Bu rapor, Nisan ayı boyunca Suriye'deki en önemli siyasi, güvenlik ve ekonomik olayları incelemektedir. Bu ay içinde Arap dünyasının Esed rejimiyle yakınlaşması, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın resmi bir boykotun ardından 10 yıldan fazla bir süre sonra ilk kez Şam’a bir ziyarette bulunması Suriye ile ilgili yaşanan en önemli siyasi gelişmelerden biri oldu. Ayrıca, Şam ve Tunus arasında büyükelçilerin atanması, Esed rejimi Dışişleri Bakanı’nın Mısır ve Cezayir'de kabul edilmesi gibi gelişmeler yaşandı. Güvenlik açısından, İsrail'in Şam, Şam çevresi, Suveyda, Dera ve Kuneytra'daki İran destekli askeri ve güvenlik bölgelerine yönelik saldırıları devam ederken, Ankara Suriye'nin kuzeybatısında IŞİD lideri "Ebu'l Hüseyin el-Huseyni el-Kureyşi"'yi öldürdüğünü duyurdu. Son olarak, gıda maddelerinin eksikliği ve fiyatların yükselmesi sorunu Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı boyunca insanları etkilemeye devam ediyor, geçen Ramazan ayının sonuna gelindiğinde fiyatlar %100 oranında yükseldi.
Nisan ayında Tunus'un Şam'daki büyükelçiliğini açması, Esed rejimi Dışişleri Bakanı Feysal Mikdad'ın Mısır ve Cezayir'de karşılanması, resmi boykotun on yıldan fazla sürdüğü Suriye'ye Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı'nın ziyareti gibi adımlarla Arap dünyasının Esed rejimiyle yakınlaşması, Suriye siyasi sahnesinin ana başlığı haline geldi. Bu yakınlaşmanın ardında Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri liderliğindeki Arap diplomatik girişimi ile birlikte Esed rejimiyle yeniden iletişim kurulması, adeta bölge ülkelerinin omuzlarına yük olmuş olan Suriye krizini "çözme" girişimini içeriyordu. Bu yakınlaşmanın amaçları arasında siyasi reform, uyuşturucu ile mücadele ve mültecilerin geri dönüşü için güvenli bir ortam hazırlanması bulunuyor.
Arap ülkelerinin Esed rejimiyle yakınlaşmasının, Suriye dosyasıyla ilgili yeni bir yaklaşım yolu olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ancak bu yaklaşımın sonunda elde edilecek sonuçları gerçekleştirmek için açık bir vizyon veya yol haritası izlemediği de açıktır. Öte yandan Esed rejimi, Türkiye ile yakınlaşma sürecinde Türkiye'deki seçimlerin sonuçlarını bekliyor ve Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesini şart koşarak ilişkileri yeniden dizayn etmek istiyor. Ancak Ankara Suriye’den geri çekilme konusunun tartışılmasını şu anda reddediyor.
Resmi muhalefet yapıları Esed ile normalleşmeyi reddederken, Avrupalı elçiler ve temsilcilerle Katar'da birkaç kez buluştular. Batı'nın tutumu ise BM kararları uygulanmadan önce Esed ile normalleşmeye karşı çıkarak devam ediyor zira BM Özel Temsilcisi Pedersen, Suriye'deki siyasi sürecin "kritik bir dönüm noktasında" olduğunu belirtti.
Buna paralel olarak, "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" de uluslararası girişimlerin başarısızlığından sonra BM kararlarına uygun "barışçıl çözüm" başlıklı bir girişimde bulundu. “Şam hükümeti"nin acil önlemler alarak çözümü hızlandırmasını istedi.
Genel manzarada bir değişikliğe neden olmayan güvenlik operasyonları, İsrail'in İran nüfuzunu zayıflatma stratejisi çerçevesinde Suriye sahnesine yönelik güvenlik kurallarında bir değişikliğe neden olmadı. Hava saldırıları ve füze saldırıları, Şam ve çevresindeki güvenlik ve askeri birçok noktayı hedef aldı. Humus ve Suveyda kırsalında silah ve mühimmat depoları bombalandı. Hava saldırıları, Şam Uluslararası Havalimanı'nın çevresindeki hava savunma sistemlerini ve Humus kırsalındaki silah ve mühimmat depolarını içeriyordu. Ayrıca Uluslararası Koalisyon güçleri, İdlib'de terör örgütü DAEŞ'in önde gelen isimlerinden "Halid İd Ahmed El Ciburi"yi hedef aldı. Irak vatandaşı olan El Ciburi, Avrupa'da terörist saldırıların planlanmasından ve ağ liderliğinden sorumluydu. ABD, Türkiye ile eşgüdümlü olarak "Heyet Tahrir el Şam" örgütünün liderlerinden "Sami El Ureydi"yi "özellikle belirlenmiş küresel bir terörist" olarak terör listelerine ekledi. Türk istihbaratı da Suriye'nin kuzeybatısında bir operasyonla DAEŞ'in lideri "Ebu'l Hesen El Hesenî el Kurşî"nin öldürüldüğünü duyurdu. Operasyonun Türkiye'nin terörle mücadeledeki ulusal güvenlik hedefleri kapsamında gerçekleştiği belirtildi.
Dera'da ise, bir ay boyunca çeşitli saldırı ve suikastlerde toplam 32 kişi öldürüldü ve diğer 17 kişi de farklı güvenlik olaylarında hayatını kaybetti. Bu, ilin kontrolü altındaki bölgelerde istikrarı geri kazandırmak için gerçek bir siyasi çözüm elde etmeden, rejimin başarısızlığına ve Suriyelilerin hedeflerini gerçekleştirememe durumuna işaret eden güvenlik kaosunun devam eden bir parçasıdır.
Esed rejimi ve İran arasında yapılan anlaşmalar ve ziyaretler çerçevesinde, İran Ulaştırma ve Kentsel Gelişim Bakanı Mehdi Birdevaş'ın Suriye'ye yaptığı ziyaret sırasında ekonomi, ticaret, konut, petrol, sanayi, elektrik, ulaşım ve sigorta sektörlerinde yeni ekonomik anlaşmalar imzalandı.
YPG kontrolündeki bölgelerde, Suriye lirasının değerindeki düşüş elektrik gibi birçok sektörü etkiledi, jeneratör sahipleri liranın değerindeki düşüşe rağmen amper fiyatlarını 8.000 Suriye lirasına yükseltti. Kamışlı ve Haseke kentlerinin belediyelerinin jeneratörlerin bir amper elektrik fiyatını 7.000 Suriye lirası olarak belirlemelerine rağmen, liranın değerindeki düşüş devam etti. Bölgede şeker maddesinde bir azalma ve artış gözlemleniyor ve "Norus" tüketim kurumuna yıllardır sınırlandırılan şeker maddesi ithalatı ve ticareti, fiyatların yükselmesine ve maddenin piyasalarda son yıllarda tekrar tekrar kıtlığa neden olmasına yol açtı. Buğday üretimi ve ticareti ile ilgili olarak, Özyönetim’e bağlı Tarım ve Sulama Kurumu, nüfuz alanlarındaki 24 buğday alım merkezini belirledi. Geçen yıl "Özyönetim" kuruluşu, çiftçilerden buğday alım fiyatını kilogram başına 2.200 Suriye lirası olarak belirlemişti. Rakka ilindeki birçok hayvan yetiştiricisi, yem fiyatlarının yükselmesinden dolayı hayvanlarını satmak için çaba sarf ediyor ve ildeki et fiyatları yükseldi. "Özyönetim"in bu sektöre herhangi bir destek sağlayamaması da bu durumun nedenlerinden biridir. "Özyönetim" ile rejim arasında Rusya'nın sponsorluğunda su, elektrik ve diğer hizmetler konusunda anlaşma imzalandı. Anlaşma, Menbiç ve çevresine rejim kontrolündeki Hafsa güç santralinden içme suyu sağlanması karşılığında, "Özyönetim"in rejim bölgelerine 30 MW elektrik ve 50 varil petrol sağlamasını içeriyor. Aynı zamand "Özyönetim"e, Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerine lojistik ve petrol yardımı sağlama izni de verildi.
Muhalif bölgelerle ilgili olarak, Kuzey Halep kırsalındaki yerel konseyler ve elektrik şirketleri arasında elektrik konusu hala tartışma konusu olmaktadır. Azez şehrindeki yerel konsey, AK ENERGY elektrik şirketinden kilovat saat fiyatını düşürmesini isterken aksi takdirde sözleşmeleri feshetme tehdidinde bulundu. Şirket, 10 Nisan'dan itibaren elektrik abonelik ücretlerini azaltacağını açıkladı ancak yerel halk ve konseyler, fiyatın hala yüksek olduğunu ve yaşam koşullarıyla uyumlu olmadığından şikâyet ediyor.
Bölgedeki iyileştirme projeleriyle ilgili olarak, Suriye Yeniden Yapılandırma Kredisi Fonu, Kuzey Halep'te buğday ve sebze mahsullerinin üretimini desteklemek için bin çiftçiye 400 ton gübre ve bin buğday çiftçisine 850 ton gübre verildiğini duyurdu.
6 Şubat depreminin zararlarını hafifletmek için Katar Kalkınma Fonu, Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ile bir anlaşma imzalayarak, Suriye’nin kuzeyinde 70 bin kişiye hitap eden entegre bir şehir projesini destekleyeceğini duyurdu. Bu, Katar Kalkınma Örgütü ve Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın benzer bir anlaşma imzalamasından sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. İmzalanan anlaşma, Suriye Sivil Savunma Örgütü'nün temel faaliyetlerini desteklemek için finansman sağlayarak, Kuzeybatı Suriye'deki hayat kurtaran hizmetlerin devamını sağlamayı amaçlamaktadır.
İdlib’teki Kurtuluş Hükümeti, evsel gaz silindiri fiyatını 90 sente (yaklaşık 17 Türk Lirası) düşürdü, 13.5 dolardan 12.6 dolara indirdi. Kuzeydeki akaryakıt fiyatları, dünya petrol fiyatlarından ve Türk Lirası'nın düşüşünden etkilenmektedir. Ayrıca, İdlib Ulusal Hastanesi, kanser hastalarının tedavisi için bazı ilaçları ücretsiz olarak dağıtmayı planlamaktadır. Kuzeybatı Suriye'deki kanser hastalarının durumu, 6 Şubat depremi sonrası Türk hastanelerinin hasta kabul etmeyi durdurmasından sonra daha kötüleşmektedir.
Öte yandan, Suriye Yanıt Koordinatörleri Ekibi, 6 Şubat depreminin Suriye ve Türkiye'deki zararlarıyla ilgili nihai raporunu yayınladı. Kuzeybatı Suriye'de 1,8 milyondan fazla kişi zarar gördü, 4256 sivil öldü ve yaklaşık 12 bin kişi yaralandı, 67 kişi hala kayıp ve 300 bin kişi göç etti. Kadın, çocuklar ve özel durumlar dâhil olmak üzere daha fazla yüzde 65'i oluşturuyor. Ekonomik kayıpların ise kamu ve özel sektör dâhil diğer kuruluşları içeren 1.95 milyar dolar olduğu belirtildi. Deprem, farklı kesimlere hitap eden 433 okul, 73 tıbbi tesis ve 136 konut biriminde hasara neden oldu. Ayrıca, 2000'den fazla bina yıkıldı.
Mayıs ayı, Arap dünyasının Suriye meselesiyle ilgili olarak niteliksel bir dönüşüm yaşadığı bir dönem olarak kayda geçti. Bu dönemde, Beşar Esed'in on yılı aşkın bir süredir devam eden kopukluğun ardından Suudi Arabistan'daki Arap Zirvesi'ne katılmasına tanıklık edildi. Esed'in bu zirveye katılması, rejim tarafından bölgesel ve uluslararası izolasyonun sona erdiği şeklinde değerlendirilirken, Arap ülkeleri tarafından da kapsamlı bir çözüm yolunda önemli bir adım olarak görüldü. Bu adımın rejimden taraf karşılık bir adımı olabilir, öyle ki rejimin geçmiş yıllarda kaçınmaya çalıştığı bazı tavizlerin sunulmasını da içerebilir. Güvenlik açısından, rejim Dışişleri Bakanının katıldığı Umman toplantısından bir süre sonra Ürdün savaş uçakları, Şam'ın doğu kırsalında uyuşturucu tüccarlarını hedef alan hava saldırıları düzenledi ki bu Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi'nin uyuşturucuyla mücadelede askeri gücün kullanılabilirliği konusundaki açıklamasından birkaç gün sonra gerçekleşti. Ayrıca Türkiye, DAEŞ’in "Türkiye Valisi" olarak da bilinen ismin de yer aldığı bazı kişileri tutukladı ve Suriye'deki Heyet Tahrir Şam ve Ceyşul Tevhid örgütlerini finanse eden kişilere ABD ile ortak yaptırımlar uyguladı. Ekonomik olarak da Suriye’nin çeşitli bölgelerinde et ve temel malzemelerin fiyatlarında büyük bir artış yaşandı, aynı zamanda Türkiye tarafından oluşturulan güvenli bölgelerde, mültecilerin yerleştirilmesi amacıyla 3 yıl içinde 240.000 konut inşa edilmesi hedeflenen yeni bir konut projesinin temeli atıldı.
Esed rejiminin Arap Ligi'nde yeniden temsil edilmesi ve Esed'in Riyad'daki zirveye katılması, Mayıs ayının en önemli siyasi olayı oldu. Bu, Esed rejimiyle Arap dünyasının resmi olarak yeni bir aşamaya girmesinin başlangıcı olarak kabul edildi. Arap normalleşme girişimi, güvenlik meseleleri, terörle mücadele ve başta mülteciler olmak üzere insan hakları konularına odaklanıyor. Bu konularda ilerleme, gelecekte rejimin uyum göstermesine ve önceki yıllarda kaçınmaya çalıştığı önemli tavizleri sunmasına bağlıdır. Esed ise Arap açılımını, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği üzerinde baskı yapmak ve rejimine uygulanan yaptırımları hafifletmek veya kaldırmak için bir adım olarak değerlendirmektedir. Bölgesel düzeyde, İran Cumhurbaşkanı’nın Suriye ziyareti, 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaret olması nedeniyle önemlidir ve Arap Ligi'nin rejimle resmi iletişimi yeniden kurma kararından birkaç gün önce gerçekleşmiştir. Bu ziyaret, İran'ın Suriye'deki etkisini teyit etmek ve bu etkiyi azaltmaya yönelik herhangi bir girişimi engellemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerinin Esed rejimiyle yakınlaşma adımı, bölgesel iletişim stratejisi ve Suriye meselesiyle ilgili baskı altında olan güvenlik dosyalarını ele alma stratejisi çerçevesinde değerlendirilebilir.
İsrail, Şam ve Halep illerine yoğun hava saldırıları düzenledi. Saldırılar, Şam Uluslararası Havalimanı çevresindeki güvenlik noktalarını ve Halep Uluslararası Havalimanı'nı hedef aldı ve buraların hizmet dışı kalmasına neden oldu. Bu saldırılar, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'ın Suriye'deki İran varlığını hedef alan saldırıları artırdığını açıklamasıyla eşzamanlı olarak gerçekleşti.
Türk istihbaratı ise aralarında ‘Türkiye Valisi’ olarak bilinen birinin de bulunduğu DAEŞ’e üye olduğu iddia edilen 4 kişiyi yakaladı. Bu operasyon, Türk istihbaratının geçen Nisan ayının sonunda DAEŞ’in lideri "Ebu Hüseyin el-Huşayni el-Kurashi"yi etkisiz hale getirmesinin ardından gerçekleşti. Bununla birlikte ‘terör gruplarının finansmanını’ kurutmak için Türk-Amerikan koordinasyonu kapsamında, Amerikan ve Türk Hazine Bakanlıkları, Suriye'deki ‘Heyet Tahrir el-Şam’ ve Özbek ‘Tevhid ve Cihat Taburu’na bağlı olduğu iddia edilen iki kişiye ortak yaptırımlar uyguladı. Söz konusu isimler şöyle: ‘Ebu Ahmed Zekur’ olarak bilinen Heyet Tahrir el-Şam lideri ve ‘Kobılay Sari’ adındaki Özbek Tevhid ve Cihat Taburu mensubu kişi.
Suriye'nin kuzeydoğusunda, YPG/SDG liderlerinden biri olan "Kripos" (Cripps) adlı kişi, Halep'in kuzeybatısındaki Ebu Hushab çölünde aracına düzenlenen bombalı saldırıda öldürüldü. Bu operasyon, bu yılın başından itibaren YPG/SDG’ye yönelik askeri ve sivil liderlerin hedef alınmasının artmasıyla gerçekleşti.
Başka bir bağlamda, Suriye'nin kuzeydoğusundaki iç güvenlik güçleri ‘Asayiş’, Amuda'da uyuşturucu kullanımı ve ticaretiyle ilgili olarak iki kişiyi gözaltına aldı. Asayiş'in medya ofisine göre, gözaltına alınan kişilerle birlikte 68 gram metanfetamin, 36 gram esrar, 103 adet uyuşturucu hap ve yaklaşık 2 gram eroin ele geçirildi.
Dera'da, Suriye rejimi yaklaşık 45 şehir ve kasabada yeni bir uzlaşma kampanyası başlattı. Bu, 2018 yılındaki ilk uzlaşmalar ve 2021'deki ikinci uzlaşmalardan sonra üçüncü bir uzlaşma kampanyasıdır. Ancak, önceki iki uzlaşma kampanyasının aksine bu operasyon geniş çaplı askeri operasyonlarla eş zamanlı değil, mevcut durumda rejim güvenlik kurumlarının özellikle askeri istihbaratın egemen olduğu bir ortamda gerçekleşmektedir. Özellikle Doğu Dera'nın merkezi olan Busra el-Şam'daki sekizinci tugayın özerkliği devam etmektedir. Bununla birlikte, Ürdün savaş uçakları Süveyda'nın doğusundaki bir uyuşturucu tacirini hedef aldı. Bu, Ürdün'ün 2021'de rejimle normalleşme sürecinin başlamasından bu yana bir ilk oluyor ve Arap dünyasının uyuşturucu dosyasına ilişkin Arap yaklaşımının ekonomik teşviklerle birlikte zorlayıcı askeri veya diplomatik seçeneklere başvurma olasılığını gösteriyor.
Arap yakınlaşmasından ekonomik anlamda faydalanma çabaları kapsamında Esed rejimi, devlet hazinesini gelirlerle desteklemek amacıyla turizm sezonuna hazırlanıyor ve Körfez ülkelerindeki göçmenleri Suriye'yi ziyaret etmeye ve ekonomisine destek olmaya çağırıyor. Turizm sektörü, petrol ihracatından sonra döviz gelirinin ikinci büyük kaynağı olarak önem taşıyor. 2010 yılında 3,9 milyar doları bulan bir turizm geliri elde edilmişti. Bu yıl yaklaşık 2,5 milyon kişinin Suriye'yi ziyaret etmesi bekleniyor ve bunların içinde 700 bin turist olacağı öngörülüyor. Rejimin, turizm sektörünü canlandırmak için bir araç olarak kullanma çabaları arasında, savaşın sona erdiğini ve Suriye'nin güvenliğine dönüldüğünü vurgulama çabası yer alıyor.
Beşar Esed ayrıca, sığır ithalatını gümrük vergisi, vergi ve diğer harçlardan muaf tutan bir kanun çıkardı. Bu önlem, Suriye'nin hayvancılık sektöründe yaşadığı kriz etkilerini hafifletmeyi amaçlıyor ve et ve yem fiyatlarının yükselmesi ve sığır sayısının azalması sorununa çözüm bulmayı hedefliyor. Bu karar, rejimin ekonomik sorunlarla başa çıkmak için ithalata yönelerek savaş zenginlerine, kriz tüccarlarına ve ithalat operasyonlarından kar edenlere öncelik verme yaklaşımının bir devamı niteliğindedir ve ülkenin yaşam koşullarına ve halkın yaşamına olumsuz etkileri olabilir.
Suriye'nin kuzeydoğusunda, YPG’nin kurduğu ‘Özyönetim’ tarafından bu yılın tarım sezonunda çiftçilerden buğday ve arpa alım fiyatları 1 kilogram buğday için 43 sent, 1 kilogram arpa için ise 35 sent olarak belirlendi. Bu, ‘Özyönetim’ tarafından tarımsal ürünlerin fiyatının dolar üzerinden belirlendiğini göstermektedir ve bu bir ilktir. Çünkü geçmişte Suriye lirasıyla belirleniyordu. Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelerde ise buğdayın kilogramı 32 sent olarak belirlenmiştir.
Lira değerinin düşmesi sonucunda, bu ayın içerisinde çoğu mal ve hizmetin fiyatları benzeri görülmemiş bir şekilde yükseldi. Haseke ilinde ‘Amperat’ fiyatları %30 oranında artarak eski fiyatının üzerine çıktı. Bu durum, ‘Özyönetim’ tarafından jeneratör sahiplerine sübvansiyonlu fiyattan satılan mazot miktarının azaltılması kararı sonucunda gerçekleşti.
Öte yandan, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Semalka - Fişhabur sınır kapısının kapanması, ‘Özyönetim’ kontrolündeki bölgelerdeki inşaat faaliyetlerinde büyük bir yavaşlamaya yol açtı ve bazı projelerin durmasına neden oldu çünkü çimento ithalatı beklenmedik bir şekilde durdu. Çimento çuvalının fiyatı serbest piyasada 50 kilogram için 120 bin lira olarak belirlendi, oysa sınır kapısının kapanmadan önce ise 35 bin liraydı.
Muhalif bölgelere geçiş yaptığımızda, Türk lirasının istikrarsız bir değer kaybı ve dolar karşısında düşüşü, İdlib'deki yaşam koşulları, işçiler ve ticari işlemler üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Çünkü ithalat hareketi Türkiye üzerinden gerçekleşiyor ve liranın dolar karşısındaki değerinde herhangi bir değişiklik yerel piyasaları hızlı bir şekilde etkiliyor. Kurban Bayramı döneminde et fiyatları geçmişteki fiyatların iki katına çıktı, koyun etinin kilogramı 190 Türk lirası oldu, bundan yaklaşık iki ay önce ise 80 liraydı. Kuzeybatı Suriye'deki hayvan fiyatlarının yükselmesi, hayvan kaçakçılığı operasyonlarından kaynaklanmakta olup rejim kontrolündeki bölgelere ve ‘Özyönetim’ bölgelerine yapılan kaçakçılık etkili olmaktadır. Aynı zamanda yem fiyatlarının ve hayvan yetiştiriciliği malzemelerinin yükselmesi de fiyatları etkilemektedir, bölgede yaşayanlar ise düşük gelir ve maaş seviyesiyle mücadele etmektedir.
İdlib'de faaliyet gösteren ‘Kurtuluş Hükümeti’nin Ekonomi ve Kaynaklar Bakanlığı, birinci sınıf sert buğdayın çiftçilerden ton başına 320 Amerikan doları (32 sent) satın alma fiyatını belirledi ve bu yılın ilk üretimi 99 bin ton oldu.
Azez, El Bab ve Cerablus'ta ana ve ara yolların asfaltlanma projelerine devam edildi, bölgede birçok okul inşa edildi, Azez'de El-Hawarizmi Okulu, Afrin'de İslami Okul ve Cinderes'te birçok okulun inşaatı tamamlandı. Bu projeler, bölgenin altyapısını güçlendirmeyi ve eğitim hizmetlerini iyileştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, kuzeybatıda bir fabrika kurma çalışmaları da devam ediyor ancak bu projelerin tamamlanması için yeterli finansman sağlanması zorlu bir süreç olabilir.
Sonuç olarak, Suriye'de ekonomik canlanma girişimleri başarılı olamamıştır. Turizm, tarım ve inşaat sektörlerindeki çeşitli zorluklar, ekonomik sorunların devam etmesine ve yaşam koşullarının zorlaşmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda, döviz kurlarındaki dalgalanmalar, enflasyon ve malzeme teminindeki sıkıntılar gibi faktörler, ekonomik istikrarsızlığı derinleştirmektedir.
PKK’nın Suriye kolu PYD’nin 2011 yılından bu syana devam eden yükselişi onu bölgesel bir güvenlik tehdidi haline getirirken, bu durum bir taraftan da KCK örgütlenmesi dâhilinde bir takım organizasyonel değişimlerin işaretini vermeye başladı. PYD’nin organizasyonel anlamda KCK’dan kopuşu ideolojik, tarihsel ve varoluşsal nedenlere bağlı olarak mümkün olmamakla birlikte, şimdiye kadar PKK tarafından yürütülen KCK’nın bundan sonra PYD merkezinden yönetilebileceğine dair bir takım konjonktürel gelişme kaydedilmiştir. Bu durum, PYD’nin KCK’dan otonomlaşması anlamına gelmeyip KCK üzerinde PKK ve PYD’nin tahakküm mücadelesine dönüşebilecek bir kurumsal yöneticilik çekişmesini işaret etmektedir. Bu bağlamda önümüzdeki süreçte PKK merkezli KCK ile PYD merkezli bir Neo-KCK çekişmesinin hem terör örgütünün kendisinde hem de yerel ve bölgesel jeopolitik mimaride bir takım yeni güvenlik ortamlarını meydana getireceği beklenebilir. Bu çalışma, KCK’nın ortaya çıkışındaki ve gelişmesindeki neden ve süreç bağlamını tartışarak, KCK’nın PKK ve PYD için ne ifade ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Bununla birlikte çalışmada KCK örgütlenmesinin dört bileşeninden ikisi olan PKK ve PYD arasındaki yönetici aktör çekişmesinin gerekçeleri analiz edilecektir.
