Bu rapor, Suriye'de ağustos ayı boyunca meydana gelen önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Deir ez-Zor'da "Deir ez-Zor Askerî Konseyi"nin çözülmesi ve YPG tarafından liderlerinin tutuklanması sonucu bölgedeki gerilim arttı. Bu gelişmeler, bölgenin yerel yönetimini temsil eden bir yönetim kurulması talebinde bulunan Arap aşiretleri ile YPG terör örgütü arasında şiddetli çatışmalara yol açtı. Güneyde, Suveyda ilinin tamamını kapsayan geniş halk gösterileri, bölgenin insanları ve dinî liderlerin katılımıyla gerçekleşti. Göstericiler, 12 yıl boyunca rejimin halkın taleplerini karşılayamamasından dolayı BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı gereği siyasî bir geçiş çağrısında bulundu

Rapor ayrıca ekonomi bölümünde, ekonomik krizi çözme girişimlerinin temel tüketim mallarının fiyat artışını aşması nedeniyle başarısız olduğunu göstermektedir. Bu artışlar sonucu beş kişilik bir ailenin Suriye'de yaşam maliyeti, 10,3 milyon Suriye lirasından fazla bir seviyeye yükselmiştir. Ayrıca ülkenin 2023 yılı boyunca buğday ihtiyacını karşılamak için yaklaşık 2 milyon ton buğday eksikliği ile karşı karşıya kaldığı bildirilmektedir.

Protesto ve Gösteri: Rejimin Politikalarının Toplumsal Ürünü

Arap İletişim Komitesi, Kahire'deki bir toplantının ardından, Anayasa Komitesi'nin toplantılarını yıl sonunda Umman'ın başkenti Muskat’ta olacak şekilde yeniden başlatma niyetini açıkladı. Ancak muhalefet Anayasa Komitesi'nin, toplantıların yapılacağı yerin değiştirilmesi konusunda resmî bir karar almamıştır. Bu karar, Suriye meselesine yaklaşım oluşturma çabalarının bir parçasıdır ve birkaç Arap ülkesinin liderliğindeki Arap yaklaşımını oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu yaklaşım, krizin bölgesel güvenliğe olan etkileriyle ilgili güvenlik tehditleriyle başa çıkmayı hedeflemektedir. Bunlar; Captagon ticareti, İran etkisi ve sınırları aşan milislerdir. Bu, Arap Bakanlar İletişim Komitesi tarafından IŞİD tehdidine karşı mücadeleyi sürdürmek için Suriye ile ilgili ülkeler ve Birleşmiş Milletler arasındaki iş birliğini yoğunlaştırma çağrısının net bir göstergesiydi.

Diğer yandan, bir televizyon röportajında Beşar Esed, Arap girişimlerinin önemini küçümsedi ve politik ilişkilerin destek sağlanmadan yetersiz olduğunu vurguladı. Bu destek, bölge için bir endişe kaynağı haline gelen uyuşturucu ticaretiyle mücadele de dahil olmak üzere, "Suriye Devletinin" gücünü yeniden kazanmasına ve yükümlülüklerini yerine getirmesine yardımcı olması gerektiğini savundu. Ayrıca mültecileri geri kabul etmek için önce uygun bir ortamın oluşturulması gerektiğini vurguladı. Beşar Esed, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde ilerleme sağlayabilecek tavizlerin mümkün olup olmadığına dair herhangi bir emare sunmadı. Dış komploların tekrarı ve halk talepleriyle başa çıkmak için güvenlik odaklı yaklaşımın doğruluğunu ısrarla sürdürdü. Esed’in röportajından Arap devletleri ile olan normalleşme sürecinin Şam açısından ekonomik çıkar elde etme arzusuyla gerçekleştiği anlaşıldı.

Kontrolü altındaki bölgelerde yaşanan yaşam koşullarının kötüleşmesinden kaynaklanan halk öfkesini dindirme ve yumuşatma girişimlerinin bir parçası olarak Esed, temmuz ayının sonunda Duveyir Raslan kasabasında bazı öfkeli sakinler tarafından saldırıya uğrayan Tartus valisini görevden aldı. Atanan yeni vali, emekli Albay Feras Ahmed al-Hamid, rejimin güvenlik kollarının önde gelen liderlerinden birisidir ve Suriye halkına yönelik yaygın insan hakları ihlallerinde bulunmuştur. İşlediği suçlardan ötürü Batı’nın yaptırım listelerinde bulunmaktadır. Bu, rejimin ortaya çıkan sorunları kökünde çözmek yerine makyaj unsurları ile günü kurtarmaya çalışmaya devam ettiğinin bir göstergesidir.

Aynı bağlamda ve Esed'in politikalarının başarısızlığını teyit ederek Güney Suriye, özellikle Suveyda vilayetinde, son yılların en büyük toplumsal gösteriler yaşanmaktadır. Protestoların nedenlerinden biri ekonomik faktörlerdir. Ancak mevcut dinamikler, coğrafi kapsam açısından farklılık göstermektedir. 48 ayrı noktada gerçekleşen gösterilerde bedevî aşiretlerin yanı sıra dinî otoritelerin de katılımı oldu. Gösteriler, Esed rejiminin şehirde iç istikrarsızlar oluşturup yönetim otoritesini sağlamlaştırma politikasının bir sonucu olarak çıktı. Esed rejimi, Suveyda halkı ve aşiretler arasında anlaşmazlık çıkarıp yerel çeteleri aracılığıyla bölgenin güvenliğini tehdit eden bir istikrarsızlığa yol açtı. Suveyda'yı yerel barışın garantörü olarak devletin müdahalesine ihtiyaç duyan bir şehir olarak sunmaya çalıştı. Nitekim Suveyda, demografik ve siyasî olarak özel bir konuma sahiptir ve rejimin etki alanı burada sınırlıdır. Rejimin oluşturduğu bu çeteler aynı zamanda Captagon üretimine ve kaçakçılığına neden oldu ve rejim bunları Ürdün sınırından dünyadaki farklı noktalarda sattı.

Suveyda'daki durumun nereye doğru evrileceği konusu gösterilerin, Suveyda şehri ile sınırlı kalması ve rejim kontrolündeki diğer bölgelere yayılmaması, rejimin "hiçbir girişim" fikrini benimsemesi ve protestoların iradesini kırmak için zamana güvenmesi öne çıkmaktadır. Alternatif olarak rejim, şehirdeki sakinleri kışkırtarak veya hareketin bazı sembollerine suikast düzenleyerek yerel çeteleri aktif hale getirebilir. Bu alternatif özellikle Captagon kaçakçılığı rotaları göstericiler tarafından tehdit edilirse öne çıkabilir.

"Rutin diplomasi" bağlamında Koalisyon Başkanı, Fransız Dışişleri Bakanı'ndan bir mektup aldı. Bu mektupta, Suriye'deki siyasî geçişin gerekliliği ve Fransa'nın önceliklerinden birinin Suriye'deki savaş suçlularının hesap verilmesi olduğu konusunda Fransa'nın tutumu yeniden teyit edildi. Ayrıca muhalefet kurumlarının iç yapısından Bedir Camus, tekrar Suriye Yüksek Müzakere Heyeti’nin başkanı olarak seçildi.

Güvenlikle İlgili Endişe Verici Gelişmeler

Suriye'nin çeşitli bölgelerinde güvenlikle ilgili gelişmeler arttı. Kuzeybatıda, İdlib'in güney kırsalındaki Zaviya Dağı ekseninde, "Feth El Mubin" fraksiyonları ile Esed rejimi güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Çatışmalar, muhalefet güçlerinin kendi bölgelerinden Esed unsurlarının ana toplama alanına kadar uzanan bir alanda tünel kazmalarından dolayı bir kara operasyonu ile başladı. Tünelin patlatılması sonrasında muhalif güçler, rejimin bölgedeki noktalarını ele geçirdi. Bu sırada Rus uçakları, rejimin kaybettiği noktaları geri alması için rejim unsurlarına hava desteği sağladı. Üç gün süren çatışmalar rejim unsurlarından onlarca ölü, muhalefet savaşçılarından ise yedi kayıpla sonuçlandı.

Doğu Suriye'de, YPG tarafından Deir ez-Zor Askerî Konseyi lideri Ahmed al-Khabil’in (Ebu Havle) görevden alınmasının ardından bölgede aşiretler ile YPG arasında çatışmalar yaşandı. Al-Khabil ve diğer SDG liderlerin, Hassakah şehrine yakın bir yerde toplanmaları esnasında Al-Khabil hapsedildi. YPG’ye karşı ayaklanma çağrıları ve tutuklanmış konsey liderlerinin serbest bırakılmasını talep eden gösteriler, YPG’nin ateş açması ile patlak verdi ve çatışmaya dönüştü. Şiddetli çatışmalar ilk önce Deir ez-Zor'un kuzeyindeki Azba ve al-Haseen kasabalarında patlak verdi ve yollar kesildi. Bu da YPG üyelerini askerî noktalardan ayrılmaya zorladı ve karargahlarında sığınmalarına neden oldu.

YPG’nin, protestoculara karşı şiddet kullanması diğer aşiretlerin çatışmalara katılmasına neden oldu. Örneğin; Akaydat aşireti… Bu da çatışmaların Deir ez-Zor'un doğu kırsalını içeren daha geniş bir bölgeyi kapsayacak şekilde yayılmasına yol açtı. Bu, YPG’nin kurduğu SDG ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" projesinin geleceğini gerçek bir test olarak göstermekte ve örgütün bölgedeki nüfuz ve kontrol haritalarını sorgulatmakta.

Diğer yandan rejim kontrolündeki bölgelerde, özellikle başkent Şam ve çevresinde, güvenlik ihlalleri artmaktadır. Mecemeya şehrinde bomba yüklü bir araç patlaması yaşandı. Aynı şekilde Kuneytra ilçesinde rejim subaylarını hedef alan bir saldırı yaşandı. Bu, mayıs ayından bu yana Şam ve çevresi ile diğer illerde yaşanan bir dizi saldırının ardından, rejimin güvenlik yeteneklerinin zayıflığına işaret etmektedir. Bu, rejimin özellikle düzensiz milis gruplarına dayanma eğilimini artırırken aynı zamanda IŞİD'in etkinliğinin arttığını göstermektedir. İsrail'in, Esed rejimi unsurlarına ve İran ile ilişkilendirilen milis gruplara hava saldırıları düzenlemeye devam etmesi de güvenlik açısından önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.

Ekonomik Krizler Öfke ve Göç Oranlarını Artırıyor

Beşar Esed, Suriye'deki kamu sektöründe çalışan sivil ve askerî personelin maaşlarını Eylül 2023'ten itibaren %100 artıran bir yasa tasarısını onayladı. Ayrıca bazı gruplara maaşların %50'sini temsil eden bir nakit hibe ekledi. Yakıt fiyatlarını artırdı. İçme suyu desteğini keserek özellikle suyun metreküp başına tarifesini yükseltti. En düşük seviyede %400'e kadar zam yaşandı. Artan oranlarla Suriyeli halkın çoğu mal ve hizmetlerde %300'ü aşan bir fiyat artışıyla karşı karşıya kaldı. Beş kişilik bir Suriyeli ailenin yaşam maliyeti, "Qasioun Gazetesi" endeksine göre, temmuz ayında 6.5 milyon Suriye lirası iken, bu artıştan sonra 10.3 milyon Suriye lirasına çıktı. Memur maaşlarına yapılan zam ile ortalama maaş 200 bin Suriye lirası, bir ailenin yaşam maliyetinin çok altında kalmaya devam etmektedir. Rejim maaş artışlarını, yakıt, su ve elektrik giderlerine verdiği desteği kaldırarak finanse etti ve yıllık olarak destek kaldırma politikası ile 5 trilyon 400 milyar Suriye lirası tasarruf etti. Bu politikalar, liranın sürekli olarak dolar karşısında değer kaybetmesine neden oldu ve resmî kambiyo oranı, doları 10,900 Suriye lirası olarak sabitlerken vatandaşların satın alma gücünü azalttı. Bu da maaş artışlarının işe yaramaz hale gelmesine neden oldu ve halkın yoksulluğunu ve geçim sıkıntısını artırdı. Ayrıca bu durum ekonomik yönetimin krize, etkili olmayan çözümlerle yaklaşmasının bir göstergesi olarak görülebilir.

Esed rejimi, ekonomik yakınlaşmayı teşvik etmek için Suriye topraklarına yönelik yatırımları daha cazip hale getirmeye yönelik bir adım attı. Bu adım 2011'den bu yana Suriye'de dış yatırımların durmasının üzerine geldi. Rejim, Suudi yatırımcılara ait olan iki şirkete fosfat, gübre ve çimento sektörlerinde yatırım yapma izni verdi. Bunun karşılığında, Suudi Arabistan, rejim güçlerinin bölgelerinden gelen kamyonların Suudi topraklarına girmesini sınırladı ve mevcut şartlarını yerine getirmeyen kamyonlara yönelik belirli şartlar talep etti. Bu da İdlib'e yönelik sebze, meyve ve diğer çeşitli ürünlerle yüklü yüzlerce kamyonun Nusaybin sınır kapısında beklemesine neden oldu.

Ekonomik krizle başa çıkmak için, sözde “Suriye Kuzeydoğu Özerk Yönetimi”, kamu sektöründe çalışan sivil ve askerî personelin maaşlarını %100 artırarak, asgari ücreti 1,040,000 Suriye lirasına yükseltti ve en yüksek ücreti 8,222,000 Suriye lirası yaptı. Ayrıca ısınma için kullanılan mazot fiyatlarını artırdı ve her ev için kış aylarında 300 litre mazot tahsis etti. Erken iyileşme projeleri kapsamında, Kamışlı şehrini M4 uluslararası yoluna bağlayan "Ambara" yolunun %90'ı tamamlandı ve 2023 yatırım projeleri kapsamında yol inşaat bütçesi yaklaşık 794,633 dolar olarak belirlendi. Ekonomik düzenlemeler ve kontrol tedbirleri çerçevesinde, özel para değişim şirketleri ve bürolarının asgari sermaye gereksinimlerini belirleyen "Para Değişim ve Transfer İşlerinin Düzenlenmesi" yasasını çıkardı. Benzer şekilde, değerli metallerin ticaretini ve üretimini düzenleyen "Değerli Metallerin ve Mücevherlerin Ticaret ve Üretimi" yasasını onayladı. Altın, gümüş ve diğer değerli taşların ticaretini ve üretimini yapabilmek için "Merkezi Maliye ve Ödemeler Ofisi"nden izin şartı getirdi. Ayrıca aklama ile mücadele yasasının 66 maddesini içeren taslağı onayladı.

Suriye'nin kuzeybatısındaki diğer bir gelişme, HTŞ’nin kurduğu "Kurtuluş Hükümeti" tarafından yönetilen bölgelerde benzin ve ev tipi gaz fiyatlarının artması oldu. Bu karar, Şam'ın kontrolündeki bölgelerde benzinin tükenmesinin üzerinden iki haftadan fazla süre geçmesinden sonra geldi.

Yatırımı teşvik etmek için Suriye Geçici Hükümeti, Suriye'nin kuzeyindeki kurtarılmış bölgelerde yatırım konferansı düzenlemeyi amaçlayan bir ön hazırlık toplantısı düzenledi. Aynı zamanda İdlib, Cerablus, Bizaah ve Mare şehirlerinde birkaç kamu konut projesi tamamlandı.

Kategori Raporlar

Giriş

Türkiye ile Şam arasında 2011 yılından bu yana ilk defa doğrudan bakanlar düzeyinde görüşmeler gerçekleşti ve müzakereler oldu. İlk önce İstihbarat Teşkilatları Başkanları ve Savunma Bakanları’nın Rusya arabulucuğunda başlayan görüşmeler, daha sonra Dışişleri Bakanları seviyesinde de devam etti. Türkiye’deki seçimlerden önce İran’ın da sürece dâhil olmasıyla dörtlü zirveye dönüşen sürecin ilk çıktısı tarafların yol haritası belirleme üzerinde mutabık kalmaları oldu. Esed rejimi açısından görüşmelerin ilerleyebilmesi için iki ön şart bulunmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin Suriye’den askerlerini çekmesidir. İkincisi ise, Türkiye’nin Suriye muhalefetine olan desteğine son vermesidir. Türkiye açısından ise bu görüşmelerin iki artı bir ana maddesi bulunmaktadır. Bunlar; Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü, terörle mücadelede YPG’ye karşı işbirliği ve üçüncü madde ise Suriye’de siyasî çözümün sağlanmasıdır.

İran ve Rusya’nın arabuluculuğunda yürüyen Ankara-Şam görüşmeleri aslında Astana sürecinden, Moskova sürecine bir geçişi de bir nevî temsil etmektedir. Astana sürecinde Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğünde Esed rejimi ve Suriye muhalefeti müzakere ederken yeni süreçte Türkiye, Rusya, İran ve Esed rejimi dört taraf olarak müzakereleri yürütmektedir. Görüleceği üzere Suriye muhalefeti Astana sürecinin aksine dörtlü zirvede yer almamaktadır.

Bu rapor Suriye muhalefetinden 9 kişi ile mülakat düzenleyerek elde edilen bilgileri toparlayıp sunmaktadır. Söz konusu dokuz görüşmecinin üçü muhalefetin askerî kanadından, üçü siyasî kanadından ve diğer üçü de aktivistlerden oluşmaktadır. Siyasî ve askerî kanadın yanında aktivistlerin de bir paydaş olarak belirlenmesi, aktivistlerin Suriye’deki halk ayaklanmalarında oynadıkları rol ve Suriye halkının görüşlerini yönlendirmedeki ehemmiyetine binaendir. Suriye dosyasını yakından takip edenlerin bileceği üzere, aktivistlerin oluşturduğu toplumsal baskı siyasî ve askerî kanattaki Suriye muhalefetini sınırlandırma veya yönlendirme gücüne sahiptir. Toplumsal olarak bir olayın kabul edilmesi veya reddedilmesinde aktivistler son derece etkindir. Kendilerini de Suriye devrimin dolayısıyla Suriye muhalefetinin bir parçası olarak görmektedirler.

Dokuz kişilik örneklemin küçük olmasından dolayı belirlenen dokuz kişi, Suriye muhalefetini temsil etme kapasitesine uygunluk bağlamında seçilmiştir ve olabildiğince yüksek bir temsiliyet gücüne dikkat edilmiştir. Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında görüşmecilere bazı yorumlar okunmuştur ve bu yorumlara hangi ölçüde katıldıkları [katılıyorum, biraz katılıyorum, biraz katılmıyorum, katılmıyorum] sorulmuştur. İkinci kısımda ise birinci kısımdaki konu başlıklarına ilişkin açık uçlu sorular sorulmuş ve yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Bu rapor, mülakatlardan elde edilen veriler ışığında Suriye muhalefeti perspektifinden Ankara-Şam görüşmelerini ele almıştır.

Birinci Kısım: Genel Değerlendirme ve Görüşler

Dokuz görüşmeci ile yapılan mülakatların birinci kısmında bazı yorumlar ifade edilmiş ve görüşmecilere bu yorumlara ne ölçüde katıldıkları sorulmuştur. İkinci kısımda daha detaylı ve derinlemesine bir mülakat gerçekleştirilmiştir

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere ilişkin genel görüşleri ve beklentileri sorulduğunda beklenenin aksine, Suriye muhalefeti bileşenlerinin görüşmenin varlığını kısmen de olsa olumladıkları görülmektedir. Nispeten askerî bileşenler siyasî bileşenlere göre görüşmelere ilişkin daha şahin bir tutum içinde oldukları anlaşılmaktadır [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,A), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS)]. Özellikle Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçmediği sürece, Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri kabul etmeleri daha kolay olduğu belli olmaktadır [biraz katılıyorum: 7 (AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS),  biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 1 (AK)]. Aktivistler, Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinin Türkiye’deki seçimlerle ilişkilendirirken, siyasî ve askerî kanat buna katılmamaktadır [katılıyorum: 2 (AK,AS), biraz katılıyorum: 2 (AK,AK), biraz katılmıyorum: 2 (Sİ,AS), katılmıyorum: 3 (Sİ,Sİ,AS)]. Ancak Ankara-Şam görüşmelerinin Türkiye’nin önemli bir politika değişikliğine işaret ettiği de düşünülmemektedir [katılıyorum: 2 (AK, AS), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,Sİ), katılmıyorum: 4 (Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Görüşmelere ilişkin bazı beklentiler sorulduğunda, Suriye muhalefeti bileşenlerinin çok net öngörüleri olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine dair kesin bir beklenti bulunmaktadır [katılıyorum: 8 (AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK)]. Benzer bir şekilde, Türkiye’nin Suriye muhalefetinden vazgeçeceği kabul edilmemektedir [biraz katılıyorum: 1 (AK), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK, AS), katılmıyorum: 5 (Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)]. Esed rejiminin iki temel ön şartının Türkiye tarafından yerine getirilmeyeceğine olan inançla beraber, Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerinin Suriye’deki siyasî çözüme katkısı olacağına da katılmamaktadır [biraz katılıyorum: 2 (Sİ,AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,A,AS)]. Kıyasen biraz daha iyimser olunsa da, Suriye muhalefeti bileşenleri düzenlenen görüşmelerin Suriye halkını bir fayda sağlayabileceği görüşüne de katılmamaktadır. Ancak siyasîlerin diğer iki gruba göre daha iyimser olması da dikkat çekmektedir. [biraz katılıyorum: 3 (Sİ,Sİ,Sİ), biraz katılmıyorum: 3 (AK,AK,AS), katılmıyorum: 3 (AK,AS,AS)]. Türk kamuoyu açısından Ankara-Şam görüşmelerini önemli kılan iki konu başlığı bulunmaktadır. Birincisi YPG’ye karşı mücadele için bir anlaşmaya varılma ihtimalidir. Bu bağlamda Suriye muhalefeti bileşenleri çok iyimser değildir. İkinci kısımda yapılan daha derinlemesine mülakatta anlatılacağı üzere, nispeten daha iyimser olanlar, Ankara ile Şam’ın YPG’ye karşı ortak bir anlayışı benimsemesini değil, Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesinin mümkün olabileceğini düşünmektedir [biraz katılıyorum: 4 (AK,Sİ,AS,AS), biraz katılmıyorum: 1 (AK), katılmıyorum: 4 (AK,Sİ,Sİ,AS)]. İkincisi ise Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesi bağlamında bir anlaşmaya varılmasıdır. Bu konuda Suriye muhalefeti bileşenleri kesin olarak bu görüşün gerçekdışı olduğunu değerlendirmektedir [biraz katılmıyorum: 1 (AS), katılmıyorum: 8 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS)].

 

Ankara ile Şam arasındaki görüşmelerin yapısı ve şekline ilişkin ifade edilen yorumlara Suriye muhalefetinin genel olarak katılmadığı görülmektedir. Suriye muhalefetinin dörtlü zirvede yer almaması sorun değil yorumuna kesin olarak katılmamaktadırlar [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)]. Görüşmelerde Rusya’nın arabulucu olarak yer almasına dair genel olarak olumsuz bir görüş hakimdir; aktivistlerin siyasîlere ve asker kanattan olanlara göre daha sert bir tutumu söz konusudur [katılıyorum: 1 (Sİ), biraz katılıyorum: 1 (AS), biraz katılmıyorum: 1 (Sİ), katılmıyorum: 6 (AK,AK,AK,Sİ,AS,AS)]. Rusya’nın arabuluculuk olarak varlığına dair siyasî ve askerî kanattan bazı daha ılıman görüşler olsa da İran’ın arabuluculuğu kesin bir şekilde olumlanmamaktadır [katılmıyorum: 9 (AK,AK,AK,Sİ,Sİ,Sİ,AS,AS,AS)].

 

 

 

İkinci Kısım: Ankara-Şam Görüşmelerine Genel Bakış Açısı

Suriye muhalefetinin siyasî, askerî ve aktivist kesimleri açısından Ankara ile Şam arasında devam eden görüşmeler son derece önemli ve hayatî olduğu görülmüştür. Gerçekleştirilen mülakatlarda sorulan açık uçlu sorulara verilen cevaplar üzerinden anlaşılacağı üzere, Suriye muhalefeti açısından bu görüşmelerde öne çıkan üç unsur bulunmaktadır. Birinci unsur Türkiye’nin neden Şam ile görüştü sorusunu açıklama çabaları oluşturmaktadır. İkinci unsur ise Suriye muhalefetinin bu görüşmeleri nasıl değerlendirdiğinin ve onlar için ne manaya geldiğinin izahıdır. Üçüncü unsur ise Ankara ile Şam arasındaki görüşmelere dair gelecek öngörüleri ve beklentileri olmuştur.

  • Türkiye Neden Görüştü?

Türkiye’nin neden Esed rejimi ile görüştüğü sorusuna ilişkin Suriye muhalefetinden popüler iki açıklama gelmektedir. Türkiye’nin bir devlet olduğu ve her devlet gibi kendi çıkarlarını koruması gerektiğini anlayışla karşıladıkları ile başlayan girizgâhların ardından, Suriye muhalefeti içsel ve dışsal faktörler diye ayrım yaparak, Türkiye’nin görüşme sebeplerini açıklamaya çalışmaktadırlar. İçsel faktör olarak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar ve bu meselenin Türkiye’deki seçimlerde önemine vurgu yapmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye’deki muhalefetin Türkiye’deki toplumsal algıyı domine ettiği ve Esed rejimi ile görüşmenin – gerçekçi olmasa da – Suriyeli sığınmacılar sorununa bir çözüm oluşturacağı varsayımına vurgu yapılmaktadır. Özellikle seçimlerden önce iktidarın, muhalefetin bu argümanını boşa çıkarmak için Esed rejimi ile görüşmeyi kabul ettiği vurgulanmaktadır. Dışsal faktör olarak ise Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisine değinilmektedir. Burada iki ayrı görüş hâkimdir. Birinci ve daha güçlü olan görüş, Rusya’nın Türkiye’nin terörle mücadelesini engellediği ve Türkiye’ye Şam’ı işaret etmesi sonucunda Türkiye’nin Şam ile görüşmeyi kabul etmesidir. İkinci ve daha zayıf olan görüş ise, Türkiye’nin Rusya ile gelişen ilişkileri ve işbirliği sonucunda, iki ülkenin Suriye’deki ihtilafı çözmek adına ortak bir arzuya ve ortak bir niyete sahip olduklarıdır.

Söz konusu bu iki popüler açıklamanın yanında – ki bu iki açıklama hep beraber zikredilmektedir – bazı görüşmeciler Türkiye’nin genel olarak Suriye politikasında bir dönüşüme gittiği ve görüşmelerin bu dönüşümün bir sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. Diğer bir açıklama ise Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesi Türkiye’yi tedirgin ettiği ve Türkiye’nin sürecin dışında kalmak istemediği ve bypass edilmek istemediği için Esed rejimi ile görüşmeye başlaması olduğu yönündeydi.

