2011 yılından beri devam eden Suriye savaşında dışarıdan müdahil ülkeler arasında İsrail de vardır fakat İsrail’in müdahale tarzı, saldırırken seçtiği hedefler ve almak istediği sonuçlar bakımından diğer ülke ve gruplardan ayrıştığı için İsrail’in yeri özel bir önem ve dikkati gerektiriyor. Bu çalışma, Suriye’deki savaşın Suriye’ye komşu olan İsrail’in güvenliğini nasıl etkilediğini, neden sürekli olarak Suriye’deki belli hedefleri bombaladığını, muhtemel kazanımlarını, Esed rejimi, İran ve Rusya’nın tepkilerini ve saldırıların Suriye’de bulunan/bulunmayan aktörler üzerindeki etkilerini detaylı olarak incelemektedir.
Aşağıda da detaylı olarak izah edildiği üzere İsrail, en çok da İran’ın Suriye’de nüfuzunun artmasına karşı gelmektedir. Çünkü Tel Aviv için Lübnan’da Hizbullah üzerinden kendisine komşu olmuş İran’ın Suriye’de de İsrail’e karşı yeni bir cephe açması endişe verici bir durumdur. Ayrıca Suriye’nin güçlü ve birleşik bir ülke olarak kalmasının İsrail’e sunduğu tehditler gibi başka nedenler de mevcut olup aşağıda detaylıca izah edilmiştir. Öte yandan Suriye’ye sürekli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusunun Suriye’de rejim değişikliği istememesi gibi çelişkili gibi görünen mevzular da değerlendirilmiştir.
Suriye, Fransız mandasıyken 1946 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. İsrail ise Suriye’den iki yıl sonra yani 1948’de İngiliz mandalığından kurtularak bağımsız olmuştur. Suriye, İsrail kurulduğundan beri bu ülkeyi tanımamaktadır. İki ülke 1948, 1967, 1973 ve 1982’de birbiriyle savaşmış olup Suriye, çoğunlukla diğer savaşan Arap devletleri olan Mısır, Irak ve Ürdün gibi ülkelerle birlikte İsrail’e karşı savaşmıştır. Şam rejimi savaşlardan yenilgiyle ayrılmış ve 1967’de İsrail’e kaptırdığı Golan Tepelerini geri alamamıştır. İki ülke herhangi bir barış antlaşması imzalamadığı için resmi olarak savaş durumu devam etmektedir.
Düşmanlığın devam etmesi nedeniyle iki ülke de birbirine karşı temkinli ve tedbirli davranmış olup sürekli alarm durumunda kalmışladır. Bu durum iki tarafın daha çok silahlanmasına neden olmuş ve bir dönem Suriye de tıpkı İsrail gibi bir silah deposuna dönüşmüştür. Öyle ki 1990’ların başlarındaki silah envanterleri karşılaştırıldığı zaman aralarında (İsrail’in nükleer silahlarını hariç tutarsak) İsrail’in bariz üstünlüğü görülse de Suriye ordusunun da düşmanı endişelendirecek derecede bir silah envanterine sahip olduğu görülebilir(1). Günümüzde Suriye’nin iç savaş nedeniyle İsrail’le savaşacak yeterli askerî gücü bulunmamaktadır. Hatta tarihinde askerî olarak hiç olmadığı kadar zayıf bir durumdadır. Ancak gerek Rusya’nın hamiliği gerekse de İran ve İran’ın vekil gruplarının varlığının İsrail için dikkate alınması gereken bir husus olduğu muhakkaktır. Hatta İran ve uzantılarının varlığının İsrail için tehdit oluşturabileceği söylenebilir. Dolayısıyla mevcut şartlarda Suriye’nin zayıflaması İsrail’in rahatlaması anlamına gelmemektedir.
İki ülke arasındaki ilişkilerden sonra güncel duruma dönmek gerekirse; İsrail ordusu, Arap Baharından sonra başlayan Suriye savaşından önce de Suriye’nin askerî tesislerine en az bir kez hava saldırısı düzenlemiştir. Buna göre 2007’deki Orchard Operasyonuyla Deyrizor’da nükleer tesis olduğu iddia edilen bir tesis İsrail savaş uçaklarınca bombalanmıştır. İsrail saldırıyı kendisinin yaptığını 2018’e kadar itiraf etmemiştir. 2011’den bu yana ise ilk saldırısını 31 Ocak 2013’te Şam’dan Lübnan sınırına doğru giden ve Hizbullah’a teslim edileceği iddia edilen bir silah konvoyunu vurarak yapmıştır(2). Son saldırı ise (bu raporun hazırlandığı tarih itibariyle) 24 Aralık 2023’te yapılmış ve saldırıda İranlı General Reza Mousavi Şam’da öldürülmüştür(3). Kasım Süleymani’yle de yakından çalışmış Mousavi belki de İsrail tarafından bugüne kadar öldürülen en üst düzey İranlı komutandır.
İsrail’in 2013 yılından bu yana kaç saldırı düzenlediği belli olmamakla beraber güvenilir bazı raporlar toplam sayının 250 civarı olduğunu belirtmektedir. Suriyeli analist Nevvar Şaban’a göre 31 Ağustos 2023 yılına kadar 226 saldırı düzenlenmiştir(4). Bu rakama Hamas’ın 7 Ekim 2023’te yaptığı saldırıdan sonra düzenlediği hava saldırıları da eklenirse sayı yaklaşık 250 olmuş olur.
Saldırılar çoğunlukla havadan yapılmakta olup bazen karadan-karaya füze saldırılarının da yapıldığı gözlemlenmiştir(5). Diğer bir husus, saldırıların rejim kontrolündeki bölgedeki hedeflere yapılmasıdır. İsrail, YPG kontrolündeki alan ile kuzeybatıda muhaliflerin kontrolündeki alanlara saldırı yapmamaktadır. YPG’nin kurduğu gayrı resmi yönetimin İsrail’le dost olması ve Amerikan birliklerinin de bölgede bulunması bölgeyi İsrail için güvenli kılarken, muhaliflerin bulunduğu bölgeninse uzak ve Türkiye’nin himayesinde olması onu İsrail’in hedefi olmaktan çıkarmaktadır. Rejim bölgesindeyse İran’a ve İran destekli Şii milislere ait olduğu söylenen tesisler hedef alınmıştır. Esed rejimine ait tesislerin de saldırıya uğradığı vakidir(6) Saldırılarda Rus birliklerinin zarar görmemesi için hassasiyet gösterildiği görülmektedir. Hava saldırılarında en çok da Şam ve Halep havaalanları hedef alınırken, birkaç saldırıda diğer havaalanlarının da vurulduğu gözlemlenmiştir(7). Saldırılardan birinde Lazkiye üzerinde bir Rus uçağı yanlışlıkla rejimin hava savunma sistemleri tarafından vurulmuş ve 15 Rus askeri hayatını kaybetmiştir. Ruslar saldırının İsrail uçaklarının Rus uçağının arkasına sığınması nedeniyle yapıldığını söylerken, İsrail tarafı Ruslara verdikleri saldırı planlarının Ruslarca ihmal edildiğini iddia etmişlerdir. Ruslar gerilime rağmen İsrail’in sonraki saldırılarına göz yummuştur.
Rusya, Suriye’de taraf olmasına rağmen İsrail’in saldırganlığına sesini çıkarmamaktadır. Kaldı ki Rus güçleri isterse İsrail’in hava ve kara saldırılarını durdurabilecek savunma sistemlerine sahiptir. Ancak Rusya, saldırılara engel olmak yerine İsrail’le anlaşıp Rus ve İsrail güçleri birbirlerine zarar vermesin diye 2015 yılında bir erken uyarı sistemi kurmuştur. Rus hükümeti konuyla ilgili sorulara İsrail’in güvenlik endişelerini ve bölgesel çıkarlarını anlayışla karşıladıklarını söyleyerek cevap vermektedir(8). Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bir demecinde İsrailli meslektaşlarının tehdidin nereden geldiğini söylemesi halinde kendilerine yardımcı olacağını da söylemiştir(9). Dolayısıyla Rus tarafı İran’la iyi bir müttefik olmasına rağmen İsrail’in, İran güçleri ve bağlı vekil örgütlerine saldırmasına sesini çıkarmamaktadır. Ancak Rus hükümeti, İsrail’in Beşar Esed’i devirmesini istemediğini de her fırsatta dile getirmektedir(10). İsrail de Beşar Esed’la bir sorunlarının olmadığını ve iktidarda kalmasını istediklerini Ruslarla yaptıkları görüşmelerde ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda dile getirmektedir.
İsrail, 1948 yılında kurulduğundan beri Arap komşularıyla savaş halindedir. Her ne kadar Mısır ve Ürdün barış antlaşmaları imzalayarak savaş halini bitirseler de Suriye ile herhangi bir antlaşma yapılmamıştır. Diğer Arap ülkeleri de İsrail’in Filistin’de Arap kökenli insanlara yaptığı katliam, sürgün, baskı ve işgallere, İsrail’le diplomatik ilişkileri olsa bile şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu durum Arap olmayan Müslüman ülkeler için de geçerlidir. Dolayısıyla İsrail, Filistin’i uluslararası hukuka aykırı olarak işgal ettiği için etrafındaki Müslüman ülkelerin öfkesini çekmiş ve bu sebeple birkaç defa savaşa da girilmiştir. İsrail bu yüzden kendini güvenli hissetmemekte ve algıladığı tehdidin üzerine gitmektedir. Ancak Suriye’deki operasyonları, Esed rejiminin düşmanca tavrından çok, birçok başka sebebe dayanmaktadır.
Söz konusu sebeplerin birincisi ve en önemlisi İran’ın Suriye’deki varlığıdır. İran 1979 devriminden bu yana bir devlet politikası olarak Şiiliği bölgede yaymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Sünni devletlerle de karşı karşıya gelmiş ve bölge için bir tehdit haline dönüşmüştür. İran’ın Suriye’de kök salması diğer devletlere göre daha kolay olmuştur. Suriye, Hafız Esed döneminden beri Şiiliğin daha seküler bir kolu olan Nusayri grubuna mensup bir azınlık tarafından yönetilmektedir. Aslında İran rejiminin kendi halkına sunduğu katı muhafazakâr hayat tarzı Suriyeli laik Nusayri kesime uymaz. Ancak Esed rejiminin halk isyanına karşı acizliği ona İran’ın hamiliğini kabul ettirmiştir.
İran, iç savaşın başlarından itibaren nüfuzunu artırmaya başladığında Şiiliğin kutsal mabetlerini korumaya çalıştığını iddia etse de(11) niyeti bundan daha fazlasıydı. Bir kere Suriye’de etkin olmak, Şii hilalinin gerçekleşmesi için bir adım daha atmak demekti. Ayrıca İran bu sayede Akdeniz’e de açılmış olacaktı. Öte yandan Lübnan’daki Hizbullah’a karadan da silah tedariki yapmak mümkün olacaktı.
Ancak İran’ın Suriye’deki varlığı İsrail için büyük tehdit oluşturmaktaydı ve günümüzde de mezkûr tehdit devam etmektedir. İran ki İsrail’e olan düşmanlığını açıkça söylemektedir. Ayrıca direk olmasa bile vekil İran destekli Şii milisler üzerinden İsrail’e zarar verdiği de vakidir. Böylelikle İran, Lübnan’ın Hizbullah kontrolündeki güneyinden sonra Suriye’nin İsrail sınırında da ayrı bir cephe açmış oldu. İsrail de yanı başına yerleşen İran ordusunun hem etkisini kırmak hem de onları caydırmak için İran’a ait askerî tesis, üs, birlik, silah konvoyları ve önemli askerî figürlere saldırılar düzenlemektedir. Bilhassa havaalanlarını bombalayarak İran’ın bir ayağı Suriye’de olan hava köprüsünü yıkmaya çalışmaktadır. İran’ın Suriye’deki varlığı gerçekten de İsrail için endişe verici bir durumdur. Çünkü iç savaşla Suriye’nin denklem dışı kalmasını beklerken birden rejimin yerini daha güçlü bir bölgesel güç almıştır.