Her şeyden önce KCK’nın (Koma Civakên Kurdistan- Kürdistan Toplum Konfederalizmi) PKK tarafından geliştirilen ayrılıkçı ve transnasyonel bir örgütlenme olduğunun altını çizmekte fayda var. Zira İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012 yılında hazırladığı iddianamede KCK için “Türkiye’de PKK’nın kontrolünde KCK Türkiye Meclisi, İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) ve Suriye’de Demokratik Birlik Partisi’nden (PYD) oluşan dörtlü bir uluslararası proje” olarak ifade edilir.([1]) Buradan da anlaşıldığı üzere KCK örgütlenmesi PKK’nın bölgesel ölçekte coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılığa dayalı bir motivasyonla hareket ederek Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki etnik Kürt çevresi üzerine örgüt ideolojisine dayalı siyasi-askeri bir teşkilat inşa etmeyi hedeflemektedir. Öte yandan iddianamede PKK’nın KCK örgütlenmesiyle PKK, PJAK, PÇDK ve PYD yapılanmalarının her birinin bulundukları ülkede birleşik bağımsız Kürdistan isimli yapılanmanın zeminini oluşturma görevini üstlendiği, PKK terör örgütü içerisinde yabancı ülke (İran, Irak, Suriye) vatandaşlarının bulunmasının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilerek örgütün bölgesel ölçekteki coğrafi ve sosyolojik kapsayıcılık/bütünleştiricilik iddiasına dikkat çekilmektedir. Ayrıca PKK’nın KCK yapılanmasıyla Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yürütülen faaliyetlerin önce özerk bir yerel yapılanma, nihai olarak da bu dört ülke toprakları üzerinde birleşik Kürdistan şeklinde bir devlet yapılanmasını hedeflediği ifade edilir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılında ortaya koyduğu bu iddianame KCK ile ilgili bir yorum değil bir tespit olarak görülmektedir. Zira, PKK da KCK’yı etnik bir konfederal yapı olarak tanımlamaktadır.([2]) KCK örgütlenmesine geçişin ilk somut adımı PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongrede PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde alınan kararlara dayandığı söylenebilir.([3]) (Bu kongrede Öcalan’ın çizdiği yeni stratejiye uygun olarak, PKK kendisini feshederek KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak yeniden isimlendirmiştir. KADEK’in ömrü yaklaşık 1,5 yıl sürmüş, örgüt 26 Ekim- 6 Kasım 2003 tarihleri arasında Kandil Dağında düzenlediği olağanüstü kongresinde kendini feshederek yerine KONGRA-GEL’i (Kürdistan Halk Kongresi) kurduğunu ilan etmiştir. 2004 yılına gelindiğinde ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin neden olduğu kaotik güvenlik ortamını konjonktürel bir fırsat olarak değerlendiren KONGRA-GEL, 16-26 Mayıs 2004 tarihleri arasında gerçekleştirdiği olağanüstü kongresinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Bir Halkı Savunmak” adlı doktrini doğrultusunda Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki ülke yönetimlerine anayasal değişim dayatmaları önerirken, örgüt yapısının konfederal bir yapıya uygun olarak değişmesiyle ilgili de hedef belirlemiştir. Bu kongreden yaklaşık on ay sonra, Abdullah Öcalan 21 Mart 2005 tarihindeki Nevruz etkinliklerinde ilan edilmek üzere 20 Mart 2005 tarihinde yayınladığı mektupla konfederal bir sistem olarak Koma Komalen Kürdistan’ın (KKK-Kürdistan Dernekler Konfederasyonu) kurulduğunu duyurmuştur.
Terör örgütü, 4-21 Mayıs 2005 tarihleri arasında düzenlediği olağanüstü kongresinde lideri Abdullah Öcalan’ın 20 Mart 2005 tarihinde ilan ettiği konfederalizm ilkelerini kabul etmiştir. Bu çerçevede, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtlerin bir araya gelerek kendi federasyonlarını kurması, birleşerek de üst konfederalizm olan KKK’nın kurulması karara bağlanmıştır. 21 Mart 2005’te KKK adıyla kurulan konfederal sistem, örgütün 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında Irak-Kandil dağında düzenlediği kongrede adı KCK (Koma Civaken Kurdistan / Kürdistan Toplum Konfederalizmi) olarak değiştirilmiş ve sistem içinde örgüt liderliğinin rolü güçlendirilmiştir.
KCK kendisini bir devlet yapısı olarak tanımlamamakla birlikte KCK Sözleşmesinin üçüncü bölümünde bir “önderlik” makamının yanı sıra devlet aygıtının temel kuvvet organları olan yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin yapılaşması olarak tanımlamaktadır. Buna göre KCK sözleşmesinde dört temel kuruma vurgu yapılır; Abdullah Öcalan KCK’nın kurucusu ve önderi; Kongra-Gel (Kongra Gelê Kurdistan-Kürdistan Halk Meclisi) yasama organı; KCK Yürütme Konseyi de KCK’nın icra organı; Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemelerinden oluşan üçleme de yargı organı olarak tanımlanır. KCK Sözleşmesinin 36’ncı maddesinde PKK, KCK sisteminin ideolojik gücü olarak ifade edilir ve KCK’ya üye her bir örgüt elemanının da PKK’nin ideolojik ölçülerini esas alması şart koşulur. Esasen KCK, ilk önce bölgesel özerkliği teşvik eden daha sonra da bağımsız bir devlet olmayı hedefleyen ve dört farklı ülkede ayrılıkçı bir hareket sistemidir.
Günümüzdeki yapısıyla PKK/KCK terör örgütü, hiyerarşik olarak Abdullah Öcalan’ın liderliğinde, onun altında Avrupa’da siyasi faaliyet gösteren Kongra-Gel ve onun altında Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de KCK Yürütme Konseyine bağlı teşkilatlar vasıtasıyla KCK örgütlenmesi şeklinde idare edilmektedir. KCK Yürütme Konseyinin konfederal yapılanması dahilinde siyasi-askeri kanatta Türkiye ve Irak’ın kuzeyinde PKK- HPG, İran’da PJAK-YRK, Suriye’de PYD-YPG, Irak’ta PÇDK olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012 yılındaki iddianamesinde KCK’nın bir siyasi hareket olduğu, PKK ile KCK’nın aynı yapılanmalar olduğu belirtilir ve örgütün adı PKK/KCK terör örgütü olarak ifade edilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kurumlarında örgüt PKK/KCK Terör Örgütü olarak tanımlanmaktadır. PKK/KCK, PKK merkezinden yürütülen transnasyonel, etnik, bölücü ve silahlı program olarak terör yöntemlerini benimsemiş devlet-dışı silahlı bir örgütlenmedir.
PYD, PKK’nın 2002 yılındaki 8. Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda 2003 yılında kurulmuştur. PKK’nın 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 8. Kongresi’nde Türkiye’nin yanı sıra Irak, İran ve Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi yönünde karar alınmıştır.([4]) Bu çerçevede, KCK’nın hedefleri doğrultusunda örgütün Suriye’deki siyasallaşma projesi kapsamında 17 Ekim 2003’te Partiya Yekitiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi (PYD) kurulmuştur.([5]) 2003-2010 yılları arasında liderliği Fuat Ömer tarafından yapılan PYD örgütlenmesi, Suriye’deki faaliyetlerini bu yıllar arasında örtülü bir şekilde devam ettirmiştir.
PYD’nin Suriye’deki yükselişinin öncül nedeni olarak Esed rejiminin 2011’den itibaren PYD’ye tanınan bir dizi imtiyaz olarak gösterilebilir. Suriye İç Savaşının getirdiği sınamayı hafifletmek ve Suriye devrim hareketini dengelemek için Esed rejimi PYD’nin Suriye’de açıktan örgütlenmesine ve silahlanmasına göz yummuştur. Bu kapsamda, daha önceden tutuklanan ve serbest bırakılmasının ardından ve yurtdışına çıkartılan PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş ve hapishanelerdeki PYD mensuplarını serbest bırakmıştır.([6]) PYD’nin silahlı kanadı YPG (Yekineyen Parastina Gel- Halk Savunma Güçleri) de 2011’de kurulmuştur. Esed rejimi 2012 yılında Ayn al-Arab ve Afrin gibi bölgeleri PYD-YPG kontrolüne bırakmıştır.([7])([8])
Kurulduğu andan itibaren PKK’nın ideolojik, örgütlenme, lojistik ve askeri desteğinden istifade eden PYD, 2013 yılının Kasım ayında iki gün süren görüşmelerin ardından Suriye’nin kuzeyinde “Kobani, Afrin ve Cizre” olmak üzere üç kantondan oluşan Rojava Geçiş Yönetimi’ni ilan etmiştir. Takip eden iki yıl içinde de Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın eylem alanlarının hiçbirinde elde edemediği fiili bir idari sistemi ile coğrafi bir alan kontrolünü hayata geçirmiştir. 2016 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adını alan PYD kısa sürede KCK’nın konfederal örgütlenme sistemi içinde özerklik hedefine fiilen ulaşan ilk bileşen olmuştur.
Neo-KCK kavramı KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemektedir. Neo-KCK’daki yenilik, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümünün PKK merkezinden PYD inisiyatifine geçtiğini gösteren bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir. Kısacası, uluslararası aktörlerin Suriye iç savaşı sırasında KCK’nın Suriye projesi olan PYD ve onun askeri kanadı olan YPG ile açıktan temas kurmasıyla birlikte PYD de facto bir şekilde federatif pratik imkanına sahip olmuştur. Uluslararası aktörlerin himayesiyle KCK’nın konfederasyon modeli içindeki PKK, PJAK, PÇDK ve PYD örgütlenmeleri arasında fiilen de olsa federasyon hedefine ulaşan ilk örgüt olması hasebiyle PYD’nin PKK’ya karşı üstünlük algısı geliştirmeye başladığı görülmüştür. 13 Mart 2016 tarihinde Ankara’daki Kızılay Meydanı yakınlarında bulunan Güven Park’ta KCK terör örgütünün gerçekleştirdiği bombalı araç saldırısının ardından Türkiye’nin haklarında yakalama kararı çıkarttığı ve Interpol’e bildirdiği KCK sistemi içinde bulunan örgüt liderleri hakkındaki yakalama kararının Interpol tarafından iptal edilmesi buna örnek gösterilebilir. Zira bu kararın iptal edilmesinin nedeninin arananlar listesinde PYD Eşbaşkanlarından Salih Müslim, Asya Abdullah ve KCK Yürütme Konseyi üyesi Fehman Hüseyin gibi Suriyeli örgüt liderlerinin bulunması gösterilmektedir. Buna rağmen, Türk Adalet Bakanlığının talebi üzerinde PKK’nın lider kadrosunda bulunan Cemil Bayık, Duran Kalkan, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu gibi isimler hakkındaki yakalama kararı yeniden tesis edilebilmiştir. Bu algının oluşmasında 2013 yılından bu yana meydana gelen gelişmelerin PKK ile kıyaslandığında PYD lehine sonuç verdiği söylenebilir. Bu gelişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları, 2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü, siyasallaşma süreci ve ekonomik gelişimi, 3. PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve hibrit kapasitesi, 4. PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri, 5. PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi. Bu beş gelişmeden ilk dördü PYD ile, beşincisi ise PKK ile ilgilidir. Şimdi PYD’yi KCK yapısı içinde PKK’ya karşı üstünlük elde etmesine neden olan bu beş faktöre sırasıyla göz atalım.
1.Uluslararası aktörlerin PYD’yi meşrulaştırma yaklaşımları
PYD’nin PKK’ya karşı avantaj elde etmesine kaynaklık eden en önemli durum PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin ABD öncülüğünde kurulan İŞİD’le Mücadele Uluslararası Koalisyonu (İMUK) tarafından yerel ortak olarak benimsenmesine dayanmaktadır. PYD’yi ve onun silahlı kanadı YPG’yi, PKK/KCK’nın Suriye uzantısı olarak gören ve ideolojik yakınlığı ile organizasyonel bağına ve PYD/YPG saflarındaki çok sayıda ismin PKK’lı teröristler olmasına rağmen PKK’dan ayırt etmeyen NATO üyesi Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen ABD tarafından PYD/YPG ısrarlı bir şekilde yerel ortak olarak tanımlanmıştır. YPG’nin 2011 yılında resmi olarak kuruluşunu ilan etmesi PYD’yi uluslararası ortamda bilinen bir aktör haline getirmiş, YPG’nin İŞİD’e karşı mücadelede etkinleşmesi, YPG içindeki kadın teröristlerle ve yabancı terörist savaşların daha görünür hale gelmesiyle birlikte YPG’nin ortak düşman olarak görülen İŞİD’e karşı savaşan yerel ortak olarak sunulmasına neden olmuştur. PYD’nin PKK ile ideolojik ve organizasyonel bağları biliniyor olmasına rağmen, başta ABD olmak üzere Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonu bileşenleri, PYD-YPG’yi hem siyasi hem de askeri alanda meşrulaştırmaya çalışmışlaradır. Bu bağlamda PYD-YPG yapısal bir dönüşüme uğratılmadan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı bir çatı oluşum ile YPG bu oluşum içindeki bileşenlerden bir tanesiymiş gibi sunuldu. Nitekim ABD Özel Kuvvetler Komutanı PYD-YPG’nin kendilerinin tavsiyesiyle SDG’yi kurduklarını bir düşünce kuruluşunun toplantısında itiraf etmiştir.([9])
Uluslararası aktörlerin PKK’yı terör örgütü olarak görüp PYD/YPG’yi terör listesine dahil etmemeleri PKK’yı olumsuzlarken, PYD’nin meşrulaştırabileceği bir algı havası oluşturdu.([10])ABD, Murat Karayılan, Duran Kalkan ve Cemil Bayık gibi PKK merkezli KCK savunucularından olan KCK Yürütme üyelerinin yakalanmaları için 2018 yılında başlarına 3-5 milyon USD arasında ödül koydu.([11]) ABD böylelikle, hem Türkiye’yi PYD’ye karşı yeni bir askeri harekât düzenlememesi için Türkiye’yi yatıştırmaya çalışırken diğer taraftan da PKK ile PYD arasına bir meşruiyet çizgisi çizmeye çalışmıştır. ABD Karayılan, Bayık ve Kalkan için böylesine bir karar alırken, Sofi Nurettin, Fehman Hüseyin gibi PYD merkezli hareket eden KCK Yürütme Konseyi üyesi diğer eş değer teröristler için herhangi bir adım atmamıştır. Hatta, KCK Yürütme Konseyi üyelikleri bilinen Salih Müslim, Asya Abdullah ve Mazlum Abdi ile açıktan birlikte çalışmaya devam etmiştir.([12])
2. PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi,
2012 yılında Esed rejiminin kendisine bıraktığı alanlar, ABD öncülüğünde Uluslararası İŞİD ile Mücadele Koalisyonunun yardımıyla İŞİD ile çatışmalar neticesinde ele geçirdiği toprakların tamamı itibariyle 2012’den 2016 yılına kadar Suriye karasalının yaklaşık üçte birinin kontrol ederek, PYD PKK’nın silahlı mücadeleye başladığı yıllardan itibaren arzu ettiği bir teritoryal kontrol alanı oluşturmuştur.([13]) Türk Silahlı Kuvvetleri ve rejim muhalifi Suriye Milli Ordusu bileşenlerinin harekatlarıyla bu alan kontrolü Menbiç Çevresinde, Afrin genelinde ve Tel Abyad-Ra’s al Ayn alanlarında nispeten azaltılsa da PYD’nin teritoryal kontrolü hala devam etmektedir.
KCK sözleşmesinde ekonomik sistem kar ve metalaşmaya dayalı olmayan, kullanım değeri ve demokratik paylaşıma dayalı sistem şeklinde, üretimin ve mülkiyetin meclis yerleşim yerlerine bağlı olmasını benimser ifadeleriyle ekonomiye gerçeklikten uzak romantik bir anlam yüklenmiştir. KCK bunu savunurken PYD, kapitalist ekonomik düzene bağımlılığı ABD’nin himayesiyle birlikte kabul etmiş bir örgüttür. ABD’nin kontrol ettiği bölgelerde tipik bir Ortadoğu devletçiği gibi Suriye’ye ait petrol sahalarının işletmeciliğinden elde edilen gelir PYD’nin petro-dolar ekonomisine dayalı bir örgütlenme olarak elini KCK içinde PKK’ya karşı güçlendirmektedir. Bazı iddialara göre PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda Delta Crescent Energy LLC ile müşterek olarak işlettiği petrol kuyularından günlük 1-3 milyon USD gelir elde etmekte, yıllık olarak bu gelirin 5-7 milyar USD seviyesine çıkartılması hedeflenmektedir.([14]) Bu ne PKK’nın ne de KCK’nın elde edemeyeceği büyüklükte bir finansal kaynaktır. PKK’nın zoraki bağış, kriminal faaliyetler ve yurtdışından yapılan örtülü yardımlardan elde ettiği finansal kaynaklarla karşılaştırılamayacak şekilde nicel ve nitel özelliği olan bir finans kaynağı olarak görülmekledir.
3. PYD’nin askeri yapısındaki dönüşüm ve hibrit kapasitesi,
PYD-YPG, PKK’nın silahlı programının mirası olan düzensiz savaş pratiklerinden hem terörizm hem de ayaklanma taktikleriyle harmanlanmış bir askeri program dâhilinde Suriye İç Savaşının ilk yıllarında kendini göstermeye başladı. Bu taktikler Suriye devriminin deneyimsiz silahlı unsurlarına karşı bir üstünlük sağlayabilirken, daha kompakt ve taarruz ve savunmada senkronize olabilen hibrit İŞİD unsurlarına karşı üstünlük sağlaması mümkün değildi. Buna karşılık, daha etkili olmak için kapsamlı bir eğit-donat programına ihtiyaç duyuldu. Bu kapsamda, PYD/YPG’ye karşılıksız bir şekilde aralarında gelişmiş tanksavar silahlarının da bulunduğu küçük ateş silahlardan, yüksek kalibrasyonla top kadar çok sayıda silah, mühimmat, araç ve gereç hibe edilerek YPG’nin küçük birlik taktik kapasitesi daha normatif nizami birlik seviyesine kadar yükseltildi. Ayrıca, başta ABD olmak üzere İngiliz ve Fransız Özel Kuvvetlerinin verdiği eğitim ve danışmanlıkla YPG unsurlarının askeri doktrini nizami bir ordu olan TSK’ye karşı cephe savunması yapacak kadar geliştirildi. YPG’nin savunma askeri kapasitesi TSK’nın Zeytin Dalı Harekâtında hem de Barış Pınarı Harekatıyla test edilmiş oldu.([15]) ([16])Can Kasapoğlu’nun çalışması YPG’nin askeri kapasitesi çalışması hakkında detaylı bir envanter çalışması sunmaktadır.([17]) Hatta, PYD’ye ait iki adet helikopter 15 Mart 2023 tarihinde Haseki’den Süleymaniye’ye yaptığı örtülü yolculuk esnasında düşmüş, 9 PYD’li terörist ölmüştü. Bu olay PYD ile Irak’ta Belgesel Yönetim sınırları içinde İran’a müzahir bir siyaset güden Kürdistan Yurt Severler Birliği (KYB) arasındaki ilişkileri de ortaya koyması bakımından oldukça önemliydi.([18])
4.PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri,
PYD, İŞİD’e karşı elde ettiği askeri başarıların da neticesinde PKK ile iltisaklı ve irtibatlı olmasına rağmen, Avrupa ve ABD parlamentolarında devlet başkanı makamlarında siyaseten bir muhatap olarak görüldü ve kabul edildi. PYD, ABD Savunma bütçesinden yeniden yapılanma, güvenlik/savunma harcamaları için yıllık 500 milyon USD değerinde bir sürdürülebilir bir bütçe payı almayı başardı. Diğer yandan üniforma giydirilmiş PYD-YPG’li teröristler, Avrupa ülkelerinin başkentlerinde parlamenterlerce ağırlanıp ödül verilecek seviyede tanınır olmaya başladılar. Fransa'da Merkez Sağ Parti Demokrat Hareket (MoDem) milletvekili François Pupponi, 2022 yılında Fransız Parlamentosunda PYD-YPG’li teröristlerden Nesrin Abdullah ve Nuri Mahmud'a “Millet Meclisi Madalyası” verilmesini sağlamış, bunu da sosyal medya hesabından paylaşmıştı.([19])Hatta, ABD Eski Savunma Bakanı James Mattis 15 Şubat 2018’de NATO Karargâhında YPG’yi savunmuş, “YPG’yi PKK’dan ayırabileceklerini ve Türkiye için tehlike olmaktan uzaklaştırabileceklerini” ifade etmişti.([20])
5.PKK’nın Türkiye’deki şehir kalkışmasındaki yenilgisi
PKK/KKC uluslararası ve bölgesel jeopolitik koşulların sunduğu fırsatlardan da yaralanarak Suriye iç savaşında PYD’nin Suriye’de güç kazanmaya başladığı 2015-2016 yılları arasında özerk bölgeler oluşturmak maksadıyla Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde Silvan, Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi, Şırnak ve Yüksekova gibi kent merkezlerinde kapsamlı bir silahlı kalkışma hareketi yürüttü. PKK için yeni olan bu kent çatışmalarında kent merkezlerinde çok sayıda yerel genç KCK’nın gençlik yapılanmasından devşirilerek mobilize edildi ve bunların kırsal alandan kent merkezlerine getirilen PKK’nın silahlı kanadı HPG unsurlarıyla birlikte Türk güvenlik güçlerine ve yerel sivil halka saldırılar düzenlenmesi sağlandı. Ancak, yetersiz halk desteği, örgütün şehir yapılanmasındaki tecrübesizliği, Türk güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları neticesinde PKK Türkiye’de büyük bir yenilgiye uğradı.([21]) Devamında örgüt elemanları sınır hattına, oradan da Irak ve Suriye’ye itildi. PKK bu dönemde silahlı kadrosunun büyük bir bölümünü kaybederek, PYD’nin Suriye’deki kazanımının aksine Türkiye’de gibi fiili özerk bölgeler oluşturamadı.([22]) Bu yenilgi PKK’nın PYD’ye karşı KCK içinde üstünlüğünü yitirdiği bir dönüm noktası olarak ifade edilebilir.
PYD, PKK/KCK tarafından geliştirilen KCK modeliyle arzu ettiği nispi meşruiyet alanını Suriye’de elde ettiğini düşünmek suretiyle PKK ile arasına meşru-gayri meşru alanı koymuş görünmektedir. PKK, PYD’yi ABD ile petrol anlaşmaları yapmakla, Suriye’deki diğer Kürt gruplarla ABD desteğinde Kürt birlik görüşmelerine girmekle ve Suriye konusunda BM liderliğindeki siyasi müzakerelere katılmaya çalışmakla eleştirmekte, bu durum da PYD/PYG’yi eski PKK’lı Ferhad Abdi Şahin gibi pragmatik liderler tarafından yönetildiğine işaret etmektedir.([23]) PKK eleştirisi, PYD/YPG’nin PKK/KCK’dan uzaklaşacağı durumuyla ilgili değil, PYD’nin KCK’nın inisiyatifini PKK’dan ele geçireceği endişesiyle ilgili olarak değerlendirilmektedir. PYD’nin ABD güdümüne gireceğini ve PKK’nın KCK üzerindeki etkisini kuşatabileceği endişesiyle KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin liderliğini yapan Ferhat Abdi Şahin’in kavgalı oldukları Türk basınında yer aldı.([24])
Özetlemek gerekirse PYD ile PKK arasında KCK’nın yönetsel dinamiğine dair bir yaklaşım farkı olduğunu ifade edebiliriz. PYD ile PKK yönetimleri arasındaki temel fark KCK’nın ABD ekseninde gelişip gelişmemesi yaklaşımına odaklanmaktadır. Bu da PKK’lı lider kadro içinde KCK Yürütme Konseyi inisiyatifinin PYD’ye geçeceğiyle ilgili bir endişe yaratmaktadır. Zaten yıllardır PKK içinde süre gelen Suriyeli-Türkiyeli eksenindeki liderlik tartışmasını Suriye merkezli PYD’ye taşıyan kolaylaştırıcı bir faktör olarak da görülebilir. PKK’nın lider kadrosunda yer alan Fehman Hüseyin, Mazlum Abdi, Polat Can ve birçok teröristin Suriye’deki gelişmeler ile birlikte Irak kuzeyinde PKK’nın aktif silahlı lider kadrosuyla görüntü vermek istemeyişlerinin altındaki temel nedenlerinden birisi de bu olarak gösterilebilir. PYD ABD’den temin ettiği askeri, siyasi ve ekonomik desteği yorumlayıp başkalaştırdıktan sonra PKK’ya aktarmakta böylelikle hem PKK’yı yaşamsal anlamda PKK’yı kendine bağımlı kılmakta hem de ABD’den gelen bu desteğin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Bu PKK’nın örgüt yönetişimi için bir paradigma değişimidir ve kabul edilmesi mümkün görünmektedir.