  • Muhalefetin Bakış Açısı

Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere ilişkin Suriye muhalefetin bakış açısı karmaşıktır. Bir yandan Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı gösterilirken, diğer yandan da Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşme biçimine ilişkin önemli itirazlar bulunmaktadır. Kendilerinin arzuları Esed rejimi ile görüşmelerin hiç olmaması olsa da, görüşmelerin var olduğu takdirde, formatın ve yöntemin değişik olmasıdır. Formata ilişkin en çok dillendirilen eleştiri, Suriye muhalefetinin görüşmelerde yer almamasıdır. Yapılan tüm görüşmelerde (birisi hariç) Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan müzakerelerde yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde müzakereleri yürüttüğü ve Suriye muhalefetinin masadaki varlığının hem Türkiye’yi güçlendireceği hem de görüşmelerin daha sağlıklı bir zeminde ilerlemesine imkân tanıyacağı argümanı olmuştur. Söz konusu bu yaklaşım Suriye muhalefetinde önemli bir değişime işaret ettiği burada belirtilmelidir. Nitekim önceki yıllarda Suriye muhalefeti Esed rejimi ile görüşmeyi kategorik olarak redderken, şuan görüşmelerde bulunmamalarını bir sorun ve eksiklik olarak nitelendirmektedirler. Hatta kendilerinin görüşmelerde olmayışını, Suriye muhalefetini zayıflatan ve Suriye muhalefetinin önemini azaltan bir unsur olduğunu ifade etmektedirler.

Suriye muhalefetinin görüşmelere dair diğer bir eleştirisi de Birleşmiş Milletlerin görüşmelerde yer almayışıdır. Suriye muhalefetine göre, Esed rejimi ile müzakereler BM gözetiminde ve yönetiminde gerçekleşmelidir. Türkiye’nin İran ve Rusya arabuluculuğu ile görüşmesinin yanlış olduğu ve BM’nin ön planda olmasının daha doğru olacağı vurgulanmıştır.

Görüşmelerde Rusya ve İran’ın varlığına ilişkin kesin olarak İran’ın varlığı ve mevcudiyeti Suriye muhalefeti tarafından bir sorun olarak değerlendirilmektedir. İran’ın görüşmelerde oynadığı rol Suriye muhalefetini derinden rahatsız etmektedir. Ancak Rusya’nın varlığı nispeten daha olumlu karşılanmaktadır. Hatta bazı görüşmeciler, Türkiye’nin boşuna Esed rejimi ile görüştüğünü ve görüşmeleri aslında sadece Rusya ile yürütmesi gerektiğini de ifade etmişlerdir.

Türkiye’nin Esed rejimi ile görüşmesinden memnun olmayan Suriye muhalefeti, masada yer almamasına rağmen, Türkiye’nin Suriye muhalefetini yarı yolda koymayacağından çok emindir. Türkiye’nin Suriye muhalefetine gerekli güvenceleri verdiğini ifade eden siyasî ve askerî görüşmeciler, Türkiye’nin Suriye muhalefeti ile müttefik olduğunu ve kader birlikteliği yaptığını belirtmektedirler. Ancak aktivist görüşmeciler ise bu konuda bazı şüphelere sahiptirler. Söz konusu bu fark, Türkiye’de görüşmelerde yer alan kurumların (Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı) görüşmelere dair düzenli olarak siyasî ve askerî muhalefet ile görüşmesidir. Ancak aktivistlerin bu yönde daha şüpheci olması, Türkiye’deki kurumların bilgi paylaşımı ve Suriye muhalefeti ile yaptığı görüşmelerin Suriyeli topluma ve genel kamuoyuna yansımadığına işaret edebilir.

Esed rejiminin görüşmelerde aldığı pozisyona ilişkin, Suriye muhalefeti Esed rejiminin bilinen tutumunu devam ettirdiği ve üsten bakışlı bir tavırda olduğunu ifade etmişlerdir. Beşar Esed tarafından Arap Zirvesi’nde yapılan konuşmada diğer Arap devletlerini Türkiye’nin ‘yayılmacı’ ve ‘Osmanlıcı’ politikalarından uyarmasına dikkat çekilmiştir. Esed rejiminin öne sürdüğü iki ön şart (Türk askerin Suriye’den çekilmesi ve Suriye muhalefetine verilen desteğin son bulması), Esed rejiminin gerçekçi olmayan taleplerini ve uzlaşmaz tutumuna işaret olarak gösterilmektedir. Ancak bu iki ön şartın Türkiye tarafından kesin olarak uygulanmayacağına dair de çok güçlü bir inanç ve güven hâkim olduğu görülmüştür.

  • Gelecek Öngörüleri

Suriye muhalefetinin  Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin ciddi bir beklentisi bulunmamaktadır. Esed rejiminin Türkiye’nin taleplerini olumlu karşılamayacağı belirtilmektedir. Esed rejiminin bu yönde ne bir niyeti ne de kapasitesinin olduğu vurgulanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin de seçimlerden sonra görüşmelere daha az istekli olacağı beklentisine da işaret edilmektedir. İki tarafın tutumları ve Esed rejiminin de kapasite sorunu eklendiğinde, görüşmelerin geleceğinin olmadığı vurgulanmaktadır. Özellikle Suriye muhalefetinin Esed rejimi ile olan kendi öz tecrübelerine atıf yapılarak, Esed rejiminin uzlaşmaz tutumu olduğu ve uzlaşmaya yanaşmadığı, yanaşsa bile verdiği sözleri asla yerine getirmediğinin altı çizilmiştir. Bu bağlamda Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesine işaret edilerek, Esed rejimi hiçbir şey vermeden, Arap devletlerinden istediğini almayı başardığı belirtilmiştir. Hatta Suriye’deki savaşta da Esed rejimi hiçbir zaman uzlaşmaya yaklaşmadığı ve uzlaşma sağlansa bile Esed rejiminin sözünde durmadığı aktarılmıştır. Mevcut durumda Esed rejiminin kendisini muzaffer olarak gördüğünden dolayı bu tutumunun başarılı olduğunu değerlendirdiği anlatılmıştır. Rejimin bu yöndeki siyasî okuması da Ankara-Şam görüşmelerini engelleyen faktör olarak değerlendirilmektedir.

İlaveten, Türkiye’nin Esed rejimi ile yapmış olduğu görüşmelerden olumlu herhangi bir sonucun çıkmayacağı vurgulanmaktadır. Israrlı sorulara rağmen, dokuz görüşmeciden hiçbiri Ankara-Şam görüşmelerinden çıkması mümkün olan herhangi bir olumlu sonuç düşünememiştir.

Suriye muhalefetinin genel beklentisi Ankara-Şam görüşmelerin başarısız olacağı veya rölantide devam edeceği yönündedir. Bu beklenti bağlamında, Türkiye’nin belirli bir süre sonra Esed rejimi ile görüşmeden önceki politikalarına tekrar geri döneceği beklentisi ve arzusu da bulunmaktadır.

Görüşmelerden başarı için neyin yapılması gerektiği konusunda, Suriye muhalefeti ümitsizliğini dillendirmiştir. Esed rejiminin tutumunda değişiklik olmadan bir başarının elde edilemeyeceğini ve mevcut konjonktürde bir değişim emaresinin görülmediğinin altı çizilmektedir. Ancak olurda rejimde bir tutum değişikliği gerçekleşse bile, başarı elde edilebilmesi için mevcut dörtlü zirve yerine BM nezdinde BM Güvenlik Kurulu’nun 2254 No’lu kararının uygulanması gerektiği bir sürece ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Esed rejimi ile görüşmelerin Cenevre’de uluslararası toplumun katılımı ile yapılması gerekildiği aktarılmıştır.

Suriyeli Sığınmacıların Geri Dönüşü

Suriye muhalefetinde, Türk kamuoyunda Esed rejimi ve Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne ilişkin beklentilerin tamamen gerçekdışı olduğu ve büyük bir yanılsama olduğu görüşü hâkimdir. Yapılan görüşmelerde, Esed rejimi ile görüşmenin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne olumlu bir katkı sağlama ihtimali kesin ve somut bir şekilde reddedilmiştir. Hatta bu yöndeki beklentinin kaynağının ne olduğu ve Suriye’nin gerçekliğinden nasıl bu denli uzak olunabileceği yönünde de bir şaşkınlık dile getirilmiştir. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne Esed rejiminin herhangi bir olumlu katkısının olmayacağı altı argümanla izah edilmiştir.

Birinci argüman, Suriyeli sığınmacıların sığınmacı konumuna düşmesinin sebebidir. Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların – rejim muhalifi ve rejim destekçilerinin – Esed rejiminden kaçtıkları ve Esed rejimi sebebiyle Suriye’ye geri dönmedikleri izah edilmiştir. Rejime muhalif kişilerin canlarını ve mallarını korumak için, Esed rejiminden kaçmak zorunda kaldıklarını ve onların sığınmacı statüsünde olmasının sebebi olan Esed rejimi ortadan kalkmadıkça, bu insanların geri dönmeyecekleri vurgulanmıştır. İnsanların katillerine dönmesini beklemenin yanlış olduğu belirtilmiştir. Rejim destekçisi Suriyeli sığınmacıların ise Esed rejimi için savaşıp masum Suriyelileri öldürmek istemediklerinden dolayı, Suriye’den kaçtıkları ifade edilmiştir. Zorunlu askerlik uygulaması sebebiyle, Suriye’ye geri dönüşlerinin mümkün olmadığı aktarılmıştır. Esed rejiminin çıkardığı afların, zorunlu askerlikten kaçanlara uygulanacak cezaları affettiği ama yine de zorunlu askerlik hizmetinin yapılması gerektiği izah edilmiştir.

İkinci argüman ise Suriye içindeki nüfus dengeleri ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan siviller olmuştur. Yurtdışında nispeten daha iyi şartlarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü konuşmadan önce, Suriye’de yerlerinden edinmiş ve Türkiye sınırına yakın kamplarda yaşayan milyonlarca sivilin neden evlerine dönmediklerine bakılması gerekildiği vurgulanmıştır. Çadırlarda çok zor hayat şartların olmasına rağmen, kışın insanların donarak ölmesine rağmen ve kamplarda ciddi bir yoğunluk olmasına rağmen, insanlar Türkiye sınırına yakın bir bölgede yaşamayı, rejim kontrolündeki Hama, Humus ve Şam (Guta)’a geri dönmeye tercih ettikleri hatırlatılmıştır. Kamplarda yaşayan, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden büyük ölçüde mahrum olan bu insanların evlerine geri dönmediği bir ortamda, Türkiye gibi müreffeh bir ülkede yaşayan Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmelerini konuşmanın gereksiz olduğu değerlendirilmiştir.

Ayrıca Suriye’deki nüfus hareketliliğinin de göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir. Savaş öncesi 23 milyon olan Suriye nüfusunun 6,5 milyonunun yurtdışına kaçtığı ve mülteci olarak yaşadığı belirtilmiştir. Buna ilaveten, insanların rejim bölgelerinden kaçıp Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelere geldikleri ifade edilmiştir. Nitekim savaş öncesi 1,5 milyon nüfusa sahip olan ve şuan Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelerde, an itibariyle 5 milyon civarında insan yaşaması bu iddiayı doğrulamaktadır.

Üçüncü argüman ise Esed rejiminin Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumu olmuştur. Yapılan görüşmelerde, Esed rejiminin mutlak surette Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmesinin istemediği ve bunu engellemek için uğraştığı belirtilmiştir. Esed rejimine bağlı üst düzey kişilerin Suriyeli sığınmacıları terörist olarak nitelendirdikleri ve geri dönen Suriyelilerin Esed rejimi tarafından geri dönüşlerine garanti verilmesine rağmen işkence edildiği, tecavüz edildiği ve mallarına el konulduğu vurgulanmıştır. Esed rejiminin bu tutumu, rejimin kontrol edilebilir bir nüfusu tercih ettiği ve Suriyeli sığınmacıların evlerine geri dönmesinin bir saatli bomba olarak gördüğü aktarılmıştır. Yapılan izahata göre Suriyeli sığınmacılar evlerine geri dönerse, Türkiye gibi ülkelerde demokrasi, özgürlük ve devlet hizmetlerinin ne olduğunu görmüş olan bu insanlar tekrar Esed rejimine karşı ayaklanacaktır.

Dördüncü argüman, Esed rejiminin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşüne imkan sağlayacak kapasiteye de sahip olmayışıdır. Rejim bölgelerindeki ekonominin çok kötü olduğu ve Suriyeli sığınmacıların geri dönmesinin ekonomik açıdan mümkün olmadığı belirtilmiştir. Suriyeli sığınmacıların geldiği bölgelerin çoğunluğu (Hama, Humus ve Halep) rejim bombardımanı tarafından yıkıldığı aktarılmıştır. Rejim bölgelerindeki altyapının ve üstyapının daha büyük bir nüfusu kaldırmaya imkân vermediği ve rejimin o kadar çok insanı beslemeye gücü yetmeyeceği ifade edilmiştir. Mevcut olarak rejim bölgelerinden yaşayan Suriyelilerin ekonomik zorluklardan dolayı – rejimi destekleseler bile – Suriye’den çıkmanın yolunu aradıkları söylenmiştir.

Beşinci argüman ise Lübnan ve Ürdün’ün Esed rejimi ile 2018 yılında ilişkileri normalleştirmiş olmaları ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için ortak bir mekanizmanın kurulmuş olmasına rağmen, 2018’ten bu yana Suriye’ye kayda değer bir geri dönüşün olmadığıdır. Hatta Lübnan’ın artık Suriyelileri zorla geri göndermeye çalıştığına değinilerek, Suriyeli mültecilerin gönüllü geri dönüşünü bırakın, zorla geri gönderilmelerinin bile mümkün olmadığı izah edilmiştir.

Altıncı argüman, Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerdeki genel asayiş ve güvenlik sorunlarıdır. Suriye muhalefetinin bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, rejim kontrolündeki bölgelerde Esed rejiminin hâkimiyetinin olmadığı ve Esed rejiminin Şam merkezindeki bazı mahalleler haricinde sözünün geçmediği belirtilmiştir. Rejim kontrolündeki bölgelerde hâkim güçlerin İran ve Rusya’ya bağlı milis yapılar olduğu ve her milis yapısının kendi bölgesinde ayrı bir uygulamaya sahip olduğu aktarılmıştır.

Yapılan görüşmelerde Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü için yegâne ve tek çarenin Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgeler olduğunun altı çizilmiştir. Suriye’ye geri dönen Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun muhalif bölgelere olduğu belirtilmiştir. Muhalefetin kontrolündeki bölgelerin toprak olarak sınırlı olmasına ve Suriye’nin içinden de ciddi göç almasına rağmen, sığınmacılar için Suriye’deki en cazip bölgeler olduğu vurgulanmıştır. Eğer toprak anlamında bu bölgeler geliştirilir ve Katar Kalkınma Fonu’nun desteklediği konut projeleri yapılmaya devam edilirse, daha fazla Suriyeli sığınmacının Suriye’ye geri dönmesine imkan olacağı ifade edilmiştir. Suriye muhalefeti açısından, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesinin olumlu olduğu ve onların geri dönüşünü sağlamak için çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Görüşmeler ve Terörle Mücadele

Suriye muhalefeti bileşenleri ile yapılan görüşmelerde, öne çıkan en önemli konu başlıklarından birisi de terörle mücadele bağlamında Türkiye’deki beklentiler olmuştur. Görüşmeciler Türk kamuoyundaki beklentilerin saha gerçekliğinden uzak olduğunu ve bu beklentilerin yerine gelmesinin mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Esed rejiminin YPG ile mücadelede Türkiye için bir partner olamayacağını ifade eden görüşmeciler, YPG’nin Türkiye’den önce Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini, [2011’den bu yana] Türklerden daha çok Suriyelileri öldürdüğünü ve terör örgütlerinin Suriye’de yeri olmadığını aktarmışlardır. Bu bağlamda Türkiye ile Suriye’nin çıkarlarının örtüştüğünü ve Suriye muhalefetinin Türkiye’nin doğal ve rasyonel müttefiki olduğunun altını çizmişlerdir. YPG’ye ilişkin olan bu bakış açısının Esed rejiminde olmadığını ve olsa dahi Esed rejiminin YPG ile mücadele için bir kapasitesinin olmadığını vurgulamışlardır. Türkiye ile Esed rejimi arasında YPG’ye karşı bir anlaşma beklentilerinin olmadığını, tek anlaşmanın Esed rejiminin YPG’yi korumaktan vazgeçmesi üzerine olabileceğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda, Esed rejimi ve daha da önemlisi Rusya’nın YPG’yi korumaktan vazgeçmesi durumunda, TSK ve SMO’nun YPG’ye karşı yeniden bir askeri harekat düzenleyebileceğini anlatmışlardır.

Esed rejimi ile Türkiye arasında YPG bağlamında neden bir anlaşma beklenmediklerine dair, görüşmecilerin 3 öne çıkan açıklaması mevcuttur:

Birinci açıklama geçmişe gitmektedir. Suriye muhalefeti bileşenlerin vurguladığı üzere, Esed rejimi ile PKK/YPG ilişkisi çok eskiye dayanmaktadır ve yeni bir olgu değildir. Baba Esed zamanından kalma ilişkiyi hatırlatan görüşmeciler, Esed rejiminin Abdullah Öcalan’ı Şam’da ağırladıkları ve koruduklarını hatırlatmıştır. Terör örgütü ile Esed rejiminin sağlam ve eski bir geçmişi olduğunu ifade eden görüşmeciler, 2012 yılında Esed rejiminin Suriye’nin kuzeyinden çekilirken, bölgeleri YPG’ye devrettiğini hatırlatmıştır. Hatta bir görüşmeci, kendisinin o dönemde rejim saflarında üst düzey bir bürokrat olduğunu ve Esed rejimin gönderdiği yazıda devlet binaları, bölgedeki askeri üsler, silah ve mühimmatların YPG’ye devredilip, Suriye’nin kuzeyinin YPG’ye teslimi emredildiğini anlatmıştır. Kendisinin o resmî yazıyı hala sakladığını ve rejimden ayrılmasında bunun büyük bir etken olduğunu belirtmiştir.

İkinci açıklama ise Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi üzerinden kurulmuştur. Bilindiği üzere 2016 yılında Halep şehri abluka altına alınmış ve sonunda içerideki tüm muhalifler Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan bir anlaşma gereğince tahliye edilmişti. O dönemde Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesi YPG tarafından kontrol edilmekteydi. Şehrin ablukaya alınması için Esed rejimi ile doğrudan işbirliği yapan YPG, daha sonra muhaliflerin tahliye edilmesi ile Türkmen mahallesi olan Bostan Paşa’ya girmiş ve yarısını kontrol altına almıştır. Aradan geçen 7 seneye rağmen, YPG’nin bu iki mahalledeki kontrol alanı devam etmektedir. Görüşmeciler, Esed rejiminin Halep şehrindeki Şeyh Maksud Mahallesindeki YPG varlığını sonlandırmıyorken, Suriye’nin kuzeyindeki YPG kontrol alanlarına ilişkin adım atmasını beklenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Üçüncü açıklama ise Esed rejimin askeri kapasitesinin yetersiz olduğu yönünde olmuştur. Görüşmeciler, Esed rejiminin sayısal anlamda genişlemek ve Irak sınırına kadar kuzeyde kontrolü sağlamak için imkânlara ve askerî unsurlara sahip olmadığını ifade etmişlerdir. Suriye’nin güneyindeki Dera’da bile 5 yıldır rejim hâkimiyeti sağlanamamışken, rejimin kuzeydoğuya doğru genişlemesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. İlaveten, Esed rejiminin YPG’yi doğrudan hedef alması durumunda, ABD’nin de Esed rejimini hedef almasının muhtemel olduğunu vurgulamışlardır. Nitekim ABD, Türk askerini NATO müttefikliği sebebiyle hedef almazken, Esed rejimi için durumun çok farklı olacağını söylemişlerdir.

Son olarak, özellikle askerî kanattan olan görüşmecilerin vurguladığı diğer bir husus ise bu fikrin saha gerçekliği ile ne denli uzak olduğudur. Askerî kanattan olan görüşmeciler, cephe hatlarında yaşanan çatışmalarda karşılarında Esed rejim unsurları ve YPG’nin beraber aynı hendekte olduğunu hatırlatmıştır. Tel Rıfat, Menbiç, Ayn İssa, Tel Temr ve Amuda bölgelerinde aynı anda Esed rejimi ve YPG ile çatıştıklarını belirtmişlerdir. Sahadaki gerçeklik böyleyken, Ankara ile Şam arasında YPG’ye karşı ortak bir askerî hamlenin hiçbir şekilde inandırıcı olmadığını ifade etmişlerdir.

Sonuç ve Değerlendirme

Suriye muhalefetinin Ankara-Şam görüşmelerine ilişkin tutumu ve görüşleri değerlendirildiğinde öne çıkan 3 nokta bulunmaktadır.

  • Beklenti

Türkiye’deki kamuoyu algısının aksine, Suriye muhalefetinin beklentileri daha olumsuz ve daha negatiftir. Türk kamuoyunda görüşmelerin bir sonuç vereceği beklenirken, Suriye muhalefeti kesin olarak bir sonucun elde edilemeyeceğini ifade etmektedirler. Benzer bir şekilde, Türkiye’de görüşmelerin Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için olumlu bir sonuç doğurması ve YPG’ye karşı ortak bir zeminde buluşulması ümit edilirken, Suriye muhalefeti bileşenlerinden görüşülen kişiler bunun olmayacağını net bir şekilde ifade etmektedirler.

  • Format ve İçerik

Türkiye’de dörtlü zirvenin formatı ve yapısına ilişkin çok fazla tartışma ve fikir ayrılıkları dillendirilmezken, Suriye muhalefetinin bu yönde ciddi eleştirileri bulunmaktadır. Görüşmelerde Suriye muhalefetinin yer almamasını büyük bir eksiklik ve hata olarak nitelendiren görüşmeciler, Türkiye’nin 3’e karşı 1 denkleminde kaldığını izah etmektedirler. Ayrıca Rusya ve İran arabuluculuğunda yapılan görüşmeler yerine, Birleşmiş Milletler uhdesinde görüşmelerin daha doğru olacağı değerlendirilmektedir.

  • Türkiye’ye Bakış

Suriye muhalefeti bileşenlerinden olan görüşmecilerin ortak bir şekilde vurguladıkları Türkiye’ye egemen bir ulus olarak saygı duydukları ve Türkiye’nin dünyadaki her devlet gibi kendi çıkarı doğrultusunda hareket etmesini anladıkları olmuştur. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye’den askerini çekmeyeceğine ve Suriye muhalefetini yarı yolda bırakmayacağına dair de kesin bir inanç hâkimdir. Esed rejiminin iki ön şartı olan ‘Suriye’den Türk askerlerin çekilmesi’ ve ‘Suriye muhalefetine desteğin kesilmesinin’ yerine getirilmeyeceği kuskusuz olarak görülmektedir.

  • Suriye Muhalefetinin Yaklaşımına Dair

Suriye muhalefetinin beklenildiğinden daha olgun olduğu görülmektedir. Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelere duygusal olarak yaklaşmadıkları ve rasyonel zeminde argüman geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duyması ve Ankara ile Şam arasındaki görüşmeleri doğrudan reddetmemesi siyasî olgunluğu göstermektedir. Hatta Suriye muhalefeti bileşenlerinin siyasî okuması ve görüşmelerden beklentilerinin Türk kamuoyuna göre daha ayağı yere basan yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkündür. 2011’den bu yana Suriye muhalefetinin ciddi bir gelişim gösterdiği ve siyasî okuma becerisinde ciddi bir artışın olduğu ifade edilebilir. Savaşın ilk yıllarında Esed rejimi ile görüşmeyi dahi reddeden muhalefetin, Ankara-Şam görüşmelerine dair en büyük eleştirisinin Suriye muhalefetinin masada olmamasıdır. Bu değişim ve dönüşüm, 12 yıllık süreçte Suriye muhalefetinin ciddi tecrübe kazandığına işarettir.

Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olumlu bakışı ve sarsılmaz güveni bir yandan Türkiye için ciddi bir imkân sağlarken, diğer yandan ise önemli bir riski de içinde barındırmaktadır. Suriye muhalefetinin Türkiye’ye ilişkin olan sarsılmaz güveni zedelenirse, psikolojik ve duygusal anlamdaki yıkım da çok büyük olabilir.

Kategori Raporlar

Bu rapor, Haziran ayı boyunca Suriye'deki siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarının önemli gelişmelerini ele almaktadır. Suriye’de güvenlik anlamında, İdlib'teki Rus hava saldırılarında artış yaşandı. Suriye’nin doğusunda DEAŞ'a karşı güvenlik operasyonlarının yoğunlaşması ve Dera'da yerel fraksiyonlar ile rejim yanlısı milisler arasında çatışmalar arttı. Siyasî olarak rejim, Arap devletleriyle ilişkileri güçlendirmek ve ekonomik anlaşmalarla Arap yakınlaşmasının artmasını hedeflemeye devam etti. Ancak rejim ciddi siyasî adımları hala atmadığından dolayı Batı devletleri, normalleşmeye karşı olmaya sürdürmektedir ve rejime karşı uygulanan yaptırımların kaldırılmasını reddetmektedir. Ekonomik olarak, Esed rejiminin ekonomi ve mali politikalarının bir sonucu olarak Suriye lirasının değeri azalmaktadır. Paradaki değer kaybı ile beraber alım gücü de sürekli olarak azalmaktadır. Bu da Suriyelilerin normal yaşamlarında çektiği sıkıntıyı artırmaktadır. Özellikle Kurban Bayramı ile fiyatlar daha da yükseldi. Öte yandan, Suriye'nin kuzeyinde yerel meclisler ve sivil örgütler, stratejik sektörlerde erken iyileşme projelerinin birçoğunu hayata geçirmeye devam etti. Bunlardan biri Mare'de yeni bir sanayi bölgesinin açılmasıydı. Bu bölgede 50 hazır atölye ve 100'ün üzerinde inşa halindeki atölye bulunuyor. Ayrıca diğer birçok proje de mevcut.

Güvenlik İstikrarsızlığı Göstergelerinde Artış

İdlib'teki birçok bölge, Rusya ve rejim tarafından hava saldırıları ve topçu ateşiyle hedef alındı. Rusya'nın, rejimle Türk görüşmelerini desteklemesine rağmen güvenlik ve askerî durumları kötüleştirmesi, teknik anlaşmalar veya anlaşmaların gerçekleşmesi için gerekli politik irade kadar önemli bir faktör olarak görülmektedir. Özellikle son zamanlarda Lazkiye kırsalında yerel fraksiyonların, Kardaha şehrine bir insansız hava aracıyla saldırı düzenleyerek bir kişinin ölümüne ve başka bir kişinin yaralanmasına neden olan askerî yeteneklerini sergilediği görüldü.

Öte yandan, "Heyet Tahrir Şam" örgütüne ait güvenlik güçleri, "Genel Güvenlik" teşkilatında yer alan bazı önemli şahsiyetleri ve askerî birlikler ile ikinci derecede medya çalışanlarından oluşan yaklaşık 80 kişiyi yabancı güçlere casusluk yapmakla suçlayarak tutukladı. Bununla birlikte, HTŞ yerel düzeydeki direnişi kırmak ve kendi politik ve ekonomik manevra alanlarını genişletmek için çabalarını sürdürüyor. Bu durum, YPG ile ekonomik anlaşmaların yapıldığı iletişim kanallarının oluşturulmasıyla somutlaşmıştır.

Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ örgütü, YPG ve onlarla işbirliği yapanlara yönelik gerçekleştirilen 24'ten fazla saldırıyı üstlendi. Örgütün yayınladığı verilere göre, bu saldırılar 11 kişinin ölümüne ve 26 kişinin çeşitli derecelerde yaralanmasına neden oldu. Örgütün faaliyetleri, önceki aylarda uluslararası koalisyonun YPG güçleriyle birlikte önleyici operasyonları nedeniyle azalmıştı ancak Haziran ayında yeniden yükseldi. Koalisyonun bu ay içinde bölgede dört indirme operasyonu gerçekleştirdiği ve bunlardan birinin Haseke'nin güneyindeki örgüt liderlerinden birinin tutuklanmasıyla sonuçlandığı bildirildi. Ayrıca bölgede ABD askerî helikopteri düştü ve ABD komutanlığına göre 22 asker yaralandı. Deyr ez-Zor'da ise eyaletin çeşitli bölgelerinde 12 noktada kabile çatışmaları meydana geldi. Çatışmalar, ölümlere ve yaralılara neden oldu.

Bunun yanı sıra YPG’nin sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, kendi iradesiyle ellerindeki DEAŞ tutukluları için açık duruşmalar yapma niyetini duyurdu. Örgüt, tutukluları ve aileleri, niteliksiz kamplar ve hapishanelerde tutulmaları nedeniyle YPG için bir yük oluşturduğunu ifade etti. Özellikle Kuzeydoğu Suriye'deki DEAŞ saldırılarının artması ve geçen yılın başında Haseke Sanayi Cezaevi'nin DEAŞ tarafından ele geçirilme senaryosunun tekrarlanma korkusu ile birlikte, yıllardır yargısız olarak tutulmaları nedeniyle bu durum daha da zorlaşmaktadır. Ancak, kendi vatandaşlarını kabul etme çağrılarına yanıt vermeyen ilgili devletlerin yanı sıra, DEAŞ mahkûmlarının yargılanması için önemli hukukî engeller de bulunmaktadır.

Diğer yandan Türkiye, ‘Özyönetimi’ tanımamakta ve onu PKK'nın bir "terör örgütü" kolu olarak kabul etmektedir. Bu nedenle Türkiye, YPG liderliklerini ve üyelerini hedef almaya devam etmektedir. Bu çerçevede, "Kamışlı İl Meclisi"nin ortak başkanı Yesire Derviş, ortak başkan yardımcısı Leyla Şeviş ve şoför Ferat Toma etkisiz hale getirildi. Ayrıca il meclisinin ortak başkanı Cabi Şemo, Türk insansız hava araçlarının saldırısı sonucunda yaralandı. Saldırı, Kamışlı’nın doğusunda onları taşıyan bir araca yönelikti.

Dera'da, rejim yanlısı anlaşma ve uzlaşma girişimlerinin başarısızlığına işaret olarak, ildeki güvenlik kaosu devam etmektedir. Ay boyunca 30 kişi suikastlar sonucu öldürüldü ve ayrıca il genelinde farklı güvenlik olaylarında 8 kişi hayatını kaybetti. Bu durum, güvenlik kaosunun ve silahlı çatışmaların devam etmesine işaret etmektedir. Son olarak, Suriye-Ürdün sınırında Nasib geçidi yakınında yerel gruplarla rejim yanlısı milisler arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca Nasib üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı devam etmekte ve gençlerin Suriye’den kaçmaya devam etmesi durumu söz konusudur. Bu, 2018 ve 2021 anlaşmalarından sonra rejim tarafından kovalamaca ve kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle Dera ilinden Yunanistan sahilleri açıklarında Haziran ayı ortasında boğularak ölen 100'den fazla kişiyle birlikte gerçekleşmiştir.

Esed rejimi, Arap yakınlaşması ve Batı baskıları arasında

Esed rejimi, Arap Ligi'nde bir elçi ataması gerçekleştirdi ve Dışişleri Bakanı, Irak ve Suudî Arabistan'ı ziyaret etti. Suriye ile Arap ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliğin yeniden başlaması konusunda anlaşmaya varıldı. Aynı zamanda Beşar Esed, Birleşmiş Milletler İnsanî İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Durum Yardım Koordinatörü'nü kabul etti. Mültecilerin geri dönüşü konusunda politik yapılardan kaçınılması gerektiğini vurgulayarak, geri dönecekleri köylerde ve şehirlerde hasar gören altyapının yeniden inşası için gereksinimlerin karşılanması ve çeşitli hizmet tesislerinin rehabilite edilmesi çağrısında bulundu. Bu, rejimin güvenli mülteci dönüşü konusundaki ilerlemeleri özellikle güvenlik takibatının durdurulması, güvenlik birimlerinin düzenlenmesi ve yeniden yapılandırılması, tutukluların serbest bırakılması ve yargı sisteminin reform edilmesi gibi konularda geri adım olarak değerlendirildi. Bunun yerine rejim, ekonomik kazanımlar elde etmek ve üzerine uygulanan yaptırımları kaldırmak için uluslararası toplumu baskı altında tutmak amacıyla bu konuyu kullanma girişiminde bulunmaktadır. Bununla birlikte, Batı'nın normalleşmeyi reddetme tutumu devam ederken, Kanada ve Hollanda Esed rejiminin uluslararası hukuku ihlal ettiği ve işkence suçları işlediği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı'na ortak bir dava açtı. Bu adımlar, Arap dünyasının Esed rejimiyle normalleşme veya yaptırımları hafifletme konusunda ne kadar başarılı olabileceği ve Suriye'deki bazı Arap ülkelerinin, gerçek etki araçlarından yoksun olarak Esed'i uluslararası alanda rehabilite etme veya üzerine uygulanan yaptırımları hafifletme konusundaki yetenekleri hakkında önemli soruları gündeme getiriyor.

Öte yandan, Astana görüşmelerinin 20. turu tamamlandı ve son bildiride, "Suriye'nin belirli bölgeleriyle ilgili seçici önlemler ve muafiyetler dâhil olmak üzere uluslararası hukuku, uluslararası insan hakları hukukunu ve Birleşmiş Milletler Şartı'nı ihlal eden tüm tek taraflı yaptırımların reddedildiği" belirtildi. Bu durum, Türkiye'nin Esed rejiminin üzerindeki yaptırımları kaldırma veya hafifletme konusunda destekleyici bir tutum sergileyebileceğine işaret etmektedir. Ayrıca Astana'daki katılımcılar, rejimin 2023 Ağustos ayındaki uzatmanın sona ermesinden sonra rejimin ve Rusya'nın onayını aşma girişimlerine karşı çıktığını doğrulayan, Reyhanlı ve Bab al-Hawa sınır kapılarından yardımların girişine onay vermesi nedeniyle rejimin bu tutumunu memnuniyetle karşıladı.

Kuzeydoğu Suriye'de, "Suriye Demokratik Meclisi" ve Ulusal Değişim ve Demokrasi Koordinasyon Kurulu, ulusal demokratik değişim projesini benimseyen bir muhalif cephe inşa etme konusunda anlaşmaya vardı. Bu ortak belge, "Ulusal Demokratik Güçler" olarak adlandırılan politik güçlerin, Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı gereğince siyasi bir çözümün başarılı olması için beş temel ilkeyi benimsemelerini içeriyordu.

Suriyelilerin acılarını derinleştiren ekonomi politikaları

Suriye lirası hala ardı ardına düşüş yaşamakta ve yönetim tarafından uygulanan ekonomik ve mali politikalar sonucunda 1 Amerikan doları karşısında 9,250 liraya kadar gerilemiştir. Liranın ve fiyatların istikrarını yeniden sağlamak, ülkeden sert para çıkışını engellemek için, Para ve Kredi Kurulu, Suriye'ye gelenlere 500 bin dolara kadar miktarda nakit girişine izin veren bir karar yayınlamıştır. Ayrıca ülkeden ayrılanlar, 10 bin dolar veya dövize eşdeğer miktarda çıkış yapabilme izni almıştır.

Yaşam koşullarıyla ilgili olarak, fiyatların yükselmesiyle halkın zorlukları bayram zamanına denk gelmiştir. Dera'da yumurta fiyatı 30 bin liraya, Hama ve Şam'da ise 33-34 bin liraya ulaşmıştır. Diğer yandan, hükümet memurlarının ortalama maaşı aylık 100 bin lira iken kurbanlık fiyatı bazı bölgelerde 3 milyon liraya yükseldi. Böylelikle koyun fiyatları bir yıl içinde 6 kat artmıştır. Fiyatların yükselmesi ve alım gücünün zayıflaması nedeniyle vatandaşların alışveriş yapması azalmış ve piyasalarda durgunluk yaşanmıştır. Ayrıca kurban bayramı döneminde dış transferlerin Suriye'ye olan hacminin, geçen Ramazan bayramına kıyasla üç kat azaldığı rapor edilmiştir. Bu sırada yönetim, bayramdan önce herhangi bir mali yardım veya maaş artışı sunmaktan kaçınmıştır. Suriye Geçici Hükümetin Maliye Bakanlığı, 2022 için enflasyon oranını %100, 2023 için ise %104,7 olarak tahmin etmiş ve 2011-2023 arasındaki enflasyonun yaklaşık olarak %16.000 olduğunu belirtmiştir.

Muhalefet bölgeleriyle ilgili olarak, Suriye Geçici Hükümeti ve İdlib’teki Kurtuluş Hükümeti, sert buğday için ton başına 330 dolar, yumuşak buğday içinse ton başına 285 dolar bir fiyat belirlemiştir. Bu fiyat, geçen yılki 450 dolarlık fiyattan daha düşüktür. YPG’nin sözde YPG’nin verdiği fiyat ise 222 dolardır. Eğer fiyatta bir artış olmazsa, muhalif bölgelerdeki çiftçiler buğday ürünlerini hükümete veya tüccarlara satmaktan vazgeçecek ve daha fazla kar getiren ürünleri ekeceklerdir.

Erken iyileşme projeleriyle ilgili olarak, yerel meclisler ve sivil toplum örgütleri birçok hayatî sektörde projelerin uygulanmasını tamamlamıştır. Mare’deki yerel meclis, yeni bir sanayi bölgesi açmış olup 50 hazır atölye ve 100 hazırlık aşamasındaki atölyeyi içermektedir. Reyhanlı'daki endüstri bölgesine ana trafo bağlantısı yapılmış ve endüstriyel projelerin altyapısının hazırlanması hedeflenmiştir. Ayrıca Suriye Geçici Hükümeti'nde Maliye ve Ekonomi Bakanı, Reyhanlı'daki endüstri bölgesinde bebek sütü fabrikasının açılışına katılmıştır.

YPG’nin kontrol ettiği bölgelerle ilgili olarak, Haseke şehrinde gaz sıkıntısı nedeniyle yüzlerce vatandaşın katıldığı bir protesto düzenlenmiştir. Gaz fiyatları son zamanlarda karaborsada yaklaşık olarak 150 bin Suriye lirasına yükselmiş ve resmî fiyatın iki katına çıkmıştır. Ayrıca Amuda pazarı, lisans koşullarının finansal garanti ve ofis donanımı gibi imkânlarının üzerine çıkan yeni şartlar nedeniyle para transferi ve döviz bozdurma ofislerini kapatmıştır. ‘Özyönetim’ gümrük idaresi tarafından alınan yeni bir karar ile iç geçişler yoluyla YPG tarafından kontrol edilen bölgelere giren sebze ve meyve sevkiyatları için yeni bir gümrük sistemi belirlemiştir. Bu sistemde patates, domates ve yeşil soğan için 3 dolar, kuru soğan için 10 dolar, sarımsak için ise bir ton başına 20 dolar gümrük ücreti belirlenmiştir. Ayrıca bölgede üretilmeyen meyvelerin giriş ücretleri, kiraz için 6 dolar, muz için 16 dolar ve ananas için bir ton başına 60 dolar olarak belirlenmiştir. Bu durum, bu ürünlerin fiyatlarını etkileyecek, halkın alım gücünü azaltacak ve sıkıntılarını artıracaktır. Son olarak Haseke ilindeki itfaiye birliği, bu yıl 2023'te Haseke iline bağlı kırsal alanlarda yaklaşık olarak 370 dönüm, Kamışlı ilinde ise 418 dönüm ekili arazide meydana gelen hasarları kaydetmiştir.

Kategori Raporlar

Bu rapor, Temmuz ayı boyunca Suriye'deki güvenlik, siyasî ve ekonomik önemli olayları özetlemektedir. Doğu Suriye bölgeleri ve Fırat Nehri'nin her iki yakasında taraflar arasında askerî hareketlilik yaşanmaktadır. Aynı zamanda "Deir ez-Zor Askeri Konseyi" ile "Suriye Demokratik Güçleri" liderliği (YPG) arasındaki anlaşmazlıklar silahlı çatışmalara ve Deir ez-Zor'un kuzey kırsalındaki köylerde ve kasabalarda yolların kapatılmasına yol açan bir çatışmaya dönüşmüştür. Deir ez-Zor Askerî Konseyi üyelerinden iki kişi, YPG/SDG'ye ait askeri polis tarafından öldürüldü. Siyasî alanda, Arap devletlerinin Esed rejimi ile normalleşmesi devam etmektedir fakat bu süreç rejimin sunabileceği şeylere bağlıdır ve mütekabiliyet esasına göre ilerlemeye dayanmaktadır. Suriye’ye Türkiye üzerinden yapılan BM yardımları için kurulan mekanizma, Rusya’nın BM’deki vetosu ile durdurulmuştur. Rusya, BM’nin insanî yardımların uzatılmasına ilişkin alınan kararı engelleyerek, BM ve insanî kuruluşların Suriye'de milyonlarca insanın yaşadığı korkunç insanî koşullar altında alternatif mekanizmalar oluşturulmasında ek bir zorluk oluşturmuştur. Özellikle Suriye'de ekonominin kötüleştiği ve Suriye lirasının daha fazla değer kaybettiği dönemde bunun gerçekleşmesi ayrı bir endişe yaratmaktadır.

İç Güvenlik Zorlukları ve Cephe Hatlarında Askerî Hareketlilik

İsrail, Şam kırsalında bir dizi güvenlik ve askerî hedefi vuran hava saldırıları gerçekleştirdi. Bu hedefler arasında Batı Şam kırsalında "Hizbullah" milislerinin eğitim sahası olan El-Bukeya bölgesi, mermer fabrikasının yakınındaki Hizbullah noktası, Sabura ve Yeafur köyleri arasındaki İran destekli milis noktası, Şam ve Dera arasındaki yönetimsel sınırda bulunan "88. Tugay" ve Tartus'un Kumus bölgesindeki "S 200" hava savunma üssü yer alıyor.

Güneyde, güvenlik açısından kaos devam ediyor. Dera ilinde 37 kişi öldürüldü ayrıca ay boyunca farklı güvenlik olaylarında 20 kişi daha hayatını kaybetti. Bu arada rejim güçleri sınırlı çapta güvenlik operasyonları ve askerî operasyonlar gerçekleştirmeye devam ediyor. Bu çerçevede Dera şehri, topçu ateşi ve insansız hava araçlarıyla bombalandı, örgüt üyelerini ve IŞİD hücrelerini hedef alarak birçok ev tahrip edildi. Özellikle insansız hava araçlarının kullanımı dikkat çekicidir. Bu, rejimin Dera'daki stratejisinde yeni güvenlik araçlarına yöneldiğini gösteriyor.

Suveyda'da yerel gruplar, hükümet güçlerinin ilde yaptığı gözaltı operasyonlarına tepki olarak bazı hükümet subaylarını rehin aldı. Bu subayların yerel aracılar vasıtasıyla muhalif tutsaklarla takas edilmesi amaçlandı. Bu tür olaylar rejimin ilde tam bir güvenlik hâkimiyetine sahip olmamasının bir yansımasıdır.

İdlib'de, "Heyet Tahrir el-Şam" örgütü, idarî birimlerde, güvenlik ve iletişim birimlerinde hükümete, Rusya'ya veya ABD'ye casuslukla suçlanan yetkilileri hedef alan bir güvenlik operasyonunu sürdürüyor. Kampanyanın başlamasından bu yana 300'den fazla kişi tutuklandı. Bu süreçte, Heyet Tahrir el-Şam ile rejim arasında İdlib cephe hattındaki çatışmalar ve karşılıklı sızma operasyonları devam ediyor fakat bu durum ateşkesi etkilemiyor.

Doğu Suriye'de, Deyr ez-Zor ve Fırat Nehri'nin her iki yakası farklı tarafların askerî hareketliliğine tanıklık ediyor. Uluslararası koalisyon güçleri, konvoylar halinde bölgedeki üslerine malzeme ve personel taşıyor. "YPG/SDG, Deyr ez-Zor'da bir operasyon merkezi kurdu böylelikle bölgedeki askerî varlığını artırdı. Koalisyon güçleri yerel aşiret liderleri ve askerî konsey temsilcileriyle görüşmeler yapıyor. Bölgedeki bu askerî yükselmenin, İran destekli milislerin uluslararası koalisyon güçlerine yönelik saldırı planlarını içerdiği bildiriliyor.

Öte yandan, Deyr ez-Zor'un kuzey kırsalında "Deyr ez-Zor Askerî Konseyi" üyeleri ile SDG'ye ait askerî polis arasında çatışmalar yaşandı. Bu olaylar, konsey üyelerinin ölümü ve gözaltına alınmasıyla başladı. Deyr ez-Zor Askerî Konseyi lideri Ahmed al-Khabil'in "Ebû Hula" olarak bilinen ses kayıtları, konsey üyelerini ve yerel aşiretlerin halkını askerî polis noktalarını kuşatmaya çağırıyor. Bu olaylar, SDG'nin iç yapısının zayıflığını ve örgüt içindeki YPG etkisini tekrar gündeme getirdi.

Son olarak Menbic şehri, YPG/SDG’nin zorunlu askere alma kampanyasına karşı bir genel greve sahne oldu. Şehirdeki birçok sektör, zorunlu askere alma politikasına karşı çıkarak greve gitti.

Normalleşme Sonrası Rejimin Tutumu: Şantaj

Rusya'nın veto etmesi nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Türkiye üzerinden yardım kararını uzatma girişimi başarısız olduktan sonra Esed rejimi, BM ve uzman ajanslarına, Bab al-Hava sınır kapısından insanî yardımların ulaştırılmasına izin verdiğini duyurdu. Ancak yardımların "terörist varlıklara" teslim edilmemesi ve dağıtımının rejime bağlı Suriye Kızılay’ı ile koordineli şekilde yapılması koşulunu öne sürdü. Bu karar, birçok Avrupa ülkesi tarafından reddedildi ve BM tarafından bağımsızlığına ve çalışma özgürlüğüne karşı bir çatışma olarak görüldü. Rejim, bu kararla uluslararası yardım dosyasını kontrol altına almayı ve muhaliflere karşı savaşında yeni bir araç olarak kullanmayı amaçlıyor ayrıca kontrolü dışındaki bölgeleri cezalandırmayı hedefliyor.

Bölgesel açılım ve normalleşme bağlamında Esed, Bağdat Başbakanı Muhammed Şia El-Sudanî'yi resmi bir ziyaret kapsamında Şam'da ağırladı. Bu ziyaret, 2011'den bu yana Şam'a gelen ilk Irak Başbakanı ziyareti oldu. El-Sudanî, iki ülkenin ortak zorluklarla başa çıkmak için koordinasyonunun önemini vurgularken Esed, Suriye ve Irak'ın su kaynaklarının "çalındığını" iddia etti ve terörü destekleyen komşu ülkeleri suçladı. Bu açıklama, Türkiye'yi işaret ediyor ve Türkiye ile olan yakınlaşma sürecinin, Esed’in önceden belirlediği şartların yerine getirilmemesinden duyduğu rahatsızlığı gösteriyor. Rejimin önde gelen taleplerinden biri Türk askerlerinin Suriye'den çekilmesidir. Ayrıca teknik adımlar bağlamında, Ürdün ve Suriye arasında uyuşturucu kaçakçılığına karşı ortak bir komite oluşturulması için ilk toplantı Ürdün'de gerçekleşti. Bu komite, Ürdün'ün geçen Mayıs ayında ev sahipliği yaptığı istişare toplantısının sonuçlarına dayanarak oluşturuldu.

Dalgalı Piyasalar ve Ekonomik Zorluklar

Suriye lirası, Şam, Halep, İdlib ve Haseke pazarlarında dolar karşısında düşmeye devam ederek 1 dolar karşısında 13 bin lirayı gördü. Bu arada, Suriye Merkez Bankası doların resmi kurlarını kamuya açık bankalar, döviz büroları ve dış transferler ve bireysel döviz işlemleri için 9,900 liraya yükseltti. Suriye lirasının değerinin bu ay içinde düşmesi, ödeme aracının piyasada dolaşıma giren büyük miktarlarından kaynaklandı. Rejim kontrolündeki bölgelerde çiftçilerden satın alınan 800 bin ton buğdayın maliyeti 2 trilyon Suriye lirası (2000 milyar lira) ve YPG kontrolündeki bölgelerde 516 milyon dolarlık, Suriye kuzeydoğusunda ve muhalefet bölgelerinde 64 milyon dolarlık maliyet taşıyor. Bu fonlar nakit arzında bir artışa neden oldu ve Merkez Bankası, piyasada likiditeye eklemek üzere 5,000 liralık banknotun basılmasını onayladı.

Lira değerindeki düşüş, rejim kontrolündeki bölgelerde gıda ve gıda dışı malların fiyatlarında büyük ve düzensiz bir artışa neden oldu. Fiyatlar saat başı ve her gün değişiyor ve bazı ürünlerde fiyat artışı %200'ü aştı. 5 kişilik bir Suriye ailesinin yaşam maliyeti, mart ayının sonunda 5.6 milyon lira civarındayken, 6.5 milyon Suriye lirasına yükseldi. Bu ardışık krizlerle karşı karşıya olan rejim, ekonomi ve yaşam koşullarını iyileştirmek için Halk Meclisi ve Bakanlar Kurulu Ekonomi Komitesi'nden oluşan bir ortak komisyon kurdu ancak Halk Meclisi, ülkenin ekonomik gerçekliğini değiştirme konusunda aciz olduğunu kabul etmektedir.

Rejim hükümeti toplantılarının bir parçası olarak Tarım Bakanı Muhammed Hasan Kettan, İtalya'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Gıda Sistemleri Zirvesi sırasında Suudî meslektaşı Abdurrahman Fadli'ye, Suriyeli malların Suudî Arabistan'a girişi için kolaylıklar talep ettiğini ve rejime bağlı Suriye Arap Havayolları'nın Kraliyet Suudî yetkilileriyle yeniden uçuşları başlatma konusunda anlaştığını ve Arap Suriye Havayolları'nın Riyad'daki ofislerini hazırlamaya başladığını duyurdu.

Yatırım sözleşmeleriyle ilgili olarak, rejim hükümetine bağlı Ulaştırma Bakanlığı, Şam Uluslararası Havalimanı'nı Beşar ve Esma Esed ile doğrudan ilişkili kişilere ait olan "Eloma" şirketiyle yatırım yapacağını açıkladı. Rejim, Kamu Havacılık Kurumu'nun hisselerinin %51'e ve yatırım yapacak olan şirketin hisselerinin %49'a sahip olmasını, şirketin tüm yolcu ve kargo hava taşımacılığıyla ilgili iş ve hizmetleri gerçekleştirmesini ve uçuşları düzenleyip gerekli hizmetleri sağlamasını ve yer hizmetlerini gerçekleştirmesini, Suriye'deki hassas kaynakları hâkimiyeti altına alma ve büyük getiri sağlama politikasını sürdürmeyi hedefliyor.

Muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde, temel gıda maddelerinin fiyatları son altı ayda %48 arttı, bu da Türk lirasının değer kaybetmesi sonucu oldu ve Birleşmiş Milletler'e bağlı REACH ekibi, temel gıda maddelerine minimum harcama oranının 1600 Türk lirasından yaklaşık 2,700 Türk lirasına yükseldiğini belirtti.

Doğu Suriye bölgeleriyle ilgili olarak, YPG kontrol ettiği bölgelerde akaryakıt fiyatlarını artırdı, bu da akaryakıt istasyonlarının yeni bir fiyat belirlemeye kadar satış yapmasını durdurdu. Akaryakıt fiyatları, taşıtlar ve sanayi işleri için özel olarak kullanılan dizel yakıtı litre başına 425 Suriye lirasından, 525 Suriye lirasına yükseldi. Serbest dizel yakıtının litre başına 1,200 Suriye lirasından, 1,700 Suriye lirasına yükseldi ve evsel gaz tüpünün fiyatı 7,500 Suriye lirasından 10,000 Suriye lirasına yükseldi.

Diğer yandan, YPG Suriye'nin Haseke, Tel Temir bölgeleri ve kamplarını su kesintisi krizi nedeniyle felakete uğramış bölgeler olarak ilan etti. Haseke şehrinin içme suyu müdürlüğü, bazı insanların güvenli olmayan kaynaklardan bile kirli su alamadığını, bazılarının ihtiyaçlarını istismar ettiğini belirtti.

Kamışlı'da gıda satışları, Suriye lirasının daha fazla değer kaybetmesiyle 2022 Temmuz başından itibaren hacminin üçte birinden daha azına düştü. Bu durum şehir pazarındaki dükkân sahipleri tarafından belirtilmiştir. Hem tüketicilerin hem de perakende satıcıların gıda maddeleri satın alma talepleri %70'e kadar düşmüştür.

Kategori Raporlar

Giriş

PKK’nın Suriye kolu PYD’nin 2011 yılından bu syana devam eden yükselişi onu bölgesel bir güvenlik tehdidi haline getirirken, bu durum bir taraftan da KCK örgütlenmesi dâhilinde bir takım organizasyonel değişimlerin işaretini vermeye başladı. PYD’nin organizasyonel anlamda KCK’dan kopuşu ideolojik, tarihsel ve varoluşsal nedenlere bağlı olarak mümkün olmamakla birlikte,  şimdiye kadar PKK tarafından yürütülen KCK’nın bundan sonra PYD merkezinden yönetilebileceğine dair bir takım konjonktürel gelişme kaydedilmiştir. Bu durum, PYD’nin KCK’dan otonomlaşması anlamına gelmeyip KCK üzerinde PKK ve PYD’nin tahakküm mücadelesine dönüşebilecek bir kurumsal yöneticilik çekişmesini işaret etmektedir. Bu bağlamda önümüzdeki süreçte PKK merkezli KCK ile PYD merkezli bir Neo-KCK çekişmesinin hem terör örgütünün kendisinde hem de yerel ve bölgesel jeopolitik mimaride bir takım yeni güvenlik ortamlarını meydana getireceği beklenebilir. Bu çalışma, KCK’nın ortaya çıkışındaki ve gelişmesindeki neden ve süreç bağlamını tartışarak, KCK’nın PKK ve PYD için ne ifade ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Bununla birlikte çalışmada KCK örgütlenmesinin dört bileşeninden ikisi olan PKK ve PYD arasındaki yönetici aktör çekişmesinin gerekçeleri analiz edilecektir.

KCK Nedir?