İsrail’in Suriye’de rejim bölgesine saldırmasının ikinci sebebi, yine İran’la bağlantılı olarak, İran’ın Kudüs Güçlerine bağlı vekil Şii örgütlerdir. Başta en büyüğü Hizbullah olmak üzere Liwa Fatemiyun ve Liwa Zeynebiyun gibi çok sayıda silahlı örgüt Afganistan, Irak ve Pakistan gibi ülkelerden getirilerek Suriye’de savaştırılmaktadır. Örgütler her ne kadar Suriye rejiminin ayakta kalması için mücadele ediyor olsa da İsrail için de tehlike arz etmektedir. Çünkü İsrail sınırında konuşlanmaları düşük yoğunluklu bir savaşta İsrail’i güvenlik bağlamında zora sokmaları demektir(12). İran her ne kadar İsrail’e karşı yüksek perdeden tehditkâr bir dille konuşsa da direk olarak çatışmayı göze alamamaktadır. Çünkü İsrail’le kıyaslandığında silah gücü bağlamında İsrail lehine asimetrik bir güç dengesi bulunmaktadır. Fakat İran, vekil örgütlerle İsrail’i çok defa vurmayı başarmıştır. Örneğin İsrail’in Gazze’yi sürekli bombaladığı son aylarda Yemen’deki İran destekli Husiler, İsrail’e yük taşıyan gemileri vurarak İsrail ekonomisine zarar vermişlerdir(13).
Ancak İsrail’in İran destekli Şii milisler içinde en çok çekindiği grup Hizbullah’tır. Hizbullah, İran’ın 1983 yılında Lübnan’da kurduğu bir vekil gruptur(14). Kurulduğu günden bu yana birçok kez İsrail ordusuyla çatışan örgütün İran’dan, Suriye üzerinden askerî yardım alması İsrail için endişe verici bir durumdur. İsrail, Hizbullah’ın daha da güçlenmesini istemediği için Suriye-Lübnan arasındaki silah trafiğinin önüne geçmek için konvoyları bombalamaktadır.
Üçüncü sebep, İsrail’in Suriye rejiminin kendisi için stratejik bir tehdit olmasından çıkmasını istemesidir. Suriye’ye ait Golan Tepelerini işgal eden Tel Aviv yönetimi güçlü bir Suriye’nin kendi güvenliği için sorun teşkil edeceğini iyi biliyor. Bu yüzden İran ve bağlı vekil örgütlerin yanı sıra rejime ait askerî tesis, havaalanı ve savunma sistemlerini de vurmaktadır. İstatistiklere göre İsrail hava kuvvetlerinin 2020 ve 2021’de vurduğu hedeflerin %63’ü Şam rejimine aitken kalanlar İran Devrim Muhafızları, Hizbullah ve diğer örgütlere aittir(15). Dolayısıyla en çok vurulan hedefler bizzat Esed rejiminin askerî tesisleridir. Fakat aşağıda da izah edileceği üzere İsrail, Beşşar Esed’in Suriye’yi yönetmesinden de memnun görünmektedir.
Dördüncüsü, üçüncü sebeple bağlantılı olarak, İsrail Golan Tepelerinin statüsünde bir değişiklik istememektedir. Suriye rejimi ne kadar zayıf kalırsa tepelerin statüsünü tartışmaktan o kadar imtina edecektir(16). İsrail biliyor ki parçalara bölünmüş bir Suriye, Golan Tepeleriyle ilgili bir talepte bulunamayacak ve önceliği iç savaşa verecektir. Böylelikle tepelerin işgaline yapılan itirazlar azalacak ve zaman içinde belki de hak talebinde bulunulmayacaktır.
Beşincisi, Suriye’ye güvenlik bahanesiyle düzenli hava saldırıları yapmak saldırıların uluslararası toplum nezdinde meşrulaşmasını sağlayacaktır. Çünkü sunulan gerekçeye yani güvenlik için önleyici saldırılara kimse kolay kolay itiraz edemez. İsrail sürekli Suriye’yi (ve Lübnan’ı) bombalayarak hem düşmanını zayıflatmakta hem de saldırıları meşru hale getirmektedir. Öte yandan Amerikan güçlerinin varlığı ve Amerikan desteği de İsrail ordusunun işini kolaylaştırmaktadır. Gerek İran gerekse de Rusya Amerika’nın açık desteği nedeniyle İsrail’e müdahale etmekten çekinmektedir. Ayrıca ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) üyesi olduğu için İsrail aleyhine çıkabilecek kararları engellemektedir. Bu durum İsrail’e cesaret vermekte ve saldırılar bağlamında pervasızca davranmasının önünü açmaktadır. İsrail ayrıca mezkûr avantajını korumak için Amerikan güçlerinin Suriye’den çıkmasını istememektedir.
Altıncısı, İsrail Suriye’ye karşı tam bir askerî üstünlük sağlamak istemektedir. Bu yüzden ülkede konuşlu en tehlikeli silahları yok etmek için defalarca saldırılar düzenlemiştir. Örneğin, Suriye’de her ne kadar İsrail hava kuvvetlerinin envanterinde bulunan F-35 ve F-16 gibi ileri teknoloji savaş uçakları bulunmasa da ülkede önemli bir hava savunma sistemi envanteri bulunmaktadır. İsrail, hava üstünlüğünü korumak için rejim ve İran’a ait hava savunma sistemlerini düzenli olarak bombalamaktadır. Diğer yandan Esed rejiminin elindeki kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik) İsrail’in takip ettiği bir diğer silah türüdür. İsrail bu tür silahların üretilmemesini istemekte ve Suriye’deki diğer grupların eline geçmemesi için çaba sarf etmektedir. İsrail bu amaçla 8 Haziran 2021’de rejimin kimyasal silah üretim tesislerini bombalamıştır(17).
Yedincisi, bilhassa Türk uzmanlara göre(18) İsrail, YPG’nin kontrolündeki bölgeye ulaşan bir koridor oluşturmak istemektedir. Buna göre Golan’dan başlayan koridor Suveyda, Tenef ve Humus’tan geçerek YPG’nin işgal ettiği Deyrizor’a kadar uzanacaktır. Öte yandan, yine Golan’dan başlayıp Kuneytra, Şam ve Dera kırsalını içine alan bir tampon bölge oluşturmak istemektedir(19). Tampon bölge, fiilî işgal demek olduğu için İsrail’in söz konusu bölgelerden çıkmayacağı öngörülebilir. Konuya dinî bir perspektiften bakan bazı uzmanlarsa İsrail’in Suriye’deki otorite boşluğu ve parçalanmışlıktan istifade ederek arz-ı mev’ud hayalini gerçekleştirmek isteyebileceğini iddia etmektedir(20).
İsrail yukarıdaki amaçlarını gerçekleştirmek için izlediği askerî politikalarda net iken, en az iki hususta çift yönlü hareket ettiği gözlemlenmektedir. Birincisi, Tel Aviv yönetimi her ne kadar güçlü bir Suriye istemese de Şam’da rejim değişikliği istememektedir. Diğer bir deyişle, dişleri sökülmüş ve başında Beşşar Esed’in olduğu bir rejim istemektedir. İsrailli yetkililer Esed’in varlığından olan memnuniyetlerini her fırsatta dile getiriyorlar. İsraillilere göre “bildikleri şeytan bilmedikleri şeytandan daha iyidir”(21). Esed’in ‘seküler bir lider’ olarak görülmesi Sünni gruplara tercih edilmesi için bir neden olabilir. Çünkü Sünni gruplar İsrail’in de tahmin ettiği üzere İsrail’in bölgedeki yayılmacılığına ve Filistin’deki katliamlara karşı daha hassastır. Ayrıca Beşşar Esed iktidarda olduğu süre boyunca Golan Tepelerinin işgaline daha cılız bir tepki göstermiştir.
İkincisi, birincisiyle bağlantılı olarak, İsrail ordusu Sünni grupları hedef almamaktadır. Bu politikada Sünni grupların İsrail’le çatışmamasının yanı sıra aynı grupların İsrail’in daha tehlikeli gördüğü İran ve Şii örgütlerle çatışması önemli bir faktördür. İsrail bu amaçla ordu içinde özel bir birim de kurmuştur(22). Ancak söz konusu yardım İsrail’in Sünni gruplarla müttefik olduğu anlamına gelmemelidir. Aslında İsrail Sünni gruplardan haz etmemektedir. Çünkü mezkûr grupların güçlenmesinin kendi ideolojilerini yaymasına, diğer ülkelerde karışıklık çıkarmasına ve o ülkelerle yapılan barış antlaşmalarını bozmalarından korkmaktadır. Şu bir gerçek ki Sünni gruplar İsrail’i düşman olarak görmektedir. Ancak iki tarafın da öncelikleri farklı olduğu için birbirleriyle karşı karşıya gelmemeyi yeğlemektedir.
Özetlemek gerekirse, İsrail yönetimi Beşşar Esed ve Sünni gruplar bağlamında bir denge politikası izliyor denilebilir. Tel Aviv Esed’in iktidarda kalmasını güçsüz olması kaydıyla isterken, Sünni grupları kendisi yerine Şii gruplarla savaşması şartıyla desteklemekte veya bu duruma sessiz kalmaktadır.
Suriye’de İran, rejim ve İran destekli Şii milislere ait askerî tesisleri çoğunluğu hava saldırılarıyla olmak üzere yok etmeye çalışan İsrail’in hedeflerine ulaşıp ulaşmadığına dair çeşitli görüşler var. Bu rapor başarının kısmi olduğunu ve tehdidi mutlak olarak bertaraf etmenin mümkün olmadığını iddia etmektedir.
Bir kere İsrail’in, komşusu Suriye’deki savaşa kayıtsız kalması beklenemezdi. Çünkü bir ülkenin komşularındaki önemli olaylar muhakkak o ülkeyi de etkiler. Eğer ki komşuda savaş varsa sizi etkilememesi mümkün değildir. İsrail de Suriye’deki parçalanma ve otorite boşluğundan ciddi şekilde etkilenmiş ve etkilenmeye devam edecektir. Netanyahu hükümeti çözüm olarak tehdit olarak gördüğü unsurları bombalamış fakat görünen o ki sadece tehdidin büyüme hızını yavaşlatabilmiştir.
Kısmi başarıyı detaylandırmak gerekirse; Saldırılarda İran’dan sevk edilen çok sayıda silah ve mühimmatın yok edildiği doğrudur. Ayrıca general düzeyinde de olmak üzere çok sayıda İran askeri ve Şii milislerin militanları etkisiz hale getirilmiştir. Öte yandan İsrail ordusunun tüm bunları Rusya’nın Suriye’deki varlığına rağmen yapması diplomatik bir başarıdır. Söz konusu başarıda muhakkak ki Amerikan desteği de önemli bir faktördür.
İsrail’in bir diğer kazanımı da gücünü Rusya dâhil Suriye’deki tüm aktörlere gösterme fırsatı sunmasıdır. Saldırılarda F-35 uçaklarından kamikaze SİHA’lara ve güdümlü mühimmatlara kadar birçok sofistike silah kullanılarak test edilmiştir. Bu sayede bilhassa Rus savunma sistemlerinin karşı koyma kabiliyetlerinin de sınandığı muhakkaktır. Ayrıca Şam ve Halep gibi şehirlere yapılan sürekli bombardıman, Golan Tepeleri gibi Suriye’nin haklı olduğu konuların da konuşulmamasına neden olacaktır. Çünkü Suriye’deki yabancı güçleri tehdit olarak gören Tel Aviv, söz konusu güçlerin varlığını bir güvenlik meselesi olarak gördüğü için tepelerin gündeme gelmesini doğal olarak engellemiş olacaktır. Dolayısıyla Golan Tepelerinin tartışılmaya açılması yakın zamanda mümkün olmayacaktır.