PKK’nın silahlı programını safhalara bölmek gerekirse, 1984-1986 yılları arasındaki henüz başlamakta olan şiddet safhası, 1986-1999 yılları arasındaki açık şiddet, 2000 ve sonrası süreçteki siyasi kararlılık şeklinde sıralayabiliriz. PKK’nın üçüncü safhasındaki temel iki hedefi bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi hedef kitle nezdinde örgütün meşruiyetini sağlamak, ikincisi de belirli bir coğrafi bölgedeki halk üzerinde siyasi kontrol teşkil etmekti. Ancak PKK bunu hiçbir şekilde gerçekleştiremedi, kendisini medya savunma alanı olarak adlandırdığı kırsal alanda sadece gizlemek zorunda kaldı. 1998 yılında başlayan KCK’nın ilanına kadar uzanan dönemdeki gelişmeler, PKK açısından yeniden teşkilatlanmanın da ötesinde kabul edilebilecek bir sürecin gerçekleşmesinde neden olmuştur. PKK yıllarca tahakküm kurmak istediği Kürtçülük kavramı ile federatif devlet hedefi arasında bir illiyet bağı kurarak örgüt yapılanmasını kapsayıcı ve bütünleştirici bir şekle büründürmeye çalışırken, KCK sistemi içindeki PYD uluslararası aktörlerin PYD’yi meşru bir aktör olarak görme yaklaşımları, PYD’nin Suriye’deki teritoryal kontrolü ve ekonomik gelişimi, PYD’nin askeri kapasitesindeki dönüşüm ve PYD’nin uluslararası ve bölgesel aktörlerle askeri ve siyasi ilişkileri nedeniyle PKK’ya KCK içinde örgüt içi bir üstünlük elde etmiştir. Dahası, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde yükselişe geçtiği 2015-2016 yılları arasında PKK Türkiye’de yürüttüğü şehir savaşları da kaybederek yaşamsal bir tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bütün bunlar, ABD’nin de etkisiyle PYD’nin PKK’yı sorunlu bir aktör olarak kodlamasına ve KCK Sözleşmesinde yer alan Abdullah Öcalan’ın örgütün önderlik pozisyonundan ve KCK’nın ayrılıkçı etnik ideolojisinden vazgeçmeden, KCK ilkelerini Suriye’de uygulamak suretiyle PKK’dan bağımsız ama Abdullah Öcalan ve KCK’ya sadık bir şekilde Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeybatısına odaklanmış federatif yapı hedefiyle hareket etmesine sebep olmuştur. Bu da, KCK yapısında PYD lehine bir üstünlük algısı oluşturmaktadır. No-KCK önermesi, KCK’daki sistem, yöntem veya hedef değişikliğini ifade etmemekle birlikte, örgütlenme sistematiği içindeki yönetim tahakkümün PYD’nin üstünlüğüne bağlı olarak PKK merkezinden PYD istikametine hareket ettiğini gösteren örgüt içi bir yönetsel aktör değişimiyle ilgilidir.
PYD merkezli Neo-KCK örgütlenmesi Suriye, Suriye devrim hareketi ve Türkiye için ne anlama gelmektedir? PYD’nin KCK Sistemi içinde PKK’ya karşı bir üstünlük elde etmesinin Suriye’nin toprak bütünlüğü, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve Suriye’deki devrim hareketi üzerinde birtakım etkileri olduğunu da ifade edebiliriz. Bu bağlamda uluslararası aktörlerin PYD’ye Suriye’de fiili bir teritoryal kontrol sağlatmaları Suriye’nin üniter yapısı için en büyük tehdittir. Esed rejimi, devrimcilerin değişim ve dönüşüm taleplerini siyaseten reddedip ülkesinin PYD-ABD tarafından fiilen işgal edilmesine neden olmuştur. PYD-ABD ortaklığı ayrılıkçı ilkelere dayalı bir süreci içerdiğinden, PYD’nin Suriyeli bir aktör olarak kalması mümkün değildir. Hâlihazırda PYD’nin siyasi, askeri ve teritoryal konsolidasyonunu sağlayan ABD, Suriye’nin enerji ve verimli tarım havzasını işgal eden PYD’nin kendi ekonomisini yaratması için bir gayret sarf etmektedir. Bu da Suriye’nin federatif bir yapı halinde dahi kalmasını tehdit eden işaretlerinden biri olarak görülebilir.
Öte yandan, KCK Türkiye açısından bütüncül bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir. KCK’nın Neo-KCK şeklinde PYD merkezine kayacak olması KCK’nın federasyon modelindeki ayrılıkçı pratiğin Türkiye dahil diğer bölge ülkeleri kuşatacak büyüklükte tehdit edeceği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin KCK terörüyle mücadelesi askeri argümanların dışına çıkmak zorunda kalacak ve siyasi ve sosyolojik düzleme genişlemek suretiyle daha da güçleşecektir. Türkiye, bir taraftan Suriye derinliklerinde askeri mücadelenin zorluklarıyla uğraşmak zorunda kalırken diğer taraftan da Türkiye içinde KCK siyasalı ve sosyolojisiyle şimdikinden daha güç şartlarda mücadele etmek durumunda kalacaktır; terörle mücadelesinin meşruiyeti uluslararası aktörlerin her zamankinden daha fazla direnciyle karşı karşıya kalacaktır.
Diğer taraftan, PYD’nin KCK’ya hâkim bir örgüt olarak Suriye’de varlığını sürdürmesi Suriye’deki devrim hareketinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak görülebilir. Zira, PYD Suriye’deki devrim hareketinin nedenlerinden ve kolektif programından kendini başından beri ayrıştırmış bir örgüttür, dolayısıyla devrimci değildir. Suriye muhalefetinin aksine, PYD/YPG Esed rejime değişime veya devrime zorlayacak bir örgüt programı geliştirmemiş, Suriye’deki gelişmeler ile birlikte ortaya çıkan güvenlik ortamını kendini Suriye topraklarında fiilen ve siyaseten inşa etmek için pragmatik bir şekilde kullanmıştır. Uluslararası aktörlerce PYD’nin KCK’ya hâkim siyasal bir aktör olarak görülmesi, KCK’nın ayrılıkçı ideolojik hedeflerine uygun şekilde ilk önce federatif bir anayasal değişimi zorlayacak, sonrasında bağımsızlık zemini hazırlayacaktır. Bu durumda, PYD’nin hâkim olduğu topraklardaki demografik değişim hızlandırılacak ki bu durum yeni siyasi ve sosyolojik durumların oluşmasına neden olacaktır. Bu durum da Suriye devrim hareketinin siyasi kazanımlarının sınırlayacak veya tamamen ortadan kaldıracak bir jeopolitik durumun oluşmasıyla ilgilidir.
([5]) PYD Kuruluş Duyurusu, 2003. https://bit.ly/3HiLrDo
([6]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017
([7]) Crisis Group, Flight of Icarus? The PYD’s Precarious Rise in Syria. Crisis Group Middle East Report NO:151, 2014
([8]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017
([9]) Anadolu Ajansı, “ABD'li general YPG'ye verdikleri desteği böyle itiraf etmişti”, 2018. https://bit.ly/3LbF7i2
([10]) Erol Bural, “PKK’ya Tasfiye PYD’ye Devletçik”. TERAM, 2020, https://bit.ly/41X29Qg
([11]) US Justice Deaprtment, 2018, https://bit.ly/3AxGt1B
([12]) Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi: PYD-YPG”, SETA, Genişletilmiş 2.Baskı, 2017
([13]) Mustafa Çalışkan, “Suriye’de PKK Faaliyetlerinin Tarihî Arka Planı ve PYD Terör Örgütünün Siyasallaşma Çabaları”, Üsküdar University Journal of Social Sciences; Issue: 10, 63-91, 2020
([14]) Soner Doğan, “Amrika-PYD Petrol Anlaşması”, İNSAMER, 2020,https://bit.ly/3V85j1D
([15]) Bora Bayraktar, “Suriye İç Savaşı Açısından Zeytin Dalı (Afrin) Harekatı,Bilge Strateji, 11 (20) ,51-66. DOI: 10.35705/bs.751598, 2019
([16])Doğan Şafak Polat, “Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyindeki Askerî Harekâtının Amaçları ve Sonuçları”, Güvenlik Stratejileri Dergisi ,16 (33) , 53-96. DOI: 10.17752/guvenlikstrtj.719968, 2020
([17]) Can Kasapoğlu, Sina Ülgen, “In The Shadow of the Guns: Armament Trends of the PKK&YPG Terrorist Network”, Foreign Policy&Security, 2012/7 Center for Economics and Foreign Policy Studies (EDAM), https://bit.ly/3HjdIcH
([18]) Necdet Özçelik, “Helikopter Vakası ve PKK Tehdidinindeki Gerçeklik”, Star, 2023, https://bit.ly/424rDLE
([19]) Yeni Şafak, “Fransa Parlamentosunda skandal görüntüler: PKK'nın sözde komutanlarına madalya verildi.”, 2022, https://bit.ly/4464zhz
([20]) Mehmet Solmaz, “Köşeye sıkışan ABD'den absürt PKK savunması”, Sabah, 2018, https://bit.ly/3oPK5cy
([22]) Nihat Ali Özcan, “Şehir savaşlarının’ ağır sonuçları ve PKK’nın çıkış stratejisi”, Milliyet, 2016, https://bit.ly/423ZcOc
([23])Wladimir van Wilgenburg, “Syrian Democratic Forces (Syria). Guns and Governance. How Europe Should Talk With The Non-State Armed Groups in the Middle East”. European Council Of Foreign Relations, 2017
([24]) Milliyet, “Terör örgütünde petrol paylaşımı kavgası! Mazlum Kobani ve Murat Karayılan birbirine girdi”,2020, https://bit.ly/3LyIEs5
2011 yılında başlayan iç savaşın zaman içinde uluslararası bir nitelik kazanması ile birlikte Suriye’de ortaya çıkan devlet dışı silahlı grupların neredeyse tümü birden fazla ülke ile organik bağlar kurdu. Esed rejimi karşısında yahut çıkar odaklı iş birlikleri çerçevesinde rejim ile rekabete dayalı iş birliği yapan devlet dışı silahlı gruplar arasında en çok dikkat çeken örgüt, terör örgütü Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu Yekîneyên Parastina Gel (YPG) oldu.
YPG ve Rusya arasındaki iş birliğinin doğası örgütün de düşman kategorisinde tanımladığı Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı gelişen pratik bir ilişki ile iki tarafın stratejik amaçları çerçevesinde değişim gösteren iniş ve çıkışlar gösteriyor.
Bu raporda YPG ve Rusya arasındaki ilişkinin zamansal ve mekânsal bir değerlendirmesi üzerinden iki taraf arasındaki iş birliğinin motivasyon ve dinamikleri incelenecek olup aynı zamanda taraflar arasındaki iş birliğinin sahadaki yansıması ortaya konulacaktır.
İnceleme sırasında kronolojik bir olaylar silsilesi iş birliğini etkileyen durumların anlaşılması amacıyla işlenecek ve böylece YPG ile Rusya arasındaki ilişkiyi etkileyen dış faktörlerin ikili arasında nasıl bir gel-git etkisine sahip olduğu resmedilecektir.
Irak’ın kuzeyindeki PKK ile fiziki ilişki kurmayı başaran YPG’nin Suriye’deki varlığının temelinde yatan(1)PKK terör örgütünün Marksist ideolojisinin YPG kadrolarında yer alan PKK(2) üyelerinin de etkisinin YPG’nin Rusya ilişkilerini kolaylaştırdığını görebileceğiniz bu rapor YPG’nin Makyavelist tavrının da Moskova’ya yakınlaşmayı uygun gördüğünü anlatmaktadır.
YPG’nin Rusya ile olan iş birliğinin temelinde esasen iki dönemsel zorunlulukla kendisini dayattığını söylemek mümkündür.
YPG’nin PKK ile olan ideolojik bağı örgütün Suriye’deki taktik ve stratejik hamlelerine Makyavelist bir şekilde yansıyor(3).
Örgüt bir yandan ABD ile Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) karşıtı mücadeleyi öne sürerek 2012 yılında rejimin kendisine çatışmasız şekilde bıraktığı bölgelerde özerklik ve ötesini gerçekleştirmek için ‘devletleşme’ veya ‘kantonlaşma’ hamleleri gerçekleştirirken diğer yandan Esed rejiminin hamisi konumundaki Rusya ile de dengeleyici bir ilişkiyi zoraki olsa da elinde tutuyor.
Bu açıdan bakıldığında YPG’yi Rusya ile iş birliğine zorlayan iki dönemden bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki Halep’in kuzeybatısında ABD için ikmal ve kontrolün oldukça zor olduğu ve IŞİD tehdidinin düşük olduğu Afrin süreci (2015-2018). İkincisi ise Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı ile Fırat’ın doğusunda örgüt ile ABD arasındaki güven ilişkisinin yara aldığı 2019 ve sonrasındaki süreç.
Bu iki süreç YPG’nin Rusya ile olan ilişkisini çıkar ve denge üzerine oturttuğunun en bariz örnekleridir. İki süreçte de YPG rejim üzerinden şekillendirdiği Rusya ilişkisini hem Türkiye’ye hem de IŞİD’e karşı mücadelede kendisine güç sağlayan ABD’ye karşı tereddüt etmeden kullandı.
2015 yılında Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahalesi ile Halep’in güvenliği için kentin kuzeyinde yer alan Afrin’i kontrol eden YPG ile iş birliğine girişmesi, muhaliflerle kıyaslandığında Halep gibi stratejik bir kent için YPG’nin tehdit oluşturmadığını düşünmesi örgütün Rusya ile kolayca iş birliği kurabilmesine olanak sağladı(4)
Şekil 1: 2015 yılı Suriye İç Savaşı Kontrol Haritası
“O sıralarda kuzeyde IŞİD tehdidi yüksekti. Aynı şekilde Afrin’den de YPG saldırıları vardı. Rusların gelişi ile İdlib’te ve Şam’da Esed rejiminin aldığı hava desteğini kuzeyde YPG almaya başladı”(5) diyen Azez merkezli bir ÖSO grubunun komutanı 2015 yılında Rusya’nın savaşa dâhil olması ile daha önce görece sakin haldeki Afrin hattının beklenmedik şekilde ısındığını, bunun da Rusya’nın YPG’ye sunduğu hava desteği ile ortaya çıktığını ekledi.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin henüz ikinci ayında Rus hava kuvvetleri Halep’in kuzeyinde muhaliflere karşı hava saldırılarına başlamış, Azez ve çevresinde doğudan IŞİD’in saldırısı altındaki muhalifler aynı anda batıdan (Afrin’den) YPG saldırılarına maruz kalmaya başlamıştı(6)
Bu gelişmeler 2016 yılının yaz aylarında Türkiye’nin başlattığı Fırat Kalkanı operasyonuna kadar ve hatta sonrasında da devam etti. YPG Rusya’nın desteği ile Afrin’den güneydoğu istikametinde genişledi.
“2016 yılının Ocak ve Şubat ayları en zor zamanlardan biriydi. Halep’in kuzeyindeki Şeyh Neccar’dan Haytan’a uzanan hatta İran destekli milisler kuzeye Handerat ve Başköy’e doğru ilerlerken YPG de Afrin’den hem batıya doğru Tel Rıfat’a hem de Afrin’in güneybatısından aşağıya, Deyr Cemal üzerinden Ahras ve Vaşiye hattına doğru ilerliyordu. Bu, Halep’e yönelik Rus planının bir parçasıydı. Kuzeyden gelebilecek yardımlar bu şekilde kesilecekti. Öyle de oldu. YPG kuzeybatıdan aşağı indi. Nisan ayının başında kuzeyden, Azez’den Halep’e giden ikmal yolu hem İran destekli milisler hem de YPG tarafından(7)çift katmanlı şekilde kapatıldı.”(8).
İki güç, YPG ve rejim yanlısı İran destekli Şii milisler Kasım 2015’ten Nisan 2016’ya kadar süren Azez-Halep ikmal yolunu(9)kesme operasyonu sırasında birbiri ile hiç çatışmadı. “Hangi köye kimin gireceğine kadar Ruslar karar veriyordu. Telsizlerden ‘komutanlık’ ibaresi ile Rusları kast ederek oraya siz girmeyeceksiniz deniyordu. Bizim Beyanun ve Misbin savunmamızı fırsat bilerek YPG kuzeyden hızla inmişti o günlerde. Temmure ile Anadan arasında tepeciklerin arasındaki yolu gören kısmı da ele geçirmişti. Ama uyarıldılar ve çatışmadan oralardan çekilip Hizbullah’a bıraktılar.”(10)
2015-2016 sürecinde YPG’nin batı kanadı, doğuda IŞİD’e karşı mücadele kapsamında ABD yardımı alan kanadının aksine, Rusya ile iş birliğini geliştirmişti. Bu iş birliği üzerinden Deyr Cemal’den güney ve güneybatı yönünde Tel Rıfat başta olmak üzere Şehba rezervuarına kadar olan alana yayıldı. Bu yayılmanın önemli bir kısmı Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan sonra Rusya’nın verdiği destekle sağlandı.
“Türklerin operasyonu başladığında YPG ve Esed rejimi de operasyonlara başladı. Ama o sıralarda Halep çevresindeki şiddetli çatışmalar nedeniyle rejim kuzeye çok odaklanamıyordu. Onun boşluğunu YPG doldurdu”(11)diyen Halep kuzeyinden ÖSO savaşçısının ifadeleri o günlerdeki haberlerle de örtüşmektedir(12)YPG ile Rusya arasındaki ilişki hem IŞİD’e karşı mücadele adı altında Türkiye destekli muhaliflerin alan kazanmasını engelleyecek bir duruma evirilmiş hem de YPG’nin doğu kanadının Menbiç hattı ile birleşmesine yönelik bir niteliğe bürünmüştü. Bu nedenle Türkiye Suriye’de gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında sık sık “terör koridoru”(13)kavramına vurgu yapmıştır.
2015 yılının son çeyreğinde Esed rejimi lehine ve iki tarafın da Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği şeklinde gelişen Rusya ile iş birliği konusunda YPG’nin ana motivasyonu kuşkusuz 2013’ten beri YPG merkezinin hedeflediği parçalı alanları birleştirerek(14) güç kazanmak ve sonrasında özerklik(15)için avantaj sağlamak üzerine kuruluydu. Bu durum ABD’nin ulus inşa süreçlerinden biraz daha farklı bir şekilde olsa da Fırat’ın doğusunda ilerleyen bir süreçti ve ABD bu kurumsallaşmayı memnuniyetle karşılıyordu(16).
2016 yılı boyunca YPG ile Rusya arasındaki ilişki biçimsel olarak Halep’in kuzeyinde IŞİD’e karşı mücadele görüntüsü çizse de asıl konu Türkiye destekli muhaliflerin ve Türkiye’nin Halep kuzeyinde alan kazanarak YPG’nin dağınık alanlarının önünde engel oluşturmasını önlemek üzere şekillendi. Ancak örgütün ana motivasyonu " El-Bab'ın güneyinde Menbiç'ten Afrin'e uzanan bir koridor açmaya ve El-Bab'ı kuşatmak”(17)idi. Ortak düşmana karşı iş birliğinin kendisini çok sıkı şekilde belli ettiği benzer bir durum Halep’in Şeyh Maksut mahallesinde de kendisini gösteriyordu. Halep kent merkezi içindeki çatışmalar boyunca Şeyh Maksut mahallesini elinde tutan YPG, Rusya ve Esed için önemli bir müttefik oldu. Zira bu mahalle kent merkezindeki muhalif bölgelere uzanan lojistik yolu güneyden en açık şekilde gören ciddi bir avantaja sahipti. YPG bu fırsatı kullandı ve muhaliflere karşı Halep kent savaşları ve kuşatma çatışmaları sırasında Rusya ve Esed rejimine ciddi destek sağlayarak Halep içinde ‘özerk’ bir alana sahip oldu.
Sonuç olarak 2015-2016 yılları arasında iki evrede şekillenen YPG-Rusya ilişkilerinin ikinci evresi 2017 yılının Şubat ayında Türkiye ve desteklediği Suriyeli muhaliflerin El-Bab kentini ele geçirmesi ile akamete uğradı(18)Ne var ki bu durum Rusya ile YPG arasında başka bir iş birliği sürecinin de milâdı oldu. Bu durum 2017 yılından 2018 yılının Mart ayına kadarki süreçte Türkiye ve desteklediği muhaliflerin Afrin’i ele geçirmesine kadar sürdü(19).
2017-2018 sürecinde Halep’in kuzeybatısındaki Afrin merkezli YPG-Rusya iş birliğinin temel amacı iki taraf açısından bir nevi geri adımı tanımlıyordu. Rusya için bu ilişki Esed rejiminin Halep kenti ve çevresindeki güvenliğini sağlamak ve muhaliflerin alan kazanmasını engellemek iken YPG için mevcut statükosunu Rusya ve rejim iş birliği için simbiyotik bir ilişkiye dönüştürerek Fırat’ın batısındaki varlığını korumaya yönelikti. Bu durum Rusya’nın YPG kontrolündeki bölgede daha rahat söz sahibi olmasına ve tıpkı rejim bölgesindeki gibi askeri üsler açarak baskın güç haline gelmesine olanak sağladı.
El-Bab’ın Türkiye tarafından ele geçirilmesi üzerinden akamete uğrayan Menbiç ile bağlantı ve özerklik sahalarını birleştirme girişimi sonrasında Afrin’de sıkışan YPG’nin batı kanadı artık Rusya için Şii militanlar gibi bir nevi kara gücüne dönüştü(20).
Bunun en açık göstergesi Rusya’nın Afrin’de birden çok askeri üs açması ve buraya 100’ün üzerinde askeri danışman göndermesiydi. Rusya hava gücü ile destek verecek ve kurmay planları yapacak ancak karada YPG savaşacaktı.
2017 Mayıs ayında Rusya, Afrin'in Deyr Sufan, Zeytuniye köyleri, Bifanun Dağı bölgesini ve Tel Acar köyünü birbirine bağlayan vadide önemli bir askeri varlığa sahip olmuştu. O zaman için tamamı PKK’nın Suriye kolu Partiya Yekîtiya Demokrat’ın (PYD) elinde bulunan Afrin'in kuzeybatısındaki Kafr Cenne, Deyr Ballut ve Gazaviye bölgelerine de asker konuşlandırmıştı(21)
Bu dönemden sonra YPG’nin en azından batı kanadı için bölgesel iddiası kalmamış ve örgüt ile Rusya arasındaki ilişki de ortak çıkar ilişkisinden bir tür üst-ast ilişkisine dönüşmüştü. Yaklaşık 13 ay boyunca Rusya, YPG’yi Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı saldırılarda yönlendirip ana hedef olarak örgütün ön plana çıkmasını sağladıktan sonra 2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Zeytin Dalı Harekâtı’ndan hemen önce Afrin’i terk etmiştir(22). Bununla da YPG’yi daha dar bir alanda ve daha sıkı bir kontrol mekanizması ile rejime eklemleyip Türkiye ve muhaliflere karşı eylemlerine de devam edebileceği Tel Rıfat-Şehba hattına mecbur bırakmıştır.
Şekil 2: YPG’nin Rusya ve Rejimle
Şekil 3: Tel Rıfat Bölgesinde Kontrol Alanları ve YPG’nin Saldırı NoktalarıOrtak Bölgesi, 2023
YPG ile Rusya ilişkisinin Halep bölgesinde 2017-2018’de yaşadığı dönüşümün sonucu güncel kontrol alanlarının paylaşım haritalarında net şekilde görülmektedir(23). 2016 yılı boyunca YPG’nin Kuzey Halep’te El-Bab kentine ulaşmak için ele geçirdiği alanların tümü ve Tel Rıfat’ın kuzey kesimlerinin yaklaşık %80’i örgüt tarafından Esed rejimine devredilmiş ve bu bölgelerde Rus askeri varlığı da güçlenmiştir. Bu devir işlemi esasen YPG ile Rusya arasında Esed rejimi lehine ilişkinin devamını sağlayan bir ortaklığı tanımlamaktadır. YPG bu bölgede askeri varlığını sürdürecek ve Türk ordusu ve Suriyeli muhaliflere karşı saldırılarına devam edebilecek, kendi örgütsel işleyişi konusunda serbest olacak ancak kurmay askeri konularda Rusya ve Esed rejimine bağlı hareket edecektir.
Bu durum Fırat’ın batısında YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin kesin şekilde değiştiğinin kanıtıdır. YPG, Afrin’i elinde tuttuğu zamanlardaki gibi kantonları birleştirme iddiasından geri adım atmış, Afrin ve Azez bölgelerinde sivil alanlar da dâhil olmak üzere muhalifler ve Türk ordusuna dönük saldırılar gerçekleştiren bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum Rusya’nın daha önce 2016-2018 arası yıllarda Afrin’de olduğu gibi Rusya ve Esed rejiminin Türkiye ile direkt karşı karşıya gelmeden saldırılar düzenlemek için YPG’yi kullanabilmesi için tekrar uygun bir ortam sağlamıştır. Bu saldırılar genel olarak YPG mobil unsurlarının Türk ordusu üslerine, muhalif askeri noktalara ve sivil alanlara yönelik çok namlulu roket atar (ÇNRA) veya güdümlü anti tank füze sistemi (ATGM) saldırıları şeklinde gerçekleşmiştir. Örgüt bu bölgenin Afrin’e yakınlığı ve insan kaynağı gücünü kullanarak Afrin içinde çok sayıda bombalı araç saldırısı da düzenlemiştir(24)
PKK’nın Suriye kolu YPG’nin en batıdaki kantonu(25)Afrin’in TSK ve Suriyeli muhalifler tarafından ele geçirildiği dönem YPG’nin Fırat’ın doğusundaki genişleme dönemine işaret ediyordu.
Şekil 4: 2015 Yılı YPG’nin Genişlemesi
Şekil 5: 2016 Yılı YPG’nin Genişlemesi
Bu genişleme süreci 2017’den 2018 yılının sonuna kadar Tabka(26),Rakka kent merkezi(27), Deyrizor’un Fırat’ın kuzeyindeki kısmının ve IŞİD’in son kontrol alanı olan Baguz’un ele geçirilmesi(28)ve Irak sınırının stabilize edilmesi süreci ile seyrederken YPG’nin Rusya ile ilişkilerindeki Afrin kırılması örgütü Fırat’ın doğusundaki aktivitelerine ve bu alandaki kurumsallaşma çabalarına odaklamıştı(29).