Her şeyden önce KCK’nın (Koma Civakên Kurdistan- Kürdistan Toplum Konfederalizmi) PKK tarafından geliştirilen ayrılıkçı ve transnasyonel bir örgütlenme olduğunun altını çizmekte fayda var. Zira İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012 yılında hazırladığı iddianamede KCK için “Türkiye’de PKK’nın kontrolünde KCK Türkiye Meclisi, İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) ve Suriye’de Demokratik Birlik Partisi’nden (PYD) oluşan dörtlü bir uluslararası proje” olarak ifade edilir.([1]) Buradan da anlaşıldığı üzere KCK örgütlenmesi PKK’nın bölgesel ölçekte coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılığa dayalı bir motivasyonla hareket ederek Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki etnik Kürt çevresi üzerine örgüt ideolojisine dayalı siyasi-askeri bir teşkilat inşa etmeyi hedeflemektedir. Öte yandan iddianamede PKK’nın KCK örgütlenmesiyle PKK, PJAK, PÇDK ve PYD yapılanmalarının her birinin bulundukları ülkede birleşik bağımsız Kürdistan isimli yapılanmanın zeminini oluşturma görevini üstlendiği, PKK terör örgütü içerisinde yabancı ülke (İran, Irak, Suriye) vatandaşlarının bulunmasının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilerek örgütün bölgesel ölçekteki coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılık/bütünleştiricilik iddiasına dikkat çekilmektedir. Ayrıca PKK’nın KCK yapılanmasıyla Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yürütülen faaliyetlerin önce özerk bir yerel yapılanma, nihai olarak da bu dört ülke toprakları üzerinde birleşik Kürdistan şeklinde bir devlet yapılanmasını hedeflediği ifade edilir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılında ortaya koyduğu bu iddianame KCK ile ilgili bir yorum değil bir tespit olarak görülmektedir. Zira, PKK da KCK’yı etnik bir konfederal yapı olarak tanımlamaktadır.([2]) KCK örgütlenmesine geçişin ilk somut adımı PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongrede PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde alınan kararlara dayandığı söylenebilir.([3]) (Bu kongrede Öcalan’ın çizdiği yeni stratejiye uygun olarak, PKK kendisini feshederek KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak yeniden isimlendirmiştir. KADEK’in ömrü yaklaşık 1,5 yıl sürmüş, örgüt 26 Ekim- 6 Kasım 2003 tarihleri arasında Kandil Dağında düzenlediği olağanüstü kongresinde kendini feshederek yerine KONGRA-GEL’i (Kürdistan Halk Kongresi) kurduğunu ilan etmiştir. 2004 yılına gelindiğinde ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin neden olduğu kaotik güvenlik ortamını konjonktürel bir fırsat olarak değerlendiren KONGRA-GEL, 16-26 Mayıs 2004 tarihleri arasında gerçekleştirdiği olağanüstü kongresinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Bir Halkı Savunmak” adlı doktrini doğrultusunda Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki ülke yönetimlerine anayasal değişim dayatmaları önerirken, örgüt yapısının konfederal bir yapıya uygun olarak değişmesiyle ilgili de hedef belirlemiştir. Bu kongreden yaklaşık on ay sonra, Abdullah Öcalan 21 Mart 2005 tarihindeki Nevruz etkinliklerinde ilan edilmek üzere 20 Mart 2005 tarihinde yayınladığı mektupla konfederal bir sistem olarak Koma Komalen Kürdistan’ın (KKK-Kürdistan Dernekler Konfederasyonu) kurulduğunu duyurmuştur.

Terör örgütü, 4-21 Mayıs 2005 tarihleri arasında düzenlediği olağanüstü kongresinde lideri Abdullah Öcalan’ın 20 Mart 2005 tarihinde ilan ettiği konfederalizm ilkelerini kabul etmiştir. Bu çerçevede, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtlerin bir araya gelerek kendi federasyonlarını kurması, birleşerek de üst konfederalizm olan KKK’nın kurulması karara bağlanmıştır. 21 Mart 2005’te KKK adıyla kurulan konfederal sistem, örgütün 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında Irak-Kandil dağında düzenlediği kongrede adı KCK (Koma Civaken Kurdistan / Kürdistan Toplum Konfederalizmi) olarak değiştirilmiş ve sistem içinde örgüt liderliğinin rolü güçlendirilmiştir.

KCK kendisini bir devlet yapısı olarak tanımlamamakla birlikte KCK Sözleşmesinin üçüncü bölümünde bir “önderlik” makamının yanı sıra devlet aygıtının temel kuvvet organları olan yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin yapılaşması olarak tanımlamaktadır. Buna göre KCK sözleşmesinde dört temel kuruma vurgu yapılır; Abdullah Öcalan KCK’nın kurucusu ve önderi; Kongra-Gel (Kongra Gelê Kurdistan-Kürdistan Halk Meclisi) yasama organı; KCK Yürütme Konseyi de KCK’nın icra organı; Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemelerinden oluşan üçleme de yargı organı olarak tanımlanır. KCK Sözleşmesinin 36’ncı maddesinde PKK, KCK sisteminin ideolojik gücü olarak ifade edilir ve KCK’ya üye her bir örgüt elemanının da PKK’nin ideolojik ölçülerini esas alması şart koşulur. Esasen KCK, ilk önce bölgesel özerkliği teşvik eden daha sonra da bağımsız bir devlet olmayı hedefleyen ve dört farklı ülkede ayrılıkçı bir hareket sistemidir. 

Günümüzdeki yapısıyla PKK/KCK terör örgütü, hiyerarşik olarak Abdullah Öcalan’ın liderliğinde, onun altında Avrupa’da siyasi faaliyet gösteren Kongra-Gel ve onun altında Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de KCK Yürütme Konseyine bağlı teşkilatlar vasıtasıyla KCK örgütlenmesi şeklinde idare edilmektedir. KCK Yürütme Konseyinin konfederal yapılanması dahilinde siyasi-askeri kanatta Türkiye ve Irak’ın kuzeyinde PKK- HPG, İran’da PJAK-YRK, Suriye’de PYD-YPG, Irak’ta PÇDK olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılındaki iddianamesinde KCK’nın bir siyasi hareket olduğu, PKK ile KCK’nın aynı yapılanmalar olduğu belirtilir ve örgütün adı PKK/KCK terör örgütü olarak ifade edilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kurumlarında örgüt PKK/KCK Terör Örgütü olarak tanımlanmaktadır. PKK/KCK, PKK merkezinden yürütülen transnasyonel, etnik, bölücü ve silahlı program olarak terör yöntemlerini benimsemiş devlet-dışı silahlı bir örgütlenmedir.

PYD’nin Ortaya Çıkışı ve Yükselişi

PYD, PKK’nın 2002 yılındaki 8. Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda 2003 yılında kurulmuştur. PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongresi’nde Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde karar alınmıştır.([4]) Bu çerçevede, KCK’nın hedefleri doğrultusunda örgütün Suriye’deki siyasallaşma projesi kapsamında 17 Ekim 2003’te Partiya Yekitiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi (PYD) kurulmuştur.([5]) 2003-2010 yılları arasında liderliği Fuat Ömer tarafından yapılan PYD örgütlenmesi, Suriye’deki faaliyetlerini bu yıllar arasında örtülü bir şekilde devam ettirmiştir.

PYD’nin Suriye’deki yükselişinin öncül nedeni olarak Esed rejiminin 2011’den itibaren PYD’ye tanınan bir dizi imtiyaz olarak gösterilebilir. Suriye İç Savaşının getirdiği sınamayı hafifletmek ve Suriye devrim hareketini dengelemek için Esed rejimi PYD’nin Suriye’de açıktan örgütlenmesine ve silahlanmasına göz yummuştur. Bu kapsamda, daha önceden tutuklanan ve serbest bırakılmasının ardından ve yurtdışına çıkartılan PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş ve hapishanelerdeki PYD mensuplarını serbest bırakmıştır.([6]) PYD’nin silahlı kanadı YPG (Yekineyen Parastina Gel- Halk Savunma Güçleri) de 2011’de kurulmuştur. Esed rejimi 2012 yılında Ayn al-Arab ve Afrin gibi bölgeleri PYD-YPG kontrolüne bırakmıştır.([7])([8])

Kurulduğu andan itibaren PKK’nın ideolojik, örgütlenme, lojistik ve askeri desteğinden istifade eden PYD, 2013 yılının Kasım ayında iki gün süren görüşmelerin ardından Suriye’nin kuzeyinde “Kobani, Afrin ve Cizre” olmak üzere üç kantondan oluşan Rojava Geçiş Yönetimi’ni ilan etmiştir. Takip eden iki yıl içinde de Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın eylem alanlarının hiçbirinde elde edemediği fiili bir idari sistemi ile coğrafi bir alan kontrolünü hayata geçirmiştir. 2016 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adını alan PYD kısa sürede KCK’nın konfederal örgütlenme sistemi içinde özerklik hedefine fiilen ulaşan ilk bileşen olmuştur.

PKK ve PYD Arasında Doğal Olmayan Ayrışma ve Neo-KCK

Neo-KCK kavramı KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemektedir. Neo-KCK’daki yenilik, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümünün PKK merkezinden PYD inisiyatifine geçtiğini gösteren bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir. Kısacası, uluslararası aktörlerin Suriye iç savaşı sırasında KCK’nın Suriye projesi olan PYD ve onun askeri kanadı olan YPG ile açıktan temas kurmasıyla birlikte PYD de facto bir şekilde federatif pratik imkanına sahip olmuştur. Uluslararası aktörlerin himayesiyle KCK’nın konfederasyon modeli içindeki PKK, PJAK, PÇDK ve PYD örgütlenmeleri arasında fiilen de olsa federasyon hedefine ulaşan ilk örgüt olması hasebiyle PYD’nin PKK’ya karşı üstünlük algısı geliştirmeye başladığı görülmüştür. 13 Mart 2016 tarihinde Ankara’daki Kızılay Meydanı yakınlarında bulunan Güven Park’ta KCK terör örgütünün gerçekleştirdiği bombalı araç saldırısının ardından Türkiye’nin haklarında yakalama kararı çıkarttığı ve Interpol’e bildirdiği KCK sistemi içinde bulunan örgüt liderleri hakkındaki yakalama kararının Interpol tarafından iptal edilmesi buna örnek gösterilebilir. Zira bu kararın iptal edilmesinin nedeninin arananlar listesinde PYD Eşbaşkanlarından Salih Müslim, Asya Abdullah ve KCK Yürütme Konseyi üyesi Fehman Hüseyin gibi Suriyeli örgüt liderlerinin bulunması gösterilmektedir. Buna rağmen, Türk Adalet Bakanlığının talebi üzerinde PKK’nın lider kadrosunda bulunan Cemil Bayık, Duran Kalkan, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu gibi isimler hakkındaki yakalama kararı yeniden tesis edilebilmiştir. Bu algının oluşmasında 2013 yılından bu yana meydana gelen gelişmelerin PKK ile kıyaslandığında PYD lehine sonuç verdiği söylenebilir. Bu gelişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları, 2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü, siyasallaşma süreci ve ekonomik gelişimi, 3. PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve hibrit kapasitesi, 4. PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri, 5. PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi. Bu beş gelişmeden ilk dördü PYD ile, beşincisi ise PKK ile ilgilidir. Şimdi PYD’yi KCK yapısı içinde PKK’ya karşı üstünlük elde etmesine neden olan bu beş faktöre sırasıyla göz atalım.

1.Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları

PYD’nin PKK’ya karşı avantaj elde etmesine kaynaklık eden en önemli durum PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin ABD öncülüğünde kurulan İŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyonu (İMUK) tarafından yerel ortak olarak benimsenmesine dayanmaktadır. PYD’yi ve onun silahlı kanadı YPG’yi, PKK/KCK’nın Suriye uzantısı olarak gören ve ideolojik yakınlığı ile organizasyonel bağına ve PYD/YPG saflarındaki çok sayıda ismin PKK’lı teröristler olmasına rağmen PKK’dan ayırt etmeyen NATO üyesi Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen ABD tarafından PYD/YPG ısrarlı bir şekilde yerel ortak olarak tanımlanmıştır. YPG’nin 2011 yılında resmi olarak kuruluşunu ilan etmesi PYD’yi uluslararası ortamda bilinen bir aktör haline getirmiş, YPG’nin İŞİD’e karşı mücadelede etkinleşmesi, YPG içindeki kadın teröristlerle ve yabancı terörist savaşların daha görünür hale gelmesiyle birlikte YPG’nin ortak düşman olarak görülen İŞİD’e karşı savaşan yerel ortak olarak sunulmasına neden olmuştur. PYD’nin PKK ile ideolojik ve organizasyonel bağları biliniyor olmasına rağmen, başta ABD olmak üzere Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonu bileşenleri, PYD-YPG’yi hem siyasi hem de askeri alanda meşrulaştırmaya çalışmışlaradır. Bu bağlamda PYD-YPG yapısal bir dönüşüme uğratılmadan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı bir çatı oluşum ile YPG bu oluşum içindeki bileşenlerden bir tanesiymiş gibi sunuldu. Nitekim ABD Özel Kuvvetler Komutanı PYD-YPG’nin kendilerinin tavsiyesiyle SDG’yi kurduklarını bir düşünce kuruluşunun toplantısında itiraf etmiştir.([9])

Uluslararası aktörlerin PKK’yı terör örgütü olarak görüp PYD/YPG’yi terör listesine dahil etmemeleri PKK’yı olumsuzlarken, PYD’nin meşrulaştırabileceği bir algı havası oluşturdu.([10])ABD, Murat Karayılan, Duran Kalkan ve Cemil Bayık gibi PKK merkezli KCK savunucularından olan KCK Yürütme üyelerinin yakalanmaları için 2018 yılında başlarına 3-5 milyon USD arasında ödül koydu.([11]) ABD böylelikle, hem Türkiye’yi PYD’ye karşı yeni bir askeri harekât düzenlememesi için Türkiye’yi yatıştırmaya çalışırken diğer taraftan da PKK ile PYD arasına bir meşruiyet çizgisi çizmeye çalışmıştır. ABD Karayılan, Bayık ve Kalkan için böylesine bir karar alırken, Sofi Nurettin, Fehman Hüseyin gibi PYD merkezli hareket eden KCK Yürütme Konseyi üyesi diğer eş değer teröristler için herhangi bir adım atmamıştır. Hatta, KCK Yürütme Konseyi üyelikleri bilinen Salih Müslim, Asya Abdullah ve Mazlum Abdi ile açıktan birlikte çalışmaya devam etmiştir.([12])

2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi,

2012 yılında Esed rejiminin kendisine bıraktığı alanlar, ABD öncülüğünde Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonunun yardımıyla İŞİD ile çatışmalar neticesinde ele geçirdiği toprakların tamamı itibariyle 2012’den 2016 yılına kadar Suriye karasalının yaklaşık üçte birinin kontrol ederek, PYD PKK’nın silahlı mücadeleye başladığı yıllardan itibaren arzu ettiği bir teritoryal kontrol alanı oluşturmuştur.([13]) Türk Silahlı Kuvvetleri ve rejim muhalifi Suriye Milli Ordusu bileşenlerinin harekatlarıyla bu alan kontrolü Menbiç Çevresinde, Afrin genelinde ve Tel Abyad-Ra’s al Ayn alanlarında nispeten azaltılsa da PYD’nin teritoryal kontrolü hala devam etmektedir.

KCK sözleşmesinde ekonomik sistem kar ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı sistem şeklinde, üretimin ve mülkiyetin meclis yerleşim yerlerine bağlı olmasını benimser ifadeleriyle ekonomiye gerçeklikten uzak romantik bir anlam yüklenmiştir. KCK bunu savunurken PYD, kapitalist ekonomik düzene bağımlılığı ABD’nin himayesiyle birlikte kabul etmiş bir örgüttür. ABD’nin kontrol ettiği bölgelerde tipik bir Ortadoğu devletçiği gibi Suriye’ye ait petrol sahalarının işletmeciliğinden elde edilen gelir PYD’nin petro-dolar ekonomisine dayalı bir örgütlenme olarak elini KCK içinde PKK’ya karşı güçlendirmektedir. Bazı iddialara göre PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda Delta Crescent Energy LLC ile müşterek olarak işlettiği petrol kuyularından günlük 1-3 milyon USD gelir elde etmekte, yıllık olarak bu gelirin 5-7 milyar USD seviyesine çıkartılması hedeflenmektedir.([14]) Bu ne PKK’nın ne de KCK’nın elde edemeyeceği büyüklükte bir finansal kaynaktır. PKK’nın zoraki bağış, kriminal faaliyetler ve yurtdışından yapılan örtülü yardımlardan elde ettiği finansal kaynaklarla karşılaştırılamayacak şekilde nicel ve nitel özelliği olan bir finans kaynağı olarak görülmekledir.

3. PYD’nin askeri yapısındaki dönüşüm ve hibrit kapasitesi,

PYD-YPG, PKK’nın silahlı programının mirası olan düzensiz savaş pratiklerinden hem terörizm hem de ayaklanma taktikleriyle harmanlanmış bir askeri program dâhilinde Suriye İç Savaşının ilk yıllarında kendini göstermeye başladı. Bu taktikler Suriye devriminin deneyimsiz silahlı unsurlarına karşı bir üstünlük sağlayabilirken, daha kompakt ve taarruz ve savunmada senkronize olabilen hibrit İŞİD unsurlarına karşı üstünlük sağlaması mümkün değildi. Buna karşılık, daha etkili olmak için kapsamlı bir eğit-donat programına ihtiyaç duyuldu. Bu kapsamda, PYD/YPG’ye karşılıksız bir şekilde aralarında gelişmiş tanksavar silahlarının da bulunduğu küçük ateş silahlardan, yüksek kalibrasyonla top kadar çok sayıda silah, mühimmat, araç ve gereç hibe edilerek YPG’nin küçük birlik taktik kapasitesi daha normatif nizami birlik seviyesine kadar yükseltildi. Ayrıca, başta ABD olmak üzere İngiliz ve Fransız Özel Kuvvetlerinin verdiği eğitim ve danışmanlıkla YPG unsurlarının askeri doktrini nizami bir ordu olan TSK’ye karşı cephe savunması yapacak kadar geliştirildi. YPG’nin savunma askeri kapasitesi TSK’nın Zeytin Dalı Harekâtında hem de Barış Pınarı Harekatıyla test edilmiş oldu.([15]) ([16])Can Kasapoğlu’nun çalışması YPG’nin askeri kapasitesi çalışması hakkında detaylı bir envanter çalışması sunmaktadır.([17]) Hatta, PYD’ye ait iki adet helikopter 15 Mart 2023 tarihinde Haseki’den Süleymaniye’ye yaptığı örtülü yolculuk esnasında düşmüş, 9 PYD’li terörist ölmüştü. Bu olay PYD ile Irak’ta Belgesel Yönetim sınırları içinde İran’a müzahir bir siyaset güden Kürdistan Yurt Severler Birliği (KYB) arasındaki ilişkileri de ortaya koyması bakımından oldukça önemliydi.([18]

4.PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri,

PYD, İŞİD’e karşı elde ettiği askeri başarıların da neticesinde PKK ile iltisaklı ve irtibatlı olmasına rağmen, Avrupa ve ABD parlamentolarında devlet başkanı makamlarında siyaseten bir muhatap olarak görüldü ve kabul edildi. PYD, ABD Savunma bütçesinden yeniden yapılanma, güvenlik/savunma harcamaları için yıllık 500 milyon USD değerinde bir sürdürülebilir bir bütçe payı almayı başardı. Diğer yandan üniforma giydirilmiş PYD-YPG’li teröristler, Avrupa ülkelerinin başkentlerinde parlamenterlerce ağırlanıp ödül verilecek seviyede tanınır olmaya başladılar. Fransa'da Merkez Sağ Parti Demokrat Hareket (MoDem) milletvekili François Pupponi, 2022 yılında Fransız Parlamentosunda PYD-YPG’li teröristlerden Nesrin Abdullah ve Nuri Mahmud'a “Millet Meclisi Madalyası” verilmesini sağlamış, bunu da sosyal medya hesabından paylaşmıştı.([19])Hatta, ABD Eski Savunma Bakanı James Mattis 15 Şubat 2018’de NATO Karargâhında YPG’yi savunmuş, “YPG’yi PKK’dan ayırabileceklerini ve Türkiye için tehlike olmaktan uzaklaştırabileceklerini” ifade etmişti.([20])

5.PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi

PKK/KKC uluslararası ve bölgesel jeopolitik koşulların sunduğu fırsatlardan da yaralanarak Suriye iç savaşında PYD’nin Suriye’de güç kazanmaya başladığı 2015-2016 yılları arasında özerk bölgeler oluşturmak maksadıyla Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde Silvan, Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi, Şırnak ve Yüksekova gibi kent merkezlerinde kapsamlı bir silahlı kalkışma hareketi yürüttü. PKK için yeni olan bu kent çatışmalarında kent merkezlerinde çok sayıda yerel genç KCK’nın gençlik yapılanmasından devşirilerek mobilize edildi ve bunların kırsal alandan kent merkezlerine getirilen PKK’nın silahlı kanadı HPG unsurlarıyla birlikte Türk güvenlik güçlerine ve yerel sivil halka saldırılar düzenlenmesi sağlandı. Ancak, yetersiz halk desteği, örgütün şehir yapılanmasındaki tecrübesizliği, Türk güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları neticesinde PKK Türkiye’de büyük bir yenilgiye uğradı.([21]) Devamında örgüt elemanları sınır hattına, oradan da Irak ve Suriye’ye itildi. PKK bu dönemde silahlı kadrosunun büyük bir bölümünü kaybederek, PYD’nin Suriye’deki kazanımının aksine Türkiye’de gibi fiili özerk bölgeler oluşturamadı.([22]) Bu yenilgi PKK’nın PYD’ye karşı KCK içinde üstünlüğünü yitirdiği bir dönüm noktası olarak ifade edilebilir.

PYD, PKK/KCK tarafından geliştirilen KCK modeliyle arzu ettiği nispi meşruiyet alanını Suriye’de elde ettiğini düşünmek suretiyle PKK ile arasına meşru-gayri meşru alanı koymuş görünmektedir. PKK, PYD’yi ABD ile petrol anlaşmaları yapmakla, Suriye’deki diğer Kürt gruplarla ABD desteğinde Kürt birlik görüşmelerine girmekle ve Suriye konusunda BM liderliğindeki siyasi müzakerelere katılmaya çalışmakla eleştirmekte, bu durum da PYD/PYG’yi eski PKK’lı Ferhad Abdi Şahin gibi pragmatik liderler tarafından yönetildiğine işaret etmektedir.([23]) PKK eleştirisi, PYD/YPG’nin PKK/KCK’dan uzaklaşacağı durumuyla ilgili değil, PYD’nin KCK’nın inisiyatifini PKK’dan ele geçireceği endişesiyle ilgili olarak değerlendirilmektedir. PYD’nin ABD güdümüne gireceğini ve PKK’nın KCK üzerindeki etkisini kuşatabileceği endişesiyle KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin liderliğini yapan Ferhat Abdi Şahin’in kavgalı oldukları Türk basınında yer aldı.([24])

Özetlemek gerekirse PYD ile PKK arasında KCK’nın yönetsel dinamiğine dair bir yaklaşım farkı olduğunu ifade edebiliriz. PYD ile PKK yönetimleri arasındaki temel fark KCK’nın ABD ekseninde gelişip gelişmemesi yaklaşımına odaklanmaktadır. Bu da PKK’lı lider kadro içinde KCK Yürütme Konseyi inisiyatifinin PYD’ye geçeceğiyle ilgili bir endişe yaratmaktadır. Zaten yıllardır PKK içinde süre gelen Suriyeli-Türkiyeli eksenindeki liderlik tartışmasını Suriye merkezli PYD’ye taşıyan kolaylaştırıcı bir faktör olarak da görülebilir. PKK’nın lider kadrosunda yer alan Fehman Hüseyin, Mazlum Abdi, Polat Can ve birçok teröristin Suriye’deki gelişmeler ile birlikte Irak kuzeyinde PKK’nın aktif silahlı lider kadrosuyla görüntü vermek istemeyişlerinin altındaki temel nedenlerinden birisi de bu olarak gösterilebilir. PYD ABD’den temin ettiği askeri, siyasi ve ekonomik desteği yorumlayıp başkalaştırdıktan sonra PKK’ya aktarmakta böylelikle hem PKK’yı yaşamsal anlamda PKK’yı kendine bağımlı kılmakta hem de ABD’den gelen bu desteğin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Bu PKK’nın örgüt yönetişimi için bir paradigma değişimidir ve kabul edilmesi mümkün görünmektedir.

Sonuç

PKK’nın silahlı programını safhalara bölmek gerekirse, 1984-1986 yılları arasındaki henüz başlamakta olan şiddet safhası, 1986-1999 yılları arasındaki açık şiddet, 2000 ve sonrası süreçteki siyasi kararlılık şeklinde sıralayabiliriz. PKK’nın üçüncü safhasındaki temel iki hedefi bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi hedef kitle nezdinde örgütün meşruiyetini sağlamak, ikincisi de belirli bir coğrafi bölgedeki halk üzerinde siyasi kontrol teşkil etmekti. Ancak PKK bunu hiçbir şekilde gerçekleştiremedi, kendisini medya savunma alanı olarak adlandırdığı kırsal alanda sadece gizlemek zorunda kaldı. 1998 yılında başlayan KCK’nın ilanına kadar uzanan dönemdeki gelişmeler, PKK açısından yeniden teşkilatlanmanın da ötesinde kabul edilebilecek bir sürecin gerçekleşmesinde neden olmuştur. PKK yıllarca tahakküm kurmak istediği Kürtçülük kavramı ile federatif devlet hedefi arasında bir illiyet bağı kurarak örgüt yapılanmasını kapsayıcı ve bütünleştirici bir şekle büründürmeye çalışırken, KCK sistemi içindeki PYD uluslararası aktörlerin PYD’yi meşru bir aktör olarak görme yaklaşımları, PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi, PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri nedeniyle PKK’ya KCK içinde örgüt içi bir üstünlük elde etmiştir.  Dahası, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde yükselişe geçtiği 2015-2016 yılları arasında PKK Türkiye’de yürüttüğü şehir savaşları da kaybederek yaşamsal bir tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bütün bunlar, ABD’nin de etkisiyle PYD’nin PKK’yı sorunlu bir aktör olarak kodlamasına ve KCK Sözleşmesinde yer alan Abdullah Öcalan’ın örgütün önderlik pozisyonundan ve KCK’nın ayrılıkçı etnik ideolojisinden vazgeçmeden, KCK ilkelerini Suriye’de uygulamak suretiyle PKK’dan bağımsız ama Abdullah Öcalan ve KCK’ya sadık bir şekilde Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeybatısına odaklanmış federatif yapı hedefiyle hareket etmesine sebep olmuştur. Bu da, KCK yapısında PYD lehine bir üstünlük algısı oluşturmaktadır.  No-KCK önermesi, KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemekle birlikte, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümün PYD’nin üstünlüğüne bağlı olarak PKK merkezinden PYD istikametine hareket ettiğini gösteren örgüt içi bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir.

