Irak’ta Saddam’ın devrilmesi siyasi rejim değişikliğinden öte bir anlam taşımaktadır. Irak devletinin Sünni Arap merkezli kimliği değişmiştir. Irak’ta Şiiler ve Kürtlerin siyasal alanda temsil edilme hakları yeni bir Irak kimliği doğurmuş ve bölgenin siyasi jeopolitiğine Şiiler ve Kürtleri bir aktör olarak sokmuştur. Bu durum Irak’ı belli ölçüde hem “Sünni Arap devletleri” hem de “Arap devletleri” kategorilerinden çıkarmıştır. Böylece Irak’ın devlet kimliğinin ve rejiminin yanı sıra, toprak bütünlüğünü sürdürüp sürdüremeyeceği de tartışmaya açık hale gelmiştir.
Yeni Irak’ta Şiiler sessiz biçimde ilerlerken, Kürtlerin merkezkaç eğilimi açık ve istikrarlı biçimde sürmektedir. Şii-Sünni çatışması ve Irak’ın diğer bölgelerindeki savaş haline karşılık Kuzey Irak’ın “istikrar adası” olması, ABD ve Şiiler ile iyi geçinen Kürtlerin merkezkaç eğilimlerine olumlu etkide bulunmaktadır. Kürtlerin yoğun olarak sınırda yaşamaları, “vatan ve millet algılamalarının olması”, toplumsal tabanın genişliği, yarattığı siyasal seferberlik gücü, mücadele eden örgütlü Kürt grupların varlığı ve bunların dış dünyada destek bulmaları söz konusu eğilimin elverişli zeminini oluşturmaktadır.
Irak’ta Kürtler ve Şiilerin etkinliği bölgemizde yeni bir güvenlik sisteminin doğduğu anlamına gelmektedir. Yeni oluşmakta olan sistemin geleceğinin şekillenmesinde ve merkezkaç eğilimlerin başarılı olup olmayacağı konusunda uluslararası güçlerin yanı sıra bölge devletlerinin tutumu da belirleyici olacaktır.
İran’ın, Irak üzerindeki nüfuzunu ve kendi sınırları içindeki etnik milliyetçilik potansiyeline sahip Kürt azınlığı hesaba kattığımızda, sürecin şekillenmesinde çok etkili olacağı kuşkusuzdur. İran’ın gizli ve açık gündemini öğrenmeden Irak’ın bugünü ve geleceği üzerine yorum yapmak yanıltıcı olabilir. Bu çerçevede yazımızın amacı İran’ın Kuzey Irak ve Irak Kürtlerine yönelik bakış açısı ve politikasını irdelemeye çalışmaktır. Yazımız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde İran ve Iraklı Kürtler arasındaki ilişkilerin tarihi, ikinci bölümde Irak’taki Kürt milliyetçiliği ve İran Kürtleri, üçüncü bölümde ise 1991 sonrası İran’ın Kuzey Irak politikası analiz edilmiş ve makale bir genel değerlendirmeyle sonlandırılmıştır.
İran-Irak Kürtleri İlişkilerinin Tarihi
İran’ın Iraklı Kürtlere bakış açısı, Bağdat ile ilişkileri çerçevesinde şekillenmiştir. Irak ve İran, düşman olarak doğmuş iki ülke olarak değerlendirilebilir. Aralarındaki husumet o kadar derindir ki bazı Fars milliyetçilerine göre Moğollardan sonra İran’a en fazla zararı Irak yönetimi vermiştir. Irak 1920’de İran’dan toprak talebi ile doğmuş ve gözü her zaman İran’ın elindeki Şattularap ve Huzistan bölgelerinde olmuştur. Bu da iki ülkeyi defalarca karşı karşıya getirmiş ve İran’ın 1920’de kurulan Irak’ı 1929’a kadar resmî olarak tanımaması sonucunu doğurmuştur. İran’ın Iraklı Kürtlere dönük çabaları, tam olarak bu güç mücadelesinin sonucudur. Irak yönetimi İran’ın Huzistan bölgesinde 1920’de Şeyh Hazel liderliğinde kurulan “Arabistan Devleti”ni desteklerken, İran da 1919-1923’e kadar süren Mahmut Berzenci liderliğindeki Kürt ayaklanmasını desteklemişti.[1]
20. yüzyılın ilk yarısında yükselen tansiyon, “sorunun gerçek mimarı” İngiltere’nin çabası ile düşürülmüştü. İran-Irak tarihine damgasını vuran sınır anlaşmazlığını İngiltere bilinçli bir şekilde yaratmıştır. Çünkü tam olarak Irak’ın kurulduğu sıralarda İngiltere’nin istekleri İran’ı yöneten Kaçar Hanedanı tarafından olumlu karşılanmamıştı. Nitekim İngiltere, 1924’te Kaçar hanedanının devrilmesinin ardından kendisine yakın Pehlevilerin iktidara gelmesiyle birlikte İran-Irak arasındaki sorunu çözmeye çalışmıştır. Dahası, SSCB ve komünizmin yayılması korkusu nedeniyle İran ve Irak’ı Saadabad Paktı çerçevesinde bir arada tutmaya çalışmıştır. İki ülke bu dönemde göreli barış şartları içinde yaşamıştır.[2] İran bu süreçte Iraklı Kürtleri desteklemese de, bağlarını koparmamıştır. Nitekim bu bağ 1958’den sonra İran’ın oldukça işine yaramıştır.