2019 yılına gelindiğinde ise YPG Afrin’de Rusya ile yaşadığı kırılmanın bir benzerini ABD ile de yaşadı. Türkiye ve Suriyeli muhalifler Barış Pınarı Harekâtı(30)ile Fırat’ın doğusunda Tel Abyad ile Resulayn arasındaki bölgeyi M4 uluslararası karayoluna kadar güneye inecek şekilde ele geçirdi. ABD bu evrede Afrin operasyonu sırasındaki gibi bir yol izledi. Afrin operasyonu öncesinde sık sık operasyon karşıtı açıklamalar yapan ABD Afrin operasyonları başladığında, Afrin’de süren bir operasyonu olmadığını, herhangi bir çatışmaya müdahil olmayacağını söyledi(31)Benzer bir süreç Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sırasında da yaşandı. Dönemin ABD başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı(32)hem Türkiye’nin operasyonunu kolaylaştırdı hem de örgütle ABD arasındaki güven ilişkisini ciddi şekilde sarstı. Trump’ın 32 km’lik güvenli bölge taahhüdü ile YPG’nin bu hattan çekilmeyi reddetmesi çatışmaları tetikledi.
Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sürerken Trump’ın çekilme kararına bağlı kalacak şekilde daha önce Türkiye ile bir mutabakata(33)varmalarına rağmen ABD güçleri Menbiç’i Rus güçlerine devrederek Fırat’ın batısındaki YPG ile tüm ilişkilerini kesti.(34)
Fırat’ın doğusunda YPG ile Rusya ilişkilerinin şekillendirici bir eşik olarak Menbiç’in Rus ve rejim güçlerine devri ilerleyen süreç için olacakların habercisi gibiydi. Zira Menbiç’te Rus ve rejim varlığı Halep’in doğusuna erişimi olmayan bu iki gücün, Esed rejiminin geçmişten gelen ilişkileri üzerinden geniş bir hareket alanına sahip olmasına olanak sağlayacaktı. Bu açıdan Menbiç hem YPG üzerinde denetim isteyen Rusya hem de Halep’in doğusu ve Rakka ile Haseke’nin kuzey kırsalına ulaşmak isteyen rejim için oldukça önemliydi(35)
Menbiç’in devri sessiz bir kırılmaydı. YPG için Türkiye’nin operasyon düzenlediği hat içinde ABD ile bir çözümün mümkün olmadığı evre yeniden Rusya’ya dönüşü zorunlu hale getirdi. Zira Türkiye ile ABD arasındaki Ankara Mutabakatı YPG’yi Türkiye sınırı boyunca ABD korumasından mahrum bırakıyordu(36)ABD ile Türkiye arasındaki mutabakatın imzalanmasının hemen öncesinde ABD güçleri Türkiye sınırından(37)ve mutabakat sonrasında da M4 yolu üzerindeki Sırrin, Kobani ve Til Temir üslerini boşaltmaya başladı(38). Ankara Mutabakatının ardından Soçi’de Rusya ile Türkiye arasında imzalanan mutabakat ise Rusya ve rejime Menbiç’in ardından Fırat’ın doğusunun da kapısını açıyor, YPG için ABD şemsiyesinin yerini Rus şemsiyesi alıyordu(39).
Tüm bunlar olurken Rusya aracılığında YPG ile Esed rejimi görüşmesi sonucu olarak Esed güçleri Fırat’ın doğusunda YPG kontrolündeki bölgelerde Türkiye sınırı boyunca konuşlanmaya başladı. YPG lideri Mazlum Abdi bu durumu bir zorunluluk olarak açıklıyordu:
“Mazlum Abdi, halkının Washington'un düşmanları Suriye ve Rusya ile ittifaka zorlandığını çünkü ABD'nin geri çekilmesinin kendilerini bir Türk saldırısına karşı savunmasız bıraktığını söyledi”(40).
Bu gelişmeler daha önce özerklik konusunda kesin bir tavır(41)içindeki Rusya’nın da farklı bir şekilde yumuşamasına, dolayısıyla Esed rejiminin de YPG ile müzakerelere açık hale gelmesine ortam sağladı(42). Daha önce de Esed rejimi ile müzakereler(43)olsa da 2019 yılında rejimin Fırat’ın doğusuna erişim sağlaması müzakereler için Şam’ın elini güçlendiren bir gelişme olduğu için yeni görüşmeler ve söylemler ortaya çıkıyordu.
Rusya’nın Fırat’ın doğusuna uzanan etki ile elde ettiği üstünlük YPG için sanıldığı kadar rahatsız edici değildi. PKK’nın ideolojik ve örgütsel uzantısı olan PYD ve onun silahlı kanadı durumundaki YPG için Kandil’den devralınan düşünce yapısı hem Şam’daki Baas kadroları ile hem de dünya çapında sol hareketler üzerinde Sovyet mirası sayesinde hala ciddi bir etkisi olan Moskova ile çalışmayı kolaylaştırıyordu.
Afrin sonrasındaki Tel Rıfat bölgesi örneğinin tersine yeni dönem YPG’nin kendi örgütsel yapısını ve kararlarını ABD’nin sahadaki varlığı sayesinde Rusya’ya dayatabildiği bir süreci tanımlıyordu. YPG, ABD’ye karşı Rusya ve rejim ile olan ilişkilerini kullandığı gibi Rusya’ya karşı da ABD’nin sahadaki varlığını kullanacak bir zemin bulmuştu.
2019’dan sonra yaşanan pandemi süreci ve ardından gelen Ukrayna savaşı ile Suriye gündemden düşse de Rusya için YPG, Suriye’de ABD ile rekabetin bir nesnesi olarak önemini koruyor. Birkaç yıllık görece sakin aralığın benzer şekilde YPG’de de ABD’ye rağmen Rusya ve dolayısı ile rejimle yakınlaşmayı daha da olumlayan bir sürece evirildiği Şam ile müzakereler ve diplomatik konularda Rusya ile iletişimin sıklaşması üzerinden görünür hale geliyor.
Aralık 2022’de YPG lideri Mazlum Abdi, ABD’nin YPG üzerindeki baskıyı hafifletmek için kurduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) rejim güvenlik yapısının içinde yer aldığını ancak özel bir statüsü olması gerektiğini söyledi(44)
Bu açıklamalardan birkaç gün önce ise PYD’den bir heyet Şam’da Esed rejimi ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve kaynaklar görüşmelerin özerklik konusunda anlaşma sağlanamadan bitmesine rağmen Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği konusunda mutabık kalındığını söylemişti(45)
Bu durum bir yandan YPG’nin 2012’deki pozisyonuna dönüşünü betimliyor olsa da diğer yandan Rusya’nın örgütün kontrol alanındaki kurumsallaşma girişimlerine müdahale etmiyor olmasının Moskova ve örgüt arasında sahadaki Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliğinin sonucu olarak ‘karşılıklı anlayış’ geliştirdiklerinin de bir göstergesi.
YPG ile rejim ilişkisinin 2012 yılında karşısında iş birliği yapmak konusunda uzlaştığı muhalif dalgaya 2020’den itibaren Türkiye de eklenmişti. Rusya’nın bu durumdan memnun olmaması için hiçbir neden yoktu. YPG bölgesinde 2012 yılında devralınan kurumların tekrar rejime devredilmesi bu nedenle uzun süredir konuşulmuyor(46)
Rusya ve rejim için YPG’nin Afrin döneminde (2015-2018) ve sonrasında Tel Rıfat’ta (2018’den günümüze) olduğu gibi Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı kullanılması ‘maliyet açısından’ oldukça avantajlıydı. Fırat’ın doğusunda da bu durumun dondurulmuş kriz(47)müzakereleri ile seyretmesi, bu süreç içinde de YPG’nin Türkiye tarafından yıpratılması(48)ile örgütün Moskova ve Şam’ın isteklerine mecbur bırakılması Moskova için oldukça zahmetsiz bir politika.
Ne var ki YPG’nin Rusya ile olan ilişkileri iniş çıkışlar sergiliyor. 2020 Eylül’ünde Moskova’da rejimin tanıdığı sözde muhalefet lideri Kadri Cemil ile YPG temsilcileri arasında özerk yönetim konusunda bir metin imzalanmasına(49)rağmen ABD politikasındaki Trump etkisinin kaybolması ile YPG ile Rusya ilişkileri ‘ayrılıkçılık’ söylemi üzerinden gerilebiliyor.(50)
İlişkilerin halen güven konusunda netleşmediği YPG-Rusya ilişkilerinde iki tarafın da iş birliği anlayışı benzerlik gösteriyor: Akut durumlarda iş birliği. stratejik amaçlarda pazarlık.
YPG ve Rusya’nın üzerinde uzlaştığı ve iki tarafı da taktik ve stratejik açıdan motive eden temel dinamik Suriyeli muhaliflere ve Türkiye’ye karşı olan iş birliği. YPG’nin Rusya ile olan ilişkisindeki en büyük sorun ise ABD ile iş birliği. Soçi ve Astana süreçleri ile Türkiye’yi pazarlık edilebilir, rekabetçi iş birliğine dayalı bir aktör olarak gören Moskova’nın örgütün ABD ile iş birliği konusundaki endişeleri Ukrayna sürecinden sonra Suriye’de askeri bir müdahale imkânının kalmaması nedeniyle daha da derinleşti.
Fakat aynı zamanda 2019 mutabakatlar sürecinin ardından Rus askeri danışmanları ve Esed rejimi unsurlarının Fırat’ın doğusunda aktif olarak konuşlanması ve geniş ölçekteki iş birliği YPG’yi ABD’den çok Rusya ile iş birliğine zorluyor(51)Bu zorunlu durumu perçinleyen diğer bir etmen de Rusya’nın 2019 mutabakatı üzerinden Türkiye’ye karşı sorumlu garantör olarak YPG üzerindeki etkisi. Rusya’nın YPG ile yaşanan sorunlarda Türkiye’yi bir tehdit olarak öne sürmesi örgütün Rusya ile ilişkilerini ve bu ilişkinin biçimini belirleyen bir diğer faktör olarak karşımıza çıkıyor.(52)Bu bağlamda üstün aktör olarak Rusya’nın YPG ile ilişkilerini halen 2015 dönemindeki gibi Suriyeli muhalifler ve Türkiye karşısında bir aparat olarak kullanma seviyesinde tuttuğunu söylemek mümkün. Bu strateji Moskova’nın benzer şekilde Türkiye’yi de kendisi ile muhatap bir konumda tutmak için kullanışlı hale getirdiği bir süreç(53) Bu süreç aynı zamanda Türkiye’nin YPG konusundaki güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için gerçekleştireceği herhangi bir askeri operasyon karşısında Rusya’nın baraj oluşturmasını sağlıyor. Rusya YPG bölgesindeki askeri varlığını örgütü korumak için İdlib’teki süreç ile takas edici bir siyaset izleyerek Türkiye’nin özellikle sınır mahallindeki askeri harekâtlarına karşı örgütü koruyor.
Şekil 6: YPG -Rusya sahadaki iŞ Birli
YPG ile Rusya iş birliğinin sahadaki yansıması bariz şekilde politik olarak odaklandıkları iki ana aktöre karşı şekillenmiştir: Suriyeli muhalifler ve Türkiye.
YPG’nin Afrin sonrasında Tel Rıfat’ta Rusya ve Esed rejimi koruması altındaki konuşlanması ve bu alandan Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı gerçekleştirdiği saldırılar(54)sürerken 2019 yılından sonra şekillenen yeni haritada durum kısmen farklılık göstermektedir.
Menbiç bölgesinde Arima’da 2017 yılında rejim unsurlarına serbestlik tanıyan ancak açık iş birliği ve konuşlanmayı içermeyen anlaşma 2018 yılı sonunda yeniden gündeme gelmiş, 2018 yılının Aralık ayında ilk rejim unsurları Menbiç bölgesine giriş yaparak Arima köyüne konuşlanmıştı(55).
2018 yılında bu konuşlanma kısmi olarak bir Rus koordinasyon merkezi işlevinde idi. Ancak 2019’da bu durum ABD’nin çekilmesi ile değişti ve Ruslar rejim ordusu aracılığı ile Arima’da YPG ile kalıcı ortak bir üs kurdular(56).
Bu gelişme Türkiye’nin Menbiç konusunda ABD ve Rusya ile eş zamanlı müzakereleri gerçekleştirdiği ancak ABD’nin bölgeyi Rusya’ya devrettiği Aralık 2018 ile 2019 yılının son çeyreğine denk düşüyordu(57).Bu hamle ile ABD Suriyeli muhaliflerin daha fazla alan kazanmasını engellemek için Türkiye ile Rusya, YPG ve Esed rejimi ittifakını karşı karşıya getiriyordu. Sonuçları bakımından YPG ve Rusya’nın hayır demeyeceği bu gelişmenin ardından Rusya bölgede hızla ABD üslerini devralmaya başladı.
Tel Rıfat’a benzer şekilde Rusya Fırat’ın doğusunda da Kobani’nin batı kesimindeki, Zor Magar ile Şuyuk Fevkani arasındaki kısımda Esed rejimi ve YPG ortak noktalarından Türkiye’ye ve Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki alanlara saldırılar gerçekleştirmesine sessiz kaldı. Bölgede çok sayıda Rus üssü ve Esed-YPG ortak noktası bulunmasına ve saldırıların gerçekleştirildikleri noktalarda kontrolün Rusya komutasındaki Esed güçlerinde olmasına rağmen Rusya saldırıları engellemedi.
Şekil 7: YPG’nin Rusya Kontrolündeki Kobani’nin Batısında Yer Alan Ortak Alanlardan Türkiye ve Suriyeli Muhaliflere Karşı Saldırı Gerçekleştirdiği Alanlar
Rusya korumasında Tel Rıfat bölgesinde konuşlu YPG, 2020 yılının ortasından 2022’nin sonuna kadar Suriyeli muhalif bölgelere ve Türk üslerine en az 108 saldırı düzenlemişti(58).Yerel kaynaklar ve açık kaynaklara göre Zor Magar ve Şuyuk Fevkani bölgesinden 2019 yılının sonundan günümüze kadar ise Türkiye, Türk üsleri ve muhalif alanlara en az 38 saldırı düzenlendi(59).
2022 yılının Kasım ayında YPG bağlantılı olduğu anlaşılan İstiklal Caddesi saldırısından(60)sonra Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonlar sırasında Zor Magar ve Şuyuk Fevkani bölgesinden Türkiye’nin Karkamış(61)ilçesi ve Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki Cerablus ilçesi hedef alındı.
Aynı tarihlerde Rusya ve Esed rejimi kontrolündeki Tel Rıfat’tan Türkiye’nin Kilis il merkezine ve Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki Azez ilçe merkezi ile sınır hattında bulunan TSK üslerine ÇNRA, havan ve Grad füzeleri ile saldırılar düzenlendi(62) Bu saldırıları gerçekleştiren örgütün mobil unsurlarının hedeflediği noktaları vurabilmesi için Tel Rıfat kuzeyinde Rusya komutasındaki Esed rejimi askerlerinin de bulunduğu ortak alanlara girmesi ve atışların bu alanlardan korunaklı mevzilere konuşlanması gerekiyor. Bu açıdan tüm saldırıların Rusya’nın bilgisi dâhilinde gerçekleştiği anlaşılıyor.
Suriye’de YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin inişli çıkışlı doğasının tek istikrarlı noktası iki tarafın da acil ve pratik bir sorun olarak gördükleri Suriyeli muhalifler ve Türkiye karşısında iş birliği olarak karşımıza çıkıyor.
2015-2018 Afrin süreci, 2018’den sonra halen ciddi bir sorun teşkil eden Tel Rıfat süreci, 2018-2019 Fırat’ın doğusu ve mutabakatlar süreci de dâhil olmak üzere pratik süreçler bize YPG ile Rusya arasındaki ilişkinin Moskova açısından hem örgütü hem de Türkiye’yi kendisi ile müzakerelere mecbur bırakacak şekilde tasarlandığını gösteriyor.
Bu tasarının Suriye’de Esed rejiminin konsolide edildiği bir amaca hizmet ettiği de bariz olmakla beraber Moskova’nın YPG üzerinden Suriye’deki ABD etkinliğini kırmak amacını taşıdığını söylemek garip olmaz. Şu an mümkün görünmese de böyle bir durumda, YPG’nin ABD’den tamamen kopması ve Rusya kontrolünde Esed rejiminin de razı olacağı bir pozisyona gelmesi halinde Rusya Suriye’de hem kaybettiği askeri gücün kısmen telafisini sağlayacak hem İran’ın Şii milisler üzerinden kurduğu askeri vesayeti azaltacak hem de Türkiye ve muhalifler karşısında daha güçlü bir ittifakı bir araya getirmiş olacaktır. Fakat Rusya’nın uzun ve sabırlı bir kriz yönetimi ile bunu planlıyor olması her zaman akılda tutulması gereken bir ihtimal olarak varlığını koruyor.
YPG açısından Rusya ile ilişkiler dengeleyici bir zorunluluk ögesi olarak karşımıza çıkıyor. Örgüt Rusya’nın bir şekilde kendisini dayatmayı başardığı süreçler içinde hem Türkiye’ye ve Türkiye destekli muhaliflere karşı kendisini savunabilmek hem de ABD ile ilişkilerinde kendi varlığını kıymetlendirebilmek adına Rusya ile ilişkileri sıcak tutmayı tercih ediyor.
Ne var ki YPG’nin IŞİD’e karşı mücadele adı altında elde ettiği kazanımları ileri bir adım olarak Rusya’ya dayatma gücü ABD ile olan ilişkisine bağlı. Rusya kendisinin karar vereceği bir özerklik yahut federasyon için sorun çıkarmazken YPG’nin ABD ile olan ilişkisinden devşirmeye çalıştığı her türlü özerklik hamlesini ayrılıkçı hareket bağlamında değerlendiriyor. Bu durum YPG’nin Rusya ile iş birliğinin örgütün stratejik hedefi olan devletleşme veya özerklik gibi hedeflere hizmet etmese de YPG, Moskova’nın Şam ile olan ilişkisi sayesinde kendisine ABD’nin sağlayacağından daha kolay bir taviz getireceğini düşünüyor.
Bir vekâlet savaşının eşit olmayan aktörleri olarak YPG ve Rusya büyük oranda uyumsuz stratejik hedefleri doğrultusunda sınırlı pratik süreçlerde geliştirdikleri ortak anlayış üzerinden iş birliğine açık durumdalar. Fakat çatışmaların azaldığı dönemlerde bu ‘pratik iş birliği’ sürecini yürütmek için iki taraf da yeterli avadanlığa sahip değil.
Rusya’nın kendi federatif yapısındaki merkez-çevre ilişkilerinin ise bir model olarak Baas gibi merkeziyetçi bir devlet pratiğinde uygulanabilirliği mümkün görünmüyor. Bu durum YPG’nin Rusya üzerinden Şam yönetimi ile daha kolay şekilde gerçekleştireceğini düşündüğü özerklik amacı konusunda bir handikap oluşturuyor. Diğer yandan Rusya da YPG’nin özerklik talebine karar verenin kendisi olduğu bir zemin arayarak YPG’nin ABD ile olan ilişkisini kırmaya yönelik hamleler gerçekleştiriyor.
Enikonu YPG ile Rusya iş birliği tümüyle düşünüldüğünde iki tarafın Suriye’de sorunsuz iş birliği yapabildiği tek alan karşımıza çıkıyor: Türkiye ve Suriyeli muhaliflere karşı iş birliği.
([1]) Adam Baczko, Gilles dorronsoro, Arthur Quesnay (2018); Suriye: Bir İç Savaşın Anatomisi, İletişim Yayınları, s. 199-206.
(2) International Crisis Group, Syria’s Kurds: A Struggle Within a Struggle, Middle East Report N°136 | Erişim Tarihi: 22 Ocak 2013, http://bit.ly/438api1
(3) Syrian Kurdish Leader: Moscow Wants to Work With Us, USA News, Erişim Tarihi: 9 Ekim 2015, https://bit.ly/3UjpTLP
(4) Azez merkezli bir Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.
(5) Azez merkezli bir ÖSO grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.
(6) With Russian air support, PYD strives to make gains in NW Syria, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 30 Kasım 2015, https://bit.ly/41aX3zt
(7) Thomas Schmidinger, Afrin and the Race for the Azaz Corridor, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2016, http://bit.ly/3Mxo38e
(8) 2015-2016 Halep Kuşatması ve tahliyesi sırasında Halep şehri kuzeyindeki çatışmalarda yer alan eski bir ÖSO savaşçısı ile görüşme, 11 Mart 2023
(9) Selin Girit, Syria conflict: Why Azaz is so important for Turkey and the Kurds, BBC, Erişim Tarihi: 18 Şubat 2016, http://bit.ly/404NxgJ
(10)Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.
(11) Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.
(12) Levent Kemal, 19 Eylül 2015’ten 27 Mart 2016’ya kadar bu alanda gelişmeler için bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/416exNB . 27 Mart - 23 Haziran 2016 arasındaki gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3nRS5te 23 Haziran – 10 Temmuz 2016 gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3Ulv2mH
(13) TRT Haber, 'Sınırımızda bir terör koridorunun oluşmasına rıza göstermeyiz', 2 Eylül 2016, http://bit.ly/3ZONW6H
(14) Wladimir van Wilgenburg, Kurdish militia aims to connect Kurdish enclaves in Syria, 23 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/3ZONZiT
(15) Bu konuda bazı haberler: Wladimir van Wilgenburg,Syrian Kurdish Party declares transitional government, 12 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/416dqNS ; Mutlu Civiroğlu, The Constitution of the Rojava Cantons, 17 Ağu 2014, http://bit.ly/3nNFNlv ; Sedat Ergin, Rusya Suriye’de YPG/PYD üzerinden özerkliğe kapıyı aralıyor; 26 Kasım 2021, http://bit.ly/43giwco ; Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa
(16) Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa
(17) Rudaw, Race for al-Bab tips balance of power in northern Syria, 06 September 2016, http://bit.ly/41baCis
(18)TSK destekli ÖSO, Bab ilçe merkezini ele geçirdi, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2017, http://bit.ly/3ZNNwgH
(19) Afrin merkezi ele geçirildi, NTV, Erişim Tarihi: 18 Mart 2018, http://bit.ly/40QcJIH
(20) Şii militanların Esed rejimi ve Rusya için kara gücüne dönüşmeleri ile ilgili bakınız: Anthony N. Celso, Superpower Hybrid Warfare in Syria, Defense Technical Information Center, 2018, https://bit.ly/40UtmTJ
(21) Russia beefs up troop strength in Aleppo’s Afrin, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2018, http://bit.ly/3KQeU9X
(22) Rus birlikleri Afrin'den çekildi, Anadolu Ajansı, 20 Ocak 2018, http://bit.ly/3MrDFug
(23) Bakınız Harita 2.
(24) Ömer Özkizilcik, Kutluhan Görücü, The Logic of YPG Car Bomb Attacks in Syria: A Strategy of chaos and disorder, SETA, 2021, https://bit.ly/3Kf9Xpz
(25) YPG ve PYD şu anda Tel Rıfat’ın güneydoğusunu da içine alacak şekilde Şehba bölgesini bir kanton olarak tanımlasa da bu bölgede YPG’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın betimlediği ideolojik hatta bir kurumsallaşması bulunmuyor. Diğer bölgelerde, örneğin Kobani ve Haseke’de 2012 yılında çatışmasız şekilde Esed rejiminden devraldığı kurumları dönüştüren ve ABD desteği ile devletleşme eğilimleri göstererek zorunlu askerlik, eğitim müfredatı, asayiş, mali düzenlemeler ve iskân gibi alanlara dair kurumsallaşmaya çalışan örgütün Şehba’daki varlığı tamamen askeri bir nitelikte ve Şam yönetimi kurumlarının şemsiyesi altında devam etmektedir.
(26) YPG Tabka'yı tamamen ele geçirdi, T24, Erişim Tarihi: 11 Mayıs 2017, http://bit.ly/413Ge9I
(27) ABD destekli PKK/PYD Rakka'yı ele geçirdi, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2017, http://bit.ly/3Gq3WVE
(28) ISIS has lost its final stronghold in Syria, the Syrian Democratic Forces says, CNN International, Erişim Tarihi: 23 Mart 2019, http://bit.ly/3ZQMcdd
(29) YPG’nin Fırat’ın doğusundaki kurumsallaşma girişimleri bir nevi belediye özerkliğinden devletleşmeye doğru evirilmeyi tanımlayan bir süreci ifade eder. 2012 yılında rejimden devralınan kurumların önce mahalli daha sonra bölgesel olarak işletilmesi ile örgüt terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm teorisini bölgede uygulamaya başlamıştır. IŞİD’ten alınan bölgelerde mahalli örgütlenmelerin bölgesel üst örgütlenmelere bağlılığı ile oluşturulan bu yönetim şekli 2018 yılından sonra ABD’nin de desteği ile devletleşme eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum YPG’nin Rusya aracılığında Şam rejimi ile özerklik pazarlıklarını sıklaştırdığı dönemi beraberinde getirmiştir.
(30) Barış Pınarı Harekâtı, 9 Ekim 2019 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu grupları tarafından Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye karşı başlatılan sınır ötesi askerî harekâttır.