PYD merkezli Neo-KCK örgütlenmesi Suriye, Suriye devrim hareketi ve Türkiye için ne anlama gelmektedir? PYD’nin KCK Sistemi içinde PKK’ya karşı bir üstünlük elde etmesinin Suriye’nin toprak bütünlüğü, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve Suriye’deki devrim hareketi üzerinde birtakım etkileri olduğunu da ifade edebiliriz. Bu bağlamda uluslararası aktörlerin PYD’ye Suriye’de fiili bir teritoryal kontrol sağlatmaları Suriye’nin üniter yapısı için en büyük tehdittir. Esed rejimi, devrimcilerin değişim ve dönüşüm taleplerini siyaseten reddedip ülkesinin PYD-ABD tarafından fiilen işgal edilmesine neden olmuştur. PYD-ABD ortaklığı ayrılıkçı ilkelere dayalı bir süreci içerdiğinden, PYD’nin Suriyeli bir aktör olarak kalması mümkün değildir. Hâlihazırda PYD’nin siyasi, askeri ve teritoryal konsolidasyonunu sağlayan ABD, Suriye’nin enerji ve verimli tarım havzasını işgal eden PYD’nin kendi ekonomisini yaratması için bir gayret sarf etmektedir. Bu da Suriye’nin federatif bir yapı halinde dahi kalmasını tehdit eden işaretlerinden biri olarak görülebilir.

Öte yandan, KCK Türkiye açısından bütüncül bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir. KCK’nın Neo-KCK şeklinde PYD merkezine kayacak olması KCK’nın federasyon modelindeki ayrılıkçı pratiğin Türkiye dahil diğer bölge ülkeleri kuşatacak büyüklükte tehdit edeceği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin KCK terörüyle mücadelesi askeri argümanların dışına çıkmak zorunda kalacak ve siyasi ve sosyolojik düzleme genişlemek suretiyle daha da güçleşecektir. Türkiye, bir taraftan Suriye derinliklerinde askeri mücadelenin zorluklarıyla uğraşmak zorunda kalırken diğer taraftan da Türkiye içinde KCK siyasalı ve sosyolojisiyle şimdikinden daha güç şartlarda mücadele etmek durumunda kalacaktır; terörle mücadelesinin meşruiyeti uluslararası aktörlerin her zamankinden daha fazla direnciyle karşı karşıya kalacaktır.

Diğer taraftan, PYD’nin KCK’ya hâkim bir örgüt olarak Suriye’de varlığını sürdürmesi Suriye’deki devrim hareketinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak görülebilir. Zira, PYD Suriye’deki devrim hareketinin nedenlerinden ve kolektif programından kendini başından beri ayrıştırmış bir örgüttür, dolayısıyla devrimci değildir. Suriye muhalefetinin aksine, PYD/YPG Esed rejime değişime veya devrime zorlayacak bir örgüt programı geliştirmemiş, Suriye’deki gelişmeler ile birlikte ortaya çıkan güvenlik ortamını kendini Suriye topraklarında fiilen ve siyaseten inşa etmek için pragmatik bir şekilde kullanmıştır. Uluslararası aktörlerce PYD’nin KCK’ya hâkim siyasal bir aktör olarak görülmesi, KCK’nın ayrılıkçı ideolojik hedeflerine uygun şekilde ilk önce federatif bir anayasal değişimi zorlayacak, sonrasında bağımsızlık zemini hazırlayacaktır. Bu durumda, PYD’nin hâkim olduğu topraklardaki demografik değişim hızlandırılacak ki bu durum yeni siyasi ve sosyolojik durumların oluşmasına neden olacaktır. Bu durum da Suriye devrim hareketinin siyasi kazanımlarının sınırlayacak veya tamamen ortadan kaldıracak bir jeopolitik durumun oluşmasıyla ilgilidir.


([1]) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı KCK İddianamesi, Esas:2012/29, 19 Mart 2012

([2]) KCK Sözleşmesi, 2005

([3])Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi/KADEK 1. Kongresi, 4-10 Nisan 2002.

([4]) KADEK 1. Kongresi

([5]) PYD Kuruluş Duyurusu,  2003. https://bit.ly/3HiLrDo  

([6]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”,  SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([7]) Crisis Group, Flight of Icarus? The PYD’s Precarious Rise in Syria. Crisis Group Middle East Report NO:151, 2014

([8]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([9]) Anadolu Ajansı, “ABD'li general YPG'ye verdikleri desteği böyle itiraf etmişti”, 2018. https://bit.ly/3LbF7i2

([10]) Erol Bural, “PKK’ya Tasfiye PYD’ye Devletçik”. TERAM, 2020, https://bit.ly/41X29Qg

([11]) US Justice Deaprtment, 2018, https://bit.ly/3AxGt1B

([12]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017

([13]) Mustafa Çalışkan, “Suriye’de PKK Faaliyetlerinin Tarihî Arka Planı ve PYD Terör Örgütünün Siyasallaşma Çabaları”, Üsküdar University Journal of Social Sciences; Issue: 10, 63-91, 2020

([14]) Soner Doğan, “Amrika-PYD Petrol Anlaşması”, İNSAMER, 2020,https://bit.ly/3V85j1D

([15]) Bora Bayraktar, “Suriye İç Savaşı Açısından Zeytin Dalı (Afrin) Harekatı,Bilge Strateji, 11 (20) ,51-66. DOI: 10.35705/bs.751598, 2019

([16])Doğan Şafak Polat, “Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyindeki Askerî Harekâtının Amaçları ve Sonuçları”, Güvenlik Stratejileri Dergisi ,16 (33) , 53-96. DOI: 10.17752/guvenlikstrtj.719968, 2020

([17]) Can Kasapoğlu, Sina Ülgen, “In The Shadow of the Guns: Armament Trends of the PKK&YPG Terrorist Network”, Foreign Policy&Security, 2012/7 Center for Economics and Foreign Policy Studies (EDAM), https://bit.ly/3HjdIcH

([18]) Necdet Özçelik, “Helikopter Vakası ve PKK Tehdidinindeki Gerçeklik”, Star, 2023, https://bit.ly/424rDLE

([19]) Yeni Şafak, “Fransa Parlamentosunda skandal görüntüler: PKK'nın sözde komutanlarına madalya verildi.”, 2022, https://bit.ly/4464zhz

([20]) Mehmet Solmaz, “Köşeye sıkışan ABD'den absürt PKK savunması”, Sabah, 2018, https://bit.ly/3oPK5cy

([21]) Murat Yeşiltaş, Necdet Özçelik, “When Startegy Collapses”,SETA, 2017

([22]) Nihat Ali Özcan, “Şehir savaşlarının’ ağır sonuçları ve PKK’nın çıkış stratejisi”, Milliyet, 2016, https://bit.ly/423ZcOc

([23])Wladimir  van Wilgenburg, “Syrian Democratic Forces (Syria). Guns and Governance. How Europe Should Talk With The Non-State Armed Groups in the Middle East”.  European Council Of Foreign Relations, 2017

([24]) Milliyet, “Terör örgütünde petrol paylaşımı kavgası! Mazlum Kobani ve Murat Karayılan birbirine girdi”,2020, https://bit.ly/3LyIEs5

Kategori Raporlar

Bu rapor, Suriye sahnesinde Mart ayındaki en önemli olayları üç ana eksen içinde inceliyor: Siyasi eksende, Arap dünyasının Esed rejimi ile normalleşmesi, bazı Arap taraflarının Esed’i Arap Birliği'ne geri döndürme çabalarına ve Suriye muhalefetinin Arap ve bölgesel normalleşmeyle Esed rejimine karşı adımlarının olmamasına işaret ediyor. Güvenlik ekseninde ise, İsrail'in hava saldırılarının artması ve alanının genişlemesi tartışılırken, Amerikan güçleri ile İran destekli milisler arasındaki güvenlik gerilimi Suriye'nin doğusunda arttığı ve YPG/SDG unsurların, IKBY bölgesindeki Süleymaniye vilayetine giden ve düşen iki helikopterde ölmesi ele alınıyor. Son olarak, ekonomik eksende, deprem mağdurlarına insani yardım faaliyetlerinin önemli ölçüde gerilemesi, gıda fiyatlarının yükselmesi ve Suriyeli vatandaşların satın alma gücünün azalmasıyla ilgili konulara değinirken, rejimin yolsuzluk ağının, halkın yaşam standartlarını ve ekonomik istikrarlarını tehdit etmesine odaklanıyor. Esed rejiminin insani yardım kaynaklarını arttırmak ve ekonomik yaptırımları kaldırmak için uluslararası toplumu tehdit etmeye devam ettiği vurgulanıyor.

Kötüleşen güvenlik göstergeleri

Suriye’de Şubat ayındaki siyasi gelişmeler arasında, Suudi Arabistan'ın Esed rejimiyle ilişkilerini yeniden kurması en önemli olaylardan biri oldu. Suudi Dışişleri Bakanlığı, rejim hükümetiyle konsolosluk hizmetlerini yeniden başlatmaya yönelik çalışmaların başladığını duyurdu ve Suudi Arabistan'ın Esed rejimini Arap zirvesine resmi bir şekilde davet etmeyi ciddi bir şekilde düşündüğü görülüyor. Suudi Dışişleri Bakanının, Esed rejimini izole etmek yerine diyalogun gerekli olduğunu vurgulaması, özellikle Mısır'ın Şubat ayında Şam'ı ziyaret etmesi bu bağlamda öne çıktı. Ayrıca Esed'in on yılı aşkın bir süre sonra ilk kez Mısırlı bir Bakan ile görüşmesi, Mısır'ın Suriye dosyasına olan ilgisinin artmasına yol açtı. Öte yandan, Esed rejiminin Arap Ligi'ne geri dönüşü, Arap ülkeleri arasında uyum eksikliği nedeniyle yakın gelecekte mümkün görünmüyor çünkü Katar ve diğer Arap ülkeleri, Esed rejimi tarafından gerçek değişikliklerin uygulamaya sokulmadan rejimle ilişkileri yeniden kurmayı reddediyor.

Ayrıca, Beşar Esed, Rusya'nın Ukrayna'yı istila etmesinden bu yana ilk kez resmi bir ziyaret için Moskova'ya gitti. Ziyaret, Türkiye'nin Esed rejimiyle ilişkilerinde ilerleme kaydetmek için Rus çabalarının bir parçası olarak gerçekleşti. Ancak Esed yönetimi, Türkiye'nin bu yakınlaşmayı önlemek için sarf ettiği çabalar karşısında hiçbir ilgi göstermiyor, Türkiye’deki seçimlerden önce somut adımlar atmaktan kaçınıyor ve Dışişleri Bakanları veya liderler seviyesinde herhangi bir toplantı gerçekleşmeden önce, Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyinden çekilmesinin zaman çizelgesinin belirlenmesiyle ilgili ön koşulunu beyan etti.

Öte yandan, resmi Suriye muhalefeti siyasi sahnede yokluğunu koruyor. Muhalefet organları, Suriye devriminin en azından en düşük taleplerini karşılayacak politikalar öneremiyor, böylece 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak siyasi süreci ilerletemiyor.

Suriye'deki İran etkisinin arttığına dair güvenlik göstergeleri

İran'ın Suriye'deki nüfuzunun arttığına dair göstergeler var. İsrail ise Şam, Halep, Humus ve Tartus vilayetlerindeki güvenlik ve askeri hedeflere dönük hava saldırıları ve füze saldırıları gerçekleştirmeye devam ediyor. SBu saldırılar, Halep Uluslararası Havaalanı'nın birkaç gün boyunca hizmet dışı kalmasına neden oldu ve İran Devrim Muhafızları'nın bir danışmanı olan Milad Heidari'nin Şam'ın güneybatısında ölümüne neden oldu. İsrail, bu bombardımanların İran Devrim Muhafızları'na ait silah ve mühimmat siteleri, silah ve savaş ekipmanı taşıma yolları hedef aldığını söylüyor.

Suriye'nin kuzeybatısında, sivil haklarla ilgili yasal bir çerçeve ve sivil-askeri güvenlik ilişkilerinin düzenlenmesindeki eksiklikler nedeniyle sivillere yönelik ihlaller devam ediyor. Cinderes bölgesinde SMO’ya bağlı Ceyş el Şarkiye grubuna ait unsurlar tarafından Nevruz Bayramı kutlayan Kürt sivillerine yönelik bir saldırı gerçekleşti. Bölgede halkın öfkesi ve protestoları birkaç gün boyunca devam etti ve suçluların hesap vermesi ile askeri grupların şehir merkezlerinden ve kasabalardan ayrılması talep edildi. Suriye muhalefeti saldırıyı kınadı. Hayatını kaybedenlerin cenazelerine katıldı ve ailelerine başsağlığı ziyareti gerçekleştirdi. Sorumlular Askeri Polis’e ve Askeri Mahkeme’ye teslim edildi.

Öte yandan, Dera vilayetinde ayrı ayrı gerçekleşen güvenlik olayları sonucunda aylar boyunca 21 kişi suikastlerde ve 19 kişi değişik güvenlik olaylarında hayatını kaybetti. Vilayetin kontrolü rejim güçleri tarafından sağlandıktan sonra yapılan uzlaşma anlaşmalarından bu yana, rejime bağlı ve muhalif askeri personelleri hedef alan suikastler vilayetin en belirgin özelliklerinden biri haline geldi.

Son günlerde, Suriye’nin kuzeydoğusunda Amerikan güçleri ile İran destekli milisler arasında güvenlik gerilimi yaşanıyor. Haseke kırsalındaki bir koalisyon üssüne yönelik insansız hava aracı saldırısı sonucunda bir Amerikan müteahhidi öldürüldü ve 5 asker ile başka bir müteahhit yaralandı. Bunun üzerine Amerikan güçleri birkaç hedefi hava saldırısıyla bombaladı. Bunlardan en önemlisi Deyr ez-Zor şehrinde İran yanlısı gruplara ait bir silah deposuydu. Ayrıca Meyadin Çölü ve Ebu Kemal kırsalındaki askeri mevziler ve hedefler de vuruldu. İran destekli silahlı unsurlar arasında onlarca ölü ve yaralı olduğu aktarıldı. Milisler de Amerikan üslerine saldırılar düzenledi, El Ömer petrol sahası ve Deyr ez-Zor'daki Koniko gaz tesisine kamikaze dronlar ve füzelerle saldırdılar. Bu gerilimin ilk örneği olmadığı, İran destekli Şii milislerle Amerikan güçleri arasında Suriye'de sıklıkla karşılıklı bombardımanlar yaşandığı biliniyor. Amerikan yetkililerine göre, milisler 2021'den bu yana Suriye'deki koalisyon güçlerine yaklaşık 78 roket, havan topu ve mayınlı dron saldırısı düzenledi. Ancak bu olayların bölgesel gelişmelere yansıması muhtemelen daha önemlidir. Bu saldırılar, Amerika Merkez Kuvvetleri Komutanı (CENTCOM) Generali Michael Kurilla'nın YPG/SDG liderliğiyle yaptığı görüşmelerden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Ayrıca, Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkilerin Çin desteğiyle yeniden başlatılması da bu olaylarla aynı döneme denk geldi.

Son günlerdeki önemli bir gelişme, SDG ‘terörle mücadele birimleri’ (YAT) isimli yapının bünyesinde yer alan dokuz kişinin ölümü oldu. İki helikopterin Süleymaniye'ye taşıdığı sırada düşmesinin ardından, birim komutanı Şervan Kobani dâhil olmak üzere söz konusu dokuz unsurun ölümü ilan edildi. SDG, açıklamasında helikopterlerin kötü hava koşulları nedeniyle düştüğünü belirtti, ancak birimlerinin askeri helikopterlerini kullanımını ilk kez açıklaması ve olayın, Türkiye'nin PKK'nın faaliyetlerine karşı tepkisi olarak Süleymaniye'de artan faaliyetler gösteren bölgede meydana gelmesi nedeniyle resmi hikâyeye ilişkin sorular gündeme geldi. Ayrıca, ölen dokuz unsurun, Cizre, Kobani ve Afrin bölgelerinden gelmesi, bu da YPG/SDG içindeki iç çatışmalar hakkındaki tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Bir taraf, uluslararası koalisyon kuvvetleri ve ABD'ye yakın Suriyeli liderlikler tarafından temsil edilirken, diğer taraf Kandil yönetimini temsil ediyor.

Uluslararası insani yardım çabalarının ve Suriyeli girişimlerinin geri çekilmesi

Suriye'nin kuzeybatısındaki bölgeler, Mart ayının başından bu yana afetten etkilenenlere yönelik insani yardım faaliyetlerinde %35'lik belirgin bir düşüş yaşandı. Halep ve İdlib kırsallarındaki binlerce aile fiyatların Ramazan ayında yükselmesiyle günlük bir öğün yiyecek temin etmekte aciz kaldı. Ayrıca, bölgede yoksulluk oranları yükselirken, halkın satın alma gücü düştü. Gıda fiyatları %38,6, tahıl fiyatları %32,3 ve süt ürünleri fiyatları %24,4 oranında arttı. Deprem felaketi ve savaş sonrası müdahale çabaları kapsamında, Suriye Forum’u, Suriye-Amerikan Tıp Derneği ve Sivil Savunma örgütü, "Ortak Operasyonel İttifak"ı oluşturduklarını duyurdu. Bu ittifak, örgütlerin çabalarını birleştirmek ve erken ekonomik iyileşme projelerinde çalışmayı artırarak bölgedeki yaşam standartlarını yükseltmeyi amaçlıyor.

Rejim bölgesinde ise, Ramazan ayında hayat pahalılığın artması ve yolsuzlukların krizi derinleştirmesi, ekonomi politikalarının hala yokluğu ve Esed rejiminin kurumlarındaki yaygın yolsuzluk ve kriz tüccarlarının haksız kazanç sağlaması konusunda körlüğü, yaşam standartlarının kötüleşmesi üzerinde gölge düşürüyor ve insanların istikrarını baltalıyor. Gençleri yoksulluk sınırına ve Suriye'den göç etmeyi düşünmeye itiyor. Mart 2023'ün sonunda, Suriyeli ailelerin yaşam maliyeti 5,6 milyon Suriye lirasına yaklaştı. Suriye Lirası’nın değer kaybetmesi ve etkisiz para politikası nedeniyle, Suriye ile komşu bölgeler arasındaki fiyat farkı, Lübnan ve Irak sınırındaki büyük bir kaçakçılık hareketine yol açıyor. Sınırda haftalık 400 sığır ve koyun kaçakçılığı gerçekleşiyor. Bu durum, sığır fiyatının Şam'da bin dolar iken Lübnan'da 1500 dolar ve koyun fiyatının 200 dolar iken Lübnan'da 400 dolara kadar çıkması nedeniyle yerel pazarlardaki et arzını azaltıyor ve fiyatları artırıyor. Suriye'deki deprem zararlarıyla ilgili olarak, Beşar Esed, maddi kayıpların 50 milyar doları aştığını söyledi, ancak Dünya Bankası bunu 5,1 milyar dolar olarak tahmin etti. Rejim, yardım veren ülkeleri daha fazla yardım almaya ve ekonomisine yönelik yaptırımları kaldırmaya teşvik etmek için zararları abartıyor ve depremi araçsallaştırıyor. Suriye'nin doğu bölgelerinde, Haske ve Deyr ez-Zor'da kuraklık sezonu birçok ürünün üretiminden çıkmasına neden oldu. Buğday üretiminin %25'ini tehdit eden bir durumda, diğer alanlar da üretim beklentilerinin altında kaldı. Yağmurun azalması, Suriye'nin yarısından fazlasının ekildiği 500 bin hektarlık araziyi etkilerken, sulama maliyetlerini de günlük olarak yüz binlerce lira yakıt ve diğer giderlerle artırıyor. Ayrıca, yabancı ülkelere bağımlılığı ve Rusya'ya olan bağımlılığı artırıyor.

Kategori Raporlar
Pazartesi, 27 Mart 2023 13:05

Aylık Suriye Bülteni "Deprem Öncesi"

Bu bülten, Ocak ayı içerisinde Suriye’de gerçekleşen en önemli siyasi ve askeri gelişmeleri derlemektedir. Siyasi açıdan bu ay en çok öne çıkan gelişme, Türkiye’nin Esed rejimi ile bir normalleşme sürecine girmiş olmasıdır. Moskova’da gerçekleşen üçlü zirvede Türkiye Savunma Bakanı ile Esed rejiminin Savunma Bakanı, Rus Savunma Bakanı’nın arabuluculuğuyla bir araya gelmiştir. Türkiye ile Esed rejimi arasındaki bu sürece dair Rusya ve ABD arasında iki farklı yaklaşımın ortaya çıktığı ve bu iki yaklaşımın iki ayrı yöne doğru çalıştığı tespit edilmiştir.

Askeri açıdan ise en çok ön plana çıkan şey İsrail’in İran’ın Suriye’deki varlığını ve etkisini sınırlandırmak üzere gerçekleştirdiği hava saldırıları olmuştur. İran Devrim Muhafızları ve Lübnan Hizbullah’ına karşı düzenlenen ve Şam Uluslararası Havaalanı’nı hedef alan hava saldırıları öne çıkmıştır. Ayrıca Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve YPG’nin siyasi gelişmelere binaen sahadaki gücünü göstermeye yönelik askeri hareketliliği de dikkat çekmiştir.

Siyasi Gelişmeler

Ocak ayının ilk günlerinde Arap devletlerinden ve İran’dan Esed rejimine yönelik siyasi adımlar atıldığına tanıklık edilmiştir. Türkiye, Rusya ve Suriye arasında Moskova’da yapılan üçlü zirvenin ardından, bu aktörler yeni siyasi gelişmeye ayak uydurmaya çalışmışlardır. İran, Türkiye ile Esed rejimi arasındaki normalleşme sürecine katılmak için bazı adımlar atmış ve bunda başarılı olmuştur. Bu bağlamda İran Dışişleri Bakanı Şam’ı ziyaret etmiş ve Beşar Esed ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu adım, İran olmaksızın Suriye’de bir çözümün olmasının mümkün olmadığının altını çizmek için yapılmıştır. Nitekim Ocak ayının sonunda Esed rejiminin Savunma Bakanı’nın Tahran’ı ziyaret etmesi de Esed rejimi açısından İran’ın bypass edilmesinin kabul edilmeyeceğini göstermektedir. İran’ın bu hamleleri sonrasında Rus Dışişleri Bakanı İran’ın Türkiye ile Suriye arasındaki sürece katılması yönünde açıklamaları olmuştur. Bu noktada iki ülke arasındaki normalleşme görüşmelerinin arabulucusu olan Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi’nin Şam’a gerçekleştirdiği ziyaret, Esed rejimini Türkiye ile gerçekleşecek daha üst düzeydeki bir zirveye ikna etmeye yönelikti.

Arap ülkeleri açısından, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı’nın Şam’a yaptığı ziyaret ve bu ziyarette Suriye’nin bölgesel olarak normalleşmesini desteklediklerini açıklaması dikkate değerdir. Bu bağlamda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamayı doğru okumak gerekmektedir. Açıklamada, Suudi Arabistan’ın müttefikleri ile Arap ülkelerinin Şam’a yönelik politikasını koordine etmeye yönelik istişarelerde olduğu dile getirilmiştir.

Suriye muhalefeti açısından ise Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü tarafından yayınlanan bir rapor öne çıkmıştır. Raporda 2018 yılında Esed rejiminin Şam’ın banliyösündeki Duma’da kimyasal silah kullandığı belgelenmiştir. Bu rapor, Suriye muhalefetinin birçok Batılı diplomat, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve Mısır Dışişleri Bakanlığı ile görüşmelerini sıklaştırma imkânı sağlamıştır. Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) İngiltere ve Fransa Dişleri Bakanlıkları ile bir görüşme yapmış ve bu ülkeler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını desteklemeye devam edeceklerini ifade etmişlerdir. Suriye dosyası ayrıca ABD’nin Türk yetkilileri ile yaptığı görüşmede ve Rusya’nın Mısır ve Suudi Arabistan ile yaptığı görüşmelerde de yerini almıştır.

Uluslararası siyasi gelişmeler incelendiğinde, Suriye’de etkin devletlerin farklı yol haritaları benimsedikleri ve buna bağlı olarak Suriye sahasında yeni ittifakların ve işbirliklerinin oluşabileceği görülmektedir. Bir yandan ABD Türkiye’yi Rusya’nın oluşturduğu Esed rejimi ile normalleşme sürecinden vazgeçirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin hem normalleşme sürecinden vazgeçmesi hem de YPG’ye karşı yeni bir askeri harekât düzenlememesi için Türk-Amerikan anlaşması gerekmektedir. Böyle bir anlaşmanın hayata geçirilmesi adına Türkiye ve ABD’nin iki konu üzerinde mutabık kalmaları gerekmektedir: ABD’nin YPG’ye olan desteği ve İşveç ile Finlandiya’nın NATO’ya katılma talepleri. Türkiye, ABD’nin YPG’ye olan desteğini kesmesini ve YPG’nin Türkiye sınırından 30 km uzaklaşmasını ve İsveç ile Finlandiya’nın PKK ile ilintili kişilerin iade etmesini ve YPG’nin kurduğu sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne olan desteklerini sonlandırmalarını talep etmektedir. Eğer bu konu üzerinde bir mutabakat sağlanırsa, Türkiye Rusya arabuluculuğuyla Esed rejimi ile normalleşme sürecini sonlandırabilir.

Diğer yandan Rusya, Türkiye ile olan üçlü görüşmeleri güçlendirerek Esed rejimini uluslararası topluma yeniden dâhil etme arayışındadır. Bunun için üçlü zirvenin genişletilmesi, önce İran’ın ve sonra BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’ın da sürece dâhil edilmesini hedeflemektedir. Ancak bu yaklaşım Türkiye ile Esed rejimi arasında saha gerçekliklerindeki ciddi farklılıklar ve uzlaşması oldukça çok zor farklı yaklaşımlar içerisinde olunması sebebiyle ilerlemesi de zordur. Saha gerçekliklerinin sağladığı engellere ilaveten, Esed rejiminin Türkiye’nin taleplerini karşılamak için bir kapasitesinin olup olmadığı meçhuldür. Normalleşme sürecinin başarı ile sonuçlanması beklenmemektedir. Ancak Astana sürecine benzer bir sürecin yaşanması daha muhtemeldir. Önce hızlı ve üst düzey görüşmeler ile başlayan sürecin zamansal sınırları ve yol haritasını belirle(ye)meden, siyasi bir çözüme doğru ilerlemeden ve bir uzlaşı sağlanmadan bunun sürüncemede kalması beklenmektedir.

YPG açısından değerlendirildiğinde, YPG’nin ittifaklarını genişletmeye ve Suriye muhalefetinin içinden yeni grupları kazanmaya çalıştığı görülmektedir. Böylelikle kendi pozisyonunu olası bir Türkiye-Esed rejimi anlaşması veya normalleşmesine karşı hazırlamaktadır. Nitekim YPG gerçekleşen görüşmeleri kendisinin aleyhinde olduğunu değerlendirmektedir. YPG’nin üst siyasi çatısı olan Suriye Demokratik Konseyi, Kamışlı’da Suriye Ulusal Birlik Partisi ile Suriye’nin geleceğine dair ortak vizyon ve ortak değerler üzerinde anlaştıklarını deklare ettiler. Suriye Demokratik Konseyi Eşbaşkanı Amina Omar bu mutabakatın gelecek dönemdeki iş birliği için bir zemin oluşturduğunu ve ortak siyasi kurullarda bu mutabakatın genişletileceği ve detaylandırılacağını belirtmiştir. Suriye Ulusal Birlik Partisi’nin Genel Sekreteri Aram Domani ise Suriye Demokratik Konseyi ile Suriye’de çoğulcu, âdemi merkeziyetçi bir sistemin kurulması gerektiği konusunda uzlaştıklarını açıkladı.

