Paris olayları: Terörle mücadele oyununun son sahnesi
20/11/2015
Paris'teki terör saldırısının hemen ardından uluslararası toplumun, terörle mücadeleyi öncelik haline getirdiği bir gerçektir. Bu öncelik aslında ABD yönetiminin 2014 yaz sonu itibariyle kendi bünyesinde net bir şekilde kararlaştırmış olduğu ve Rusya’nın ise Suriye’de haksız bir şekilde suistimal ettiği bir politikaydı. Bu politikanın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in ne ölçüde işine yaradığının; IŞİD'in büyümesi için doğru atmosferin oluşmasında uluslararası toplumu Esed'in sorumlu olduğuna ikna etme çabalarının bir önemi yok. Fransız hükümeti ve istihbaratı, Suriyeli liderin gelinen noktadan ne derece sorumlu olduğunun ve en önemlisi, terörün, Suriye halkının acılarına son verip Esed rejiminden kurtulmadan yok edilemeyeceğinin farkında.
“Ankara'daki patlama, Beyrut'taki intihar saldırısı ve 13 Kasım'daki katliam, gelecekte işlerin ne denli çirkinleşebileceğini gösteriyor. IŞİD ve diğer aşırılık yanlısı gruplar, Suriye halkının maruz kaldığı adaletsizlikten besleniyor.”
Olayın zamanlaması, saldırılar sırasında verilen açık ya da örtülü mesajlar, Suriye için intikam nidaları ve olay yerinde bulunan Suriye pasaportu özellikle Suriye ve Irak’ta kol gezen terörü işaret etmek için kullanıldı. Uluslararası toplum Esed ile işbirliği yapma konusunda gönülsüz davranmasaydı bu "barbar Sünni terörü" Sen Nehri kıyılarına ulaşamayacaktı.
Kimileri, insanların böyle çirkin komplolara kanmadıklarını düşünebilir. Bu çıkarımın basmakalıp oluşu bir yana, ne yazık ki Fransız halkı Suriye'deki karmaşık manzarayı anlayıp analiz etme gayreti göstermeyecek. Bu noktada "Neden Fransa?" sorusu akla gelebilir. Sorunun cevabı için ise Viyana görüşmelerinin Ekim ayındaki ikinci turuna bakmak gerekiyor.
Cenevre Bildirisi, ülkede gerçek anlamda bir değişim sağlamadan, uzunca bir süre uluslararası toplumun Suriye rejimini devirme çabaları önünde bir engel teşkil etti ve bildiride Esed'in geleceği ele alınmamış olsa da, Suriye'de er ya da geç olumlu bir değişim sağlayacak pek çok başka noktaya yer veriliyordu. Aslına bakılırsa, durumdan tedirgin olan uluslararası toplum, Suriye muhalefetini ilkelerinden vazgeçirmeyi defalarca denedi ancak başarılı olamadı. Vatansever muhalefetin bölgedeki sürekli ilerleyişinin de pekiştirdiği bu tedirginlik, Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura'nın birden fazla yol içeren ve farklı gruplarla müzakereye dayalı bir süreç oluşturma gayretlerini destekler nitelikte bir Güvenlik Konseyi açıklaması ile sonuçlandı.
Rusya Suriye denklemine ne ekledi?
Açıklamada Cenevre Bildirisi'nin uygulanması yönünde bir kararlılık ifade edilmekle birlikte, De Mistura tarafından belirlenen müzakere mekanizmaları, niyetinin Suriye rejimini memnun edecek bir formül bulmak olduğunu kesin bir şekilde ortaya koydu. Daha da önemlisi, burada De Mistura'nın planındaki son derece mühim bir maddeyi, yani müzakerelerin neticelerinin hayata geçirilmesinde etkili olacak, ABD, Rusya ve bunlara ek olarak Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerden oluşmuş uluslararası bir destek grubu kurma meselesini incelemek gerek.
Bu son hususun planın önemli bir zafiyeti olarak değerlendirileceği açıktı. Örneğin, Suudi Arabistan ve Türkiye, İran'ın Suriye'ye müdahalesini nasıl kabul edecekti? Grupta yer alacak devletlerin seçiminde hangi kriterler uygulanacaktı? Durum, en hafif tabirle güç görünüyordu ve De Mistura planının eninde sonunda başarısız olacağını varsaymakta sakınca yoktu. Bununla beraber, o noktada herhangi bir kimsenin ya da muhalif grubun Rusya'nın bir ay sonra Suriye'ye doğrudan müdahale edeceğini tahmin etmesi imkansızdı.