1958’den sonra İran-Irak ilişkileri yeniden gerilmeye başlamıştır. 1958 darbesi ile Irak’ta monarşi devrilmiş, cumhuriyet kurulmuştur. Böylece Irak’ın iç ve dış politikası köklü bir şekilde değişmiştir. Uluslararası arenada SSCB’ye yaklaşmış, içeride ise hürriyet rüzgârı esmeye başlamıştır. Bu durum Kürtleri öyle umutlandırmıştı ki Mustafa Barzani SSCB’den Irak’a dönmüştür. Ancak yönetimin Arap milliyetçiliğine sarılması nedeni ile “Bağdat Baharı” kısa sürmüştür. Irak yeniden İran’dan toprak talebinde bulunmaya ve Kürtler ile çatışmaya başlamıştır. Bu çerçevede İran da Iraklı Kürtleri merkeze karşı destekleme yoluna gitmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında İran ABD’nin müttefiki olurken Irak SSCB’nin yanında yer almıştır. Bu küresel saflaşma, iki ülke ilişkileri kadar Kürt konusunu da karmaşıklaştırmıştır.
Kürtler ve merkezi yönetim arasındaki çatışma tam da bu dönemde yoğunlaşmıştır. 1961’de İran Şahı, Kürtlerin ayaklanmasını desteklemiştir. 1961’de 1000 peşmergeye sahip olan Barzani, Şah’ın desteği sayesinde 1963 yılında peşmerge sayısını 20 bin’e çıkarmıştır. 1963 ve 1965 Kürt ayaklanmalarını Irak merkezi yönetiminin bastıramamasında bu destek etkili olmuştur. Söz konusu destek olmasaydı, Kürtlerin böyle bir başarıya imza atmaları mümkün olamazdı. 1960’lardaki Kürt ayaklanmalarının SSCB yerine ABD tarafından desteklenmesi ise o zamana dek SSCB’nin yanında olan Kürtlerin ABD’nin yanına geçerek saf değiştirmesine neden olmuştur. Bu doğrultuda ABD ve İsrail, İran’ın Iraklı Kürtlere yönelik çabalarını desteklemiştir. Aslında bu dönemde ABD devrede olmasaydı, Molla Mustafa Barzani ve Şah Pehlevi arasında bir güven ilişkisi kurulamazdı.[3]
Irak’ta 1968’de gerçekleşen Baas darbesi, Bağdat’ın hem İran hem de Kürtlerle arasındaki ilişkiyi daha da zorlaştırmıştır. Baas rejimi Kürt ayaklanmalarını kökten bitirmek için 1969’da geniş çaplı bir operasyon düzenlemiştir. Ancak Irak yönetimi ABD, İsrail ve İran’ın desteğini arkasına alan Kürtlerin ayaklanmasını bastıramamıştır. Sonuçta Kürtlerle anlaşmaya zorlanmıştır. 11 Mart 1970’te Barzani ve Irak yönetimi arasında anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Kürtler geniş siyasi, kültürel ve ekonomik haklar kazanmıştır.[4]
1974’e gelindiğinde, Irak kendisini yeni toparlamış ve SSCB ile ilişkilerini daha da derinleştirmiştir. Nitekim Irak, SSCB donanmasının Basra Körfezi’ne gelmesini sağlamıştır. Bu durum Irak yönetiminin İran’a karşı özgüvenini arttırmıştır. Irak, Şattültarap nehrinin tam hakimiyetini talep etmiştir.[5] Buraya giren gemileri teftiş ederek İran bayraklarının indirilmesini istemiştir. Bu durum iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmiştir. İran Şahı bu dönemde Irak geri adım atmadığı takdirde Irak’ı parçalayabileceğini düşünmüştür. 1974’te yine Iraklı Kürtler ve Bağdat arasında çatışma başlamıştır. Çok kanlı geçen bu çatışmanın sonucunda Saddam isteğine ulaşamamıştır. Neticede Irak yönetimi, çeyrek asır geçtikten sonra İran ile anlaşmadan Kürt sorununu çözemeyeceğini anlamıştır. Bu dönemde, Kürt ayrılıkçılığının güçlenmesinin yanı sıra İran’ın savaşma iradesi, ABD’nin Şah’ı desteklemesi ve Arapların İsrail karşısındaki yenilgisi Irak’ı korkutarak İran ile anlaşmaya zorlamıştır. Bu da, 1975 Cezayir Anlaşması’na giden süreci başlatmıştır.
1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması, Irak’ın İran’ın toprak bütünlüğünü kabul etmesi karşılığında Tahran yönetiminin Kürtlere desteğini kesmesini öngörmüştür. Bu tarihten sonra Kürtlere sırtını dönen İran yönetimi, daha düne kadar müttefiki olan Barzani’ye bağlı birçok gücün Irak tarafından yok edilmesine göz yummuştur. ABD ve İsrail’in isteksizliğine rağmen yapılan bu anlaşma Iraklı Kürtlerin tarihinin en büyük darbesi olmuştur. Sürecin sonunda Irak, Kürtleri sindirmeyi başarmıştır. Cezayir Anlaşması halen Iraklı Kürtlerin hafızasında derin bir yer işgal etmektedir.[6]
İran, 1980 Irak Savaşı’nınbaşlamasının hemen ardından Kürtler ile yeniden diyalog kurmaya başlamıştır. Bu işbirliği öyle ilerlemiştir ki, Irak güçlerine karşı ortak operasyonlar yapılmıştır. İran bir yandan da Kürt mültecilere kapısını açmıştır. KYP ve KDP gibi Iraklı Kürt gruplar İran’da yerleşmeye başlamıştır. İran bu grupların Irak karşıtı çabaları için bir üs haline gelmiştir.
1979’da gerçekleşen İran Devrimi sonrasında, Irak içine sindiremediği 1975 Cezayir Anlaşması’nın rövanşını alma fırsatını bulmuş ve 1980’de İran’a saldırmıştır. Saddam Hüseyin’in Irak Meclisi’nde basının karşısında Cezayir Anlaşması’nı yırtarak geçerliliğinin olmadığını söylemesiyle sekiz yıl süren İran–Irak Savaşı başlamıştır. Bu süreçte İran yine Irak Kürtlerini destekleme yoluna gitmiştir.