Askeri Gelişmeler

Ocak ayının başında İsrail, Şam Uluslararası Havaalanı’na yönelik bir hava saldırısı gerçekleştirdi ve bölgedeki İran Devrim Muhafızları ile Lübnan Hizbullah’ına ait unsurları hedef aldı. Hava saldırısı sonucunda Şam Uluslararası Havaalanı 10 saat boyunca çalışmalarını durdurdu ve böylelikle ikinci kez İsrail hava saldırıları böyle bir etki gösterdi. Rejim ilk defa Haziran 2022’de havaalanı çalışmasını İsrail hava saldırıları nedeniyle durdurmak zorunda kalmıştı. Tüm bunlara rağmen söz konusu hava saldırıları İsrail’in genel stratejisinden ayrışmamaktadır ve kara, deniz ve hava yoluyla olan silah sevkiyatlarını hedef alarak İran’ın Suriye’deki etki alanını sınırlandırmayı amaçlamaktadır.

Beş yılın ardından, Halep’in doğusundaki El Cerrah Askeri Hava Üssü Rusya ve Esed rejiminin ortak kullanımı için tekrar faaliyete alınmıştır. Hava üssü 2017’den beri kullanılmamaktaydı. Savaşın ilk yıllarında Esed rejimi bu hava üssünden hareketle Halep vilayetinin doğu bölgelerini hedef almaktaydı. 2013 yılında Esed rejimi bu hava üssünü kaybetmişti. Hava üssünün YPG kontrolündeki Menbiç bölgesi ile Suriye Milli Ordusu’nun kontrolündeki Kuzey Halep bölgesine yakınlığı sebebiyle stratejik bir önemi bulunmaktadır.

Kuzeybatı Suriye’de HTŞ rejim savunma hatlarına yönelik Güney İdlib, Batı Halep ve Kuzey Lazkiye bölgelerinde dört askeri operasyon düzenlemiştir. Geçtiğimiz Aralık ayında toplam sekiz operasyon gerçekleştirmişti. İngimasi olarak isimlendirilen bu saldırılar sadece HTŞ unsurları ile sınırlı değildi. Ensar el Tevhid ve El-Kaide’ye biatlı Hurras Ed-Din grupları İdlib’in güneyinde Esed rejimine karşı operasyonlar düzenlediler. HTŞ bu operasyonları olumlu karşılamış ve karşı çıkmamıştır. Bilindiği üzere, HTŞ uzun süredir küresel cihat hareketlerini yerelleştirmeyi ve kendi kontrol alanı içinde tutma amaçlı, bu tarz yapıların etki ve operasyon alanını sınırlandırmaktaydı. Diğer bir gelişme olarak, Suriye’den Ukrayna’ya giden küçük bir savaşçı hareketliliği devam etmektedir. İdlib’te bulunan bazı yabancılar – özellikler Çeçen uyruklu olanlar – Suriye’yi terk edip kaçakçılar vasıtasıyla Ukrayna’ya gitmektedirler. Bu unsurlar, HTŞ’nin İdlib’te onlar üzerindeki sınırlandırıcı politikaları, Suriye’deki görece sakin ortam sebebiyle, aktif çatışmanın devam ettiği Ukrayna hattını tercih etmektedirler.

Suriye’nin doğusuna ilişkin YPG/SDG’nin Genel Komutanı Mazlum Abdi Ayn el Arab’ın (Kobane) Kürtler için sembolik önemi sebebiyle, Türkiye’nin Şubat ayında bu bölgeye askeri operasyon düzenlemesini beklediğini açıklamıştır. Türkiye’nin tehditlerinin ciddi olduğunu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesi oy kazanma hedefiyle bu operasyonu yapmasını öngördüğünü belirtmiştir.

YPG kendi kontrol alanında gerçekleştirdiği güvenlik operasyonları kapsamında Kamışlı yakınlarındaki Tel Hamis’e bağlı El Kayravan köyünde bir silah ve mühimmat deposu tespit ettiklerini ve bu depoda intihar saldırısı için gerekli ekipmanlar bulunduğunu açıkladı. Ayrıca YPG’ye bağlı İç Güvenlik Güçleri (Asayiş) tarafından Kamışlı bölgesinde gerçekleştirilen diğer operasyonlar sonucunda İŞİD ile çalıştıkları gerekçesiyle 36 kişinin tutuklandığını belirtildi.

Suriye’nin güneyindeki Dera bölgesindeki kaos devam etmektedir. Bölgedeki tutuklanmalar ve suikast saldırıları sürmektedir. Dera vilayetinde 16 hukuksuz tutuklama vakası ve siviller, eski ÖSO unsurları ve rejim unsurlarına yönelik 31 suikast girişimi yaşanmıştır.

 
Kategori Raporlar
Pazartesi, 27 Mart 2023 12:31

Aylık Suriye Bülteni "Depremden Sonra"

6 Şubat tarihinde Türkiye merkezli 7.5 ve 7.8 büyüklüğündeki depremler, Suriye’nin kuzeybatı bölgesini de etkiledi ve depremde oluşan yıkım sonucunda Suriye’de 5 bin 900 kişi hayatını kaybetti ve binlerce kişi de yaralandı. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgede 137 yerleşim yeri depremden etkilendi. Depremden olumsuz etkilenen insan sayısının bir milyonun üzerinde olduğu ve bunun bölgede yaşayan toplam nüfusun dörtte biri olduğu değerlendirilmektedir. Kuzeybatı Suriye’de hayatını kaybeden insanların sayısı 4,540 olmuştur. Yaralanan kişi sayısı ise 7,789 olmuştur. Bölgede 1,869 bina yıkılırken, 8,731 bina ağır veya orta ölçekli hasar görmüştür. Bölgede bulunan 55 sağlık tesisi kısmen zarar görmüş veya yıkılmıştır. Bölgedeki sağlık alt yapısı COVID-19 salgını, kolera salgını ve diğer sağlık sorunları devam ederken deprem sebebiyle bölgedeki ihtiyaçları karşılayamadı. Bu aylık bülten Şubat 2023’teki deprem felaketinin Suriye’de oluşturduğu siyasi, ekonomik, insani ve güvenlikle ilgili sonuçlara odaklanmaktadır.

Siyasi Gelişmeler

Suriye’de alışık olunduğu üzere, Esed rejimi depremi diğer insani konularda da yaptığı gibi siyasi amaçları doğrultusunda araçsallaştırmıştır. Depremin ilk saatlerinden itibaren Esed rejimi Suriye’deki depremzedelere gelecek insani yardımlardan siyasi çıkar elde etmek için adımlar atmıştır. Bu bağlamda Esed rejimi Birleşmiş Milletler’e ve üye ülkelere acil yardım talebinde bulunmuştur fakat deprem bölgesinin neresi olduğu tanımlanmamıştır. Esed rejimi lideri Beşar Esed’in Halep’e depremden dört gün sonra yaptığı ziyaret sonrasında deprem bölgelerinin neresi olduğunu tanımlamıştır. Böylelikle Esed rejimi gelen insani yardımların deprem bölgesine değil, kendi kontrol alanlarına gelmesini sağlamıştır. Buna ilaveten, Esed rejimi ile iletişim kanallarını ve diplomatik ilişkilerini tekrar canlandırmak isteyen fakat çekimser davranan devletler açısından deprem önemli bir fırsat sağlamıştır. İnsani yardım örtüsü altında Şam ile doğrudan diplomatik temaslar gerçekleştirmişlerdir. ABD ve Avrupalı ülkelerin deprem sebebiyle Esed rejimine karşı olan yaptırımları hafifletmesi bu çekimser ülkeleri cesaretlendirmiştir. Arap ülkeleri ve Batılı ülkelerden birçok diplomat Şam’ı ziyaret etmiş ve diplomatik temaslarda bulunmuştur. Üst düzey ziyaretler arasında Ürdün, BAE ve Mısır Dışişleri Bakanı’nın Şam ziyaretleri dikkat çekmektedir. Gerçekleşen ziyaretlere ilaveten, yıllar sonra ilk defa Mısır Cumhurbaşkanı Abdelfettah Sisi doğrudan Beşar Esed ile telefon konuşması gerçekleştirmiştir. İlaveten, Beşar Esed Umman Krallığı’na resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir ve Umman Sultanı ile görüşmüştür.

Ancak bu devletlerin insani diplomasi bağlamında gerçekleştirdikleri bu diplomatik temasların sadece Esed rejimine yönelik olmasına karşın Suriye muhalefetini kapsamamasından aceleci çıkarımlarda bulunulmamalıdır. Bu temasların bir deneme olduğu ve sürecin işleyişine göre ve ülkelerin beklentilerinin karşılanıp karşılanmamasına göre bu diplomatik temasların devam edip etmeyeceği belirlenecektir.

Diğer yandan Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelerin de deprem sebebiyle aksadığı ve Türk tarafının deprem ile ilgilendiği gözlemlenmiştir. Görüşmelerin deprem öncesi de duraksama sinyalleri vermesinden ötürü Türkiye ile Esed rejimi arasındaki normalleşme çabalarının ne denli zor olduğu ve bu görüşmelerin altını dolduracak dinamiklerin olgunlaşmadığı gözlemlenmektedir. Saha gerçeklikleri değişmeden, Türkiye ile Esed rejimi arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerde yeni bir sayfanın açılmasının düşük bir ihtimal olduğu değerlendirilmektedir.

Askeri Gelişmeler

HTŞ depremden önce Lazkiye’nin kuzeyindeki Kibene cephesindeki Tel El Burkan mevzisindeki rejim unsurlarına yönelik askeri operasyon düzenlemiştir. Operasyon sonucunda 10 rejim unsurunun hayatını kaybettiği belirtildi. HTŞ’nin düzenlediği bu operasyonun amacının, kendisinin vazgeçilmez olduğunu ve görmezden gelinebilecek bir aktör olmadığını hatırlatmak olduğu değerlendirilmektedir. Şubat ayının sonlarına doğru ise HTŞ’ye bağlı unsurlar Afrin’den Azez’e doğru giden yolun üzerindeki Kafr Cenne’deki Sultan Murad Tümeni’ne ait Öncü Kamp’ı bastı. Baskın sonrası Suriye Milli Ordusu’na bağlı birliklerin harekete geçip bölgeye konvoylar göndermesi ve Türk tarafının baskıları sonucunda HTŞ birliklerinin bölgeden çekildiği aktarıldı. HTŞ’nin bu hamlesi SMO içerisindeki Üçüncü ve İkinci Kolorduları arasındaki çekişmelerin yükseldiği bir dönemde ve HTŞ’ye yakın olduğu bazı birliklerin Şehba Topluluğu adında ilan ettikleri yeni yapı sonrası gelmektedir. Bilindiği üzere Üçüncü Kolorduya bağlı Ahrar el Şam Doğu Sektörü, Ahrar el Tevhid ve Nureddin Zengi Hareketi yeni bir birliktelik ilan etmişti.

Diğer yandan İsrail İran’ın Şam ve Güney Suriye’deki varlığına yönelik askeri ve güvenlik hedeflerine karşı düzenlediği hava saldırılarını sürdürmüştür: 1) Şam’ın Kafr Suse mahallesindeki apartman, İran Devrim Muhafızları’na bağlı komutanların yaptığı bir toplantı esnasında imha edildi. 2) Şam’ın güneyindeki Seyyidina Zeynep türbesinin yakınlarındaki İran karargâhı hedef alındı. 3) Esed rejime bağlı Birinci Tümen’in 91’inci Tugayı’nın bulunduğu El Marana ve El Mukayliba’daki iki ayrı üs bombalandı. 4) Şam’ın batısındaki El Kisve’ye yakın Cebel El Mana’daki Birinci Tümen’e bağlı Hava Savunma bataryaları hedef alındı. 5) Suveyde vilayetinin kırsal bölgesindeki Şahba kasabasının yakınındaki Tel El Masih’deki radar sistemi imha edildi. Göründüğü üzere İsrail, İran’ın depremi fırsata çevirerek Lübnan Hizbullah’ına insani yardım kisvesi altında silah ve askeri ekipman göndermesinden endişelenmektedir. Bilindiği üzere, İran kara ve hava yoluyla Suriye’ye insani yardım göndereceğini ilan etmiştir. Bu açıklama İsrail’in endişelerini artırmıştır. Nitekim İsrail önceki tarihlerde Suriye’ye giden insani yardım adı altında İran’in silah ve askeri ekipmanlarını tespit etmiş ve hedef almıştır.

Dera bölgesinde ise siyasi ve güvenlik kaosu devam etmektedir. Bölgede sivil ve rejim ile muhaliflere bağlı askeri hedeflere karşı suikastler sürmektedir. Dera’nın batısındaki İnkil-Casim yolu üzerindeki, Dera’nın batısındaki Yadude-Muzayrib yolu üzerindeki ve Dera şehir merkezindeki El Matar mahallesindeki birçok rejim kontrol noktası hedef alınmıştır.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Türk güvenlik operasyonu iki haftalık aranın ardından tekrar canlanmıştır. Yapılan ilk SİHA operasyonu Ayn El Arab (Kobane) yakınlarındaki Manaz köyünde sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Finans Departmanı’ndaki muhasebe arabası hedef alınarak etkisiz hale getirilmiştir. Gerçekleştirilen diğer bir SİHA operasyonunda ise Kamışlı kırsalındaki Halil Münci’nin aracı hedef alınmıştır. YPG kaynakları kendisinin sivil olduğunu iddia ederken, Türk yetkililer kendisinin Kasım ayındaki İstanbul İstiklal Caddesi saldırısı ile irtibatlı olduğunu belirtmişlerdir. Buna ilaveten YPG bir savaşçısının ve iki sivilin bombalı araç saldırısı sonucunda hayatını kaybettiğini ifade etmiştir.

Deprem’e Dair (Özel)

Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen iki depremin Suriye’de oluşturduğu yıkım Türkiye’deki kadar büyük olmasa da 5 bin 900 kişi hayatını kaybetmiştir. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı 4 bin 400 seviyesindeyken, Esed rejiminin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı bin 414 olmuştur. Deprem esnasında yıkılan bina ve ağır veya orta ölçekli hasar görmüş binaların çoğunluğu Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği Haram, Sarmada ve Cinderes üçgeni içerisindedir. Ancak Türkiye’den farklı olarak, Suriye’deki can kaybı olması gerektiğinden fazla olmuştur. Nitekim depremin gerçekleşmesinin ardından özellikle Suriyeli muhaliflerin bölgelerine insani yardım ulaşımı aksamıştır. Bölgeye ilk insani yardım depremden üç gün sonra ulaşmıştır. Ayrıca bölgeye yurtdışından sadece 18 kişiyi kapsayan iki arama-kurtarma ekibi gitmiştir. Bölgedeki depreme müdahale genellikle Suriyelilerin oluşturduğu ve AFAD’ın eğittiği Beyaz Baretliler gerçekleştirmiştir. Buna ilaveten Suriye Milli Ordusu da imkânları ölçüsünde deprem sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere 9 Şubat ile 17 Şubat arasında toplamda 399 tır ayni yardım ulaşmıştır. Bölgeye yönelik toplanan ve vaat edilen nakdi yardım ise $560,338,940 – $658,025,433’dır. Bölgeye yapılan ayni yardımlar açısından yaşanan en önemli aksaklık BM’nin uygulaması sebebiyle oluşmuştur. Cilvegözü-Bab El Hawa sınır kapısı için BM Güvenlik Kurulu Kararı gereğince izin bulunmaktadır. Bölgeye giden diğer kapılar için izin yoktur. Söz konusu bu kapıya lojistik anlamda ulaşımda sorunlar yaşanması sebebiyle yardım gönderilememiştir. Bölgeye giden diğer sınır kapıları üzerinden insani yardımların ulaştırılması için Esed rejimi gelen baskılar sonucunda ancak depremden 8 gün sonra geçici olarak izin vermiştir.

Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerde ise depremin oluşturduğu hasarın Lazkiye vilayetinin Hatay’a sınır bölgeleri ile Halep şehir merkezi ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Ayrıca Hama vilayetinde de nispeten küçük hasarlar meydana gelmiştir. Buna karşın Esed rejimi bölgelerine kıyasla daha hızlı ve daha fazla insani yardım geldiği görülmektedir. Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelere düzenlenen 93 uçak seferi ile toplam 100,822,802 ayni yardım ulaştırılmıştır. Buna ilaveten kara yoluyla 390 tır ayni yardım gönderilmiştir.

 
Kategori Raporlar

Giriş

Resmi rakamlara göre her ne kadar dünyadaki en büyük mülteci nüfusunu 7,4 milyon ile Ukrayna vatandaşları oluşturuyor olsa da(1) kayıt dışı Suriyeli mülteciler de hesaba katıldığında dünyadaki en büyük mülteci nüfusunu Suriyeliler oluşturmaktadır. Türkiye, sayısı 3,6 milyonu bulan nüfusu ile Suriyelilere görece en çok ev sahipliği yapan ülke konumundadır(2). Bu noktada Türkiye’yi Lübnan ve Ürdün takip etmektedir. Söz konusu iki ülke de resmi rakamlara göre 1,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor görünse de kayıt dışı Suriyeliler ile beraber bu rakamın 2,9 milyonu bulduğu değerlendirilmektedir.

Zaman içinde Türkiye’nin aksine, Lübnan ve Ürdün 2018 yılının sonlarına doğru Esed rejimi ile ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atmaya başlamış ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için bir anlaşma yapmıştır. Özellikle Esed rejiminin ülkenin batısı ile güneyinde askeri kontrolü sağlaması ve iki ülkeye yakın bölgelerdeki cephe çatışmalarının son bulması bu normalleşme sürecini bir bakıma tetiklemiştir. Örneğin Suriye’nin kuzeyinin aksine, Ürdün ve Lübnan’a yakın bölgelerde 2018’in sonundan beri savaş yaşanmamaktadır. Lübnan ve Ürdün’ün Esed rejimi ile yakınlaşmasının ardından 2019; 2020, 2021 ve 2022 yıllarındaki tecrübeler, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü hakkında çok önemli bir veri oluşturmaktadır. Nitekim iki ülke Esed rejimi ile yakınlaşarak Suriyeli mültecilerin geri döneceğini beklemiş ve bu yönde de bazı anlaşmalar yapmıştır.

Bu rapor, Lübnan ve Ürdün’deki Suriyeli mülteci nüfusu hakkında sayısal verilere yer verecektir ve iki ülkenin demografik yapısı için mülteci nüfusunun ne anlama geldiğini gösterecektir. Ayrıca iki ülkenin Esed rejimi ile yakınlaşma sürecini ve bu süreçte yapılan anlaşmalara yer verecektir. Bununla beraber, Ürdün ve Lübnan’da yaşayan Suriyeli mültecilerin geri dönüşü hakkında detaylı rakamlara ve bu rakamları açıklayan verilere yer verilecektir. Son olarak bu raporda yer verilen iki ülkenin tecrübelerinin de Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar bağlamında yürütülen tartışmalar için faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

Lübnan

Bu raporun yazıldığı tarihte Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, Lübnan’da kayıtlı olan Suriyeli mülteci sayısı 831,053 idi. Söz konusu nüfusun %39’u Beka bölgesinde yaşamaktadır. %27’si ise Kuzey Lübnan’da ikâmet etmektedir. Suriyeli mültecilerin %26’sının ise Beyrut’ta yaşadığı belirtilmektedir. Geriye kalan %11’lik kayıtlı Suriyeli mülteci nüfusu da Güney Lübnan’da yaşamaktadır. Lübnan’ın toplam nüfusunun 6,8 milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, ülkedeki kayıtlı Suriyeli mülteciler nüfusun %11’ine tekabül etmektedir. Ülkedeki en yüksek kayıtlı Suriyeli mülteci nüfusuna 1,18 milyon ile Mayıs 2015’te ulaşılmıştır. O günden bu yana Lübnan’daki resmi Suriyeli mülteci sayısı tedricen azalmıştır(3). Resmi verilerdeki bu düşüşün ardındaki temel sebebin Lübnan hükümetinin Mayıs 2015’te Suriyeli mülteciler için kayıt işlemlerini durdurması olduğu değerlendirilmektedir(4). Ayrıca kayıtlı olan Suriyeli mülteciler arasında Avrupa’ya gidenler de bulunmaktadır(5). Lübnan’da bulunan ve Lübnan hükümetinin kayıt etmediği Suriyeliler ile beraber toplam Suriyeli mülteci nüfusunun 1,5 milyon olduğu değerlendirilmektedir(6). Söz konusu 1,5 milyon rakamı Suriyeli mültecileri kayıt etmeyen Lübnan hükümeti tarafından ifade edilmektedir(7). Lübnan hükümetinin açıklamasına göre, ülkedeki Suriyeli mülteciler 33 milyar dolar değerinde bir maliyet oluşturmuştur(8). Ülkede 1,5 milyon Suriyelinin olduğu varsayılırsa, ülkedeki nüfusun %22’sini, yani ülkedeki dört kişiden birini Suriyeli mültecilerin oluşturduğu fark edilecektir. Ayrıca ülkede 480 bin Filistinli mülteci 70 yılı aşkındır burada yaşamaktadır(9). Filistinli mülteciler ile beraber, ülkedeki mülteci nüfusu, toplam nüfusun %29’unu aşmaktadır.

 

Lübnan’daki nüfusun %67,6’sı Müslümandır. Toplam nüfusun %31,9’u Sünni Müslüman; %31’i ise Şii Müslümandır. Geri kalan nüfus Nusayri ve İsmaili Müslümanlar olarak tanımlanmaktadır. Lübnan’daki nüfusun %32,4’u Hristiyan’dır. Söz konusu Hristiyan nüfus arasında en büyük grup Maruni Katolik Hristiyanlarıdır. İkinci büyük grup ise Ortodoks Hristiyanlardır. Ayrıca Ermeni ve Süryani Hristiyanlar da önemli bir yerdedir. Diğer yandan ülkede %4,5 oranında Dürzi yaşamaktadır(10). Ülkeye gelen Suriyeli mültecilerin büyük çoğunluğu ise Sünni Müslüman’dır.

Ürdün

Bu raporun yazıldığı tarihte BM verilerine göre, Lübnan’da kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 676,496 idi. Söz konusu nüfusun %29,8’i Amman’da, %25,2’si Mafrag’ta, %20,2’si İrbid’de, %14,6’sı ise Zarka vilayetinde yaşamaktadır. Suriyeli mülteci nüfusundan geriye kalan %10,2’lik kesim ise sırasıyla Balka, Madaba, Caraş, Karak, Maan, Aclun, Akabe ve Tafile vilayetlerinde bulunmaktadır. Ürdün’ün toplam nüfusunun 10,2 milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, ülkedeki kayıtlı mülteciler nüfusun %6’sına tekabül etmektedir. Ülkedeki en yüksek Suriyeli mülteci rakamına günümüzde ulaşılmıştır. Şubat 2014’ten bu yana Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin sayıları yavaş ama düzenli bir biçimde artmıştır. Ürdün’deki Suriyeli mülteci nüfusunun %19’u kamplarda yaşamaktadır(11). Kamplarda yaşayan Suriyeli mültecilerin neredeyse tamamı Zatari ve Azrak isimli iki büyük kampta yaşamaktadır(12). Ürdün’deki gerçek Suriyeli mülteci sayısının 1,4 milyon olduğu ve Suriyeli mültecilerin yarısının kayıtlı olmadığı tahmin edilmektedir(13). Ülkede yaşayan Suriyeli mültecilerin, Ürdün için yıllık ortalama 2,5 milyar dolar maliyet oluşturduğu değerlendirilmektedir(14).

 

Lübnan’da bulunan Suriyeli mültecilerin aksine, Ürdün’de yaşayan Suriyeli mülteciler mezhep bakımından Ürdün nüfusu ile benzerlikler göstermektedir. Nitekim Ürdün’ün dini inançlar açısından nispeten homojen bir demografik yapısı bulunmaktadır. Ülkenin neredeyse tamamı Sünni Araplardan oluşmaktadır. Ancak ülkedeki Suriyeli mülteciler, Ürdün’ün 1948 ve 1967 yıllarındaki savaşlardan beri ülkesine kabul ettiği Filistinli mülteci nüfusunun üstüne gelmektedir. Ülkede 50 yılı aşkındır Filistinli mülteciler sorunu devam etmektedir. Resmi rakamlara göre, Ürdün’de 2,3 milyon Filistinli mülteci yaşamaktadır(15). Söz konusu nüfusun 412 bini Ürdün’deki kamplarda yaşamaktadır(16). Ürdün’deki mülteci kampları Suriyeli ve Filistinli mülteciler arasında ayrılmaktadır. Ürdün’deki Filistinli ve Suriyeli mültecilere ilaveten, ülkede Iraklı ‘misafirler’ bulunmaktadır. Ürdün hükümeti Iraklı mültecileri mülteci olarak tanımlamadığı için, Ürdün’deki Iraklı mültecilerin gerçek rakamları tam olarak bilinmemektedir. Ancak bu sayının 150 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir(17) BM kayıtlarında ise 66 bin rakamı verilmektedir(18). Tüm Suriyeli, Filistinli ve Iraklı mülteci rakamların üst tahminleri ele alındığında, bunun Ürdün’deki nüfusun %37,3’sine tekabül ettiği görülmektedir.

Esed ile Yakınlaşma Süreci

Lübnan ve Ürdün hükümetlerinin Esed rejimi ile yakınlaşma sürecini tetikleyen başlıca unsur, Suriye sahasındaki askeri gelişmeler olmuştur. Astana Süreci kapsamında kararlaştırılan dört “gerginliği azaltma bölgesi” bulunmaktaydı(19). Rusya ve İran destekli rejim güçleri 2018 yılında Lübnan sınırına yakın Guta ve Humus’taki iki gerginliği azaltma bölgesi ile Ürdün sınırına yakın mevkideki Dera gerginliği azaltma bölgesinin kontrolünü ele geçirdi(20). Her ne kadar Türkiye sınırına yakın bir bölgede bulunan İdlib’teki gerginliği azaltma bölgesine kontrolü sağlamaya yönelik saldırılar gerçekleşmiş olsa da, Türkiye’nin Bahar Kalkanı Harekâtı ile İdlib bölgesindeki sivil ve muhalif varlığı korunmuş ve saldırılar akamete uğratılmıştır(21).

Esed rejiminin 2018’te elde ettiği askeri başarı sonucunda, Humus(22) ve Guta’daki(23) gerginliği azaltma bölgelerindeki siviller ve silahlı muhalif unsurlar Türkiye sınırına doğru otobüslerle tahliye edildi. Dera bölgesinde ise Rusya garantörlüğünde yerel uzlaşı anlaşmaları yapıldı(24). Yerel uzlaşı anlaşmalarını reddedenler ise Türkiye sınırına doğru otobüslerle tahliye edildi(25).