Ancak genel manada saldırıların beklenen sonucu vermeyeceği söylenebilir. İran ve İran destekli Şii milisler savaştan bu yana Suriye içlerinde faaliyet göstermekte ve yakın zamanda buradan ayrılmaya niyetlerinin olmadığı da görülmektedir. Ayrıca zaman içinde İran askerleri ve Şii militanlarının sayısında bir düşüş gözlemlenmemiştir. Şu anda rejim fiilen İran’ın kontrolünde varlığını sürdürmekte olup merkez bankasından sınır güvenliğine kadar her yerde İran’ın varlığını görmek mümkündür. Esed rejimi İran’ın ülkeyi terk etmesini istese bile İran birlikleri ve bağlı militanlar ayrılmayacaklardır. Öyle bir durumda İran’ın Suriye’yi istek üzerine başlayan işgali sadece dayatmacı bir işgale dönecektir. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail tarafından düşman addedilen rejime ait bölgesi İran ve Rusya’nın fiilî işgali altında olup İsrail’in bu varlığı sona erdirme veya onların yerini alma gibi bir gücü yoktur. Diğer bir deyişle artık her ne kadar bir zamanların İsrail’i tehdit eden güçlü Suriye rejimi olmasa da onun yerine İran rejimi geçmiştir. İsrail için tehdit devam etmekte olup sadece tehdit eden değişmiştir.
İran bağlamından bakmak gerekirse; daha önce İsrail’i kuzeyden Hizbullah üzerinden tehdit eden Tahran yönetimi şu anda Suriye üzerinden ikinci bir cephe açmış durumdadır. İran belki İsrail’e kuzeyden (veya başka bir yönden) saldırma cesaretini gösteremez ama Suriye’yi vekil örgütleri için bir üs olarak kullanmayı başarmış durumdadır. Düzenli orduların örgütlerle mücadelelerinin zorluğu göz önünde bulundurulduğunda İran’ın İsrail’i ne kadar zorladığı görülebilir.
Diğer yandan İran her ne kadar İsrail’in saldırılarından dolayı kayıplar verse de bir şekilde İsrail’den intikamını aldığı söylenebilir. Örneğin İsrail, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’in içine yaptığı ani baskından -ki İsrail’e tarihinin en büyük kayıplarını verdirdi-İran’ı da sorumlu tutmuştur. Çünkü Hamas ve İran, aralarındaki askerî iş birliğini inkâr etmemektedir. Ayrıca Yemen’deki Husilerin Gazze’deki katliam dolayısıyla Kızıldeniz üzerinden İsrail’e giden gemileri vurmasının da arkasında İran’ın olduğu düşünülürse Tahran’daki rejimin Suriye’deki (ve diğer yerlerdeki) saldırılara dolaylı da olsa cevap verdiği söylenebilir.
Ancak üçüncü bir ülkede İsrail ile İran arasında vuku bulan bu çatışmalardan İran’ın da galip geldiği söylenemez. İran rejiminin halkına hesap vermek zorunda olmaması, bol insan (militan) kaynağı ve daha çok vekil örgütleri kullanarak hedefine ulaşmaya çalışması nedeniyle İsrail’den bir adım önde olduğu söylenebilir. Fakat elindeki ucuz ve kolaylıkla sarf edilebilir imkânlara rağmen İsrail’i rahatsız etmenin ötesine geçemeyen faaliyetlerini zafer olarak değerlendirmek bonkörce bir tutum olur. Dolayısıyla İsrail’in Suriye’yi bilhassa İran yüzünden bombardımana tutması hiçbir tarafa zafer getirmemekte olup sadece saldırıları sonu olmayan bir kısır döngüye sokmaktadır denilebilir. Mevcut çatışma durumuna “kontrollü eskalasyon” da denilebilir(23).
Bu rapor Suriye’deki savaşın başlamasıyla birlikte İsrail tarafından Suriye’ye yapılan saldırıları analiz etmiştir. Yapılan analizde İsrail’in Suriye’deki iç savaşı kendi güvenliği için bir tehdit olarak gördüğü, ülkede bilhassa İran’ın direk ve İran destekli Şii milisler yoluyla artan gücünden rahatsız olduğu ve söz konusu gücü kırmaya çalıştığı görülmüştür. İsrail hava kuvvetleri ve topçu birlikleri yaklaşık 250 defa havaalanlarını ve askerî tesisleri vurarak karşı tarafa ağır zayiatlar verdirmiştir. İran’ın ve Esed rejiminin saldırılara doğrudan cevapları olmamıştır. Ancak Tahran yönetimi kendi kontrolündeki vekil örgütler aracılığıyla başka ülkeler üzerinden İsrail’den intikamını almıştır. Öte yandan Suriye ve İran’ın müttefiki olan Rusya’nın İsrail saldırılarına sessiz kaldığı görülmüştür.
Saldırıların İran’ın Suriye’deki gücünü kırmadığı söylenebilir. İran, iç savaşın başlangıcından bu yana bulunduğu Suriye’de daha da güçlenmiş olup İsrail’in tehdit ve saldırıları nedeniyle bu ülkeden çekilmeyecek gibi görünmektedir. İsrail ise havadan ve karadan saldırılar konusunda kararlı olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak iki tarafın da kendilerine ait olmayan topraklarda sürdürdüğü düşük yoğunluklu çatışmalara devam edeceği ve fakat her iki tarafın da mutlak zafer elde edemeyeceği, ancak İran’ın İsrail’den bir adım daha avantajlı olduğu söylenebilir. Ancak 7 Ekim saldırısından İran’ı da sorumlu tutan İsrail’in bilhassa ABD’yi devreye sokması beklenebilir. Diğer bir deyişle, İsrail direk çatışmak yerine (1) ABD’nin diplomatik araçlarını kullanarak İran’ı dünyadan daha da izole etmesini sağlamaya çalışabilir. Bu durumda Amerika’nın tüm dünyaya baskı kurarak İran’a daha ağır ambargolar uygulaması beklenebilir. Örneğin, Obama döneminde imzalanan ve fakat Trump’ın iptal ettiği JCPOA anlaşmasının bir daha yürürlüğe girmeyeceği söylenebilir. Ancak en önemli gelişmenin (2) ABD ordusunun İran destekli Şii örgütlerle mücadele etmesi olacağı söylenebilir. ABD birliklerinin İsrail’in güvenliği için Yemen, Irak, Lübnan ve de Suriye’de Şii militan gruplarıyla savaşması ve yanına Sünni bazı devletleri de alması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla İran’ın Suriye’deki (ve diğer bazı ülkelerdeki) varlığını İsrail’in değil, ABD’nin tehdit etmesi beklenebilir.
Bu raporun ortaya çıkardığı diğer bir bulgu da şudur ki; İsrail ve İran arasındaki düello yayılmacı nedenlerden kaynaklanmakta olup her iki ülke de bölgesel politikalarında işgale ve baskıya dayalı illegal kazanımlar elde etmek istemektedir. Suriye’deki çatışmalar iki taraf için güç testi olmasının yanı sıra diğer ülkeler için de ders olabilecek niteliklere sahiptir. Başka bir deyişle, bölge ülkeleri İran veya İsrail’le karşı karşıya geldiklerinde Suriye’deki “it dalaşından” dersler çıkarmalıdır.
([1]) Edward B. Atkeson, “The Syria-Israel Military Balance:A Pot That Bears Watching”, Ocak 1992, https://bit.ly/3UbHAyZ.
([2]) Al Jazeera, “Timeline: Israeli attacks on Syrian targets”, 5 Mayıs 2013, https://bit.ly/427uViE.
([3]) The Media Line, “Senior IRGC Officer Sayyed Reza Mousavi Killed in Alleged Israeli Airstrike in Syria”, 25 Aralık 2023, https://bit.ly/3OeLLqd.
([4]) Navvar Saban, “Israel’s Response to Iran in Syria: Choosing Between Escalation and Accommodation”, 17 Kasım 2023, https://bit.ly/48JkioK.
([5]) Nevvar Saban, 2023.
([6]) Jusoor, “Israeli Attacks in Syria since 2020”, 2021, https://bit.ly/4b7AkKr.
([7]) Nevvar Saban, 2023.
([8]) Rawad Taha, “Russia Refuses Syria’s Use As An Arena For An Iran-Israel Confrontation: Lavrov”, 20 Ocak 2021, https://bit.ly/4283Uf0.
([9]) Ravad Taha, 2021.
([10]) The Times of Israel, “Pledging not to oust Assad, Netanyahu urges Putin to ‘get Iranians out’ of Syria”, 11 Temmuz 2018, https://bit.ly/3Odo7KE.
([11]) Aydın Güven, “Iran-backed Zainabiyoun Brigade could become Pakistan’s new national security problem”, (25) Şubat 2021, https://bit.ly/3vMlFnW.
([12]) Stipe Skin, “The Consequences of Israeli Intervention in Syria”, 10 Şubat 2021, https://bit.ly/3vObAXK.
([13]) David Rosenberg, “Houthis Open New and Dangerous Front in Israel's Economic War”, 13 Aralık 2023, https://bit.ly/3St7Vaz.
([14]) Kali Robinson, “What is Hezbollah”, 14 Ekim 2023, https://bit.ly/429FlOI.
([15]) Jusoor, “Israeli Attacks in Syria since 2020”, 2021, https://bit.ly/4b7AkKr.
([16]) Gazete Duvar, “İsrail Suriye’ye Neden Saldırdı?”, 21 Ocak 2019, https://bit.ly/42q3fG1.
([17]) Şarku’l Avsat, “İsrail, Suriye’deki yeraltı kimyasal silah tesislerini hedef aldı”, 15 Aralık 2021, https://bit.ly/42brpnx.
([18]) Yeni Şafak, “İsrail'in Suriye'ye saldırılarının arkasında 'yeni koridor' mu var?”, 27 Ekim 2023, https://bit.ly/3Sbe1el.
([19]) Yeni Şafak, 2023
([20]) İsa Tatlıcan, “İsrail’in vaadedilmiş toprakları hayali neyi hedefliyor?”, 18 Kasım 2023, https://bit.ly/4baJXbl.
([21]) Times of Israel, “‘Israel prefers Bashar Assad to Islamist rebels”, 18 Mayıs 2023, https://bit.ly/4baEilC.
([22]) Maya Hadar, “The War in Syria: An Israeli Perspective”, Ekim 2017, https://bit.ly/47NLjpN.
([23]) Ömer Özkızılcık, “Gazze’nin Suriye’ye (Olası) Yansımaları”, 20 Aralık 2023, https://bit.ly/3ScYVVE.
Bu rapor Aralık 2023 içerisinde Suriye’de yaşanan en önemli siyasî ve ekonomik olaylar ile güvenlik olaylarını ele almaktadır. Siyasî gelişmelere bakıldığında, rejimin uluslararası mahfillerde erken iyileştirme ve yeniden imar projelerinin siyasî taleplere bağlanmasının sona erdirilmesi yönündeki söylemlerine devam ettiği görülmektedir. Diğer yandan YPG terör örgütü ise yeni bir Başkanlık Konseyi kurduğunu ilan etmiş ve şeklen yeni bir “toplumsal sözleşmeyi” kararlaştırmıştır.
