“Suriye krizinin kazananı var mı?” sorusunu yanıtlamak kolay değil. Bu sorunun yanıtı analizcilerin durduğu ideolojik ve siyasi pozisyona göre değişebilir. Kazanma ve kaybetme meselesinde umumun kabul edeceği objektif ölçütler bulmak zaten zordur. Bu zorluk özellikle İran dahil bütün ülkelerin Suriye siyasetini yorumlamakta kendisini gösteriyor.
Bazı analizciler Beşar Esed’in hala iktidarda kalmasından ve son zamanlarda Rusya’nın Suriye’de daha etkin olma çabalarını, ABD’nin Esed’e söyleminin yumuşama iddiası ve bazı Avrupalı ülkelerin “Esed iktidarda kalabilir” açıklamalarından yola çıkarak “İran, Suriye’de kazandı” tezini işliyorlar. Taktiksel kazanımlara dayanarak “İran kazandı” tezini öne sürmekte ne kadar haklıyız? Suriye'de taktiksel kazanımlar aslında stratejik kayıpları gölgelemiyor mu? Bütüncül, kapsayıcı ve çok boyutlu stratejik hedeflere uzun zaman ölçeğinde bakıldığında; İran aslında Suriye krizinin en fazla kaybedenlerden biri olarak hesap edilebilir.
İran, iç istikrarı olan, güçlü ve kendisiyle de iyi ilişkisini koruyan bir Suriye istiyor. Ancak Arap Baharı, İran’ın en yakın müttefikini kısa sürede bitmesi imkânsız gözüken etnik, mezhepsel, dinsel ve siyasal bir iç savaşa sürüklemiştir. Esed’in “Salgın Hastalık” adını verdiği halk hareketlerinin Suriye’de ortaya çıkışı; İran’ın Suriye’deki kaybının başlangıcı sayılabilir. Suriye’deki iç savaş, bir taraftan Beşar Esed’in siyasi geleceğini tartışmalı hale getirmekte; diğer taraftan da Suriye’nin siyasal enerjisini iç savaşla tüketmektedir.
Suriye krizi İran’ın Arap Baharı yorumunun sınanma alanı olmuştur. İran, Arap Baharı’nın kendisinden ilham alarak gerçekleştiğini ve bu halk hareketlerine ‘İslami Uyanış” adını vererek sahiplenmişti. Ayrıca Tahran; bu süreçte bölgesel etkinliğini artıracağını ve siyasallaşan İslam-Arap kimliğinden faydalanarak, ABD/batı ve İsrail karşıtı yeni bir “direniş bloğu” oluşturacağını iddia ediyordu. Suriye’deki halk devrimi İran’ın bütün hesaplarını alt üst etti. İran’ın halk hareketlerinin gerçekleştiği Mısır, Libya, Yemen, Tunus gibi ülkelerle ilişkilerine bakıldığında; Suriye krizi nedeniyle İran’ın Arap Baharı üzerinden yaptığı bütün stratejik hesapların savrulduğu açıktır.
İran, Esed yönetimini “İsrail karşıtı direniş cephesinin ön karakolu” gerekçesiyle desteklediğini bildiriyor. İran’a göre Esed yönetimi düşerse, İsrail karşıtı direniş hattı sarsılır. Öncelikle doğruluğu ciddi şekilde tartışmalıdır. Suriye’deki halk devrimi sonrasındaki süreçler bu tezin doğru olmadığını gösteriyor. İsrail halk devrimi sonrası muhalefeti desteklemedi ve Suriye’de Esed’den yana tavır aldı. İsrail, Suriye’de Esed’i bütün muhaliflerinden kendisine daha yakın görmesi İran’ın iddiasıyla çelişmiyor mu? İran, Esed’ı İsrail karşıtlığı nedeniyle desteklediğini söylese de İsrail’in Esed’in iktidarda kalmasını istemesi Tahran’ın söylemini çürütüyor. Eğer İran’ın iddiasını kabul etsek bile, Tahran’ın siyaseti bu iddiasıyla da çelişiyor. Suriye krizi, İran eksenli İsrail karşıtı direniş hattını dağıtmıştır. Suriye’nin iç savaşta enerjisi yok edilmiştir. İran, Suriye'de toplumun önemli bir bölümünün tarafından düşman gibi görülmekte ve ülkedeki katliamların ortağı gibi gözükerek ahlaki olarak sorgulanmaktadır. “La İran-La Hizbullah" (ne İran-ne Hizbullah) sloganları gösteriyor ki, Esed sonrası Suriye'de İran’ın yeri çok tartışmalı olacaktır. Hizbullah, Suriye savaşına doğrudan müdahil olarak kendi kaderini Esed’e bağlayarak düşman sayısını artırmış ve en önemlisi Arap coğrafyasındaki saygınlığını kaybetmiştir. Hasan Nasrullah, Arap sokaklarında kahraman olarak algılanırken şimdi İran’la birlikte katil olarak gözüküyor. Ayrıca Hizbullah’ın Lübnan toplumundaki saygınlığı yara almış ve HAMAS’la olan ilişkileri zayıflamıştır. Bu süreçte İran’ın Filistin üzerindeki nüfuzunun azalması da gözlemlenmektedir. İran’ın FKÖ ile iyi diyaloglar içinde olmaması nedeniyle Filistin siyasetini HAMAS üzerinden gerçekleştiriyordu. Suriye krizi HAMAS’ı İran’dan uzaklaştırdı. İran-HAMAS ilişkisinin geleceği öyle belirsizdir ki, İran’ın HAMAS’ı bölme planları bile konuşuluyor.