(31) ABD, operasyonun başından bu yana Afrin için ne dedi?, Sözcü Gazetesi, Erişim Tarihi: 22 Ocak 2018, http://bit.ly/3Gl6Knd
(32) Trump to Withdraw U.S. Forces From Syria, Declaring ‘We Have Won Against ISIS’, New Yokr Times, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2018, http://bit.ly/43bZTGp
(33) ABD ile Menbiç mutabakatı, NTV, Erişim Tarihi: 12 Mart 2018, http://bit.ly/3UhrqlE ve Turkish, U.S. military officials reach agreement on plan for Syria's Manbij, Reuters, Erişim Tarihi: 14 Haziran 2018, http://bit.ly/40QzI6u
(34) ABD Menbiç’ten Çekildi Suriye Ordusu Girdi, Voice Of America, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3zDItVt
(35) Fabrice Balanche, For Assad, Manbij Is the Key to East Syria, Washington Institute, Erişim Tarihi: 5 Şubat 2019, http://bit.ly/3Km8kWS
(36) Türkiye ile ABD arasındaki 13 maddelik mutabakatın detayları açıklandı, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2019, http://bit.ly/43c00BP
(37) ABD askeri unsurları Suriye sınırından çekiliyor, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 7 Ekim 2019, http://bit.ly/3mna22l
(38) ABD’nin çekilme görüntüleri: https://bit.ly/40ZXs82 ve US forces relocate its bases in Syria, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 9 Kasım 2019, http://bit.ly/3ZQVB4u
(39) Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında mutabakat muhtırası imzalandı, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Ekim 2019, http://bit.ly/3ZNHzRc
(40) Syria’s Kurds forge ‘costly deal’ with al-Assad as US pulls out, Al Jazeera, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3UhLEvG
(41) Russia-Turkey deal on Idlib no threat to Syria’s territorial integrity, Lavrov affirms, TASS, Erişim Tarihi: 21 Eylül 2018, https://bit.ly/419R7qB
(42) Exclusive: Syrian Kurdish YPG expects negotiations with Damascus soon, Reuters, Erişim Tarihi: 24 Ocak 2019, http://bit.ly/3nL48bE
(43) US-backed YPG, Assad regime agree on decentralized Syria, transferring key cities, Daily Sabah, Erişim Tarihi: 30 Temmuz 2018, http://bit.ly/411r6Kg
(44) مظلوم عبدي: أميركا منعت عملية تركية... وقائد القوات الروسية زارني للتوسط مع أنقرة , Sharq Al awsaat, Erişim Tarihi: 7 Aralık 2022, http://bit.ly/40QdgKH
(45) Bu toplantı 4-5 Aralık tarihinde Bedran Ziya önderliğindeki PYD heyeti ile rejimin askeri ve istihbarat yetkilileri arasında gerçekleşmişti.
(46) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, http://bit.ly/3KCl5y1
(47) Jonas Parello-Plesner, Rojava, Russia’s Next Frozen Conflict?, Hudson Institute, Erişim Tarihi: 4 Ocak 2018, http://bit.ly/43cLqtS
(48) Nicholas Morgan, Moscow plays Turkey and Kurds against each other, Erişim Tarihi: 31 Aralık 2020, https://bit.ly/3GrMzE1
(49) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, https://bit.ly/3KCl5y1
(50) Rusya'nın Suriye'deki Kürt hamlesi ne kadar ciddi?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2021, https://bbc.in/3MoUPZa
(51) Maguire, A. (2020). A Perfect Proxy? The United States–Syrian Democratic Forces Partnership. The Proxy Wars Project. doi: http://bit.ly/3KI5Dka ve Matthew Ayton, Amid US uncertainty in Syria, Kurdish YPG eyes bolstering ties with Russia, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Mart 2020, http://bit.ly/3KFUPTm
(52) Last Warning from Russia to SDF: Turkish Military Operation Coming, The Syrian Observer, Erişim Tarihi: 29 Kasım 2022, https://bit.ly/3Ug79gg
(53) Rusya bir yandan YPG’ye karşı Türkiye’yi kullanırken diğer yandan Türkiye ile 2019’da elde ettiği garantör statüsü üzerinden YPG konusunu sıcak tutarak müzakere yollarını açık tutuyor. Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 10 Aralık 2022, http://bit.ly/3nVgkXD
(54) Bakınız Harita 3.
(55) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3KfaWWN
(56) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3UlO3FQ
(57) Rejim unsurları Aralık 2018’de kısmi olarak Menbiç’e giriş yaptı ve 2019 yılının Ocak ayında ortak üssü açtı. 2019 yılındaki Rusya ile Türkiye arasında varılan mutabakat sonrasında Esed rejimi Menbiç’in kontrolünü devraldığını ilan etse de bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Rejim unsurları şehrin batı kırsalında Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarına karşı YPG ile ortak noktalara konuşlandı. ([1]) (58)Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen bu verilendirme: https://bit.ly/3KhBIh1
(59) Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen verilere göre verilen bu sayı gün ve saldırı biçimi karşılaştırılması yapılarak elde edilmiştir. Kırsal alandaki üsler, Suriyeli muhalif gruplara ait rapor edilmemiş bazı saldırılar bu sayı içinde olmayabilir.
(60) Taksim İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı: 6 can kaybı, 81 yaralı, NTV, Erişim Tarihi: 13 Kasım 2022, http://bit.ly/438vlp7
(61) Terör örgütü YPG/PKK'nın Karkamış'a roketli saldırısında 2 kişi hayatını kaybetti, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 21 Kasım 2022, https://bit.ly/3MsYpBF
(62) Kilis sınırında roketli saldırı, NTV, Erişim Tarihi: 22 Kasım 2022, http://bit.ly/41dKOT7
(2) International Crisis Group, Syria’s Kurds: A Struggle Within a Struggle, Middle East Report N°136 | Erişim Tarihi: 22 Ocak 2013, http://bit.ly/438api1
(3) Syrian Kurdish Leader: Moscow Wants to Work With Us, USA News, Erişim Tarihi: 9 Ekim 2015, https://bit.ly/3UjpTLP
(4) Azez merkezli bir Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.
(5) Azez merkezli bir ÖSO grup komutanı ile görüşme, görüşme tarihi 9 Mart 2023, komutan adını vermek istemediği için kayda geçilmemiştir.
(6) With Russian air support, PYD strives to make gains in NW Syria, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 30 Kasım 2015, https://bit.ly/41aX3zt
(7) Thomas Schmidinger, Afrin and the Race for the Azaz Corridor, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2016, http://bit.ly/3Mxo38e
(8) 2015-2016 Halep Kuşatması ve tahliyesi sırasında Halep şehri kuzeyindeki çatışmalarda yer alan eski bir ÖSO savaşçısı ile görüşme, 11 Mart 2023
(9) Selin Girit, Syria conflict: Why Azaz is so important for Turkey and the Kurds, BBC, Erişim Tarihi: 18 Şubat 2016, http://bit.ly/404NxgJ
([1]0)Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.
([1]1) Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında ÖSO saflarında Halep kuzeyinde savaşan aşiret savaşçısı ile görüşme, 12 Mart 2023.
([1]2) Levent Kemal, 19 Eylül 2015’ten 27 Mart 2016’ya kadar bu alanda gelişmeler için bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/416exNB . 27 Mart - 23 Haziran 2016 arasındaki gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3nRS5te 23 Haziran – 10 Temmuz 2016 gelişmeleri gösteren bilgilendirme için bkz: https://bit.ly/3Ulv2mH
([1]3) TRT Haber, 'Sınırımızda bir terör koridorunun oluşmasına rıza göstermeyiz', 2 Eylül 2016, http://bit.ly/3ZONW6H
([1]4) Wladimir van Wilgenburg, Kurdish militia aims to connect Kurdish enclaves in Syria, 23 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/3ZONZiT
([1]5) Bu konuda bazı haberler: Wladimir van Wilgenburg,Syrian Kurdish Party declares transitional government, 12 November 2013, Al Monitor, http://bit.ly/416dqNS ; Mutlu Civiroğlu, The Constitution of the Rojava Cantons, 17 Ağu 2014, http://bit.ly/3nNFNlv ; Sedat Ergin, Rusya Suriye’de YPG/PYD üzerinden özerkliğe kapıyı aralıyor; 26 Kasım 2021, http://bit.ly/43giwco ; Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa
([1]6) Frances Z. Brown and Mara Karlin, Friends With Benefits, 8 May 2018, Foreign Affairs, http://bit.ly/3GpWiLa
([1]7) Rudaw, Race for al-Bab tips balance of power in northern Syria, 06 September 2016, http://bit.ly/41baCis
([1]8)TSK destekli ÖSO, Bab ilçe merkezini ele geçirdi, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Şubat 2017, http://bit.ly/3ZNNwgH
([1]9) Afrin merkezi ele geçirildi, NTV, Erişim Tarihi: 18 Mart 2018, http://bit.ly/40QcJIH
(20) Şii militanların Esed rejimi ve Rusya için kara gücüne dönüşmeleri ile ilgili bakınız: Anthony N. Celso, Superpower Hybrid Warfare in Syria, Defense Technical Information Center, 2018, https://bit.ly/40UtmTJ
(2[1]) Russia beefs up troop strength in Aleppo’s Afrin, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2018, http://bit.ly/3KQeU9X
(22) Rus birlikleri Afrin'den çekildi, Anadolu Ajansı, 20 Ocak 2018, http://bit.ly/3MrDFug
(23) Bakınız Harita 2.
(24) Ömer Özkizilcik, Kutluhan Görücü, The Logic of YPG Car Bomb Attacks in Syria: A Strategy of chaos and disorder, SETA, 2021, https://bit.ly/3Kf9Xpz
(25) YPG ve PYD şu anda Tel Rıfat’ın güneydoğusunu da içine alacak şekilde Şehba bölgesini bir kanton olarak tanımlasa da bu bölgede YPG’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın betimlediği ideolojik hatta bir kurumsallaşması bulunmuyor. Diğer bölgelerde, örneğin Kobani ve Haseke’de 2012 yılında çatışmasız şekilde Esed rejiminden devraldığı kurumları dönüştüren ve ABD desteği ile devletleşme eğilimleri göstererek zorunlu askerlik, eğitim müfredatı, asayiş, mali düzenlemeler ve iskân gibi alanlara dair kurumsallaşmaya çalışan örgütün Şehba’daki varlığı tamamen askeri bir nitelikte ve Şam yönetimi kurumlarının şemsiyesi altında devam etmektedir.
(26) YPG Tabka'yı tamamen ele geçirdi, T24, Erişim Tarihi: 11 Mayıs 2017, http://bit.ly/413Ge9I
(27) ABD destekli PKK/PYD Rakka'yı ele geçirdi, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2017, http://bit.ly/3Gq3WVE
(28) ISIS has lost its final stronghold in Syria, the Syrian Democratic Forces says, CNN International, Erişim Tarihi: 23 Mart 2019, http://bit.ly/3ZQMcdd
(29) YPG’nin Fırat’ın doğusundaki kurumsallaşma girişimleri bir nevi belediye özerkliğinden devletleşmeye doğru evirilmeyi tanımlayan bir süreci ifade eder. 2012 yılında rejimden devralınan kurumların önce mahalli daha sonra bölgesel olarak işletilmesi ile örgüt terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm teorisini bölgede uygulamaya başlamıştır. IŞİD’ten alınan bölgelerde mahalli örgütlenmelerin bölgesel üst örgütlenmelere bağlılığı ile oluşturulan bu yönetim şekli 2018 yılından sonra ABD’nin de desteği ile devletleşme eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum YPG’nin Rusya aracılığında Şam rejimi ile özerklik pazarlıklarını sıklaştırdığı dönemi beraberinde getirmiştir.
(30) Barış Pınarı Harekâtı, 9 Ekim 2019 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu grupları tarafından Suriye'nin kuzeyinde YPG'ye karşı başlatılan sınır ötesi askerî harekâttır.
(31) ABD, operasyonun başından bu yana Afrin için ne dedi?, Sözcü Gazetesi, Erişim Tarihi: 22 Ocak 2018, http://bit.ly/3Gl6Knd
(32) Trump to Withdraw U.S. Forces From Syria, Declaring ‘We Have Won Against ISIS’, New Yokr Times, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2018, http://bit.ly/43bZTGp
(33) ABD ile Menbiç mutabakatı, NTV, Erişim Tarihi: 12 Mart 2018, http://bit.ly/3UhrqlE ve Turkish, U.S. military officials reach agreement on plan for Syria's Manbij, Reuters, Erişim Tarihi: 14 Haziran 2018, http://bit.ly/40QzI6u
(34) ABD Menbiç’ten Çekildi Suriye Ordusu Girdi, Voice Of America, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3zDItVt
(35) Fabrice Balanche, For Assad, Manbij Is the Key to East Syria, Washington Institute, Erişim Tarihi: 5 Şubat 2019, http://bit.ly/3Km8kWS
(36) Türkiye ile ABD arasındaki 13 maddelik mutabakatın detayları açıklandı, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 17 Ekim 2019, http://bit.ly/43c00BP
(37) ABD askeri unsurları Suriye sınırından çekiliyor, Anadol Ajansı, Erişim Tarihi: 7 Ekim 2019, http://bit.ly/3mna22l
(38) ABD’nin çekilme görüntüleri: https://bit.ly/40ZXs82 ve US forces relocate its bases in Syria, Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 9 Kasım 2019, http://bit.ly/3ZQVB4u
(39) Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında mutabakat muhtırası imzalandı, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 23 Ekim 2019, http://bit.ly/3ZNHzRc
(40) Syria’s Kurds forge ‘costly deal’ with al-Assad as US pulls out, Al Jazeera, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2019, http://bit.ly/3UhLEvG
(41) Russia-Turkey deal on Idlib no threat to Syria’s territorial integrity, Lavrov affirms, TASS, Erişim Tarihi: 21 Eylül 2018, https://bit.ly/419R7qB
(42) Exclusive: Syrian Kurdish YPG expects negotiations with Damascus soon, Reuters, Erişim Tarihi: 24 Ocak 2019, http://bit.ly/3nL48bE
(43) US-backed YPG, Assad regime agree on decentralized Syria, transferring key cities, Daily Sabah, Erişim Tarihi: 30 Temmuz 2018, http://bit.ly/411r6Kg
(44) مظلوم عبدي: أميركا منعت عملية تركية... وقائد القوات الروسية زارني للتوسط مع أنقرة , Sharq Al awsaat, Erişim Tarihi: 7 Aralık 2022, http://bit.ly/40QdgKH
(45) Bu toplantı 4-5 Aralık tarihinde Bedran Ziya önderliğindeki PYD heyeti ile rejimin askeri ve istihbarat yetkilileri arasında gerçekleşmişti.
(46) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, http://bit.ly/3KCl5y1
(47) Jonas Parello-Plesner, Rojava, Russia’s Next Frozen Conflict?, Hudson Institute, Erişim Tarihi: 4 Ocak 2018, http://bit.ly/43cLqtS
(48) Nicholas Morgan, Moscow plays Turkey and Kurds against each other, Erişim Tarihi: 31 Aralık 2020, https://bit.ly/3GrMzE1
(49) Moskova'da imzalanan ve "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi"nin kurulmasını öngören metin ne anlama geliyor?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 11 Eylül 2020, https://bit.ly/3KCl5y1
(50) Rusya'nın Suriye'deki Kürt hamlesi ne kadar ciddi?, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2021, https://bbc.in/3MoUPZa
(51) Maguire, A. (2020). A Perfect Proxy? The United States–Syrian Democratic Forces Partnership. The Proxy Wars Project. doi: http://bit.ly/3KI5Dka ve Matthew Ayton, Amid US uncertainty in Syria, Kurdish YPG eyes bolstering ties with Russia, Atlantic Council, Erişim Tarihi: 23 Mart 2020, http://bit.ly/3KFUPTm
(52) Last Warning from Russia to SDF: Turkish Military Operation Coming, The Syrian Observer, Erişim Tarihi: 29 Kasım 2022, https://bit.ly/3Ug79gg
(53) Rusya bir yandan YPG’ye karşı Türkiye’yi kullanırken diğer yandan Türkiye ile 2019’da elde ettiği garantör statüsü üzerinden YPG konusunu sıcak tutarak müzakere yollarını açık tutuyor. Anadolu Agency, Erişim Tarihi: 10 Aralık 2022, http://bit.ly/3nVgkXD
(54) Bakınız Harita 3.
(55) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3KfaWWN
(56) Twitter, Levent Tok, https://bit.ly/3UlO3FQ
(57) Rejim unsurları Aralık 2018’de kısmi olarak Menbiç’e giriş yaptı ve 2019 yılının Ocak ayında ortak üssü açtı. 2019 yılındaki Rusya ile Türkiye arasında varılan mutabakat sonrasında Esed rejimi Menbiç’in kontrolünü devraldığını ilan etse de bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Rejim unsurları şehrin batı kırsalında Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarına karşı YPG ile ortak noktalara konuşlandı. ([1]) (58)Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen bu verilendirme: https://bit.ly/3KhBIh1
(59) Yerel kaynaklar ve açık kaynaklardan elde edilen verilere göre verilen bu sayı gün ve saldırı biçimi karşılaştırılması yapılarak elde edilmiştir. Kırsal alandaki üsler, Suriyeli muhalif gruplara ait rapor edilmemiş bazı saldırılar bu sayı içinde olmayabilir.
(60) Taksim İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı: 6 can kaybı, 81 yaralı, NTV, Erişim Tarihi: 13 Kasım 2022, http://bit.ly/438vlp7
(61) Terör örgütü YPG/PKK'nın Karkamış'a roketli saldırısında 2 kişi hayatını kaybetti, Anadolu Ajansı, Erişim Tarihi: 21 Kasım 2022, https://bit.ly/3MsYpBF
(62) Kilis sınırında roketli saldırı, NTV, Erişim Tarihi: 22 Kasım 2022, http://bit.ly/41dKOT7
Bu rapor, Suriye sahnesinde Mart ayındaki en önemli olayları üç ana eksen içinde inceliyor: Siyasi eksende, Arap dünyasının Esed rejimi ile normalleşmesi, bazı Arap taraflarının Esed’i Arap Birliği'ne geri döndürme çabalarına ve Suriye muhalefetinin Arap ve bölgesel normalleşmeyle Esed rejimine karşı adımlarının olmamasına işaret ediyor. Güvenlik ekseninde ise, İsrail'in hava saldırılarının artması ve alanının genişlemesi tartışılırken, Amerikan güçleri ile İran destekli milisler arasındaki güvenlik gerilimi Suriye'nin doğusunda arttığı ve YPG/SDG unsurların, IKBY bölgesindeki Süleymaniye vilayetine giden ve düşen iki helikopterde ölmesi ele alınıyor. Son olarak, ekonomik eksende, deprem mağdurlarına insani yardım faaliyetlerinin önemli ölçüde gerilemesi, gıda fiyatlarının yükselmesi ve Suriyeli vatandaşların satın alma gücünün azalmasıyla ilgili konulara değinirken, rejimin yolsuzluk ağının, halkın yaşam standartlarını ve ekonomik istikrarlarını tehdit etmesine odaklanıyor. Esed rejiminin insani yardım kaynaklarını arttırmak ve ekonomik yaptırımları kaldırmak için uluslararası toplumu tehdit etmeye devam ettiği vurgulanıyor.
Suriye’de Şubat ayındaki siyasi gelişmeler arasında, Suudi Arabistan'ın Esed rejimiyle ilişkilerini yeniden kurması en önemli olaylardan biri oldu. Suudi Dışişleri Bakanlığı, rejim hükümetiyle konsolosluk hizmetlerini yeniden başlatmaya yönelik çalışmaların başladığını duyurdu ve Suudi Arabistan'ın Esed rejimini Arap zirvesine resmi bir şekilde davet etmeyi ciddi bir şekilde düşündüğü görülüyor. Suudi Dışişleri Bakanının, Esed rejimini izole etmek yerine diyalogun gerekli olduğunu vurgulaması, özellikle Mısır'ın Şubat ayında Şam'ı ziyaret etmesi bu bağlamda öne çıktı. Ayrıca Esed'in on yılı aşkın bir süre sonra ilk kez Mısırlı bir Bakan ile görüşmesi, Mısır'ın Suriye dosyasına olan ilgisinin artmasına yol açtı. Öte yandan, Esed rejiminin Arap Ligi'ne geri dönüşü, Arap ülkeleri arasında uyum eksikliği nedeniyle yakın gelecekte mümkün görünmüyor çünkü Katar ve diğer Arap ülkeleri, Esed rejimi tarafından gerçek değişikliklerin uygulamaya sokulmadan rejimle ilişkileri yeniden kurmayı reddediyor.
Ayrıca, Beşar Esed, Rusya'nın Ukrayna'yı istila etmesinden bu yana ilk kez resmi bir ziyaret için Moskova'ya gitti. Ziyaret, Türkiye'nin Esed rejimiyle ilişkilerinde ilerleme kaydetmek için Rus çabalarının bir parçası olarak gerçekleşti. Ancak Esed yönetimi, Türkiye'nin bu yakınlaşmayı önlemek için sarf ettiği çabalar karşısında hiçbir ilgi göstermiyor, Türkiye’deki seçimlerden önce somut adımlar atmaktan kaçınıyor ve Dışişleri Bakanları veya liderler seviyesinde herhangi bir toplantı gerçekleşmeden önce, Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyinden çekilmesinin zaman çizelgesinin belirlenmesiyle ilgili ön koşulunu beyan etti.
Öte yandan, resmi Suriye muhalefeti siyasi sahnede yokluğunu koruyor. Muhalefet organları, Suriye devriminin en azından en düşük taleplerini karşılayacak politikalar öneremiyor, böylece 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak siyasi süreci ilerletemiyor.
İran'ın Suriye'deki nüfuzunun arttığına dair göstergeler var. İsrail ise Şam, Halep, Humus ve Tartus vilayetlerindeki güvenlik ve askeri hedeflere dönük hava saldırıları ve füze saldırıları gerçekleştirmeye devam ediyor. SBu saldırılar, Halep Uluslararası Havaalanı'nın birkaç gün boyunca hizmet dışı kalmasına neden oldu ve İran Devrim Muhafızları'nın bir danışmanı olan Milad Heidari'nin Şam'ın güneybatısında ölümüne neden oldu. İsrail, bu bombardımanların İran Devrim Muhafızları'na ait silah ve mühimmat siteleri, silah ve savaş ekipmanı taşıma yolları hedef aldığını söylüyor.
Suriye'nin kuzeybatısında, sivil haklarla ilgili yasal bir çerçeve ve sivil-askeri güvenlik ilişkilerinin düzenlenmesindeki eksiklikler nedeniyle sivillere yönelik ihlaller devam ediyor. Cinderes bölgesinde SMO’ya bağlı Ceyş el Şarkiye grubuna ait unsurlar tarafından Nevruz Bayramı kutlayan Kürt sivillerine yönelik bir saldırı gerçekleşti. Bölgede halkın öfkesi ve protestoları birkaç gün boyunca devam etti ve suçluların hesap vermesi ile askeri grupların şehir merkezlerinden ve kasabalardan ayrılması talep edildi. Suriye muhalefeti saldırıyı kınadı. Hayatını kaybedenlerin cenazelerine katıldı ve ailelerine başsağlığı ziyareti gerçekleştirdi. Sorumlular Askeri Polis’e ve Askeri Mahkeme’ye teslim edildi.
Öte yandan, Dera vilayetinde ayrı ayrı gerçekleşen güvenlik olayları sonucunda aylar boyunca 21 kişi suikastlerde ve 19 kişi değişik güvenlik olaylarında hayatını kaybetti. Vilayetin kontrolü rejim güçleri tarafından sağlandıktan sonra yapılan uzlaşma anlaşmalarından bu yana, rejime bağlı ve muhalif askeri personelleri hedef alan suikastler vilayetin en belirgin özelliklerinden biri haline geldi.
Son günlerde, Suriye’nin kuzeydoğusunda Amerikan güçleri ile İran destekli milisler arasında güvenlik gerilimi yaşanıyor. Haseke kırsalındaki bir koalisyon üssüne yönelik insansız hava aracı saldırısı sonucunda bir Amerikan müteahhidi öldürüldü ve 5 asker ile başka bir müteahhit yaralandı. Bunun üzerine Amerikan güçleri birkaç hedefi hava saldırısıyla bombaladı. Bunlardan en önemlisi Deyr ez-Zor şehrinde İran yanlısı gruplara ait bir silah deposuydu. Ayrıca Meyadin Çölü ve Ebu Kemal kırsalındaki askeri mevziler ve hedefler de vuruldu. İran destekli silahlı unsurlar arasında onlarca ölü ve yaralı olduğu aktarıldı. Milisler de Amerikan üslerine saldırılar düzenledi, El Ömer petrol sahası ve Deyr ez-Zor'daki Koniko gaz tesisine kamikaze dronlar ve füzelerle saldırdılar. Bu gerilimin ilk örneği olmadığı, İran destekli Şii milislerle Amerikan güçleri arasında Suriye'de sıklıkla karşılıklı bombardımanlar yaşandığı biliniyor. Amerikan yetkililerine göre, milisler 2021'den bu yana Suriye'deki koalisyon güçlerine yaklaşık 78 roket, havan topu ve mayınlı dron saldırısı düzenledi. Ancak bu olayların bölgesel gelişmelere yansıması muhtemelen daha önemlidir. Bu saldırılar, Amerika Merkez Kuvvetleri Komutanı (CENTCOM) Generali Michael Kurilla'nın YPG/SDG liderliğiyle yaptığı görüşmelerden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Ayrıca, Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkilerin Çin desteğiyle yeniden başlatılması da bu olaylarla aynı döneme denk geldi.
Son günlerdeki önemli bir gelişme, SDG ‘terörle mücadele birimleri’ (YAT) isimli yapının bünyesinde yer alan dokuz kişinin ölümü oldu. İki helikopterin Süleymaniye'ye taşıdığı sırada düşmesinin ardından, birim komutanı Şervan Kobani dâhil olmak üzere söz konusu dokuz unsurun ölümü ilan edildi. SDG, açıklamasında helikopterlerin kötü hava koşulları nedeniyle düştüğünü belirtti, ancak birimlerinin askeri helikopterlerini kullanımını ilk kez açıklaması ve olayın, Türkiye'nin PKK'nın faaliyetlerine karşı tepkisi olarak Süleymaniye'de artan faaliyetler gösteren bölgede meydana gelmesi nedeniyle resmi hikâyeye ilişkin sorular gündeme geldi. Ayrıca, ölen dokuz unsurun, Cizre, Kobani ve Afrin bölgelerinden gelmesi, bu da YPG/SDG içindeki iç çatışmalar hakkındaki tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Bir taraf, uluslararası koalisyon kuvvetleri ve ABD'ye yakın Suriyeli liderlikler tarafından temsil edilirken, diğer taraf Kandil yönetimini temsil ediyor.