Söz konusu bu askeri gelişmeler üzerine, Ürdün ve Lübnan sınırına yakın tüm bölgeler Esed rejiminin kontrolüne girmiş oldu ve iki ülke Esed rejimi ile ilişkileri normalleşmeştirme ve yakınlaşma süreçlerini başlattı.

Lübnan

Esed rejiminin askeri kazanımlarını gören Lübnanlı siyasetçiler arasında Suriyeli mültecilerin durumuna ilişkin bir kamplaşma meydana geldi. Hizbullah ve Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’un partisi Özgür Yurtseverler Hareketi Suriyeli mültecilerin ivedilikle Suriye’ye geri gönderilmesini savunmuşlardır(26). Cumhurbaşkanı’nın partisinden olan dönemin Lübnan Dışişleri Bakanı Gebran Bassil ise Şam’daki Esed rejimine çağrıda bulunmuş ve Suriyelilerin geri dönüşü için gerekli şartların oluşturulmasını ve güvencelerin verilmesini talep etmiştir(27). Genellikle Şii ve Hristiyan partiler Suriyeli mültecilerin Lübnan’daki varlığını bir demografik tehdit olarak algılarken Gelecek Hareketi, İlerici Sosyalist Partisi ve Lübnan Kuvvetleri Partisi gibi Sünni siyasi partiler veya Amerikan yanlısı partiler Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinin kabul edilemeyeceğini ve geri dönüşün gönüllü olması gerektiğini savunmaktaydılar(28). Bunun üzerine dönemin Lübnan Genel Güvenlik Müdürlüğü Başkanı General Abbas İbrahim, Esed rejimi ile temaslarda bulunmuş ve mültecilerin geri dönüşü için bir mekanizma üzerinde mutabakat sağlanmıştır(29).

İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin dünyaya deklare edilmesi ise 2019 yılının başlarında gerçekleşmiştir. Arap Ligi Ekonomik Zirvesi çerçevesinde açıklama yapan dönemin Lübnan Dışişleri Bakanı Gebran Bassil; “[Esed rejimini kast ederek] Suriye toplantımızdaki en büyük eksikliktir. […] Suriye, teröristlerin yerine bizim kollarımızda olmalıdır. […] Suriye’nin geri dönüşü için izin beklememeliyiz ki dışarıdan gelen emirler yüzünden tarihi bir utanca imza atmayalım” demiştir(30).

Lübnan ve aynı zamanda Ürdün’ün Esed rejimi ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik somut en önemli proje 2020 yılında zemin kazanan Arap Gaz boru hattıdır. Söz konusu boru hattı ile Mısır gazının Ürdün üzerinden Suriye’ye ve Suriye üzerinden de Lübnan’a aktarılması planlanmaktadır(31). Kasım 2021’de ise Lübnan, Ürdün, Mısır ve Esed rejiminin Enerji Bakanları Ürdün’ün başkenti Amman’da bir araya gelmiştir(32).

Ürdün

Esed rejiminin Dera bölgesindeki askeri başarısının ardından, Ürdün ile olan sınır kapısının tekrar rejim güçlerince kontrol edilmesi, iki ülke arasındaki bağlantı ve irtibatın tekrar oluşmasını da sembolize etmiştir. Nitekim Ekim 2018’te Ürdün resmi olarak sınır kapısını açmıştır(33). Hemen akabinde, Kasım 2018’te Ürdün meclisinden bir heyet Şam’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir ve heyet bizatihi Beşar Esed tarafından kabul edilmiştir(34). Ziyaretin ardından Ürdün’ün Ulaşım Bakanı Esed rejiminin Ulaşım Bakanı’nı Amman’a davet etmiştir(35). 2019 yılında ise Ürdün resmi olarak Şam’a maslahatgüzar atamıştır(36).

Covid-19 pandemisi nedeniyle diplomatik gelişmeler geçici olarak duraklamış olsa da 2021 yılında Ürdün ilişkileri güçlendirmeye devam etmiştir. Ağustos ayında Ürdün kralı CNN’e önemli açıklamalarda bulunmuş ve Suriye’de rejimin değişmeyeceğini, fakat rejimin davranış biçimlerinin değişmesinin mümkün olduğunu vurgulamıştır. Suriyeli mültecilerin geri dönmesi ve rejimin davranış kalıpların değişmesi için en iyi yolun diyalog olduğunu savunmuştur.(37) Bu açıklamaların ardından Esed rejiminin Dışişleri Bakanı ile Ürdün Dışişleri Bakanı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında bir araya gelmiş ve resmi bir görüşme gerçekleştirmiştir(38). Ayrıca Esed rejiminin Savunma Bakanı Ürdün Başkenti Amman’ı ziyaret etmiştir(39). Ürdün ve Suriye arasında 1987’de imzalanan Su Anlaşması’nın tekrar yürürlüğe girmesi de bu süreçte kararlaştırılmıştır(40). Ürdün’ün Esed rejimi ile ilişkileri düzeltmesinin en büyük sembolü ise, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın Beşar Esed ile telefonda görüşmesi olmuştur(41).

Suriye’ye Geri Dönüş ve Dön(e)meyenler

Lübnan hükümetinin Esed rejimi ile Suriyeli mültecilerin geri dönüşü üzerinde birlikte çalışmaya karar vermesi 2018 yılına ve dönemin Lübnan Genel Güvenlik Müdürlüğü Başkanı General Abbas İbrahim’e dayanmaktadır. Başkanın kamuoyuna yaptığı açıklamada, uzunca bir süredir merak edilen Lübnan ile Esed rejimi arasındaki Suriyeli mülteciler için oluşturulan söz konusu geri dönüş mekanizması deklare edilmiştir. Anlaşmaya varılan mekanizma kapsamında, Lübnan hükümeti Esed rejimine Suriyelilerin isim listelerini göndermektedir. Abbas İbrahim tarafından peyderpey gönderilen listeleri inceleyen Esed rejimi, genellikle %90’ının geri dönüşünü onaylarken, ortalama %10’luk bir kesimin geri dönmesini de kabul etmemiştir. Devamındaki süreçte bu %10’luk kesim Esed rejimin tutumu hakkında bilgilendirilmektedir. Açıklamanın yapıldığı dönemde, ilgili mekanizmayla toplamda 25 bin Suriyelinin ülkesine geri döndüğü ifade edilmiştir(42). Lübnan ve Esed rejimi arasındaki bu mekanizma ileriki aylarda Esed rejiminin kendisine ulaşan listelerdeki isimlerin geri dönüşlerini kabul etmemesi üzerine mecburen askıya alınmıştır. Esed rejimi verilen listelerdeki isimleri reddetme gerekçesi olarak evlerinin olduğu bölgelerdeki altyapının yetersiz olduğunu gerekçe göstermiştir(43).

Lübnan’a benzer şekilde, Ürdün de 2018 yılında gayri resmi de olsa Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için Esed rejimi ile bir anlaşma yapmıştır(44). Anlaşmanın detayları tam olarak bilinmese de Lübnan ile Ürdün’ün Esed rejimi ile hayata geçirdiği mekanizmanın benzer bir şekilde işlediği düşünülmektedir.

Ürdün’de yaşayan Suriyeli mültecilerin %86’sı açlık sınırının altında yaşamakta ve ciddi bir gıda sorunu yaşamaktadır(45). Lübnan’da yaşayan Suriyeli mültecilerde bu rakam %90’ın üstüne çıkmaktadır(46). Lübnan’da yaşanan finansal kriz; Beyrut limanındaki patlama, hem Ürdün hem de Lübnan’da Suriyeli mültecilere dönük devam eden baskılar, Covid-19 pandemisi ve Esed rejimi ile yapılan mülteci anlaşmaları… Tüm bunların yer aldığı denklemde Suriye’ye geri dönüşün boyutları ne üzere olmuştur?

Suriye’ye geri dönüş bağlamında BM verileri esas alındığında, 2019’dan bu yana Suriye’ye Lübnan’dan 39,294 ve Ürdün’den 40,764 Suriyeli mülteci geri dönmüştür. Toplamda 80,058 kişi ülkesine geri dönerken, 2019 yılı hesaplanmadığında toplam rakam 27,921’e düşmektedir. Nispeten 2019 yılındaki yüksek geri dönüşün ardından, Suriye’ye geri dönüş rakamları 2019 öncesi dönemin bile altındadır. Nitekim 2016 ile 2019 yılları arasında Lübnan ve Ürdün’den toplam 54,043 mülteci Suriye’ye geri dönmüştür. 2019 yılındaki istisnai durum bir kenara bırakılırsa, Lübnan ve Ürdün hükümetinin Esed rejimi ile anlaşmasından sonra Suriye’ye olan geri dönüşler hızlanmamış, tam aksine yavaşlamıştır(47).

 

Lübnan ve Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin yaşam standartları bu denli kötüyken ve iki ülke de Suriyeli mültecilerin geri dönmesi için Esed rejimi ile ilişkileri normalleştirmiş olmasına rağmen Suriyeli mülteciler neden ülkelerine geri dönmemektedir? 2019 yılında gerçekleşen görece hızlı geri dönüşün ardından, neden geri dönüşlerde ciddi bir azalma olmuştur?

Suriyeli mültecilerin Lübnan ve Ürdün’e neden geri dönmek istemediğini en iyi açıklayan veri, geri dönenlerin tecrübeleridir. Geri dönenlerin Suriye’deki ekonomik ve güvenlik durumuna ilişkin aktardıkları, doğrusu diğer Suriyeli mülteciler üzerinde de belirleyici olmaktadır. Nitekim Suriye’de ciddi bir yoksulluk vardır ve savaş süresince yıkılan altyapı hâlihazırda zaten az olan nüfus için dahi yetersizdir. Yani, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü gerçekleşirse ülkenin altyapısı bunu kaldırmayacaktır. Ayrıca güvenlik açısından devam eden asimetrik savaşın haricinde de asayişi ilgilendiren ciddi sorunlar bulunmaktadır. Esed rejimine bağlı silahlı yapıların mafyavari bir biçimde oluşturdukları gelir ağı ve düzen, bölgede yaşayan tüm sivilleri tehdit etmektedir. Bu yapıların ülkelerine geri dönen Suriyeli mültecileri düşman unsur ve hain olarak değerlendirmesi, geri dönenlerin güvenlik durumunu daha da belirsiz kılmaktadır.

Human Rights Watch’un bu konuya dair yaptığı bir araştırma sonucunda, Suriye’ye geri dönen Suriyelilerin ciddi insan hakları ihlallerine maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Ülkelerine geri dönen Suriyelilerin en iyi ihtimalle Esed rejimine bağlı silahlı unsurlarca ‘çay içmeye’ davet edildiği raporlanmıştır. Geri dönenlerin düzenli bir şekilde sorguya çekildiği, sorgu esnasında taciz, tecavüz ve işkence olaylarının da çokça yaşandığı görülmüştür. Suriye’ye geri dönüp, bir daha haber alınamayan ve daha sonra hapishanede ölüm haberi alınan birçok kişi bulunmaktadır. Ayrıca Suriye’ye geri dönenlerin Esed rejimi tarafından askerlik hizmeti kapsamında zorla silahaltına alınması da ciddi bir sorundur. Geri dönenlerin silahaltına alındıktan sonra en tehlikeli cephelere gönderildiği, kendilerine yeterli ekipman ve silah verilmediği ve sivilleri hedef almaları talep edildiği tespit edilmiştir(48).

Özellikle zorla silahaltına alma süreci bağlamında, farklı ve karmaşık sorunlar meydana gelebilmektedir. Esed rejiminden kaçan kişilerin, Esed rejimi için zorla askeri hizmet sağlama durumunu bir kenara bırakırsak, örneğin Humus’tan Lübnan’a kaçıp daha sonra evine dönen birinin, İdlib’te yaşayan Humuslu bir akrabasının yaşadığı köyü zorla bombalaması gerekebilir. Ya da Ürdün’de yaşayıp geri döndükten sonra Tel Rıfat cephe hattına sevk edilen bir genç, Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile aynı safta yer alıp Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Suriye Milli Ordusu’na (SMO) karşı ateş etmek zorunda kalabilir.

Yukarıda belirtilen sebepler ve buna benzer diğer sebeplerden ötürü, Lübnan ve Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönüşü beklenildiği gibi gerçekleşmemiştir. Özellikle Lübnan hükümetinin Suriyeli mültecilere karşı politikalarını sertleştirmesine rağmen, gönüllü geri dönüş gerçekleşmeyince, Lübnan hükümeti zorla geri göndermenin planlarını devreye sokmuştur. Lübnan Yerinden Edilmişler Bakanı İssam Şarafeddine’nin yaptığı açıklamaya göre, Lübnan hükümeti BM’nin itirazlarına rağmen, her ay 15 bin Suriyeli mülteciyi zorla ülkelerine geri göndermeyi planlamaktadır. Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’un onayladığı bu plan bağlamında Lübnan’dan resmi bir heyet Şam’da resmi temaslarda bulunmuş ve Suriye Çevre Bakanı Hüseyin Makluf ve Dışişleri Bakanı Feysal Mikdad ile görüşmüştür(49).

Esed rejimi bu plana onay verirse, Lübnan hükümeti her ay 15 bin Suriyeli mülteciyi Suriye’de oluşturulacak geçici kamplara nakledecektir. Nakledilecek grupların Suriye’den geldikleri yerlere göre tasnif edilmesi düşünülmektedir(50). Bu planın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği net olmasa da bu haberin üzerine Lübnan’dan Avrupa’ya kaçmaya çalışan Suriyeli mültecilerin sayısında ciddi bir artış meydana gelmiştir. Örneğin 150 kişinin bulunduğu botun batması sonucunda 94 kişinin cesedine ulaşılmıştır(51). Nitekim Lübnan’dan Kıbrıs’a, Yunanistan’a ve İtalya güneyine giden deniz yolu uzun olmakla beraber, mültecilerin durumu taşındıkları botlar açısından da oldukça tehlikelidir.

Ürdün ise Esed rejimi ile ilişkilerini normalleştirmesinin ardından Suriyeli mültecilere ilaveten yeni bir sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Ürdün hükümeti Esed rejiminin Ürdün’e ve Ürdün üzerinden Körfez ülkelerine yönelik uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele etmeye başlamıştır. İlişkilerin normalleşmesi ile umduğunun aksine Suriyeliler geri dönmezken, Suriye’den ülkeye Captagon adıyla bilinen uyuşturucu madde gelmeye başlamıştır(52). Suriye’nin resmi ihracatı 0,8 milyar dolar iken(53), dünyanın farklı noktalarında Suriye menşeli ele geçirilen uyuşturucunun değerinin 6 milyar dolar olduğu değerlendirilmektedir(54).Yakalanmayan uyuşturucu sevkiyatları ile beraber, Esed rejiminin yurtdışına kaçırdığı uyuşturucunun toplam değerinin 30 milyar dolar olduğu değerlendirilmektedir(55). Uyuşturucu ticareti için Lübnan geleneksel rota iken, Ürdün ile ilişkilerin düzelmesi ile Lübnan üzerinden giden deniz güzergâhına ek olarak yeni bir kara güzergâhı oluşmuştur. Ürdünlü yetkiler için bu uyuşturucu sevkiyatları ciddi bir sorun haline gelmiştir(56). Öyle ki, zaman zaman Esed rejimi ve İran’a bağlı milisler(57) ile Ürdünlü güvenlik güçleri arasında uyuşturucu kaçakçılığından dolayı çatışmalar da yaşanmaktadır(58).

Sonuç

Lübnan ve Ürdün’de yaşayan Suriyeli mülteciler demografik anlamda iki ülke için de ciddi bir yük oluşturmaktadır. Lübnan’da her dört kişiden biri Suriyeli mülteciyken, Filistinli mülteciler ile beraber bu oran %29’a çıkmaktadır. Ürdün’deki Suriyeli, Filistinli ve Iraklı mülteciler toplam nüfusun %37’sine tekabül etmektedir. Özellikle Lübnan gibi farklı etnik ve mezhebi yapıların hassas dengesi üzerine inşa edilmiş bir devlet için neredeyse tamamı Sünni Araplardan oluşan Suriyeli mülteciler apayrı bir yük oluşturmaktadır. Covid-19 pandemisi ve uluslararası boyutlara varan enerji fiyatlarındaki artışlar ve enflasyon sürecinde bu yük daha da belirgin bir hâle gelmiştir. Özellikle Lübnan gibi finansal krizlerin ortasında, Beyrut limanı patlaması gibi elim hadiselerin neden olduğu acı tablo ve hükümet krizin her daim devam ettiği bir ülke için Suriyeli mültecilerin oluşturduğu sorunları yönetmek daha da zor olmaktadır. Bu bağlamda Lübnan’ın Suriyeli mültecileri 2015 Mayıs’ından bu yana kayıt altına almaması ve adeta “ya gidecekler ya da gidecekler” gibi politikayı benimsemesi dikkat çekmektedir.

2018 yılında Esed rejiminin Suriye’nin batısı ile güneyinde kontrolü sağlamasının ardından, Lübnan ve Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin geldiği yerleşim yerlerindeki çatışmalar son buldu. Bunun üzerine iki devlet de Esed rejimi ile ilişkileri normalleştirme arayışına girip Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için bazı anlaşmalar yapmıştır. Bunun sonucunda da 2019 yılına gelindiğinde iki ülkede bulunan toplam 2,9 milyon Suriyeli mülteciden yalnızca 52.000’i geri dönmüştür. Geri dönenlerin Esed rejimi tarafından verilen tüm garanti ve güvencelere rağmen sorguya çekilmesi; işkenceye, tacize ve tecavüze maruz kalması ile zorla askere alınması sonucunda günümüze kadar sadece 28.000 kişi geri dönmüştür. Özellikle silahaltına alındıktan sonra sivilleri hedef alma veya YPG ile aynı safta yer alıp Türk askerine karşı cepheye sürülme durumları, Suriyeli mültecileri geri dönmekten vazgeçiren önemli unsurlar arasında yer almaktadır.

2019 yılındaki istisnai durum bir kenara bırakılırsa, Lübnan ve Ürdün hükümetinin Esed rejimi ile anlaşmasından sonra Suriye’ye geri dönüşler hızlanmamış, tam aksine yavaşlamıştır. Esed rejimi ilişkileri düzelttikten ve kazanımlar elde ettikten sonra, iki ülke ile yaptığı anlaşmaları ihlal etmiş ve Suriyeli mültecilerin geri dönmesini zorlaştırmıştır. Söz konusu bu tecrübe, Esed rejiminin Suriyeli mültecileri istememesi ve Suriye’nin demografik yapısını değiştirme arzusunu göstermektedir. Nitekim Esed rejiminin iddiasına göre 2011’de yaşanan halk ayaklanmasının sebebi rejimin baskıcı politikaları değil, Suriye’deki insan sayısının çok olmasıdır. Buna bağlı olarak da Esed rejimi Suriye’de küçük ve kontrol edilebilir bir nüfusun olmasını tercih etmektedir.

Bu raporda yer alan Ürdün ve Lübnan hükümetinin Suriyeli mülteciler ve Esed rejimi ile yakınlaşma tecrübesi, Türkiye’de yaşanan göç ve geri dönüş tartışmalarında dikkate alınması gerektiği ve bu tecrübelerden faydalanılarak politika üretilmesinin gerekliliği ortaya koymaktadır. Ürdün ve Lübnan tecrübeleri dikkate alındığında, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar tartışmasının daha somut ve daha gerçekçi ele alınacağı öngörülmektedir.


([1]) UNHCR, “Ukraine Refugee Situation”,https://bit.ly/3EYNbBc  (Erişim tarihi: 26 Eylül 2022).

([2]) UNHCR, “Syria Refugee Situation”, https://bit.ly/3DdTpvF  (Erişim tarihi: 26 Eylül 2022).

([3]) UNHCR “Syria Refugee Situation - Lebanon”, https://bit.ly/3TFpwdh  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([4]) Hanan Elbadawi, “Syrian refugees in Lebanon: Potential forced return?”, 6 Temmuz 2018, Atlantic Council, https://bit.ly/3yWNite  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([5]) Kareem Chehayeb, “Syrians in Lebanon fear deportation, see Europe as beacon”, 21 Temmuz 2022, The Christian Science Monitor, https://bit.ly/3VJDtZy  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([6]) Al Jazeera, “Lebanon plans Syrian refugee repatriation within months: Minister“, 6 Temmuz 2022,https://bit.ly/3gnGH4L  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([7]) Najia Houssari, “Lebanon decides to formally negotiate with Syria on refugee repatriation”, 7 Temmuz 2022, Arab News, https://bit.ly/3MMKEfi  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([8]) L’Orient Today, “'Door open for Syrian refugees to return,' minister tells Lebanese counterpart in Damascus”, 15 Ağustos 2022, https://bit.ly/3eTI8qW  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([9]) UNRWA, “Where We Work – Lebanon”, https://bit.ly/3EXi1Kp (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([10]) US Department of State, “2019 Report on International Religious Freedom: Lebanon”, https://bit.ly/3VGfXMX  (Erişim tarihi: 20 Eylül 2022).

([11])  UNHCR, “Syria Refugee Situation – Jordan”, https://bit.ly/3goVSKG (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([12])  UNHCR, “Durable solutions required for Syrian refugees in Jordan as Za’atari camp turns 10”, 29 Temmuz 2022, https://bit.ly/3VGbVEd  (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([13]) Wesley Dockery, “What’s Jordan’s policy towards Syrian and Iraqi refugees?”, INFO Migrants, 5 Ekim 2017, https://bit.ly/3scovha  (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([14]) Joe Macaron, “Syrian Refugees in Jordan and Lebanon: The Politics of their Return”, Haziran 28 2018, Arab Center Washington DC, https://bit.ly/3scPEQW  (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([15]) UNRWA, “Where We Work – Jordan”, https://bit.ly/3SgsqnG.

([16]) UNRWA, “Where We Work – Jordan”.

([17]) FINCA, “Syrian Refugees in Jordan Need Access to Finance”, 11 Nisan 2022, https://bit.ly/3eSZ1lD (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([18]) OCHA, “Registered Persons of Concern Refugees and Asylum Seekers in Jordan - Iraqi Refugees (as of 15 December 2021)”, 20 Aralık 2021, https://bit.ly/3Se8K3D (Erişim tarihi: 21 Eylül 2022).

([19]) Cumhuriyet, “Rusya'dan Astana'da öneri geldi: Suriye’de ‘dört güvenli bölge’”, 4 Mayıs 2017, https://bit.ly/3scQWLM (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([20]) Selen Temizer ve Burak Karacaoğlu, “Suriye iç savaşı İdlib'de düğümlendi”, 1 Eylül 2018, Anadolu Ajansı, https://bit.ly/3yW2EOw (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([21]) Kutluhan Görücü, “Odak: İkinci Yıl Dönümünde Bahar Kalkanı Harekatı ve Barışın Tesisi”, 27 Şubat 2022, SETA, https://bit.ly/3SjxsQj  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([22]) Eşref Musa ve Burak Karacaoğlu, “Suriye'de rejim ablukasından zorunlu tahliyeler sürüyor”, 13 Mayıs 2018, Anadolu Ajansı, https://bit.ly/3ETW0fH  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([23]) Eşref Musa, Ömer Koparan ve Adham Kako, “Doğu Guta'dan çıkmak zorunda kalanların sayısı 56 bini geçti”, 11 Nisan 2018, Anadolu Ajansı, https://bit.ly/3yWR4CU  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([24]) Ömer Özkizilcik ve Kutluhan Görücü, “Analiz: Uzlaşıdan Kuşatmaya Dera’da Neler Oluyor?”, 14 Ekim 2021, SETA, https://bit.ly/3TgUnwY  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([25])  Eşref Musa, “Dera'dan ayrılan ikinci konvoy İdlib'e vardı”, 22 Temmuz 2018, Anadolu Ajansı, https://bit.ly/3TH65AR  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([26]) Middle East Monitor, “Lebanon's President urges more efforts to repatriate Syrian refugees”, 20 Ocak 2019, https://bit.ly/3TgMt6P(Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([27]) Reuters, “Lebanon calls for Syrian guarantees to speed return of refugees”, 11 Şubat 2019, https://reut.rs/3sc4M0Q (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([28]) Abbas Assi, “International Politics of Syrian Refugee Return: The Case of Lebanon”, 20 Ağustos 2019, Middle East Institute, https://bit.ly/3MNVlOz (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([29]) Laila Bassam, “Fifty thousand Syrians returned to Syria from Lebanon this year: official”, 25 Eylül 2018, Reuters, https://reut.rs/3DcSE5Z (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([30]) Al Jazeera, “Lebanon urges Arab League to readmit Syria”, 18 Ocak 2019, https://bit.ly/3DfHg9M (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([31]) Egypt Today, “Egypt to deliver natural gas to Lebanon through Jordan, Syria”, 10 Eylül 2021, https://bit.ly/3gsHMZ6  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([32]) Cathrin Schaer, “Lebanon power deal: Beginning of the end of Syria's isolation?”, 22 Eylül 2021, Deutsche Welle, https://bit.ly/3goXdBt  (Erişim tarihi: 22 Eylül 2022).

([33]) Osama Al Sharif, “Jordan, Syria reopen border”, 17 Ekim 2018, Al Monitor, https://bit.ly/3eKUba2 (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([34]) Ammon News, “اسماء النواب المغادرين الى دمشق الاثنين”, 17 Kasım 2018, https://bit.ly/3CGDqow (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([35]) Sawaleif, “أول دعوة رسمية لوزير سوري لزيارة الأردن .. “وثيقة””, 22 Kasım 2018, https://bit.ly/3VVqvbh  (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([36]) Arab News, “Jordan upgrades diplomatic ties with Syria”, 22 Ocak 2019, https://bit.ly/3gnrLn0(Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([37])Osama Al Sharif , “Why Jordan is pushing to normalise ties with the Syrian regime”, 5 Ağustos 2021, The New Arab, https://bit.ly/3gqn2RG (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([38]) Petra, “FM holds slew of meetings on UN General Assembly sidelines”, 23 Eylül 2021, https://bit.ly/3VIrBqB  (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([39]) Suleiman Al-Khalidi, “Syrian military chief makes rare visit to Jordan to discuss border security”, 20 Eylül 2021, Reuters, https://reut.rs/3TARjeD (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([40]) Ammon News, “الأردن وسوريا يتفقان على تفعيل اتفاقية المياه 1987”, 28 Eylül 2021, https://bit.ly/3CMQw3K  (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([41]) Al Monitor, “Jordan’s king, Syria’s leader speak by phone for first time in decade”, 4 Ekim 2021, https://bit.ly/3DepBze  (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([42]) Laila Bassam, “Fifty thousand Syrians returned to Syria from Lebanon this year: official”, 25 Eylül 2018, Reuters,https://reut.rs/3DcSE5Z  (Erişim tarihi: 23 Eylül 2022).