Güvenlik açısından bakıldığında, İsrail’in Gazze saldırısından sonra Suriye coğrafyasındaki hareketliliği devam etmektedir. Hava saldırılarına ara vermeden Suriye’de yer alan İran hedeflerini ve mevkilerini vurmaya devam etmektedir. Başkent Şam’ın ortasında İran’ın lider kadrosundan olan Rıza Musevî’ye karşı bir suikast düzenleyerek onu öldürmüştür. Bu olaylara misilleme olarak Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda yer alan Amerikan ordusuna ait üsler, İran destekli Şii milisler tarafından Irak topraklarından yapılan saldırılara maruz kalmıştır. Aynı zamanda Suriye-Ürdün sınırında uyuşturucu kaçakçılarıyla Ürdün ordusu arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Bu çatışmalar sonucu birçok kaçakçı ya ölmüş ya da yaralanmıştır. Sonucunda büyük miktarlarda uyuşturucu ve füze ele geçirilmiştir.
Ekonomik gelişmelere bakıldığında ise rejim; lirayı dalgalandırmaya, fiyatları artırmaya, tarım ürünleri ve gıda maddelerini ihraç etmeye devam ederek daha önceki para politikasını izlemeyi sürdürmüştür. Ayrıca Suriye ekonomisine yeni alanlar kazandırmak amacıyla Tahran ile birçok anlaşma imzalamıştır.
Esed rejimin Güvenlik Konseyi Temsilcisi Al Hakan Dandi tarafından yapılan açıklamalarda Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik uyguladıkları ekonomik yaptırımlara yönelik sert eleştiriler dile getirilmiştir. Bu bağlamda özellikle Sezar Yasası’ndan kaynaklanan yaptırım öne çıkarılmıştır. Aynı zamanda insanî yardımların Gaziantep ile Çobanbey ve Bab el Selame sınır kapılarından yapılması yerine, Şam’dan başlayıp Suriye’nin içerisine doğru dağıtılması gerektiği vurgulanmıştır. Mevcut yöntemle yapılan yardımların kaynak israfına yol açtığına ve Birleşmiş Milletler timlerinin “Suriye’nin kuzey batısında yer alan terör örgütleriyle” irtibat kurmalarına neden olduğuna iddia edilmiştir. Diğer yandan İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları da kınanmıştır.
Ekonomik krize çözüm arayışları hedefi ile ilgili olarak, Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kusay El Dahhak, Cenevre’de düzenlenen İkinci Dünya Mülteci Forumuna katılmıştır. Diğer yandan Esed rejimi ile Bağdat, iki ülke arasında bulunan Elbu Kemal – Al Kaim sınır kapısındaki elektrik bağlantısı projesini canlandırmak amacıyla ekonomik görüşmeler gerçekleştirmiştir. Ayrıca Suriye Petrol Bakanı Firas Kaddur ile Venezuela Cumhuriyeti Büyükelçisi arasında petrol ve maden kaynakları alanında, iki ülke arasındaki ortak işbirliğini artırma yönünde görüşmeler yapılmıştır. Aynı zamanda Kaddur, Doha’da düzenlenen 12. Arap Enerji Konferansına da katılmıştır. Bakan, bu katılımı fırsat bilerek Arap ülkelerine Suriye’deki yeniden imar faaliyetlerine ve alternatif enerji konularındaki çalışmalara katılmaları yönünde bir davet göndermiştir.
Siyasî muhaliflerin faaliyetlerine gelince; SMDK ve Yüksek Müzakere Heyeti Başkanı katıldıkları Doha Forumu’nun yan toplantılarında bir takım liderlerle yaptıkları görüşmelerde, anayasa komitesinin sürecine işlerlik kazandırma vurgusunda bulunmuşlardır. Suriye’deki insanî durumların ve güvenlik olaylarının daha da kötüye gitmesine engel olacak olan 2254 sayılı BM Güvenlik Kurulu kararın tam olarak uygulanmasına dikkat çekmekle yetinmişlerdir. Ayrıca siyasî sürecin sekteye uğraması insanî duruma olumsuz yansıyacağı dile getirilmiş ve Suriye’nin kuzeyinde sürdürülebilir projelerin desteklenmesinin önemini de vurgulanmıştır.
Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Ger Pederson, anayasa komitesi çalışmalarının yeniden başlatılması hususunda ve uygulanan yaptırımlar ile Suriye’ye sağlanan uluslararası fon eksikliğinin giderilmesi, Suriye’deki sosyal ve ekonomik durumun normalleştirilmesi konuları hakkında Rusya Dışişleri Bakanıyla Moskova’da bir araya gelmiştir.
Uluslararası tutuma gelince; Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler Türkiye’nin Suriye’deki varlığını, terör örgütlerinin faaliyetlerinin sona ermesine ve rejim ile muhalefetin ülkede yeni bir anayasa yazılması ve seçimlerin yapılmasını öngören bir anlaşamaya varmalarına bağlamıştır.
YPG kontrolü altındaki bölgelere gelince; “Suriye Demokratik Güçler Konseyi” Rakka şehrinde düzenlediği dördüncü kongresinde, Mahmud El Maslet ve Leyla Kahraman eşbaşkanlığında yeni bir konsey seçmiştir. Konseyin 2015 yılı sonunda kuruluşundan bu yana Elham Ahmed’in yürüttüğü “İcra Başkanı” görevinin iptal edildiği ilan edilmiştir. El Maslet’in bölgede tanınmış bir şahsiyet olduğu kabul edilmektedir. Zira kendisi Haseke vilayetinde bulunan tanınmış bir aşiret mensubudur. Bu husus, örgütün veya Washington’un, YPG’nin geçen aylarda Deyrizor’da meydana gelen çatışmalardan sonra Suriye’nin kuzey doğusundaki Arap aşiretleri ile ilişkilerini pekiştirmekte daha büyük roller üstelenmesini arzu ettiği şeklinde okunabilir. Ayrıca YPG, toplumsal sözleşme kanunu uyarınca “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adını “Suriye Kuzey ve Doğu Demokratik Özerk Yönetimi” olarak değiştirmiştir. Söz konusu yeni toplumsal sözleşme birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Toplumsal sözleşmenin içerdiği felsefenin bölge halkının gerçekliğinden uzak olması, sadece birkaç oluşumu dikkate alması ve içerdiği birçok maddenin hayata geçmesinin mümkün olmadığı gerekçeleri neticesinde söz konusu sözleşmenin şeklen kalması kaçınılmaz olacaktır.
İsrail’in Şam’a yönelik son saldırılarında, İranlı askerî liderlerden olan Rıza Musevî öldürülmüştür. Ayrıca İsrail uçakları, İran’ın Suriye’deki varlığını vurmak ve Tahran’ın Lübnan ile Suriye’ye lojistik hattına engel olmak için Suriye’nin muhtelif bölgelerinde 5 adet hava saldırısı düzenlemiştir. Buna karşılık İranl destekli Şii milisler, İsrail’in Gazze saldırılarına tepki olarak Amerikan üslerini hedef almaya devam etmektedir. Bu bağlamda CENTCOM, Haseke’de yer alan Rumeylan kırsalındaki üssün, Irak toprakları tarafından bir kamyon üzerinden atılan 15 adet füzeyle hedef alındığını açıklamıştır. Saldırıda ölen veya yaralan olmamıştır.
Suriye’nin güney bölgesinde ise rejim, buradaki vilayetleri kontrol altına alma çabaları devam ettirmektedir. Bu bağlamda belde ve şehirleri kuşatma altına alarak ve muhalif şahsiyetlere karşı suikast eylemleri düzenleyerek durumu kendi lehine kontrol altına almaya çalışmaktadır. Rejim, yaptığı bu saldırıları ‘terörle mücadele’ olarak tanımlamaktadır. Örneğin, bu bölgede yer alan Cassim şehri, günlerce kuşatma altına alınmıştır. Sivillere ait evlerde ve mezralarda arama yapılmıştır. Ayrıca bölge içerisinde suikast olaylarında artış kaydedilmiştir ve bir hafta içerisinde değişik bölgelerde sivilleri ve askerleri hedef alan 6 adet suikast olayı meydana gelmiştir. Dera’nın batı kırsalında Merkez Komitenin lider kadrosundan olan Radhi El Haşiş bir suikast sonucu öldürülmüştür. Buna karşılık eski Özgür Suriye Ordusu unsurları da aynı yöntemi izlemiştir. Askerî Güvenlik Şubesiyle bağlantısı olan uyuşturucu taciri Muhammed Yasin El Mukahal’ı belirsiz kişiler tarafından düzenlenen suikastle öldürülmüştür. Bölgedeki güvenlik sorunları sürmektedir.
Ürdün-Suriye sınırına gelince; Ürdün ordusuyla kaçakçılar arasında meydana gelen çatışmaların ardından Ürdün, El Mataya beldesine bir hava saldırısı düzenlemiştir. Çatışmalarda bazı kaçakçılar öldürülmüş veya yaralanmıştır. 9 kaçakçı tutuklanarak büyük miktarda uyuşturucu ve füze ele geçirilmiştir. Bu gelişmeler İran destekli Şii milisler tarafından yürütülen uyuşturucu kaçakçılığının silah kaçakçılığı ve sevkiyatı için de kullanıldığına işaret etmektedir. Aynı zamanda Suriye’nin güneyindeki olayları tırmandıracağı ve gelecekte Ürdün’ün İran destekli Şii milislerle artan bir gerilim beklenebilir. Zira sınırdaki kaçakçılık eylemleri, Ürdün ulusal güvenliği için bir tehdit haline gelmiştir. Ayrıca bu durum, Esed rejimiyle ilişkilerin normalleşmesi hususundaki Arap girişimlerinin önünde de bir engel oluşturmaktadır.
HTŞ grubunun kontrol ettiği bölgelerdeki gelişmelere bakıldığında ise, lider kadrosu arasında yer alan “Ebu Ahmed Zakur” lakabıyla tanınan Cihad İsa El Şeyh, grubun genel politikalarına aykırı davrandığı gerekçesiyle görevden alındığı ilan edilmiştir. Söz konusu bu karar, Culani’nin otoritesini ve nüfuzunu pekiştirme, örgüt içerisinde potansiyel rekabete fırsat vermeme hamlesi olarak okunmuştur.
YPG kontrolü altındaki bölgelere gelince; Milli İstihbarat Teşkilatı, YPG/SDG içerisindeki Deyrizor bölgesi askerî sorumlusu ‘Roni Valat’ kod adlı Şirvan Hasan’ın arabasına konulan patlayıcı sonucu etkisiz hala getirilmesini üstlenmiştir. Türk SİHA’ları ise aralarında petrol sahaları, askerî mevkiler, altyapı unsurları, şirketler, ticari ve sanayi fabrikaları ile Kamışlı, Amude ve Ayn el Arab şehirleri gibi yerlerin girişlerinde yer alan asayiş kontrol noktalarının da yer aldığı 50’ye yakın tesisi hedef almıştır. Düzenlenen operasyonlar PKK’nın Irak’ın kuzeyinde Türk ordusuna ait askerî mevkilere yaptığı saldırılar sonucunda 12 Türk askerinin şehit olmasına karşılık misilleme olarak yapılmıştır.