İran toplumunun geniş bölümü rejimin Suriye savaşına müdahil olmasını istemeyeceğinin öngörmek zor değil. İran toplumu 2013 cumhurbaşkanı seçimlerinde Hasan Ruhani'ye oy vererek Suriye siyaseti dâhil olmakla birlikte rejim tarafından sürdürülen radikal dış politikayı tasvip etmediğini belli etmiştir. 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürdürülen dış siyasetin simgesine dönüşen Seid Celili’ye verilen düşük oy; İranlıların nasıl bir dış politika istediklerinin açık göstergesi olarak yorumlanmıştır. İran toplumu bu tercihlerle rejimin Suriye siyasetinin ulusal çıkarlara aykırı olduğunu ve değişmesi gerektiğini söylemektedir. Bu istek yeni değil ve herkes tarafından bilinmektedir. Nitekim 2009 Yeşil Harekâtı’nda “ne Gazze ne Lübnan” sloganı protesto gösterilerine damgasını vurmuştu.
İran rejimi açıkça bir ekonomik kriz içindedir. Dolar sürekli yükseliyor ve bu yükselişe paralel olarak enflasyon kendini gösteriyor. İşsizlik artmakta ve bazı ekonomik alanlarda durgunluk yaşanmaktadır. Ruhani'nin birinci seçim vaadi ve önceliği ülke ekonomisini iyileştirme olmuştu. Ruhani; ülke ekonomisinin düzeltilmesinin en önemli şartlarından birinin, dış politikanın gözden geçirilmesi olduğunu belirtmişti. Muhtemel bir Suriye savaşına dâhil olmak İran'ın dış politikada, hem komşuları hem de batılılarla iyi ilişki kurma olanağını yok edebilir. Söz konusu durum İran ekonomik krizini daha derinleştirerek Ruhani'nin siyasi karizmasını sarsabilir. Üstelik İran ekonomisi kriz içindeyken sonu belli olmayan bir savaşı kaldırıp kaldırmayacağı hükümet açısından da temel meseledir.
Suriye krizi bölgemizdeki Şii-Sünni çatışmasını tetiklemiştir. Söz konusu çatışma Ortadoğu siyasetinin mahiyetini, şeklini değiştirmiş ve bölge dengelerini yeniden alt-üst etmiştir. İran, Şii-Sünni çatışmasının sorumlusu ve mimarlarından biri olarak algılanıyor. Söz konusu algı, İran İslam Devrimi’nin ahlaki ve dini meşruiyetini sorgulamaya açmıştır. Bu algı özellikle Sünni Arap kamuoyunda İran karşıtlığına elverişli zemin yaratmıştır.
İran; Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle birlikte komşularıyla güvenilir ilişki tesis etme niyetinde olsa da, bu doğrultuda, Suriye krizinin aşılması kolay olmayan engeller olduğu söylenebilir. Ruhani’nin ülke ekonomisini iyileştirme istikametinde komşularla sağlıklı ilişkiler kurmaya ihtiyacı var. Suriye krizi İran'ın bölgesel ilişkilerinin sağlıklı ve güvenilir bir yörüngeye geçmesine engel olmaktadır. Başka bir ifadeyle; İran'ın; Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi ülkelerle olan ilişkisi Suriye krizi ipoteğinin altına girdiği açıktır.