Irak’taki Kürt Milliyetçiliği ve İran Kürtleri
İran’ın Iraklı Kürtlere bakış açısını şekillendiren etmenlerin bir tanesi de kendi içindeki Kürt azınlığı ve bu azınlığın ayrılıkçı potansiyelidir. İran’da yaşayan Kürtlerin sayısı 5 milyon olarak bilinmektedir. Bu nüfusun yüzde 30’unu Şii, yüzde 70’ini ise Sünni Kürtler oluşturmaktadır. Şii Kürtler İran içinde sistemle entegre oldukları için Kürt milliyetçiliği daha ziyade Sünni Kürtler tarafından benimsenmiştir. İran Kürtleri 20. yüzyılın başından günümüze kadar İran’ın içinde “özerk bir Kürdistan” kurmak için çalışmışlardır. İranlı Kürtler, hem Şah hem de Humeyni yönetimiyle silahlı direnişte bulunmuştur. Bu çatışma, İran’da Kürt sorununu sürekli gündemde tutmuştur. Nitekim İran’da etnik sorun konusu “Kürt sorunu” ile özdeşleşmiştir.
Iraklı ve İranlı Kürtler arasında her zaman etkileşim olmuştur. İran Kürtleri bütün Kürtçü hareketlerden etkilenseler de tarihî olarak en fazla Iraklı Kürtlerden etkilenmişlerdir.[7] Zira İran, Iraklı Kürtleri desteklerken Irak da İranlı Kürtleri desteklemiştir. Diğer taraftan İran’ın koruma amaçlı olarak topraklarına yerleştirdiği Iraklı Kürtler bu etkileşimi sürdürmüştür.
İranlı ve Iraklı Kürtler arasındaki etkileşimde Barzani ve ailesinin önemli rolü olmuştur. Bu etki II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. 1944’te Mustafa Barzani ve Irak yönetimi arasında çatışma çıkmış ve yenik düşen Barzani 2000 adamıyla birlikte İran’a yerleşmiştir. Bu dönem İran tarihinin çok önemli bir dönemecine denk gelmektedir. II. Dünya Savaşı’nın başında müttefikler Rıza Han'ın Hitler'e yakınlaşmasını bahane ederek 1941 yılında İran'ı işgal etmiş, Rıza Han'ı iktidardan uzaklaştırmışlardı. Rıza Han'ın devrilmesinden sonra ülkede toplumsal ve siyasal değişim yaşanıyordu. Özgürlükler genişletilmiş, siyasi mahkûmlar serbest bırakılmıştı. Basına yönelik sansür kaldırılmış, siyasal ve toplumsal örgütlenme başlamıştı. Aşırı merkeziyetçi devletin çöküşü toplumun genelinde bazı istek ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Rıza Han döneminde temelleri atılan çatışmalar, sınıfsal, etnik, dilsel ve dinsel olmak üzere kendini göstermişti.[8] İşte bu ortam İranlı Kürtleri de etkilemişti. SSCB’nin desteği ile Kürt milliyetçiliği önemli ölçüde yükselmişti. Bu durum Barzani’yi bu defa İran’dayeniden harekete geçirmişti. Nitekim 1946’da İran’da Kürtler tarafından kurulan Mahabat Cumhuriyeti’nin ortaya çıkmasında Barzani kilit rol oynamıştı. Barzani’nin adamları bu yapının askerî gücünü oluşturmuş ve kendisi birliklerin komutanı olmuştu. Bu doğrultuda Mahabat Cumhuriyeti başkanı olan Kadı Muhhamed’ten “cesaret madalyası” almıştı.[9]
Mahabat Cumhuriyeti’nin 1947’de devrilmesinin ardından Barzani SSCB’ye kaçmıştır. Pek çok İranlı Kürt ise Irak’a sığınmıştır. Irak’a sığınan Kürtler Irak yönetiminin desteği ile yeniden örgütlenmiş ve 1960’larda Şah’a karşı mücadeleye girmişlerdir. Irak yönetiminin desteği ile güçlenen İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) ve KOMULE’nin o günden bugüne merkezi büroları Irak’ta bulunmaktadır. Mahabat Cumhuriyeti’nin devrilmesinin ardından İKDP Irak’ta Baas yönetimi ile işbirliğine girmiştir. 1979 İslam Devrimi’ne kadar da Irak üzerinden İran’a saldırılar gerçekleştirmiştir. Ancak Şah döneminde pek başarılı olamamıştır. Devrimin hemen ardından iktidar boşluğundan yararlanarak İran’a girerek Kürtlerin yaşadığı bölgelerde hakimiyeti ele geçirmiştir. Humeyni ve yeni rejime teslim olmak istemeyen Kürtler arasında kanlı çatışmalar çıkmıştır. Kürtler bu süreçte Kürtler tarafından desteklenmekteydi. Saddam 1960–70 yıllarının rövanşını almaktaydı. 1980’de başlayan İran-Irak Savaşı’nda İranlı Kürtler, Irak’ın yanında yer aldı.Bu sırada Saddam’ın telkinleri sonucu Halkın Mücahitleri gibi İranlı terör örgütleri ile işbirliğine girdiler. Saddam’ın desteği ile I. Körfez Savaşı’na kadar İran için çok ciddi sıkıntı yarattılar. Saddam ve İran Kürtleri arasındaki işbirliğinin I. Körfez Savaşı ile sona ermesi sonucu İran ve Kürt gruplar arasındaki çatışma da azaldı. İranlı Kürt gruplar Kuzey Irak’a yerleşmeye başladılar.