Suriye Merkez Bankasının Suriye Lirasının dolar karşılığındaki kurunda yaptığı düzenleme, 2023 yılında kararlaştırılan para politikasının devam ettiğine işaret etmektedir. Söz konusu politika “dalgalanma” veya “yönlendirme” üzerine kurulu olup piyasa mekanizmalarına, karaborsadaki kura itimat ederek arz ve talebe bağlı olarak kur fiyatını belirlemeye izin vermektedir. Bu politikanın rejim tarafından izlenmesinden bu yana lira değerindeki hızlı düşüş göze çarpmaktadır. Amerikan doları karaborsada 14.200 Suriye lirasına ve resmi piyasada 12.500 liraya ulaşmıştır. Diğer yandan Esed rejimi, gümrükteki dolar fiyatını %30 artırarak 6.500 lira olan kurun 8.500 liraya yükselmesine neden olmuştur. Bu yükselişin mal ve hizmet fiyatlarının artmasına ve kaçaklık ile kayıt dışı ekonominin artarak devam etmesine yol açması beklenmektedir. Aynı zamanda bu karar, ihracatçılara dış pazarlardaki rekabet gücünü kaybederek ek yük getirecektir ve ithalatçılar ise gümrük vergilerinin artması sonucu mallarının değerini artırmak zorunda kalacaklardır. Örneğin 1kg domatesin fiyatı 2.500 lirayken 7.500 liraya yükselmiştir ve et fiyatları geçen aya göre %25 artmıştır.
Rejim, fiyat artırma politikasını sürdürmektedir. Buna göre sübvansiyonlu 1 litre benzin fiyatı 8.500 liradan 9.000 liraya yükselmiştir. Bu da bir yıl içerisinde sekizinci fiyat artışıdır. Diğer yandan Sağlık Bakanlığı ilaç fiyatlarına bir yıl içerisinde uyguladığı üçüncü zamla ilaç ücretlerin %70-100 oranında artmasına neden olmuştur. Ayrıca rejim hükümetinin İçişleri Bakanlığı acil pasaport harcına %100 oranda zam getirmiştir.
Şam Ticaret Odası yönetim kurulu üyesi, son birkaç yıl içerisinde rejimin izlediği başarısız politikalardan ve tüccarlara destek verilmemesinden dolayı, ticari sicile sahip olan 100 binden fazla tüccarın piyasadan çekildiklerini dile getirmiştir. An itibariyle ticaret odasında sadece 7 bin aktif ticari sicil kaydı bulunmaktadır.
Uluslararası ilişkiler çerçevesinde ise; 2012 yılından beri ilk defa sanayi tipi gaz tüplerinin ilk sevkiyatı Hindistan’dan gelmiştir. Diğer yandan Cezayir Hava Yolları, 12 yıllık bir aradan sonra Suriye’ye yeniden seferlerini başlatmıştır ve Cezayir’den gelen ilk uçak Lazkiye havaalanına inmiştir. Söz konusu hava yolları, gelecek ay haftada iki sefer olmak üzere hem Suriye’ye ham de Lübnan’a seferlerini yeniden başlatacaktır.
İran ile ilişkilere gelince; Esed rejimi Bakanlar Kurulu Başkanı Hüseyin Arnos başkanlığında giden bir heyet Tahran’da döviz, finans, turizm, spor, kültür, yeniden imar, ticaret ve İranlı yatırımcılar tarafından Suriye’de elektrik santralları kurma ve çalıştırma ile iki ülke arasındaki gümrük harçlarının kaldırılması konularında mutabakat zaptı imzalamıştır. Ayrıca Suriye Merkez Bankası Başkanı ile İranlı mevkidaşı, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmenin yolları, yerel parayla ticari değişim mekanizmalarının bulunması ve Suriye’de ortak bir bankanın kurulması hususunda görüşmüşlerdir. Atılan bu adım, Tahran’ın Suriye ekonomisinde daha geniş bir yere sahip olma yönündeki Tahran’ın amacını gerçekleştirme bağlamında atılmıştır.
YPG tarafından kontrol edilen bölgelere gelince; Türkiye’nin Haseke vilayetindeki petrol sahalarını hedef almasından sonra YPG tarafından kontrol edilen bölgeler ağır bir yakıt kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Zira Türk SİHA’ları, aralarında petrol sahaları, askerî mevkiler, alt yapı unsurları, şirketler, ticaret ve sanayi fabrikalarının yer aldığı 50 adet tesisi hedef almıştır. Düzenlenen bu darbeler elektrik üretimi, sanayi ve tarım üretimine de zarar vermiştir. Örneğin, Amude şehrinde yer alan 40 elektrik jeneratöründen 20’si durmuştur. Kamışlı şehrindeki semtlerin çoğu mazot temini yetersizliğinden dolayı jeneratörlerin sağladığı elektrik kesintilerinden şikâyetçi olmuşlardır.
Kamışlıdaki yolcu taşıma servislerinin şoförleri, yolcu başına ödenen 4 bin liralık ücret tarifesinin yakıt ve tamir masraflarını karşılamaması nedeniyle iş bırakma eylemi yapmıştır. Şoförler, ücretin 5 bin liraya yükseltilmesini talep etmiştir. Sorunun temelinde ise yakıt sıkıntısının olduğu ve YPG’nin yakıt dosyasını düzenlemekte aciz kaldığını göstermektedir.
Muhaliflerin kontrolü altındaki bölgelere gelince; “Suriye Yeniden İmar Kredi Fonu”, Kuzey Halep kırsalında zeytin tarımını destekleme projesini başlatmıştır. Proje kapsamında 1000 adet çiftçiye fide, böcek ilacı, hasat ve budama ekipmanı temin edilecektir. Projenin toplam bütçesi 1.89 milyon avro olduğu bilinmektedir. Ayrıca ticaret, hizmet, imalat, sanayi ve tarım sektörlerinde artan kredi hizmetleri taleplerine cevap vermek için fon, geçim yolları projesinin ikinci aşamasını başlatmıştır. Proje, Suriye’nin kuzey batısında 1.170 girişimciye muhtelif krediler ve finansal olmayan ürün, ev hizmetleri sunmayı hedeflemektedir. Kredilerin değeri 400 dolar ile 8.000 dolar arasında değişmektedir.
Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Abdurrahman Mustafa, Afrin şehrinde üçüncü köprünün açılışını gerçekleştirmiştir. Bunun amacı şehirdeki trafiği hafifletmek, şehir giriş ve çıkışları diğer bölgelere bağlamak, buradaki tırlara uygulanan gözetim ve denetimi artırarak güvenlik risklerini azaltmaktır.
Diğer yandan Halep’in kuzeyinde ve Tel Abyad ile Rasulayn arasında bulunan yerel meclislere bağlı olan sanayi ve ticaret odaları, Suriyeli tüccarların Türk topraklarına geçiş ücretini yıllık 2.200 dolardan 5.000 dolara yükseltmiştir. Ancak alınan bu karar, bölgedeki ekonomik duruma olumsuz yansıyacaktır ve harçların yükselmesinden dolayı onlarca şahsın odalara kaydolmaktan vazgeçmelerine, sanayici ve tüccarların faaliyette bulunmalarına ve iş piyasasına girmekten vazgeçmelerine neden olması öngörülmektedir. Bu durum da haliyle işsizlik oranının yükselmesine yol açması beklenmektedir.
Elektrik şirketi olan Ak Enerji Grubu, aralık ayı için bölgede yeni elektrik fiyat listesini yayınlamıştır. Buna göre hane aboneliği 2.81tl, ticari abonelik ise 3.22tl olmuştur. Azez şehrinde yeni bir PTT merkezi açılmıştır. Bunun amacı kentte bulunan merkezin yoğunluğunu azaltmaktır.
İdlip’teki HTŞ ile ilintili Suriye Kurtuluş Hükümeti Adalet Bakanlığı, karargâhı Sarmada şehrinde yer alan bir ticaret mahkemesi kurmuştur. Mahkemenin kuruluş amacı ticaret odalarına kayıtlı tüccarlar arasında çıkan davalara bakmaktır. Mahkeme, aralarında fikrî mülkiyet, iflas, ticari evraklarla, ödeme, döviz, ticari havale ve bankacılık işleriyle ilgili davalar dâhil 8 adet ihtisas alanına bakmaktadır.
İsrail’in Gazze ve Batı Şeriya’ya yönelik politikaları ve Hamas’ın 7 Ekim tarihinde düzenlediği saldırı sonrasında, İsrail’in Gazze’ye yönelik ağır bombardımanı ve saldırıları başlamıştır. Daha sonrasında kara harekâtına dönüşen saldırının bölgesel etkileri ve yansımaları merak konusudur. Savaşın ilk günlerinde çatışmanın tüm Ortadoğu’ya yansıması endişesi bulunuyorken Suriye’yi ve Suriye’deki savaşı da nasıl etki edeceği merak ediliyordu.
Bu rapor Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’ye yansımalarını ve gelecekteki etkilerini ele alacaktır. Bu bağlamda öncelikle askerî boyutta İran destekli Şii milisler ile İsrail ve yine İran destekli Şii milisler ile ABD arasındaki gerilim ele alınacaktır. Daha sonra ise diplomatik ve siyasî seviyede, Gazze’nin Esed rejiminin normalleşme sürecine yönelik etkisi ortaya konulacaktır. Son tahlilde ise geleceğe yönelik bir projeksiyon olarak Gazze sonrası dönemde Suriye’de ABD, İsrail ve Arap devletleri tarafından İran karşıtı politikaların uygulanıp uygulanmayacağı, uygulanırsa nasıl uygulanabileceği analiz edilecektir.
Hamas’ın 7 Ekim tarihinde İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve akabinde yaşanan İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız saldırısı, tüm bölgede gerilimi artırmış ve eskalasyon dediğimiz adım adım tırmanan bir gerilime yol açmıştır. 7 Ekim öncesinde var olan, fakat düşük yoğunluklu seyreden bazı çatışma dinamikleri alevlenmiştir. İsrail – Lübnan sınırındaki ve Irak’taki gerilimin yanında Suriye’de de bazı gelişmeler ve olaylar yaşanmıştır. Temel olarak özetlenecek olursa İsrail, ABD ve İran üçgeninde iki ayrı cephede kontrollü bir eskalasyon yaşanmıştır. Birinci cephe İsrail ile İran destekli Şii milisler arasındaki yükselen gerilimdir. İkinci cephe ise ABD ile İran destekli Şii milisler arasında yaşanan gerilimdir.
7 Ekim olayının akabinde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları başlamıştır. Özellikle ilk günlerde İsrail bombardımanının nereye varacağı ve İsrail’in hedefinin ne olduğu bilinmemekteydi ve çatışma alevinin Lübnan ve Suriye’ye sıçraması olasılıklar arasında sayılıyordu. Bu bağlamda Suriye’de bulunan başta Hizbullah olmak üzere İran destekli Şii milislerin İsrail’e yönelik saldırıları olmuştur. Özellikle İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepeleri milislerin ana hedefindeydi. 10 Ekim tarihinde Suriye’den İsrail’e doğru saldırılar başlamış ve azalan bir yoğunlukta günümüze kadar devam etmiştir. İran destekli Şii milisler tarafından yapılan saldırılarda temelde üç farklı saldırı yöntemi benimsenmiştir. En çok öne çıkan yöntem havanlar ile yapılan saldırılardır. Bu saldırılar askerî olarak çok sınırlı etkiye sahip olsalar da özellikle sembolik olarak önemlidir. İkinci en çok kullanılan yöntem ise roket saldırıları olmuştur. Roketler ile yapılan saldırılar askerî olarak daha etkin ve tehlikeli olsalar da İran destekli Şii milislerin kullandıkları silahların İran’ın envanterinde olan roketler arasında daha düşük kalibreli ve menzilli olanlarıdır. Kullanılan üçüncü saldırı yöntemi ise dronlar ile düzenlenen saldırıdır. Bilindiği üzere, İran destekli Şii milislerin çok güçlü bir dron saldırı kapasitesi bulunmaktadır. Örneğin; Yemen’deki Husiler’in Suudi Arabistan’a yönelik düzenledikleri saldırılar(1) .veya Irak’taki Haşdi Şabi unsurlarının Erbil Havaalanı’na karşı düzenlediği dron saldırıları(2). dikkat çekmiş ve önemli ölçüde etki de göstermişlerdir. İran destekli Şii milislerin dron kullanım kabiliyetine ilaveten, Suriye sahasında dron kullanımı çok yaygın ve etkin olarak kullanıldığı bilinen bir olgudur. 5 Ekim tarihinde kimliği belirsiz dronlar Humus’taki askerî okulda düzenlenen mezuniyet törenini hedef almış ve 10’u albay rütbesinde olmak üzere onlarca kişinin hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmıştır(3). İran destekli Şii milislerde benzer ve belki de daha gelişmiş bir kapasite bulunmaktadır. Ancak İsrail’e yönelik düzenlenen dron saldırısı bir okulu hedef aldığı için askerî manada ‘mesaj’ ve ‘uyarı’ haricinde bir değeri bulunmamaktadır.