Suriye'nin kuzeybatısındaki bölgeler, Mart ayının başından bu yana afetten etkilenenlere yönelik insani yardım faaliyetlerinde %35'lik belirgin bir düşüş yaşandı. Halep ve İdlib kırsallarındaki binlerce aile fiyatların Ramazan ayında yükselmesiyle günlük bir öğün yiyecek temin etmekte aciz kaldı. Ayrıca, bölgede yoksulluk oranları yükselirken, halkın satın alma gücü düştü. Gıda fiyatları %38,6, tahıl fiyatları %32,3 ve süt ürünleri fiyatları %24,4 oranında arttı. Deprem felaketi ve savaş sonrası müdahale çabaları kapsamında, Suriye Forum’u, Suriye-Amerikan Tıp Derneği ve Sivil Savunma örgütü, "Ortak Operasyonel İttifak"ı oluşturduklarını duyurdu. Bu ittifak, örgütlerin çabalarını birleştirmek ve erken ekonomik iyileşme projelerinde çalışmayı artırarak bölgedeki yaşam standartlarını yükseltmeyi amaçlıyor.
Rejim bölgesinde ise, Ramazan ayında hayat pahalılığın artması ve yolsuzlukların krizi derinleştirmesi, ekonomi politikalarının hala yokluğu ve Esed rejiminin kurumlarındaki yaygın yolsuzluk ve kriz tüccarlarının haksız kazanç sağlaması konusunda körlüğü, yaşam standartlarının kötüleşmesi üzerinde gölge düşürüyor ve insanların istikrarını baltalıyor. Gençleri yoksulluk sınırına ve Suriye'den göç etmeyi düşünmeye itiyor. Mart 2023'ün sonunda, Suriyeli ailelerin yaşam maliyeti 5,6 milyon Suriye lirasına yaklaştı. Suriye Lirası’nın değer kaybetmesi ve etkisiz para politikası nedeniyle, Suriye ile komşu bölgeler arasındaki fiyat farkı, Lübnan ve Irak sınırındaki büyük bir kaçakçılık hareketine yol açıyor. Sınırda haftalık 400 sığır ve koyun kaçakçılığı gerçekleşiyor. Bu durum, sığır fiyatının Şam'da bin dolar iken Lübnan'da 1500 dolar ve koyun fiyatının 200 dolar iken Lübnan'da 400 dolara kadar çıkması nedeniyle yerel pazarlardaki et arzını azaltıyor ve fiyatları artırıyor. Suriye'deki deprem zararlarıyla ilgili olarak, Beşar Esed, maddi kayıpların 50 milyar doları aştığını söyledi, ancak Dünya Bankası bunu 5,1 milyar dolar olarak tahmin etti. Rejim, yardım veren ülkeleri daha fazla yardım almaya ve ekonomisine yönelik yaptırımları kaldırmaya teşvik etmek için zararları abartıyor ve depremi araçsallaştırıyor. Suriye'nin doğu bölgelerinde, Haske ve Deyr ez-Zor'da kuraklık sezonu birçok ürünün üretiminden çıkmasına neden oldu. Buğday üretiminin %25'ini tehdit eden bir durumda, diğer alanlar da üretim beklentilerinin altında kaldı. Yağmurun azalması, Suriye'nin yarısından fazlasının ekildiği 500 bin hektarlık araziyi etkilerken, sulama maliyetlerini de günlük olarak yüz binlerce lira yakıt ve diğer giderlerle artırıyor. Ayrıca, yabancı ülkelere bağımlılığı ve Rusya'ya olan bağımlılığı artırıyor.
Bu bülten, Ocak ayı içerisinde Suriye’de gerçekleşen en önemli siyasi ve askeri gelişmeleri derlemektedir. Siyasi açıdan bu ay en çok öne çıkan gelişme, Türkiye’nin Esed rejimi ile bir normalleşme sürecine girmiş olmasıdır. Moskova’da gerçekleşen üçlü zirvede Türkiye Savunma Bakanı ile Esed rejiminin Savunma Bakanı, Rus Savunma Bakanı’nın arabuluculuğuyla bir araya gelmiştir. Türkiye ile Esed rejimi arasındaki bu sürece dair Rusya ve ABD arasında iki farklı yaklaşımın ortaya çıktığı ve bu iki yaklaşımın iki ayrı yöne doğru çalıştığı tespit edilmiştir.
Askeri açıdan ise en çok ön plana çıkan şey İsrail’in İran’ın Suriye’deki varlığını ve etkisini sınırlandırmak üzere gerçekleştirdiği hava saldırıları olmuştur. İran Devrim Muhafızları ve Lübnan Hizbullah’ına karşı düzenlenen ve Şam Uluslararası Havaalanı’nı hedef alan hava saldırıları öne çıkmıştır. Ayrıca Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve YPG’nin siyasi gelişmelere binaen sahadaki gücünü göstermeye yönelik askeri hareketliliği de dikkat çekmiştir.
Ocak ayının ilk günlerinde Arap devletlerinden ve İran’dan Esed rejimine yönelik siyasi adımlar atıldığına tanıklık edilmiştir. Türkiye, Rusya ve Suriye arasında Moskova’da yapılan üçlü zirvenin ardından, bu aktörler yeni siyasi gelişmeye ayak uydurmaya çalışmışlardır. İran, Türkiye ile Esed rejimi arasındaki normalleşme sürecine katılmak için bazı adımlar atmış ve bunda başarılı olmuştur. Bu bağlamda İran Dışişleri Bakanı Şam’ı ziyaret etmiş ve Beşar Esed ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu adım, İran olmaksızın Suriye’de bir çözümün olmasının mümkün olmadığının altını çizmek için yapılmıştır. Nitekim Ocak ayının sonunda Esed rejiminin Savunma Bakanı’nın Tahran’ı ziyaret etmesi de Esed rejimi açısından İran’ın bypass edilmesinin kabul edilmeyeceğini göstermektedir. İran’ın bu hamleleri sonrasında Rus Dışişleri Bakanı İran’ın Türkiye ile Suriye arasındaki sürece katılması yönünde açıklamaları olmuştur. Bu noktada iki ülke arasındaki normalleşme görüşmelerinin arabulucusu olan Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi’nin Şam’a gerçekleştirdiği ziyaret, Esed rejimini Türkiye ile gerçekleşecek daha üst düzeydeki bir zirveye ikna etmeye yönelikti.
Arap ülkeleri açısından, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı’nın Şam’a yaptığı ziyaret ve bu ziyarette Suriye’nin bölgesel olarak normalleşmesini desteklediklerini açıklaması dikkate değerdir. Bu bağlamda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamayı doğru okumak gerekmektedir. Açıklamada, Suudi Arabistan’ın müttefikleri ile Arap ülkelerinin Şam’a yönelik politikasını koordine etmeye yönelik istişarelerde olduğu dile getirilmiştir.
Suriye muhalefeti açısından ise Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü tarafından yayınlanan bir rapor öne çıkmıştır. Raporda 2018 yılında Esed rejiminin Şam’ın banliyösündeki Duma’da kimyasal silah kullandığı belgelenmiştir. Bu rapor, Suriye muhalefetinin birçok Batılı diplomat, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve Mısır Dışişleri Bakanlığı ile görüşmelerini sıklaştırma imkânı sağlamıştır. Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) İngiltere ve Fransa Dişleri Bakanlıkları ile bir görüşme yapmış ve bu ülkeler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını desteklemeye devam edeceklerini ifade etmişlerdir. Suriye dosyası ayrıca ABD’nin Türk yetkilileri ile yaptığı görüşmede ve Rusya’nın Mısır ve Suudi Arabistan ile yaptığı görüşmelerde de yerini almıştır.
Uluslararası siyasi gelişmeler incelendiğinde, Suriye’de etkin devletlerin farklı yol haritaları benimsedikleri ve buna bağlı olarak Suriye sahasında yeni ittifakların ve işbirliklerinin oluşabileceği görülmektedir. Bir yandan ABD Türkiye’yi Rusya’nın oluşturduğu Esed rejimi ile normalleşme sürecinden vazgeçirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin hem normalleşme sürecinden vazgeçmesi hem de YPG’ye karşı yeni bir askeri harekât düzenlememesi için Türk-Amerikan anlaşması gerekmektedir. Böyle bir anlaşmanın hayata geçirilmesi adına Türkiye ve ABD’nin iki konu üzerinde mutabık kalmaları gerekmektedir: ABD’nin YPG’ye olan desteği ve İşveç ile Finlandiya’nın NATO’ya katılma talepleri. Türkiye, ABD’nin YPG’ye olan desteğini kesmesini ve YPG’nin Türkiye sınırından 30 km uzaklaşmasını ve İsveç ile Finlandiya’nın PKK ile ilintili kişilerin iade etmesini ve YPG’nin kurduğu sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne olan desteklerini sonlandırmalarını talep etmektedir. Eğer bu konu üzerinde bir mutabakat sağlanırsa, Türkiye Rusya arabuluculuğuyla Esed rejimi ile normalleşme sürecini sonlandırabilir.
Diğer yandan Rusya, Türkiye ile olan üçlü görüşmeleri güçlendirerek Esed rejimini uluslararası topluma yeniden dâhil etme arayışındadır. Bunun için üçlü zirvenin genişletilmesi, önce İran’ın ve sonra BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’ın da sürece dâhil edilmesini hedeflemektedir. Ancak bu yaklaşım Türkiye ile Esed rejimi arasında saha gerçekliklerindeki ciddi farklılıklar ve uzlaşması oldukça çok zor farklı yaklaşımlar içerisinde olunması sebebiyle ilerlemesi de zordur. Saha gerçekliklerinin sağladığı engellere ilaveten, Esed rejiminin Türkiye’nin taleplerini karşılamak için bir kapasitesinin olup olmadığı meçhuldür. Normalleşme sürecinin başarı ile sonuçlanması beklenmemektedir. Ancak Astana sürecine benzer bir sürecin yaşanması daha muhtemeldir. Önce hızlı ve üst düzey görüşmeler ile başlayan sürecin zamansal sınırları ve yol haritasını belirle(ye)meden, siyasi bir çözüme doğru ilerlemeden ve bir uzlaşı sağlanmadan bunun sürüncemede kalması beklenmektedir.
YPG açısından değerlendirildiğinde, YPG’nin ittifaklarını genişletmeye ve Suriye muhalefetinin içinden yeni grupları kazanmaya çalıştığı görülmektedir. Böylelikle kendi pozisyonunu olası bir Türkiye-Esed rejimi anlaşması veya normalleşmesine karşı hazırlamaktadır. Nitekim YPG gerçekleşen görüşmeleri kendisinin aleyhinde olduğunu değerlendirmektedir. YPG’nin üst siyasi çatısı olan Suriye Demokratik Konseyi, Kamışlı’da Suriye Ulusal Birlik Partisi ile Suriye’nin geleceğine dair ortak vizyon ve ortak değerler üzerinde anlaştıklarını deklare ettiler. Suriye Demokratik Konseyi Eşbaşkanı Amina Omar bu mutabakatın gelecek dönemdeki iş birliği için bir zemin oluşturduğunu ve ortak siyasi kurullarda bu mutabakatın genişletileceği ve detaylandırılacağını belirtmiştir. Suriye Ulusal Birlik Partisi’nin Genel Sekreteri Aram Domani ise Suriye Demokratik Konseyi ile Suriye’de çoğulcu, âdemi merkeziyetçi bir sistemin kurulması gerektiği konusunda uzlaştıklarını açıkladı.
Ocak ayının başında İsrail, Şam Uluslararası Havaalanı’na yönelik bir hava saldırısı gerçekleştirdi ve bölgedeki İran Devrim Muhafızları ile Lübnan Hizbullah’ına ait unsurları hedef aldı. Hava saldırısı sonucunda Şam Uluslararası Havaalanı 10 saat boyunca çalışmalarını durdurdu ve böylelikle ikinci kez İsrail hava saldırıları böyle bir etki gösterdi. Rejim ilk defa Haziran 2022’de havaalanı çalışmasını İsrail hava saldırıları nedeniyle durdurmak zorunda kalmıştı. Tüm bunlara rağmen söz konusu hava saldırıları İsrail’in genel stratejisinden ayrışmamaktadır ve kara, deniz ve hava yoluyla olan silah sevkiyatlarını hedef alarak İran’ın Suriye’deki etki alanını sınırlandırmayı amaçlamaktadır.
Beş yılın ardından, Halep’in doğusundaki El Cerrah Askeri Hava Üssü Rusya ve Esed rejiminin ortak kullanımı için tekrar faaliyete alınmıştır. Hava üssü 2017’den beri kullanılmamaktaydı. Savaşın ilk yıllarında Esed rejimi bu hava üssünden hareketle Halep vilayetinin doğu bölgelerini hedef almaktaydı. 2013 yılında Esed rejimi bu hava üssünü kaybetmişti. Hava üssünün YPG kontrolündeki Menbiç bölgesi ile Suriye Milli Ordusu’nun kontrolündeki Kuzey Halep bölgesine yakınlığı sebebiyle stratejik bir önemi bulunmaktadır.
Kuzeybatı Suriye’de HTŞ rejim savunma hatlarına yönelik Güney İdlib, Batı Halep ve Kuzey Lazkiye bölgelerinde dört askeri operasyon düzenlemiştir. Geçtiğimiz Aralık ayında toplam sekiz operasyon gerçekleştirmişti. İngimasi olarak isimlendirilen bu saldırılar sadece HTŞ unsurları ile sınırlı değildi. Ensar el Tevhid ve El-Kaide’ye biatlı Hurras Ed-Din grupları İdlib’in güneyinde Esed rejimine karşı operasyonlar düzenlediler. HTŞ bu operasyonları olumlu karşılamış ve karşı çıkmamıştır. Bilindiği üzere, HTŞ uzun süredir küresel cihat hareketlerini yerelleştirmeyi ve kendi kontrol alanı içinde tutma amaçlı, bu tarz yapıların etki ve operasyon alanını sınırlandırmaktaydı. Diğer bir gelişme olarak, Suriye’den Ukrayna’ya giden küçük bir savaşçı hareketliliği devam etmektedir. İdlib’te bulunan bazı yabancılar – özellikler Çeçen uyruklu olanlar – Suriye’yi terk edip kaçakçılar vasıtasıyla Ukrayna’ya gitmektedirler. Bu unsurlar, HTŞ’nin İdlib’te onlar üzerindeki sınırlandırıcı politikaları, Suriye’deki görece sakin ortam sebebiyle, aktif çatışmanın devam ettiği Ukrayna hattını tercih etmektedirler.
Suriye’nin doğusuna ilişkin YPG/SDG’nin Genel Komutanı Mazlum Abdi Ayn el Arab’ın (Kobane) Kürtler için sembolik önemi sebebiyle, Türkiye’nin Şubat ayında bu bölgeye askeri operasyon düzenlemesini beklediğini açıklamıştır. Türkiye’nin tehditlerinin ciddi olduğunu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesi oy kazanma hedefiyle bu operasyonu yapmasını öngördüğünü belirtmiştir.
YPG kendi kontrol alanında gerçekleştirdiği güvenlik operasyonları kapsamında Kamışlı yakınlarındaki Tel Hamis’e bağlı El Kayravan köyünde bir silah ve mühimmat deposu tespit ettiklerini ve bu depoda intihar saldırısı için gerekli ekipmanlar bulunduğunu açıkladı. Ayrıca YPG’ye bağlı İç Güvenlik Güçleri (Asayiş) tarafından Kamışlı bölgesinde gerçekleştirilen diğer operasyonlar sonucunda İŞİD ile çalıştıkları gerekçesiyle 36 kişinin tutuklandığını belirtildi.
Suriye’nin güneyindeki Dera bölgesindeki kaos devam etmektedir. Bölgedeki tutuklanmalar ve suikast saldırıları sürmektedir. Dera vilayetinde 16 hukuksuz tutuklama vakası ve siviller, eski ÖSO unsurları ve rejim unsurlarına yönelik 31 suikast girişimi yaşanmıştır.
6 Şubat tarihinde Türkiye merkezli 7.5 ve 7.8 büyüklüğündeki depremler, Suriye’nin kuzeybatı bölgesini de etkiledi ve depremde oluşan yıkım sonucunda Suriye’de 5 bin 900 kişi hayatını kaybetti ve binlerce kişi de yaralandı. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgede 137 yerleşim yeri depremden etkilendi. Depremden olumsuz etkilenen insan sayısının bir milyonun üzerinde olduğu ve bunun bölgede yaşayan toplam nüfusun dörtte biri olduğu değerlendirilmektedir. Kuzeybatı Suriye’de hayatını kaybeden insanların sayısı 4,540 olmuştur. Yaralanan kişi sayısı ise 7,789 olmuştur. Bölgede 1,869 bina yıkılırken, 8,731 bina ağır veya orta ölçekli hasar görmüştür. Bölgede bulunan 55 sağlık tesisi kısmen zarar görmüş veya yıkılmıştır. Bölgedeki sağlık alt yapısı COVID-19 salgını, kolera salgını ve diğer sağlık sorunları devam ederken deprem sebebiyle bölgedeki ihtiyaçları karşılayamadı. Bu aylık bülten Şubat 2023’teki deprem felaketinin Suriye’de oluşturduğu siyasi, ekonomik, insani ve güvenlikle ilgili sonuçlara odaklanmaktadır.
Suriye’de alışık olunduğu üzere, Esed rejimi depremi diğer insani konularda da yaptığı gibi siyasi amaçları doğrultusunda araçsallaştırmıştır. Depremin ilk saatlerinden itibaren Esed rejimi Suriye’deki depremzedelere gelecek insani yardımlardan siyasi çıkar elde etmek için adımlar atmıştır. Bu bağlamda Esed rejimi Birleşmiş Milletler’e ve üye ülkelere acil yardım talebinde bulunmuştur fakat deprem bölgesinin neresi olduğu tanımlanmamıştır. Esed rejimi lideri Beşar Esed’in Halep’e depremden dört gün sonra yaptığı ziyaret sonrasında deprem bölgelerinin neresi olduğunu tanımlamıştır. Böylelikle Esed rejimi gelen insani yardımların deprem bölgesine değil, kendi kontrol alanlarına gelmesini sağlamıştır. Buna ilaveten, Esed rejimi ile iletişim kanallarını ve diplomatik ilişkilerini tekrar canlandırmak isteyen fakat çekimser davranan devletler açısından deprem önemli bir fırsat sağlamıştır. İnsani yardım örtüsü altında Şam ile doğrudan diplomatik temaslar gerçekleştirmişlerdir. ABD ve Avrupalı ülkelerin deprem sebebiyle Esed rejimine karşı olan yaptırımları hafifletmesi bu çekimser ülkeleri cesaretlendirmiştir. Arap ülkeleri ve Batılı ülkelerden birçok diplomat Şam’ı ziyaret etmiş ve diplomatik temaslarda bulunmuştur. Üst düzey ziyaretler arasında Ürdün, BAE ve Mısır Dışişleri Bakanı’nın Şam ziyaretleri dikkat çekmektedir. Gerçekleşen ziyaretlere ilaveten, yıllar sonra ilk defa Mısır Cumhurbaşkanı Abdelfettah Sisi doğrudan Beşar Esed ile telefon konuşması gerçekleştirmiştir. İlaveten, Beşar Esed Umman Krallığı’na resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir ve Umman Sultanı ile görüşmüştür.
Ancak bu devletlerin insani diplomasi bağlamında gerçekleştirdikleri bu diplomatik temasların sadece Esed rejimine yönelik olmasına karşın Suriye muhalefetini kapsamamasından aceleci çıkarımlarda bulunulmamalıdır. Bu temasların bir deneme olduğu ve sürecin işleyişine göre ve ülkelerin beklentilerinin karşılanıp karşılanmamasına göre bu diplomatik temasların devam edip etmeyeceği belirlenecektir.
Diğer yandan Türkiye ile Esed rejimi arasındaki görüşmelerin de deprem sebebiyle aksadığı ve Türk tarafının deprem ile ilgilendiği gözlemlenmiştir. Görüşmelerin deprem öncesi de duraksama sinyalleri vermesinden ötürü Türkiye ile Esed rejimi arasındaki normalleşme çabalarının ne denli zor olduğu ve bu görüşmelerin altını dolduracak dinamiklerin olgunlaşmadığı gözlemlenmektedir. Saha gerçeklikleri değişmeden, Türkiye ile Esed rejimi arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerde yeni bir sayfanın açılmasının düşük bir ihtimal olduğu değerlendirilmektedir.
HTŞ depremden önce Lazkiye’nin kuzeyindeki Kibene cephesindeki Tel El Burkan mevzisindeki rejim unsurlarına yönelik askeri operasyon düzenlemiştir. Operasyon sonucunda 10 rejim unsurunun hayatını kaybettiği belirtildi. HTŞ’nin düzenlediği bu operasyonun amacının, kendisinin vazgeçilmez olduğunu ve görmezden gelinebilecek bir aktör olmadığını hatırlatmak olduğu değerlendirilmektedir. Şubat ayının sonlarına doğru ise HTŞ’ye bağlı unsurlar Afrin’den Azez’e doğru giden yolun üzerindeki Kafr Cenne’deki Sultan Murad Tümeni’ne ait Öncü Kamp’ı bastı. Baskın sonrası Suriye Milli Ordusu’na bağlı birliklerin harekete geçip bölgeye konvoylar göndermesi ve Türk tarafının baskıları sonucunda HTŞ birliklerinin bölgeden çekildiği aktarıldı. HTŞ’nin bu hamlesi SMO içerisindeki Üçüncü ve İkinci Kolorduları arasındaki çekişmelerin yükseldiği bir dönemde ve HTŞ’ye yakın olduğu bazı birliklerin Şehba Topluluğu adında ilan ettikleri yeni yapı sonrası gelmektedir. Bilindiği üzere Üçüncü Kolorduya bağlı Ahrar el Şam Doğu Sektörü, Ahrar el Tevhid ve Nureddin Zengi Hareketi yeni bir birliktelik ilan etmişti.
Diğer yandan İsrail İran’ın Şam ve Güney Suriye’deki varlığına yönelik askeri ve güvenlik hedeflerine karşı düzenlediği hava saldırılarını sürdürmüştür: 1) Şam’ın Kafr Suse mahallesindeki apartman, İran Devrim Muhafızları’na bağlı komutanların yaptığı bir toplantı esnasında imha edildi. 2) Şam’ın güneyindeki Seyyidina Zeynep türbesinin yakınlarındaki İran karargâhı hedef alındı. 3) Esed rejime bağlı Birinci Tümen’in 91’inci Tugayı’nın bulunduğu El Marana ve El Mukayliba’daki iki ayrı üs bombalandı. 4) Şam’ın batısındaki El Kisve’ye yakın Cebel El Mana’daki Birinci Tümen’e bağlı Hava Savunma bataryaları hedef alındı. 5) Suveyde vilayetinin kırsal bölgesindeki Şahba kasabasının yakınındaki Tel El Masih’deki radar sistemi imha edildi. Göründüğü üzere İsrail, İran’ın depremi fırsata çevirerek Lübnan Hizbullah’ına insani yardım kisvesi altında silah ve askeri ekipman göndermesinden endişelenmektedir. Bilindiği üzere, İran kara ve hava yoluyla Suriye’ye insani yardım göndereceğini ilan etmiştir. Bu açıklama İsrail’in endişelerini artırmıştır. Nitekim İsrail önceki tarihlerde Suriye’ye giden insani yardım adı altında İran’in silah ve askeri ekipmanlarını tespit etmiş ve hedef almıştır.
Dera bölgesinde ise siyasi ve güvenlik kaosu devam etmektedir. Bölgede sivil ve rejim ile muhaliflere bağlı askeri hedeflere karşı suikastler sürmektedir. Dera’nın batısındaki İnkil-Casim yolu üzerindeki, Dera’nın batısındaki Yadude-Muzayrib yolu üzerindeki ve Dera şehir merkezindeki El Matar mahallesindeki birçok rejim kontrol noktası hedef alınmıştır.
Suriye’nin kuzeydoğusundaki Türk güvenlik operasyonu iki haftalık aranın ardından tekrar canlanmıştır. Yapılan ilk SİHA operasyonu Ayn El Arab (Kobane) yakınlarındaki Manaz köyünde sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Finans Departmanı’ndaki muhasebe arabası hedef alınarak etkisiz hale getirilmiştir. Gerçekleştirilen diğer bir SİHA operasyonunda ise Kamışlı kırsalındaki Halil Münci’nin aracı hedef alınmıştır. YPG kaynakları kendisinin sivil olduğunu iddia ederken, Türk yetkililer kendisinin Kasım ayındaki İstanbul İstiklal Caddesi saldırısı ile irtibatlı olduğunu belirtmişlerdir. Buna ilaveten YPG bir savaşçısının ve iki sivilin bombalı araç saldırısı sonucunda hayatını kaybettiğini ifade etmiştir.
Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen iki depremin Suriye’de oluşturduğu yıkım Türkiye’deki kadar büyük olmasa da 5 bin 900 kişi hayatını kaybetmiştir. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı 4 bin 400 seviyesindeyken, Esed rejiminin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı bin 414 olmuştur. Deprem esnasında yıkılan bina ve ağır veya orta ölçekli hasar görmüş binaların çoğunluğu Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği Haram, Sarmada ve Cinderes üçgeni içerisindedir. Ancak Türkiye’den farklı olarak, Suriye’deki can kaybı olması gerektiğinden fazla olmuştur. Nitekim depremin gerçekleşmesinin ardından özellikle Suriyeli muhaliflerin bölgelerine insani yardım ulaşımı aksamıştır. Bölgeye ilk insani yardım depremden üç gün sonra ulaşmıştır. Ayrıca bölgeye yurtdışından sadece 18 kişiyi kapsayan iki arama-kurtarma ekibi gitmiştir. Bölgedeki depreme müdahale genellikle Suriyelilerin oluşturduğu ve AFAD’ın eğittiği Beyaz Baretliler gerçekleştirmiştir. Buna ilaveten Suriye Milli Ordusu da imkânları ölçüsünde deprem sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere 9 Şubat ile 17 Şubat arasında toplamda 399 tır ayni yardım ulaşmıştır. Bölgeye yönelik toplanan ve vaat edilen nakdi yardım ise $560,338,940 – $658,025,433’dır. Bölgeye yapılan ayni yardımlar açısından yaşanan en önemli aksaklık BM’nin uygulaması sebebiyle oluşmuştur. Cilvegözü-Bab El Hawa sınır kapısı için BM Güvenlik Kurulu Kararı gereğince izin bulunmaktadır. Bölgeye giden diğer kapılar için izin yoktur. Söz konusu bu kapıya lojistik anlamda ulaşımda sorunlar yaşanması sebebiyle yardım gönderilememiştir. Bölgeye giden diğer sınır kapıları üzerinden insani yardımların ulaştırılması için Esed rejimi gelen baskılar sonucunda ancak depremden 8 gün sonra geçici olarak izin vermiştir.
Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerde ise depremin oluşturduğu hasarın Lazkiye vilayetinin Hatay’a sınır bölgeleri ile Halep şehir merkezi ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Ayrıca Hama vilayetinde de nispeten küçük hasarlar meydana gelmiştir. Buna karşın Esed rejimi bölgelerine kıyasla daha hızlı ve daha fazla insani yardım geldiği görülmektedir. Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelere düzenlenen 93 uçak seferi ile toplam 100,822,802 ayni yardım ulaştırılmıştır. Buna ilaveten kara yoluyla 390 tır ayni yardım gönderilmiştir.
2011 yılında patlak veren Suriye’deki iç savaş, bugüne değin Esed rejimi tarafından ilan edilen “af kararları” özelinde Türkiye’deki kamuoyu tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Bazı kesimler, Esed rejiminin söz konusu af kararları ile Suriyeli sığınmacılara ve hatta Suriye’deki Suriyeli muhaliflere kapılarını açtığı düşüncesindedir. Ancak af kararlarının tam olarak neye yönelik olduğu ve sahadaki gerçek etkisi çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bununla birlikte Esed rejiminin çıkardığı af kararlarının, Türkiye’de “Esed af çıkardı. Suriyeli sığınmacılar neden geri dönmüyor?” sorusu etrafında ele alındığı gözlemlenmektedir.
Bu rapor Esed rejiminin 2011 yılından bu yana açıkladığı 24 ayrı af kararını mercek altına alacak olup söz konusu af kararlarının muhtevasına ve sahaya dönük gerçek etkisine odaklanacaktır. 2011’den bu yana çıkarılan 24 af kararına ilişkin olarak bu kararların nasıl çıkarıldığı, af kararlarının ne olduğu; nerede, neden, ne zaman ve kim tarafından çıkarıldığı ele alınacaktır. Buradaki temel amaç af kararlarının muhtevasını ortaya koymaktır. Bu bağlamda Esed rejimi tarafından en son ilan edilen 2022 yılındaki 24 No’lu Yasama Kararnamesi bir örnek olarak detaylıca incelenecek, bunun kapsamı; içeriği ve istisnaları ortaya konacaktır. Ardından Esed rejiminin geçmiş af kararları listelenecek ve bütünüyle incelenecektir. Bu bağlamda Esed rejimi tarafından siyasi sebeplerden ötürü hapsedilen kişiler ve serbest bırakılan kişilerin sayıları tespit edilecek, ilgili sonuçlar bir mukayeseye tabi tutulacaktır.
21 Aralık 2022 tarihinde Esed rejimi tarafından yayınlanan bir Yasama Kararnamesi ile 21 Aralık 2022 tarihinden önce işlenen suçlar için af ilan edilmiştir. 24 No’lu bu Yasama Kararnamesi ile kabahatler, ihlaller, askerlikten firar, iç ve dış kaçış suçları için sekiz maddelik bir af getirilmiştir. Af kararı kapsamında aftan yararlanabilecek kişiler için bazı şartlar getirilirken, af kapsamının dışında tutulacak suçlar ve kişiler için de bazı hükümler belirlenmiştir.
Bu bağlamda kabahatler ve ihlallerdeki tüm cezalar için af istense de ağır suçlar kapsam dışı tutulmaktadır. Yurt dışına kaçma gibi ağır suç unsuru içeren kabahatler hariç, hiçbir ağır suç af kapsamında değildir. Ancak ağır suç niteliği taşımayan tüm diğer suçlar Yasama Kararnamesi’nin içinde yer almaktadır. Önceki af kararnamelerinin birçoğunun aksine, sadece askeri ve ceza kanunu bağlamında işlenen suçlar değil, tüm kanunları ilgilendiren suçlar 24 No’lu Yasama Karararnamesi’nin kapsamına girmektedir. Örneğin uyuşturucu ile ilgili suçlar da affın kapsamı içindedir.
Askerlikten firar, iç ve dış kaçış suçlarına yönelik Ceza Kanunu’nun 100. ve 101. Maddelerinde yer alan esaslardaki cezaları kapsamaktadır. Bu, 2022 yılında bu maddelerin öngördüğü cezalara af içeren ikinci af kararı olmuştur. Çünkü 2022 yılındaki 3 No’lu Yasama Kararnamesi aynı cezalar için af içermekteydi. Önceki Yasama Kararnamelerinde olduğu gibi iç kaçış gerçekleştiren kişiler için üç ay, dış kaçış gerçekleştiren kişiler için de dört ay süre tanınmıştır. Bu zaman zarfında teslim olanlara askerlikten firar suçundan kaynaklanan cezalar uygulanmayacak ancak bu kişiler zorunlu askerlik hizmetini gerçekleştirecektir. Askerlikten firar ve özellikle dış kaçış, ağır suçlar kategorisine girdiği için af kararında bu suçlar için özel maddelere yer verilmiştir.
Örneğin 24 No’lu Yasama Kararnamesi’nin çıkması üzerine hapishanede bulunan askerlikten firar etmiş kişilerin serbest bırakılması, en son bulundukları görev yerlerine nakledilmesi ancak hapishanede bulundukları sürenin askerlik hizmetinden sayılmaması kararlaştırılmıştır.
Af kararının 3. maddesinde kabahatler ve ihlaller yer almaktadır. Ancak kararname bazı istisnalar öngörmektedir. 1949 tarihli ve 148 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile çıkarılan Ceza Kanununun 42: maddelerinde ve değişikliklerinde öngörülen suçlar af hükmü ile kapsam dışı bırakılmıştır. İstisnalar şu şekilde özetlenebilir:
Af kararnamesi, 1950 tarihli ve 61 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve değişiklikleriyle çıkarılan ve 133. maddenin B, C ve D bentleri, Ceza Kanununda belirtilen suçlardan ve askeri yargılama usullerinden sadece birkaçını hariç tutmuştur. Af kapsamı dışında tutulan suçlar, kendisine teslim edilen orduya ait silah, teçhizat, mühimmat veya malzemeleri satan; ipotek eden, elden çıkaran, çalan, zimmetine geçiren veya imha eden bir asker için öngörülen cezaları içermektedir.
2011 yılından bu yana yayınlanan tüm af kararları içerisinde ilk defa 2022 yılında yayınlanan 24 No’lu Yasama Kararnamesi askeri ceza kanununda yer alan tüm kabahatleri ve ihlalleri – yukarıda belirtilen istisnalar hariç – kapsamaktadır. Önceki af kararları askeri ceza kanunundaki kabahatler ve ihlalleri kapsamamaktaydı.
Örneğin 2022 yılındaki 7 No’lu Yasama Kararnamesi Askeri Ceza Kanunu ile ilgili bir af içermemekteydi. Nitekim Askeri Ceza Kanunu bağlamında suç işleyen siviller askeri mahkemelerce yargılanabilmektedir. 2011 yılından bu yana Suriye’deki devrime katılmış kişiler genellikle askeri mahkemelerce yargılanmaktaydı. Bu yüzden önceki af kararlarındaki aflar sivilleri askeri mahkemeler karşısında korumamaktaydı ve bu durum yasal anlamda bir boşluk oluşturmaktaydı. Esed rejimi kanundaki bu boşluktan istifade ederek bir yandan af çıkarıyor diğer yandan da rejim aleyhinde olan kişileri askeri mahkemelerde yargılıyordu.
Ancak askerlikten firar eden kişilere yönelik ‘yabancı bir devlet ile iş birliği yapma’ suçu af kapsamında değildir. Örneğin askerlikten firar edip Suriye’nin kuzeyine kaçan bir kişi, Türkiye ve/veya ABD ile iş birliği yapma suçundan yargılanmaya ve ceza almaya devam edecektir. Nitekim bilindiği üzere Esed rejimi kendi destekçi tabanından olmayıp siyaseten muhalif olan ve askerlikten kaçan her kişiyi bu suç kapsamında yargılamaktadır.
2022 yılının 24 No’lu Yasama Kararnamesi, aşağıdaki yasal metinlerde belirtilen tüm suçları af kapsamının dışında tutmuştur:
Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararları arasında yazı metni ve kabahatler ile ihlallere yönelik cezalar açısından en kapsamlısının 2022 yılının 24 No’lu Yasama Kararnamesi olduğu değerlendirilebilir. Ancak Esed rejiminin ilan ettiği af kararlarının metin manası ile filli uygulaması arasındaki fark ve makas devam etmektedir. Af kararların metni ile sahadaki fiili uygulama arasındaki farkı anlamak için en iyi yöntem geçmiş af kararlarını incelemektir. 2011’den 2023 yılına kadar geçen sürede Esed rejiminin ilan ettiği af kararları ve bu af kararları bağlamında Esed rejiminin hapishanelerinde siyasi gerekçelerle tutulan mahkûmlar ve Esed rejiminin hapishanelerinden serbest bırakılan kişilerin sayılarına bakmak, af kararlarının etkinliği hakkında önemli ip uçları içermektedir.
2011 yılında Suriye’de başlayan halk ayaklanmalarından 2023 yılına kadar Esed rejimi tarafından toplam 24 af kararı çıkarılmıştır. Her ne kadar yasal anlamda af yetkisi aslında Suriye’deki Halk Meclisi’nin uhdesinde olsa da çıkan af kararları doğrudan Beşar Esed tarafından ilan edilmektedir. Nitekim 2012 Anayasasının 75. Maddesi, Halk Meclisi’nin af kararlarını alıp onaylama yetkisine sahip olduğunu belirtir. Anayasanın 108. Maddesi ise Cumhurbaşkanı’na özel af ve insanlara haysiyetlerini iade etme hakkı tanır. Ancak 2011 yılından bu yana açıklanan tüm af kararlarının hiçbiri meclis tarafından alınmamıştır ve Cumhurbaşkanı’nın özel af yetkisi genişletilerek kullanılmıştır.(1)
2011’den 2023’e kadar açıklanan tüm af kararlarının listesi ve muhtevaları aşağıdaki tabloda gösterildiği şekildedir:
Esed rejimi tarafından açıklanan af kararları senelik bazda incelendiğinde, Esed rejiminin ilk üç yıl en az üç af çıkarmış, 2016 yılı ve 2022 yılında da üç af kararı açıklamıştır. Ancak 2014, 2015, 2017, 2018, 2019 ve 2020 yıllarında bir af kararı almıştır.
Esed rejimi tarafından 2011 yılından bu yana 24 af kararı açıklanmış olmasına rağmen, Esed rejiminin hapishanelerindeki insan sayısı azalmamıştır. Suriye İnsan Hakları Ağı’nın yapmış olduğu belgeleme sonucunda Esed rejimi hapishanelerinde siyasi sebeplerden ötürü toplam en az 135 bin Suriyelinin bulunduğu bilinmektedir(2)
Esed rejimi, Suriye’deki halk ayaklanmalarının ve savaşın ilk yıllarında yüksek sayıda hapsetme oranlarına erişmiştir. 2014 yılından sonra Esed rejimi ile Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgeler arasındaki Coğrafi ayrım daha belirgin olmaya başlamıştır. Cephe hatları netleşmiştir ve böylelikle Esed rejimi Suriyelileri hapsetmesi için ihtiyaç duyduğu fiziki olanağı kaybetmiştir. Özellikle Türkiye’nin 2016’dan itibaren Suriye’ye müdahalesi ve 2020’deki Bahar Kalkanı Harekâtı ile hapsetme oranlarında ciddi düşüşler yaşanmıştır. Nitekim Türkiye’nin sağladığı güvenli alanlar ve himaye sayesinde Esed rejimi yeni bölgeler ele geçirememiş ve Esed rejimi hapsetmek istediği birçok Suriyeliyi hapsetme imkânını da kaybetmiştir. Türkiye’nin koruduğu İdlib, Afrin, Azez, El-Bab, Cerablus, Tel Abyad ve Rasulayn bölgeleri Suriyeliler için Esed rejiminden korunma bölgesi haline dönüşmüştür. Örneğin Suriye’nin Halep, Guta, Humus, Hama, Kalemun, Dera gibi Esed rejimi kontrolündeki bölgelerden insanlar Türkiye’nin himaye ettiği bölgelere kaçmıştır.
Nitekim 2004’te Suriye’de yapılan nüfus sayımında Suriye’nin nüfusu 17,9 milyon iken, Suriye’den kaçan Suriyeli mülteciler ve hayatını kaybeden Suriyeliler sebebiyle an itibariyle Suriye’de 16,9 milyon insan yaşamaktadır. Bu iki rakam birbirine çok yakın olmasına karşın, Türkiye’nin Suriye’de himaye ettiği bölgelerde 2004’te nüfus 1,5 milyon iken, an itibariyle bu rakam 5 milyon civarındadır(3)
Bu da Esed rejimi ve YPG ile DEAŞ gibi terör örgütlerinden kaçmak isteyen ama ülke dışına kaçamayan veya kaçmak istemeyen Suriyeliler için, Türkiye’nin koruduğu bölgelerin bir sığınma alanı olduğunu göstermektedir.
Ayrıca yıllara göre Esed rejimi hapishanelerinden serbest bırakılan insanların sayılarına bakıldığında, af ilanların etkin olmadığı görülmektedir. 2011’den 2023’e kadar toplam 24 af kararı açıklanmasına rağmen, af kararları kapsamında serbest bırakılan toplam mahkûm sayısı sadece 7,351 olmuştur.
Kısaca, zamanla Esed rejiminin daha az Suriyeliyi hapsetmesinin ardında Esed rejiminin çıkardığı af kararları değil, Esed rejiminin askeri olarak gücünün zayıflaması bulunmaktadır. Türkiye’nin himaye ettiği bölgelere ilaveten, YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde de Esed rejimi insanları hapsetme gücüne sahip değildir. Sayıların azalması ile Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararları kıyas edildiğinde, ikisi arasında herhangi bir korelasyonun olmadığı görülecektir. Ancak Suriye sahasındaki askeri gelişmeler dikkate alındığında burada farklı bir dinamiğin etkili olduğu görülmektedir.
Yıllık bazda, 2011'den bu yana her yıl en az bir af kararı çıkarılmış ve bazı yıllarda 3 ila 4 af kararı çıkarılmıştır. Çıkarılan af kararları, “suçlara” göre birkaç kategoride farklılık göstermekle birlikte bunların temelde belli bir grup kategori etrafında ele alındığı anlaşılmaktadır.
İlan edilen tüm 24 af kararı arasında ‘Askerlikten Firar (İç ve Dış Kaçış)’ suçunu kapsayan af kararlarının sayısı 17’dir. Bu yöndeki af kararlarının, Suriye’deki halk ayaklanmaların ilk üç yılında sayıca daha fazla olduğu ve 2017 yılı hariç her yıl tekrarlandığı dikkat çekmektedir. Bunun nedeni, Esed rejimin bu af kararları üzerinden insan kaynağı sorununu hafifletmeyi arzulamasıdır. Bilindiği üzere savaş süresi boyunca Esed rejimine bağlı askeri yapılarda yeteri sayıda insan bulunamıyordu. Zorunlu askerlik uygulamasına rağmen, bu açık yıllar boyu giderilemedi. Nitekim bu açığı büyük ölçüde Lübnan, Irak, İran ve Afganistan’dan gelen Hizbullah ve Fatimiyun gibi İran destekli Şii milisler kapatmıştır. Ancak bu açığı en aza indirmek için Esed rejimi düzenli olarak bu yönde af kararı açıklamıştır. Bununla, rejimi destekleyen; fakat rejim için savaşmayı reddededen veya askerlik görevinden kaçan insanları kendi saflarına kazandırmayı hedeflemiştir. Yani bu afların hedef kitlesi, Esed rejimine karşı olan Suriyeli muhalifler değil, Esed rejiminin kendi tabanıdır.
Zorunlu askerlik cezalarını içeren af kararlarının toplam sayısı da 9’dur. Askere alma suçları için af kararları çoğunlukla zorunlu askerlik kanununda belirtilen suçları içermektedir. Özellikle de hizmette geciken kişilere veya atananların sağlık muayenelerine yöneliktir. Ayrıca hizmetten kaçmak için dolandırıcılık yapanlar da aflara dâhil edilmiştir.
Esed rejimi tarafından Suriye’deki devrime katılmış kişilere yönelik af içeren 11 af kararı bulunmaktadır. Ancak bunlar, devrimde yer almış kişilerin hapsedilmesi için kurgulanmış olan terör gibi farklı suç kategorilerini içermiyordu.
2011 yılından 2023 yılına kadar Esed rejimi tarafından ilan edilen 24 af kararı arasında toplam 15 af kararında kabahatler ve suçlar için af yer almatadır. Bu af kararları çeşitli suçları içermektedir. Af kapsamındaki suçlar arasında uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, silah kaçakçılığı, adam kaçırma, ekonomik suçlar, fuhuş, bina ihlalleri, rüşvet, kabahatler ve diğer suçlar bulunmaktadır.
Esed rejimi tarafından ilan edilen af ilanları kategorilere göre analiz edildiğinde, Esed rejiminin af kararlarının kendi tabanına yönelik olduğu dikkat çekmektedir. Esed rejimine muhalif Suriyelilere yönelik af içeren 11 af kararının gerçekçi olmadığı ve bir algı yönetimi olduğu anlaşılmaktadır. Esed rejiminin ilan ettiği af kararları için en önemli motivasyonlardan birinin savaş boyunca Esed rejiminin çektiği insan kaynağı yetersizliğini gidermek ve olabildiğince Esed rejimi için savaşacak Suriyeli sayısını yükseltmek olduğunu görülmektedir.
Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararları bağlamında özellikle savaşın ilk yıllarında ilan edilen af kararları ve bu bağlamda serbest bırakılan 5,407 kişiden bazıları ortak bir özellik taşımaktaydı. Bu insanların bazıları radikal terör örgütlerine mensup veya hapishanelerde işkence ortamında radikalize olmuş kişilerdi. Esed rejimi bu insanları serbest bırakarak Suriye muhalefetini radikalize etmek üzere bir strateji takip etmiştir. Kendisine muhalif olan tüm Suriyelileri terör örgütü üyesi olarak tanımlayan Esed rejimi, hapishanelerdeki gerçek terör örgütü üyelerini serbest bırakarak Suriye’deki savaş ortamında terör örgütlerinin güçlenmesini sağlamıştır.
Esed rejiminin bu stratejisinin iki temel hedefi bulunmaktaydı. Birinci hedefi Suriye’deki kendi tabanını konsolide etmekti. Nitekim Esed rejiminin tabanını oluşturan Suriyeliler arasında kendisini desteklemeyen veya arada kalan Suriyelilere, Suriye muhalefetindeki El Nusra ve DAEŞ gibi terör örgütlerini göstererek onları korkutmuş ve konsolide etmiştir.
İkinci hedef ise uluslararası alanda Suriye muhalefetinin meşruiyetini zedelemek ve Esed’ten sonra kimin Suriye’de iktidar olacağı konusunda kuşkuları güçlendirmekti. Özellikle Mısır’da İhvan hareketinin iktidara gelmesi ile Arap halk ayaklanmalarının sonucunda giden diktatörlerin yerine İslamcıların geleceği algısının güçlendiği bir ortamda, Esed rejimi kendisinin ehven-i şer (kötünün iyisi) olduğunu vurgulamak istemekteydi. Esed rejimi, hapishanelerdeki radikalleri serbest bırakarak kendisine muhalif olan Suriyelileri de radikalize etmeyi amaçlamıştır. Esed rejimi tarafından toplam serbest bırakılan Suriyeli sayısının 7,351 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ilk senelerdeki 5,407 kişiden bazılarının radikalize olmuş kişiler olması daha anlamlı hale gelmektedir.
Esed rejimi tarafından ilan edilen 24 af kararı detaylı olarak incelendiğinde, Esed rejimi tarafından ilan edilen afların etkinliği belirgin bir hal almaktadır. Esed rejimi hapishanelerinde siyasi sebeplerden ötürü bulunan en az 133 bin kişiden sadece 7,351’i aflar kapsamında serbest bırakılmıştır. Esed rejimi tarafından serbest bırakılanların bazılarının da savaşın ilk yıllarında Suriye muhalefetini radikalize etmek için hapishanelerden serbest bırakılan terör örgütü üyeleri ve radikalize olmuş kişiler oluşturmaktadır. Hapishanelerdeki rakamlar ve serbest bırakılanların sayısından da anlaşılacağı üzere, Esed rejiminin af kararlarının sahada bir etkinliği bulunmamaktadır. Buna ilaveten, Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararları detaylıca incelendiğinde, af kararlarının içerik olarak da kapsamlı olmadığı ve birçok istisnanın olduğu anlaşılmaktadır. Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararları, Esed rejimine muhalif kişileri yargılamak için herhangi bir engel oluşturmamaktadır ve af kararları bu kişileri kapsamamaktadır. Esed rejiminin ilan ettiği af kararlarının Esed rejimini destekleyen kesimlere yönelik ilan edildiği anlaşılmaktadır. Örneğin Esed rejimini destekleyen, fakat farklı sebeplerden ötürü zorunlu askerlik hizmetinden kaçan kişilere yönelik uygulanacak cezaların affedilmesi ve bu insanların Esed rejimi için savaşmalarının önü açılmaktadır. Böylelikle insan kaynağı olarak savaşın başından bu yana sıkıntı çeken Esed rejiminin af kararları ile kendi kitlesini askeri unsur olarak kazanmaya çalıştığı görülmektedir. Esed rejimi tarafından ilan edilen af kararlarının metni ile sahadaki uygulaması arasındaki fark göz ardı edilse bile ilan edilen 24 af kararının hiçbiri Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıları kapsamamaktadır. Nitekim ‘yabancı devlet ile işbirliği yapma’ suçu hiçbir af kapsamında yer almamaktadır. Türkiye’ye sığınan tüm Suriyeliler, Esed rejimi tarafından suçlu olarak görülebilir ve af kararları onları korumamaktadır.
Kahramanmaraş merkezli iki deprem Türkiye’deki kadar büyük bir yıkıma sebep olmasa da fay hattının ilerleyiş güzergâhı sebebiyle Suriye’yi de ciddi anlamda etkilemiştir. Savaş esnasında birçok binanın hasar gördüğü veya yıkıldığı, altyapının ciddi manada zarar gördüğü Suriye’de depremin etkisi daha farklı olmuştur. Depremin şiddeti açısından Türkiye’ye kıyasla daha hafif bir tabiat olayına maruz kalan Suriye’de, gelecek yardımlardaki lojistik sorunlar ve altyapının yetersizliği sebebiyle depremin oransal olarak daha büyük bir etki gösterdiği söylenebilir. Türkiye’deki can kaybı 41 bin kişiyi geçerken, Suriye genelindeki can kaybı ise toplamda 5.900 olduğu değerlendirilmektedir.(4) Can kayıpların çoğunluğu 4.500(5) ile Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelerde olurken, Esed rejimi kontrolündeki bölgelerdeki can kaybının 1,414 olduğu değerlendirilmektedir. Depremin nerede daha şiddetli bir can kaybına yol açtığına bakıldığında, can kaybı anlamında Suriye muhalefetinin kontrolündeki Cinderes-Atme-Sarmada-İdlib-Ariha hattı öne çıkmaktadır. Can kaybının nispeten yüksek olmasının diğer bir sebebi de geç gelen veya hiç gelmeyen yardımlar olmuştur. Bu etken aşağıda ‘İnsani Yardım ve Kurtarma Operasyonları’ başlığı altında ele alınacaktır.
Can kaybı açısından belirtilmesi gerekilen diğer bir husus ise konutlarda ve çadırlarda yaşayan insanlar arasındaki fark olmuştur. Bilindiği üzere Suriye muhalefetinin kontrol ettiği ve Türkiye’nin Suriye’de himaye ettiği bölgelerde çok ciddi bir nüfus artışı olmuştur. Suriye’nin Esed rejimi ve YPG tarafından kontrol edilen bölgelerinden kaçan veya tahliye edilen insanlar ile Türkiye’den Suriye’ye geri dönen sığınmacılar sonucunda bölgedeki nüfus 1,5 milyondan 5 milyonun üzerine çıkmıştır(6) Söz konusu 5 milyonun üzerindeki nüfusun 1,8 milyonu çadırlarda ve kamplarda yaşamaktadır(7) Çadırlarda yaşayan insanlar doğal olarak depreme karşı korunaklıdır ve bundan dolayı belki de daha da fazla olması beklenen sivil kayıp (yine çok olmasına rağmen) sınırlı kalmıştır.
Depremin oluşturduğu yıkım açısından incelendiğinde, yıkımın en yüksek olduğu bölge İdlib vilayetindeki ekonomik merkez Sarmada ve yakınındaki Haram bölgesi olmuştur. Sarmada ve Haram’da toplam 669 ev yıkılırken, 2602 ev ağır veya orta ölçekli hasar görmüştür. İdlib bölgesinde diğer ağır hasar alan bir bölge ise Cisr eş Şuğur şehri ve çevresi olmuştur. Türkiye sınırına yakın bu bölgede 435 ev yıkılmış ve 1295 ev ağır veya orta ölçekli hasara uğramıştır. Yıkımın en çok olduğu ikinci bölge ise Suriye Geçici Hükümeti kontrolündeki Afrin’e bağlı Cinderes şehri ve çevresi olmuştur. Nitekim savaş esnasında konut stoku görece az hasar görmüş yerlerden birisi olan Cinderes’te birçok bina bulunmaktaydı. Ancak bu binaların çoğu eskidir ve depreme de dayanıklı değillerdir. Cinderes şehrinde ve çevresinde toplam 438 ev yıkılırken, 2427 ev ağır veya orta ölçekli hasarlanmıştır. Cinderes’ten sonra, Suriye muhalefetinin kontrolündeki bölgelerin tamamında ise 1796’nın üzerinde bina yıkılırken, 8093’den fazla bina ağır veya orta ölçekli hasar görmüştür. Coğrafi olarak Türkiye’nin Hatay ilinden uzaklaştıkça depremin oluşturduğu hasar azalmıştır.
Yıkım açısından dikkat çekilmesi gerekilen diğer bir husus ise Türkiye tarafından inşa edilen briket evlerdir. STK’ların ve yabancı devletler ile kuruluşların finanse ettiği briket evler ve diğer konut projeleri depremde sağlam kalmışlardır. Briket evler depremde yıkılmamış ve hasar görmemiştir. Aynı şekilde inşa edilen yeni konut projeleri de hasar görmemiştir.(8) Bu binalarda yıkımın olmamasının sebepleri farklıdır. Öncelikli olarak yeni inşa edilen binalar oldukları için hem sağlam hem de savaşta zarar görmemişlerdir. Diğer bir faktör ise bu binaların konumlarıdır. Türkiye sınırına yakın olsa da genellikle dağlık bölgelerde inşa edilen bu binalar coğrafi olarak depremin şiddetinin daha az olduğu yerlerde inşa edilmişlerdir. Ayrıca inşa edilen konutlar genellikle dikey mimari ile değil, yatay mimariye uygun inşa edilmişlerdir. Özellikle briket evler incelendiğinde bunların hem tek katlı hem de 24 ila 26 metrekarelik bir alanı kapsadıkları görülmektedir.(9)
Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgeler incelendiğinde, temelinde iki bölgede can kaybı ve yıkım olduğu görülmektedir. Hatay’a sınır Lazkiye eyaletinin kuzey bölgeleri ile Halep şehir merkezi ve çevresi depremden etkilenmiştir. Onun haricinde görece daha küçük çaplı can kaybı ve yıkım Hama eyaletinin kuzeyi ve İdlib eyaletinin güneyinde olmuştur. Can kayıpları genellikle Halep şehir merkezindeki yoğun yerleşim alanları ve binalar ile Lazkiye eyaletinde savaştan nispeten az etkilenmiş ve yerleşimin yoğun olduğu bölgelerde olmuştur. Ancak deprem şiddetinin Esed rejimine bağlı bölgelerde daha az olmasından ötürü, Suriye’deki toplam can kaybının yaklaşık %30’u Esed rejiminin kontrolündeki bölgelerde oluşmuştur.
Depremin gerçekleşmesi ile Suriye’de oluşan durumun son derece kaotik olduğu ifade edilebilir. Depremin ardından bölgede ilk müdahaleyi yapacak ve yardım operasyonlarını koordine edecek kapasiteye sahip kurum veya otorite bulunmamaktaydı. Esed rejimine bağlı bölgelerde, Esed rejimi deprem sürecini yönetme adına çok kötü bir performans sergilemiştir. Deprem bölgelerindeki müdahaleleri genel olarak Suriye Kızılay’ı yapmıştır ve Esed rejimine bağlı Suriye Arap Ordusu ve milisler insanları enkazların altından çıkarmıştır. Ekipman açısından da ciddi eksiklikler çekilmiştir.
Diğer yandan Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelere bakıldığında, otorite sorunu tekrar gün yüzüne çıkmıştır. İdlib’te HTŞ’nin kurduğu Suriye Kurtuluş Hükümeti, Afrin ve Azez bölgelerinde ise Suriye Geçici Hükümeti deprem sonrası süreci yönetmeye çalışmıştır fakat başarısız olmuşlardır. Depremde ilk müdahaleleri organize eden ve süreçleri yöneten kurum ‘Beyaz Baretliler’ olmuştur. Beyaz Baretliler savaş süresi boyunca edindikleri ilk müdahale tecrübesi ve hava saldırısı sonrası yıkılan binalardan insanları kurtarma konusundaki bilgileri sayesinde birçok enkaza müdahale edebilmişlerdir. Aynı zamanda AFAD’ın vermiş olduğu eğitim sayesinde süreci de nispeten iyi yönetmişlerdir. Ancak gerçekleştirdikleri müdahalede ciddi bir ekipman ve personel eksikliği yaşamışlardır. Deprem sonrası süreçte görev alan ve müdahale eden diğer iki oluşum da Suriye Milli Ordusu ve Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur. Türk askeri depremin ilk günlerinde bulundukları bölgelerde insanların yardımına koşmuştur. Ancak coğrafi olarak Türk askerinin konumlanması depremin daha az etkilediği bölgeler olduğundan, bu müdahale sınırlı kalmıştır. Ordu gücü olarak asıl yardım ve çalışma Suriye Milli Ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir. Suriye Milli Ordusu hem insanları enkaz altından kurtarmada görev almıştır hem de depremzedelere yardımın koordinasyonu ve dağıtımı sürecini üstlenmiştir.
Her ne kadar Suriyeliler depreme kendi imkânlarıyla müdahale etmiş olsalar da yurtdışından yardımların gelmemesi veya gecikmesi yüzünden can kaybı çok artmıştır. Birçok kişi enkaz altında yardım gelmediği için hayatını kaybetmiştir. Örneğin Türkiye’ye 74 ülkeden en az 7 bin kişi, arama ve kurtarma çalışmalarından sağlık alanındaki faaliyetlere kadar çok farklı şekilde depremzedelere yardım ederken(10) Suriye muhalefeti kontrolündeki bölgelere yurtdışından gelen arama-kurtarma personeli sayısı sadece 18 olmuştur. İHH koordinasyonuyla 8 Şubat tarihinde Mısır’dan 14 ve İspanya’dan 4 arama-kurtarma personeli Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen bölgelere giriş yapmış ve çalışmaları desteklemiştir.(11)
Deprem sonrasında Suriyeli muhaliflerce kontrol edilen bölgelere giden insani yardımlarda ciddi aksaklıklar ve sorunlar yaşanmıştır ve yardımlar bölgeye geç ulaşmıştır. 6 Şubat’ta gerçekleşen deprem sonrasında bölgeye ilk ulaşan insani yardım 9 Şubat tarihinde ulaşmıştır. Depremden üç gün sonra ulaşan bu yardım depreme ilişkin bir yardım değil, deprem öncesi planlanan bir yardımın gerçekleşmesi ile olmuştur(12).
Suriyeli muhaliflerce kontrol edilen bölgelere yardımın bu denli geç gitmesinin ardında iki sebep bulunmaktadır. Birinci sebep lojistik durumdur. İkinci sebep ise uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) uygulamalarıdır. Suriyeli muhaliflerce kontrol edilen bölgelere ulaşmak için lojistik anlamda herhangi bir hava yolu bulunmamaktadır. Karadan sağlanacak ulaşım için ise Türkiye’den Suriye’ye geçen yollar ve Esed rejimi kontrolündeki bölgelerden gelen yollar bulunmaktadır. Depremin ana merkezinin Türkiye olması ve özellikle Türkiye’de Hatay iline ulaşımın sorunlu olması sebebiyle, lojistik anlamda Suriye’ye giden yollar kapanmıştır veya zorlaşmıştır. Esed rejimi tarafından gelen yollar ise insani yardım faaliyetleri için kapalıdır. Her ne kadar Esed rejimi iç geçiş kapılarını açtığını duyursa da, Suriyeli muhaliflerden saldırı geldiğini ifade ederek geçişi tekrar kapatmıştır. Suriyeli muhalifler Esed rejiminin bu açıklamasını yalanlamıştır.
İkinci engel ise uluslararası hukuk ve BM’nin yanlış uygulamaları olmuştur. Bilindiği üzere, Rusya’nın BM’deki vetosu sebebiyle Suriye’ye yapılacak insani yardımlar sadece Esed rejimi bölgesine veya Cilvegözü-Bab El Hawa sınır kapısı üzerinden Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere gönderilmesi izni vardır. Ancak BM 6 Şubat’ta gerçekleşen deprem sonrası sınır kapısındaki tüm faaliyetleri durdurmuş ve insani yardım için sınırın kapalı olduğunu deklare etmiştir. Deprem sebebiyle BM tarafından ‘hukuki’ anlamda kapatılan sınır kapısı, fiili olarak Suriyeli muhaliflerce açık tutulmuştur. Daha sonra 9 Şubat’ta BM tekrar sınır kapısının açık olduğunu beyan etmiştir. Suriyeli muhaliflerin bölgelerine giden diğer sınır kapıları (Kumlu-Bab El Hamam), Öncüpınar-Bab El Selame, Çobanbey-Bab El Rai ve Karkamış-Bab El Cerablus) üzerinden Suriye’ye insani yardım götürülmesi BM tarafından ret edilmiştir. BM bu kapıların kullanımı için Esed rejiminin izni veya BM Güvenlik Kurulu kararı gerektiğini deklare etmiştir. Bu yüzden, başta AB ülkeleri ve ABD olmak üzere, Suriye’ye BM mekanizmaları dışında yardım göndermeyi ret eden ülkeler Suriye’ye insani yardım gönderememiştir. Türkiye’de mevcut durumda içerde ciddi bir deprem felaketi ile uğraştığından, Türkiye’nin oluşturduğu mekanizmalar üzerinden giden insani yardımlar da aksamıştır. Örneğin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKYB) Barzani İnsani Yardım Derneği üzerinden 12 Şubat tarihinde Türkiye’nin oluşturduğu mekanizmalar sayesinde insani yardım gönderebilmiştir. 14 Şubat tarihinde, yani depremden tam 8 gün sonra, Esed rejimi insani yardımlar için Öncüpınar-Bab El Selame ile Çobanbey-Bab El Rai sınır kapılarının üç aylığına geçici olarak açıldığını deklare etmiştir.(13)
Deprem sonrasında bölgedeki yıkımı kaldırmak ve depremzedelere yardımcı olmak adına, birçok farklı ülkeden ve kurumdan insani yardım vaatleri yapılmıştır. İlk yardım vaadi BM tarafından 7 Şubat tarihinde yapılmıştır ve $25 milyon değerindedir. Yine BM yoluyla yapılan bu nakdi yardım vaadinden ancak iki gün sonra bölgeye ayni yardım götürülmüş olması ise trajikomiktir. Bölgeye yönelik yapılan nakdi yardım vaatlerin ve toplanan paraların toplam miktarı $560 milyon ile $660 milyon arasındadır.
Rejim Bölgesine Giden Yardımlar
6 Şubat tarihinde depremin gerçekleşmesi ile hızlı bir şekilde Esed rejimi bölgelerine insani yardım ulaştırılmıştır. Lojistik ve hukuki anlamda engeller olmadığından, Esed rejimi bölgesine ayni yardımlar da aktarılabilmiştir. Ancak Esed rejimine karşı uygulanan yaptırımlar sebebiyle nakdi yardımlarda engel bulunmaktaydı. 9 Şubat tarihinde alınan karar(14) gereğince, Esed rejimine yapılacak nakdi para transferleri geçici olarak yaptırımlar dışında tutulmuştur. Esed rejimi bölgelerine yapılan ayni yardımlar hem kara hem de hava yoluyla ulaştırılmıştır. Hava yoluyla toplamında 100,822,802 ton insani yardım malzemesi Suriye’ye ulaştırılmıştır. Kara yoluyla ise toplamında 390 tır insani yardım gönderilmiştir. Bu yardımlardan hiç birisi asıl yıkımın olduğu Suriyeli muhalif bölgelerine ulaşmamıştır. Bazı ayni yardımların pazarda satıldığı görülmüştür.
Esed rejimi açısından deprem siyasi ve diplomatik kazanımlar ile beraber gelmiştir. Beşar El Esed ilk deprem bölgesi ziyaretini 10 Şubat tarihinde gerçekleştirmiştir(15).Esed’in rahat tavırları ve gülmesi Suriyelilerce eleştirilmiştir.(16)
Ancak siyaseten rejime karşı uygulanan yaptırımlar hem sorunsallaştırılmıştır hem de geçici ve kismi olarak kaldırılmıştır. Buna ilaveten Esed rejimi birçok üst düzey resmi teması kabul etmiştir. Bunların arasında özellikle Beşar Esed’in deprem sonrası Umman‘a yaptığı resmi ziyaret dikkat çekmektedir. Ziyaret esnasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile görüşme gerçekleşmiştir.(17)Ayrıca ilk defa Ürdün Dışişleri Bakanı Şam’ı ziyaret etmiş ve Beşar Esed ile görüşmüştür.(18)
Suriye’ye Geri Dönüş: Hayatını Kaybedenler ve Hayatta Kalanlar
Deprem ile ilgili olarak ele alınması gereken diğer bir mesele ise depremde hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacılardır. Türkiye’de geçici koruma altında olan ve depremde hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacıların sayısının 3 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.(19) Bu tahmin dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. Nitekim somut verilere dayanmamaktadır ve yanıltıcı olabilir. Ancak bu rapor için bu rakam hem alternatif olmadığından ve daha güvenilir bir rakam olmadığından kullanılacaktır.
Türkiye’de hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacılar defin için yakınların kararına göre Türkiye’de defnedilmektedir veya Suriye’ye gönderilmektedir. Suriye’ye defin işlemleri için gönderilen hayatını kaybetmiş Suriyeli sayısı 1,564’dir. Türkiye’de hayatını kaybetmiş Suriyeli sığınmacıların yaklaşık yarısının defin için Suriye’ye gönderildiği anlaşılmaktadır.
Buna ilaveten, Türkiye’de yaşayan ve hayatta kalan 40 bin Suriyeli depremzedenin gönüllü olarak Suriye’ye geri dönmüştür.(20)Yabancı yayın kuruluşlarına dönüşleri hakkında konuşan birçok Suriyeli deprem sonrası ırkçılık dalgasının yükselişe geçtiğine vurgu yapmıştır. Bazı Suriyeli depremzedeler battaniye ve çadır gibi en temel yardım malzemelerinden bile yoksun bırakıldıklarını öne sürmüştür.(21)Nitekim İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptığı açıklamada: “Burada insanları ırklarına ve renklerine göre ayırt edebilmek. Tamam, onları [Suriyeli sığınmacılar] soğukta bırakalım hayatlarını kaybetsinler ölsünler. […] Nedir bu kin bu öfke bunu hala anlayabilmiş değilim. Ne olursunuz, yardım etmeyecek misiniz ki etmeyeceksiniz görünüyor. Neden söyleyeyim. Buradan milletimi şikâyet ediyorum. Bazı belediyeler, Hatay’a gidebilirsiniz, orada valimizin ve arkadaşlarımızın çektiği sıkıntıları biliyorlar. Definlerine bile yardımcı olmadılar, definine.” demiştir ve depremzede Suriyelilere karşı uygulanan ayrımcılığı ve hatta ırkçılığı gün yüzüne vurmuştur(22)
Ancak bu olayı daha doğru değerlendirmek adına, göreceli olarak geri dönenlerin ve hayatlarını kaybedenlerin sayılarına bakmak gerekmektedir. Depremden etkilenen Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa’da toplamda 13,309,886 insan yaşamaktadır. Göç İdaresi tarafından açıklanan bilgilere göre, bu illerde 1,725,847 Suriyeli sığınmacı kayıtlıdır. Depremden etkilenen 10 ildeki Suriyeli sığınmacılar toplam nüfusun %12,96’sını oluştururken, deprem sonucunda hayatını kaybedenler içerisinde ise yaklaşık %7,5’sini teşkil etmektedirler. Türkiye’den Suriye’ye geri dönenlerin sayısı deprem bölgesinde yaşayan Suriyeli sığınmacıların %02,31’dir.
Beklenilenin aksine, depremde hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacıların oransal olarak toplam nüfusun içindeki orandan daha düşük olmasının sebebi ise daha detaylı bir incelemede anlaşılmaktadır. Öncelikle bu rapor için kullanılan 3 bin rakamının ne denli doğru olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak doğru kabul edilse bile iller arasındaki depremin etkisindeki farklar ve illerin içindeki hangi bölgelerde depremin daha çok etki gösterdiği kıyas edildiğinde oranın daha düşük olması daha anlaşılır olacaktır. Örneğin Suriyeli sığınmacıların oransal olarak en yüksek olduğu Kilis ilinde depremin etkisi göreceli olarak sınırlıydı. Diğer yandan depremin merkezi Kahramanmaraş’ta Suriyeli sığınmacılar ortalamanın oldukça altında kalmaktadır. Depremin yine şiddetli olduğu Malatya ve Adıyaman illeri için de aynı durum geçerlidir. Buna karşın Hatay ili kendi içinde incelendiğinde, Antakya gibi depremden çok etkilenen ilçede Suriyeli sığınmacıların görece olarak daha az olduğu ve depremden nispeten daha az etkilenen Reyhanlı ilçesinde depremin etkilerinin göreceli olarak daha hafif kaldığı görülmektedir.
Sonuç
Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen iki depremin Suriye’de oluşturduğu yıkım Türkiye’deki kadar büyük olmasa da, 5 bin 900 kişi hayatını kaybetmiştir. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı 4 bin 400 seviyesindeyken, Esed rejiminin kontrol ettiği bölgelerdeki can kaybı bin 414 olmuştur. Deprem esnasında yıkılan bina ve ağır veya orta ölçekli hasar görmüş binaların çoğunluğu Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği Haram, Sarmada ve Cinderes üçgeni içerisindedir. Ancak Türkiye’den farklı olarak, Suriye’deki can kaybı olması gerektiğinden fazla olmuştur. Nitekim depremin gerçekleşmesinin ardından özellikle Suriyeli muhaliflerin bölgelerine insani yardım ulaşımı aksamıştır. Bölgeye ilk insani yardım depremden üç gün sonra ulaşmıştır. Ayrıca bölgeye yurtdışından sadece 18 kişiyi kapsayan iki arama-kurtarma ekibi gitmiştir. Bölgedeki depreme müdahale genellikle Suriyelilerin oluşturduğu ve AFAD’ın eğittiği Beyaz Baretliler gerçekleştirmiştir. Buna ilaveten Suriye Milli Ordusu’da imkânları ölçüsünde deprem sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere 9 Şubat ile 17 Şubat arasında toplamda 399 tır ayni yardım ulaşmıştır. Bölgeye yönelik toplanan ve vaat edilen nakdi yardım ise $560,338,940 – $658,025,433’dır. Bölgeye yapılan ayni yardımlar açısından yaşanan en önemli aksaklık BM’nin uygulaması sebebiyle oluşmuştur. Cilvegözü-Bab El Hawa sınır kapısı için BM Güvenlik Kurulu Kararı gereğince izin bulunmaktadır. Bölgeye giden diğer kapılar için izin yoktur. Söz konusu bu kapıya lojistik anlamda ulaşımda sorunlar yaşanması sebebiyle yardım gönderilememiştir. Bölgeye giden diğer sınır kapılar üzerinden insani yardımların ulaştırılması için Esed rejimi gelen baskılar sonucunda ancak depremden 8 gün sonra geçici olarak izin vermiştir.
Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerde ise depremin oluşturduğu hasarın Lazkiye vilayetinin Hatay’a sınır bölgeleri ile Halep şehir merkezi ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Ayrıca Hama vilayetinde de nispeten küçük hasar oluşmuştur. Buna karşın Esed rejimi bölgelerine kıyasen daha hızlı ve daha fazla insani yardım geldiği görülmektedir. Esed rejimi tarafından kontrol edilen bölgelere düzenlenen 93 uçak seferi ile toplam 100,822,802 ayni yardım ulaştırılmıştır. Buna ilaveten kara yoluyla 390 tır ayni yardım gönderilmiştir. Esed rejimi bölgesine gelen insani yardımlara ilaveten, Esed rejiminin oluşan yaraları sarmak yerine depremden siyasi ve diplomatik kazanımlar elde etmenin peşinde olduğu görülmektedir. Deprem sonrası Besar Esed’in Umman’a gerçekleştirdiği resmi ziyaret ve Ürdün Dışişleri Bakanı’nın Şam’a yaptığı ziyaretler diplomatik olarak bir ilki teşkil etmektedir.
Kısaca, gerçekleşen deprem sonrasında Suriye’deki asıl yıkım Suriyeli muhaliflerce kontrol edilen bölgelerde gerçekleşmiştir ve bu bölgeler ihmal edildiği için kayıp ve hasar çoğalmıştır. Buna karşın, Esed rejimi depremden siyasi ve diplomatik kazanım ile çıkmıştır.
Diğer bir konu olarak, gerçekleşen deprem sonucunda Türkiye’de (tam olarak doğruluğu bilinmese de) 3 bin civarında Suriyeli sığınmacının hayatını kaybettiği değerlendirilmektedir. Suriye’ye defin işlemleri için gönderilen hayatını kaybetmiş Suriyeli sayısı 1,564’dir. Buna ilaveten deprem bölgesindeki on ilde yaşayan 1,725,847 Suriyeli sığınmacıdan 40 binin üzerindeki bir grubun Suriye’ye geri döndüğü açıklanmıştır.
(1) AFAD, “Kahramanmaraş’ta Meydana Gelen Depremler Hk. – 34”, 21 Şubat 2023, http://bit.ly/3IfEQZU (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(2) The Brussels Time, “Turkey and Syria earthquakes: Revised death toll now at 47,000”, 20 Şubat 2023, http://bit.ly/3Ij20hX (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(3) Sözcü, “Ağır hasarlı bina sayısı güncellendi, 100 bini aştı”, 19 Şubat 2023, http://bit.ly/3IGhi0H (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(4) The Brussels Time, “Turkey and Syria earthquakes: Revised death toll now at 47,000”, 20 Şubat 2023, https://bit.ly/3Ij20hX (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(5) OCHA, “North-West Syria Situation Report”, 20 Şubat 2023, https://bit.ly/3KtvgW3 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(6) Suriye Gündemi, “Demographic Change in Syria”, 19 Haziran 2020, http://bit.ly/41tHVyv (Erişim Tarhi: 21 Şubat 2023)
(7) OCHA, “North-West Syria Situation Report”, 20 Şubat 2023, https://bit.ly/3KtvgW3 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(8) İsmini vermek istemeyen İdlib’deki sivil toplum üyesi ile mülakat, WhatsApp, 19 Şubat 2023
(9) İsmini vermek istemeyen İdlib’deki sivil toplum üyesi ile mülakat, WhatsApp, 20 Şubat 2023
(10) Özge Özdemir, Ilgın Yorulmaz, Stelyo Berberakis ve Tarık Demirkan, “Deprem bölgesindeki yabancı arama ve kurtarma ekipleri: 'Sırt çantamızda getirdiğimizden daha çok şeyle döndük'”, BBC, 17 Şubat 2023, http://bit.ly/3ShPc03 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(11) Ahmed El Salim, “وصل جنديرس المدمرة.. وفد تقني مصري يدخل شمال غرب سوريا ويدعو لإنقاذ المنكوبين”, El Cezire Arapça, 10 Şubat 2023, http://bit.ly/3xFQhoQ (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(12) David Gritten, “Turkey-Syria earthquake: First aid convoy reaches opposition-held Idlib”, BBC News, 9 Şubat 2023, http://bit.ly/3xFcNOC
(13) Rabia İclal Turan, “UN says Syria's Assad agrees to open 2 new crossings for aid”, Anadolu Agency, 14 Şubat 2023, https://bit.ly/3YRVuG8 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(14) U.S. Department of the Treasury, “Treasury Issues Syria General License 23 To Aid In Earthquake Disaster Relief Efforts”, 9 Şubat 2023, http://bit.ly/3XSJnr5 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(15) Reuters, “Syria's Assad visits Aleppo hospital in first reported trip to quake-hit area”, 10 Şubat 2023, http://bit.ly/3IJyNyd (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(16) El Cezire Arapça, “على أنقاض حلب.. بشار الأسد يظهر مبتسما خلال تفقده آثار الزلزال ويفجر غضب المنصات (فيديو)”, 11 Şubat 2023, http://bit.ly/3Konblv (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(17) Reuters, “Syria's Assad visits Oman in first post-earthquake trip”, 20 Şubat 2023, http://bit.ly/3KviSFa (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(18) Reuters, “Jordan's foreign minister visits Syria in first trip since war”, 15 Şubat 2023, http://bit.ly/3ZdqL6i (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(19) Burak Boyoğlu, “Bakan Akar, Deprem Sonrası Ülkelerine Dönen Suriyeli Sayısını Açıkladı”, Onedio, 19 Şubat 2023, http://bit.ly/3Konlt7 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(20) Sözcü, “Reuters: Türkiye’den ayrılan Suriyelilerin sayısı artıyor”, 28 Şubat 2023, http://bit.ly/3Sz371E (Erişim Tarihi: 28 Şubat 2023))
(21) Burak Boyoğlu, “Bakan Akar, Deprem Sonrası Ülkelerine Dönen Suriyeli Sayısını Açıkladı”, Onedio, 19 Şubat 2023, http://bit.ly/3Konlt7 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)
(22) Suriye TV, “وزير الداخلية التركي يُدافع عن السوريين ويُهاجم المعارضة: "لم يسرقوا بالأمس فهل يُعقل أنهم انتظروا الزلزال؟"”, Twitter, 13 Şubat 2023, https://bit.ly/3IsUxx8 (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2023)