İranlı ve Iraklı Kürtler arasındaki etkileşim 1991’den sonra da devam etti. 1991’dekiAnfal olayının[10] ardından Iraklı Kürtler mülteci olarak İran’a akın ettiler. Bu kimseler İran’ın özellikle Batı Azerbaycan eyaletine yerleştirildi.1992’den sonra bir grup geri dönse de önemli bir kesim İran’da kaldı.[11] Diğer taraftan 1991’den itibaren hız kazanan sınır kaçakçılığının Kürtlerin elinde olması onlara birtakım fırsatlar sundu. Kuzey Irak’ta özerk bir yönetimin kurulması ile Kürt dilinde kitap, dergi ve gazete yayınlanmaya başlandı. Birçok İranlı Kürt şair ve yazarın çalışmaları buralarda yer aldı. Bu süreçte çeşitli özel televizyon kanallarının ortaya çıkması ve uydu vasıtası ile İranlı Kürtler tarafından izlenilmesi etkileşimi pekiştirdi. Süreç 1997’de Hatemi’nin iktidara gelmesi ile hız kazandı. Hatemi döneminde İranlı ve Iraklı Kürt elitler arasında kayda değer görüşmeler oldu. Bu dönemde Iraklı Kürtler İKDP ve İran arasında arabuluculuk yapmaya soyundu.
Yeni dönemde İran’daki Kürtler yeni ve çok taraflı bir faaliyet programı yürütmektedir. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonraki süreçte Iraklı Kürtlerin kazanımları, ABD’nin PKK konusundaki belirsiz politikaları, ABD-İran arasındaki gerginlik ve askerî müdahalenin gündemde olması ve bu doğrultuda İranlı Kürtlere biçilen rol, onları cesaretlendirmiştir. Nitekim Irak’ın işgali sonrası KOMULE, PEJAK ve İran Kürdistan Demokrat Partisi gibi İranlı Kürt örgütleri propaganda, suikast ve halk ayaklanmaları suretiyle çalışmalarını hızlandırmışlardır. İran, Iraklı Kürtlerin bu çerçevede nasıl davranacaklarını dikkatle izlemektedir.
1991 Sonrasında İran’ın Kuzey Irak Politikası
İran devleti ve Iraklı Kürtlerin tarihi işbirliğine bakıldığında İran’ın Irak Kürtlerini bir tehdit olarak görmediği dikkat çeker. 20. yüzyıldaki İran-Irak ilişkilerinde, Tahran ve Iraklı Kürtler ortak düşmanlarına karşı stratejik müttefik konumunda olmuştur. Kürtler her dönemde Bağdat’a karşı Tahran’dan destek bulmuştur. Bu olgu I. Körfez Savaşı’ndan sonra değişmeye başlamıştır. Çünkü savaş beraberinde, İran’ın Kuzey Irak Kürtleri üzerindeki geleneksel hamiliğinin bitmesi ve hamilik rolünün bu sefer ABD tarafından devralınması sonucunu getirmiştir.
I. Körfez Savaşı’nda ABD, İsrail ve Türkiye’nin rolü İran’ı kaygılandırmaktaydı. İran'ın endişesi, kendi rejimine muhalif bazı gruplarınbu bölgeye yerleşme istekleriydi. Kuzey Iraklı Kürtlerin İran Kürtleri üzerindeki etkileri de endişesini artırıyordu. İran’ın bu dönemde Kuzey Irak politikası bölgede varlık gösteren ABD ve İsrail ile rejim muhaliflerinin etkinliklerini engellemek ayrıca Saddam'ın bölgeye girmemesini sağlamak temelinde şekillenmişti. Bu çerçevede İran, Iraklı Kürt gruplar ile ilişkisini koparmadı. Bu dönemde kendisiyle ortak kaygıları paylaşan Türkiye ve Suriye ile işbirliği arayışına girdi. Saddam’ın zayıf düşmesi ve İran’ın ABD’den duyduğu endişe Saddam ve İran’ıyakınlaştırabilirdi. İran, 1975 Cezayir Anlaşması’nda olduğu gibi gerektiğinde saf değiştirebileceğini göstermişti. İşte tam bu dönemde KDP ve KYP arasında çatışmalar yaşanmaya başladı. İran bu süreçte “arabulucu ve barıştırıcı” rolüne soyunsa[12] da aslında Celal Talabani liderliğindeki KYP’yi destekliyordu. Diğer taraftan, iç çatışma ve bölgedeki sürecin belirsizliği Iraklı Kürtlerin gelecekte İran’a yeniden muhtaç olmaları ihtimalini doğurmuş ve bu da onları ihtiyatlı davranmaya itmişti. Hatemi 1997 yılında iktidara geldiğinde İran komşuları ile güvene dayalı bir ilişki kurma çabasında oldu. Dış politikadaki başarısıKürtleri endişelendirse de ülke içindeki demokratikleşme söylemi umutları yeşertmişti. Bu dönemde Iraklı Kürt gruplar, Tahran ile İranlı Kürt gruplar arasında diyalog başlatılması için arabuluculuğa soyunmuşlardır.