Tarih | Hedef Alınan Yer | Saldırı Yöntemi | Sorumlu Aktör | Not |
10 Ekim | İsrail | - | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, "Suriye'den İsrail'e yönelik bir dizi saldırının tespit edildiğini" ve buna karşılık verildiğini açıkladı. |
14 Ekim | İsrail | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, Suriye'den atılan iki roketin açık alana düştüğünü ve buna kendisinin de topçu ateşi ile karşılık verdiğini bildirdi. |
24 Ekim | İsrail’in kuzeyi | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, Suriye'den iki roket saldırısı gerçekleştirildiğini ve buna yanıt olarak topçu ateşi açtığını bildirdi. |
28 Ekim | Golan Tepeleri | Hava Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | Golan Tepelerine yönelik bombardımana yanıt olarak İsrail’in, Suriye'nin güneyindeki Kuneytra bölgesindeki Esed rejimi karakollarına ve İran destekli Şii milis mevzilerine saldırı düzenlediği bildirildi. |
29 Ekim | İsrail | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, roket atışlarına yanıt olarak Suriye topraklarındaki askerî altyapıyı vurduğunu duyurdu. |
9 Kasım | İsrail, Eilat'ta bir okul | Dron Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, Suriye'den gelen bir İHA'nın Eilat'ta bir okulu vurmasına tepki olarak İsrail Silahlı Kuvvetlerinin saldırıyı gerçekleştiren örgütü vurduğunu bildirdi. |
11 Kasım | Golan Tepeleri | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, Golan Tepelerine atılan ve açık bir alana düşen iki rokete yanıt olarak Suriye'deki hedeflere topçu ateşi açıldığını doğruladı. |
14 Kasım | Golan Tepeleri | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | İsrail, Golan Tepelerine atılan iki rokete mütekabiliyet olarak Dera’nın batı kırsalına topçu ateşi açtığını belirtti. |
3 Aralık | Golan Tepeleri | Roket Saldırısı | İran Destekli Şii Milisler | Golan Tepelerine atılan roketlere mütekabiliyet olarak İsrail’in Şam’ın güney kırsalına ve Kuneytra bölgesine yönelik topçu ateşi açtığını belirtildi. |
Tablo 1 İran Destekli Şii Milislerin İsrail'e Yönelik Saldırıları
Her ne kadar Suriye’de İran destekli Şii milisler Gazze’deki gerginliğe tepki olarak İsrail’i hedef alsa da İsrail’in 7 Ekim öncesinden beri zaten devam eden bir bombardıman stratejisi bulunmaktaydı. Bu strateji 7 Ekim tarihinden sonra durmamış, tam aksine daha da güçlenmiştir. Hatta İran destekli Şii milisler İsrail’i hedef almadan önce, İsrail hava kuvvetleri 9 Ekim tarihinde Irak ile Suriye arasındaki Elbu Kemal bölgesini bombalamıştır. Bilindiği üzere, Elbu Kemal İran’ın Lübnan’a kadar uzanan kara ikmal hattının Irak-Suriye arasındaki yegâne geçiş noktasıdır. İsrail’in bu bombardımandaki amacı İran’ın ikmal hattını sekteye uğratmak olduğu düşünülmektedir.
İsrail, İran’ın ikmal hattını kesmek veya sekteye uğratmak amacıyla bir dizi hava saldırısı daha düzenlemiştir. Kara ikmal hattına ilaveten hava ikmal hattını da sekteye uğratmak adına Halep Havaalanı ve Şam Uluslararası Havaalanı toplam altı kez hedef alınmıştır. İsrail hava kuvvetlerinin bombardımanları sonucunda iki havaalanı geçici süreliğine de olsa kullanılamamış ve uçuşlar durmuştur. İsrail’in ikmal hatlarına karşı düzenlediği hava saldırılarına ilaveten, bazı askerî noktaların da bombalandığı görülmüştür. Özellikle Golan Tepelerine yakın Dera bölgesinde aralarında radar istasyonun da olduğu bazı askerî noktalar hedef alınmıştır. İlaveten Şam ve çevresinde cephenin arkasında bulunan askerî hedefler de bombalanmıştır. Hava harekâtları ile hedef alınan diğer bir nokta ise Lazkiye olmuştur. Esed rejiminin hava savunma kabiliyetini hedef alan bu saldırı, İsrail’in Suriye’de daha rahat hava harekâtları icra etmesi için olduğu değerlendirilmektedir.
Hava harekâtlarına ilaveten İsrail’in Suriye topraklarındaki İran destekli Şii milisleri topçu sistemleriyle hedef aldığı görülmektedir. Dera bölgesindeki hedefler topçu sistemleri ile bombalanmıştır. Özellikle Dera bölgesine yönelik İsrail bombardımanı dikkat çekicidir. Nitekim 2018 yılında Rusya’nın arabuluculuk yaptığı uzlaşı anlaşmaları sonucunda Esed rejimi, Dera bölgesindeki ÖSÖ güçlerini pasifize etmiş veya uzlaşı anlaşmalarına razı etmişti(4). Bu dönemde İsrail ile Rusya arasında yoğun bir görüşme trafiği olmuş ve Rusya, İran ve İran destekli Şii milislerin Dera vilayetine girmesine müsaade etmeyeceği yönünde garanti verdiği kamuoyuna yansımıştı(5)
Tarih | Hedef Alınan Yer | Saldırı Yöntemi | Sorumlu Aktör | Not |
9 Ekim | Irak-Suriye sınırındaki Elbu Kemal kasabası | Hava Saldırısı | İsrail | |
10 Ekim | Kuneytra’ya bağlı Sisvan ve Sariya Sayda köyleri ile El Cumo Tepesi | Topçu Atışı | İsrail | Hizbullah tarafından Golan Tepelerine havan atılması üzerine gerçekleşti. |
12 Ekim |
Şam Uluslararası Havaalanı Halep Havaalanı |
Hava Saldırısı | İsrail | |
13 Ekim | Şam ve güneyi | İHA Uçuşu | İsrail | İsrail’e ait İHA’lar Şam ve güneyinde uçuş gerçekleştirdi. |
14 Ekim | Dera’ya bağlı Sahım El Golan bölgesindeki Ayn Zakar köyü | Topçu Atışı | İsrail | Hizbullah’a bağlı Filistinli güçlerin Golan Tepelerine havan atması üzerine gerçekleşti. |
14 Ekim | Halep Havaalanı | Hava Saldırısı | İsrail | |
15 Ekim | Dera’ya bağlı Sahım El Golan bölgesi | Topçu Atışı | İsrail | Hizbullah’a bağlı Filistinli güçlerin Golan Tepelerine havan atması üzerine gerçekleşti. |
16 Ekim | Şam | Hava Savunma Sistemi | Esed Rejimi | İsrail’e ait İHA, rejim hava savunma sistemleri tarafından düşürüldü. |
19 Ekim | Şam | Hava Savunma Sistemi | Esed Rejimi | İsrail’e ait dron, rejim hava savunma sistemleri tarafından düşürüldü. |
22 Ekim |
Şam Uluslararası Havaalanı Halep Havaalanı |
Hava Saldırısı | İsrail | |
24 Ekim | Dera’ye bağlı Havd El Yermük bölgesinde Abden ve Camle köyleri arasında bulunan Abden Askerî Kışlası | Füze Saldırısı | İsrail | Golan Tepelerinin füzeler ile hedef alınmasının üzerine gerçekleşti. İsrail’in toplam yedi füze attığı belirtildi. |
25 Ekim | Dera’ya bağlı Karfa kasabasındaki Radar Üssü ve İzra kasabasındaki 12’nci Tümen | Hava Saldırısı | İsrail | İsrail, hava saldırısına müteakip bölgeye uyarı bildirileri attı. Bildiride “Suriye ordusunun komutanları ve mensuplarına göre, Filistinli terörist gruplar Suriye topraklarından İsrail topraklarına roket atmaya devam ediyor. Suriye topraklarından gerçekleştirilen sabotaj eylemlerinin tüm sorumluluğu Suriye ordusu komutanlarına, özellikle de 112. Tugay komutanına aittir. İsrail devletine yönelik her sabotaj eylemi demir yumrukla karşılanacaktır” denildi. |
25 Ekim
|
Halep Havaalanı | Hava Saldırısı | İsrail | |
30 Ekim | Dera'daki iki askerî nokta | Hava Saldırısı | İsrail | İsrail, Lübnan ve Suriye’den gelen saldırılara yanıt verdiğini duyurdu. |
8 Kasım | Lübnan'ın Baalbek bölgesi yönünden, Suriye'nin güneyindeki bazı askerî noktalar | Hava Saldırısı | İsrail | |
11 Kasım | Suriye ve Lübnan Hizbullah’a ait bir atış rampası ve askerî mevzi | Hava Saldırısı | İsrail | İsrail hava kuvvetleri, Suriye’deki saldırının Golan Tepeleri yönünden gelen saldırıya yanıt olarak düzenlendiğini; Lübnan’da ise Hizbullah’ın hedef alındığını duyurdu. |
12 Kasım | Dera’ya bağlı Nava bölgesindeki 112. Mekanize Tugay Birliği | Hava Saldırısı | İsrail | Golan Tepelerine yönelik bombardımandan sorumlu komutanın hedef alındığı belirtildi. |
17 Kasım | Şam ve çevresi | Hava Saldırısı | İsrail | Yerel saatle 02.25'te Şam çevresindeki bazı bölgelere hava saldırısı düzenledi. |
19 Kasım | Lazkiye | Hava Saldırısı | İsrail | İsrail'in Lazkiye'deki hava savunma mevzilerini vurduğu belirtildi. |
22 Kasım | Şam ve çevresi | Hava Saldırısı | İsrail | Şam’a bağlı Madamiye el Kalamun ve Katife bölgelerindeki İran destekli Şii milis üsleri hedef alındı. Ayrıca Hz. Zeynep’in türbesinin yakınlarındaki bir İran destekli Şii milis üssü bombalandı. Bombardımanda İran destekli Şii milisler ile beraber çalışan dört Suriye vatandaşı hayatını kaybetti. |
2 Aralık | Şam | Hava Saldırısı | İsrail | Hz. Zeynep’in türbesinin yakınlarındaki İran destekli Şii milis üssü yeniden hedef alındı. |
6 Aralık | Kuneytra | İHA Uçusu | İsrail | İsrail’e ait İHA’ların Kuneytra bölgesinin üstünde uçuş gerçekleştirdiği aktarıldı. |
Tablo 2 İsrail'in Suriye'ye Yönelik Saldırıları
Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’ye doğrudan yansımasının ikinci bir boyutu da ABD ile İran destekli Şii milisler arasındaki cephede olmuştur. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ve ABD’nin İsrail’e olan desteğine bir cevap olarak Suriye ve Irak hattında birçok Amerikan üssü İran destekli Şii milisler tarafından hedef alınmıştır. Saldırıların çoğunluğu Irak sathındayken, Suriye’de de Amerikan askerî üsleri İran destekli Şii milislerin hedefine girmiştir. Bilindiği üzere 7 Ekim tarihinden önce de Amerikan askerleri ile İran destekli Şii milisler arasında Suriye hattında bazı gerilimler ve karşılıklı saldırılar yaşanmaktaydı. Var olan mevcut gerilim Gazze ile beraber daha fazla alevlenmiş ve zamanla eski eskalasyon seviyesine doğru geri düşmüştür.
