başlıkları üzerinden de yeni yönetimin dış politika yaklaşımı hakkında bazı çıkarımlarda bulunulacaktır.
Raporun PDF sürümünü indirebilirsiniz:
Suriye'nin en korunaklı yapılarından biri olan Sednaya Askeri Hapishanesi, "insan mezbahası" olarak bilinir. Askeri istihbarat birimleri tarafından yönetilen bu hapishane, iki ana binadan oluşur: Sivil mahkumlar için kullanılan kırmızı bina ve askeri personel için kullanılan beyaz bina. Kırmızı bina, tek kişilik hücrelerden oluşan üç ayrı blok içeriyor. İnşası 1981’de başlayıp 1987 yılında tamamlanan ve tutuklu sayısına ilişkin kesin veriler bulunmayan bu ölüm merkezi, işkence ve sistematik vahşi cinayetlerle ün kazandı. Devrik Esed rejiminin bir korku aracı olarak kullandığı bu mezbaha, özellikle Suriye Devrimi sırasında ortadan kaybolan kişilerin bulunduğu merkez olarak tanındı.
2011 yılında Suriye devriminin başlamasıyla Esad rejimi tarafından gerçekleştirilen tutuklama vakalarında büyük artış yaşandı. 2011 sonrasında ise tutukluların profili çarpıcı biçimde değişerek askerler, öğrenciler ve gençler arasında tutuklanma oranları arttı ve işkence, şantaj ve diğer insanlık dışı muamelelerin şiddeti de yükseldi. Bu durum, tutuklular üzerinde fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan yıkıcı etkiler bıraktı. Aileler, tutukluların akıbetini öğrenmek için veya serbest bırakılma vaadi karşılığında mali şantaja maruz kaldı. Verilere göre, tutuklananların çoğu 37 yaş altı, evli ve üniversite mezunu. Tutuklular farklı mezhep ve etnik kökenlerden gelseler de çoğunluğunu Sünniler oluşturuyor, ayrıca aralarında Humus, İdlib ve Halep gibi Suriye’nin çeşitli bölgelerinden gelenlerin yanı sıra Türk, Iraklı, Lübnanlı ve Filistinli gibi farklı uyruklara sahip kişiler de bulunuyor.
Suriye'de Beşşar Esed rejimi tarafından gerçekleştirilen gözaltı vakaları, geleneksel gözaltı uygulamalarından çok bir tür kaçırma olarak nitelendiriliyor. Gözaltına alınanlar genellikle hangi kurum tarafından alıkonulduklarını bilmiyordu ve gözaltı gerekçeleri kendilerine açıklanmıyordu. Hukuki bir karar olmaksızın yapılan bu gözaltılar, çoğunlukla Askeri Soruşturma Şubesi ve Filistin Şubesi gibi güvenlik birimleri tarafından gerçekleştiriliyor ve ardından tutuklular Sednaya Hapishanesi'ne sevk ediliyordu. İstatistiklere göre birçok tutuklu, cinsel şiddet de dahil olmak üzere fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kaldı. Esed rejimi gözetiminde yapılan yargılamalar, esas olarak muhalifleri tasfiye etmeyi ve mallarını ellerinden almayı amaçlayan süreçler olarak nitelendiriliyor. Birçok tutuklu askeri sahra mahkemelerinde, Yüksek Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde veya Terör Mahkemesi’nde yargılandı. Suriye Ceza Kanunu’nun maddeleri, yasaklı partilere üyelik, ulusal duyguları zayıflatma, etnik veya mezhepsel nefreti kışkırtma ve yurt dışında yanlış haber yayma gibi suçlamalar temelinde şekilleniyor. Bu maddeler, muhalif hareketleri baskı altına almak amacıyla sistematik olarak kullanıldı.