İran ve Kürtler arasındaki “ortak düşmana karşı tarihi işbirliği”, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgaliyle birlikte hükmünü yitirmeye başlamıştır. Irak’ın işgali İran açısından yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmektedir. İran açısından bu dönem bir çelişki yumağıdır. Çünkü ABD’nin Irak’a yerleşmesi İran İslam Cumhuriyeti’ni ilk etapta ürkütmüştür. İran bir anda; “BM’yi ciddiye almayan”, müttefiklerini önemsemeyen, askerî operasyona hazır ve güçlü bir Amerika ile karşı karşıya kalmıştır. Irak’taki işgalden önce de, diğer komşusu Afganistan’a yerleşmiş ve “sıranın İran’a gelebileceğini” dillendiren bir ABD vardı. 2003’te ABD çok daha yakınında büyük bir tehdit olarak belirmiştir. Diğer taraftan, Irak’ın işgali İran’a yeni bir stratejik açılım fırsatı sunmuştur. Irak, tarihî olarak İran’ın Orta Doğu’ya açılımını engellemekte, stratejik enerjisini tüketmekte ve jeopolitik ufkunu daraltmaktaydı. Irak’ın askerî anlamda en güçlü Arap devleti olması Arapları Tahran karşısında korumaktaydı. Ama Saddam’ın devrilmesi ile İran, Körfez ve Arap Ortadoğu’sunda rakipsiz kalmıştır. Şiilerin etkin olduğu yeni bir Irak doğmuştur. Şiilik ciddi bir siyasi etken olarak ilk önce İran ve daha sonra Lübnan’da kendisini gösterse de, gerçek anlamda özellikle Arap coğrafyasında bölgesel bir etken haline gelmesi Irak’ın işgalinden sonra mümkün olmuştur. Saddam’ın varlığı Şii potansiyelinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. Arap Şiiliğinin Irak’ta iktidara gelmesi bölgede Şii jeopolitiğinin yükselişine neden olmuştur. Şii jeopolitiği İran’ın stratejik ufkunu genişleterek, yeni bir manevra alanına sahip olmasını sağlamıştır.
Irak’taki gelişmeler İran’ın gözünde Kuzey Irak’ın stratejik öneminin değişmesine neden olmuştur. İran’ın Irak merkezî yönetimini zayıflatmak için Kürtlere ihtiyacı kalmamıştır. Başka bir ifade ile Saddam’ın devrilmesi ile İran ve Iraklı Kürtleri birleştiren ortak düşman ortadan kalkmıştır. Böylece İran ve Iraklı Kürtlerin ilişkisinin içeriği değişmiştir. Çünkü artık İran’ın yeni stratejik kurgusunun sahnelendiği yer Bağdat, başoyuncusu ise Şiiler olmuştu. İran ve Iraklı Kürtlülerin “ortak düşmanı” sayılan Bağdat yönetimi çökmüş ve ikilinin birbirlerine olan Bağdat karşıtı stratejik ittifak anlamsızlaşmıştı. Başka bir ifade ile söylersek, tarafların birbirine yaşamsal ihtiyacı kalmamıştır. Bu durum Tahran ve Iraklı Kürtlerinin ilişkilerini yeniden tanımlamaya zorlamakla birlikte yeni krizler, gerilimler, sorunlar ve anlaşmazlıklara gebe olduğu açıktı.
2003’te İran ve Iraklı Kürt ilişkilerini de başka yeni değişikliklere de tanım olmaktayız. 1991 1.Körfez Savaşıyla itibariyle ABD, AB ve bölge devletleri Iraklı Kürtlerle daha yakından ve aktif ilişki kurmuşlardı.1991’den başlayan bu süreç 2003’te zirveye ulaşmıştı. ABD, Iraklı Kürtlerin birinci ve en güçlü destekçisi olmuş ve bu durum İran’ın önemini azaltmıştı. Iraklı Kürtlerin üzerinde hegemonyası olduğunu iddia eden İran’ın 2003’tan sonra bunu ABD’ye kaptırmıştır. Bu durum İran ve Iraklı Kürtlerin ilişkisini değiştiren önemli faktörlerden biri olmuştur.
İran’ın en önemli dış politika gündemi, ABD ve İsrail ile ilişkileri ve nükleer çalışmaları nedeniyle yaşadığı sorundur. İşte Irak bu açıdan büyük önem taşımaktadır. İran, toprak talebi olmayan, ABD ve İsrail’in bölgedeki arayışlarını kısıtlayan, Sünni Arap devletlerini sınırlandıran ve Basra Körfezi’nin güvenliği konusunda kendisiyle işbirliğine girecek yeni bir Irak görmek istemektedir. İran’ın bu arzusu ABD’nin eliyle bir ölçüde gerçekleştirilmişse de İran’ın nihai zaferi ancak ABD’nin Irak’tan yenik çıkmasıyla gerçekleşmiştir. Şii-Sünni çatışması alevlenmiş ve Tahran, Arapların en güçlü ülkesine hakim olarak Arap devletlerine baskı uygulama imkanı bulmuştur. Arap yönetimleri Saddam’ı istemiyorlardı ancak gelinen noktada Saddam dönemine göre çok daha büyük bir tehdit algılamaktadırlar. Sünni Arapların korkulu rüyası olan “Şii Hilali”nin gerçekleşmesi ihtimali kuvvetlenmiş ve tarihî rakipleri İran çok güçlenmiştir.
İran daha önce Irak yönetimi ile Kuzey Irak üzerinden hesaplaşırken, şimdi Bağdat üzerinden ABD, İsrail ve bölge devletleri ile hesaplaşmaya başlamıştır. İran açısından Kürtlerin önemi bu satranç tahtasında İran ve Şiilere oyun alanı yaratma çerçevesinde anlamlı hale gelmiştir. Kuzey Irak sorununun varlığı, Kürtlerin ayrılıkçı istekleri e Şii-Sünni çatışması çerçevesinde “Irak’ın parçalanma korkusunu”, Bağdat’ın dinsel, mezhepsel ve etniksel olarak çoğulculuğa doğru gitmesi İran lehinde olmuştur. Bu çoğulculuk bir tarafından Irak’ın Arap kimliğini sorgularken diğer taraftan mezhepçiliğin körüklenmesi İran’ın çıkarı doğrultusunda. Iraklı Kürtleri varlığı Irak’ın Arap kimliğini sorguluyor. Bu İran’ın çıkarınadır. Bu parçalanmışlık Irak’ı bölge devletlerinin en önemli i sorunlarından biri haline getirmiştir. Bu ise, bir taraftan bölge devletlerinin oyun alanını daraltırken diğer taraftan da ABD’yi bölgesel politikalarını sorgulamaya itmektedir. Sünni Arapların ABD-Şii işbirliğinden rahatsızlık duymaları, Amerikan karşıtlığı için yeni bir neden oluşturmaktadır. Bu koşullar tekfirci/selefi radikal grupları beslemektedir.