Rusya’nın Suriye’de daha etkin olması kısa vadede İran, Hizbullah ve Esed’ın hem Suriye’de hem dünyada konumunu güçlendireceği açık olsa da, orta ve uzun vadede İran-Rusya arasında Ortadoğu siyasetindeki farklılık ve Rusya’nın güvenilmezliğini hesaba kattığımızda uzun sürede İran’ın lehine olacağını nasıl garanti edilebilir? Ayrıca Rusya’nın doğrudan çatışmaya müdahil olması İran’ın “Suriye krizi Suriye halkı tarafından çözmelidir” tezini çöplüğe atılması anlamına geliyor.
Suriye krizi İran'ın bölgedeki İslami hareketlerle özellikle Müslüman Kardeşler’le olan ilişkisini sorunlu hale getirmiştir. İran rejimi bölgedeki Sünni İslami hareketler nezdinde anlamlı ölçüde model ve umut olmaktan çıkmıştır. Suriye krizi İran’ın 1979'dan günümüze kadar biriktirdiği siyasi desteği önemli oranda azaltmıştır. Çok yakın zamana kadar sürekli İran İslam Devrimi’ni destekleyen Türkiye'deki İslami hareket mensuplarının İran karşıtı çeşitli gösterileri ve sert açıklamaları bunun açık örneğidir. Suriye krizi İran'ın 1979’dan günümüze kadar özellikle Ortadoğu’da takip ettiği Devrimi İhraç çabalarını heba ettiği yorumlarına yol açmıştır.
Suriye krizi İran’ın iç siyaseti açısında da ciddi sonuçları olmuştur. Bu kriz kırılgan bir dengede seyreden İran ekonomisi açısında önemli yüktür. İran toplumunun Suriye siyasetini kabul etmediği herkesçe bilinmektedir. Suriye krizi reformcu-muhafazakâr çekişmesinde önemli bir unsur olarak dahil olmuş ve bazı reformcuların bu doğrultuda İran Lideri Hameney'i eleştirdikleri gözüküyor. Suriye krizi Kürt milliyetçiliğinin yükselişine ve önemli mevziler kazanmalarına sebebiyet vermiştir. Bu durum İran Kürtlerinin siyasi morallerini yükseltmiş ve Tahran rejimi üzerindeki baskılarının artmasına neden olmuştur.
Suriye krizinin başladığı 15 Mart 2011’den günümüze kadar İran, askeri, siyasi, diplomatik, ekonomik ve güvenlik olanaklarını Beşar Esed’in iktidarda kalma ve muhalefeti bitirme yönünde seferber etmiştir. İran, muhalefetin kısa sürede bastırılacağını ve Suriye’nin iç istikrarına yeniden kavuşacağını planlamıştı. Ancak Suriye krizi İran’ın öngördüğü şekilde yürümemiştir. Suriye muhalefeti yok olmadığı gibi Beşar Esed iktidarının da ne kadar devam edeceği belirsizleşmiştir
Beşar Esed’in iktidarda kalması durumunda Suriye eski Suriye olmayacağı açıktır. Suriye’nin egemenliğinin bölünmüşlüğü ve zayıf bir merkezi otoritenin Şam’da devam etmesi İran’ın hanki stratejik çıkarlarını koruyabilecek olanak sunabilir?
İran’ın Beşar Esed’ı mutlak destek sunması ve Suriye krizinin çözümünde yapıcı rol üstlenmemesi ülkeyi çok boyutlu mezhepsel, dinsel, etniksel çatışmalarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu süreç aslında Suriye’nin bütün tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimin yok oluşuyla sonuçlanmakta ve Suriye’nin ayakta tutabilecek bütün ahlaki, dini, mezhebi, milli, siyasi, jeopolitik ve kültürel birikimini savrulmaktadır. Suriye bölgeye barış, istikrar ve refah transferi yapmak yerine IŞİD gibi radikal grupların üssüne çevrilerek Ortadoğu halkların demokratik umdun yok oluşuna neden olmaktadır.
Son zamanda sürekli arış gösteren göç dalgaları Suriye’nin daha yaşanılır bir ülke olmakta çıkarmakta ve çok çeşitli insani facia doğuracak sürecileri yaratmaktadır.