Devrik Baas rejiminin farklı dönemlerinde, baba ve oğul Esed yönetimi altında fiziksel ve psikolojik işkence uygulamaları artış gösterdi. Devrimin başlangıcından sonra fiziksel işkence vakalarında ciddi bir artış yaşanırken, psikolojik işkence oranları da Hafız Esed dönemine kıyasla önemli ölçüde yükseldi. Tutukluların tamamı hapishane ve güvenlik birimlerinde fiziksel işkenceye maruz kalırken, hayatını kaybeden tutukluların cesetleri de bir işkence aracı olarak kullanıldı.
En yaygın fiziksel işkence yöntemleri arasında sopa, cop, kırbaç ve kamçı ile dövme yer alıyor. Ayrıca tutukluların çoğu aç bırakılma, soğuk su sıkılması ve tekmelenme gibi kötü muamelelere maruz bırakıldı. Rejim, elektrik şoku, askıya alınma, "uçan halı" ve "tekerlek" gibi işkence yöntemlerini büyük oranda kullanırken Alman sandalyesi, yüz ve vücut deformasyonu, sıcak aletlerle dağlama, soğuk suya daldırma, deri yüzme, aşırı yeme zorlaması, sürükleme, ezme ve tırnakların çekilmesi gibi işkence yöntemlerine de başvurdu.
Psikolojik işkence yöntemleri arasında gözleri bağlama, soyundurulma, dini değerlere hakaret, idam veya öldürme tehdidi, sözlü hakaret, tek kişilik hücrede tutma ve aileyi tutuklama tehdidi bulunuyor. Uyuma yasağı ve başkalarının işkencesini izlemeye veya işitmeye zorlama da rejim tarafından yaygın kullanılan uygulamalardandır. Bazı tutuklular küfür ve aşağılamalar eşliğinde yemeklerine ayakkabı sokulması, yemeklerinin tuvalete dökülmesi ya da üzerlerine tükürülmesi gibi insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldı. Hatta tutuklular birbirlerine işkence yapmaya zorlandı. Cinsel işkence yöntemleri arasında en yaygın olanı cinsel organlara yönelik darbeler olup, birçok tutuklu hassas bölgelerine yönelik fiziksel saldırıyla karşılaştı.
Sednaya'da işkenceye maruz kalanlardan biri olan Mazen Hamada'nın hikayesine bakmak, Esed rejiminin Suriyeli muhaliflere karşı işkence politikasını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Mazen Hamada, Deyrizorlu bir Suriyeli aktivisttir. Yaşadığı şehirde uluslararası bir petrol ve gaz şirketinde çalışan Hamada, Suriye Devrimi'nin başlamasıyla barışçıl gösterilere katıldı ve sosyopolitik koşullar nedeniyle rejime karşı muhalefet etti.
Mazen Hamada, Mart 2012’de Suriye rejimi tarafından terör suçlamasıyla tutuklandı; elektrik şoku, dayak ve vücuda zarar verme gibi ağır fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldı. Hamada, çeşitli hapishanelerde yaklaşık 15 ay tutulduktan sonra serbest bırakıldı.
Mazen Hamada, serbest bırakıldıktan sonra Suriye'deki tutukluların maruz kaldığı insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmak için aktif bir şekilde çalışmaya devam etti, uluslararası platformlarda hapishanelerdeki işkenceler hakkında tanıklık ederek adalet çağrısında bulundu. Hamada, serbest bırakılmasının ardından Hollanda'ya iltica ederek insan hakları ve Suriye'deki adalet mücadelesine destek vermeyi sürdürdü, ancak rejimin ailesini tutuklamakla tehdit etmesi üzerine 2020 yılında Suriye’ye dönerken havaalanında Suriye istihbaratı tarafından yeniden tutuklandı. Hamada'nın cesedi 8 Aralık 2024'te Esed rejiminin devrilmesinin ardından Sednaya Hapishanesi'nde bulundu ve raporlara göre bir hafta önce öldürüldüğü açıklandı.
Kaynaklar: https://bit.ly/4gBAE6i