İran, Iraklı Kürtlerin ABD-İran gerginliğinde nerede yer alacaklarını dikkatle izlemektedir. Kürtlerin ABD ve İsrail ile olan ilişkilerinden, bu ülkelerin Kuzey Irak’a yerleşmelerinden ve Kuzey Irak’ı İran karşıtı faaliyetleri için üs haline getirmelerinden endişe duymaktadır. Kürtler bu konuda güven vermeye çalışsalar da İran’ı tatmin edememektedir. Nitekim İran, İranlı muhalif Kürt grupların Kuzey Irak’taki bürolarının kapatılmasını ve çalışmalarının durdurulmasını istemektedir. Buna karşılık Kürtler, İran’a karşı manevra alanlarını daraltmamak için Tahran’ın taleplerine “tatmin edici” bir karşılık vermemektedir.
İran, yeni Kuzey Irak politikasında Türk dış politikasını etkileme hesapları yapmaktadır. Tahran, ABD ile olan gerginliğinde Türkiye’nin tarafsız kalmasını istemektedir. Kuzey İran-Türkiye ilişkilerinde tarihsel olarak hep gerilimlerin kaynağı olmuştur. İran, Bağdat yönetimi nedeni Iraklı Kürtlerle ilgilenmesi Türkiye’yi rahatsız etmiştir. İran’ın bu siyasetinin “Kürt milliyetçili/ayrılıkçılığı kışkırtması olarak görmüştür. Türkiye-İran kuzey Irak konusunda bazı dönemlerde işbirliği yapsalar da hep birbirlerine güvenmemişlerdir. İran, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki niyetlerine güvenmemekte ve Türkiye’nin gerçek niyetinin Musul ve Kerkük petrolünü ele geçirmek olduğunu iddia etmektedir
2003’te Saddam’ın devrilmesi, Bağdat’ta Kürtlerin gücünü artırmıştır. Kürtlerin başta ABD olmakla birlikte batıyla kurduğu iyi ilişkiler Iraklı Kürt siyasi hareketini göreli olarak rahatlamasına ve savunma pozisyonundan çıkarak devletleşme istekleri açığa çıkmaya başlamıştır. Iraklı Kürtler 2003’ten sonra Kerkük’ün statüsü ve enerji gibi tartışmaların gösterdiği gibi bağımsızlığı hedefleyebilecekleri yeni bir durum doğurmuştur. Bu durum ayrıca Iraklı Kürtlerin iç siyasetini, Irak’ın diğer etnik, din ve mezhepsel grupları ve bölge devletleriyle olan ilişkilerinin şekillenmesinde önemli diğer bir etken olmuştur.
Yeni durum İran açısından yeni sorunlar ve gerilimlere gebe olduğu için yeni politikalar gerektirecekti. İran yeni dönemde Kürtlerin Irak Şiilerle ortak hareket etmesi, kendi aleyhinde dönüşmesine engellemek, Kürtlerin ABD ile olan ilişkileri, Türkiye ile olan ilişkileri sınırlandıracak ve baskı uygulayacak, kendi Kürtlerinin siyasi ve silahlı hareketlerini engelleyecek, Kürtlerin ayrıkçılığını engelleyecek, enerji konularında söz sahibi olacak şekilde ortaya çıkmıştır. İran, Irak’ta Bağdat’tan olabildiğince bağımsız hareket eden bir Kürt bölgesi tehdit olarak görmektedir.
İran kendi stratejik çıkarları yönünde en büyük engelin Mesut Barzani olarak görüyor, onu sınırlamak, dizginlemek ve kendi stratejik çıkarları doğrultusunda dönüştürmek istese de başarılı olamamıştır. Gün geçtikçe İran’ın Barzani ile olan sorunları artarak devam etmiştir. Barzani’nin Bağdat’la olan ilişkisi, petrol ve enerji kullanım sorunu, Kürdistan’ın bağımsızlığı, Kerkük’ün statüsü, Barzani bölgesinde bulunan İranlı Kürt muhalefet ve Barzani’nin Türkiye ile kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkiler İran-Barzani arasında en önemli sorunlardır.
Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtsever Birliği(KYP) kendisini solcu olarak tanımlayarak milliyetçilikten uzak durma ve bu nedenle Kürtlerin bağımsızlığına karşı ve Irak merkezi yönetimi Bağdat ile iyi ilişki kurma niyetindedir. KYP İran’ın en yakın muteffiki iken Türkiye’ye karşıdır ve Türkiye’nin askeri ve siyasi varlığında rahatsızlık duymaktadır. Iraklı Kürtleri tarihte olduğu gibi İran olduğunu düşünmektedir. Barzani ise milliyetçi söylemi ile bağımsızlık taraftarıdır. Bağdat ile ilişkilerin gevşek yürütülmesinin taraftarıdır. Türkiye ile ilişkileri iyi iken İran’a mesafelidir. İran’a güvenmemekte ve Tahran2ın kuze Irak’ı kedi stratejik çıkarları doğrultusunda zarar verebileceği düşünülmektedir. Nitekim İran lı şirkete istihbarat faaliyetleri nedeni ile çalışma imkanlarını daraltmaktadır
. İran Barzani’nin gücünü sınırlandırmak için PKK’nın IKYB ile KDP’ ye karşı etkin olmasını arzulamaktadır. Suriye’de PYD/PKK ile işbirliği yapan İran, Irak Kürt Bölgesi’nde artan KDP etkisini karşı PKK-KYB ittifakını desteklemektedir. İran bu ittifakı destekleyerek KDP’yi güçsüzleştirmek niyetindedir. Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklediğini sürekli vurgulayan İran, Irak Kürt bölgesinin kendi içinde farklı aktörler tarafından kontrol edilen “kantonlar” şeklinde yönetilmesini desteklemektedir. Bu da zaten PKK’nın amaçlarıyla örtüşmektedir. PKK 2013 yılında gerçekleştirdiği Kongre’de açıkladığı Siyasi Tutum Belgesi’nde öncelikli hedeflerden biri olarak “Irak’ta etkili bir aktör olmayı” belirlemişti
Kürtler açık şekilde İran’ı karşılarına almak istememekte ve İran-ABD gerginliğinde tarafsız kalacaklarını belirtmektedir. Kuzey Irak’ın İran ile ABD arasında bir hesaplaşma alanı olmasından endişe duymaktadırlar. Erbil’deki İranlı diplomatların ABD tarafından yakalanmasından sonra ise bu gerginliğin dışında kalmaları mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, İran-ABD ilişkilerinin düzelmesini istemektedirler. Son dönemde İran-ABD diyalogunun başlatılmasında “Bağdat kanalı” adı verilen girişimde Şiilerin yanı sıra Kürtler de bulunmaktadır. Iraklı Kürtlerin bekâlarını sürdürebilmeleri için Türkiye ve İran gibi iki büyük komşunun en azından birinin desteğine ihtiyaçları vardır. Bir komşusu ABD ile iyi ilişkisi olmasına karşılık onlardan rahatsızlık duymakta, diğer komşusu ise ABD ile kötü bir ilişkiye sahip olmasına rağmen açıkça karşıt bir tavır takınmamaktadır. Irak Kürtleri, komşuları arasında en fazla İran’dan destek almalarına rağmen yine en çok ondan korkmaktadır. Zira bölge devletlerin içinde Kürtlere en çok zarar verebilme olanağına sahip ülke İran’dır. İran’ın devlet yapısı ve saldırgan dış politika geleneği nedeni ile istikrasızlık yaratabilecek potansiyel ve araçlarının olduğunun farkındadırlar. Diğer taraftan İran ile ters düşmeleri durumunda Iraklı Şiileri kaybetmeleri yüksek bir ihtimaldir. Ayrıca bu durum, Kuzey Irak konusunda İran-Türkiye ilişkileri zora sokabilir.
Nükleer mutabakat İran’ın Kürtlerle olan ilişkilerini Tahran lehinde değişime yol açabilir. İran-IKBY ekonomik ilişkiler gelişebilir. İran, kuzey Irak üzerindeki çabalarını artırabilir. Bu çerçevede Erbil-Süleymaniye gerginliği aratabilir. ABD-İran ilişkilerindeki gerginliği düşmesi Tahran’ın önünü açabilir. ABD, kuzey Irak üzerinde İran’ın etkisini artırmak isteyebilir. IŞİD’ın kuzey Irak’ı tehdit etmesi İran-IKYB arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için yeni bir nedendir. Özellikle IŞİD’in kuzey Irak’a saldırdığında İran’ın sunduğu askeri destek bu ilişkinin hem zorunluluğunu hem de mümkün olabileceğinin göstergesidir. Ayrıca ABD bu ilişkinin IŞİD’e karşı destekleyebilir.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
İran, kendisinden toprak talebinde bulunmayan bir Irak ile iyi ilişki kurma arzusunu 20. yüzyıl boyunca defalarca göstermiştir. Ancak Irak’ın yayılmacı ihtirası durmamış; Kuveyt, Suudi Arabistan ve İran ile olan ilişkilerine bu ihtiras damgasını vurmuştur. İran bu nedenle, zayıf bir Irak’ı tercih etmektedir.
İran'ın Irak politikası 1920'den günümüze kadar paradoksal bir çerçevede şekillenmiştir. Irak’ın toprak bütünlüğünü istese de her zaman etnik ve mezhepsel farklılığı merkezî yönetime karşı kışkırtmıştır. Irak'ı zayıflatmak için devrim öncesi sadece Kürtleri, devrimden sonra ise Şiileri ve Kürtleri desteklemiştir. Irak’taki Kürtlerin ve Şiilerin merkezkaç eğiliminin pekişmesinde İran'ın önemli rolü olmuştur. “Dost bir Irak”ın ortaya çıkmasının yolunun Sünni Arapların tarihî egemenliği kırmaktan geçtiğini görmüş ve Şiiler ile Kürtler bu çerçevede önem kazanmıştır. Başka bir ifadeyle, dost bir Irak’ın güvencesini, etnik ve mezhepsel farklılığın siyasal alana taşınmasında görmüştür. Bu durum İran'a hem nüfuz alanı açmakta, hem de Irak'ı dış oyunlara daha açık hale getirerek İran karşısında zayıf bir pozisyona itmektedir. İran’ın, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında bu tarihî hedefine ulaştığını söylemek mümkündür.