İran destekli Şii milisler tarafından Irak’tan daha çok Suriye’deki Amerikan askerleri hedef alınmıştır. 18 Ekim ile 5 Aralık tarihi arasında düzenlenen 93 saldırıdan 42’si Irak’taki Amerikan üslerini, 51’i de Suriye’deki Amerikan varlığını hedef almıştır. Irak’taki İran destekli Şii milis varlığı daha güçlü olmasına, Amerikan askerî varlığının sayı ve üs olarak daha çok olmasına ve Amerikan üslerinin coğrafi olarak daha kolay hedef alınabilecek yerlerde olmasına rağmen saldırılarda Suriye’nin öne çıkması dikkat çekmiştir.
İran Destekli Şii Milisler Tarafından Hedef Alınan Amerikan Üsleri | |||
El Esed Üssü, Irak | 26 | El Ömer Petrol Tesisi, Suriye | 12 |
Harir Üssü Irak | 8 | Rumeylan Hava Üssü, Suriye | 5 |
Erbil Havaalanı, Irak | 7 | Şedadi, Suriye | 9 |
‘Yeşil Bölge’, Irak | 1 | Malikiye, Suriye | 1 |
Tenef, Suriye | 7 | Konoko, Suriye | 10 |
Tel Baydar, Suriye | 3 | ‘Green Village’, Suriye | 4 |
Tablo 3 İran Destekli Şii Milislerin Amerikan Üslerine Yönelik Saldırıları
İran destekli Şii milislerin Amerikan üsleri ve askerlerine yönelik saldırılarına karşın Amerikan hava kuvvetleri dört ayrı tarihte Suriye ve Irak’taki İran destekli Şii milis varlığını hedef almıştır. ABD’nin hava saldırılarına ilaveten, ekonomik ve diplomatik olarak da adım atılmıştır. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanlığı Ketaib Seyyid el Şuheda grubunu ve onun liderini terör örgütleri listesine eklemiştir(6) Amerikan Hazine Bakanlığı ise Irak’taki Ketaib Hizbullah’la ilintili altı kişiyi yaptırım listesine dâhil etmiştir(7).
Tarih | Hedef Alınan Yer | Saldırı Yöntemi | Sorumlu Aktör | Not |
27 Ekim | Suriye, Deyrizor | Hava Saldırısı | ABD | Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı. |
30 Ekim | Suriye, Deyrizor | Topçu Atışı | ABD | Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı. |
8 Kasım | Suriye, Deyrizor | Hava Saldırısı | ABD | Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı. |
9 Kasım | Suriye, Deyrizor | Topçu Atışı | ABD | Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı. |
13 Kasım | Suriye, Deyrizor (ElbuKemal ve Mayadin) | Hava Saldırısı | ABD | Suriye’nin Deyrizor bölgesindeki İran destekli Şii milisler hedef alındı. |
20 Kasım | Irak, Anbar | Helikopter Saldırısı | ABD | Irak’ın Anbar bölgesindeki Ketaib Hizbullah hedef alındı. |
20 Kasım | Irak, Curf el Sakr | Hava Saldırısı | ABD | Irak’ın Curf el Sakr bölgesinde Ketaib Hizbullah hedef alındı. |
3 Aralık | Irak, Kerkük (Dibis) | Hava Saldırısı | ABD | Irak’ın Kerkük bölgesindeki Dibis’te bulunan saldırı hazırlığındaki Hareket Hizbullah el Nüceba hedef alındı. |
Tablo 4 ABD'nin İran Destekli Şii Milislerine Yönelik Saldırıları
Her ne kadar Amerikan hava saldırıları sayısal anlamda sınırlı olarak görülse de sonuç olarak başarılı olduğu görülmektedir. Nitekim Amerikan hava saldırıların akabinde hem Suriye’de hem de Irak’ta Amerikan askerlerine yönelik saldırılarda azalma olmuştur ve 7 Ekim tarihi öncesi eskalasyon seviyesine geri dönülmüştür.
Şekil 1 İran Destekli Şii Milislerin Amerikan Üslerine Yönelik Saldırıları
7 Ekim olayının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtı gerçekleştirmesi bekleniyordu ve uluslararası kamuoyunda İsrail’in Gazze’ye girmesinin bölgesel bir çatışma dinamiğine yol açabileceği ve yangının tüm Ortadoğu’ya yayılabileceği endişesi hâkimdi. Bu bağlamda ilk beklenti, İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı düzenlemesiyle beraber Lübnan ve Suriye üzerinden ikinci bir cephenin açılması ve Hizbullah’ın savaşa müdahil olması yönündeydi. İsrail’in Gazze’ye kara harekatı eskalasyon merdiveninde bir basamak yukarısına işaret ederken bu basamaktan sonra da ikinci cephenin açılması ve hatta Batı Şeria’nın da buna dahil olması öngörüsü bulunuyordu. Eskalasyon merdiveninde basamaklar birer birer çıkılırken daha sonra Suriye ve Irak hattında İran destekli Şii milisler ile Amerikan askerleri arasında yeni bir eskalasyon seviyesine ulaşılma tehlikesi bulunuyordu. Bu tehlike karşısında, ABD İsrail’den kara harekâtı tarihini ertelemesini rica etti ve o arada bölgeye yeni hava savunma sistemleri konuşlandırdı.
Söz konusu böyle bir eskalasyon, Suriye’deki dengeleri de kökten değiştirme ve Suriye’deki görece durağanlığı bozma tehlikesi bulunuyordu. Ancak hem ABD hem de İran tarafından uygulanan caydırıcılık üzerine kurulu sınırlandırma stratejisi başarılı olmuş ve kontrolsüz eskalasyon engellenmiş, kontrollü eskalasyon üzerinde mutabık kalınmıştır. Bu bağlamda ABD’nin Doğu Akdeniz’e konuşlandırdığı uçak gemileri önemli bir etki oluşturmuştur. İran’ın ise Amerikan üslerine ve İsrail’e yönelik düzenlediği saldırıların boyutu yukarıda da belirtildiği üzere ‘uyarı’ niteliğini geçmemiştir. Kapsamlı ve eskalasyonu kontrolsüz bir yöne sürükleyecek saldırılar gerçekleşmemiştir. İran’ın bu stratejisi ile beraber ABD’nin sınırlı hava saldırıları düzenleme ve caydırıcı güç konuşlandırma stratejisi ile birleşince, kontrollü gerilim dönemine girilmiştir. Kontrolsüz gerilim riski devam etse de en azından şimdilik ABD’nin ve İran’ın sınırlandırma adımları başarılı olmuştur. Bu bağlamda Hamas lideri İsmail Haniye ile Ayetullah Ali Hameney arasında yapılan görüşmede, Hamaney’in İran’ın savaşa girmeyeceğini ve Hamas’ın 7 Ekim saldırısını İran ile koordine etmediğini belirtmesi önemli bir detay olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şekil 2 2023'te İran ve İran Destekli Şii Milis Varlığı, İsrail'in Hava Saldırıları ve Amerikan Üslerine Yönelik Saldırılar, Hazirlayan: Navar Şaban
ABD ve İran arasındaki bu kontrollü eskalasyon, aslında bir yeni tecrübe değildir. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yaptığı açıklamadan anlaşılacağı üzere, İran ile ABD arasında başarılı bir kontrollü eskalasyon tecrübesi bulunmaktadır. Nitekim İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından, İran’ın düzenlediği füze ve roket saldırıları başarılı bir kontrollü eskalasyon örneğidir.
Gazze’deki gerilimin ve savaşın Suriye’de oluşturduğu diğer bir etki ise Esed rejimi bağlamında yaşanmıştır. Esed rejiminin normalleşme süreci Şubat ayında yaşanan deprem akabinde Suudi Arabistan’ın pozisyon değiştirmesiyle hızlı bir ivme kat etse da sonraki gelişmelerin Şam’ın beklentilerinin altında kaldığını belirtmek mümkündür. İlk dönemki hızlı normalleşmenin ardından, Arap devletleri Şam’ın beklentilerini karşılanmadığından dolayı süreci ciddi anlamda yavaşlatmışlardır. Sürecin sonucunda somut bir değişiklik olmamış ve Arap devletleri, Esed rejimine sunduğu diplomatik meşruiyetin ötesine adım atmamıştır.
İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız saldırıları, diplomatik anlamda Esed rejimi için önemli bir fırsat oluşturmuştur. Riyad’ta düzenlenen ortak İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi zirvesine Beşar Esed davet edilmiş, aile fotoğrafında yer almış ve zirve esnasında konuşma yapmıştır. Böylelikle 12 yılın ardından ilk defa bazı devlet başkanları ile bir araya gelmiştir. Esed rejiminin bu zirveye davet edilmesi, uluslararası bir platform bağlamında en önemli katılım olmuştur. Her ne kadar Suriye’yi temsilen Esed rejimi Dışişleri Bakanı, Birleşmiş Milletler toplantılarına katılsa da bu zirve hem Beşar Esed’in katılımı hem de aile fotoğrafı ve ortak alanda yapılan konuşmalar sebebiyle en önemli katılım olmuştur.
Esed rejimi açısından katılım çok önemli olsa da Filistin meselesi, İslam İşbirliği ve Arap Ligi açısından bir ikilem yaratmıştır. Zirve esnasında İsrail’in sivillere yönelik saldırılarını eleştiren Beşar Esed, böylelikle zirvenin insanî yaklaşım argümanını gölgede bırakmıştır. Nitekim sivil kayıpların ana eleştiri konusu olduğu zirveye, İsrail’den sayıca çok daha fazla sivili öldüren bir rejim dâhil edilmiştir. İsrail’in Gazze’de yola açtığı sivil katliamı kınamak ve insanî ateşkes çağrısı için toplanan zirvenin, Suriye’de varil bombaları ve hatta kimyasal silah kullanan Beşar Esed’i davet etmesi bir etik çıkmaz olarak algılanmıştır.
Zirvedeki bu durum, aslında Esed rejiminin normalleşme sürecine ışık tutmaktadır. Arap devletleri ‘Arap dayanışması’ adı altında Esed rejimi ile Gazze’deki durumu görüşmektedirler. Ancak bu görüşme trafiği de Arap devletlerinin İsrail’e yönelik eleştirilerinin altındaki vicdanî ve insanî argümanları boşaltmaktadır. Böylelikle eleştiriler ‘insanî’ yaklaşımdan çıkarılıp, ‘İsrail karşıtlığı’ olduğu argümanıyla ekarte edilebilmektedir. Nitekim zirvenin hassasiyeti sivil kayıp iken, çok daha fazla sivilin öldürülmesinden sorumlu Esed rejiminin davet edilmesi söylemsel ve etik düzeyde bir yumuşak karın oluşturmaktadır.