([43]) Najia Houssari, “Lebanon decides to formally negotiate with Syria on refugee repatriation”, 7 Temmuz 2022, Arab News, https://bit.ly/3MMKEfi  (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([44]) The New Arab, “Syrian media says deal struck with Jordan to return refugees”, 14 Ağustos 2018, https://bit.ly/3s8yDHE (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([45]) World Food Program USA, “10 Facts About the Syrian Refugee Crisis in Jordan”, 14 Aralık 2021, https://bit.ly/3VFZDM6  (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([46]) UNHCR, “Nine out of ten Syrian refugee families in Lebanon are now living in extreme poverty, UN study says”, 18 Aralık 2020, https://bit.ly/3yY1rXb  (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([47])  UNHCR, “Syria Regional Refugee Response: Durable Solutions”, https://bit.ly/3ySwfII (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([48]) Human Rights Watch, ““Our Lives Are Like Death” Syrian Refugee Returns from Lebanon and Jordan”, 20 Ekim 2021, https://bit.ly/3COejAi (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([49])  L’Orient Today, “'Door open for Syrian refugees to return,' minister tells Lebanese counterpart in Damascus”, 15 Ağustos 2022, https://bit.ly/3eTI8qW (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([50]) Al Jazeera, “Lebanon plans Syrian refugee repatriation within months: Minister”, 6 Temmuz 2022, https://bit.ly/3gnGH4L (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([51])  Al Jazeera, “Death toll from Lebanon asylum seeker boat tragedy rises to 94”, 24 Eylül 2022, https://bit.ly/3D8VV5p (Erişim tarihi: 25 Eylül 2022).

([52])  Gregory Aftandilian, “The Captagon Problem in Saudi Arabia and Other Gulf States”, 22 Eylül 2022, Arab Center, https://bit.ly/3zk8OZh  (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([53]) https://oec.world/en/profile/country/syr.

([54]) COAR, “The Syrian Economy at War: Captagon, Hashish, and the Syrian Narco-State”, 27 Nisan 2021, https://bit.ly/3TgThRV (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([55])  Charles Lister, “We cannot ignore Syria’s emergence as a narco-state”, 29 Nisan 2022, https://bit.ly/3MKvQOk (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([56]) Raed Omari, “Jordan reports ‘dramatic’ increase in drug smuggling attempts from Syria”, 13 Ocak 2022, Arab News, https://bit.ly/3DaG7Aa (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([57])Suleiman Al-Khalidi, “Jordan says Iran-linked groups in Syria wage drug war along border”, 24 Mayıs 2022, Reuters, https://reut.rs/3gqtCHS (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

([58]) Yolande Knell, “Captagon: Jordan's undeclared war against Syria drug traffickers”, 18 Nisan 2022, BBC News, https://bbc.in/3yX5kvh (Erişim tarihi: 24 Eylül 2022).

 

 

Kategori Raporlar

UYGULAMA PLANI ÖZETİ

  • “Özerk yönetime” bağlı askerî oluşumlar, referansını birçok faktörden almaktadır. Bunlar totaliter siyasi eğilim taşıyıp toplumsal bir dayanaktan yoksundur. Bu faktörlerin referans alınmasının nedeni halkın ihtiyaçlarından kaynaklı veya halkı temsil etmekten ziyade bir “siyasî proje” ve “yerelde bazı güçleri güçlendirme” amacın peşindedir. Bahsi geçen referansı genel olarak iki ana temele dayandırabiliriz. Birincisi, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve önceki ismiyle "KCK - ROJAVA" şimdiki adıyla "TEV-DEM" in dayandığı siyasi temeller, askeri yapılara referans oluşturmaktadır. İkincisi, askeri kanadın, öz yönetimin yasama ve yürütme sistemine bağlanmasıdır.
  • PYD örgütüne bağlı askerî oluşumların askerî anlamda başlangıçlarını iki döneme ayırabiliriz:
  • İlk olarak, 2004 sonrası bazı köylerde meydana gelen ayaklanma sonrası küçük hücreler oluşturulmuştur. Ancak Suriye devrimi öncesi örgüte bağlı herhangi bir askerî oluşum veya örgüt ortaya çıkmamıştır, ve örgütün eleman devşirme gibi tüm askerî faaliyetleri PKK’ya bağlı olarak yürütülmüştür. İkinci dönemin ilk ipuçlarını ise Hebat Diriki liderliğindeki “Devrim Gençleri Harekâtı” adlı örgütün saflarında PYD’nin organize olarak askerî faaliyet yürütecek hücreler oluşturmasıyla başladığını söyleyebiliriz.
  • Özerk yönetime bağlı askerî oluşumların sağladıkları askerî kontrol, iç (istikrarı destekleme hususunda rejim ile özerk yönetim arasındaki yapılar üzerindeki çifte standartın uygulanması) ve dış faktörlerin (uluslararası koalisyonun desteği) etkileşimlerinin bir sonucu olmasına rağmen, sadece bu faktörlere indirgenemez. Kendinden kaynaklı boyutları ihmal etmemek gerekir.
  • YPG ile YPJ, özerk yönetime bağlı askerî güçlerin omurgasını oluşturmaktadır. Bu iki örgütün askerî ve fikrî eğitimi PKK tarafından sağlanmıştır. Savaşçı sayıları ise 20 ile 30 bin civarındadır. Hiyerarşik yapılanmasıyla ilgili tecrübesini de PKK örgütünden elde etmiştir. YPG’nin iç yapısında iki akademinin varlığından söz edilebilir; biri erkeklere diğeri ise kadınlara özel olup “Şehit Şeylan Akademisi” adını taşımaktadır. Buna bağlı olarak, birden fazla akademinin varlığından bahsedilebilir.
  • 2017 yılı itibariyle özerk yönetim içerisinde yeniden yapılanmaya gidilmiştir. Bu kapsamda, yeni askerî alayların oluşturulması teşvik edilmiştir. Bu eğilim, uluslararası koalisyonun devreye girmesi ile başlamıştır ve ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) destek vermesi ve YPG ile SDG’nin daha geniş alanları kontrol etmesiyle daha da artmıştır. YPG’nin kendi elemanlarına uyguladığı sistemler ile bugüne kadar ortaya çıkan grupların yapılanmaları karşılaştırıldığında aralarında bariz farklar görünmemektedir. Söz konusu gruplar şu şekildedir: Tîm, takım (üç timin biraraya gelmesiyle oluşmuştur), bölük ( 4 ya da altı takımdan oluşur), tabur (dört ile sekiz bölükten meydana gelmektedir, kişi sayıları 40 ile 50 asker arasındadır), alay (dört ile sekiz taburdan meydana gelir, kişi sayıları ise 300 ile 400 asker arasındadır.)
  • Etkili ve ana askerî güçler arasında Öz Savunma Güçleri(HPX) de (zorunlu askerlik olarak) yer almaktadır. Özerk yönetimin Sosyal Sözleşmesi içerisinde yer alan Öz Savuma ve Koruma Heyeti’nin 21.01.2014 tarihinde verdiği karar sonucu ve 13.07.2014 tarihinde de yasama kurulu tarafından Öz Savunma Kanunu’nun kabul edilmesi sonrasında, gençleri “zorunlu hizmete” sevk etme görevini Öz Savunma Heyeti üstlenmiştir.
  • El-Cezire Kantonuna bağlı Öz Savunma ve Koruma Heyetinin eş başkanı Rizan Kilo, askerî alayların oluşturulmasındaki amacı; resmî bir şekilde tanınmış ve tüm detaylarıyla disiplinli “eğitim ve inzibat açısından üstün seviyede askerî güç oluşturmak” diye belirtmektedir.
  • El-Cezire Kantonundaki eğitim kurslarının sayısı 29’a ulaşmıştır. Bu kursların ilki 20.11.2014 tarihinde açılmış iken 29. Kurs 21.07.2017 tarihinde açılmıştır. Aynu’l Arap/ Kobani’de ise 8 eğitim kursu açılmıştır. İlk kurs, 20.06.2016 tarihinde başlamış olup son eğitim kursu ise 10.10.2017 tarihinde yapılmıştır. Afrin’de de ilki 05.07.2015 tarihinde ve sonuncusu 05.06.2017 tarihinde olmak üzere toplamda 10 eğitim kursu düzenlenmiştir.
  • YPG’ye lojistik destek sağlamak adına sahada pratik hizmetlerini başlatmasından sonra, Heyet, eğitim süresi sonra eren gençler arasından güvene dayalı seçim yapmaktadır. Ayrıca akademik ve askerî kurumların binalarını da restore etmektedir.
  • Eskiye göre kıyaslandığında, “Öz Savunma Heyeti’nin” Afrin Kanton’unda daha yoğun bir çabayla özel kuvvetler oluşturmaya odaklandığı gözlemlenmektedir. Söz konusu heyet, zorunlu askerlik hizmetine sevk edilmiş askerler arasından “özel kuvvetler” oluşturmaktadır. İş bu raporu hazırlama tarihine kadar söz konusu özel kuvvetlerden 3 grup mezun edilmiştir.
  • Erkeklerin askerlik hizmet dönemi 18 yaşında başlar ve belirlenen süreyi tamamlamak ya da muaf kılınmak, kişinin 40 yaşını aşması ile sona erer. Ayrıca kadınlar da gönüllü olarak bu hizmete dahil olabilmektedir.
  • “Askerî İnzibat Birimleri, Öz Savunma Heyeti’ne bağlıdır. Bu grup, “Askerî Polis” (İnzibat) kolluklarına tekabül eder. Görevlerinden bazıları: “zorunlu askerlik hizmetinden firar etmiş” kişileri yakalamak, hizmet dönemi gelmiş kişilere tebliğde bulunmak veya yargı ile ilgili konularda yakalama kararlarını yerine getirmektir. Yakalama eylemleri askerî sevk idaresi ile koordineli bir şekilde yürütülmektedir.
  • YPG örgütune bazı yabancı örgütler de destek vermektedir. En başta gelen Küresel Özgürlük Taburu, 10.06.2015 tarihinde Rasu’l Ayn/Serekaniyye’de oluşturulmuştur ve mensupları farklı uyruk ve ideolojilerden oluşmaktadır. Marksist Leninist Komünist Parti “MLKP” ve Türkiye İşçi ve çiftçi Sosyalist Ordusu ise çoğunlukla Türk sol kesiminden meydana gelmektedir. Bunların yanı sıra Avrupa’da yaygın olan sol hareketlere mensup bireyler de bulunmaktadır; BOB KRO(BCB) tugayının İngiliz sendika lideri ile “Henri Krasucki” tugayının Fransız komünist lideri gibi.
  • Haseke ilinde (Suriye’nin doğusunda) Hristiyan güçlerle YPG arasında ittifak ilişkisi bulunmaktadır. Haseke’deki Hristiyanların siyasî eğilimleri ile askerî ittifaklarını belirleyen 3 ana faktör bulunmaktadır: 1) Etnik kimlik, zira kendileri Arap veya ayrı bir millîyet Hristiyanlardır. 2) Asurîler, Süryaniler ve Ermeniler olarak Hristiyan etnik farklılıklar. 3) Hristiyan mezhepleri ve kilise bağlantıları.
  • “Batı Kürdistan Konseyi” örgütünün Kürtlerin bulunduğu şehir ve bölgeleri kontrol altına almasıyla birlikte, merkezî güvenlik gücü olarak “Asayiş” oluşturulmuştur. Bu gücün faaliyetleri ise rejim güçlerinin Aynu’l Arap “Kobani”, Rumeylan ve el-Malikiyye(Derik) şehirlerinden çekilmesiyle başlamıştır. Asayiş, kendisinin Kürt Millî Konseyi ve Batı Kürdistan Konseyi’nden oluşan yüksek Kürt Komisyonuna bağlı olduğunu kuruluşundan itibaren ilan etmiştir. Şimdi ise, Demokrat Suriye Konseyi ve Özerk Yönetim bünyesindeki yasama konseyine bağlı olduğunu ilan etmektedir. Trafik polisi (Trafik), Terörle Mücadele (HAT), Kadın Asayiş, Kontrol Noktaları Güvenliği ve Organize Suçlarla Mücadele şubesi gibi kurumlar da asayişe bağlıdır.
  • Terörle Mücadele Birlikleri’nin (“Hızlı Müdahale Güçleri – HAT” olarak da bilinir) görevlerini şöyle sıralayabiliriz: “Rojava şehirlerinde meydana gelen kaçırma, terör, intihar girişimleri vs. güvenlik olaylarıyla ilgilenmek, YPG ile SDG saldırı birliklerine takviye ve destek sağlamak, ayrıca gözlem faaliyetlerinde bulunmak ve suçluları yakalamaktır.
  • El-Cezire ve Aynu’l Arap kantonlarından 500 delegenin katılımıyla oluşturulan Kadın Asayiş, ilk genel kongresini 26.10.2016 tarihinde gerçekleştirmiştir.
  • Öz Koruma Birlikleri (HPC): Özerk yönetim literatürüne göre birliklerin bu adı taşıma nedeni; kendilerini “Toplumun özü” olarak görmeleridir. Görevleri ise: söz konusu birliklere bağlı komitelerin kendi bölgelerinde yaşanan güvenlik olayları kaynaklı saldırılara karşı, kendi mahalleleri ve bölgelerini korumasıdır. Koruma yöntemleri ise mahallere giden yollara kontrol noktaları kurmaktır ve bölgede şüpheli bir şekilde hareket eden kişiler ile ilgili bilgiler toplamaktır.
  • “Rojava Mayın İmha” Örgütü (RMCO), asayiş bünyesi içerisinde yer alan mayın imha ekipleri ile birlikte çalışırak kırsal veya çatışma yaşanmış bölgelerde bomba ve mayınları temizleme ve etkisiz hale getirmekle yükümlüdür. Faaliyete başladığı 2014 yılından beri asayiş bünyesi içerisinde yer alan bomba imha ekipleri ile birlikte 51 km2‘lik alanı mayınlardan temizlemiştir ve 8704 adet mayını etkisiz hale getirmişlerdir.
  • Şüphesiz yukarıda zikredilen güvenlik ve askerî yapılar, özerk yönetimin kılcal damarlarını oluşturmaktadır. Ancak, YPG’nin bölgedeki diğer unsurlarla kurduğu askerî ittifak, söz konusu yapılara farklı boyut kazandırmıştır. Çünkü, söz konusu ittifak (omurgasını YPG’nin oluşturduğu ve yönettiği ittifak) genel olarak Suriye denkleminde, özel olarak da “terörle mücadele” konusunda etkisini giderek arttırmaktadır. Burada, uluslararası koalisyonun kara ve saha çatışmalarında bu ittifakı görevlendirilmesi dönüm noktası olarak düşünülebilir.
  • YPJ, YPG ve kendisi ile ittifak içinde olan “SUTORO” örgütlerinin yanında Suriye Demokratik güçlerinin kuruluş toplantısına katılanlar arasında: Devrim Ordusu, Süryani Askerî Konseyi “MSF”, Sanadid ordusu, Rakka Devrimcileri cephesi (eskiden Rakka Devrimcileri Tugayı), Kuzey Güneşi Taburları, El-Cezire Tugayları Birlikleri, Tahrir Tugayı ve 99. piyade Tugay bulunmaktadır. Suriye Demokratik Güçleri’ne daha sonra birtakım gruplar da katılmıştır. Bu gruplardan, Özgür Subaylar Topluluğu (Hüsam el-Avak), Minbiç Askerî Konseyi (Minbiç Devrimcileri, Cündül Haremeyin Tugayı, Fırat Tugayları Toplulukları, Kusay Tugayı ve Minbiç Türkmenleri Taburu’ndan oluşmaktadır) ve Aşiretler Ordusu başlıca gelenlerden sayılabilir. Nuhbe (elitler) denilen güçler ise Suriye Demokratik Güçleri ile ittifak halindedir.
  • Suriye Demokratik Güçleri(SDG)’nin oluşturulması, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinden daha iki hafta geçmeden ilan edildi. SDG’nin oluşmasının ilanından iki gün sonra,12.10.2015 tarihinde, ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü; “ABD’ye ait C-17 tipi kargo uçakları, askerî destek malzemesi içeren 100’den fazla konteyneri Haseke iline havadan bıraktı.” bildiriminde bulundu.
  • Resmi açıklamalara göre ABD’nin söz konusu silah desteği, Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi (YNK) eski sekreteri Celal Talabani’nin yeğeni “Lahur Şeyh Cengi’nin” planlaması ve koordinasyonu neticesinde gerçekleşmiştir.
  • SDG’nin kuruluşunun ilanı, PYD örgütünün Haseke kırsalı, Rakka ve Afrin kırsalındaki Arap çoğunluklu bölgelerde kontrolü sağlaması ve Pentagon’un “Suriye’de savaşan askerlere yurtdışı eğitimi” programını iptal ettiğini ilan etmesinden 11 gün sonra yapılmıştır.
  • SDG’nin varlığının şu ana kadar devam etmesindeki ana nedenlerden biri; ABD’nin kendisine verdiği destektir. Bu desteğin arkasında birçok yön bulunmaktadır. Böylece, SDG’nin yapısı sağlamlaştırılmış ve yeteneklerini geliştirmesini sağlanmıştır. Çatışmalar esnasında havadan destek vermek ve PYD birliklerini herhangi bir karşı saldırıdan korumak ile başlayan bu destekler, SDG’nin kontrol bölgelerine askerî uzman ve danışmanlar göndermek, Deniz Piyade Kolordusu (MARINES) ve ABD güçlerinin gönderdiği çeşitli unsurlar ile devam etmiştir. Bu desteklerle birlikte uluslararası koalisyon yönetiminin SDG ve PYD güçlerine silahlı desteği de devam etmiştir. Ayrıca, Haseke, Halep ve Rakka kırsallarında da sayıları 5-6 arası olan askerî üsler de inşa edilmiştir.
  • SDG güçlerine sunulan dış destek üç boyuttan oluşmaktadır: silah desteğinin verilmesi, askerî üsler kurulması ve ABD’nin SDG’ye hiçbir kimsenin kendisini tehdit edemeyeceğine yönelik söz vermesidir.
  • SDG bünyesinde sayıları 500’den fazla olan yabancı danışmanlar bulunmaktadır. Bu danışmanlar, YPG ve SDG güçlerini eğitmek için birincil olarak ABD ve Fransa’dan, ikincil olarak da İngiltere’den gönderilmiştir.
  • Suriye kuzeyinde inşa edilmiş kalıcı ABD üslerinin sayıları 5 - 6 üs olarak bilinmektedir.
  • SDG, bünyesinde bulunan güçlerin sayısını detaylı bir şekilde bildirmemiştir. Tahmine dayalı olarak medyadaki açıklamalara dayanarak sayı vermek veya SDG adına savaşan bazı askerî grup komutanlarının açıkladığı sayıları esas almak doğru değildir. SDG veya onun adına savaşan diğer askerî grupların sayıları net olarak bilinmemekle birlikte, diğer gruplarla birlikte toplam sayıları 60 ile 70 bin arası olduğu değerlendirilmektedir.
  • SDG, para karşılığında gönüllü hizmet edecek gençleri kabul etmeye veya zorunlu askerî hizmete almaya 02.01.2016 tarihinde başlamıştır. 16.02.2017 tarihine kadar 12 askerî eğitim düzenlenmiştir. Bu eğitime katılımın çoğu, El-Şedadi şehri ile Rakka ve Deyru’z-Zor illerinden olmuştur.
  • SDG’nin kuruluşunun ilanından itibaren, askerî teşkilatlara katılacak olan unsurların alt gruplara katılmasına izin verilmemiştir. Bunun yerine, doğrudan SDG’nin kendi bünyesine katılmışlardır. Bundan dolayı, SDG bölgede diğer gruplara katılmak isteyen kişileri engellemiştir. Buna örnek olarak, el-Gad (تيار الغد) akımına bağlı       el-Nuhba (قوات النخبة) güçleri ile yaşanan olaylar verilebilir . Ancak Hristiyan askerî güçleri ve Sanadid güçleri bu engellemeden müstesna kılınmışlardır.
  • SDG güçlerinin yapılanması şöyledir: 1) Askerî Konsey: SDG’yi oluşturan tüm askerî teşkilat ve grupların temsilcilerinden oluşmaktadır. 2) SDG Genel Komutanı. 3) SDG Genel Komutanlığı: ihtiyaca göre 9 - 13 arası üyeden oluşmaktadır. 4) Askerî İnzibat Komisyonu: YPG gibi SDG de askerî alaylar oluşturmaya yönelmemiştir. SDG, şimdiye kadar bir istisna olarak Haseke ilinde “El-Cihiş Aşireti” mensuplarından 200 kişilik genç özel bir alay oluşturmuştur.
  • SDG’nin bugüne kadar askerî alaylar oluşturmasının önündeki temel engel ile devrimin başından bu yana geçen 6 yılda Suriye muhalefetinin birleşmesinin önündeki engel aynıdır. Zira 2015 yılında oluşan SDG, aslında kendi içinde birçok gruptan oluşan bir askerî konseyden ibarettir. Düzenli alaylar oluşturmak için SDG’yi oluşturan söz konusu alt grupların entegre olması gerekir, fakat bu durum bugüne kadar gerçekleşememiştir.
  • SDG’nin oluşumu üzerinde detaylıca durmak, bu oluşumun bünyesi içinde ortaya çıkan farklı problemlerin nedenlerini açığa kavuşturur.
  • SDG, birden fazla gücün birleşmesiyle vücut bulmuştur. Bu güçlerin bazıları aşiret olmakla beraber, Rakka ve Halep’in kuzey kırsalındaki bazı gruplar örneğinde olduğu gibi bazıları da aşiret üstü yapıya sahiptir. Hristiyan güçleri gibi dini yapıda olanlarla birlikte yapıları millîyetçi mağduriyete dayanan gruplar da vardır.
  • SDG’nin yapısı altında bulunan alt gruplar arasında yapısal sorunların olduğu görülmektedir. Şu ana kadar devam eden ancak dondurulmuş olan bu sorunların bir tarafı her zaman YPG olmuştur. Söz konusu sorunlardan bazıları, SDG’nin oluşumundan önceye dayanır. Özellikle YPG ile Sanadid ordusu arasında, SDG oluşumundan sonra “Aşiretler Ordusu” ile ve daha sonra Tahrir Tuğrayı ile büyük sorunlar meydana gelmiştir. Rakka operasyonu esnasında da YPG ile el-Gad Akımına bağlı el-Nuhba güçleri arasında sorunlar olmuştur.
  • Rakka Devrimcileri Cephesi (eskiden Rakka Devrimcileri Tuğayı) YPG’nin en eski müttefiklerinden birisidir. YPG’nin Mart 2013’te Rakka’yı ele geçirerek rejim güçlerini oradan tamamen çıkartmasında, Rakka Devrimcileri Cephesi’nin önemli rolü vardır.

GİRİŞ

Demokratik Birlik Partisi(PYD), fonksiyonu ve varoluşu itibariyle Suriye sahnesinde daima sorunlu bir topluluk olmuştur. Örgütün “siyasî ve askerî varlığı ile ilişkilerinin ve ittifaklarının büyümesi” genelde siyasî projesini, özelde de kurumsal ve özerk yönetim içindeki etkileşimlerini değerlendirirken önemli bir faktör olmuştur. “Demokratik tecrübe ve deneyimini” ileri sürerek bu deneyimi ihraç ettiğini iddia etmesine rağmen, oluşumunu totaliter düşünce sarmıştır ve toplumsal ve siyasal birliğinden yoksundur. Bu da, askerî ve idarî tüm faaliyetlerinin sadece kendisine bağlı kılmaktadır ve kendi uzantılarıyla sınırlandırmaktadır. Ayrıca terör örgütü listelerinde yer alan ve komşu ülkelerinin başlıca güvenlik tehdit kaynaklarından biri olan PKK ile PYD aralarındaki fikrî bağların değil daha çok örgütsel bağın varlığını inkâr etmektedir. Bu durum, kendi ifadelerinde yer almamasına rağmen bu örgütün Suriye sınırlarını aşan bir örgüt olduğuna yönelik yaklaşımı güçlendirmektedir.

Örgütün ifade edilen sorunlu oluşumu; askerî ve idarî yapılar ile destekli "yerel yönetim tarzı" eşliğinde süregelmiştir. Bu yapının unsurlarından belki de en önemlisi güvenlik güçleri ile bu bağlamda yapılan anlaşmalar, iç ilişkiler, örgütsel yapılanmalar ve referans dayanaklarıdır. Söz konusu yapılanma özerk yönetimin kılcal damarlarını oluşturmaktadır. Bu nedenle, örgütü tanıma ve değerlendirme açısından duyulan ihtiyaç bu dosyanın önemini arttırmaktadır. İş bu çalışma söz konusu örgütün yapılarını detaylıca masaya yatırıp incelemiştir. Aynı zamanda, oluşum ve gelişim süreçlerini de ele alarak bu süreçle birlikte oluşan sorun ve sorunsalları da irdelemiştir.

Bu sistem öz yönetimin omurgasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada, sorunun belirlenmesi ve açığa çıkartılıp değerlendirilmesi gerekliliğine bağlı olarak; yapının oluşum süreci ve problemlerini ele almak gerekiyor.

Bu çalışma, söz konusu yapı ile ilgili birbiriyle entegre olmuş veri tabanı oluşturmasından dolayı önem arz etmektedir. Bu durum örgüt hakkında bilimsel ve nesnel analizler yapmak, yapıları ve birbirleriyle tutarlılıklarını incelemek, ulusal ve uluslararası siyasî hedeflerinin birbiri ile ne kadar uyumlu olduğunu ölçmek hususlarında daha gerçekçi yaklaşımlar getirmeye katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çalışmanın içerdiği üç bölüm aracılığıyla yerel ve bölgesel karar sahiplerine, bu yapıların doğası, meşruiyetleri, istikrarı sağlamaları veya tehdit oluşturmaları hakkında tanıtıcı bir rehber niteliğindedir. Böylece bu çalışma, örgüt yapılarının başta gelen etkileşimleri, yapılanmaları, ilişkileri ve dış desteklerinin yanı sıra, iç ilişkilerini ve bu ilişkilerin güvenlik bünyesini güçlendirme veya zayıflatma etkisini incelemektedir.

Derinlemesine araştırmaya ve mülakatlara dayanan bu çalışma üç ana bölüme ayrılmıştır. Bu ana bölümlere girmeden önce bu yapıların siyasî referanslarını, güvenlik birimlerini ve askerî oluşum sürecini açıklamakla başlamıştır. İlk bölümde ise, Halk Koruma “YPG” ve Kadın Koruma “YPJ” olarak iki koruma birlik grubu, bunların yabancılardan oluşan müttefik güçleri, birliklerin örgütsel organizasyon ve yapılarının yanı sıra özerk yönetime bağlı “Hristiyan” güçler değerlendirilmektedir.  

Çalışmanın ikinci bölümünde, iç güvenlik güçlerinin oluşturduğu güvenlik kurumları ve bu bağlamda ana kurum olarak “Asayiş” birimi, diğer kurumlardan ise Trafik Polisi, Terörle Mücadele Birimleri, Kadın Asayiş ve Toplumsal Savunma Güçleri ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, hâkim ve merkezi sisteme sahip olan “YPG” bünyesinde oluşturulmuş Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından temsil edilen tek askerî ittifak; onun oluşum aşaması, organizasyon yapısı ve ihtilaflı olduğu güçler ortaya konmuştur. Siyasî ve askerî varlığının devamında dış güçlerin tesiri açıklanmıştır. Bu bağlamda, kendi içinde oluşan bazı ihtilaflar, yapısındaki uyum problemleri ve likidite eksikliği ışığında ele alınmıştır.

 

Daha fazlası için tıklayın

Kategori Raporlar