Türkiye’de gündemin en ön sıralarındaki konulardan biri olan Kuzey Irak’taki gelişmeler, İran basınına hemen hemen hiç yansımamaktadır. Resmî yetkiler “Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı” olduklarını tekrar etmek dışında hiç bir açıklama yapmamaktadır. Üstelik İran, Kuzey Irak’taki “Kürdistan Bölgesel Yönetimi”ni resmî olarak tanımakta ve bu bölgenin yöneticileri İran resmî yetkilileri tarafından kabul edilmektedir. “Kürdistan Bölgesel Yönetimini” ifadesi hem resmî yetkililer hem de basında yaygın olarak kullanılmaktadır.İran ve Iraklı Kürtler arasında son dönemde çeşitli alanlarda işbirliği komiteleri kurulmuştur. Erbil’de İranlı diplomatların kaçırılmasıolayının ardından ilişkilerin geliştirilmesi gündeme gelmiştir.
İran, Iraklı Kürtleri Bağdat'la hesaplaşma aracı olarak görmüş ve defalarca faydalanmıştır. Ancak Saddam'ın devrilmesi ve Şiilerin etkinlik kazanmasıyla birlikte Kürtlerin bu çerçevede İran için önemi kalmamıştır. Ancak Iraklı Kürtlerin merkezkaç eğilimi yine İran’ın işine yaramaktadır. Kürtlerin siyasi duruşu Irak’ın geleneksel Arap ve Sünni Arap kimliğinin egemenliğini kırmaktadır. Söz konusu durum Irak’ın Arap dünyası ile olan ilişkisini karmaşık hale getirmektedir. Ayrıca Şiilerin kazandığı etkinlik, Irak’ı İran’a yaklaştırırken, Sünni Araplardan uzaklaştırmaktadır.
Kuzey Irak’taki merkezkaç eğilimTürkiye üzerinde ise baskı oluşturmaktadır. Türkiye-ABD ilişkileri olumsuz etkilenmekte, Türk toplumunda Amerikan ve İsrail karşıtlığı zemin kazanmakta ve Ankara’nın bölgesel manevra alanı daralmaktadır. “Irak’ın parçalanma korkusu” Türk dış politikasının enerjisini azaltmakta ve farklı stratejik çıkarlarını gerçekleştirme konusunda Türkiye’nin inisiyatif almasını zorlaştırmaktadır. Bu şartlar, İran-Türkiye ilişkilerinde İran’ın lehinde önemli bir ortam oluşturmaktadır.
İran’ın politikalarına baktığımızda Irak’ın toprak bütünlüğünün “olmazsa olmazlar” arasında yer almadığı görülmektedir. Irak üzerinde bölgesel ve küresel güç mücadelesi dikkatle değerlendirildiğinde parçalanmış bir Irak senaryosundan en az zararla çıkacak devlet İran’dır. Irak parçalanırsa Sünniler, Kürtler ve Şiiler olarak üç bölge oluşur. Kürt bölgelerinde laik bir devlet kurulsa da, Şii ve Sünni bölgelerinde mezhep temelli devlet kurulması büyük bir ihtimaldir. Sünnilerin bugün yürüttüğü direniş gelecekte varolabilecek devletlerinin ne denli şiddetli bir Amerika ve İsrail karşıtı olacağını göstermektedir. Üstelik Şii bölgeleri de İran’ın nüfuz ve etkinlik alanı haline gelebilir. Bu çerçeve bir taraftan da İsrail-Türkiye ilişkilerinin Irak bağlamında yeniden şekillenmesine de neden olabilir. Böyle bir denklemde de Kürtler, Sünni Arap devletleri ve Türkiye karşısında direnebilmek için İran’a ve Şiilere yaklaşabilir. İşte bu u açıdan bakıldığında, İran’ın dillendirmediği bir B planı olabilir.
[1] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Esger Ceferi Veldani, Berresi-e Tarihi Ehtelafat-e Merzi-e İran ve Erag, Tahran, Defte-e Mutaleat-e siyasi ve Beynelmoleli, 1376.
[2] Cehangir Keremi, “Siyaset-e İran Der Gebal-e Kordestan”, Siyaset-e Defayi, Tahran, Sayı 26-27, s. 80.
[3] Iraklı Kürtler ile merkez yönetim arasındaki çatışma hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Kendal, Kordha, Tahran, Ruzbehan Yayınevi, 1372, ss.173-247.
[4] Kendal, s.192.
[5][5] Abdulreza Huşeng Mehdevi, Siayeset-e Hariciye İran Der Dovrey-ePehlevi, Tahran, Peykan Yayınevi, 1377, s.259.
[6] Nitekim Mesut Barzani El-Arabiye televizyon kanalıyla yaptığı söyleşide “ bu anlaşmanın çok acı olduğunu ve geçerliliğini yitirdiğini” söylemiştir. http://fardanews.com/shownews.php?id=10478.
[7] Haşım Ahmetzade, “Ez Hozey-e Egelliyetha”, http://www.washingtonprism.org/
[8] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Emre Bayır, ‘Fars Milliyetçiliği ve Güney Azerbaycan Milli Direniş Hareketi’, Avrasya Dosyası, Cilt 5 Sayı 3, Sonbahar 1999.
[9] “Negahi Be Negş-e Molla Mustefa Barzani Der Tehevulat-e Kordestan-e Erag” www.ir-psri.com.
[10] Anfal operasoyunu 1988 yılında başlatıldı. ıÜü Al Anfal, “Allah ve Saddam adına kafirlerin yok edilmesi, malının mülkünün talan edilmesi” anlamını gelmektedir. Operasyonda 180 bin Kürt ve Türkmen hayatını kaybetti. Yerleşim merkezleri haritadan silindi. Ayrıca kimyasal silahların kullanıldığı iddia edilmektedir.
[11] Rıza Türk, “Azerbaycan ve Meseley-e Kord”, Çenllibel, Cilt 1 Sayı 3, Negede , 1383, s.45.
[12] Cehangir Keremi, s.81.