Esed rejimi ve onun uluslararası alanda normalleşmesi ile dolaylı olan bir konu başlığı olarak; Gazze’de yaşanan insanî dram aynı zamanda Suriyeli sığınmacılar noktasında kamuoyunda olan algıyı da etkilemiştir. Filistin halkı ile olan insanî dayanışma, Suriyeli sığınmacılar bağlamında ilk yıllarda oluşan dayanışmayı kamuoyu nezdinde hatırlatmış ve insani argümanlar güçlenmiştir. Gazze ve Filistin meselesi gündemdeyken Suriyeli sığınmacıların varlığına yönelik eleştiriler kamuoyunda görünmez hale gelmiştir. Kamuoyundaki insanî hassasiyetler ve vicdanî yaklaşımlar tekrar nüksetmiştir. Ancak bu etkinin ne denli güçlü olduğu ve ne kadar sürebileceği önümüzdeki süreçte belirginleşecektir
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının Lübnan, Suriye ve Irak’a yansıması ve İran bağlamında bölgesel bir savaşa yol açması beklenirken ABD’nin caydırıcı hamleleri ve Hamas’ın 7 Ekim saldırısında İran ile koordineli bir saldırı düzenlememiş olması, İran’ın geri adım atmasına yol açmıştır. Her ne kadar yukarıda belirtildiği üzere kontrollü eskalasyon başarılı olmuş gibi dursa da bu İran’ın ABD ve İran için oluşturduğu potansiyel tehdidi ortadan kaldırmamaktadır. İran kendisinin tüm Şii milislere hâkim olduğunu, kontrolsüz ve irrasyonel bir aktör olmadığını ispat etmiş olsa da ‘Gazze sonrası’ dönem için bunun ne tür bir etkisi olacağı bilinmemektedir. Bir senaryo, ABD ve İsrail’in İran’ın bölgedeki varlığını kontrollü bir tehdit olarak DEAŞ ve benzeri yapıların oluşturabileceği kontrolsüz tehdide tercih etmesidir. Diğer bir senaryo ise, ABD ve İsrail’in İran’ın potansiyel tehdidini ciddiye alıp Arap devletleri ile koordineli bir şekilde Lübnan, Irak ve Suriye hattında İran karşıtı politikalar oluşturmalarıdır.
7 Ekim tarihinde önce İran karşısında var olan İsrail stratejisinin başarısız olduğu anlaşılmıştır. İsrail’in düzenlediği hava saldırıları İran’ın ikmal hattını ve güç biriktirme stratejisini sekteye uğratamadığı görülmüştür. İlaveten, Rusya’nın İran’ı dengeleyici ve sınırlayıcı bir aktör olabileceği tezi de çökmüştür. İran’ın Dera’daki yoğun varlığı bunun en net göstergesi olmuştur. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve Ukrayna savaşında İran’dan silah, mühimmat ve özellikle dron desteği alması, Suriye’de Rusya ile İran arasındaki güç dengesini bozmuştur. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, Gazze sonrasında İran karşıtı politikaların benimsenmesi daha olası görülmektedir.
İran karşıtı politikaların Lübnan, Suriye ve Irak hattında devreye sokulması, Suriye’de en çok PKK/YPG terör örgütünü etkileyecektir. Nitekim örgüt bir yandan ABD ile çalışırken diğer yandan da İran ve Rusya ile işbirliği yapmaktadır. Özellikle Tel Rıfat hattında örgütün İran destekli Şii milisler ile doğrudan bir işbirliği ve koordinasyonu bulunmaktadır. Buna ilaveten, İran’ın Suriye’deki müttefiki Rusya ve Esed rejimi 2019 yılından beri YPG’yi olası bir TSK-SMO kara harekâtına karşı korumaktadır. Örgütün İran ile olan angajmanı ve ilişkisi YPG ile sınırlı değildir. Irak hattında örgüt ile İran destekli Şii milisler arasında Sincar bölgesinde ve Mahmur Dağı bölgesinde bir beraberlik ve işbirliği bulunmaktadır. Ancak örgüt açısından belki de en önemlisi, Kandil dağların bir kısmının İran topraklarında olmasıdır. İran’ın Kandil Dağına yönelik baskı kurması ve hatta örgütün Irak’tan İran’a geçişini engellemesi, Kandil yönetimini oldukça zora sokacaktır. Nitekim Türk hava kuvvetleri Kandil Dağının Irak tarafında kalan kısımlarını bombalamaktadır. İran tarafında kalan kısım fiilî bir güvenli bölgedir.
Tüm bu ve benzeri sebeplerden ötürü, örgüt İran ile ABD arasındaki dengeyi korumak istemektedir. YPG/SDG sözde genel komutanı Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamada İran karşıtı bir koalisyonda yerel unsur olarak görev almayı istemedikleri ve Suriye sathının İran ile mücadele için kullanılmasını reddettiklerini açıklamıştır. Mazlum Abdi’nin yapmış olduğu bu açıklama Gazze sonrası örgütün araçsallaştırılması ve İran karşıtlığı üzerinden yeni bir rol biçilme olasılığını azaltmıştır. ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlamak için YPG üzerinden bir politika benimsemesi zorlaşmıştır. Anlaşıldığı üzere örgüt, İran’a olan bağımlılığı İran karşıtı koalisyonun yerel unsuru olmanın getireceği olası kazanımlara ağır basmıştır.
Eğer ABD, örgütü ikna edemez veya KCK ile Neo-KCK diye Necdet Özçelik tarafından tanımlanmış fikirsel ayrılığı ve konjektürel pragmatizm(8). yapısal ayrılığa dönüştüremezse ABD, İran karşısında YPG’yi etkin olarak kullanamayacaktır. ABD’nin YPG’yi İran karşısında kullanamaması olasılığı, ABD’nin Suriye sathında alternatif arayışlara yönelmesine yol açabilir. ABD’nin YPG’yi doğrudan olmasa da dolaylı olarak İran karşısında kullanmakla yetinip Lübnan ve Irak’a odaklanması veya daha az agresif politikaları benimsemesi bu çerçevede öne çıkabilir. Ancak İsrail’in Gazze’deki kara harekatının başarısına ve Amerikan seçimlerin sonuçlarına da bağlı olarak İran karşıtı agresif politikalar fikri öne çıkabilir.
Bu bağlamda öne çıkacak iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi Deyrizor bölgesindeki Arap aşiret güçleri üzerinden bir Arap aşiret kuşağı oluşturmaktır. İkincisi (birincisi ile bağlantılı olabilir) ise kuzeybatı ve kuzeydoğu Suriye’yi birleştirip Suriye genelinde İran ve Esed rejimine alternatif bütüncül bir yapının oluşturulmasıdır. Bu iki olasılık bağlamında Türkiye’nin ABD ile çalışma potansiyeli bulunmaktadır.
Bu bağlamda Hudson Enstitüsü tarafından yayınlanan Ocak 2023 tarihli raporda ortaya konulan model (9) veya benzeri modeller ön plana çıkabilir. Bilindiği üzere, ABD nezdinde ve özellikle Batı’daki Suriye diasporası nezdinde Türkiye’nin etki alanındaki kuzeybatı Suriye ile Amerikan etkisi altında bulunan kuzeydoğu Suriye’nin birleştirilmesi üzerinde fikir teatisi bulunmaktadır. Ancak bu tarz bir senaryonun uygulanması doğrudan Türk-Amerikan ilişkileri ile bağlantılıdır ve ABD istese bile Türkiye’nin takınacağı tavır bunda belirgin olacaktır.
Gazze’deki gerilim ve savaşın Suriye’ye etkileri olarak en belirgin olgu, İran destekli Şii milisler ile İsrail ve yine İran destekli Şii milisler ile ABD arasında yaşanan karşılıklı saldırılar olmuştur. İsrail ve ABD hava unsurlarını kullanarak İran destekli Şii milislere yönelik saldırılar düzenlemiştir. Ancak güdülen hedef bağlamında İsrail’in İran’ın oluşturduğu kara ve hava ikmal hattını öncelediği ve ABD’nin daha çok cezalandırıcı saldırılar düzenleyerek Amerikan üslerine yönelik saldırılardan caydırmayı arzuladığı görülmüştür. Buna karşın İran destekli Şii milislerin, İsrail ve Amerikan üslerine yönelik saldırılarında öne çıkan ortak özellik, saldırıların daha çok sembolik seviyede kalması ve mesaj niteliği taşımasıdır. İran destekli Şii milislerin daha yüksek saldırı kapasitesine sahip olmalarına rağmen, düzenledikleri saldırılarda görece küçük çaplı etkiye sahip sistemleri tercih etmeleri öne çıkmıştır. Söz konusu bu çatışma dinamiği özellikle İsrail’in Gazze’ye kara harekatı düzenlemesi ile daha da güçlenmesi beklenirken tam aksi olmuş ve İran ile İsrail ve İran ile ABD arasındaki sahadaki gerilim azalmıştır. Saldırıların seviyesinde bir azalma yaşanmıştır. Saldırılardaki azalışın ardında İran ve ABD’nin kontrollü eskalasyonu benimsemeleri ve önceki tecrübelerinden de hareketle eskalasyonu sınırlandırmayı tercih etmelerin bir sonucu olmuştur.
Gazze’nin Suriye’ye diğer bir etkisi ise Esed rejimi bağlamında görülmüştür. 7 Ekim öncesi başlayan fakat duraksamış olan normalleşme süreci 7 Ekim sonrasında iki yeni hüviyet kazanmıştır. Birincisi ‘Arap dayanışması’ adı altında Esed rejiminin yıllar sonra Riyad’taki uluslararası Gazze konferansına katılması ve dünya liderleriyle aile fotoğrafında yer alması olmuştur. İkincisi ise Gazze ve Filistin halkı ile olan dayanışmanın ve insanî duyarlılığın, Esed rejiminin Suriyelilere yönelik işlediği suçları hatırlatması ve Suriyeli sığınmacıların yaşadığı ülkelerde onlara yönelik kamuoyu algısının olumlu yöne doğru değişmesidir. Ancak bu etkinin ne denli güçlü olacağı ve ne kadar uzun süreceği bilinmemektedir.
Son olarak raporun son başlığı altında geleceğe yönelik Gazze’nin Suriye’ye olası yansımaları bağlamında İran karşıtlığı politikalar değerlendirilmiştir. Bu bağlamda öne çıkan alternatif senaryolar şöyledir:
Yukarıda ele alındığı üzere, ortaya konulan bu beş senaryodan hangisinin gerçekleşeceği ABD’deki seçimler, Gazze’deki savaşın gidişatı, PKK/YPG’nin tutumu ve Türkiye’nin devreye sokacağı politikalara bağlı olacaktır.
([1]) Ben Hubbard, Palko Karasz ve Stanley Reed, “Two Major Saudi Oil Installations Hit by Drone Strike, and U.S. Blames Iran”, The New York Times, 14 Eylül 2019, https://bit.ly/3t6XBet.
([2]) Al Jazeera, “Airport in Iraq’s Kurdish region hit by deadly drone attack”, 18 Eylül 2023, https://bit.ly/3RdLGnn.
([3]) Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi, “Aylık Suriye Bülteni “Gazze’nin Gölgesinde Suriye” Ekim 2023”, 13 Kasım 2023, https://bit.ly/4858X1r.
([4]) Kutluhan Görücü ve Ömer Özkızılcık, “Analiz: Uzlaşıdan Kuşatmaya Dera’da Neler Oluyor?”, 14 Ekim 2023, https://bit.ly/48fSBE5.
([5]) Paul McLoughlin, “Israel and Russia team up to get rid of Iran's troops in southern Syria”, The New Arab, 1 Haziran 2018, https://bit.ly/486yLKw.
([6]) U.S. Department of State, “Terrorist Designations of Iran-aligned Militia Groups”, 17 Kasım 2023, https://bit.ly/3sWr5vH.
([7]) U.S. Department of the Treasury, “U.S. Treasury Sanctions Iran-Aligned Militias in Iraq”, 17 Kasim 2023, https://bit.ly/41c0ZBh.
([8]) Necdet Özçelik, “PKK-PYD Çekişmesinde Konjonktürel Pragmatizm: KCK ve Neo-KCK Tartışması”, 7 Mayıs 2023, https://bit.ly/3NhsYtQ.
([9]) Michael Doran ve Ömer Özkızılcık, “Escape from the Syrian Labyrinth: A Road Map”, Hudson, 13 Ocak 2023, https://bit.ly/46Nadp0.