Suriye'de son yaşanan Rusya gerilimi, zaten karmaşık durumdaki Suriye denklemine bir değişken daha eklemiş oldu. Rusya'nın müdahalesi, kriz yıllarında köklenen uluslararası ilişkilerin sabitleşmiş kurallarını paramparça edip oyunun kurallarını yeniden belirledi. Birincisi, herhangi bir başka bölgesel ya da uluslararası gücün Suriye muhalefeti lehine çatışmaya doğrudan müdahale etmesini önlemiş oldu. İkincisi, Rusya, bölgedeki varlığı sayesinde Suriye ile ilgili olarak varılacak her türlü tatmin edici siyasi uzlaşmanın içinde yer almayı garantiledi. Üçüncüsü, Moskova, krizi sona erdirme işinin yükünü Washington'ın omuzlarına yükledi. Dördüncüsü ise, Putin, devrimin patlak vermesinden bu yana ilk kez yerel ortağı Esed ve bölgesel ortağı İran'ı kontrol altına almayı başararak Suriye ile ilgili her türlü nihai sonuca bağlı kalacaklarını teminat altına almış oldu. Buna dayalı olarak, Moskova, Cenevre için alternatif bir uluslararası referans oluşturmak amacıyla 23 Ekim'de Washington'ın da işbirliğiyle Suudi Arabistan ve Türkiye'yi Viyana'daki ilk istişare toplantısına davet etti.
“Suriye savaşı Suriye halkını tatmin edecek şekilde sonuçlanmadığı takdirde, sadece kendilerinin değil tüm bölgenin belirsiz bir gelecekle karşı karşıya kalacağı söylenebilir.”
Fransa'nın küresel güçlerin safına dönüşü
Bu girişim, ilk başta zamansız görünmüş olabilir. Sonuçta Rusya niçin Suriye'ye doğrudan askeri müdahalede bulunmasının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken siyasi çözüm çağrısında bulunsun? Moskova'nın başının dertte olduğu ve [Suriye'de] bir açmaza sürüklenmeden, Suriye'den onuruyla çıkmanın yolunu aradığı sonucuna varılması doğaldı. Aslına bakılırsa, Rusya, ABD'nin ortaklığı olmadan böyle bir iddia içine girmezdi. Bununla birlikte, iki küresel güç de "Türkiye, SuudiArabistan, Katar" üçlüsünün, planlarına karşı çıkmak için ellerinden geleni yapacağını, ama daha da önemlisi, yeterince takdir görmediğini ve Amerikalılar tarafından dışlandığını düşünen Fransa'nın da bu üçlüyle birlik olmasını beklemiyordu. Paris, ABD ve Rusya tarafından desteklenen hiçbir kararı veto etmeyecekti, ancak Güvenlik Konseyi'ndeki üyeliği, elbette Suriye muhalefetini sofistike silahlarla donatmasına müsaade ediyordu, ki Türkiye, Suudi Arabistan, Katar üçlüsü de büyük ihtimalle Fransa'yı buna ikna etmeye çalışıyordu. Ancak 13 Kasım'daki terör saldırıları, Fransa'yı önceliklerin tanımlanması ve küresel terörle mücadele bakımından tekrar küresel güçlerle aynı mantık eksenine getirdi.
Viyana görüşmelerinin üçüncü turunun final sahnesinde perde inerken, De Mistura; ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile el ele gülümsüyordu. Görüşmenin neticelerini üçü birlikte duyurdu. İran'ı, Fransa'yı ya da Türkiye-SuudiArabistan-Katar üçlüsünden birilerini basın toplantısına davet etmeye gerek yoktu. Fakat en önemlisi De Mistura, 15 Ağustos'tan bu yana istediği şeye, yani uluslararası destek grubuna sahip olmuş oldu. Bugün bulunduğumuz noktada, Suriye savaşı Suriye halkını tatmin edecek şekilde sonuçlanmadığı takdirde, sadece kendilerinin değil tüm bölgenin belirsiz bir gelecekle karşı karşıya kalacağını söylemek yanlış olmaz. Ankara'daki trajik patlama, Beyrut'taki intihar saldırısı ve 13 Kasım'daki katliam, gelecekte işlerin ne denli çirkinleşebileceğine dair bir gösterge. IŞİD ve diğer aşırılık yanlısı gruplar, bölge halkının maruz kaldığı adaletsizlikten besleniyor.
Netice itibarıyla, bu sorunu sadece Suriyeli devrimci gruplar çözebilir. Bunun için de saflarını birleştirmeleri ve ülke için siyasi bir proje ortaya koymaları gerekiyor. Bölgeyi ancak onlar kurtarabilir. Ruslar, devrimi bitirmek için, Suriye muhalefetinin son 5 yıldır birlik gösterememesinden faydalanıyor. Onların bu planını bozmanın tek yolu ise her türlü tuzağa direnebilecek ve de bölgenin müşterek desteğini alacak, tek ve güçlü bir koalisyon kurmaktan geçiyor.
Bu makale Dr Sinan Hatahet tarafından 20.11.2015 tarihinde Al Jazeera için yazılmıştır. Aşağıdaki linkte paylaşım orjinalini bulabilirsiniz: